18 Ekim 2018 Perşembe

Umberto Eco - Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti

Umberto Eco - Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti

(..iki kavrama değinmem gerekiyor. Bunlar Örnek Okur ile Örnek Yazar kavram çiftidir.
Bir öykünün Örnek Okuru, Ampirik Okur değildir. Bir metni okuduğumuzda, ampirik okur biziz, ben, siz, başka herhangi biri. Ampirik okur metni birçok biçimde okuyabilir, üstelik ona nasıl okuması gerektiğini belirtecek bir yasa da yoktur; çünkü çoğunlukla bu okur, metni, metnin dışından gelen ya da metnin onda rastlantısal olarak uyandırdığı tutkularının bir mahfazası gibi kullanır.
Derin bir üzüntü yaşadığınız bir sırada, bir komedi filmi gördüyseniz, kişinin böyle bir durumda eğlenmesinin çok güç olduğunu bilirsiniz; bununla da kalmaz, aynı filmi yıllar sonra yeniden görüp, gene gülemeyebilirsiniz, çünkü her görüntü size ilk deneyiminizdeki üzüntüyü anımsatacaktır. Belli ki, ampirik seyirciler olarak filmi yanlış bir biçimde ''okumaktasınızdır''. Ama neye göre yanlış.? Yönetmenin düşünmüş olduğu seyirci tipine göre gülmeye ve kendisini doğrudan içine çekmeyen bir öyküyü izlemeye hazır bir seyirciye göre. Bu tür seyirciye (ya da bu tür kitap okuruna) Örnek Okur adını veriyorum. Metnin, işbirliğine gidecek biri olarak öngörmekle kalmayıp, aynı zamanda yaratmaya çalıştığı bir okur tipi. Bir metin ''bir varmış bir yokmuş'' ile başlıyorsa kendi örnek okurunu hemen seçtiğine dair bir işaret göndermiş olur. Bu okur ya bir çocuk olmalıdır ya da sağduyunun ötesine giden bir öyküyü kabul etmeye hazır birisi. 
(Sayfa: 20-21)

***

''..Foucault Sarkacı adlı romanımı yayımladıktan sonra, yıllardır görmediğim eski bir çocukluk arkadaşım bana şunları yazdı: ''Sevgili Umberto, sana yengem ile amcamın öyküsünü anlattığımı anımsamıyordum; ancak bu öyküyü romanın için kullanmış olmanı doğru bulmuyorum.'' Romanımda, anlatının kahramanı Jacopo Belbo'nun amcası ile yengesi olan bir Carlo Amca ile bir Caterina Yenge hakkında birkaç bölüm anlatıyorum; bu insanlar gerçekten de yaşamıştır.
Birkaç değişiklikle de olsa ben çocukluğuma ait bir öyküyü, adları farklı olan bir yengem ile amcam hakkındaki bir öyküyü anlatmıştım. O arkadaşıma Carlo Amca ve Caterina Yenge'nin benim amcam ile yengem olduğunu, dolayısıyla onlarla ilgili bir ''telif hakkımın'' bulunduğunu, onun yengesi ile amcası olmadığını, zaten onun yengesi ve amcası olduğundan bile haberim olmadığını yazdım. Arkadaşım özür diledi.
(..)
Arkadaşımın başına gelen neydi peki.? Kendi kişisel belleğinde bulunan bir şeyi ormanda aramıştı.
(..)
Bir metni uyanıkken düş görmek için kullanmak yasak değildir, zaman zaman hepimiz yaparız bunu. Ancak uyanıkken düş görmek kamusal bir etkinlik değildir. Anlatı ormanında sanki kendi özel bahçemizmiş gibi hareket etmeye götürür bizi.
Demek ki, oyunun kuralları vardır ve örnek okur oyunda kalmayı bilen kimsedir..) 
(Sayfa: 21-22)

