6 Ocak 2024 Cumartesi

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Temmuz Bildirisi


MASAL KOKUSU
*
ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım
şehzadelerle gitti ölü devin altın anahtarları
masallara dönük yüzlerinizde o hiç eksilmeyen kaygı
o donuk maviliği masal cennetlerinin
bırakın işte gözleriniz alın işte yumruklarınız
---ama siz aptalsınız aptalsınız
*
bir gün masallaşırsam görün işte cüceliğimi
aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda
---[aradıklarım
ben bu kapıları bir bir kırarım ama siz korkaksınız
daha çocuk bile değilsiniz siz
devler çizersiniz altın sarayların kapılarına
---sonra durup ağlarsınız ağlarsınız
*
bu kan sizin kanınız, evet ama ya siz kimsiniz
neden böyle yorgunsunuz neden böyle aldatılmış
alıcı kuşlar döner ürpertili etlerinize
mumyaların gölgesinde piramitler dikersiniz
atı otsuz iti etsiz bırakıp gerçek saraylarda
---sürülerle kaçarsınız kaçarsınız
*
aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda
---[aradıklarım (Sayfa: 9-10)


KİRLİLERİ YIKAMAK
*
çok ölürsünüz
karanlığı az kullanın - çok ölürsünüz
bu kirliler kokar bir gün - çok ölürsünüz
ışıklarla oynamayın
ışıklarla oynamayın - çok ölürsünüz
çıkarın ellerinizi karadan
çıkarın güneşe yorgun yanlarınızı
vurun beni örneğin - kurtulun benden
yoksa
-----çok ölürsünüz
*
nerde bir kilit varsa orda bir çalmak
yani çalmak diyorum, herhalde anlıyorsunuz
herhalde nisan mavilerinde bu kirli eller
-----yani karabasanlı bu topal koşma
alttan akar suların o büyük karanlığı
orda bir mısır güneşi durur çöllerde
getirir çölleri bir eski mısırlı güneş
olur resimlerde belki
deli bakışlarında belki
olur mısırlı uzaklığı bir eski uzun turuncularda - [ama develik
ama çadırlı kıl beyliği, köpüren safkanlarda
yoksa biter bir gün - çok ölürsünüz
bu azot bu oksijen bu yorgun develerlelik
yani çalmak diyorum, herhalde anlıyorsunuz
herhalde dola dola bir gün bu bardak
ey düşe dönük doyumsuzluğu yeryüzü serüveninin
eski zaman eski şoselerden eski atlarla arabalarla
*
eski adamlar eski türkülerle eski şoselerden çekip
-----[giderler bir gün
kalır saksılarda ölümsüzlük
eskir lokomotifler
silinir gölgesi jetlerin hititli kabartmalardan
biter bir gün - çok ölürsünüz
*
bir şeyler yapmak
yani uzatmak günü
yani unutmak bir öncekini
çiçek açmak meyve vermek doğurmak yani
*
marşlara bulvarlara sabahlara doğurmak
eli bayraklı doğurmak - yani ağzı ateşli
yeni sokaklar açmak yeni ayaklara yani
tutup bir ucundan çevirmek kentleri kentlere ve
-----[her şeylere
-----yani her şeyi yerli yerine koymak
-----öfkeyi yerli yerine
-----aşkı yerli yerine
-----yönleri yerli yerine koymak
-----dirileri çiçeklere denizlere ve gökyüzüne
-----[çoğaltmak
yoksa çok ölürsünüz
yalvaçça noktalıyorum çok ölürsünüz
-----bu bardak taşar bir gün - çok ölürsünüz
sosyalist köşe başlarında bizanslı orospular
köstebek yuvalarında jet gölgeleri
alfabelerde hırsız polis
yani çok ölürsünüz - yıkayın kirlileri
ışıklarla oynamayın çok ölürsünüz
kalmayın bu yönlerde - çok ölürsünüz
*
bir şeyler yapın diyorum - beni dinlerseniz
uzamaz bu kirliler ben böyle çok ateşsem
yani siz atsanız viskiyseniz saraysanız körseniz yani
yani bu demek
-----bugün yenilgilerden söylemek istiyorum
-----bugün ayrılıklardan söylemek istiyorum
-----kan göllerinde boğulan yaldızlardan
-----büyüten durgunluklardan
-----bugün hep yarınlardan söylemek istiyorum
-----gülerken ağlamalardan
-----ozanca uyarmalardan söylemek istiyorum
-----bir kuş şakıyor ufkumda durmadan
*
hayır bir şeyler yapmalıyım
suları öyle değil de böyle
kapıları öyle değil de şöyle
ama mutlaka - ve anlıyorsunuz
çok ölürsünüz - çıkarın güneşe yorgun yanlarınızı
yıkayın kirlileri, çok ölürsünüz
*
ey benim eli bayraklılarım
yeni gözlerim yeni kulaklarım yeni seslerim
ey benim ateş ağızlılarım
asın beni güneşe
-----kurtulun benden
yoksa
yoksa
-----çok ölürsünüz (Sayfa: 11-16)


