#MartinDuberman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#MartinDuberman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mayıs 2021 Cuma

Martin Duberman - Haymarket, 1 Mayıs'ın Romanı (Çeviren: Mehmet Harmancı)


Arka Kapak:

*
 1870'lerin grev dalgalarıyla sarsılan Amerika Birleşik Devletleri; emekçi hareketinin 8 saatlik işgünü hakkını elde etmek için verdiği kararlı mücadele; büyük gösterilere şahit olan Chicago; 1 Mayıs 1886'da bütün ABD çapında 350 bini aşkın kişinin katıldığı büyük grev; 4 Mayıs'ta Haymarket Meydanı'nda toplanan işçiler dağılmak üzereyken, kalabalığın ortasına ve onların üstüne yürüyen polislere atılan bir bomba; hemen ardından başlayan cadı avında sekiz önderin tutuklanması; Albert Parsons, August Spies, Adolph Fischer ve Georg Engel'in asılarak idam edilmeleri, Louis Lingg'in ağzında dinamit patlatarak intihar edişi..

*
Amerikalı yazar Martin Duberman, 'Chicago Anarşistleri'nin en ateşli militanlarından Albert Parsons ile mücadele etme kararlılığında ondan hiç geri kalmayan Lucy Gonzalez'in aşkı etrafında, bütün dünya emekçilerinin birlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs'ın doğuşunu hazırlayan yılların, ABD tarihinin en sert sınıf çatışmasını yansıtan eylemlerin, en çıplak haliyle mülk sahiplerinin çıkarlarına hizmet eden taraflı bir yargıç ve uydurma bir jüriyle, işçi önderlerinin asılması kararıyla sonuçlanan Haymarket Davası'nın hikâyesini anlatıyor..

*

Birinci Bölüm:

*
''..''Ben safkan Aztek değilim.'' Kız, erkeğin yüzüne baktı, artık zamanının geldiğine karar verdi. ''Seni seviyorum, Albert,'' dedi. ''İlkelerin, Spectator'da benim, ezilmiş halkımın adına yaptığın tehlikeli çalışman.. O işi seninle paylaşmak istiyorum. Hayatımı seninle geçirmek istiyorum. Ben gururlu bir kadınım, Albert. Kimliğimin hiçbir parçasından utanç duymuyorum. Ama benim sadece İspanyol ve Kızılderili değil, daha pek çok kan taşıdığımı bilmen gerekir. Beni anlıyor musun.? Benimle evlenmen diğer kısımlarımın da günışığına çıkacağı anlamına gelir ki, bunun bedeli çok ağırdır.''
''Anlıyorum ve bir süredir de anlamıştım,'' dedi Albert, sakin bir sesle.
''Sen ve ben, benim kim olduğumu biliyoruz. Seninle yaşamak ve sağ kalmak istiyorsam bunu sadece ikimizin bilmesi gerektiğini de biliyoruz.''
Albert kızı kollarına almak için bir adım ilerledi. ''Bunu bütün bedelleriyle kabul ediyorum Lucy.'' Ama Lucy erkeği itti.
''Benden daha iyisini yap, o zaman. Demek öyle.! Yapmam gerekeni yapacağım ama yaşamak için beni bir parçamı inkâr etmek zorunda bırakan bu ülkeye de lanet ediyorum. Lanet ediyorum, anladın mı.?''
Albert, kızı kolları arasına alarak onu olduğu kadar kendisini de avutmaya çalıştı. ''Biliyorum sevgilim.'' diye mırıldandı. Saçlarını okşarken Lucy ağlamaya başlamıştı. ''Biliyorum. Ama biz birbirimize sahibiz. Bunun da bir anlamı var, değil mi.?''..'' (Sayfa: 23-24)
*

İkinci Bölüm:

*
''Lucy geriledi. ''Nasıl oluyor da bütün bu yıkımlar ve yeniden kurmalar arasında kimse kaybedilen hayatlardan, sakat ve evsiz kalan insanlardan söz etmiyor.? Chicago kendisine bir geçmiş ya da şimdi istemiyor, sadece hiç gelmeyecek bir geleceğin peşinde. Bu, sonu hiç gelmeyen bir domuz mezadının ortasında olmak gibi bir şey.''..'' (Sayfa: 36-37)
*****
*****
''Ancak Albert, Chicago'ya ayak bastığından beri bir şeye çok kızıyordu: kent halkının atlarına karşı barbarca davranmasına. Onların gelişlerinden bir yıl önce, 1872'de, altı haftada binden fazla atı öldüren ve sonra da aylarca devam edip teşhis edilememiş bir at hastalığı olan ''At Salgını'' yaşanmıştı. Atların çektiği ticari arabalar için kente öküzler getirilmişse de, trafik bir süre durmak zorunda kalmıştı.
Albert, atların ''teşhis edilememiş'' olan bu hastalığının nedenini bildiğine emindi: Sadece hayvanlara kötü davranılması..'' (Sayfa: 37)


