28 Ekim 2022 Cuma

Dylan Thomas - Deri Ticareti Serüvenleri (Çeviren: Ülker İnce)

Önsöz
*
Dylan Thomas 1953 yılında 39 yaşındayken New York'ta öldüğü zaman, yirmi yıldan beri hayli tanınan, son yayımlanan Toplu Şiirleri'yle ününün doruğuna ulaşmış bir ozandı. Daha ilk ortaya çıkışından başlayarak, kuşakdaşlarının en yeteneklilerinden biri olarak alkışlanmıştı. Ülkemizde de 50'li yıllarda ilgi uyandırmış, şiir ve öyküleri çevrilmişti.
Elinizdeki kitapta onun kabaca 'öykü' denebilecek, Deri Ticareti Serüvenleri kitabından bir derleme bulacaksınız. Kitaba adını veren öykü, yazarının deyimiyle, bitmemiş bir roman. Ölümünden kısa bir süre önce Dylan Thomas bu öykünün tuhaf kahramanının daha sonraki serüvenlerini yazmaktan söz etmişti. Bunu gerçekleştiremedi, böylece öykünün bir ucu açık olarak kaldı. Ama okur isterse Dylan Thomas'ın yerine bu serüvenlerin gerisini getirir, hatta onları günümüze taşıyabilir. O zaman öykünün kahramanı bundan daha da hoşnut olacaktır, çünkü, o zaten hayatta hiçbir adım atmak istemiyor. Onun en büyük serüveni, kendisini rastlantılara bırakmak. Rastlantıların kendisini nereye götüreceğini görmek. Bir eylem ve girişim çılgınlığının yaşandığı şu günlerin ortasında eylemde bulunmayı yadsıyan, kımıldamadan duran bir oğlan, oldukça aykırı görünüyor kuşkusuz ve insanın aklına Lunaçarski'nin düşünce ile eylem konusundaki ilginç bir makalesini getiriyor. Orada, Lunaçarski, Lev Tolstoy'un bir sözü için şunları söylüyor: ''Onun anlamı şudur: İnsanlar her zaman kendilerine, çok önemli görünen kendi işlerine dalarlar, ama acaba bu işleri onlara çok nemliymiş gibi gösteren, hatta önemlerinden hiç kuşku bile duymamalarına yol açan şey, aslında bu işler nedeniyle içine düşülen hayhuyun, insana aklını başına toplayıp, kendisine şöyle biraz uzaktan bakacak zamanı vermemesi değil midir.? Acaba biraz durup düşünebilseler, bir an için gündelik yaşamın dağdağasının dışına çıkıp yüreklerinin derinliklerine, yaşama, doğaya bakabilselerdi, her şeyin önemi böylesine su götürmez görünecek miydi kendilerine.? Tolstoy görünmeyeceği kanısında.''
Biraz düşününce gerçekten de buradan çok ciddi sonuçlara kadar gitmek mümkün. Yani öykü kahramanının yapmak istediği şey, basitçe, bir bilgiçlik değil, belki de durup düşünmeye dolaylı bir çağrı.
Bu bitmemiş roman dışındaki kısa öykülerin kahramanları da çoğunlukla ya yetişkinler dünyasına girmemiş çocuklar ya da dünyanın dış sınırlarına itilmiş deliler, meczuplar, alıklar, sakatlanmış kişiler. Dylan Thomas insan yaşamında acımasızlıkla sevecenliğin, günahsızlıkla mantıksız kötülüğün her zaman yan yana ve iç içeliğini göstermek için daha çok onlardan yararlanıyor. Mizah ve taşlamanın arasından insan sıcaklığının ışıdığı şaşırtıcı öyküler.