AĞUSTOS ŞİİRİ
*
yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
hep böyle havalar besler fırtınaları
korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek
duymazdım durgun suların bezgin türkülerini
alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim
bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
bir rüzgar kulaklarımdan hiç eksilmiyor
esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım
geri dönsem bile ben artık o ben olmayacağım
yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
*
ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim
beş numara lamba kaderi var mısralarımda benim
yitirmişim yıldız ışığında dost çizgileri
deli çizgi gözlerimi kör etmiş kör etmiş kör etmiş
göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi
çığlık çığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin
gök mavisi bir türkü dolanmış yüreciğime
selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde - neyleyim
insan demişim kitap yüzlü insanlar demişim
-------------------------[gidemiyorum
kaderim kaderleri demişim allı'nın kızı
sen olmasan ben böyle uysal değildim
böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim
bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
*
yılandere ölüler yatağı helalim ölüler
katran mazot bidonları paslı putreller
kargalar üşüşmüş ahmedo'mun ellerine kargalar
ahmedom'un düşlerine yılan çiyan doluşmuş
garipler mezarlığı doymamışlar dünyası
yıkılası karakuşak kurudere sırtları
ahmedo'm bir yaz bulutu bir varmış bir yokmuş
fenerler titreşiyor bıçaklanmış türkülerin
-------------------------[gözbebeklerinde
vinçler beni balçık gibi akşamlara bindiriyorlar
sen olmasan şu sabahlar olmasa
şu benim büyük büyük susamışlığım
bu mızmız takvimi bir solukta susturacağım
yılandere ölüler yatağı helalim ölüler
*
rüzgâr gibi bir ağustos geçti ellerimizden
meyvelar bizi balrengi günahlara çağırıyorlar
bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı
bir yanda boşa geçen gecelerin acısı
malum o dramın en güzel perdesindeydik
ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı
göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik
duracak vaktimiz yoktu bitmiştik
her gören didik didik bizi denetliyordu
biz kendi derdimize düşmüştük
*
orda da akşamlar olacak allı'nın kızı
kanlı mendil gibi ağustos akşamları
şu benim çektiklerimi görmeyeceksin
belki yanında başkaları olacak
belki düşlerine bile girmeyeceğim
gün oldu acıların şiirini yaşadım
gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım
bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı
ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin
dokunsan parmaklarıma tutuşacağım
*
yine ağustos gelse el ele versek
sen anandan kaçsan ben yalnızlığımdan
yeni yoldan sazanlı çaydan geçsek
güneşin bahçeleri emzirdiği saatte
susamışlar aşkına, kandım diyesi
--------------uzun uzun öpüşsek
yine ağustos gelse kovulsak cennetimize
şantiye hiç durmadan ötse bağırsa
laz oğlu büyük harflerle sövse işçilerine
damlarda kayısı yarsalar rumeli göçmenleri
dillerini sevdiğim kıvırcık dillerini
ıssız bahçelerden geçsek unutulmuş sokaklardan
çocuklar mavi mavi gülüşüp kaçışsalar
bir masal dinler gibi sessizliği dinlesek
kendimizi dinlesek köklerin çığlığını
seni kollarıma alsam, yine yumsan gözlerini
yine kapışılsa yavrum, batan şehrin hazineleri
biz yine kendi derdimize düşsek
*
yere batan şehrin tek yalnızıyım
yüzyılın ağrısını anlayarak çekiyorum
ekmeğime barut sinmiş bulanık özgürlükler
tepmişim rahatımı, boynu bükük mutluluğumu
--------------------yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum
istemem sarmasın yumuşak duygular susuzluğumu
geceler bıçak bıçak böğrümde yatsın uyusun
kaderim kaderleri demişim allı'nın kızı
-----ellerimi kemirmekten memnunum
düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz
en güzel günlerinde gençliğimizin
ölümden ötesini aklım almıyor
beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
istesek cenneti kurtarabiliriz
ben bir ışık için tepmişim rahatımı
ellerimi kemirmekten memnunum
bu güleç yüzlülerin bu acı türkülerini
bu yoksul yerleri anlayarak seviyorum
delicesine anlayarak allı'nın kızı (Sayfa: 33-38)


ORANLAMA
*
bir sen eksiktin sarı yıldız hoş geldin
geç bakalım karşıma benimle içer misin
ağlar mısın içince burnunu çeker misin
gözyaşların yakabilir mi dudaklarımı
ama neden titriyorsun öyle sarı yıldız
*
bak ben su taşıyorum ince elekle
iğne deliğinden dünyayı geçiriyorum
bak ben aklıma uyup böyle sarı yıldız
durmadan aklımı şaşırıyorum
sen beni kaçıncı binden tanıyorsun ki
*
hadi bana çelik mavisi bir gece getir
hadi dostlukları tek tek koparıp getir
alnımdan öp beni e mi, yitik sıcaklığımı getir
gençliğimi çılgınlığımı deli günlerimi getir
ne o sarı yıldız sen de mi ağlıyorsun (Sayfa: 47-48)