''..''Onların tek suçu yoksul olmak. Kızların çalışırken vakit geçirmek için birbirleriyle konuşmalarına bile izin verilmiyor. Oğlunun durumu daha da kötü. Çocuk henüz sekiz yaşında ve günde on saat sucuk doldurup kasaları temizleyerek çalışıyor, bütün bu süre boyunca mezbahanın dizlerine kadar çıkan suyunun içinde, pis havayı soluyor. Çocuk birkaç hafta önce Pazar günü eve arabayla getirildi. Yaşlı bir adamdan farkı yok.''..'' (Sayfa: 51)
*****
*****
''Peki, kim bu marangoz.? Sana neler anlattı.?''
''Adı George. Soyadını söylemedi. Emeğin Şövalyeleri için adam topluyor ama aynı zamanda Birinci Enternasyonal'in gizli örgütçülerinden. Çok ciddi, çok..''
''Birinci Enternasyonal nedir.?
''Marksist bir grup.''
''Karl Marx'ın takipçileri mi.?'' diye sordu Lucy. ''Ama o çok..''
''Evet, çok radikaldir. George, Chicago'da Enternasyonal'in on yıldır bir şubesi olduğunu söyledi; kuran işçilerin çoğu Almanmış. Ama bu ekonomik krizden sonra hızla artmaktaymış.''
''Kaç kişi olmuşlar.?''
''George dört yüz kadar dedi.'' (Sayfa: 55)
*****
*****
''..Zengin tekelciler Devlet'ten büyük bir güç olmuşlardır.. demokrasinin temelini çürütüyorlar.. büyüklüğün gerçek ölçüsü servet değil, ahlâki değerliliktir..''..'' (Sayfa: 60)
*****
*****

#AugustSpies

*

''Ama sizi namusumla temin ederim ki, insanların henüz kendileri için neyin en iyi olduğunu bildiğine inanmış değilim. İşçilerin çoğu birer robota dönüşmüşler, kendi çıkarlarını bile anlamaktan yoksunlar.'' (Sayfa: 71)



''..''Evet, Henry Box Brown'ı duydum,'' dedi Lucy. ''Onun ismini kim duymamıştır ki.?''
''Ben duymadım,'' dedi Lizzie, gayet masum bir tavırla.
''Kendini özgürlüğe gönderdi,'' dedi Fielden, sonra konuyu kapatmasının daha iyi olup olmadığını bilemeyerek durakladı.
Hikâyeye Lucy devam etti. ''Henry Brown, Virginia'da bir köleydi, Lizzie. Kendini, hava delikleri açtığı bir sandığa kilitledi, yanına yiyecek içecek aldı. Adams Ekspresi'yle Philadelphia'daki köleliği kaldırma merkezine gönderildi ve yirmi altı saat sonra sağ salim oraya vardı.''
''Ne kadar da cesurmuş,'' dedi Lizzie.
''Onun konferansları beni çok etkiledi,'' dedi Fielden. ''Köleliğin dehşetini onun sözleriyle anladım. O konuda çok şey okudum.. Harriet Martineau.. Fanny Kemble.. Tom Amca'nın Kulübesi.. Amerikan İç Savaşı'nda Lancashire halkı, pamuk ithalatı yapılamadığı için çok sıkıntı çekti, ama Kuzey'i desteklemekten de hiç geri kalmadık.''
''Yapmanız gerekeni yapmışsınız,'' dedi Lucy. Sesi az da olsa yumuşamıştı.
''1868'de bu ülkeye geldiğimde, bir süre Güney'de çalıştım ve o sözde özgür insanların, aslında, her zamanki gibi köle olduklarını gördüm..'' (Sayfa: 77)
*

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

*

Albert R. Parsons'un Günlüğü:

*


24 Haziran:
*
''Paranın kokusunun, insanları haklı bir davadan  döndürebilmesine çok şaşırıyorum. Kendi ıstıraplarıyla birlikte  arkadaşlık duygusunu da bitiriyor sanki.'' (Sayfa: 92)
(..) 
''Avrupalı Baronlar gibi yaşıyorlar. Chicago'nun dört bir yanında insanlar yatağa aç yatıp, avunmak için zavallı bir bez bebeğe sarılırken.!'' (Sayfa: 94)



1 Ağustos:

*
''Hayal edilebilecek olayların çok, ama çok daha kötüsü oldu. Şu anda ülkenin üzerine huzursuz bir sükûnet çökmüş gibi. Ama geçen o birkaç gün tam bir karabasandı. Ben bir insana ömür boyu yetecek kadar zulme tanık oldum. Yüzlerce ölü ve yaralının tüm suçunu askerlere ve polislere atıyor değilim; pek çok yerde kendilerini taş yağmuruna tutan çocuk çeteleri tarafından kışkırtıldılar. Yine de güvenlik güçleri tetiklerine basmakta çok acele davrandılar. Bunların neden bu kadar azı işçi arkadaşlarına ateş ettiklerinin farkında ki.? Cihicago emniyet gücünün yarısından fazlası Alman ve İrlanda asıllılar. Çoğu o sıkıntılı göçmen hayatını yaşamış, zorba bir ustabaşı emrinde bir fabrikada çalışmış, sefil evlerde yaşamıştır ve şimdi de ayda elli-altmış dolardan fazla almayan insanlardır. Ama yine de, yozlaşmış amirlerinden, 'Hamam' Coughlin'lerden ve Mike McDonald'lardan emir alıyorlar; 'bozkurtlar' adını verdiğimiz bu kişiler de, emirlerini mülkiyet sahibi sınıflardan almaktalar. Bu kaosun sorumlusu bu sonuncular işte. Büyük patronlar on yıldır işçilerin daha iyi çalışma koşulları için ortaya attıkları barışçı talepleri önemsemediler, onları geçip gidecek bir çekirge sürüsü gibi gördüler. İşçiler seslerini duyurmak için yükseltince, patronlar kulaklarını tıkamaktan vazgeçip kendilerine yardakçılık eden politikacılara döndüler ve zehirlenmiş fareleri süpürürken bile bir an duraklandığı halde, hiç tereddüt etmeden işçileri vuracak haydutlar tuttular.
Gözlerimle gördüğüm olayları yazarken ellerim titriyor. Bütün ayrıntıları buraya aktaramayacağımı hissediyorum. Yine de, bu günlüğe başlamamın amacı olayları kaydetmek olduğu için kendime hakim olmalıyım.'' (Sayfa: 109-110)
*****
*****
''Geçen hafta Rahip Henry Ward Beecher, New York cemaatine, grevcilerin 'asayişe karşı zorba bir muhalefeti' temsil ettiklerini söyledi. Buna inanabiliyor musunuz.? Şimdi işçiler zorba oldu.! Beecher daha sonra şöyle dedi: ''Adam sigara ve içki içmeye devam ederse, günde bir dolat bir işçiyle beş çocuğunu geçindirmeye yeterli olmaz elbette.! Oysa günde bir dolar, ekmek almaya yetmez mi.? Su bedava. İnsan yalnız ekmekle yaşayamaz, doğru; ama ekmek ve suyla yaşayamayan bir insan da yaşamayı hak etmez.'' Bunu söyleyen bir kadın ayartıcısı, lüksün kucağında yaşayan bir zampara.'' (Sayfa: 113-114)
*

