#SuatDerviş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#SuatDerviş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Nisan 2019 Perşembe

Suat Derviş - Fosforlu Cevriye


Suat Derviş'in adı birçoğumuz için bir tür söylence, hatta efsane gibi söylenen, eserlerine kolay erişilemese de çeşitli açılardan hep anılan bir nitelik taşır. Modern edebiyatımızın ilk ve öncü kadın yazarlarından, çok iyi bir eğitim alıp Avrupa'da okuduğu halde kimi romanlarında toplumun en alt katmanlarından kadınları tasvir etmede usta, hepsi toplumca tanınmış birer aydın olan dört eşinin yanı sıra, örneğin Nâzım Hikmet'i de kendisine âşık etmeyi başarmış bir gönül avcısı, sosyetik sayılabilecek bir çevreye karşın komünizme sempati duyan ve kimi örgütlere katılan biri. Müthiş bir değişim ve/veya dönüşüm çağında, yaşamında olmadık çelişkileri bir arada bulunduran, kendince bir macera yaşayan kişilikli bir kadın. Yani aslında, insana bahşedilmiş tüm fırsat ve olanakları kendi hikâyesinde toplamış biri. Hem sıradan hem de olağanüstü bir hikâye.
Bu sunuşu hazırlamak için Fosforlu Cevriye'yi okurken, tüm bunları duyumsadım. 1940'ların Türkiye'sinde popüler bir gazetede tefrika edilerek geniş bir kesime sunulan bu romanın anlattığı, hayatı Beyoğlu ve Galata'nın en izbe sokaklarında geçen, erkeklerle yaşadığı gece maceraları için kentin Tekfur Sarayı'ndan Tarlabaşı'na, İnönü Gezisi'nden Dolmabahçe sırtlarına kadar çeşitli açık mekânlarını seçen, anne babasını hiç tanımamış, erkek sarrafı ve yaşam işçisi küçük fahişe Cevriye'yi nasıl, nereden tanımış olabilirdi Suat Derviş.? Gazetelerin üçüncü sayfalarından mı, yoksa keskin bir gözlem ve araştırma gücünden mi beslenmişti.?
Ne olursa olsun, Fosforlu Cevriye; kadın-erkek ilişkilerinin henüz (ve hâlâ) evrensel ölçülere göre çok geri olduğu ve özel bakanlığı kurulsa bile, çözümün ufukta gözükmediği ataerkil toplum yapımız içinde hep önemsenen bir figürün, fahişe figürünün edebiyatımıza ve oradan da sinemaya atlayan en ilginç örneklerinden biri olup çıkmış ve sinemada karşılığını bulmuştu. O yılların Yeşilçam'ında bir yandan ''altın yürekli fahişe'' tiplemesi yan rollerde, hatta başkarakterlerde boy gösteriyor, öte yandan yazar-senaryocu Attilâ İlhan'ın gözdesi ''erkek-kadın'' figürü Yalnızlar Rıhtımı, Zümrüt gibi sofistike veya Şoför Nebahat gibi popüler film kahramanlarıyla sinemaya geçiyordu.
Aslında 1944-45 yıllarında gazetede yayımlanan Fosforlu Cevriye'nin sinema macerası gecikmiş sayılabilir. Bunun için Yeşilçam'ın gerçek anlamda şaha kalktığı ve birden çoğalan film sayısıyla farklı ve özgün karakterler aramaya çıktığı 60'lı yılları beklemek gerekti. İlk Fosforlu Cevriye filmi, romanı uyarlayıp yöneten eski kuşaktan Aydın Arakon'un çabasıyla 1959 yılında çekildi. Başrollerde dönemin çok cazibeli, ama karakter olarak da ''erkek gibi kadın'' dedirten ünlü oyuncusu Neriman Köksal vardı. Yanı başındaysa, Cevriye'nin roman boyunca Necatibey Caddesi üzerindeki bir han odasında asla eyleme dönüşmeyen, adı konmamış bir aşk yaşadığı, adını bile öğrenemeden sevdiği erkek olarak da Orhan Günşiray vardı. Üç yıl sonra 1962'de Fosforlu Oyuna Gelmez adıyla ve tıpatıp aynı kadroyla filmin devamı çekilecekti.
Ama bu kadarla kalmadı. Bir kuşak sonrasında, 1969'da bu kez Fosforlu Cevriyem geldi. Bülent Oran senaryoyu yazmış, Nejat Saydam çekmiş ve başrolleriyse Türkan Şoray ile Tanju Gürsu yüklenmişti. Yine bir kuşak sonra, 1978'de Memduh Ün hikâyeyi yeniden ele aldı. Ancak bu kez ciddi anlamda telif sorunlarıyla karşılaştı ve filmin adını Cevriyem yaptı. Her şeyi bir ölçüde yenileştirmek, bu kez emektar Safa Önal'a nasip olmuştu ve Türkan'a bu kez Kadir İnanır eşlik ediyordu. Ayrıca 1966-67'de bu kez Halit Refiğ üst üste Karakolda Ayna Var ve Kız Kolunda Damga Var ikilemesini çekti. Kahramanlar da, oyuncular da farklıydı (Fatma Girik ve Sadri Alışık). Ancak bu filmler adları ve atmosferleriyle Suat Derviş'in romanını akla getirirler. Çünkü bu iki deyiş de romanda sık sık karşımıza gelmektedir. 1989 yılında İbrahim Tatlıses'in yönettiği ve karşısında Sevtap Parman'ın oynadığı Fosforlu'da Suat Derviş'ten ne kalmıştır, kendi adıma hiç bilmiyorum.
Bugünlerden bakıldığında Fosforlu Cevriye, yalnızca edebiyatımız için o dönemde hayli özgün bir kadını (ve çevresindeki bir avuç yan kişiliği) ustaca çizen bir toplumsal-gerçekçi çaba değil, aynı zamanda İstanbul'a adanmış bir kitap da.. O dar çevre içinde dönenip duran küçük insanların arasında önemli bir ölçüde azınlıktan kişilerin bulunması bu dönem duygusunu pekiştiriyor. Çatlak Marika'dan meyhaneci Barba ve Kosti'ye, vaktiyle Ernani (Victor Hugo) oyununu oynayıp kanto söylemiş Ermeni Dikranui, yani Sümbül Dudu'dan kahveci Mavro'ya, Şimamn Hayganos'tan Tatavla Gülü Elonikos'a, yaşlı Mayrık'tan suflör Haçik Efendi'ye tüm bu kişilikler, azınlıkların henüz kovulmadığı bir İstanbul mozaiğini bize yaşatıyorlar. Bu da bu ilginç ve ayrıksı romanın temel özelliklerinden biri olup çıkıyor.
*
SUAT DERVİŞİN KÜÇÜK İNSANLARI
Atilla Dorsay, Eylül 2013 (Sayfa: 7-9)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...