14 Ocak 2023 Cumartesi

Nâzım Hikmet Ran - İlk Şiirler

Sağlığında yayımlamadığı, Eski Biçimli İlk Şiirleri (1913-1920)


FERYÂD-I VATAN

*
Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses, ah aman aman.!
Sen bu feryâd-ı vatanı dinle, işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit.
*
20 Haziran 1329 [3 Temmuz 1913] (Sayfa: 9)
*
VATANA.!


Ey zavallı vatanım
Neden böyle ağlıyor
Neden midir, çünkü ona
Evlâtları bakmıyor
*
23 Şubat 1330 [8Mart 1915] (Sayfa: 13)
*
''BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN''
*
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin
*
Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin
*
Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin
*
334 [1918] - Yaz - Kadıköy (Sayfa: 21)
*
''KUTUPYILDIZI''
*
Yaşlı duaların sessiz mâkesi
Sönmeyen ümidin sönmez yıldızı
Şulenden akıyor teselli sesi
Yıldızlar güzeli gemici kızı
*
Her billurî mavi gece denizde
Bize sevgiliden selâm getiren
Selâmet yıldızı sen gemimizde
Bir peri kızısın âşıkın da ben
*
Issız denizlerde teselli veren
Sonsuz âlemlerin gümüş merkezi
Ümit gibi parla, parla sönmesin
Işığından mahrum etme sen bizi (Sayfa: 26)
*
İNTİZAR
*
-----Bir müteverrimenin başucunda
*
''Bu kadının ruhu çok muammalı
Gülüyor ağzından boşandıkça kan'' (Sayfa: 31)
*
RÜYA
*
Dün gece rüyamda gördüm ben sizi
İkimiz sahilde berabermişiz
Enginde soluyan yorgun denizi
Saran ufuklara ruh olmuşuz biz
*
Ak benekli siyah tülüyle gece
Alırken bir solgun günü koynuna
Gözlerin mahmurdu senin gizlice
Bir bûse kondurdum güzel boynuna
*
El ele gülerken her şen yıldıza
Saadet çok uzun sürecek sandım
Hayat dediğimiz o fettan kıza
Aldanmak isterken birden uyandım
*
Şimdi ne gece ne deniz ne siz
Görmüyorum artık o nurlu yeri
Elemle inleyen kalbimde yalnız
Biçâre şiirimin kafiyeleri (Sayfa: 32)
*
Yaprak
*
Soluyan rüzgârın nefeslerinden
Bir sağa bir sola kımıldanarak
Sallanan bir kuru dal üzerinden
Omzumun üstüne düştü bir yaprak
*
Sararmış bir kadit el gibiydi bu
Omzumdan kayarak ilk okşayışı
Akıttı ruhuma soğuk ve kuru
Ölüm düşüncesi denilen kışı.
*
Demek ebediyen yattıktan sonra
Son damlamı emen bir dal üstünden
Kim bilir belki de uyup rüzgâra
Oğlumun omzuna düşeceğim ben
*
O akşam yollarda gezip boş yere
Bu fikre zıt çıkan bin sebep saydım
Yine teselliler bulurdum ömre
Yaprak olduğuma emin olsaydım..
*
1336 [1920] - Kadıköy - Kış (Sayfa: 36)
*
''Şair''
*
-----''Yahya Kemal'e''
*
Her gün daha dalgın görürdüm onu
Bu ıssız beldenin sokaklarında
En acı gülüşün sezdim yolunu
İri gözlerinin nemli akında
*
Bir gün bakmıştım da gittiği yere
Kim bilir diye sordum ben geçenlere
Dediler bir şair küskündür şehre
Mersiye dolaşır dudaklarında
*
1335 [1919] - Peyk-i Şevket Torpido Kruvazörü (Sayfa: 42)
*
DENİZLER ARZUYA EN FENA PUSU
*
Baktım da denizin boşluklarına
Sardı her uzvumu acı bir korku
Belki çıkmam dedim ben de yarına
Kim bilir kaç gözü cezbetti bu su
*
Boşluğa karışmış bugün her biri
Kaç ruhu dinledi derinlikleri
Gidenler bir daha gelmiyor geri
Denizler arzuya en fena pusu
*
1335 [1919] - Sonbahar - Peyk-i Şevket
Torpido Kruvazörü (Sayfa: 42)
*
TAŞYÜREK OSMAN
*
Uzak aksi sadalar yer yer silâh sesleri
Dörtnal giden atların soluyan nefesleri..
*
Dağın yamacında köy çatırtılarla yandı..
Tepede bir atlının gölgesi aydınlandı
Palasının ucundan damlıyor zulmete kan
İşte bir baskın verdi yine Taşyürek Osman.
Heyecana susayan ne kanlı bir gönül bu..
Haraç kesmiş kendine Çorum'a giden yolu
Ne bir kuş uçuruyor, ne kervan geçiriyor
Karşı koyan köyleri kılıçtan geçiriyor.
Yine bir köyü yaktı gazabının rüzgârı
Yangının ışığında göründü atlıları
Hepsinin arkasında sürünen gölgeler var
Kız erkek çoluk çocuk bağlanmış gidiyorlar
İbret olsun diyerek öteki köylere de
Bunları öldürecek şimdi kanlı derede
Bir sarp uçurum vardır gidilirken Çorum'a
Boşluklara açılan bu yalçın uçuruma
Uzak karlı dağlardan her akşam kurt inince
Daha siyah görünür ufuklarında gece
Daha yorgun gibidir semâsında yıldızlar
Bu yorgun yıldızların göklerde ruhu sızlar
Uçurumdan boşluğa baş dönmeden bakılmaz
Eğer kenarlarına yaklaşılırsa biraz
Ölgün bir dua gibi derinden bir ses gelir
Taşların arasından sarı bir su yükselir
Kanlı dere diyorlar işte bu akan suya
Bu gece dere dalmış rüyalı bir uykuya
Taşlarda inleyerek sayıklıyor bu derdi
Onun iniltisine ufuklar cevap verdi
Gitgide yaklaşıyor zulmette bir uğultu
Atlılarıyla gelen Taşyürek Osman'dır bu.
............................................................
............................................................ (Sayfa: 60)
*
SAĞLIĞINDA YAYIMLADIĞI ESKİ BİÇİMLİ İLK ŞİİRLERİ (1919-1925)
*
İMAN
*
-----İlk Yıldız
*
Loşlukta ararken elini, elim:
''Kırk akşam üst üste bakarsan eğer
İlk çıkan yıldıza , dedi sevgilim,
Dolarmış gönlünde boş kalan bir yer.!''
*
Kırk akşam üst üste: ''Sevsin.!'' sözünü
İlk çıkan yıldızla getirdim yâda
Yine aratıyor her yarın dünü
İmanım kalmadı yıldızlara da.!
*
[Üçüncü Kitap, Mart 1336/1920] (Sayfa: 65)