Dördüncü Bölüm:

*
''Albert, ''Bir gün gelecek işçi sınıfından biri bu devletin başına geçecek,'' dedi. ''Yani, işçi sınıfı, o gün gelmeden önce devlete olan inancını kaybetmezse.''..'' (Sayfa: 131)


Lucy Parsons:
*
''Daha az ücret alan, biraz daha fazla çalıştırılan, şikayet şansı daha az olan kadınlar, aslında kölelerin köleleridir.'' (Sayfa: 150)
*****
*****
"Lizzie bize bundan sonra yarım saat, Musa'yı sazlar arasından kurtaran, ama sonra fikir değiştirip tekrar oraya atan Mısırlı prensesin mumyasını anlattı. Lucy kıs kıs gülerek "Bir de 'tarih öncesi bir balina' olan Zeuglodon'un otuz metre boyundaki iskeleti vardı," diye ekledi.
"Basında iskeletin gerçek olmadığı iddia edilince Albay Wood bunu kanıtlamak amacıyla bir grup 'bilimadamı' topladı," diye devam etti Lizzie. " Ancak ne yazık ki, Albay Wood'un on yaşındaki oğlu, annesinin elinden bir an kurtulup çakısını Büyük Zeuglodon'un kaburgalarından birine batırınca, boya tabakası altındaki çam tahtası ortaya çıkmıştı.".." (Sayfa: 169)
*

Beşinci Bölüm:

*
''Johann Most'a gelince, bu adam hakkındaki çelişkili duygularımı çözebileceğimden pek emin değilim. Buradaki performansının insanı çileden çıkarmasına rağmen, Devlet konusunda haklı olanın Marx değil, anarşistler olduğunu, devletin kim kontrol ederse etsin kaçınılmaz olarak bir baskı aracı olduğunu, başkalarını yönetme alışkanlığının insanı yozlaştırdığını anlamamıza, onun Die Freiheit'ta yazdığı makalelerin büyük katkıda bulunduğunu unutmamamız gerekir. Anarşistlerin gönüllü işbirliği temeline dayanan yerinden yönetim hayali, en iyi hayaldir.'' (Sayfa: 181)
*****
*****
''Genel bir ekonomik çöküş söylentisi hızla yayılıyor, işsizlik oranı epey yükselmiş. Bu arada Standart Oil Trust'ı tam bir tekel haline getirmek için rakipleriyle güçbirliği yapan John D. Rockefeller sayesinde, fiyatlar da sürekli artıyor.'' (Sayfa: 187)
*****
*****
''Elektrik geceyi gündüze çevirirken, başımızın üstünden geçen teller ağı da gündüzü geceye dönüştürüyor.!'' (Sayfa: 188)


''Sonra Fil Oteli var.! Bina daha çok bir hayvanın heykelini andırıyor, ahşaptan yığma, teneke kaplı dev bir yapı. Hayvanın gövdesinin çeşitli yerlerinde otuz dört odası, ön bacağının birinde bir tütüncü, diğerinde bir diorama, hortumunda bir şarküteri var. Arka bacaklarındaki helezonik merdivenden, başındaki gözlemevine çıkılıyor. Daha neler yapacaklar acaba.? Pardösü biçiminde bir giyim mağazası mı.?'' (Sayfa: 189)


''Bir yerde de sana anlatmaya çekindiğim bir atıcılık oyunu gördüm -oyunda bir zenciyi burnundan vurmaya çalışıyorlardı. Zavallı adam bir bezde açılmış delikten başını uzatıyor ve yüzüne atılan lastik toplardan kaçınmak için sürekli başını yana kaçırıp duruyordu. Coney Island'a, 'çalışan insanın eğlence yeri' deniyor. Daha az barbarlığın olduğu bir gelecekte, çok daha farklı bir eğlence tanımına erişmemiz için dua ediyorum.'' (Sayfa: 190)


''..''Kentliler Birliği'nin kendilerini  tepede tutan bir sistemin değişmesini gerçekten isteyeceklerini düşünmek saçma geliyor.''
''Ama koşulların düzeltilmesini talep edebilirler.''
''Ah, Albert.! Birlik herkesin, halen var olan sefaletin kapitalizme değil, 'geçici' ekonomik bunalıma bağlı olduğuna inanmalarını istiyor. Ancak emekçi kesim bu bunalımdan çok daha önce de aynı sefalet içindeydi.''..'' (Sayfa: 199)


