22 Ocak 2020 Çarşamba

Hilmi Yavuz - Çöl Şiirleri - Yara Şiirleri

#HilmiYavuz #ÇölŞiirleri #exodus Sayfa: 10-11
exodus
******
şimdi bak, yapılacak işler var..
o ihmal edilebilir hüzünler
senin koruman altındadır, değil mi.?
'kederlerdeki lavanta kokuları'nı,
yaldızı dökülmüş akşam üstlerini
dosyaladın mı.?
haydi, işe koyul biraz..
sokağa çıktığında, bu Ç ı k ı ş'ı
unutmadan kâğıtlara geçirdin miydi.?
yaz denizlerine ilişkin
notlarını köpüklere yazdın mı.?
annenin akarsularını emzirdiği
bahçeler kazıldı mıydı defterine.?
haydi, çöl ol biraz..
güz olan çocuk günün annesi olmaz;
süslü zarflara koy varoluşunu;
sarıya 'yeşil' de, yeşile 'beyaz';
gülleri fişlerken tomurcukları örseleme;
Kitab'a doğru incelsin kâğıtların;
Dünyada-Olmak'a doğru kalınlaşsın;
öyle bir yazı ki senin yazın;
sözcükleri harflerinden daha az..
var sen de onunla oyalan biraz..
#HilmiYavuz #ÇölŞiirleri
çöl ve sorular - Sayfa: 18-19
********************************
kimbilir nerden gelirim.?
soldu tenimde büyü;
yıkasam çıkmıyor kirim;
gövdem otuz kuşun tüyü;
atsam içimden örtüyü
sayrıya benzerdi dirim.
*
neden böyle acıyor etin.?
sen Çöl'le Kitab'ın arası;
heybende incir ve zeytin
hani nerde çarmıh yarası.?
çöl sarsıldı, çöl sarası
tuttu gülünü Mahremiyetin.
*
o çiviyi çakan kim.?
ve benim çarmıhım kimde.?
ne Söz'üm ben, ne de Dil'im..
kalbim en yüksek gerilim;
niye ben çarmıhta değilim,
çarmıh benim içimde.?
#HilmiYavuz #ÇölŞiirleri
çölde yalnız, Sayfa: 24-25 ****************************** çöl saydamdır, güz de.. her şey o kadar üstüste ki yalnızlık kime bindi bilmiyoruz.! kimine kat kat kumaş ve biniş.. çöl bir imâ idi, güz bir serzeniş; -----ve önümüzde geçen aşklar, duran aşklar.! onlar da üstüste, top top ve belki bir aşkı mı taşıyordur öteki.? öyle ki, var Zaman, her sözümüzde. bak a yalnızlık, kim bu teni -----sana ısmarladı.? bu harap kumaşla böyle nereye.? âh, kağşamış bu teni sen -----hangi divâneye giydirdin de yüzünü açtı aynalar.? -----ve yüzümüzde hangi aynanın izi kaldı, -ve niye.? âh, sır bitti, sır bitti, eriye eriye..
***

(..)
yalnızlığınızı onun yalnızlığına benzeterek
yola çıktığınız olmuş mudur
'çoktan oldu bile' den...?
(..) (Sayfa: 26)
***
(..)
yurtsuzdun aşklarda, aşklar da yurtsuz;
gövden çölde yaladığın acı tuz..
yalnızlıklar vardı diye sen vardın
ve kilitli testilerde tutulduğumuz
o susuz günleri mumyalayıp, mum yalayıp
-----sen öl.!
kimseler anmasın anma gününde..
(..) (Sayfa: 28)
***
(..)
senin Golgotha'nda, bu kentte
bir çarmıhla kucaklaştın;
ve seni, öylece, bu kez
sırtından çivileyip
-----çarmıha gerdiler..
(..) (Sayfa: 31)
***
'çöl' denilen o öyküyü
yazmak için konuşurken
sustum içimdeki türküyü..

anlasın doğan gün seni:
bir aşk ötekinden mi kalır.?
âh, şiirin altın tüyü.!

hangi yalnızlık kapatır beni
var mıdır iyi bir gül, ki kovsun
o yazın içindeki kötü'yü.? (Sayfa: 36)
*******************************
#HilmiYavuz #YaraŞiirleri
#HilmiYavuz #ÇölŞiirleri #YaraŞiirleri
sen nerdeysen orda yoksun
********************************
sen nerdeysen orda yoksun;
aşk varsa, o bir yaradır
*
sen de kendini sağalt ey gül;
gülün bir adı varsa var,
öteki adıysa, solmaktır..
*
yaralar da ölür bir gün;
sözün masum olduğu günler,
kimbilir ne kadar uzaktır..
*
kalbim, beni bağışla.!
hüznü yaralı, zamanı kirlenmiş
olan nedir.?
*
- hayattır.!

#HilmiYavuz #ÇölŞiirleri #YaraŞiirleri
yurdum, yalnızlığım benim..
********************************
yurdum, yalnızlığım benim.!
nereye gidersem oraya
siyah bir gül düşüyor.
yurdum ne kadar benzedin,
giderek büyüyen yaraya..
*
yurdum, acılarım üşüyor;
sevgilimsin kara yara
*
yurdum, yalnızlığım benim.!
elmas kılıcı kitabın
vuruyor daha derinden
işlemek için oraya..
*
sevgilimsin kara yara..