Herkes Gibi
*
Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.
*
Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim,
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin. (Sayfa: 69)
*
Gölgesi


-----Suat Derviş'e
*
Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını;
Bir kere eğemedim bu kadının başını.
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme.
Cevapları o kadar heyecansız ki onun,
Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun.
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde, dolup çarpmadı kalbi.
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal,
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal,
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor.
Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor...
*
Dönüyoruz yine biz bir uzun gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben,
O bana kendisini, gülerek, naklediyor:
''Bilseniz mavi boncuk nasıl yaraştı'' - diyor.
Ya bu kadın delidir, yahut ben çıldırmışım,
Ben ki, birçok kereler kırılmışım, kırmışım,
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı;
Birden onun yüzüne haykırma ihtiyacı
İçimde alev alev tutuştu yangın gibi,
Bir dakika kendimin olamadım sahibi;
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım, dedim,
Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim.
*
[Yedinci Kitap, Kânun-ı evvel 1336/1920] (Sayfa: 102)
*

ONBEŞLER İÇİN:
*
''Karadeniz.. bunu duysun derinliklerin:
O ateşli göğüsleri delen hançerin
Kabzasını alacağız biz elimize.!''
*
Batum 1922
Nâzım Hikmet - Vâlâ Nurettin
[''28-29 Kânuûn-I sâni 1921'', Moskova, 1923, s. 22] (Sayfa: 120)
*
DESTAN
*
Aldı sazı ele Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,
bakalım ne dedi:
*
Bizim fırkaya derler
Cumhuriyetçi Terakkiperver
Hem fırkacıyız, hem berber
İşçiyi çiftçiyi tıraş ederiz
Perdah olmazlarsa telâş ederiz.
*
Yaldızlı bir kazık kakalım
İşçinin açlıktan kokan nefesine
Mavi boncuk takalım
Köylünün püskülsüz fesine
Fakat hürmetle riayetle bakalım
Ecnebi sermayesine
İşçiyi çiftçiyi tıraş ederiz
Perdah olmazlarsa telâş ederiz.
*
Aldı sazı ele Halkçı Cumhuriyet Fırkası,
bakalım ne dedi:
*
Terakkiperver'lere kanmayın
Onlar dostunuzdur sanmayın
Parmağınızı siyasete banmayın
Palan olsa da sırtınıza sırma hırkamız
Samansız bırakmaz sizi Fırkamız.
*
Çıkar elbet bir gün Mesai Kanunu
Yüz sene, bin sene bekleyin bunu
İşte buna derler Ali Cengiz oyunu
Palan da olsa sırtınıza sırma hırkamız
Samansız bırakmaz sizi Fırkamız.
*
Aldı sazı ele amele ve köylü,
bakalım ne dedi:
*
Semerkant elinden yollasanız da
İçini ipekle çullasanız da
Ne kadar telleyip pullasanız da
Sırtıma vurulan palandır palan
İnanmam yalandır, yalandır, yalan.
*
[Orak-Çekiç, 21 Kânun-ı sâni 1925] (Sayfa: 121-122)
*
ONBEŞLERİN KİTÂBESİ
*
Kazıdık Onbeşler'in ismini,
kanlı kızıl bir mermere.!
Bir çelik aynadır gözlerimiz,
Onbeşler'in resmini
görmek isteyenlere..
*
1925, Türkiye [Aydınlık, Şubat 1925] (Sayfa: 122)
*
SAĞLIĞINDA YAYIMLAMADIĞI YENİ BİÇİMLİ İLK ŞİİRLERİ (1922-1927)
*
KÜFRETMEK İSTİYORUM
*
Beyaz getrleri, beyaz eldivenleriyle o
karşımızda
beyaz tırnaklı bir katır gibi dolaşırken
sen
sopa çekmek istiyorsun.
Ben
küfretmek istiyorum.
Kızını, kısrağını, karısını sıradan geçirerek
rugan iskarpinlerinin
deliklerine dek..
Küfretmek istiyorum
ona bir an sövmesem
çişi gelmiş çocuk gibi sıkışıyorum.
Neyleyeyim be.?
İçimden geliyor bu:
küfretmek istiyorum..
*
Moskova, 16 Teşrin-i Evvel [1922] (Sayfa: 162)
*
GÖZLERİM
*
Mavi şimşekleriyle elektrikleşen
mavi gözlerime
iki lastik çizme geçirdim.
Yolladım
onları Anadolu'ya.
Gittiler,
geldiler.
Geldiler fakat nasıl.?
Lastik çizmeler
dizlerine kadar batmış çamura.
Mavi gözlerim
iki isli lamba gibi kapkara olmuş.
Ben hemen
batırdım diş fırçamı
sıcak kanlı beynime
gözlerimi
fırçaladım.
Onlar
iki kırmızı fener gibi
parladılar.
Şimdi benim
mavi gözlerim
kanlı.
Şimdi işte
kızıl bir perde önünden nasıl kaçarsa bir boğa
beni gören her burjuva
öyle kaçıyor.
*
17 Teşrin-i Evvel [1922] (Sayfa: 163)
*
BİZ - HAYATIMIZ - YAPTIĞIMIZ İŞ
*
''Dinle
hayatımızı, 9 kelimede.
Sabah saat sekiz
grevdeyiz.
Saat on
Fertiği çekti patron.
Akşam beş,
barikatlarda düşmana ateş.
Gece dokuz,
kodeste Kapital okuyoruz.''
*
9 Kânun-ı sâni (Ocak) 1923 - Moskova - (Sayfa: 167)
*
BİZDE PANTOLONLA ETEKLİK
*
Aynı kuvvetle inkılabın malıdır
''Radek''in pantolonuyla ''Zetkin''in etekliği..
Bizde
bizim içimizde
etekli de pantolon gibi
Marksizmin sahibi..
Eteklik de kodeste yatmış,
yatabilir.
Mavzer atabilir.
Eteklik de inanmıştır pantolon kadar.
Yok kafamızda fazlamız eksiğimiz bizim.
Küçücük farkımız
yalnız
bacaklarımızın arasında..
*
14 Kânun-ı sâni (Ocak) 1923 - Moskova - (Sayfa: 168)
*
2000 SENESİNİN SANATKÂRLARINA