Lucy Parsons:
*
''Bencil olmayan devrimciler ne ödül alırlar, ne de almak isterler.'' (Sayfa: 200)
*****
*****
''..''Spies'ın ateşli mavi gözlerini ve atletik yapısını unutma, hanımlar her ikisinden de sık sık söz ederler.''
''Sahi mi.? Çok şaşırdım.! Bunlar namuslu kadınlar olamazlar.''
'Spies'ın çekiciliğinin gerçek kaynağını anlayamayacak kadar kibar kişilerdir.''
''Zekâsını mı.?''
''Hayır, kontrollü alaycılığını -daha karanlık ve daha cinsel bir enerjinin yanılmaz göstergesidir.''
Albert neşeli bir sesle, ''Şimdi düşüp bayılmam mı gerekiyor.?'' dedi. ''Unutma, ben de alaycı bir kişiyle yaşıyorum.''
''Şükret öyleyse.!''
''Nasıl şükrediyorum, bir bilsen.'' Birbirlerine bakıp gülümsediler.'' (Sayfa: 201)
*****

Altıncı Bölüm:

*

''Lucy sözcüklerin üstüne basarak, ''Köle değiller,'' dedi. ''Ve asıl mücadelelerinin ırk değil, sınıf mücadelesi olduğunu anladıklarında daha büyük özgürlüğe erişecekler. Kapitalizmin yenilgiye uğradığı gün zencilere yönelik küstahlıklar da sona erecek.''..'' (Sayfa: 221)
*****
*****
''..''Sen benim için çok değerlisin.. bunu biliyor muydun.? Lizzie, benim için ne kadar önemli olduğunu, seni ne kadar sevdiğimi biliyor musun.?''
''Biliyorum. Gerçekten biliyorum. Sen de benim için çok önemlisin.''
''Eğer bilmiyorsan, bunun sorumlusu sadece benim. O kadar öfkeli ve kaba davranıyorum ki.''
''Bu senin ruhunun büyüklüğünden, canım. Bütün dünyanın acılarını ruhunda topluyorsun. Ve hayatta çoğumuzdan daha fazla kötülükle karşılaştın. Öfkeli olmakta haklısın.''..'' (Sayfa: 224)
*****
*****
''Cihicago'da McDonald'ın el atmadığı bir iş yapmak neredeyse imkânsızdı. Onlarca içki dağıtım işinin kontrolü onun elindeydi, at yarışı bahislerini o oynatırdı, çeşitli kefalet şirketlerine büyük yatırımlar yapmıştı ve kentin zengin kumarbazlarına hizmet veriyordu. Onlara, zar ve iskambil oyunları, konyak ve puro sunan, büyük paraların döndüğü kumarhanenin tek patronuydu. McDonald'ın, varlıklı görünen taşralıları bir kumar oynamaya teşvik etmek için tren istasyonları ve otel lobilerinde tuttuğu onlarca adamı vardı. Chicago'nun daha küçük çaplı kumarhanelerinin ayakta kalması, ancak McDonald'a her ay yüzde vermeleriyle mümkün olabiliyordu. McDonald 1885'te kentin en gözde semtlerinden birinde yer alan Ashland Caddesi'nde kocaman bir konak satın almıştı.
Bonfield, McDonald'ın, polis müdahalesinden korunmak, karakola düşen adamlarının alacakları cezaların tecil edilmesini sağlamak ve seyrek de olsa mahkemeye düştüğü zaman dost ve etkili tanıklar bulmak için, güvendiği belli başı insanlardan biriydi. McDonald buna karşılık olarak, Bonfield ile kendisine yardımcı olan diğer memurların iyi para almalarını sağlar, kalpazanlık ve tefecilik, çalıntı mal satma ya da sokak satıcıları ve fahişelerden haraç alma gibi çeşitli işlerinden hisse verirdi.'' (Sayfa: 226)


Albert Parsons:
*
''Ben emekleriyle sizlerin böyle güzel giyinmenizi sağlarken kendileri kaba ve adi giysiler giymek zorunda kalan; sizin o zarif ve konforlu saraylarınızı yapıp kendileri izbelerde ya da sokaklarda yaşayan insanların oluşturduğu toplantılarda konuşmaya alışkınım. Bu iyiliksever insanlar -bu donsuzlar- sizlere karşı çok cömert davranmıyorlar mı dersiniz.?'' (Sayfa: 231)
*
''Siz insanları devrim yapmaya itiyorsunuz. Ben güç kullanılmasından yana değilim. Bunu sadece önceden bildirmeye çalışıyorum. Şiddet biz istediğimiz için değil, siz onu kaçınılmaz kıldığınız için gelecektir.!'' (Sayfa: 232)
*****
*****
''Lucy telaşlı adımlarla odanın içinde yürüyordu. ''Hız azalıyor. Bunu hissedebiliyorum. İnsanlar Enternasyonal'e değil, sendikalara ya da Emeğin Şövalyeleri'ne kaydoluyorlar. Bu da, baştakilerin bizim önümüze birkaç göstermelik reform atmasıyla her şeyin sonuçlanacağı anlamına gelir.''
Lucy, Albert'ı uyandırmayı başarmıştı. Albert'ın, kendisinin bile fazla dokunmaya cesaret edemediği nazik bir noktasına dokunmuştu.'' (Sayfa: 236)


''Sesi hâlâ korku dolu olan Spies, ''Bu akşam orada olmalısın,'' dedi. ''Yirmi bin kişi bekliyoruz ve kentte gerginlik çok fazla. İnsanlar sınıf savaşının sonunda gelip çattığını söylüyorlar.''
Albert kupkuru bir sesle, ''Tek yönlü bir sınıf savaşı zaten uzun bir süredir devam ediyordu,'' dedi.'' (Sayfa: 242)