Nâzım Hikmet Ran - Yazılar 2

#NâzımHikmetRan #Yazılar2 #AdamYayınları

 DİYALEKTİK MATERYALİZME KÜÇÜK BİR METHAL (GİRİŞ)
*
(..) Bir fikrin doğru olup olmadığını bize ''pratik'' ameliyat (eylemler) gösterir. Bir fikrin, hakiki kıymetinin en iyi miyarı (ölçüsü) , ameliyatta pratiktir. (pratikteki eylemler). (..) (Sayfa: 13)
***
*
(..) Bademle, hindistanceviziyle, şamfıstığıyla, sütle, şekerle yapılan ''Keşkül-ü Fukara'' tatlısı ne kadar bir fakirin keşkülüne benzerse, Halk Fırkası da işte o kadar halkın fırkasıdır.
*
[Fıkracı /Hür Adam, 1.12.1930 (Sayfa: 20)
***
*
Yakup Kadri Bey, Milliyet ''C.H. Fırkası'' isimli bir makale yazdı. Bu makaleden sekiz parça alarak aşağıya yazıyorum:
Yakup Beyin sekiz parçası:
1) C. H. Fırkasının zayıflık sebepleri bile henüz belirmemiştir..
2) Fırka grubu azalarından bazılarına göre, muhalif halk tabakalarını kendi teşkilatımız içine almamış olmak, zaafımızın sebeplerinden birini teşkil eder..
3) Bazılarına göre, her zümrenin, her müessesenin işlerine lüzumundan fazla karışmak, C. H. Fırkası'nın popülaritesini kaybetmesine sebep olmuştur..
4) Fırka teşkilatını gençlerin ve münevverlerin eline bırakmak tarzıyla..
5) Mahalli nüfuz ve itibarlardan istifade etmek fikri birbiriyle çarpışıp durmuş..
6) Aramızda monopol aleyhtarlarının adedi geçmiş Liberal Fırka içindekilerden çoktur..
7) Alelade bir siyasi teşekkül müyüz.?
8) Bir inkılap müessesesi miyiz.?
***
Yakup Bey'in makalesinden aldığım bu sekiz parça cevhere ne buyrulur.? Ya hazret, anlaşılan:
Kimse idrak etmemiş manasını davanızın
Sen dahi hayransın dava-yi bi-mananızın
derdim ama.. ne çare ki, sizin kadar (en hüsnüniyetli tabiriyle) gafil-i fiddünya (dünyadan habersiz) değilim.
Aziz dost: Ayinesi iştir kişinin lâfâ bakılmaz
Zatın görünür rütbe-yi aklı eserinde
Binaenaleyh, fırkanızın işine bakınız ve mahiyetini tesbit ederek sükûtu ihtiyar eyleyiniz (susmayı tercih ediniz).. Hiç olmazsa sizin için o zatın rütbe-yi aklını (akıl derecesini) lafında bile görmek kabildir (mümkündür), demesinler..
*
[Fıkracı / Hür Adam, 2.12.1930] (Sayfa: 21-22)

#NâzımHikmetRan #Yazılar2 #AdamYayınları

TASARRUF HAFTASI
*
(..) 14 milyonluk nüfusumuzdan 13.999.500'üne tasarruf edin demek: Çırılçıplak gezin ve açlıktan ölün.! demektir..
Vasati (ortalama) kazancımız ayda 25 lirayı geçmiyor. Kooperatif, sendika vs. gibi içtimai ve iktisadi teşekküllerimiz yok.. Tasarrufçu beyler, hangi yüzle, böyle bir kitleden tasarrufa riayeti istiyorsunuz.?
***
Fakat ille de ''tasarruf propagandası'' yapmak isteniyorsa, 500 kadar kenarları yaldızlı mektup yazılsın. Ve 500 kadar muhterem zata gönderilsin.
Bu işe benim de yardımım dokunsun diye, 500 kadar muhterem zata gönderilecek mektubun müsveddesini takdim ediyorum:
''Efendim,
Tasarruf haftasındayız. Bu hafta zarfında: şampanya ve her nevi pahalı müskirat (içkiler) miktarını, kumar zararını, otomobil benzinini, cins atların gıdasını, hiç olmazsa yarı yarıya azaltmanız; han, apartman almak arzusunu yenmeniz; lutf ü ihsanınızda (iyilik, bağış) biraz daha eli sıkı olmanız müsterhamdır (yalvarılan), efendim hazretleri..''
*
[Fıkracı / Hür Adam, 13.12.1930] (Sayfa: 42)