AZİME'Lİ TEMMUZ BİLDİRİSİ 2
*
beklerdi tohum
beklerdi tohum
beklerdi tohum upuzun karanlıklarda -- sen yoktun
öfkemi mermer mermer -- öcümü çocuk çocuk--
-----------------------------------[çıldırttım kırmızıları
bir başka parlardı yoğun karanlıkta ışıklar -- sen
-------------------------------------------------[yoktun
bütün kapıları birden zorlamanın o korkunç güzelliği
o korkunç büyümesi ellerin fitillerde -- sen yoktun
---------------------------------benim aşkımda o vardı
*
evrendi nasıl
evrendi çelik mavisi
grev grev ateş ateş büyüdüm ülkelerce
yepyeni bir öfke doğurdum kalabalık özlemlere --
-------------------------------------------[sen yoktun
uff ne kötü kullanmışlardı ah ne güzel gözlerini --
--------------------------------------------[ölümdü
sana değip değip durdum o sarhoş yörüngede -- sen
---------------------------------------------------[yoktun
bilenirdi türkülerde en soylu ayrılıklarım -- sen yoktun
----------------------------------benim aşkımda o vardı
*
soğuktu yeşillerim
soğuktu temmuzlarım en bayram gülmelerimde bile
kar yağardı sabah çaylarıma -- sen yoktun
sofralarda ekmek diye öpülürdü altın dişleri ölülerin
adını söyletmiyorlardı ölüm gibi özlenen şeyin -- sen
--------------------------------------------------[yoktun
ölümdü sabah vardiyaları -- öfkemi demir demir -- sen
---------------------------------------------------[yoktun
bütün dillerde sana varmak -- bilemem bilemem
----------------------------------benim aşkımda o vardı
*
ben hep koşan atları sevdim soluyan lokomotifleri
benim aşkımda çelik mavisi gagarinli uzayların
toprak nasıl sancılanır ağaçlar nasıl gerinirler
----------------------------------------[çiçeklenirken
kurşun nasıl ıslık çalar diş nasıl gıcırdar karanlıklarda
alabalık nasıl ölür o kendi sularının kıyıcığında
bilemem bilemem -- sen yoktun
ateşler yanardı bir yerlerde yepyeni biçimlerde
------------------------------------------------[yanardı
--------------------------------benim aşkımda o vardı
*
söyle anamın en güzel kızı söyle
sular nasıl kaçırılır, kuşlar nasıl susturulur
nasıl sığar şu koskoca evren daracık zindanlara -- söyle
balçık balçıktı o narçiçeği çağı çocuklarımın
karanfil olurdu yakalarda bacımın kanlı gözleri
demir nasıl paslanırdı sıcacık bileklerde -- bilemem
bilemem ey anamın en güzel kızı bilemem -- sen
---------------------------------------------------[yoktun
benim aşkımda o vardı
*
sen geldin
badem çiçek açar gibi geldin, düşte sever gibi geldin ey
-------------------------------------------------[kavgabiçim
yepyeni bir düzendi gelişin, yoluna başkoyduğum
--------------------------------------------------[ülkemdin
eskidi birden kentler, eskidi gökyüzünün çok uzaklığı,
-------------------------------------------------[eskidi hep
öldü bakkal, öldü bakkalbiçim, öldü bakkalbiçim aşk
bu senin gözlerindi ey benim ülkem -- arılar oynaşan
----------------------------------------------------[içinde
bu senin duruşundu ey kavgabiçim -- en haklı silâh
------------------------------------------[güzelliğince
güneş gibi acımasız, toprak gibi unutkan, tohum gibi
-------------------------------------------------[umutlu
sen geldin ey benim özlemim ülkem, kadınım,
-----------------------------------------[devrimbiçimim
yıkıldı ölülerin öğlesonu sarılıkları
*
sen geldin
eskidi bir yerleri zamanın, eskidi gözleri kadınların --
----------------------------------------------[sen geldin
evler eskidi birden -- eskidi evimsilerde kölemsi
---------------------------------------------[yalnızlıklar
bayramlar eskidi gülüm, derinlikler eskidi -- ve
---------------------------------------------[pişmanlıklar
eskidi yatakbiçimlerde iğreti ikililer -- ve çok çok
saksılarda çöl bitkileri, salonlarda kartpostal
---------------------------------------------[mutluluklar
eskidi maskelerin sırıtan düşmanlıkları -- ve nice
----------------------------------------------------[yazlar
oh ne güzel yeniden -- bu senin güzelliğin ne demek
sel ne demek azime'm, savaşlara durmak ne demek,
-----------------------------------------[güzel ne demek
sen geldin ey benim kadınülkem -- yepyeni ufuklar
---------------------------------------------------[geldin
dürülü bayraklarım güldü gülüm -- sen geldin
-----------------------------------------kutuplarım değişti
*
bir horoz öter bir yerlerde bir horoz bir horoz bir
------------------------------------------------[horoz daha
bir ateş yanar bir yerlerde bir ateş bir ateş bir ateş daha
bir yumruk sıkılır bir yerlerde bir yumruk bir yumruk
-------------------------------------------[bir yumruk daha
-------------------düşer barış cemreleri sabah çaylarımıza
-----------------------------------------------biter kahpelik
--------------------------biter bu gökyüzünün çok uzaklığı
*
sen geldin ey anamın en güzel kızı -- yaşamak geldin
badem çiçek açar gibi geldin, yürek sızlar gibi geldin --
-------------------------------------------------[sen geldin
al beni kan kırmızılardan vur beni kan kırmızılara
dürülü bayraklarım gülsün gülüm, kutuplarım değişsin
--------------------------------------------[ey benim ülkem
---bitsin bu zulüm
---bitsin bu zulüm
---bitsin bu zulüm
*
sanki dünyada ilk şafaktı kollarımda uyanmaların
---------------------o büyük barışa bir adım kala (Sayfa: 49-57)


ZAMAN UĞULTUSU
*
akşam diyorsak herhalde akşam değil bu, sabahsızlık
bir yaralı geyik gözleri iş yeniği ellerimiz
yalanlar beslene beslene öfkeler bilene bilene
her şafak bir yontma taşla dağlardan getirdiklerimiz
susmayan ölülerle bir çizgide açlık açlığa
*
bir zaman uğuldar büyük nehirlerin ölü yataklarında
yağmurkuşları anılarla bir yönde savrulup gider
dal düşer uykusundan ak düşer körpelere sular çökelir
yetim istekler ağlaşır en kuytu gözbebeklerinde
en kuytu gözbebeklerin liman gecelerinden gelir
*
ben bu taşları sana yonttum bu ilkel göğün altında
bir bir uyandırdım allahları en uzaktan en karanlıktan
yasakların buruk çağrısı büyütür kuşakları geleceklere
büyütür dirençlerimizi durmadan kısır alışkılara karşı
uyan da gözlerime bak uyan da fırtınamı dinle
*
barut yakıyorum kent kent, çıkamıyorum
--------------------------[tedirginlikten
bu çoğul yalnızlığım bana taş yontturuyor
--------------------------[karanlıklarda
tutup kitaplara dolduruyorum çığlık çığlık
--------------------------[kördüğümleri
üçer beşer kırıyorum yalınkat yaşantıları
--------------------------[meyhanelerde
hep uzak yağmurları düşündürüyor bana nedense
--------------------------[gözleri
*
nasıl bırakılır bu kavga nasıl geçilir bu köprülerden
en tatlı yerinde bir damla güneşten bile yoksun
bir yaralı geyik gözleri değişken duvarında zamanın
nasıl soyunulur hiçliğe nasıl uzanılır çırçıplak
nasıl vazgeçilir nasıl, en tatlı yerinde kavganın
*
çağlar geçiyor duyuyor musun, gölgeler karmakarışık
sızlayan çocuk yanımız ilk gül güzelliğiyle bir yerlerde
kim bilir nerde biter bilmeden bulup başladığımız
bir masal uğultusudur uykularda bile dinmeyen
mihrican dokunur üşürüz turnalar geçer ağlarız (Sayfa: 60-64)


