(..) ..bütün dünyada zayıflık, cılızlık dehşetli bir moda haline gelmişken, biz Şişmanlar Cemiyeti'nin azalarını, mükemmel bir teşkilat içinde, Avrupa'ya göndererek memleketimizin, buhrandan ne kadar az müteessir olduğunu, müşahhas (somut) bir surette, cihana ispat edebilirdik. (..) (Sayfa: 94)
KADINLARA GÖSTERİLEN HÜRMETE DAİR
Kadınlara hürmet edelim, efendiler.. Kadın kısmı hürmete şayandır. Fakat ezkaza ben kadın olarak doğsaydım erkeklerin bana, sırf kadınlığım için, itibar etmelerine kızardım, hiddetlenirdim, ifrit olurdum.
Düşünün bir kere, iriyarı, enine boyuna, pehlivan gibi, pürsıhhat bir kadınsınız.. Tramvaya biniyorsunuz.. Tramvayda oturacak yer yok.. Derhal, sıska, cılız, ipince, sülük gibi, burnunu sıksan canı çıkacak bir erkek ayağa kalkıyor, size yerini veriyor.. Bu ikram ve itibar ne için.? Siz, yarım saat, yahut bir çeyrek ayakta duramayacak kadar zayıf bir mahluk musunuz.? Size yerini terk eden erkekten daha mı berbat bir haldesiniz.? Hayır.! Sadece kadınsınız.. Yani, ne kadar sıhhatli, dayanıklı olursanız olunuz, zuafadan (zayıflardan) sayılırsınız, muhtac-ı himaye addedilirsiniz.
Hani, şu erkeklik halimde bile, kadın vatandaşlara karşı gösterilen bu nevi hürmet beni igzap (kızmak) ediyor vallahi.!
Nasıl etmesin.?
Geçen gün Florya'ya gitmek üzere Sirkeci'den trene bindim. Vagonlar tıklım tıklım.. Kadınlı erkekli vatandaşlar adeta birbirinin dizinde oturuyorlar.. ''Altta kalanın canı çıksın.!'' nazariyesi; ''ayakta kalanın da.!'' cümlesi ilave edilerek, yüzde yüz hüküm ferma (hüküm süren).. Demokrasi prensibinin bu kadar fazla tatbiki insanın canını sıkıyor.!
Yer bulmak için bütün katarı dolaştım.. Nihayet tenha bir vagon buldum.. Ama nasıl tenha, içinde bir tek fert yok.! Oh.! Derhal kuruldum.. Buranın böyle boş kalmasının hikmetini araştırdım.. ''İdrak-i maali (yüksek fikirleri kavrama) bu küçük akla gelmez.!'' dedim. Tren kalktı..
Kumkapı istasyonunda biletçi bey teşrif ettiler.. Eh.! Biletimiz var.. Kimseden korkumuz yok elhamdülillah.!
Biletçi beye uzattım bileti.. O, tepeden tırnağa kadar beni bir süzdü.. Almaz almaz sıfatıma baktı.. Sonra
- Burada oturamazsınız.! dedi.
Tepem attı:
- Aman, efendim, dedim. Neden burada oturamazmışım, dedim.. Demokrasi devrindeyiz, dedim, ve bu devirde herkesin hükmü parasına, biletine geçer, dedim.. Şehzadegâna (ükümdar çocukları) hususi vagonlar ayırmak eskidendi, dedim.. Yoksa bu vagonu zenginler mi kiraladı.?
Biletçi bey:
- Hayır, dedi, vagonu kimse kiralamadı. Burası kadınlar vagonudur.. Yalnız kadınlara mahsustur.. İçeri erkekler giremez.!
- İyi ama, dedim, şimdi burada hiçbir kadın yok.. Bütün kadınlar, erkeklerle beraber öteki vagonlarda.. Hem neden onlar erkeklerin vagonunda oturuyorlar da, ben kadınların vagonunda oturamıyorum.? dedim..
- Nizam böyle, dedi..
Tıklım tıklım dolu vagonlardan birinde sıkışmaya, ezilmeye, buram buram terlemeye gittim.. Ve Florya'ya ne halde varabildim, bir ben bilirim, bir de..
Şimdi, ey kadın vatandaşlar, size karşı gösterilen bu nevi hürmet, bir hürmetsizlik değil midir.? Ve sizler ey hemşirelerim.! Ne vakit bu sakim (hastalıklı) âdetlerin ortadan kalkması için, kadınlar birliğinde münakaşaya başlayacaksınız.? Ne zaman.? Ah.! Ne zaman.?!
