#AnaisNin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#AnaisNin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Nisan 2023 Cumartesi

Anaïs Nin - Minotor'u Kışkırtmak, İçsel Kentler 5 (Çeviren: Püren Özgören)

Arka Kapak:
*
''Anaïs Nin, Minotor'u Kışkırtmak ile İçsel Kentler serisini herkesin içindeki labirentte saklı canavarla yüzleşip kapatıyor ve unutmanın ne anlama geldiğini sorguluyor.''
*
''Hakiki ve tartışmasız bir deha.''
*
Rebecca West
*
"Bazı yolculuklar bir rüya tasarımında, bazılarıysa bir rüyayı yalanlama zorunluluğunda bulur başlangıcını." (Sayfa: 5)
*
''Dünyada doğaçlamaya karşı gizli bir işbirliği vardı. Ona sadece caz müziğinde izin vardı.''
*
''Çalışmak, varoluşun anlamsız, saçma yanlarından biriydi.'' (Sayfa: 6)
*
''Bir tek hayvanlarla çocuklar, gözlerini dikip böyle yoğun, mutlak bir ilgiyle bakabilir. Yerliler, beyaz adamın yolculuğa çıkmasındaki gerçek amacın var olandan, şimdiden uzaklaşmak olduğunu hemen öğrenmemişlerdi; onun sıcaklığı çözümleyip kimyasal bir öze dönüştürmesini, insanları soyutlayıp sembollere çevirmesini sağlayan bilimsel kapasiteden habersizdiler. Beyaz adam nesneleri çok yaklaştırıp çok uzaklaştıran camlar icat etmişti, kameralar, teleskoplar, küçük dürbünler: Canlıyla gözün arasına cam koyan nesneler. Onun ele geçirmeye, sahip olmaya çalıştığı şey imgeydi, yaşayan doku, sıcaklık, insani yakınlık değil.
Yerliler yalnızca şimdiyi, var olanı görürdü. Gözlerle tebessümlerin bu birlikteliği mutluluk vericiydi.'' (Sayfa: 7)
*
''Hepimiz içimizde, diğerlerinden ayrı ve başka, eşsiz bir kent barındırırız, tıpkı aynı kişinin farklı yönlerini barındırdığımız gibi.'' (Sayfa: 8 )
*
''..sen zevkten nasibini yeterince alamayanlardansın.! Fazla zevk alanlarsa midemi bulandırır. (..) Galiba zevkin bile adil dağıtılması gerektiğine inanıyorum.'' (..) ''Caz, bedenin müziğiydi. Alüminyum ve bakır borulardan çıkan soluk, bedenin soluğuydu; yaylıların iniltileri, feryat figanıysa bedenin yaptığı müziğin yankıları. Parmaklardan yayılan dalgacıklar, bedenin titreşimleri. Saklanan temanın salt müzisyenlerce bilinen sırrı, gizli yaşamımızın gizeminden farksızdır.'' (Sayfa: 19)
*
''Bazı anılar ete saplanır, birer kıymık gibi,'' (..) ''onları çıkarmak için ameliyat gerekir.''
(..)