''180 kişilik polis ekibi Fielden son sözlerini  söylerken meydana girdi. ''Ne kadar iğrenç olursa olsun, her hayvan üzerine basılmasına karşı direnir,'' diye bağırıyordu. ''İnsanlar salyangozlardan ve solucanlardan daha mı aşağılıktır.?''
Bonfield ile yardımcısı Yüzbaşı Ward, doğruca Fielden'ın konuştuğu arabaya yürüdüler. Ward yüksek sesle, ''Illinois eyaleti halkı adına  derhal ve sükûnetle dağılmanızı emrediyorum.!'' diye seslendi.
''Ama biz zaten sakiniz,'' dedi Fielden.
Ward emrini bir kere daha yüksek sesle tekrarladı.
''Pekâlâ, dağılalım,'' dedi Fielden. ''Zaten dağılmak üzereydik.''
Fielden arabadan indi. Ayağını yere bastığı anda başı üstünden hışırdayarak ve hafif bir parıltıyla geçen  bir nesne polis saflarının tam önüne düştü, büyük bir gürültüyle patladı; Mathias Degan adındaki memur anında ölürken, sekiz onu da ağır yaralandı ve çevredeki camlar kırıldı.'' (Sayfa: 255)


''Savcı Grinnell'in memurları bu arada tutuklularıyla dar merdivenden aşağı inmişlerdi. Harrison onları izlemek için çıkarken tekrar odaya döndü.
''Matbaanızın bir daha kışkırtıcı yayınlar basmayacağına  dair söz vermenizi istiyorum,'' dedi.
''Gerçek, çoğunlukla kışkırtıcıdır,'' dedi Lucy. ''Bizden gerçekleri yazmamamızı mı istiyorsunuz.?''
''Beni fazla zorlamayın, Bayan Parsons. Ben sizinle, sizin derhal tutuklanmanızı isteyenler arasında kalıyorum.''..'' (Sayfa: 265)


''Büyük Jüri 27 Mayıs'ta kararını verdi. Engel, Fielden, Fischer, Lingg, Neebe, Parsons, Schwab ve Spies, Haymarket Meydanı'nda bombanın patladığı ilk anda ölen polis Mathias Degan'ın 'öldürülmesi'nden ve aldıkları yaralardan dolayı daha sonra hayatını kaybeden diğer altı memurun ölümlerinden 'olay öncesi suçortağı' olarak sorumlu bulunmuşlardı. 
Listedeki adlar arasında herkesi şaşırtan, Neebe'ninkiydi. Neebe yorulmak bilmeyen bir sendika örgütçüsüydü, ama Uluslararası Emekçiler Birliği'yle bir ilgisi yoktu ve asla silahlı savunma lehinde konuşmuş değildi. Yıllar sonra, Neebe'nin işçilerini örgütlediği bira fabrikalarından birinin sahiplerinin, büyük jüriyi, onu da suçlaması için ikna etmek üzere 90 bin dolar harcadıkları ortaya çıktı. Karar çıkar çıkmaz Neebe tutuklandı, ancak aleyhindeki kanıtların zayıf olduğu sanki kabul ediliyormuş gibi kefaletle salıverildi. Parsons dışında diğer sanıklar zaten tutukluydular ve 21 Haziran'daki yargılanmalarını beklemek üzere Merkez Karakolu'ndan Cook Kasabası Hapishanesi'ne gönderildiler.'' (Sayfa: 273-274)


''Bu adamlara birinin hukuksal yardım yapması gerekiyordu. Bunu kimse yapmayacağına göre davayı kendisi üstlenmek zorunda kalacaktı.
Black, Schmidt'le diğerlerine kararını söylemeden önce, karısının da onayını almak istedi. Bu nefret edilen hainleri temsil etmek Black ailesinin de dışlanmasına neden olabilirdi ve Yüzbaşı, Hortensia'nın onayı olmadan davayı alırsa huzurlu olamayacaktı.
Karısı ilk anda şoka uğramıştı. Fısıltılı bir sesle, ''Böyle bir şeyi nasıl düşünebilirsin.?'' dedi. ''Bütün geleceğimiz, hatta hayatımız tehdit altına girebilir.''
''Bunu inkâr edemem,'' dedi Black, gayet ciddi bir sesle. ''Ama başka ne seçenek var ki.? Bu adamları savunmasız mı bırakayım.? Bu görevimle alay etmek olur -sadece mesleğime değil, kendime karşı da ihanet olur.''
''Kendin mi.? Bizi bir uçuruma yuvarlamaya seni zorunlu kılan hangi görev, hangi ilke olabilir.?''
''Adaleti ayakta tutacağıma ettiğim yemin. Eğer bu insanların adil bir şekilde yargılandıklarını göremezsem yaşayamam.''
İkisi de bir süre konuşmadılar. Sonra Hortensia, ''Sana bu davayı almamanı söylersem yine de alacak mısın.?''
Black'in boğazı tıkanır gibi oldu. Soluk almakta güçlük çekiyordu. ''Sevgili karıcığım..'' dedi. ''Senin ne kadar iyi yürekli olduğunu bilirim. Bunu benden istemezsin..''
Hortensia sessizce pencereye dönüp bakımlı bahçeye, Haziran güneşi altında parıldayan kadife yeşilliğe baktı. Odaya döndüğünde yüzünde öfkeden eser yoktu artık, sadece gözlerinin kenarında hafif bir hüzün seziliyordu.
''Sen soylu bir insansın, sevgili William. Ben sana layık değilim. Ama yanında olacağım. Dimdik yanında olacağım.''..'' (Sayfa: 278)