Ey 77 yıl sonra
Şarkın ''Futurist abidesi'' yükselen meydanlarda
Mısralarını
Mikrofonlarla haykıracak şair.!
Ey suratları düzgünsüz aktörlerine
Kollektivizmin
Temiz optimizmini oynatacak rejisör.!
Ey yirmi birinci asrın mühendis bestekârı,
Ben
Size
1923 senesinde yazdım bu şiiri.
Elbette siz
Sizden
77 yıl evvel gelen
Proleter şairlerinin
Nasıl işlediğini öğrenmek istersiniz.
O zamanlar
Sınıfları kaynatan kazanın
Supapı tutmuyordu artık
Manometrenin ibresi
Fır dönüyordu mihverinde.
Bizimkiler geri onlar ileri
Bizimkiler ileri onlar geri
Faşistler komünistleri kovalıyordu,
Komünistler faşistleri.
Monarşizm
Liberalizm
Komünizm..
Yüzlerle içindeyiz
Biz proleter şairleri.
Elimizde badana fırçaları önümüzde kovalar
Amele kahvelerine destan
Kızıl bayraklara şiar
Fabrika duvarlarına ilan yazıyorduk.
Size istismarsız
Burjuvasız, hükümdarsız
Bir cemiyet veren sınıfımızın
Sesi sıtma görmemiş çığırtkanlarıydık
Ve
Daima öyle
Kaldık.
*
1923 (Sayfa: 170-171)
*
SAĞLIĞINDA YAYIMLADIĞI YENİ BİÇİMLİ İLK ŞİİRLERİ (1922-1927)
*
28 KÂNUNİSANİ
*
- Ta ta taa ta ta Ta ta taa ta ta
Tarih
sınıf-ların
mücadelesidir.
*
- 1921
Kanunisani 28
- Karadeniz
- Burjuvazi
- Biz
- On beş kassap çengelinde sallanan
on beş kesik baş
- On beş arkadaş
- Yoldaş
bunların sen
isimlerini aklında tutma
fakat
28 kanunisaniyi unutma.!
*
- “Siyah gece
“Beyaz kar
“rüzgar
“Rüzgâr.”
*
- Trabzondan bir motor açılıyor
- Sa-hil-de ka-la-ba-lık.!
- Motoru taşlıyorlar
- Son perdeye başlıyorlar.!
- [............................
.................................
.................................
.................................]
- Uluyorlar
- Hav… hav… hak… tü
- Yoldaş unutma bunu
Burjuvazi
---ne zaman aldatsa bizi
---böyle haykırır:
- Hav…hav…hak…tü
- Gördün mü ikinci motörü.?
– İçinde kim var.?
– Arkalarından gidiyorlar.
- İkinci motör birinciye yetişti
- Bordoları bitişti
- Motörler sarsılıyor
- Dalgalar sallıyor
Sallıyor dalgalar.
- Hayır
iki motörde iki sınıf çarpışıyor.
- Biz.!
Onlar.!
- Biz silahsız.
Onlar kamalı.
*
– Tırnaklanmız.
– Kavga son nefese kadar.
– Kavga.
– Dişlerimiz ellerini kemiriyor.
- Kamanın ucu giriyor.
– Girdi…
– Yoldaşlar, ey.!
Artık lüzum yok fazla söze:
Bakın göz göze...
– Karadeniz
on beş kere açtı göğsünü,
on beş kere örtüldü.
Onbeşlerin hepsi
bir komünist gibi öldü.
*
Moskova, 1923 (Sayfa: 193-195)
*
YİNE BU BAHSE DAİR: İLİM