''Gerçeği aramak, kâşiflerin derin denizlere dalması ya da olmayacak yüksekliklere tırmanması gibidir. Her iki durumda da sorun oksijendir; ister çok yukarıya çık ister çok derine in. Bildik, yansız dünyanın dışındaki tüm dünyalar soluk alma güçlüğü yaratır. Mistiklerin, sufilerin soluk alıp vermenin başka yollarına inanmalarının, her farklı deneyim alanı için farklı bir soluma tekniği uygulamaya çalışmalarının nedeni budur.'' (Sayfa: 29)
*
''Kaos, kaçaklar için çok elverişli, harika bir saklanma yeridir. Sen hakikatten kaçıyorsun; bir hakikat-kaçkını.'' (Sayfa: 30)
*
''Korkular, onlara gülünmesine dayanamaz. Bütün korkularını teker teker ele alıp bir listesini çıkarsan, onlarla yüzleşip onlara meydan okumaya karar versen, çoğu uçup gidecektir. Yabancı kadınlar, yabancı ülkeler, yabancı yiyecekler, yabancı hastalıklar..'' (Sayfa: 34)
*
''Plajdaki diğer kadınlar kadar giyinik olmasına karşın ustaca bir hokkabazlık numarasıyla, Gauguin'in Tahiti sahnelerindeki çıplak, dolgun, esmer kadınlardan biri gibi görünmeyi başarırdı.'' (Sayfa: 36)
*
''Hapishaneyi korumak için Bakire'nin tek bir heykelciği, şu koyu esmer tenli Guadalupe'lu Meryem yeterli görülmüştü.'' (Sayfa: 42)
*
''Birilerini özgürlüğüne kavuşturmayı böylesine kafaya taktıysan, aslında, kendinin bir parçasını özgürleştirmeye çalışıyorsun demektir.'' (Sayfa: 49)
*
''Çiçeklerin değerli taşlarını, bol tezhipli, pagan el yazmalarını sergilemeyi kestiği yerde renk dalgalanmalarını meyveler üstleniyordu. Birkaç kez Lillian ağzı meyve doluyken duruvermişti. Şafağı yediği duygusuna kapılmıştı.'' (Sayfa: 52)
*
''..şimdi plajdakilerin arasında açarak bir kaynaşmaya neden olduğu takvim, Maya usulü bir insan kurban etme törenini betimliyordu. Yucatan piramidi, kurban edilmek üzere olan kadından daha küçüktü, kadınsa Çingene Rose Lee'ye benziyordu. Kafası traşlı, zayıf rahip, böylesine görkemli bir bedeni yok etme görevinin altından kalkamayacak kadar çelimsiz görünüyordu. Sağ yandaki etkin yanardağ, kurbanlık bakirenin göğsüyle aynı büyüklükteydi.'' (Sayfa: 54)
*
''İnsanları, kabullenmek istemedikleri özleriyle yüzleştirmek, tehlikelidir.'' (Sayfa: 58)
*
''..kadın Lillian'a Man Ray'in ağız resmini çağrıştırdı: Tuvalin tamamını kaplayan dev bir ağız.'' (Sayfa: 61)
*
''Beyaz insanlar bir yemeğin nasıl pişirilmesini, bir evin nasıl inşa edilip bir elbisenin nasıl yapılmasını istediklerini uzun uzun açıklardı. Yerlilerin gözleri bağlılık nedir bilmezdi; gülümsemelerinde, bu ziyaretçilerin acayipliklerine, eski ya da modern, tuhaf alışkanlıklarına karşı ustaca gizlenmiş bir alaycılık olurdu. Yerliler bu konuklar için çalışır fakat tuhaflıklarına aldırış etmez, garip isteklerine boyun eğmezlerdi; yabancıların cahilliğe ya da kavrama yoksunluğuna yorduğu bu tavırlar aslında değişime karşı pasif ama devasa bir direnişti; kendi yaşam tarzlarını bütün dış etkilerden korumalarını da işte bu direnç sağlıyordu.'' (Sayfa: 64)
*
''Zamanla insan en büyük zalimlikleri bile affeder, nedeniyse basittir: Her insan, babasının, annesinin, oğlunun ya da kızının, kardeşinin veya eşinin (yani hayatını önemli yapan, ona, yeri bir başka şeyle doldurulamayacak bir nitelik katanların) ölümüyle en kutsal, kişisel değerini yitirir. Zaman, insanları sevme gücü olmayan zaman, insanı hemen, çabucak defterden siler. Onun kederleri, acıları ve ölümü ya kolektif tarihe gömülür ya da buharlaşır ve turistlerin kırık sütunların üzerine oturarak, fotoğraf makinelerini boş, yağmalanmış mezarlara çevirerek yakalamaya çalıştığı şiirsel anlara karışır. Bu gezginlerin hiçbiri yıkıntıların ve yankıların arasında asıl neyi öğrendiklerinin farkında değildir: İnsanı değersizleştirmeyi ve kendilerini kendi yok oluşlarına hazırlamayı öğrenmektedirler.'' (Sayfa: 65-66)