*
[Ben / Yeni Gün, 6.6.1931] (Sayfa: 95-96)
***
*
Âdemoğlunun sair hayvanlardan en büyük farkı akıl ve zekâya, konuşmak hassalarına malik olmasıdır, derler..Boş laf.! İnsanla hayvan arasındaki en mühim fark, bizim, yani Beni Âdemin, hayvanlara nazaran her şeye çabucak alışabilmemizdedir.. Bence beşeriyetin en büyük saadetlerinden birisi bu alışmak kabiliyeti ise, en korkunç felaketlerinden birisi de yine bu alışkanlıklardır. Her derde, her cevr ü cefaya, her bela ve mihnete ne çabuk alışırız, bunları ne çabuk benimseriz, ne çabuk bunlar bizde bir tabiat-ı saniye haline girer.. Ne kuvvetli ve ne kadar zayıf bir nesnesin hey gidi Âdemoğlu hey.!
Uzun söze ne hacet, size, alışkanlığa dair bir fıkra anlatıvereyim. İşi kısa kesiverelim..
Vakt-i evailde bir ''Devletlu Teres İzzet Paşa'' varmış.. İzzet Paşa Hazretlerine böyle bir lakap verilmesinin sebebi de şuymuş:
İzzet Paşa, her önüne geleni ''Teres'' diye çağırırmış.. ''Teres geldi mi.?'', ''Teres şu evrakı tebyiz et.!'', ''Terese haber edin, gelsin buraya.!''. Velhasıl her lafın başında bir ''Teres''.
Vilayette herkes buna alışmış.
Günün birinde şehre yeni bir defterdar gelmiş.. Ve tabii Defterdar Bey, doğruca, Vali Paşayı ziyarete gitmiş.. Vali Paşa yeni defterdarını lazım gelen nezaketle karşılamış. Şöyle karşısında yer göstererek:
- Buyrun buraya, teres.! demiş..
Defterdar Bey tabii afallamış.. İzzet Paşa zili çalmış:
- Terese bir kahve getirin.! demiş..
Defterdar Bey büsbütün şaşırmış..
İzzet Paşa:
- Eeee.? Anlat bakalım, teres, İstanbul'da ne var ne yok.? Rahat seyahat ettin mi, teres.? deyince, defterdar Beyin hayreti hiddete inkılap etmiş. Adamcağız kıpkırmızı olmuş..
Zeki bir zat olan İzzet Paşa, işin farkına varmış tabii.. Ve derhal zili çalarak, içeri giren iriyarı hademeye:
- Yatır şu teresi yere.! diye emir vermiş..
Ve feryatlarına rağmen, Defterdar Bey yere yatırılmış.. Vali Paşa, hademenin dizleri altında debelenen defterdarın kulağına, mütebessimane eğilmiş ve:
- Ulan teres.! Teres.! Teresoğlu teres.! diye mütemadiyen bağırmaya başlamış. Ve bu teres telkini, Defterdar Bey'in yüzündeki hiddet alaimi zail oluncaya kadar devam etmiş. Nihayet defterdar gülmeye başlayınca, İzzet Paşa, adamcağızı hademenin dizleri altından tahliye etmiş ve:
- Eeee.? Nasılsın bakalım şimdi teres.? demiş..
Defterdar:
- Ömrünüze duacıyım, efendim, diye memnunane cevap vermiş derhal..
***
Şu fıkrada beşerin alışmak ve alışkanlık hususundaki bütün komikliği vardır.. Fazla tefelsüfe (felsefe) ne hacet.?
*
[Ben / Yeni Gün, 10.6.1931] (Sayfa: 99-100)
Ağaçlar var, boy boy, çeşit çeşit, biçim biçim.. Boyları başka başka, kokuları birbirinden ayrı.. Kimisinin gölgeleri serin olur, kimisinin yemişine tadından doyulmaz..
Göz için olanları var: Karşılarına geçip baktıkça bakarsın, ne bıktırır, ne usandırır.. Kulak için olanları var: Dalları arasında yel estikçe yaprakları öyle bir içli içli titreşir, öyle bir haykırır, öyle bir ağlar, ses verir ki, dinledikçe dinler, duydukça duyar, yanlarından ayrılmak istemezsin..