*
Ülker İnce (Sayfa: 9-10)
*
Deri Ticareti Serüvenleri
*
1. İyi bir Başlangıç:
*
''..tekerlekler üzerinde hareket eden bu uzun evde, ayağını kapıya dayamış olarak tek başına dalgın dalgın oturuyor, penceresiz bir sessizliğin içinde yolculuk ediyor, kendisini bekleyen birinin olmadığı bir yere saatte 75 kilometre hızla yol alıyor olacaktı, trenin duracağı hiçbir yere yakınlık duymayan bir adam.'' (Sayfa: 23)
*
"..zincirlerinin içinde mutlu olan mutsuz insanlar.." (Sayfa: 25)
*
''Öldürecek zamanı olan soğuk, katı insanlar oturmuşlar, çaylarına, duvardaki saate bakıyor, sorulmayacak sorulara yanıtlar uyduruyor, geçmişteki, gelecekteki davranışlarının haklılığını kanıtlıyor, her ânı soluk almaya başlar başlamaz boğazlıyor, yalan söylüyor, dileklerde bulunuyor, kafalarındaki büyük korkuyla bütün trenleri kaçırıyorlardı; hepsi de son durakta yapayalnızdı. Odanın her yanında zaman ölüyordu. (..) ..bütün masalar boşaldı. Yalnız insanlardan oluşan kalabalık, ardında kül, çay yaprakları ve gazeteleri bırakarak cenaze alayı gibi çıkıp gitti.'' (Sayfa: 29)
*
''..Galiba insan nerede değilse oralarda bir şeyler oluyor. Her şey başka insanların başına geliyor.'' (Sayfa: 57)
*
Düşmanlar:
*
''Güçlü bir rüzgâr sakalını yakalayıp çekmiş, ayaklarının altındaki sebze dünyası kükremişti. Bir ekin kargası gökyüzünde kaybolmuştu, eşini çağırmak için sesler çıkarıyordu ama eşi gelmedi ve ekin kargası gagasında keder iniltisiyle batıya uçtu.'' (Sayfa: 99)
*
''..rüzgâr az ötedeki otların kafalarını geriye uçurur, her yeşil ağzı bir kehanete çevirirken patikaya çeki düzen veriyordu. Sabırla otları boğazlarından yakalıyordu, kökler çevrelerindeki toprakla boğuştuktan sonra topraktan çıkıyorlardı; kökler çıktıktan sonra kalan oyuklarda böcekler harıl harıl çalışıyorlardı, ama adamın parmaklarının arasında can verince hiçbir iz bırakmıyorlardı. Adam onların ölümlerinden bıktı, otların başlarının düşüşünden de bıktı, hem de, daha çok bıktı. Pat diye kökler çıkıyor, pat diye zavallı yeşil başlar düşüyordu.'' (Sayfa: 100)
*
Dışarıda toprağın boz renkli bedeni, otların yeşil derisi, Jarvis tepelerinin göğüsleri vardı; hayvansı toprağı ürperten bir rüzgâr, tarladaki çiyi içen bir güneş vardı; ağaçların derilerindeki deliklerden ter gibi fışkıran bir doğurganlık; uzak kıyılardaki kum tanecikleri üzerlerinde deniz yuvarlandıkça çoğalacaklardı.'' (Sayfa: 104)
*
''Masanın baş tarafında halının üzerinde diz çökmüş dururken karanlık beyne ve hantal kara gövdeye şaşkın şaşkın baktı. Baktı, dua etti, tıpkı düşmanlarıyla çevrilmiş eski bir Tanrı gibi.'' (Sayfa: 106)
*
Ağaç:
*
''..onun Tanrısı şu elma biçimli dünyada tıpkı bir ağaç gibi boy atmış, tomurcuklanıp Çocuklar vermiş ve Çocuklarını dallarından koparıp sürükleyen kış rüzgârlarının eline bırakmıştı; kışı ve ölümü aynı rüzgâr taşıyordu (..) Böyle gecelerde aşkın işe yaramadığını, aşkın çocuklarının çoğunun, kıyıma uğradığını düşünürdü.'' (Sayfa: 108)
*
''Tanrı tuhaf ağaçların içinde büyür, dedi yaşlı adam. Onun ağaçları gelir, tuhaf yerlerde dururlar.
Adam çarmıhın yedi evresinin öyküsünü anlatırken, ağaç, çocuğa dallarını sallıyordu. Bir havarinin sesi yükseliyordu katranlı ciğerlerden.
Sonra onu bir ağaca dayadılar, kanından ayaklarından çivilediler.
Mürver ağacının gövdesinde öğle güneşinin kanı vardı, kabuğunu lekelemişti.'' (Sayfa: 113)
*
Konuk:
*
''Aylar, yılların kilometrelerce içlerine akmış, kuru günlerin dairesi tamamlanmıştı.'' (Sayfa: 120)
*
''Güneşin altında kendi adından daha uzak bir şey yoktu, şiir, bir fasulye sırığının ipine dizilmiş sözcüklerdi. Dudaklarıyla küçük bir ses tonu biçimledi ve bir sözcük söyledi.
Ölüler için yarın yoktu. Bir dahaki akşamdan, o akşamın uykusundan sonra yaşamın, bir tabutun çatlaklarından dışarı fırlayan bir çiçek gibi fışkıracağını düşünemiyordu.'' (Sayfa: 121)
*
''Birtakım serin sözcükler düşündü, bir gölün dibinde boy atmış bir zeytin ağacı için bir dize kurdu. Ama ağaç, sözcüklerden oluşan bir ağaçtı, gölse bir başka sözcükle uyak yapıyordu.'' (Sayfa: 124)
*
''Ah, usulca bırakabilsem kendimi yere, usulca
-----koyabilsem başımı.
Usulca uyusam ölümün uykusunu, usulca duysam
-----sesini.
Akşam saati bahçede yürürken Yaradan.'' (Sayfa: 125)
*
Entari:
*
''Kadından doğma insanoğlunun gecesi yoktur, dedi deli.'' (Sayfa: 132)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...