*
''İnsanın hayatında, düşüncelerine, kafasından geçenlere tam anlamıyla, yüzde yüz sadık kaldığı bir sohbeti sürdürebileceği biri olmalıydı. (Sayfa: 78)
*
''Zihni, unutkanlık hapıyla bilinçlilik ilacı arasında bir sarkaç gibi salınırken gözlerini yumdu, belleğin kepenklerini indirdi.'' (Sayfa: 86)
*
''Çocuklar kedi yavruları gibidir; başta görme güçleri yoktur, kendilerini sadece ana babalarının gözlerindeki yansılarda görebilirler.'' (Sayfa: 88-89)
*
''İnsanlar onu sadece başları sıkıştığında arardı. Ama parti verdiklerinde filan, onu akıllarına bile getirmezlerdi. Onun başkalarına bol keseden dağıttığı şey, aslında kendisi için şiddetle arzuladığı şeydi. Bu duygudaşlık.. başı dertte olanlara karşı bu şefkat. Oysa eminim, onun başı hepimizden daha çok dertteydi.'' (Sayfa: 109
*
''Onun hayatını biçimlendiren duygu korku olmuştu, arzu ya da aşk değil.'' (Sayfa: 116)
*
''Ruhun arkeologları asla eli boş dönmez. Lillian ayaklarının altındaki labirenti hissetmişti, an az Mexico City'nin altında kazılı geçitler kadar somut bir biçimde, fakat oraya girmekten ve onu yutmayı bekleyen Minotor'la karşılaşmaktan korkmuştu.''
*
MİNOTOR: Girit'te yaşadığı varsayılan ve insan etiyle beslenen, yarı insan yarı boğa biçimindeki yaratık. (Sayfa: 118)
*
''Eğer gözlerinde bir büyüteç taşıyorsa, kendini yaşam içinde küçük bir figür olarak mı görüyordu.?'' (Sayfa: 124)
*
''En yakın dostu olağanüstü bir ressam değil, ressamların en vasatıydı; Jay'i yansılayan, birebir taklit eden bir karikatür, cılız bir yankı; sözcükleri tıpkı Jay gibi ağzının içinde yuvarlar, başını Jay gibi sallar, Jay gülünce gülerdi. Birlikte dadaizmi uyguluyorlardı: Her şey saçmaydı, her şey bir şakaydı. Jay onun resimlerini taşkın, delice övgülere boğardı. (Lillian ona Snacho Panza diyordu.)'' (Sayfa: 125)
*
''Kısa saçları, abisinin kot pantolonu , kalın bir kazak ve tenis ayakkabıları ona birazcık da olsa erkeğin özgüvenini kazandırıyor ve şu yargıya varmasını sağlıyordu: Erkekler kendi kaderlerini tayin edebilir, oysa kadınlar edemez. İlkellerin düşmanı korkutup kaçırmak için maske takmaları gibi o da sırtına erkek kıyafetleri geçiriyordu.'' (Sayfa: 133)
*
''..herkesin ilgisinin Ay'a yöneldiği yıldı. ''Uzayda keşfedilecek ilk cisim, hiç kuşkusuz Ay olacak.'' Oysa insanlar hakkında ne kadar az şey biliyoruz, diye düşündü. Bütün teleskoplar uzaktakine çevrilmiş. Kimse gözlerini içeriye çevirmek istemiyor.'' (Sayfa: 139)
*
''Ay devasa bir göktaşıdır. Yüzeyi milyonlarca yıllık olayların kaydını sakladığı için, güneş sisteminin anahtarı ondadır.'' (Sayfa: 140)
*
''Her koşulda, her gezegen soğuk doğar.'' (..) ''..annesi, onun doğmasını istememişti. İlk inkâr, reddediliş buydu. O aşk tarafından çağrılmaksızın çıkagelmiş, kıskanan babası bu doğuma içerlemişti.'' (Sayfa: 141)
*
Wayne McEvilly, Sonsöz, New Mexico Quarterly'nin Kış-İlkbahar 1969 sayısında yayınlanan makaledir:
*
''Dirildiler; yaşayanların ve ölülerin gözcüsü olmak üzere.''