''Araba binanın önünde durup da Albert indiğinde Yüzbaşı Black kaldırımda telaşla bir aşağı bir yukarı yürümekteydi. Black hiçbir şey söylemeden Albert'la tokalaştı, sonra kolunu uzattı ve iki adam merdivenlerden çıkıp binaya girdiler. Duruşma salonuna girip de Yargıç Joseph Gary'nin kürsüsüne doğru yürürlerken Parsons'ı tanıyanlar çıktı ve onun mahkemeye geldiği haberi bir anda yayıldı. Yüzbaşı Black, yargıca Albert Parsons'ın yargılanmak üzere teslim olmaya geldiğini dramatik bir havayla bildireceği sırada davaya başsavcı olarak atanan Savcı Grinnell birden ayağa fırlayıp, ''Sayın yargıç, Albert Parsons'ın salonda olduğunu görüyorum.! Hemen şerife teslim edilmesini istiyorum.!'' diye bağırdı.
Grinnell'in bir teslim olmayı tutuklamaya dönüştürerek Parsons'ın eyleminin yüceliğini küçümsetmeye çalışmasına kızan Black, ''Sayın Yargıç, Bay Grinnell'in bu isteği zalimce olduğu kadar haksızlıktır da,'' dedi. ''Gördüğünüz gibi Bay Parsons mahkemeye gelme kararını kendisi vermiştir.'' Parsons da, ''Sayın yargıç, arkadaşlarımla birlikte yargılanmak istiyorum,'' dedi. 
Yargıç Gary, Parsons'a sanıklar arasına geçmesini söyleyerek bir sandalye daha getirilmesini emretti. Sanık bölmesine geçen Parsons arkadaşlarıyla tokalaştı ve gülümseyerek aralarına oturdu.'' (Sayfa: 284)
*****

Yedinci Bölüm:

*
''..hiçbir şey, aynı fikirde olan insanların ortak çıkarlarını keşfedip, onları elde etmek için birlikte hareket etmelerini önleyemez.'' (Sayfa: 295)
*****
*****
''Bu adam kendi kendisiyle nasıl yaşıyor ki.?'' (Sayfa: 300)


''Savcılık bizi mevcut toplum düzenine karşı olmamıza -politik görüşlerimize- dayanarak cinayetten mahkûm etmek istiyor ama gerçekten cinayet işlemiş olan Yüzbaşı Bonfield'ları 'yasa ve düzenin kurtarıcıları' olarak alkışlıyor.''  (Sayfa: 313)
(..)
Geçen Şubat ayında, Ohio kömür bölgesinde konuştuğumda Canton'da genç kızların giydikleri parça parça giysiler neden sergilenmiyor.? Ya da geçen bir trenden düşmüş olabilecek kömür parçalarını karlar altında arayan o bir deri bir kemik kalmış küçük çocukların resimleri neden jüriye gösterilmiyor.?
Büyük Demiryolu Grevi'nde milis kurşunlarıyla Martinsburg'da delik deşik edilen grevcilerin cesetleri neden sergilenmiyor.? Ya da Halsted Sokağı altında tesadüfen oradan geçerken Cihicago polisi tarafından vurulan ve beyni boşalan gencin cesedi neden gösterilmiyor.? 
Allghany'de konuştuğum fabrika işçilerinin ifadeleri neden dinlenmiyor.? Altı kazanı on iki saat süreyle istimde tuttukları ve en küçük bir ihmalin bile patlamaya, kırk elli işçinin ölümüne yol açacağı ve bu felaketin birkaç kere yaşandığı neden bilinmiyor.? Demiryolu baronlarının gerekli güvenlik malzemesi kullanmamaları nedeniyle kafaları köprülerden geçerken kopan demiryolu çalışanlarının dul eşleri neden tanıklığa çağrılmıyor.?'' (Sayfa: 313-314)
*****

Sekizinci Bölüm:

*

Lucy Parsons, Ohio, Cincinnati, 10 Ekim 1886

*
''Sevgilim, o ne onurluluk ve meydan okuma, o ne tutkuydu.! ''İnsanlar fikirleri için ölmek zorundalar mı.?'' diye sorduğunda, salondaki o ürpermeyi hissetmiş olmalısın. Ve sen savcıya yedi adamın boğularak öldürülmesinin ya da kemiklerinin yoksullar mezarlığına taşınmasının herhangi bir şeyi çözümlemeyeceğini veya Amerikan halkının ayaklanıp ülkemizin anayasasının tüccar pransler ve onların kiralık uşaklarının emirleriyle ezilmesine isyan etmelerini önlemeyeceğini söylediğinde Yargıç Gary'nin koltuğunda nasıl huzursuzca kıpırdandığını gördüğünü umarım. Albert, senin sözlerin çağlar boyunca insanların kulaklarında çınlayacak.'' (Sayfa: 336)