***
*
Bizim lisanda 40 adedinin 40 bin manası vardır. 40 adedi hem uğurludur, hem uğursuzdur, hem alaylıdır, hem korkunçtur..
Kırk Haramiler.. Burada 40 adedi korkunçtur..
Kırk katır mı, kırk satır mı.? Burada 40 adedi dehşetengizdir..
Kırk bir buçuk maşallah.. Burada 40 adedi ince bir istihzayı saklar.
Loğusamız olur, hamam gitmesi için 40 günün geçmesini bekleriz.. Ölümsüz olur, kırkıncı gün lokma dağıtırız..
Düğünlerin en haşmetlisi 40 gün, 40 gece sürenidir.. Velhasıl 40 adedi esrarengiz bir adettir bizim lisanda..
***
Halk Fırkası erkânı fırkalarını ıslah etmek ve ölümden kurtarmak için kırk gün kırk gece düşündüler.
Kırk kişiden mürekkep bir kırklar heyeti yaptılar.
Biz bu işe kırk bir buçuk maşallah, derdik ama, ne çare ki, ''kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz..'' Ve kanaatimizce bugünkü şeklinde Halk Fırkası'nın ''kırklara karışması'' mukadderdir..
*
[Fıkracı / Hür Adam, 14.12.1930] (Sayfa: 43)
***
*
Nihayet vaziyet tavazzuh (açıklık kazanma) etmeye başlıyor:
Halk Fırkası siyasi bir teşekkül müdür, yoksa bir inkılap fırkası mıdır, münevverlere mi dayanır, yoksa eşrafa mı istinat eder, falan mıdır, filan mıdır, falanlara mı istinad eder, yoksa filanlara mı meselesi kendi kendine, bir düğüm gibi, çözülmektedir.
***
İş Kanunu yapılıyor. Ticaret Odası'na müracaat edilip rapor istendi.. Amele ve esnaf cemiyetlerine değil..
İş Kanunu'nda mesai saati ''9'' olacakmış, ''8'' değil..
***
İcra ve iflas kanunu tadil (değiştirme) edilecekmiş. 5 lira, hatta 100 kuruş borcunu veremeyen esnaf, küçük memur, fakir köylü ve işçilerin, yani halkın lehine yapılmıyor bu tadilat..
***
Ticaret Odası her ne şekilde olursa olsun inhisarların kalkmasını istiyor. Ticaret Odası şunu istiyor, bunu istiyor, istiyor da istiyor.. Ve Halk Fırkası, Ticaret Odası'nı dinliyor..
***
Halk Fırkası'nın vaziyeti âşikardır artık:
''Külli Şey'in yerciu ilâ aslihi..'
(Her şey bir gün aslına döner.)
*
[Fıkracı / Hür Adam, 15.12.1939] (Sayfa: 44)
***
*
Şu bizim ''Hilal-i Ahmer Cemiyeti'' ne ilmi, ne faydalı, ne aslan gibi maşallah.! Ayağının bastığı yerden çayır çimen, elinin dokunduğu yerden güller biter.! Yaşasın.! Bin yaşasın.! Hilal-i Ahmer.!
Hani bu Cemiyet olmasa, işimiz iştir alimallah.! Her derde deva, her illete şifadır mübarek.' Dört tarafa hızır gibi yetişir aslanım.!
Zengine balo yapar, tenezzüh (gezinti) yapar.. Fukaraya çorba dağıtır.. Yaşasın.! Bin yaşasın.! Hilal-i Ahmer.!
Şimdi'de İzmir'in imdadına koşmuş. Son felaketlerin, felaketzedelerine, evler, kâşaneler yaptırıyor. Kâşaneler de laf mı.? Koskoca bir mahalle yaptırıyor İzmir'de: ''Hilal-i Ahmer Mahallesi.!''
Ama ne mahalle.? Fenni olsun diye, ilk önce mahallenin tavuk kümeslerinden işe başlamış, Alimallah.! Filhakika bu kümesler, cancağızım, o kadar fenni ve sıhhi değil ama; filhakika bu kümesleri ve ahırları, ''Himaye-i Hayvanat Cemiyeti'' görürse itiraz eder ama, ne de olsa.! Hilal-i Ahmer'in yalnız felaketzede insanları değil, felaketzede tavukları da bu kadarcık olsun düşünmesi büyük bir eser-i hamiyettir.
Yaşasın.! Bin yaşasın.! Hilal-i Ahmer.!
***
Bir arkadaş başucumda dikilmiş, bu yazdığım satırları okuyordu.. Birden hayretle sordu:
- Hangi kümesler yahu.?
- Canım şu geçen gün gazetede de resmini basmışlardı.. İzmir Hilal-i Ahmer Mahallesi'nin kümesleri, görmedin mi.?
Arkadaşım kahkahalarla güldü:
- İlahi.! Sen çok yaşa, dedi.. Ayol, onlar kümes filan değil..
- Yan ne.?
- Ne olacak.. Felaketzedelerin oturduğu evler.!
- Deme.! Eh, öyleyse.. Gene hep bir ağızdan:
Yaşasın.! Yaşasın.! Hilal-i Ahmer.! Eti ne budu ne, ne veriyorsak onu alıyoruz; elinden gelen o; zavallı Hilal-i Ahmer, gene yaşa be.!
*
[Ben / Yeni Gün, 13.4.1931] (Sayfa: 54-55)
***
*
(..) Adam tartan makineleri her dairede bulundurmalıyız. Hele şirket meclis-i idarelerinin kapılarında, bunlardan birer tane mutlaka lazımdır, diyoruz.. Eğer bu işi yaparsak, şayan-ı hayret neticeler elde edeceğiz. Bakacaksın ki, beyefendi aza olduğu zaman 50 kiloymuş. Bir sene sonra, çıkmış kilosu seksen beşe.! İki sene sonra, beyefendi tam 100 kilo geliyor.. Eh bundan fazla kiloyu, ''adam tartan'' makine tartmıyor zaten.! Rekor kırıldı demektir o şirkette..
Sonra, bu makineleri Ankara'ya götürüp oradakileri de kantara vurmalı.. Kiloları hesap edilmeyen sabık mebusları kantara vurmalı.. Kiloların nasıl gitgide azaldığını görmeli bir..