D*NAM*T KAHKAHASI:
*
''çocuklar doğup doğup düşüyorlar tabanın karanlığına
yumruklar sıkılıp sıkılıp tabanın karanlığına
bir kadın öpüyor erkeğini başkaldırmalara
kadınlar erkeklerini başkaldırmalara
toprakta tohum başkaldırmalara
çarklar volanlar başkaldırmalara
bir yerlerde bir silah gülüyor patron patron
ağıtlar düzülüyor başkaldırmalara'' (Sayfa: 74)


ÖTEKİ YALNIZ
*
hep aynı köşede karşılaşırdık
gözlerini koyacak yer bulamazdın
ne güzel çekingendin titrerdim
çantan sefertasın eldivenlerin
gitmek istemezdin ama giderdin
mavi bir otobüs seni alıp giderdi
bir sen kalırdın kent silinip giderdi
ayaklarım dolaşırdı düşmezdim
saate bakardım hep beş buçuk
yumruğumu kaldırıp bağırasım gelirdi

bu hiç sevmediğim kupkuru kentin
nasıl da bağlandımdı akşamlarına
beş buçuk en sevdiğim saatti
kaldırımlarda ışıkları severdim
kabarık saçlarıma kar yağardı
kar güzeldi herkes her şey güzeldi
durakta bir ben bir yelpikli kestaneci
postacının pikabında bizim şarkımız
berberin kanaryası bizi öterdi
*
arabalar geçerdi renk renk çalımlı
en güzeli seni getiren otobüstü
maviydi yumuşacık bir yamuktu
lastikleri kadifeden sanırdım
beş buçukta seni alıp gelince
otobüs dolusu gözlerini görünce
gecelerim gibi gözlerini görünce
oteldeki yatağım kahvedeki masam
ıssız sokaklarda ayak seslerim
kaldırıma oturup ağlayasım gelirdi
*
ikimiz de yalnızdık bunu saklıyamayız
çalışmak zorundaydık dağılamazdık
evsiz edemezdik yüreğim sana yetmezdi
hem belki hep senin olmayacaktı
geceleri kapımızı çalınca korkuların
yoksul pencerende zavallı sardunyalar
ben kendime kıydım kurtulamadım
sen kendini yaktın daha kötüsü
sana son yazdıklarımı okuyabilsem
ah bir okuyabilsem, ağrımı duyabilsen
*
o durakta neler kimler ağlamıyor ki (Sayfa: 83-86)


KAŞLARI ÇATIK MAVİ
*
her sabah yeni bir on beşe doğurur bir ana beni
her yeniden doğuşta buruk bir tatla yeniden başlar
------------------------------------[yüreğim
yüreğim benim
---koca motor
-----yabangülü
--------hasan hüseyin
dünya güzel insanlar iyi yaşamak kat kat güzel
öyle çocuklarla el ele yanak yanağayız ki
öyle sarhoşum ki insan olmaktan
vız gelir bundan ötesi
*
aklın karanlık köşeleri bir bir aydınlattığı çağda
soylu köpeciklerin kuşsütüyle beslendikleri çağda
bir bilgin öle bir sanatçı bir insan öle aç öle
üşüşeler ölüsüne leşçil yaratıklar gibi bir anda
kapışalar beynini gözlerini ellerini sıcaklığını
bir damla su gibi dağılıp gide o eşsiz anıları
aklım kördüğümleri bir bir çözdüğü çağda
*
kimsenin görüp göstereceği yok
yıkılmış bunak bir uygarlık düşünen başlar üstüne
taşlar antikalaşır ölüler kutsallaşır da
---iğilen olmaz milyonların sürünen diriliğine
kim bilecek
---kim duyacak
-----kim anlayacak kim
çocuk gözlerimize inatçı karalar oturduğunu
çılgınca özlenen bir öpüşün orta yerinde
*
binlerce buçuk günü bir tek güne sığdırıp ölmek
akan yıldız gibi gelip geçmek bir günde
yüreğim benim
---koca motor
-----yabangülü
--------hasan hüseyin
vız gelir bundan ötesi (Sayfa: 99-102)

5 Ocak 2024 Cuma

Marlo Morgan - Bir Çift Yürek (Türkçesi: Eren Cendey)