Hayat-harekettir.!
Hareket-tezat.!
Cemiyet tabiatın yapışmış gırtlağına
sınıflar, sınıflara çekmiş bıçak.!
İşte bak.!
bu bizim dışımızda dönen
bizim oynadığımız sinema şeridinin
beynimizin perdesinde ''ilim'' denen
çizgileşmiş resmi var.!
''İlim'' kavgadan doğar
kavga içindir ''ilim''.
*
[1924/Aydınlık, Teşrin-i evvel 1924] (Sayfa: 203)
*
SAKKO İLE VANZETTİ:
*
''Biz nasıl bilirsek hep bir ağızdan gülmesini,
biliriz öylece yaşamasını ölmesini
hepimiz - birimiz için,
birimiz - hepimiz için.!''
*
Moskova, 12 Ağustos 1927 (Sayfa: 214)

8 Ocak 2023 Pazar

Anaïs Nin - Ateş Merdivenleri, İçsel Kentler 1 (Çeviren: Püren Özgören)


Arka Kapak:

*
Anaïs Nin’in kendi sözleriyle “kadındaki yıkımla ilgili” olan Ateş Merdivenleri daimi, yerleşik meskeni olmayan ruhların, içsel kentlerden dışarı taştığı yakıcı bir roman.
*
“Yazdıkları anlatılamayacak kadar güzel. En önemlisi, benim asla elde edemeyeceğim bir kesinlik, anlayış ve olgun bir hüner var.”
*
Henry Miller
*
Önsöz:
*
''1945'te şöyle yazdı Nin: ''Bocalamanın, kafa karışıklığının kökenine dönmek gerekiyor, çünkü bu, kadının kendi doğasını anlamak için verdiği savaşımın başlangıcıdır.. Henüz erkekle değil, onun içindeki çocukla bağlantı kurabilen, yalnızca anneliğe muktedir olan kadının kendi kendisiyle giriştiği savaşın ilk adımı. Bahçedeki aynalar, kadının daha ileriye gitmeden önce durup dikkatle bakması gereken aynalardır. İşte aynaların ve onun karşısına dikilen öyküsüdür bu; aynalardaysa salt kadınların görmeyi göze alabileceği bir şey var: Henüz tamamlanmamış olan bir kadın.''..'' (Sayfa: 5)
*
''Hayatın asıl mucizeleri, derinlerde yatar. Gerçek adına derinlikleri araştırmaksa asıl mucizedir ve bunu en iyi çocuklarla sanatçılar bilir: Büyü ve güç, gerçektedir.''
*
Anais Nin (Sayfa: 9)
*
''Anais Nin amacını bize tekrar tekrar anımsatır: ''Ruh doktorlarının her gün mücadele ettiği dramayı, o acıyı resmetmek: Dağılmış, yayılmış bir görüş açısı, kopmuş bağlantılar, simgesel dramlardan oluşan bir dünya ve ruhsal vizyonun, imgelem gücünün bu dünyada yarattığı, tamamen farklı ve anlaşılması güç sorunlar. Ben nesnel gerçek, fotoğrafsal gerçek hakkında yazmıyorum, gerçeğin insanların gördüğü ve hissettiği biçimini yazıyorum: Onların gerçekliğini.''..''
*
Gunther Stublmann
Becket, Massachusetts,
Bahar, 1995 (Sayfa: 10)
*
I. KISIM
*
BU AÇLIK:
*
''Erkek kadına kendi iradesini dayattığı zaman, kadın onu şu varsayıma inandırmayı bilir, bunun tadını çıkarmasına izin verir: O, kadından daha güçlüdür ve onun iradesini kabullenmek kadın için büyük bir zevktir. Bunu kadın yaptığı zamansa, erkek ona, ilk adımı atmanın ve rolleri ters yüz etmenin suçluluğu dışında hiçbir keyif duygusu vermez. Kadın sıkça sormak zorunda kalır: ''Şunu yapmak ister misin.?'' Oysa erkek bilmez.. Ve kadın boşluğu doldurur; ilerleyebilmek, devinebilmek, hissedebilmek adına boşlukları doldurur; o zaman da erkek söylenir: ''Beni çok zorluyorsun.!''..'' (Sayfa: 18)
*
''..aşkının gücünü de hissetti; bu aşkın engele hızla çarpan şiddetini ve engelin direncini. Ona göre bu çarpışma, tutkunun gerçekliğini kanıtlıyordu.'' (Sayfa: 18-19)
*
''..o zaten annesinin mülkiyetindeydi ve aynı anda iki kişiye ait olmak demek sıfırlanmak, yok olmak demekti. ..iki aşkın göğüs göğüse gelmesinin, birbirinin karşısına dikilmesinin anlamı ölümdü.'' (Sayfa: 19)
*
''Altı yaşındayken, annesine çocukların nasıl doğduğunu sormuş, annesi şöyle yanıtlamıştı: ''Seni ben yaptım.''..'' (Sayfa: 20)