Velhasıl, ''adam tartan'' makine sanayiinin inkişafı için, bütün kuvvetimizle çalışmalıyız, vatandaşlar, bütün kuvvetimizle.!
*
[Ben / Yeni Gün, 26.4.1931] (Sayfa: 62-63)
***
*
(..) ..dilenci çocuğun, yüzer metre sağ ve solunda, sırayla, 5 külhanbeyi nöbet bekler.. Çocuğu daimi bir göz hapsi altında bulundururlar. Uzaktan uzağa, onun, vazifesini bihakkın ifa edip etmediğine bakarlar. Velhasıl, beş insafsız, merhamet ticarethanelerinin muntazam faaliyette bulunması için beş iş adamı intizamıyla vazifeleri başında, her gün iki üç saat ispat-ı vücut ederler.. Akşamları, sakat çocuğun avuçlarında biriken sermaye beş ortak arasında taksim olunur. (..)
..benim bildiğim bir şey varsa: 1931 senesinde, İstanbul'da, Tünel civarında, Süreyya Fotoğrafhanesi civarında; beş serserinin, beş ızbandut gibi herifin, kambur, topal, sapsarı bir çocuğu, en aşağılık bir şekilde işlettikleridir.
Hatta,işte ben bile, bu hadiseden bir fıkra mevzuu çıkartarak gündeliğimi temin etmiş oluyorum.. Ve eğer dilencileri toplamakta yararlık gösterenlere mükâfat verilseydi, Beyoğlu'ndaki bu sakat çocuk, bir iki belediye memuruna mühimce bir ikramiye de kazandırmış olurdu.. Geçim dünyası bu.. Dağdağa-i hayat, derd-i maişet.!
Menfaat olmadan, hiç kimse parmağını bile kımıldatmıyor, bu fani âlemde..
*
[Ben / Yeni Gün, 27.4.1931] 8Sayfa: 65)
***
*
Benim aklım ermez ama, iki gözüm, nüfus siyaseti meselesi haylice mühim bir nesne olsa gerek..
Bu işe de şu kalın kafam nasıl yattı, anlatayım bak, cancağızım.
Senelerden beri, gazetelerde, ''Vatanın selameti, milletin refah ü saadeti namına..'' gibi makaleler, başmakaleler okuya okuya; gene senelerden beri, ''Ey Ümmeti Muhammet, çocuk yapmaktan zinhar çekinmeyiniz.. Onu halk eden Allah, nasib ü kısmetini de halkeder'' kabilinden vaızlar dinleye dinleye; gene senelerden beri, ''Hanımefendiler, beyefendiler, bugün huzurunuza çok mühim ve müşkül bir vaziyetle çıkıyorum. Evvela yapacağım hataların mazur görülmesini rica ederim. Muhterem huzzar (hazır olanlar), bahsimiz nüfus meselesidir. Bu mesele..'' gibi mukaddemelerle başlayan nutuklar, konferanslar duya duya yattı kafam bu işe..
Fakat gösterilen bu gibi daha birçok gayret ve faaliyetlere rağmen, iki gözüm, gene herkes kendi bildiğini çalıyor. Kadınlarımız keyfinde, âleminde, erkeklerimiz zevk ü sefasında berdevam..
Ben siyasetten falan çakmam ama, iki gözüm, bu bahis hayli sardı beni.. Gündüzümü geceme kattım, gecemi gündüzüme.. Tam manasıyla düşündüm, taşındım, efendiciğim.. Aklım sıra bu doğumsuzluk derdinin sebep ve çarelerini arayıp bulacaktım..
Hatta buldum da.. Durun anlatayım size..
Kime sorsanız der ki, bu derdin sebebi, parasızlıktır. İktisadi buhranın ta kendisidir. Başka bir şey değil.. Kimse kendisini besleyemiyor ki, çocuk yapmaya cüret etsin.. Kimin haddine düşmüş, efendiciğim, kimin haddine.. Fakat..
Fakat, asla.. Hata, bühtan (iftira) iki gözüm.. Yanlış cancağızım.. Yanlış, hata, bühtan.. Neden mi diyeceksiniz.. Basit, üstadım..
Anlatayım:
Dini, milli, falan filan.. Bayramları çoğaltalım.. Hatta senenin her gününü bir bayram yapalım.. Bu günlerde, yani senenin her gününde, iki gözüm, çoluk çocuk sokaklara dökülsün.. Evden eve geçsinler.. Bayram tebrikine.. Yani hem ziyaret, hem ticaret, iki gözüm.. Hem de ne ticaret, ne ticaret.. Deme gitsin.. Bir çocuk, günde 100-150 evden aşağı dolaşmaz herhalde..
Bu 150 evin 150 efendisi veya hanımefendisi vardır herhalde..
Bu 150 evin 150 efendisi veya hanımefendisi, çok değil, efendiciğim, birer kuruşçuk, hadi hadi yarımşar kuruşçuk verirler herhalde..
Görüyorsunuz ya hesap meydanda. Bu iktisadi buhran devrinde, günde 100-150 kuruşu benim diyen babayiğitler alamıyor, üstadım..
Bu müthiş kârı her tadan iki gözüm, düzinelerle çocuk yapmaya koşacak.. Kadınlarımız bir kuluçka makinesine dönecek.. Nüfus, dev adımlarıyla yol alacak.. İşsizlik denen hortlağın gölgesi bile kayıplara karışacak.. Elmalum erkeklerimiz iş bulacak.. Kadınlarımız işleyecek.. Üstüne üstlük, bir de her gün bayram, her gün seyran.. Velhasıl-ı kelam, iki gözüm, dünya bir cennet olacak vesselam..
A canım efendiciğim, böyle saçma şey mi olur hiç.? diyeceksiniz.. Söyledik ya, ben siyasetten falan çakmam.. Aklım ermez böyle şeylere benim..
Ama bu siyasete biraz zihnim yatar gibi oldu da..