Umberto Eco - Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti
Umberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti
***
Daha sonraki konferanslarımda da, bu güne dek yazılmış kitapların en güzellerinden biri olan Gerard de Nerval'in Sylvie'sine sık sık başvuracağm. Sylvie'yi yirmi yıl önce okudum ve o zamandan bu yana tekrar tekrar okumayı sürdürdüm. Gençken onunla ilgili çok kötü bir yazı yazmıştım, 1976'dan başlayarakBologna Üniversitesi'nde bir dizi semineri Sylvie'ye ayırdım- sonuç olarak, üç bitirme tezi ve 1982 yılında VS dergisinin özel sayısı çıktı. 1984 yılında Columbia Üniversitesinde bir lisanüstü seminerini ona ayırdım ve seminer sonunda çok ilginç dönem ödevleri yazzıldı. Artık Sylvie'nin her virgülünü, gizli tüm mekanizmalarını biliyorum. Bana kırk yıl boyunca eşlik eden bu yeniden okuma deneyimi, bana, bir metni titizlikle incelemenin, ''yakın okuma''yı uç noktalarına vardırmanın o metnin büyüsünü yok ettiğini söyleyenlerin ne kadar aptal olduğunu kanıtlamıştır. Sylvie'yi her elime alışımda, onun tüm ayrıntılarını bilsem bile belki de bu nedenle sanki ilk kez okuyormuşçasına ona âşık oluyorum.
Sylvie şöyle başlar:
Her akşam, büyük bir âşık kılığında sahneye çıktığım bir tiyatrodan çıkıyordum.
***
İngilizcede hikâye bileşik zamanı yoktur ve Fransızcadaki hikâye bileşik zamanını aktarmak için İngilizcede farklı çözümler kullanılabilir. (..) Hikâye bileşik zamanı çok ilginç bir zamandır, çünkü sürekliliği ve yinelemeyi gösterir. Süreklilik özelliği açısında bu zaman bize geçmişte bir şeyin olmakta olduğunu -ancak belirli bir zamanda değil- belirtir ve eylemin ne zaman başladığı ve ne zaman bittiği bilinmez. Yineleme özelliği açısındansa, bize o eylemin birçok kez yinelendiğini düşünme olanağı sağlar. Ancak ne zaman yinelemeyi, ne zaman sürekliliği ve ne zaman her ikisini birden gösterdiği hiçbir zaman belli değildir. (..) Metnin, bu kişinin tiyatroya her akşam gittiğini açıkça belirttiği doğrudur, ancak bu açıklama olmaksızın da hikâye bileşik zamanının kullanımı, söz konusu eylemi sürekli olarak yaptığını göstermektedir. Bu zamansal belirsizliği nedeniyle hikâye bileşik zamanı, rüyaların ya da kâbusların anlatıldığı zamandır. Aynı zamanda da masalların anlatıldığı zamandır (..)
*
Birinci tekil şahıs ağzından yazılan kitaplar, saf okuru ''ben'' diyen kişinin yazar olduğuna inanmaya yöneltir. Elbette bu yazar değil, Anlatıcı, daha doğrusu Anlatan Ses'tir ve Anlatan Ses'in zorunlu olarak yazar olmadığını, birinci tekil şahıs ağzından bir köpeğin anılarını yazan P.G. Wodehouse bize söylemektedir.
Sylvie'de ele almamız gereken üç varlık vardır:
İlki, 1808 yılında doğan ve 1855 yılında ölen (intihar eden) bir erkektir, üstelik adı Gerard de Nerval değil, Gerard Labrunie'dir -birçokları hâlâ, ellerinde Michelin Rehberiyle, Paris'e onun kendisini astığı Vielile Lanterne Sokağı'nı aramaya gider; bunlardan bazıları Sylvie'nin güzelliğini hiç anlamamıştır.
İkinci varlık, anlatıda ''ben'' diyen kimsedir. Bu kişi Gerard Labrunie değildir. Onunla ilgili bildiklerimiz, bize öykünün söyledikleridir ve öykünün sonunda Gerard Labrunie kendini öldürmez. Daha melankolik bir biçimde, şöyle düşünür: ''Yanılsamalar birbiri arsı sıra dökülüyor, bir meyvenin çiçekleri gibi; meyve ise deneyimdir.'' (..) Syvlie'nin örnek okuru, Monsieur Labrunie'nin değil, anlatıcının yitik yanılsamaları üzerine duygulanmaya davet edilmektedir.
Genellikle belirlenmesi güç olan üçüncü bir varlık daha vardır: Benim, örnek okurla simetri oluşturmak amacıyla Örnek Yazar adını vereceğim varlık. Labrunie bir intihalci olabilir, Sylvie Ferdinando Pessoa'nın büyükbabasınca yazılmış olabilirdi; ancak Sylvie'nin örnek yazarı, ''Je sortais d'un theatre'' diyerek öyküye başlayan ve Sylvie'ye (..) ''Zavallı Adrienne.! 