*
Heraklitos (Sayfa: 147)
*
''Minotor'u Kışkırtmak, Nin'in bütün romanları gibi, içimizdeki yankılara dokunuyor; bazen, çok uzun zamandır aşina olduğumuz temalara, uzun zaman önce karşılaşıp çözdüğümüz sorunlara, bazen de henüz adı konmamış, içeriye ne zaman, nasıl girdiğini hâlâ kavrayamadığımız ama yine de açıkça sezinlediğimiz temalara. Nin oraya gitti, bizim gittiğimiz yere; yolculuğu sürdürmek istiyorsak mutlaka gitmemiz gerek, dediğimiz o yere bizden önce gitti; sırma teli tutan, bize yol gösteren o. Bir başka deyişle, bu romanın öğreteceği bir şey var. Tıpkı Nin'in bütün romanları gibi. Onların yaşamdaki titreşimleri, pek az romanın ulaşabileceği derinliklerde ölçülmeli. Bir başka deyişle, zor bir roman bu. Tıpkı Nin'in diğer romanları gibi. Sadece okunmayı değil, üzerinde kafa yormayı, daha doğru bir sözcükle ''tefekkürü'' gerektiren bir kitap.'' (Sayfa: 148)
*
''(Bilgelik -şeylerin doğasını görmeye yönelik çaba, antenleri ardına kadar açma faaliyeti- her şeyden ayrı durur, demişti Heraklitos).'' (Sayfa: 151)
*
''Anais Nin'in, yazan herkes gibi, iki tür okuru var: Arayanlar ve içsel kentlerin labirentlerinde, dehlizlerinde yolculuk etmekte zaten ustalaşmış olanlar - derin deniz dalgıçları, tecrübeli madenciler.'' (Sayfa: 152)
*
''Ama Nin gençlerin prensesi - yol göstericisi. Bir mucize de onun bizim çağımızdan olması; daha çok çerçöp üreten, üstelik bu süprüntüleri insanlık tarihindeki hiçbir çağın yapmadığı kadar ciddiye alan şu yorgun yüzyılımızdan.'' (Sayfa: 156)
*
''..Nin'in görme duyusu, gözleri öyle keskin, öyle net ki çok ileriyi görebiliyor, bu da gerçeği, sadece gerçeği anlatmasını sağlıyor. Eğer gerçek yıkıcıysa, yıkıcıdır. Burada duygudaşlığa, sempatiye yer yoktur.'' (Sayfa: 162)
*
''..sonsuzluğu istemektedir; rahmin o muzır işlevinin yasaklandığı, Havva'nın kara saplanıp donduğu, donmuş bir dünyayı arzular. Havva hiçbir zaman donmadı. Nietzsche bunu çok iyi biliyordu çünkü şunu sorabilmişti: ''Ya gerçek dediğimiz şey bir kadınsa, ya öyleyse.? Evet, ya öyleyse.? Tek sözcükle, Heraklitos. Irmak, akan su, yani ateş. Rüzgârla iş birliği yapan su: dağılma, yaşamın kendisi, akış, değişim, olasılık, tezahür, akıntı. Ateşle suyun çarpışmadığı bir dünya. Karşıtların uyumu. O sihirli Yin ile Ynag döngüsü. Aşk ile ekmek.'' (Sayfa: 162-163)

26 Mart 2023 Pazar

Anais Nin - Aşk Evindeki Casus, İçsel Kentler 4 (Çeviren: Püren Özgören)


Arka Kapak:

*
''Aşk Evindeki Casus'ta üzerindeki gözlerin farkında olan bir kadın yürüyor kalabalıkta ve Anaïs Nin sevginin peşindeki parçalanmış özü ne kadar iyi anladığını kanıtlıyor bir kez daha.''
*
''Bir düz yazı/şiir rüyası: İç hayatın ve çağrıştırdığı imgelerin lirik bir kutlaması.''
*
Daniel Stern
*
''Kim olduğumu biliyor musun.?''