Muhterem karilerim (okuyucularım), bahsimiz nüfus meselesiydi.. Herkes gibi, ben de kendi fikrimi söyledim.
İster hata, ister bühtan..
*
[Ben / Yeni Gün, 6.5.1931] (Sayfa: 68-69)
***
*
(..) Ben kendi hesabıma bakir, işlenmemiş bir varidat membaı buldum bile.. Bu memba, bu buhran ve umumi züğürtlük devrinde, biter tükenir, kurur boşalır gibi değildir.. Eski halılar gibi vurdukça tozur.!
Hayalden, hulya kurmak, dalga geçmekten kazanç vergisi alalım.! Alimallah, altı ay içinde, dünyanın en zengin memleketlerine taş çıkarırız.. (..)
*
[Ben / Yeni Gün, 12.5.1931] (Sayfa: 72)
***
*
Şu geçim dünyasında, geçinmek hayli güç oldu cancağızım, hayli güç oldu doğrusu..
İnsan, beş on para fazla kazanmak için, her çareye başvuruyor. Ben de, evdeki ekmeğe katık katalım diye, işi yeni harflerle, hatt-ı talik (Arap harfleriyle bir yazı çeşidi) üzre levha yazmaya döktüm.. Muhtelif müesseselerin kapılarına, meşhur vatandaşların evlerine asılacak olan bu levhalardan bir iki numuneyi, buracığa kaydediyorum, efendiciğim..
1) Tapu ve nüfus dairesinin kapılarına şu levhayı koyalım:
İyi iş altı ayda çıkar..
2) Mübadele komisyonu için:
Sabırla, koruk helva, dut yaprağı atlas olur..
levhasını münasip buldum..
3) Belediye Meclisi'nin salonuna:
Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz..
Yahut,
Lafla peynir gemisi yürümez.!
levhalarını talik edelim..
4) Sabık lider Fethi Beyin Kalmis apartmanının kapısına:
Keskin sirke kabına zarar.!
levhası iyi gider kanaatindeyim..
5) Mebusluğa namzetliklerini koyup da intihap edilmeyen cümle vatandaşların evleri için:
Atı alan Üsküdar'ı geçti..
levhasını asmak münasiptir..
6) Boğazlar komisyonu için:
Tavşan dağa darılmış, dağın haberi olmamış..
7) Ve en nihayet bizim patronun yazı masasının tam karşısına, yaldızlı harflerle:
Az veren candan, çok veren maldan..
levhasını asarsak fena olmaz gibi geliyor bana..
Hamiş: Kapılarına veya evlerinin duvarlarına, bu gibi levhalar yazdırmak isteyenler varsa, müracaat oluna..
*
[Ben / Yeni Gün, 13.5.1931] (Sayfa: 73-74)
***
*
Mühim bir laf vardır: ''Hangi mefhumu sonuna kadar götürürsen, kendi zıddına döner.!'' derler.. (..) ..benim asıl garibime giden şey, insanların konuşurken duydukları sözün ifade ettiği manaya değil, şekline ehemmiyet vermeleridir..
Mesela, alenen yapılması, gösterilmesi ayıp telakki edilen bir hareketi, bir cismi Arapça, Acemce, Fransızca bir kelime ile ifade etmek kabalık telakki olunmaz.. Halbuki, ayıp telakki edilen bu hareket veya cismi, düpedüz, Türkçe ismiyle söylerseniz, ekseriya, sizi bulunduğunuz meclisten kovarlar..
Mesela.. Hayır, misal getirmeyeceğim.. Çünkü malum ya, insanların nezaket telakkileri bir tuhaftır demiştim. Misal getireyim derken, bir daha fıkra yazmak imkânından mahrum olurum sonra..
*
[Ben / Yeni Gün, 4.6.1931] (Sayfa: 93)
***
*
(..) ..bütün dünyada zayıflık, cılızlık dehşetli bir moda haline gelmişken, biz Şişmanlar Cemiyeti'nin azalarını, mükemmel bir teşkilat içinde, Avrupa'ya göndererek memleketimizin, buhrandan ne kadar az müteessir olduğunu, müşahhas (somut) bir surette, cihana ispat edebilirdik. (..) (Sayfa: 94)
***
KADINLARA GÖSTERİLEN HÜRMETE DAİR
Kadınlara hürmet edelim, efendiler.. Kadın kısmı hürmete şayandır. Fakat ezkaza ben kadın olarak doğsaydım erkeklerin bana, sırf kadınlığım için, itibar etmelerine kızardım, hiddetlenirdim, ifrit olurdum.
Düşünün bir kere, iriyarı, enine boyuna, pehlivan gibi, pürsıhhat bir kadınsınız.. Tramvaya biniyorsunuz.. Tramvayda oturacak yer yok.. Derhal, sıska, cılız, ipince, sülük gibi, burnunu sıksan canı çıkacak bir erkek ayağa kalkıyor, size yerini veriyor.. Bu ikram ve itibar ne için.? Siz, yarım saat, yahut bir çeyrek ayakta duramayacak kadar zayıf bir mahluk musunuz.? Size yerini terk eden erkekten daha mı berbat bir haldesiniz.? Hayır.! Sadece kadınsınız.. Yani, ne kadar sıhhatli, dayanıklı olursanız olunuz, zuafadan (zayıflardan) sayılırsınız, muhtac-ı himaye addedilirsiniz.
Hani, şu erkeklik halimde bile, kadın vatandaşlara karşı gösterilen bu nevi hürmet beni igzap (kızmak) ediyor vallahi.!
Nasıl etmesin.?
Geçen gün Florya'ya gitmek üzere Sirkeci'den trene bindim. Vagonlar tıklım tıklım.. Kadınlı erkekli vatandaşlar adeta birbirinin dizinde oturuyorlar.. ''Altta kalanın canı çıksın.!'' nazariyesi; ''ayakta kalanın da.!'' cümlesi ilave edilerek, yüzde yüz hüküm ferma (hüküm süren).. Demokrasi prensibinin bu kadar fazla tatbiki insanın canını sıkıyor.!