''Gözleri kırgınlıkla parlayan Spies, ''1886 yılında Illinois eyaletinde insanların daha iyi bir geleceğe inandıkları için ölüme mahkûm edildiklerini tüm dünya bilsin,'' dediğinde, Nina elimi sımsıkı kavradı ve ikimiz de gözyaşlarımızı tutamadık. Sonra Neebe, o saf ve gösterişsiz insan, yargıca diğer sanıklarla birlikte asılmayacağı için üzgün olduğunu, mahkemenin onların kaderlerini paylaşmasına izin vermesini istediğinde bir kere daha ağladık. Fielden da kendine özgü açıksözlülüğüyle, Lancashire fabrikalarında çocuk işçi olarak çektiği çileleri, o acıların kendisini haksızlıktan nefret etmeye yönelttiğini ve hayatını gelecek nesillerdeki çocukların hayatlarını daha kolaylaştırmak için harcamaya adadığını anlatırken aynı derecede duygulandırıcıydı.''(Sayfa: 337)
*****
*****
''Sonra bir de Lingg vardı. (..) Düşün hele.! Sadece yirmi iki yaşında, ölüme mahkûm edilmiş ve yine de kendisine işkence edenlere o küçümseyici yıldırımlarını fırlatacak kadar sakin. Onun sözlerini ezberledim ve sonsuza kadar onlarla yaşayacağım: ''Konuştuğum yüz binlerce kişinin sözlerimi hatırlayacaklarından o kadar eminim ki, darağacında mutlu öleceğim. Bizi astığınız zaman, işte onlar, esas o zaman bomba atmaya başlayacaklar.! Bunu umut ederek size şunu söylüyorum: Sizlerden nefret ediyorum. Sizin düzeninizden, yasalarınızdan, kaba kuvvetle desteklenen otoritenizden nefret ediyorum. Beni bunun için asın.!''..'' (Sayfa: 337-338)
*****
*****

Lucy Parsons, Philadelphia, Pennsylvania, 20 Ekim 1886:

*
''Albert, Albert, sen dünyada benim en sevdiğim insansın, seni amcamın çiftliğinde ilk gördüğüm andan beri hayatıma anlam kattın. Sana olan sevgimi her an kalbinin yanında taşıyacağına söz vermelisin bana.!'' (Sayfa: 341)
*****

Albert Parsons, Cook Kasabası Hapishanesi, Chicago, 25 Ekim 1886:

*
''Hortensia Black de saldırılara maruz kalıyor. Kadının, Yargıç Gary'nin kararına sinirlendiği anlaşılıyor; sanırım Yüzbaşı o kendine özgü iyimserliğiyle karısını çok daha başka bir karara hazırlamıştı. Duruma kızan Hortensia, Chicago Daily News'a gönderdiği bir mektupta bizi gayet açık bir dille savunuyor. Sana onun mektubundan bir parça aktarıyorum: ''Kocam savunma avukatı olana kadar hiç anarşist görmemiştim ve bu terimin ne demek olduğunu bilmiyordum. Gerçekleri öğrendiğimde yanlış insanların tutuklandığına ikna oldum.. O uzun dava sırasında ruhumun bir tür çarmıha gerildiğini hissettim. Sık sık Kutsal Efendim'in sözlerini hatırlıyorum: 'Hangi iyi işlerim için beni taşlıyorsunuz.?'.. Anarşi nihai kurtuluşu, yeni milenyumu getirmeyi hedefleyen insani bir çabadan başka bir şey değildir. Bütün vaaz kürsülerinden zamanın çok yaklaştığı gümbür gümbür söylenirken, bunun için neden insanları asmak istiyorsunuz.?''
Basın, kadına öfke ve kin yağdırıyor. Tahmin edeceğin gibi, Yüzbaşı Black'in kapanış konuşmasında yaptığına benzer bir şekilde İsa'ya atıf yapılması büyük öfke uyandırdı. Kadına sapkından 'ahlaksız'a kadar yapıştırılmadık yafta kalmadı. Kadının bunlara dayanması çok zor, ama ben böylesine asil yürekli bir kadının bizim iyiliğimize ve masumiyetimize inandığını öğrenmekten bencil bir şekilde mutlu oldum.'' (Sayfa: 344)
******

Albert Parsons, Cook Kasabası Hapishanesi, Chicago, 12 Kasım 1886:

*
''..iyimserlikten yoksun kimseler asla toplumsal reformcu olamazlar -onlar hiçbir şeyin daha iyiye gidebileceğine inanmazlar. Kötümserlik, ikimiz için de kabul edilemez.'' (Sayfa: 349)
*****

Albert Parsons, Cook Kasabası Hapishanesi, Chicago, 29 Ocak 1887:

*
''Eyalet Yüksek Mahkemesi'ne verdiğimiz dilekçenin gerekli ağırlığı taşıması için daha pek çok bü tür 'saygın' kişinin açık desteğine ihtiyacımız var. Ünlüler konuşunca yetkililer bunları dikkate alıyorlar, oysa sıradan insanların fikirleri -tabii, seçim zamanı dışında- duyulmuyor bile.. George, Lloyd ve Howells şu anda nerdeyse yalnızlar. Avrupa'da aralarında William Morris, Annie Besant ve George Bernard Shaw'un da olduğu tanınmış kişilerin bizden yana olduklarını duyuyoruz. Ancak bizim yurtsever yargıçlarımız herhalde iç işlerimize bu 'yabancı müdahalesi'nden alınacaklardır.'' (Sayfa: 352)
*****

Lucy Parsons, Omaha, Nebraska, 15 Şubat 1887:

*

''Henry George'un davamıza omuz vermesinden duyduğun memnuniyeti paylaşmıyorum. Bence adam hırslı oportünistin biri. Bildiğin gibi gelecek seçimde New York Belediye Başkanlığı için bağımsız aday olmak ve kazanmak istiyor. Bu nedenle de sanırım Bay George'un bundan sonraki Haymarket sanıkları söylemi bizim fazla lehimize olmayacak. Yanıldığımı umuyorum. Ama ne yazık ki, pek az yanılırım: bu da benim taşımak zorunda olduğum çarmıhım işte.! (Evet, biliyorum -ve senin de). (Sayfa: 354)