1832'ye doğru Saint-S.. Manastırında öldü.'' dedirterek öyküyü bitiren o anonim ''ses''tir. Onun hakkında başka bir şey bilmiyoruz, daha doğrusu bu sesin, öykünün birinci bölümü ile ''Son Yaprak'' adlı on dördüncü bölümü arasında söylediklerini biliyoruz. (''Son Yaprak'' bölümünden sonra geriye yalnızca orman kalıyor ve bize o ormanı katetmek üzere oraya girmek düşüyor.) Oyunun bu kuralını bir kez kabul ettikten sonra, bu sese bir ad, bir takma ad verme hakkını bile görebiliriz kendimizde. İzin verirseniz, çok güzel bir ad bulacağım ona: Nerval. Nerval, anlatıcı olmadığı gibi Labrunie de değildir. Nerval herhangi bir O (erkek) değildir; George Eliot'ın bir O (kadın) olmadığı gibi (yalnızca Mary Ann Evans öyleydi). Nerval Almancada ''Es'' olurdu, İngilizcede ise ''It'' olabilir (ne yazık ki, İtalyancada, dilbilgisi ne olursa olsun ona bir cinsiyet yüklememiz gerekiyor).
Şunu söyleyebiliriz: Okumanın başlangıcında, bir soluk izler bütünü dışında henüz var olmayan bu Nerval, onu belirgin olarak ortaya çıkardığımızda, tüm sanat ve edebiyat kuramlarının ''üslup'' olarak adlandırdığı şeyden başka bir şey olmayacaktır. Evet, elbette sonunda örnek yazar bir üslup olarak da tanınabilir hale gelecektir ve bu üslup öylesine belirgin, açık ve başka bir üslupla karıştırılması olanaksız olacaktır ki, sonuçta Sylvie'nin Sesi ile Aurelia'yı ''Rüya ikinci bir yaşamdır'' sözüyle başlatan sesin kesinlikle aynı olduğunu anlayabileceğiz.
Ancak ''üslup'' sözcüğü çok fazla ve çok az şey söylüyor. Stephen Dedalus'un söylediklerini aktarmak gerekirse; örnek yazarın, tıpkı yaradılışın Tanrısı gibi, kendi kusursuzluğu içinde, eserin içinde, arkasında ya da ötesinde kalıp dişiyle tırnağıyla uğraşmaya dalmış olduğunu düşündürüyor.. Oysa örnek yazar bizimle sevgi dolu bir biçimde ( ya da buyurganlıkla veya aldatıcı bir biçimde) konuşan, bizi yanında isteyen bir sestir ve bu ses anlatısal strateji olarak, her adımda bize iletilen ve örnek okur olmaya karar verdiğimizde, uymamız gereken talimatlar bütünü olarak kendini gösterir. (..) (Sayfa: 23-29)
***
Bana, ıssız bir adaya düşmüş olsam yanıma hangi kitabı alacağımı soranlara şu yanıtı veriyorum: ''Telefon rehberi; rehberdeki bütün o karakterlerle sonsuz öyküler yaratabilirim..'' (Sayfa: 83)
***
''..Kırmızı Şapkalı Kız'ın çok çeşitli yorumları-antropolojik, psikanalitik, mitolojik, feminist, vb.- yapılmıştır; bunun bir nedeni de öykünün çeşitli versiyonlarının bulunması ve Grimm Kardeşler'in metninde bulunan şeylerin Perrault'nun metninde, Perrault'nun metninde bulunan şeylerin ise Grimm Kardeşler'in metninde bulunmamasıdır. Tabii, metnin simyacı yorumlaması da yapılmıştır. Bir İtalyan araştırmacı, masalın madenlerin çıkarılması ve işlenmesi süreçlerine göndermede bulunduğunu kanıtlamaya çalışmıştır; (masalı kimyasal formüllere dönüştürerek)
(..)
Okurlar metinlerden, metinlerin açıkça söylemediği şeyleri çıkarsayabilirler (yorumlayıcı işbirliği de bu ilkeye dayanmaktadır), ancak metinlere söylediklerinin tersini söyletemezler. Kırmızı Şapkalı Kız'ın başında, masalın sonunda hâlâ kırmızı şapkanın bulunduğunu gözardı edemeyiz, örnek okuru zincifre formülünü benimsemekten alıkoyan da bu metinsel verinin kendisidir..'' (Sayfa: 122)
***
''..Ancak her anlatı dünyasının, asalak bir biçimde, ona artalan oluşturan gerçek dünyaya dayandığını belirtmiştik. İlk soruyu, yani anlatı dünyasına gerçek dünyayla ilgili yanlış bilgiler taşıyan okurun başına neler geldiği sorusunu geçelim. Böyle bir şey yapan okur, örnek okur gibi davranmamış demektir ve hatasının sonuçları kendi özel sorunu olarak kalır. Birisi Savaş ve Barış'ı Rusya'nın o dönemde komünistlerle yönetildiğine inanarak okursa, Nataşa ile Pyotr Bezuhov'un başına gelenlerin pek azını anlayabilecektir. Ancak örnek okur profilinin metin tarafından ve metnin içinde çizildiğini belirtmiştik. Doğal olarak Tolstoy, Borodino'da çarpışanların Kızıl Ordu olmadığı konusunda okurlarını bilgilendirmekle yükümlü hissetmiyordu kendisini, ancak gene de o dönemin Rusya'sının siyasal ve toplumsal durumu ile ilgili yeterince bilgi vermiştir. Savaş ve Barış'ın uzun Fransızca bir diyalogla açıldığını unutmayalım, bu da on dokuzuncu yüzyıl başlarındaki Rus aristokrasisinin durumu hakkında çok şey söylemektedir..'' (Sayfa: 123)