Yer bulmak için bütün katarı dolaştım.. Nihayet tenha bir vagon buldum.. Ama nasıl tenha, içinde bir tek fert yok.! Oh.! Derhal kuruldum.. Buranın böyle boş kalmasının hikmetini araştırdım.. ''İdrak-i maali (yüksek fikirleri kavrama) bu küçük akla gelmez.!'' dedim. Tren kalktı..
Kumkapı istasyonunda biletçi bey teşrif ettiler.. Eh.! Biletimiz var.. Kimseden korkumuz yok elhamdülillah.!
Biletçi beye uzattım bileti.. O, tepeden tırnağa kadar beni bir süzdü.. Almaz almaz sıfatıma baktı.. Sonra
- Burada oturamazsınız.! dedi.
Tepem attı:
- Aman, efendim, dedim. Neden burada oturamazmışım, dedim.. Demokrasi devrindeyiz, dedim, ve bu devirde herkesin hükmü parasına, biletine geçer, dedim.. Şehzadegâna (ükümdar çocukları) hususi vagonlar ayırmak eskidendi, dedim.. Yoksa bu vagonu zenginler mi kiraladı.?
Biletçi bey:
- Hayır, dedi, vagonu kimse kiralamadı. Burası kadınlar vagonudur.. Yalnız kadınlara mahsustur.. İçeri erkekler giremez.!
- İyi ama, dedim, şimdi burada hiçbir kadın yok.. Bütün kadınlar, erkeklerle beraber öteki vagonlarda.. Hem neden onlar erkeklerin vagonunda oturuyorlar da, ben kadınların vagonunda oturamıyorum.? dedim..
- Nizam böyle, dedi..
Tıklım tıklım dolu vagonlardan birinde sıkışmaya, ezilmeye, buram buram terlemeye gittim.. Ve Florya'ya ne halde varabildim, bir ben bilirim, bir de..
Şimdi, ey kadın vatandaşlar, size karşı gösterilen bu nevi hürmet, bir hürmetsizlik değil midir.? Ve sizler ey hemşirelerim.! Ne vakit bu sakim (hastalıklı) âdetlerin ortadan kalkması için, kadınlar birliğinde münakaşaya başlayacaksınız.? Ne zaman.? Ah.! Ne zaman.?!
*
[Ben / Yeni Gün, 6.6.1931] (Sayfa: 95-96)
***
*
Âdemoğlunun sair hayvanlardan en büyük farkı akıl ve zekâya, konuşmak hassalarına malik olmasıdır, derler..Boş laf.! İnsanla hayvan arasındaki en mühim fark, bizim, yani Beni Âdemin, hayvanlara nazaran her şeye çabucak alışabilmemizdedir.. Bence beşeriyetin en büyük saadetlerinden birisi bu alışmak kabiliyeti ise, en korkunç felaketlerinden birisi de yine bu alışkanlıklardır. Her derde, her cevr ü cefaya, her bela ve mihnete ne çabuk alışırız, bunları ne çabuk benimseriz, ne çabuk bunlar bizde bir tabiat-ı saniye haline girer.. Ne kuvvetli ve ne kadar zayıf bir nesnesin hey gidi Âdemoğlu hey.!
Uzun söze ne hacet, size, alışkanlığa dair bir fıkra anlatıvereyim. İşi kısa kesiverelim..
Vakt-i evailde bir ''Devletlu Teres İzzet Paşa'' varmış.. İzzet Paşa Hazretlerine böyle bir lakap verilmesinin sebebi de şuymuş:
İzzet Paşa, her önüne geleni ''Teres'' diye çağırırmış.. ''Teres geldi mi.?'', ''Teres şu evrakı tebyiz et.!'', ''Terese haber edin, gelsin buraya.!''. Velhasıl her lafın başında bir ''Teres''.
Vilayette herkes buna alışmış.
Günün birinde şehre yeni bir defterdar gelmiş.. Ve tabii Defterdar Bey, doğruca, Vali Paşayı ziyarete gitmiş.. Vali Paşa yeni defterdarını lazım gelen nezaketle karşılamış. Şöyle karşısında yer göstererek:
- Buyrun buraya, teres.! demiş..
Defterdar Bey tabii afallamış.. İzzet Paşa zili çalmış:
- Terese bir kahve getirin.! demiş..
Defterdar Bey büsbütün şaşırmış..
İzzet Paşa:
- Eeee.? Anlat bakalım, teres, İstanbul'da ne var ne yok.? Rahat seyahat ettin mi, teres.? deyince, defterdar Beyin hayreti hiddete inkılap etmiş. Adamcağız kıpkırmızı olmuş..
Zeki bir zat olan İzzet Paşa, işin farkına varmış tabii.. Ve derhal zili çalarak, içeri giren iriyarı hademeye:
- Yatır şu teresi yere.! diye emir vermiş..
Ve feryatlarına rağmen, Defterdar Bey yere yatırılmış.. Vali Paşa, hademenin dizleri altında debelenen defterdarın kulağına, mütebessimane eğilmiş ve:
- Ulan teres.! Teres.! Teresoğlu teres.! diye mütemadiyen bağırmaya başlamış. Ve bu teres telkini, Defterdar Bey'in yüzündeki hiddet alaimi zail oluncaya kadar devam etmiş. Nihayet defterdar gülmeye başlayınca, İzzet Paşa, adamcağızı hademenin dizleri altından tahliye etmiş ve:
- Eeee.? Nasılsın bakalım şimdi teres.? demiş..
Defterdar:
- Ömrünüze duacıyım, efendim, diye memnunane cevap vermiş derhal..
***
Şu fıkrada beşerin alışmak ve alışkanlık hususundaki bütün komikliği vardır.. Fazla tefelsüfe (felsefe) ne hacet.?
*
[Ben / Yeni Gün, 10.6.1931] (Sayfa: 99-100)