''Derinlerde, doğasının arzuladığı şey, onu razı etmeleriydi: teslim olmaya, silahları bırakmaya.'' (Sayfa: 23)
*
''Tüm diğer kederler, hastalıklar ya da acılar öteki insanlar tarafından anlaşılır, paylaşılır, esefle karşılanır. Bir tek bu, bu gizemli ve yapayalnız hüzün hariç.'' (Sayfa: 24)
*
''..dışarıda yaralanıp içe dönen ama orada kalmayı reddeden ve yenilenmiş bir görme gücüyle, taptaze bir bakış açısıyla geri dönen gözlerdi. Katlanılmaz çıplak gerçeklerle, katlanılmaz çıplak acıyla her karşılaşmanın ardından, içteki odaların aynalarına, anlamanın ve yansımanın yarattığı dönüşüme sığınıyorlardı ki yeniden yüzeye çıkıp çıplak gerçekle bir kere daha yüzleşebilsinler.'' (..) ''Bu içsel odada başka karaltılar da vardı. Kucağındaki çocuğu emziren Meryem Ana. Küçük çocuğa sonsuzcasına yapışan, musallat olan anne imgesi.'' (Sayfa: 27)
*
''Gerard'ı yitirdim çünkü üzerine atladım. Duygularımı dile getirdim. Korktu. Neden hep korkan erkeklere aşık oluyorum.? Evet, korktu ve benim onun peşinden koşmam gerekti. Djuna, erkeklerin kur yaptıkları bir kadını elde edemedikleri zaman o kadar da incinmediklerini fark ettin mi.? Oysa kadınlar incinir. Kadın Don Juan'ı oynayıp bir erkeği kovalar da o erkek geri çekilirse, kadın az ya da çok, mutlaka sakatlanır.'' (Sayfa: 28)
*
''Henüz küçük bir çocukken özgür iradesiyle seçimini yaptı; kişinin kendi doğasına bilgelik ve anlayış yoluyla egemen olmasını sağlayan, Doğululara özgü bir tavır benimsedi. Ve sonunda bilinen her aracı (sanat, estetik, felsefe, ruhbilim) kullanarak doğasını ehlileştirdi.'' (Sayfa: 30)
*
''Hayat, sonunda tuzaklara ve ağlara dönüşen kalıplar halinde donmaya, kristalleşmeye eğilimlidir. İnsanlar birbirlerini ilk ''halleri'' ya da ''biçimleri''yle görmeye ve buna uygun bir ritim tutturmaya yatkındırlar. Sevdiklerindeki değişimleri, yaklaşan dönüşümü fark etmekte müthiş zorlanırlar. Sonunda yeni kişiyi nihayet algılayabilseler bile bu sefer de ritmi değiştirmekte zorlanırlar.'' (Sayfa: 35)
*
''Bütün duygusal tarihimiz, örümcekle sineğin öyküsünden ibarettir; buna bir de, sineğin ağın örülüşüne yardım etmesi gibi bir trajedi eklenmiştir.'' (Sayfa: 36)
*
''Karanlıkta insanlar cesurdur, her türlü hayali kurmaya cesaret ederler. Ve her şeyi anlatmaya.'' (Sayfa: 37)
*
''Mutluluğu bir mücevher, karşılığında büyük acılar ve suçluluk duygularıyla kıvranmayı göze alacağın bir mücevher olarak görmek. Bugün bile Lillian, ne zaman başıma güzel bir şey gelse, bir aşk, bir esrime ya da mükemmel bir an yaşasam, hemen ardından acıyı beklerim.'' (Sayfa: 40)
*
''..tımarhaneye kapatıldı. Kimseye zarar vermemişti. Savaş çıkınca, çiçekçilerden aşırdığı çiçekleri dünyaya barış getirmek için yediğini söyledi. Eğer herkes çiçek yese dünyaya barış egemen olur, dedi.'' 8Sayfa: 40)
*
''Gerçek çocuklardan hiçbir zaman haz etmedim, bir tek yetişkinlerin içindeki çocukları severim. (..) Şu sözde yetişkinlerin içinde öyle çok çocuk, öyle çok terkedilmiş yetim var ki.'' (Sayfa: 47)
*
''..çorabındaki incecik bir kaçığı bile yiğitçe taşıyamazdı. Kopmuş bir düğme onu allak bullak etmeye yeterdi.'' (Sayfa: 49)
*
''..onun bağlılığının minicik kanıtlarını birbirine ekliyor, kendisinin o parçalanmış, yırtık pırtık aşkına ve inancına giydirebileceği bir elbise yapmaya çalışıyordu. Dikkatsiz, baştan savma bir makasın kesip biçtiği inancı onardı, dikti, ördü, yamadı. Erkek hor kullandı, fırlatıp attı; ona sunulan hazineleri değerlendiremedi, koruyamadı, elinde tutamadı. Sanki cepleri sürekli delikti..'' (Sayfa: 61)
*
''Erkeğin herhangi bir şeye duyduğu açlık, kadını bir anda Alaattin'in sihirli lambasına dönüştürüyordu: Erkeğin rüyaları bile yerine getirilmeliydi.'' (Sayfa: 62)
*
''Onu incittiğini bile bile her şeyi anlatıyor, hiçbir şeyi saklamıyordu. Gizlisi saklısı yoktu.'' (..) ''En sevdiği oyun, başkalarının değer verdiği bir şeyi fırlatıp atmak, diğerlerinin gözü gibi sakındığı bir şeyi kırmaktı. Gelenekler, alışkanlıklar, eşyalar. En büyük eğlencesi, yok etmekti.'' (Sayfa: 65)
*
''Hiçbir kadın, rahminde kıpırdayan canı yargılamamıştır.'' (Sayfa: 66)
*
''İki dost. Tanrım, bir erkekle bir kadının aşkı, cinsel isteği, her şeyi aşıp iki dost olması mümkün mü.? İşte, seninle bunu başardığımızı hissediyorum.'' (Sayfa: 69)
*
''Bağlılık halkası genişledikçe, Lillian insanların yeniden yalnızlığa yuvarlandığı çatlağın daha da büyüdüğünü görüyordu.'' (Sayfa: 72)
*
''İnsan geçmişi nasıl arındırır.? Suçluluk, pişmanlıklar eski bir manto gibi birine verilemez ki.'' (Sayfa: 74)