***

Eco: ''Sis'' sözcüğü çok önemlidir. Gerçekten de Sylvie'nin etkisi, nesnelerin hatlarını kesin olarak ayırt etmeksizin, yarı kapalı gözlerle bir manzaraya bakıyormuşuz gibi, okurun üzerinde bir ''sis etkisi'' yaratmak üzere tasarlanmış gibidir. Ancak nesneler ayırt edilmiyor değildir, aksine Sylvie'deki manzara ve kişi betimlemeleri net, kesin ve neoklasik bir açıklıktadır. Aslında okurun anlayamadığı hangi zaman ânında bulunduğudur. Georges Poulet'in yazdığı gibi, ''Nerval'in geçmişi, onun çevresinde bir çocuk halayı gibi dönmektedir.'' Sylvie'nin temel mekanizması, geriye bakışlar ile ileriye bakışların (ya da Genette'nin analeks ve proleks adını verdiği anlatısal hareketlerin) sürekli olarak yer değiştirmesine ve bazı iç içe geçmiş analeks gruplarına dayanmaktadır, diyor.
*
''Yitik Gece'' başlığıyla başladığı Sylvie'de, bir tiyatro oyuncusuna duyduğu aşktan bahseden Nerval, sonrasında aynı gece yatağında uzanmış geçmişine yolculuk ederken, çocukluğunda ya da gençliğinde komşu köyden küçük Sylvie'ye duyduğu aşkı ve bir dans halkasında karşılaştığı Adrienne'i düşünüyor.. Ve bu geçmiş-gelecek halkasında okurunu hayalle gerçek arasında gezdiriyor..
*
Kitabın ikinci bölümünde ''Valois Türküleri ve Efsaneleri'' başlığı altında Nerval Fransız halk türkülerinin unutulmaya yüz tutmasından yakınarak, çeşitli örnekler veriyor..
*
Ve, üçüncü bölüm ''Rüya ve Yaşam''
Yahya Kemâl çok beğendiği için miydi, yoksa bir tesadüften mi ibaretti bilemiyorum ama (Arka kapak bilgisinde öldüğünde başuncunda açık olduğu söyleniyordu.) ben de Rüya ve Yaşam'ı çok beğendim.. Adının da verdiği ipucu gibi, gerçekle hayal-rüya arasında; hayata, inançlara ve tabii ki yine sevdaya dâir sorgulamaları devam ediyor..
*
Nerval, Antik Yunan, Roma, Mısır Mitolojilerine de yer veriyor..
*
Kitabın son yaprakları Gerard de Nerval'in hayatına ayrılmış, kronolojik olarak verilmiş.. Onca başarılı bir hayatın ardından kendini bir sokak lâmbasına asarak, yaşamını sonlandırması çok acı.. 25 yaşında, henüz hayatının baharında ölen annesinin de, etkili olduğunu düşünüyorum bu yaşam çizgisinde..
*
Aşağıdaki paragraf için bir dipnot düşülmüştü:
''Nerval ''Yaldızlı Dizeler' şiirinde de bu konuyu işler.''
diyerek sözü Nerval'e bırakıyorum.. (Sayfa: 142-143)