Arka Kapak

*
Bir Çift Yürek, Amerikalı bir kadının Avustralya'da yaşadığı ruhsal yolculuğun öyküsüdür. Göçebe kültürden Aborijinler eşliğinde, kabilenin kendilerini adlandırdıkları şekliyle, "Gerçek İnsanlar"la birlikte dört ay süren ve çölü boydan boya katettikleri uzun bir yürüyüşe çıkar. Bu süre boyunca, çölün çorak coğrafyasındaki bitkiler ve hayvanlarla uyum içinde yaşamayı öğrenir. Olağandışı insanlardan oluşan bu toplulukla birlikte yaptığı yolculukta Morgan, bu insanların 50.000 yıllık kültürlerinin felsefesi ve bilgeliğiyle tanışır.
*
Macerasının ilk gününden itibaren bu çetin yolculuğun zorluklarıyla mücadele etmek zorunda kalır. Dayanıklılığının hergün sınandığı bu zorlu yolculukta, karşılaştığı her zorlukla birlikte ruhu da değişime uğrar.
*
Aborijinler onu, büyük bir alçakgönüllülükle kendilerinden biri olarak kabul eder ve onun şefkat dolu öğretmenleri olurlar. Öğretmenlerinden her insanın eşsiz niteliklerini ve içsel ruhunu takdir etmeyi ve kutlamayı öğrenirken bir yandan da güçlü doğal şifa yöntemlerine tanık olup onların canlılarla ilgili farkındalıklarının ne kadar derin ve anlamlı olduğunu da anlamaya başlar.
*
Bir Çift Yürek, yazarın kendi bastırdığı ilk basımından itibaren uluslararası bestseller olmuş ve tüm insanlığa eşsiz, zamanın derinliklerinden gelen güçlü bir mesaj iletmiştir. Eğer tüm varlıkların, aynı evrensel birliğin bir parçası olduğunu anlarsak, dünyamızı yok oluştan kurtarmak için halen geç kalmış sayılmayız. Var olan her şey inanılmaz derecede güzel ve hassas bir karşılıklı bağımlılık dengesinde bulunmaktadır. Eğer bu mesajı alabilirsek, o zaman bizim yaşamlarımız da Gerçek İnsanlar'ınki gibi bu yüce amaçla dolabilir.
*
*
''Her birimizin içinde, gelişmemize katkıda bulunan deneyimleri yaşadığımız, kuytu bir nokta vardır.'' (Sayfa: 9)


''Çok sonra anlayacaktım ki, maddi nesnelerden ve bazı önyargılardan kurtulmak ''varolmaya'' doğru yapacağım o yürüyüşün gerekli ve vazgeçilmez bir adımıydı.'' (Sayfa: 22)
*
''Bir taş seç. Bunu bilgelikle seç. O senin yaşamını kurtarma gücüne sahiptir.'' (Sayfa: 23)


"Seçimlerini bilgelikle yap, çünkü istediğin şey eline geçebilir." (Sayfa: 39)
*
''İlgilendiğim sağlık programı nedeniyle, anakaranın bütün büyük kentlerinde çalışmalar yaptım. Amerika'da ayrışmamış kanı incelediğim özel bir mikroskobum vardı ve bununla tek bir damla kan alarak hastanın kimyasal pek çok özelliğini grafik olarak saptamam mümkün olurdu. Mikroskobumuz bir kamera ve video ekranına bağlanır ve hasta ile hekim yan yana oturur, akyuvarları, alyuvarları, bakterileri ya da yağları birlikte gözlemlerdik. Ben örnekler alır, hastaya kanını gösterir ve sonra sözgelimi eğer kişi sigara kullanıyorsa, dışarı çıkıp, bir sigara içip gelmesini isterdim. Sonra da bir damla daha kan alıp tek bir sigaranın kanda ne gibi değişiklikler yaptığını kendisine gösterirdim. Bu sistem hastayı bilinçlendirme ve kendi sağlığı konusunda sorumluluklarına sahip çıkmayı öğretmede çok yararlıdır. Hekimler bu yolla hastalarına kanlarındaki yağ oranını veya bağışıklık eksikliklerini gösterebilir ve sonra da bu duruma karşı ne gibi önlemler alabileceğini açıklar. Ne var ki Amerika Birleşik Devletleri'nin sağlık sigortaları koruyucu hekimlik ödemelerini karşılamadığından, hastalar bu çalışmanın ücretini ceplerinden ödemek durumunda kalırlar.'' (Sayfa: 49-50)
*
''..gerçek kültürel köklerini yitiren ve yaşamda bir amacı olmayan insanların elinden ancak ö*ümle kum*r oynamak gelir.'' (Sayfa: 55)


''Her bebeğe doğduğunda bir ad veriyorlardı ama yıllarla beraber bu ad gölgede kalıyor, kişi kendine yakışan adı özgürce seçiyordu. Kaldı ki alınan adlar da bir ömür boyu kişiye takılı kalmıyor, bilgelik, yaratıcılık ve belirleyicilik arttıkça yeni adlar kazanılıyordu. Bizim grubumuzda pek çoğunun yanı sıra bir Masal Anlatıcı, bir Alet Yapıcı, bir Sır Saklayıcı, bir Dikiş Ustası ve bir de Büyük Müzik vardı.'' (Sayfa: 66)


''İnsan yüreğinden akan tek şeyin kan olmadığını öğrenmiştim.
(..) Kampın ötelerinde birisi bir şey söyledi, sözü yanındaki tekrar etti ve sonra herkes aynı sözcüğü sırası gelince yineledi. En sonunda sözcük benim yanımda yatan Ooota'ya geçti. O da bana döndü ve şöyle dedi: ''Rica ederim, güzel bir gündü.''
Sessiz ve içten teşekkürüme beklenmedik bir biçimde yanıt alınca, bu kez yüksek sesle yineledim duygularımı: ''Teşekkür ederim.''..'' (Sayfa: 70)


''Bu insanlar yazılı bir dil kullanmayı reddetmişlerdi çünkü onlara göre, yazı, belleğin gücünü yok ediyordu. Eğer sürekli alıştırma yapılırsa bellek mükemmel bir işlerlik sergilerdi.'' (Sayfa: 79)