Ben her ağacı bir çeşit adama benzetirim.. Al yanaklı yemişleriyle elma ağacı, tosun gibi yavrularını kollarına almış tombul, ak pak bir anayı andırır..
Çam ağacı, uzak ülkelerden gelmiş bir eski günler bahadırıdır ki, kendi kendine güvenmesi, boyuna posuna sevgisi, ağır başlılığı bir bakışta anlaşılır.. Hele, ay ışığı altında çamlıklara bakınca bir masal ordusunu görür gibi olursun..
Kara düşüncelere dalmış, aksoylu bir filozoftur selvi.. Ölümün kapısı eşiğinde, çeliği kararmış yalın kılıç gibi duruyor.. Önünde saygıyla eğilelim..
Salkımsöğütler, saçları topuklarına kadar inen genç kızlardır.. Onları dere kıyılarında salınır gördükçe, içim gıcıklanır, çırılçıplak yıkanan güzelleri gözetler gibi olurum..
Her ağaç bir adama benzer.. Onlardan bir dal koparmak bir kol kırmak gibi, bir yaprak yolmak bir göz çıkarmak gibi gelir bana.. Ben hiçbir adamla, bir ağaçla konuştuğum gibi gıllıgışsız konuşmadım.. Ağaçların dilinden anlamayan, toprağın dilinden anlamaz. Toprakla konuşamayanlar en bilgili sesi duymamışlar demektir.. Ne yazık onlara.!
*
[Orhan Selim / Akşam, 24.11.1934] (Sayfa: 174)
***
*
(..) Her gebe kadın: Bilmem kaçıncı senfonisinin sesleriyle dolu Bethoven'in kafasından daha güçlü, yüreğinden daha güzeldir.. Anamı, doğurduğu için seviyorum, yarattığı için sayıyorum..
*
[Orhan Selim / Akşam, 29.11.1934] (Sayfa: 177)
***
*
(..) İyilik, kötülüğün karşısına, eline ak çiçekli bir ağaç dalı alıp çıktıkça gülünç, cılız olmaktan kurtulamaz. . Kötülüğün elindeki yalınkılıcı iyiliğin bileğine vermek gerek.!
*
[Orhan Selim / Akşam, 2.12.1934] (Sayfa: 181)
*
Ne yüreğimin başında yeşil bir sarık var, kızım, ne gözümde kara bir gözlük.. Kendimi bildim bileli, bir gün olsun, düşüncelerime cübbe giydirmedim. Bana göre, Süleymaniye, yeryüzünde, yeryüzünün sevgisiyle söylenmiş unutulmaz bir Sinan türküsüdür, kızım, başka bir nesne değil.. Deden orda, alnını hasırlara koyarak, kendi güçsüzlüğüne ağlarmış.! Ben bugün, yine orda, adamoğullarının yaratıcı gücüne inanıyorum. Yalnız buna, başka bir nesneye değil.!
Sen daha küçüksün, kızım, yaşın on dört. Biraz daha büyüyünce sana laikliğin ne demek olduğunu anlatacaklar. Onu anladığında anlayacaksın ki, baban ondan da bir adım ilerdedir.. İşte bunun için, kızım, sana şimdi söyleyeceklerimi, yobaz bir kafanın sözleri sanma..
Seni beğenmiyorum. Kafanın dışını beğenmiyorum.! Senin gibi okuma çağında, okullu bir kızcağızın saçlarını kıvırtması, bu kıvrılmış saçların üstüne okul şapkasını, bir eski günler külhanbeyinin fesi gibi, yampiri giymesi bana kötü geliyor.. Şapkanı böyle giymeyi kimden öğrendin:* Hangi gözü çıkası kötü sinema yıldızı fingirtisinden özendin buna.? Yakışıklı olayım diye mi böyle yapıyorsun.? Daha on dört yaşındasın, dilersen on sekizinde ol, okullusun, okuma çağındasın, senin yakışıklılığın şapkanın biçimiyle değil, şapkanın altındaki kafanın içiyle çoğalır, azalır..
Seni beğenmiyorum, kızım.. Kafanın içini beğenmiyorum. Arkadaşlarınla konuştuklarına kulak kabarttım. Giyim, kuşam, süs, tuvalet.. 14 yaşındasın, yetmiş yaşında kocakarı gibi dedikodu yapıyorsun. Kaytan bıyıklı sinema delikanlılarının adını ezbere biliyorsun da, geçen gün sana bir kocamış, dudakları boyasız hatuncuğun fotoğrafını gösterdim, ''Bu kim.?'' dedim, bilemedin.. Onu bilmeni çok isterdim kızım. O kadın soyunun en büyüklerinden biriydi. O, Madam Küri idi, kızım.. Ona benzemeni öyle dilerim ki.!