''Evet, cansız figürler de insanda tutku yaratabilir: Bir Chirico resminde insanların arasına karışmayı başaramayan bir heykel olsa, birileri tarafından döllenmemiş olsa ya da bir başkasının içinde, kan ve duygu ağlarına kıskıvrak yakalanmış bir halde yaşasa bile.'' (Sayfa: 77)
*
''Bu kadar uzun bir süre yalnız ve mutsuz olduğun bir yer, senin için yanlış yerdir.'' (Sayfa: 78)
*
''..amacı müziği mavi boşluğa fırlatmak değildi; bir doruğa tırmanmak, piyanoyla olanaksız bir birleşmeye, ancak bir kadınla erkeğin birlikte ulaşabileceği bir bütünlüğe varmak için çalıyordu. Bir esrime ânı, bir erime ânı. İçindeki ihtiras ve kan, fildişi tuşlara doğru hırsla akıyor, onlara aşırı bir akım yüklüyordu. Kendi bedeninin yumruklanmasını, darmaduman edilmesini nasıl istiyorsa, aletin kasasını da öyle dövüyordu. Ve yeryüzündeki acı, ne azizliğe ne de cinsel doyuma erişebilmiş birinin acısıydı. Yükselip camdan dışarıya süzülen şey müzik değil, harcanmamış enerjiyle yüklü bir şehvet çığlığıydı..'' (Sayfa: 80)
*
II KISIM
*
EKMEK VE BİSKÜVİ
*
''Bir tek sarhoşlarla deliler anlamlı konuşur,'' (..) ''Kaosa erişmek için önemsiz, gereksiz olanı kaldırıp atanlar yalnızca sarhoşlarla delilerdir, çünkü zenginlik bir tek kaostadır.'' (..) ''..parmağını bir Sanskritçe öğretmeni gibi havaya dikerek, ''Eğer böyle devam edersen,'' dedi, ''dört bir yana dökülüp saçılmayı sürdürürsen, birinin çıkıp seninle ilgilenmesi gerekecek. Bakıma gereksinim duyacaksın çünkü seninki gerçek bir özgürlük değil, bir özgürlük yanılsaması ya da belki yalnızca bir başkaldırı. Sonuçta kaosun en büyük tuzak olduğu ortaya çıkar ve kendini onun içine hapsolmuş bulursun.'' (Sayfa: 87)
*
''..inşa etmek için konuşurdu. Ona göre her söz, özenli bir yapıya eklenecek kusursuz bir tuğla olmalıydı.'' (Sayfa: 88)
*
''Bütün aşkların başında, bu geriye doğru yolculuk yaşanır: Her âşığın, sevdiği kişiye birinciden başlayarak bütün farklı benliklerini sunma isteği.'' (Sayfa: 92)
*
''Jay fark etmedi: O çocuk Lillian'ın içinde öyle sıkı sıkı kilitlenmiş, öylesine derine gömülmüştü ki ne varlığı ne de tepkisi belli oluyordu. Lillian'ın salt bir kadının tutkusunu yansıtan tavırlarında, duruşunda herhangi bir değişiklik de yapmadı; bir çocuğu dinleyen ama bu küçük bedene doğru eğilmeye, boyunu onunkine uydurmaya çalışmayan bir kadındı bu. Oysa tıpkı Jay gibi kendisi de olgunluğundan, o yetişkin kadın bedeninden sıyrılabilir, çocuk yüzünü, gözlerini, devinimlerini korkusuzca sergileyebilirdi; o zaman Jay o çocuğu görür, onunla iletişim kurabildiğini anlar, kendi çocukluğu aracılığıyla küçük Lillian'a dokunabilirdi; bu iki çocuk karşılaşsaydı Jay ihtiyaçlarının ne kadar benzeştiğini görebilirdi.'' (Sayfa: 94)
*
''..hiçbir özveri, hiçbir cömertlik o ilk reddedilişin tutuşturduğu ölümcül hıncın ateşini söndüremezdi. Her çocukta ve suçluda var olan bu inanca göre, açılan yarayı, verilen zararı hiçbir tazminat onaramaz. Bir zamanlar açlık çekmiş biri, dünyadan öcünü salt gereksindiği şeyi çalarak almaz, yerine asla konulamayacak bir şeye, yani yitirdiği inancına karşılık dünyayı sonu olmayan bir haraca bağlar.'' (..)
''Başka kadınlara duyduğu dürtülerden söz ederken, yüzüne cinsel zevk peşinde olan bir erkeğin değil, yaramaz, davranışları kesinlikle denetlenemeyen, haylaz bir fırlamanın ifadesi yerleşirdi; bu artık sadakatsizlik değil, ''sokağa çıkıp oynamak'' isteyen bir çocuğun gemlenemeyen coşkusuydu.'' (Sayfa: 95)
*
''..''Ben yoksulluğu seçen Buda gibiyim. İlk karımı ve çocuğumu dinsel bir yaşam uğruna terk ettim. Şimdi müritlerimin verdiği bir kâse pirinçle yaşıyorum.''
''Ne öğretiyorsun peki.?'' diye sordu Jay'in havailiğine kapılmayan genç bir adam.
''Bütün acılardan arınmış bir yaşamı.''
Ama onlara dışardan bakan biri, Jay'in hüzünleri, acıları bertaraf edecek gizli bir formül bulmak yerine, hepsini Lillian'ın sırtına yüklediğini düşünürdü; erkeğe inebilecek her darbeyi savuşturmak üzere her an tetikte bekleyen Lillian'ın. Müritleri de kaçınılmaz olarak şu sonuca varıyordu: Onun yaşam tarzına ulaşabilmek için kendilerine birer Lillian bulmaları gerekiyordu.'' (Sayfa: 96)