''Bir gecelik uykuyla yenilenmenin, bir yudum suyla susuzluğumu gidermenin ve tatlıdan acıya uzanan lezzetlerle doymanın tadını çıkarmaya başladım. Bütün ömrüm boyunca bana güvenli bir iş edinmem, enflasyona karşı korunmam, bir mülk satın almam ve emekliliğim için para biriktirmem gerekliliği anımsatılmıştı. Burada bizim sosyal güvencemiz asla düzenini bozmadan doğup batan güneşti. Benim standartlarıma göre dünyanın en korunmasız ırkı ne ülserden, ne yüksek tansiyondan, ne de kalp hastalıklarından yakınıyordu.'' (Sayfa: 80)


''..çevremdekileri bu zihinsel telepati olayına inandırmamın çok güç olacağını seziyordum. Onlar, dünyanın her yanında insanların birbirlerini acımasızca öldürmesini kolaylıkla benimseyebilirlerdi ama yeryüzünde ırkçı olmayan, müthiş bir uyum ve dayanışma içerisinde yaşayan, kendi yeteneklerini bulup ortaya çıkarmak kadar, başkalarının yeteneklerini de onurlandıran insanlar olduğuna inanmakta güçlük çekebilirlerdi.'' (Sayfa: 86)
*
''..Gerçek İnsanların telepatiden yararlanabilmelerinin nedeni, onların asla yalan söylememesiydi. Bu kabilenin insanları gerçekleri gizlemek, minik ve zararsız yalanlar söylemek nedir bilmezler. Hiç yalan söylemedikleri için saklayacak hiçbir şeyleri de yoktur. Onlar, birbirlerini algılamak için zihinlerini açık tutmaktan ve başkalarına bilgi vermekten yüksünmeyen bir öbek insandır. Ooota bana zihinsel telepatinin işleyişini şöyle açıkladı: sözgelimi iki yaşında bir çocuk ötekinin bir oyuncakla -bir ipe bağlanarak çekilen bir taş olabilir bu- oynadığını görür ve onu elinden almaya niyetlenirse, büyüklerin bu durumu onaylamayan bakışlarını üzerinde hisseder. Bu durumda da başkasının malını izinsiz sahiplenme arzusunun bilindiğini ve de kabullenilmediğini anlar. İkinci çocuksa paylaşmayı ve nesneleri sahiplenmemesi gerektiğini öğrenir. Bu çocuk oyuncakla oynamış ve eğlencenin anısını belleğine kazımıştır, böylece öğrenmiştir ki, arzulanan şey mutluluğun heyecanıdır, nesnenin kendisi değil.'' (Sayfa: 87)


''Gerçek İnsanlar, sesin var oluş nedeni olarak konuşmayı görmezler. Konuşmak, yürek ve akılla yapılır. Ses, konuşma amaçlı kullanıldığı zaman ortaya dökülenler boş sözlerdir, ruhsal içerikli olamazlar. Ses, şarkı söyleme, kutlama yapma ve şifa vermeye yarar. (..)
Kendimi bağışlamayı, yargılamamayı, ama geçmişten ders almayı öğrenmem gerekiyordu. Bana kabul etmeyi, içten olmayı ve başkalarının da aynını yapabilmesi için kendimi sevmeyi öğrettiler.'' (Sayfa: 88)


''..sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bu çok, çok uzun bir zaman dilimidir. Sonsuzluk. Biz biliyoruz ki, sizin toplumunuzda insanlar zamanlarını bileklerinde taşıyorlar ve yaşantınızı buna göre düzenliyorsunuz. İşte şimdi sana soruyorum, sen 'daima' ne kadar uzun bir zaman sürecidir, biliyor musun.?''..'' (Sayfa: 92)
*
''Beni gerçeklere döndürüp korkutacak bir aynam olmadığı için kendimi güzel hissetmekte özgürdüm. Elbette değildim, ama kendimi güzel hissediyordum işte. Bu insanlar beni olduğum gibi kabul etmişlerdi. Beni benimsemişler, özgün ve harika bir insan olduğumu düşünmüşlerdi. Koşulsuz bir şekilde kabullenilmenin ne demek olduğunu anlıyordum.'' (Sayfa: 95)


''Çölde yaşadığımız o günün akşamında Gerçek İnsanlar Kabilesine ait olan o genç kız, çiçek kolyesini yere bıraktı ve Doğa Ana'ya geri verdi. Çiçek ondan beklenen görevi yerine getirmişti. Kız minnettardı, o gün almış olduğu övgülerin anısı ona yeterdi. Çiçek, onun çekici bir insan olduğunu yeniden kanıtlamıştı. Ne var ki kolyesine bu nedenle bağlanması söz konusu olamazdı. Çiçek kuruyacak, ölecek ve humusa dönüşerek yeniden canlanmak için toprağa geri dönecekti.
Ülkemdeki hastamı tekrar geçirdim aklımdan, sonra da genç Aborjin kıza baktım. Onun mücevherinin bir anlamı, bizimkilerinse ekonomik değeri vardı.'' (Sayfa: 99)
*
''Sizlerin yaşama biçiminizi anlamıyor, onaylamıyor ve kabullenmiyoruz ama yargılamıyoruz da. Bizler sizlerin durumunuzu onurlandırıyoruz, çünkü geçmişte vermiş olduğunuz kararlar ve şu anda sahip olduğunuz özgür iradeniz nedeniyle olmanız gereken yerdesiniz.'' (Sayfa: 102)