***

''Kâhinler tüm halkları egemenlikleri altına böyle aldılar ve sonra gelen kuşaklar da o kâhinlerin sonsuz krallığı altında tutsaklaştılar. Ey mutsuzluk.! Ölüm bile özgürleştiremez onları.! Çünkü nasıl babalarımızdan geliyorsak, oğullarımızda da yeniden yaşıyoruz, -düşmanlarımızın acımasız bilimi her yerde yakından izliyor bizi. Yeniden doğduğumuz saat, ortaya çıktığımız yeryüzü noktassı, ilk davranış, konan ad, bulunduğumuz oda, inandığımız tüm kutsal şeyler ve bize dayatılan tüm dünler, her şey geleceğe de yön verecek mutlu ya da mutsuz bir dizi oluşturuyor. Eğer bunlar insan hesaplarına göre zaten korkunç şeylerse, dünyanın düzenini kuran gizemli formüllere katıldıklarında olacakları düşünün. Evrende hiçbir şey önemsiz değil, hiçbir şey güçsüz değil; bir atom her şeyi dağıtabilir, bir atom her şeyi kurtarabilir.''
*
Yaldızlı Dizeler / Gerard de Nerval ( 1808 - 1855 )


*****

Elbette, duyarlı her şey.!
Pythagore
*
İnsan.! Özgür düşünür - sen misin tek düşünen
Yaşamın her nesnede açıldığı dünyada
Elindeki güçlerde özgürlüğün var ama
Verdiğin öğütlerin tümünden başka Evren
*
Her çiçek ayrı ruhtur doğada filizlenen
Saygı duy hayvandaki devinip duran ruha
Her şey duyarlı; - her şey senden güçlüdür daha
Bir aşk gizemi vardır her madende dinlenen
*
Bir göz seni izliyor kör bir duvarda bile
Unutma, madde varsa ona bağlı söz de var
Kullanma nesneleri softa bir amaç ile
*
Her karanlık varlıkta gizli bir Tanrı yaşar
Ki O'nun gözlerinden yeni bir göz doğuyor
Taşların kabuğunda bir tamı çoğalıyor

***

(..Okur ile tarih, kurmaca ile gerçeklik arasındaki karmaşık ilişkiler üzerine düşünmek, aklın canavarlar üreten uykusuna karşı bir tür terapi oluşturabilir.
Her ne olursa olsun , kurmaca yapıtlar okumaktan vazgeçmeyeceğiz, çünkü onlarda yaşamımıza bir anlam verecek formülü aramaktayız. Sonuçta, yaşamımız süresince, bize neden dünyaya geldiğimizi ve yaşadığımızı söyleyecek bir öykünün arayışı içindeyiz. Kimi zaman kozmik bir öykü arıyoruz, evrenin öyküsünü, kimi zaman kendi bireysel öykümüzü(günah çıkardığımız rahibe, psikanalistimize anlattığımız, bir güncenin sayfalarına yazdığımız öykümüzü). Kimi zaman kendi bireysel öykümüzü evrenin öyküsüyle çakıştırmayı umuyoruz..) (Sayfa:180)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...