*****

Albert Parsons, Cook Kasabası Hapishanesi, Chicago, 10 Mart 1887:

*

''Büyük Alman sosyalisti Wilhelm Liebknecht bizi ziyarete geldi.! Üstelik yanında Karl Marx'ın küçük kızı Eleanor ile kocası Edward Aveling de vardı.! Onlarla demir parmaklıklar ardından konuşmak zorunda kaldık. Bayan Aveling bize çok somut destek veriyor. New York'ta ve başka yerlerde yapılan mitinglerde konuşarak bizim yaptıklarımız için değil, inandıklarımız uğruna suçlandığımızı söylüyor. Bana New York'ta babasının Paris Komüncülerinin kıyımı sırasında söylediklerinden bir alıntı yapmış: cellatlar ''daha şimdiden papazlarının bütün dualarının kendilerini kurtarmaya yetmeyeceği teşhir direklerine çivilenmişlerdir.''..'' (Sayfa: 356-357)

*****
CHICAGO, 1887:
*
''İnfaza günler kala, ülkenin ve dünyanın dört bir aynında toplantılar ve yürüyüşler yapılıyordu. Protesto mitinglerine büyük kalabalıklar katılıyor, 'hukuki katliam'ı kınamaktan tarafsız adalet çağrılarına kadar pek çok karar alınıyordu. Cezanın hafifletilmesi için Oglesby'ye Londra'dan çekilen bir telgrafın imzacıları arasında Oscar Wilde, Edward Carpenter, William Rosetti, George Bernard Shaw, Friedrich Engels, Oliver Schreiner ve William Morris de vardı.'' (Sayfa: 364)

''Yüzbaşı Black, Albert'a Spies'ın mektubunu uzatıp arkasına yaslandı: Mektup sadece iki sayfaydı ve Albert içeriğini bildiğini düşünerek şöyle bir bakarken birden beklemediği bir paragrafla karşılaştı. Şaşkınlıkla Black'e baktı. ''Bu kısmını görmemiştim.!'' Mektubu kaldırıp alçak sesle okudu: ''Eğer bir can feda etmek gerekiyorsa benimki yetmez mi.? Yarı barbar bir kitlenin öfkesinin tatmin edilmesi ve arkadaşlarımın hayatlarının kurtulması için size kendi hayatımı sunuyorum. İlle de yasal bir cinayet işlenecekse benimki yeterli olsun.''..'' (Sayfa: 368)

*****
*****
''Parsons o gece hüceresinde iki çocuğuna bir mektup yazdı:
''Bu satırları yazarken gözlerimden akan yaşlar kâğıdın üzerindeki adlarınızı örtüyor. Sizinle bir daha hiç görüşemeyeceğiz. Ah çocuklarım, babanız sizleri o kadar çok seviyor ki. Siz, hayatımı ve doğal olmayan zalim ölümümü başkalarından öğreneceksiniz. Size miras olarak, namuslu bir isim ve yerine getirilmiş bir görev bırakıyorum. Onu koruyun, daha iyisini yapmaya çalışın. Çocuklarım, benim değerli varlıklarım, bu son sözlerimi, ölümümün yıldönümlerinde sadece sizin için değil, henüz doğmamış bütün çocuklar için ölen birini anmak adına okuyun. Tanrı'ya emanet olun, sevgili yavrularım. Elveda.'' (Sayfa: 375)
*****
*****
''Çok geçmeden aşağıdaki avludan gürültüler gelmeye başladı: Bir sürü testerenin ve çekicin gürültüsü. Darağaçları hazırlanıyordu.
Kimse uyuyamadığından Albert, arkadaşlarının dikkatini gürültüden uzaklaştırmak için şiir okuyup şarkı söylemeye karar verdi. Önce John Greenleaf Whittier'in 'Reformcu'sunu okudu:

İnsanın öleceği en soylu yer

İnsan için öldüğü..'' (Sayfa: 379-380)

*****

''Birden Spies'ın kukuletanın altından yükselen sesi duyuldu: ''Bir gün gelecek, sessizliğimiz bugün boğduğunuz seslerimizden daha güçlü olacak.!''

''Yaşasın anarşi.!'' diye hemn ardından Fischer bağırdı.
''Yaşasın anarşi.!'' diyen Engel'in sesi onunkini bastırdı.
Albert'ın kefeni bağlanırken Fischer'ın sesi bir daha yükseldi: ''Bu, hayatımın en mutlu anıdır.!''
Sonra da Albert'ın güçlü sesi duyuldu. ''Bırak konuşayım, Şerif Matson.! Bırak milletin sesi..''
Kapak açılınca Albert'ın sözü yarıda kesildi.'' (Sayfa: 386)

SON:

*

''Güneş batarken Yüzbaşı Black, mezarlıktaki kısa konuşmasını yapmak üzere öne çıktı. ''Biz burada suçluların tabutlarını şerefsiz bir mezara indirmek için bulunmuyoruz,'' dedi. ''Burada fedakârlıklarıyla yücelen insanların huzurunda saygıyla eğiliyoruz.''

Onu daha öfkeli başka konuşmacılar izledi. Biri, ''Ey Chicago emekçileri, sizler, en iyi beş adamınızın öldürülmesine göz yumdunuz.!'' diye bağırdı. ''Ölülerinizi gömmeyi iyi bildiğinizi gösterdiniz.. Onları sadakatle sevdiniz.. Fakat artık nefret zamanı.. Bu tabutların başında yemin edin.. O boyunduruğu silkinip atın.. Özgürlüğünüzü elde edin.'' (Sayfa: 389)



Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...