''Doğum günü partilerinden söz ettiğimde beni ilgiyle dinlediler. Onlara, pastayı, şarkıları, armağanları ve her yıl bir adet artan mumları anlattım. ''Bunu neden yapıyorsunuz.?'' diye sordular. ''Bizler için kutlama özel bir durumu dile getirir. Yaşlanmanın nesi özel anlayamadık, bunu sağlamak için bir çaba göstermeyiz ki.! Bu kendiliğinden olur.''
''Peki,'' dedim ben de, ''Sizler neyi kutlarsınız.?''
''Daha mükemmel olmayı. Bizler eğer geçen yıla oranla daha iyi, daha bilge olmuşsak, bunu kutlarız. Bunu da ancak sen kendin bilebilirsin ve kutlama partisinin ne zaman yapılabileceğini sen söylersin.''..'' (Sayfa: 106)


''Tarihsel bilgilerime ve bazı Avustralyalı dostlarımın şakalarına dayanarak aborjinlerin insan, hatta kendi bebeklerini bile yediklerini biliyordum. Bunun gerçek olup olmadığını onlara sordum. Bana yanıtları şöyle oldu:
''Evet. Zamanın başlangıcından bu yana, insanoğlu denenecek her şeyi denemiştir. Burada, bu ana karada bile bu önlenememiştir. Bu topraklardan gelip geçmiş olan bazı Aborjin grupların kralları, bazılarının da kadın hükümdarları olmuştur; kimi aborjin kabile bir başka kabileden insan kaçırmış, kimisi de insan eti yemeyi denemiştir. Mutantlar insanları öldürür, cesedi yerde çürümeye bırakıp giderler. Yamyamlarsa öldürür ve ölünün etiyle kendi canlarını beslerler. Elbette her iki tarafın yaptığının da anlaşılır bir yanı yoktur. Kendini koruma, öç alma, çıkar ya da beslenme uğruna bir insanoğlunu öldürmek tamamıyla yanlıştır. Gerçek İnsanlar Kabilesi'ni, mutasyona uğramış insanlardan ayıran tek ayrım asla cana kıymamasıdır zaten.''
''Savaşta ahlak yoktur,'' dediler. ''Ama yamyamlar asla bir günde yiyebileceklerinden fazlasını öldürmezler. Sizin savaşlarınızda, birkaç dakika içinde binlerce kişi ölüyor. Belki de sizin komutanlarınıza savaşın beş dakika sürmesi için anlaşmaları konusunda bir öneride bulunmak yerinde olur. Böylece tüm ana babalar savaş alanına gelirler, çocuklarından geri kalan parçaları alır, eve götürüp gömerler. Ondan sonra bir beş dakika daha savaşıp savaşmamak söz konusu olursa, eminim savaşlar biter. Baştan aşağı anlamsız olan bir olaydan anlam çıkarmak çok güç.''..'' (Sayfa: 110-111)
*
''Buluşların anası, gereksinimlerdir.'' (Sayfa: 117)


''Çocuklara özgü eğlence duygusunu yitirmemiş yetişkinler arasında olmak ne hoştu.!'' (Sayfa: 119)
*
''..bu insanlar gerçeğe, iyi niyete inanıyorlardı ve iyi olma inancına sahiptiler.'' (Sayfa: 125)
*
''Tüm insanlar bu dünyayı sadece ziyaret eden ruhlardır. Tüm ruhlar daima yaşayan varlıklardır. Öteki insanlarla tüm karşılaşmalar deneyimdirler ve tüm deneyimler sonsuza dek sürecek bağlantılardır. Gerçek İnsanlar her deneyimin çemberini kapatır. Mutantlardan farklı olarak bizler hiçbir çemberi açık bırakmayız. Eğer yüreğinde başka insanlara karşı kötü duygularla yürüyüp gidersen ve bu çember kapanmamışsa, bu yaşamın başka anlarında yinelenecektir. Bir kez değil, dersini alana dek defalarca acı çekersin. İncelemek, öğrenmek ve olanlardan ders alarak bilgelik kazanmak iyidir. Minnet duymak, senin deyiminle kutsamak ve huzur içinde yürüyüp gitmek iyidir.'' (Sayfa: 126)


''Eğer bir kişi yedi yaşındaki inançları ile otuzyedi yaşında kendini hâlâ iyi ve mutlu hissedebiliyorsa, bu kişi ömrünü boşa harcamış demektir. Eski düşüncelerden, alışkanlıklardan, inançlardan ve sırasında eski arkadaşlardan sıyrılmak gereklidir. Bir şeyleri arkada bırakıp yürüyebilmek insanlar için güç bir derstir ama yine de yermek gerekmez. Bu onun için sadece bir zorunluluktur. Yenilikler ancak onlar için yer açtığınız zaman yaşantınıza girebilirler.'' (Sayfa: 135)
*
''Arkadaşlarım evrenle bütünleşmenin ustası olmuşlardı; ondan sonuna dek yararlanıyorlar ama onu asla rahatsız etmiyorlardı.'' (Sayfa: 140)


''..''Bir müzisyenin müzikal ifadeyi araması gibi, evrendeki müzik de ifade edilmeyi bekler.''
Yazılı bir dilleri olmadığından bilgiler, kuşaktan kuşağa şarkılar ve danslarla aktarılıyordu. Kumun üzerine çizilemeyecek, müziğe ya da mimiklere dayanan bir tiyatroya dönüştürülemeyecek hiçbir olay yoktu. Yaşantılarının her gününde müziğe yer vardı, çünkü olayları bellekte tazelemek gerekiyordu ve tarihlerini baştan sona dile getirmek ancak bir yılda tamamlanabilirdi.'' (Sayfa: 149)