*
''Onun ruh halini yakalayamayanlar tekneden inebilirdi. Kimyasal tepkimeyi o tetikleyecek değildi. Bırak, herkes kendisi öğrensin.''
(..)
''Hapisten yeni çıktım da.. Hücrede yalnızca beş adım atabiliyordum, o kadar. Şimdi geniş bir odadayken huzursuz oluyorum. Onu keşfetmek, içselleştirmek istiyorum ama aynı zamanda bir adım daha ileriye gitmemem gerektiğini hissediyorum.'' (Sayfa: 97)
*
''Onlar Jay'in babasıydı. Öyle çok babası vardı ki, çünkü onların hepsini görebiliyordu. Hepsi de birbirinin yerini alabilen yüzlerce babamız, anamız ve sevgilimiz olduğuna inanıyorum, işte Lillia'ın hatası da bu, onun için tek bir anne, tek bir baba, bir koca, bir âşık, bir oğul, bir kız evlat var; hepsi de yeri doldurulamaz, tek ve eşsiz..
Dünyası ne kadar da küçük. Az önce gözlerinde şimşeklerle yanımdan geçen kız, benim kızım. Onu alıp, yitirdiğim kızımın yerine eve götürebilirim. Dünya babalarla dolu, ne zaman bir babaya ihtiyacım olsa yapmam gereken tek şey durup onlardan biriyle konuşmak.. Örneğin şurada oturan, aksakallı, kaptan şapkalı olanla..''
(..)
''Birkaç izmaritiniz yok mu.? İzmariti yeğlerim de. Bağımsızlığıma düşkünümdür, onun için de izmarit toplarım. Sigara, sadakadır. Oysa ben bir aylağım, dilenci değil.'' (Sayfa: 103)
*
''Seferberlikler sırasında, tanımadığım bir vaftiz annesinden mektuplar alırdım. O mektupların nasıl şeyler olduğunu hayal bile edemezsiniz, mösyö. Yanımda bir tane bile yok, çünkü, onları orada, çöllerde okuya okuya eskittim. Öyle sıcak mektuplardı ki soğuk bir ülkede savaşıyor olsaydım onlarla ellerimi ısıtabilirdim. O mektuplar beni öyle mutlu etti ki ilk iznimde hemen kadını aramaya koyuldum. Buysa, inanın çok çetin bir işti, çünkü kadının adresi yoktu.! Küçük bir el arabasıyla muz satıyor, köprülerin altında yatıp kalkıyordu. İznimin tamamını bir şişe kırmızı şarapla onun yanında oturarak geçirdim, tıpkı şu an yaptığımız gibi. Eh, bu daha güzel bir hayattı; orduyu bıraktım.'' (Sayfa: 104)
*
''Acayip, kaba saba bir dünya, diye tıslamıştı Eleştiri Dekanı. Çarpık çurpuk bir dünya. Elbette öyle. Onlar da Paris'teki rehineci dükkânındaki yedi banktan birinde üç saat otursunlar bakalım. Dolent Sokağı'nı bir uçtan ötekine yürüsünler. Belki de böyle serbestçe dolaşmama izin verilmemeli, belki de suçlularla birlikte hapse atılmalıyım. Onları anlıyor, onlara acıyorum. Ben cinayetlerimi boyayla işliyorum. İşlenen her cinayet insanların gözünü bu cinayeti üreten koşullara açıyor ama az sonra yeniden uykuya dalıyorlar; ressam onları uyandırınca da hemen intikamını alıyorlar. Benden parayı da, şöhreti de esirgemekle çok iyi yapıyorlar, çünkü böylece beni sokaklara sürüyorlar ve suratlarına çarpmamı istemedikleri şeyleri önüme sermiş, bana göstermiş oluyorlar. Benim cengelim, Rousseau'nun masum ormanlarından biri değil. Benim vahşi ormanımda herkes düşmanıyla karşılaşıyor. Doğanın yeraltı dünyasında borçlar yine aynı şeyle, birebir ödenmeli: Sahte para geçmiyor. Açlık açlıkla, acı acıyla, yıkım yıkımla.
Ressamın orada bulunma nedeni de hesabı tutmak.'' (Sayfa: 106)
*
''..kendisinin kadın çeşitlemesinden nefret etmesi, özgür erkeğin özgür kadından nefret etmesi gibi; çünkü erkek, kadındaki bu tutku özgürlüğünden nefret eder, çünkü böylesi bir özgürlüğü salt kendine tanır.'' (Sayfa: 109)
*
''..yoksulluğu, aşınmış sandaletleri, nedense meydan okumaların en yüreklisi gibiydi: Kendini bütün hissetmek için kusursuz giysilere ya da yeni sandaletlere gereksinim duymayan birinin seçimi.''
(..)
''..bu kadın onda eşitlik denklik duygusu yaratıyordu..'' (Sayfa: 111)
*
''Konuşması çalkantılı bir ırmak, kopmuş bir inci kolye gibi Lillian'ın çevresine saçıldı.'' (Sayfa: 112)
*
''İnsanın yaşamına, salt, daha sonra karikatürünü yapmak, tuvalde alaya almak için giriyor sanki. Yalnızca çirkinliği ortaya çıkarıyor.''
(..)
''Kimin acı çekeceğini şu kadarcık umursamadan uzanır, canımın istediğini alırım.'' (Sayfa: 113)
*
''Gerçekler hakkında soru sormaman harika. Gerçekler önemsizdir. Önemli olan, özdür. Şu nefret ettiği soruları sormuyorsun: Hangi şehir.? Hangi erkek.? Hangi yıl.? Ne zaman.? Olgular. Ah onlardan tiksiniyorum.!'' (..)