#NâzımHikmetRan #Yazılar2 #AdamYayınları

Ağaçlar var, boy boy, çeşit çeşit, biçim biçim.. Boyları başka başka, kokuları birbirinden ayrı.. Kimisinin gölgeleri serin olur, kimisinin yemişine tadından doyulmaz..
Göz için olanları var: Karşılarına geçip baktıkça bakarsın, ne bıktırır, ne usandırır.. Kulak için olanları var: Dalları arasında yel estikçe yaprakları öyle bir içli içli titreşir, öyle bir haykırır, öyle bir ağlar, ses verir ki, dinledikçe dinler, duydukça duyar, yanlarından ayrılmak istemezsin..
Ben her ağacı bir çeşit adama benzetirim.. Al yanaklı yemişleriyle elma ağacı, tosun gibi yavrularını kollarına almış tombul, ak pak bir anayı andırır..
Çam ağacı, uzak ülkelerden gelmiş bir eski günler bahadırıdır ki, kendi kendine güvenmesi, boyuna posuna sevgisi, ağır başlılığı bir bakışta anlaşılır.. Hele, ay ışığı altında çamlıklara bakınca bir masal ordusunu görür gibi olursun..
Kara düşüncelere dalmış, aksoylu bir filozoftur selvi.. Ölümün kapısı eşiğinde, çeliği kararmış yalın kılıç gibi duruyor.. Önünde saygıyla eğilelim..
Salkımsöğütler, saçları topuklarına kadar inen genç kızlardır.. Onları dere kıyılarında salınır gördükçe, içim gıcıklanır, çırılçıplak yıkanan güzelleri gözetler gibi olurum..
Her ağaç bir adama benzer.. Onlardan bir dal koparmak bir kol kırmak gibi, bir yaprak yolmak bir göz çıkarmak gibi gelir bana.. Ben hiçbir adamla, bir ağaçla konuştuğum gibi gıllıgışsız konuşmadım.. Ağaçların dilinden anlamayan, toprağın dilinden anlamaz. Toprakla konuşamayanlar en bilgili sesi duymamışlar demektir.. Ne yazık onlara.!
*
[Orhan Selim / Akşam, 24.11.1934] (Sayfa: 174)

***
*
(..) Her gebe kadın: Bilmem kaçıncı senfonisinin sesleriyle dolu Bethoven'in kafasından daha güçlü, yüreğinden daha güzeldir.. Anamı, doğurduğu için seviyorum, yarattığı için sayıyorum..
*
[Orhan Selim / Akşam, 29.11.1934] (Sayfa: 177)
***
*
(..) İyilik, kötülüğün karşısına, eline ak çiçekli bir ağaç dalı alıp çıktıkça gülünç, cılız olmaktan kurtulamaz. . Kötülüğün elindeki yalınkılıcı iyiliğin bileğine vermek gerek.!
*
[Orhan Selim / Akşam, 2.12.1934] (Sayfa: 181)