Saçı kıvrılmış, yampiri şapkalı, kızım, seni beğenmiyorum.. Sen benim kendi kızımsın, KIZIM SANA SÖYLÜYORUM, GELİNLERİM SİZ DE DİNLEYİN.!
*
[Orhan Selim / Akşam, 9.12.1934] (Sayfa: 186)
***
*
(..) Ölüm, en derin, en geniş bir anlayışla, kımıldanmamak, değişmemek, durmak demektir. Kımıldanmayan, değişmeyen ne var.? Yerin yedi kat dibindeki taş parçasından tut da göklerin sonsuzluğunu çizen kartallara dek, bir bardaktaki sudan kafandaki düşünceye dek, madde, başsız sonsuz bir kımıldanış, değişiş, bir gelişme, bir devrim içindedir. Sen de onun içindesin. (..) Olmayan ölümden korkmadığın gün, ancak, yaşamanın, sevmenin, anlamanın, inanmanın ne olduğunu öğreneceksin.
*
[Orhan Selim / Akşam, 18.12.1934] (Sayfa: 193)
ATKESTANESİ YAPRAKLARI
*
(..) Sevgili. Kış geliyor işte.. Atkestanesi yaprakları, tırnakları kınalı ellere benziyor, dallarından teker teker kopup düşüyorlar. Gökyüzü bir ayrılış sözü gibi dokunaklıdır. Toprak ışıksız bir uykuyu andırıyor. Yüreğimde, başlanıp bitirilmemiş şarkılar var: Senin kulaklarında inci bir küpe, saçlarında fildişi bir tarak, gözlerinde bir Hint sürmesi olmasını özlediğim şarkılar..
Sevgili. Kış geliyor işte. Otlar kokularını, deniz gençliğini çoktan yitirdi. Ben, boyası kendinden nar gibi kızıl ağzına, altın gözlerine bakıp düşünüyorum. Bir yaz gecesinde yıldızlara, yaprakların arasında yürüyen kabuğu yaldızlı bir böceğe, ustamın yazdığı yazıya bakarken nasıl düşünüyorsam, öyle düşünüyorum sana bakıp.. Sen, başsız ve sonsuz yaratılışın bir parçası olduğun için böyle güzelsin. Sen, yaratılmamış yaratılışın yarattığısın. İşte, ben, bunun içindir ki, sana baktıkça etimin içinde bir yürek, kafamın içinde düşünce denen bir nesnenin varlığını anlıyorum. Sana dokundukça, yalnız etim değil, yüreğim de, kafam da kamaşıyor, ürperiyor..
Sevgili. Kış geliyor işte. Kışın ardından yaz gelecek, yazın peşinden yine kış.. Biz seninle atkestanesi yapraklarını ya yemyeşil dalların üstünde, ya sapsarı, toprakta göreceğiz.. Sonra gün gelecek, atkestanesi yapraklarını bir daha göremeyeceğiz.. Bir kış akşamında sana bunu üzülesin diye söylemiyorum.. Atkestanesi yapraklarını bir daha görememekten ne sen korkarsın, ne de ben..
*
[Orhan Slim / Akşam, 23.12.1934] (Sayfa: 196)
***
*
(..) ..senin gibi kadın peşine düşen bir delikanlının, diyeceklerimi anlayacağını ummuyorum, evet, delikanlım, istersen, anlarsan, başka türlü de konuşabiliriz. Peşine düştüğün, söz attığın, takıldığın varlığı, alınıp satılan bir kumaş parçası, pazara çıkarılmış bir kısrak mı sandın.? Senin gibi, senin kadar, belki de senden iyi düşünebilen, duyabilen, çalışabilen, dövüşebilen, adamlık kümesinin bir yarısını bu kadar aşağılık mı görüyorsun.?
Anamın, karımın, sevgilimin, kız kardeşimin, yaşayış ve iş arkadaşımın peşini bırak delikanlı.! Onun atmaya acıdığı, tiksindiği tokadı yoksa benden yiyeceksin.!
*
[Orhan Selim / Akşam, 25.12.1934] (Sayfa: 198)