''Onlar, ikisinin de bir ad koyamadığı, kendilerine ait bir dünyada yürüyorlardı.'' (Sayfa: 116)
*
''İki kadın bir gece, bir barın kırmızı ışığının altında buluşunca, ruh hallerindeki benzerliği keşfettiler: Ona, erkeğe gülebiliyorlardı.'' (Sayfa: 117)
*
''Gözlerinde soru işaretlerinden bir tespih.'' (..)
''Oysa hiçbir içki, savaş haliyle ve nefretle başa çıkamaz. Hiçbir içki, acılığı sevmez.'' (Sayfa: 118)
*
''Benzersizlikleri, başkasına benzemeyişleri dünyayı silip süpürdü, tertemiz etti: Onlar şimdi hayatın başlangıcında duruyorlar; çıplak ve geçmişten bütünüyle soyunuk.'' (Sayfa: 120-121)
*
''İlk günahtan, edebi günahlardan, önceden düşünme, tasarlama günahından arınmış iki suçsuz.'' (..)
''Arzularının ve korkularının suratına yepyeni gözlerle bakmanın gücü.'' (Sayfa: 121)
*
''Bedenlerini, yüzlerini değiş tokuş etmeyi her ikisi de arzuluyordu. Her ikisi de, öteki olmak için ürkütücü, yıpratıcı bir özlemle yanıp tutuşuyordu.'' (Sayfa: 122)
*
''Hiçbir bedensel temas, içlerindeki o gizemli arzuyu, ötekinin yerine geçme özlemini karşılayamazdı. Almak değil; solumak, içine çekmek, emmek, kendine mal etmek ve değişmek.'' (..) ''Onlar yatarken şafak odaya sızdı; camlardaki kiri, masadaki çatlağı, duvarlardaki lekeleri gösteren gri bir gündoğumu.'' (Sayfa: 123)
*
''..''Tam da bir sanatçının doğabileceği harika, zifiri bir gece,'' dedi Jay. ''Mutlaka gece doğmalı ki ana-babasının ona yalnızca yedi ay can verdiğini kimse fark edemesin. Hiçbir sanatçıda rahimde dokuz ay kalacak sabır yoktur. Yuvadan bir an önce kaçmalıdır o. Sanatçı kendini tamamlama, kendini yaratma saplantısıyla, bir tür cinnetle doğmuştur. Öyle katmanlı ve öyle şekilsizdir ki özü sürekli parçalanıp dağılır; onu yeniden birleştiren tek şeyse çalışmasıdır. Hayal gücüyle bütün kalıplara dolabilir, kendini çoğaltıp bölebilir; öte yandan ne yaparsa yapsın, hep ikiye bölünmüş olarak kalacaktır: İki tane.'' (Sayfa: 125)
*
''Onun bu balina iriliğindeki benliğinin, balina şişkinliğindeki egosunun karanlık kovuklarında Lillian'ın yaşamayı, soluk almayı becerip beceremediği Jay'in umurunda bile değildi.'' (..) ''..bu kadar çok yalan söylemesinin nedeni bence karşısındakine gizemden, hayalden başka sunacak bir şeyi olmaması. Belki de bütün o sırların gerisinde hiçbir şey yok.'' (Sayfa: 126)
*
''..bir zamanlar yüreğinin olduğu yerde şimdi koca bir delik bulunduğu duygusuna kapıldı; kalp atışının, pompalanan kanın yerinde şimdi hedefini bulmuş, irice bir kurşunun açtığı esintili bir delik vardı.'' (Sayfa: 127)
*
''Erkeğin varlığından yayılan o belirgin, somut ışıltı, kendini ''insan sıcaklığı'' diye yutturmayı beceriyordu. Sesi öyle ılıktı ki dile gelmiş duygunun sesiydi sanki. Devinimleri sıcaktı; elleri dokunmaktan hoşlanırdı. Ellerini sık sık insanlara değdirir, insanlar da bunu sevgi sanırdı. Oysa yalnızca fiziki bir sıcaklıktı bu, güneş gibi, Kimyasal bir madde gibi ısı yayıyordu, hepsi o kadar.'' (..)
''Biri kapıyı çaldığı zaman, bana, tahtaya değil de yüreğime vuruluyormuş gibi gelir. Her darbe doğruca yüreğime ulaşır.'' (..)
''Dışarıya çıkmak, bütün bir geceyi, beni ona bağlayan bütün o sicimleri, ona duyduğum aşkı, beni bir bekâret kemeri gibi sımsıkı kuşatan bu sevdayı hissetmeksizin geçirmek için neler vermezdim.'' (Sayfa: 128)
*
''Bir erkek her kaprisini, her fantezisini, her dürtüsünü sonuna kadar yaşamaya karar vermişse, bu akışla, bu tufanla artık hiçbir Nuh'un Gemisi baş edemezdi.'' (Sayfa: 129)
*
''Herkesi şaşırtıyor, allak bullak ediyor. Kendimi bütünüyle onun ellerine bıraktım. Tek arzum, olağanüstü bir şey yaratacak olan birine hizmet etmekti; aynı zamanda kendimi yaratmama da yardım edeceğini sandım. Oysa yakıcı biri o; beni de mahvediyor.'' (Sayfa: 130)
*
''..kimse, biçimlendirmesi, sil baştan yaratması için imgesini bir başkasına teslim etmemeli.'' (Sayfa: 131)
*
''Nasıl oluyor da bazı kadınlarda deneyim tortuları birikip böylesine yoğun bir lezzet yaratabiliyordu..'' (Sayfa: 139)
*
''Acı yalnızca yansımada, zihindedir.'' (Sayfa: 140)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...