#NâzımHikmetRan #Yazılar2 #AdamYayınları
*
Ne yüreğimin başında yeşil bir sarık var, kızım, ne gözümde kara bir gözlük.. Kendimi bildim bileli, bir gün olsun, düşüncelerime cübbe giydirmedim. Bana göre, Süleymaniye, yeryüzünde, yeryüzünün sevgisiyle söylenmiş unutulmaz bir Sinan türküsüdür, kızım, başka bir nesne değil.. Deden orda, alnını hasırlara koyarak, kendi güçsüzlüğüne ağlarmış.! Ben bugün, yine orda, adamoğullarının yaratıcı gücüne inanıyorum. Yalnız buna, başka bir nesneye değil.!
Sen daha küçüksün, kızım, yaşın on dört. Biraz daha büyüyünce sana laikliğin ne demek olduğunu anlatacaklar. Onu anladığında anlayacaksın ki, baban ondan da bir adım ilerdedir.. İşte bunun için, kızım, sana şimdi söyleyeceklerimi, yobaz bir kafanın sözleri sanma..
Seni beğenmiyorum. Kafanın dışını beğenmiyorum.! Senin gibi okuma çağında, okullu bir kızcağızın saçlarını kıvırtması, bu kıvrılmış saçların üstüne okul şapkasını, bir eski günler külhanbeyinin fesi gibi, yampiri giymesi bana kötü geliyor.. Şapkanı böyle giymeyi kimden öğrendin:* Hangi gözü çıkası kötü sinema yıldızı fingirtisinden özendin buna.? Yakışıklı olayım diye mi böyle yapıyorsun.? Daha on dört yaşındasın, dilersen on sekizinde ol, okullusun, okuma çağındasın, senin yakışıklılığın şapkanın biçimiyle değil, şapkanın altındaki kafanın içiyle çoğalır, azalır..
Seni beğenmiyorum, kızım.. Kafanın içini beğenmiyorum. Arkadaşlarınla konuştuklarına kulak kabarttım. Giyim, kuşam, süs, tuvalet.. 14 yaşındasın, yetmiş yaşında kocakarı gibi dedikodu yapıyorsun. Kaytan bıyıklı sinema delikanlılarının adını ezbere biliyorsun da, geçen gün sana bir kocamış, dudakları boyasız hatuncuğun fotoğrafını gösterdim, ''Bu kim.?'' dedim, bilemedin.. Onu bilmeni çok isterdim kızım. O kadın soyunun en büyüklerinden biriydi. O, Madam Küri idi, kızım.. Ona benzemeni öyle dilerim ki.!
Saçı kıvrılmış, yampiri şapkalı, kızım, seni beğenmiyorum.. Sen benim kendi kızımsın, KIZIM SANA SÖYLÜYORUM, GELİNLERİM SİZ DE DİNLEYİN.!
*
[Orhan Selim / Akşam, 9.12.1934] (Sayfa: 186)
***
*
(..) Ölüm, en derin, en geniş bir anlayışla, kımıldanmamak, değişmemek, durmak demektir. Kımıldanmayan, değişmeyen ne var.? Yerin yedi kat dibindeki taş parçasından tut da göklerin sonsuzluğunu çizen kartallara dek, bir bardaktaki sudan kafandaki düşünceye dek, madde, başsız sonsuz bir kımıldanış, değişiş, bir gelişme, bir devrim içindedir. Sen de onun içindesin. (..) Olmayan ölümden korkmadığın gün, ancak, yaşamanın, sevmenin, anlamanın, inanmanın ne olduğunu öğreneceksin.
*
[Orhan Selim / Akşam, 18.12.1934] (Sayfa: 193)

#NâzımHikmetRan #Yazılar2 #AdamYayınları

ATKESTANESİ YAPRAKLARI
*
(..) Sevgili. Kış geliyor işte.. Atkestanesi yaprakları, tırnakları kınalı ellere benziyor, dallarından teker teker kopup düşüyorlar. Gökyüzü bir ayrılış sözü gibi dokunaklıdır. Toprak ışıksız bir uykuyu andırıyor. Yüreğimde, başlanıp bitirilmemiş şarkılar var: Senin kulaklarında inci bir küpe, saçlarında fildişi bir tarak, gözlerinde bir Hint sürmesi olmasını özlediğim şarkılar..
Sevgili. Kış geliyor işte. Otlar kokularını, deniz gençliğini çoktan yitirdi. Ben, boyası kendinden nar gibi kızıl ağzına, altın gözlerine bakıp düşünüyorum. Bir yaz gecesinde yıldızlara, yaprakların arasında yürüyen kabuğu yaldızlı bir böceğe, ustamın yazdığı yazıya bakarken nasıl düşünüyorsam, öyle düşünüyorum sana bakıp.. Sen, başsız ve sonsuz yaratılışın bir parçası olduğun için böyle güzelsin. Sen, yaratılmamış yaratılışın yarattığısın. İşte, ben, bunun içindir ki, sana baktıkça etimin içinde bir yürek, kafamın içinde düşünce denen bir nesnenin varlığını anlıyorum. Sana dokundukça, yalnız etim değil, yüreğim de, kafam da kamaşıyor, ürperiyor..
Sevgili. Kış geliyor işte. Kışın ardından yaz gelecek, yazın peşinden yine kış.. Biz seninle atkestanesi yapraklarını ya yemyeşil dalların üstünde, ya sapsarı, toprakta göreceğiz.. Sonra gün gelecek, atkestanesi yapraklarını bir daha göremeyeceğiz.. Bir kış akşamında sana bunu üzülesin diye söylemiyorum.. Atkestanesi yapraklarını bir daha görememekten ne sen korkarsın, ne de ben..
*
[Orhan Slim / Akşam, 23.12.1934] (Sayfa: 196)

***
*
(..) ..senin gibi kadın peşine düşen bir delikanlının, diyeceklerimi anlayacağını ummuyorum, evet, delikanlım, istersen, anlarsan, başka türlü de konuşabiliriz. Peşine düştüğün, söz attığın, takıldığın varlığı, alınıp satılan bir kumaş parçası, pazara çıkarılmış bir kısrak mı sandın.? Senin gibi, senin kadar, belki de senden iyi düşünebilen, duyabilen, çalışabilen, dövüşebilen, adamlık kümesinin bir yarısını bu kadar aşağılık mı görüyorsun.?
Anamın, karımın, sevgilimin, kız kardeşimin, yaşayış ve iş arkadaşımın peşini bırak delikanlı.! Onun atmaya acıdığı, tiksindiği tokadı yoksa benden yiyeceksin.!
*
[Orhan Selim / Akşam, 25.12.1934] (Sayfa: 198)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...