''Her insan tektir, her birimize özel nitelikler verilmiştir ve bunlar güçlendirilerek ömür boyu süren yeteneklere dönüştürülebilir.'' (Sayfa: 155)
*
''Aborjinlerin açıklamasına göre olduğu yerde dönmek, insanın içinde bulunan yedi enerji girdabının dönüşünü de hızlandırıyordu: sadece kollarımı iki yana açmalı hiç durmadan kendi etrafımda sağa dönmeliydim. (..)
Kabile halkı özellikle bunu istemedikçe geceleri rüya görmüyordu. Uyku, dinlenmek ve bedenin kendini toparlaması için çok önemliydi ve bu zaman diliminde yeni tasarılar için enerji harcamamak gerekirdi. Mutantların sadece geceleri rüya görmelerinin gerekçesi olarak, bizlerin gündüz rüya görmeye iznimizin olmayışını gösteriyorlardı; hele birinin gözleri açık olarak rüya görmesi tamamen yanlış anlaşılıyordu.'' (Sayfa: 157)
*
''İlerleyen günlerde ustanın sanatını gençlere öğretişini izledim ve ona ağrılarını sorduğumda kırışıklarla dolu yüzünde bir gülümseme belirdi ve beni yanıtladı: ''Esnek düşününce, eklemler de esnek oluyor. Artık ağrım kalmadı.''..'' (Sayfa: 159)
*
''Bir olmak, hepimizin aynı olması anlamına gelmez. Her varlık biriciktir ve özgündür. İki varlık asla aynı mekanı kaplamaz.'' (Sayfa: 170)
*
''Kan ve kemik tüm insanlarda bulunur. Farklı olan yürek ve niyettir. (Sayfa: 171)
*
''En fazla parlayan yıldız bir mıknatıs gibi dikkatimi çekti ve bu insanların bizler gibi yaşlanmadıklarını düşünmeye başladım. Evet, belki bedenleri yıpranıyordu ama bu daha çok bir mumun erimesi gibi yavaş ve acısız oluyordu. Hiçbir zaman bir organları yirmi, öteki kırk yaşında iflas etmiyordu. Amerika'da adına stres dediğimiz şeyin bize nasıl bir oyun bozanlık ettiğini şimdi anlıyordum.'' (Sayfa: 174)
*
''Heykellerin pek çoğu inanılmaz ayrıntılıydı, ama içlerinden birinin göz bebekleri yapılmamıştı ve bu beni pek şaşırttı. Sanki, bakışsızdı ve körlüğü simgeler gibiydi. ''Sen Tanrısal Birliğin insanları gördüğünü ve yargıladığını sanıyorsun,'' dedi Ooota. ''Bizlerse onun, varlıkların niyetlerini ve duygularını hissettiğine inanıyoruz. O'nun, bizim ne yaptığımızla ve neden yaptığımızla ilgilendiğini düşünmüyoruz.''..'' (Sayfa: 198)


''Kookaburra'nın bir özelliği de hayatta kalabilme konusunda çok inatçı oluşudur.'' (Sayfa: 198)
*
''Kabile inancı, Tanrısal Birliğin önce kadını yarattığı, dünyanın da bir şarkı halinde var oluşa adım attığı şeklindedir. Tanrısal Bir'lik bir insan değildir. O Tanrıdır, yücedir, bütünüyle olumludur, sevgi dolu bir güçtür. O, dünyayı, enerjiyi yayarak yaratmıştır.'' (Sayfa: 202)
*
''Yerlilerin inancına göre maddesel nesneler korkuya yol açar. İnsanlar ne kadar çok mala sahipse o kadar çok korkarlar. Ve olasılıkla sadece bu nesneler için yaşarlar.'' (Sayfa: 205)
*
''Onlar dinliyordu. Zihinlerindeki tüm düşünceleri siliyorlar ve mesajı almak üzere beklemeye başlıyorlardı. Sanırım bana söylemek istedikleri şuydu: ''Konuşmakla meşgulken, Tanrısal Birliğin sesini duyamazsın.!''..'' (Sayfa: 216)
*
''Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu ver.'' (Sayfa: 227)
*
''Kabile, Tanrısal Birliğin planına göre hiçbir canlının yaşarken acı çekmemesi gerektiğine inanıyordu, eğer bir yaratık ıstırap çekiyorsa, bunu kendi istemiştir diye düşünüyorlardı.'' (Sayfa: 232)


''Lütfen bu bir çift yüreği yitirme dostum'' (..) ''Seninle yeniden karşılaşacağız ve bu kez insan bedenleri yükümüzden kurtulmuş olacağız.'' (Sayfa: 238)
*
''İnsanoğlunun oksijeni yaratamayacağı konusunda haklıydılar. Bunu sadece bitkiler ve ağaçlar başarabilirdi. Bana sık sık şöyle demişlerdi: ''Yeryüzünün canını yok ediyoruz.''..'' (Sayfa: 244)
*
''..üvey annem bana sevgi dolu bir sesle: ''Elbette. Bu ev senin anne babana ait eşyalarla dolu. Babanı anımsatacak bir şeyler alabilirsin,'' deseydi, bundan çıkaracağım hiçbir ders olmazdı. Benim beklediğim zaten böyle sözlerdi. Gerçekte benim olan şeylerin bana verilmemesi beni olgunlaştırdı ve o zaman bu ikilemi öğrendim. Gerçek İnsanlar bana bir sınavı geçmek için önce o sınava girmem gerektiğini söylemişlerdi. Şimdi yaşamımın öyle bir noktasındaydım ki, durum son derece olumsuz bile görünse, ruhsal bir sınavdan geçme fırsatını yakaladığımı görebiliyordum. Neler olup bitmekte olduğunu gözlemek ve onu yargılamak arasındaki ayrımı öğrendim.'' (Sayfa: 249)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...