''Hayır, öylesine bir numara çevirdim. Daha önce de yaptığım bir şey. Gecenin bir vakti, bir ses duymak iyi geliyor, hepsi bu.''
''Neden bir yabancı, peki.? Bir arkadaşını arayabilirdin.''
''Yabancılar soru sormaz.'' (Sayfa: 5)
*
''Suç, insanoğlunun tek başına kaldıramayacağı tek yüktür.'' (Sayfa: 6)
*
''Erkek asla ilk konuşan olmaz, duygularını, hoşlandığı, hoşlanmadığı şeyleri dile getirmezdi; beklerdi, önce ötekinin sözcüklerini ya da ruh hallerini yakalamak için; tıpkı günah çıkaran papazlar gibi.'' (Sayfa: 16)
*
''Kollarını açma biçimi, selamlarkenki ses tonu, şöyle derdi: ''Öncelikle seni sakinleştirecek, teselli edeceğim; ilk iş, seni yeniden bir araya getireceğim, çünkü dışarıdaki dünya seni yine hırpalamış.''..'' (Sayfa: 18)
*
"Sende, senin yerine başka şeyleri konuşturma yeteneği var." (Sayfa: 28)
*
''..belleği olan bir yeri tarif ediyordu, geçmiş orada anıları zapteden, uçsuz bucaksız bir yankıydı; oysa burası anıları çöpe atmak ve sadece şimdi'de yaşamak için müthiş bir kararlılığın hüküm sürdüğü yerdi; bellek sadece hantal, baş belası bir bavuldu burada.'' (Sayfa: 28-29) * ''Dünyanın gözlerinden kaçtılar, şarkıcının kehanet dolu, haşin, dölleyici öngörülerinden uzaklaştılar. Merdivenin paslı demirlerinden gecenin yeraltına kaydılar; dünyanın başlangıcında, ilk erkekle ilk kadına kucak açan gizli dehlizlere; sahip olmayı, el koymayı amaçlayan sözcüklerin, serenatların, gönül çelen armağanların bulunmadığı yere; etkilemeye ve boyun eğdirmeye yönelik turnuvaların, aracıların, madalyaların, rozetlerin, hükmeden taçların bulunmadığı, sadece tek bir ritüelin.....'' (Sayfa: 34)
*
''Bir keresinde, yoğun bir fırtına bulutunun, iki zirvesi göğüs uçlarına benzeyen bir dağa çöktüğünü görmüştü; tıpkı bir kucaklayış gibi, öyle yakın, öyle mahremdi ki kendini tutamayıp haykırmıştı: ''işte, olağanüstü bir çiftleşme; dağın kolları yok.!''..'' (Sayfa: 46)
*
''Yavaşça, usulca yataktan indi, erkek uyurken, çıt çıkarmadan giyindi. Parmak uçlarında banyoya girdi.
Rafta istiridye pembesi kılıfları olan yüz pudrası, tarak, dudak boyası buldu. Gülümsedi. Eş.? Metres.? Bu nesnelere en küçük bir pişmanlık, gıpta ya da kıskançlık ürpertisi duymadan bakabilmek ne kadar güzeldi. Özgürlüğün anlamı buydu işte. Bağlılıktan, bağımlılıktan ve acı çekme olasılığından muaf olmak. Derin soluklar aldı; yeni bulduğu bu zevk kaynağı artık sonsuza kadar onundu. Neden bu kadar zor olmuştu ulaşmak.? Öylesine zor olmuştu ki sık sık bu zevkin taklidini yapması gerekmişti.'' (Sayfa: 47)
*
''..hemen uzaklaştığı an; küçücük hatalar, minik kalp kırmalar, en hafif bir ilgisizlik, bir sadakatsizlik kokusu, en küçük, en sıradan bir ihanet; hepsi de ilerideki olası hatalara, daha büyük yanlışlara karşı birer uyarıydı ve eşit, belki biraz daha ciddi, hatta mutlak bir sadakatsizlikle karşılık verilmesi gereken eylemlerdi..'' (Sayfa: 48-49)
*
''İnsanın duygularıyla saptığı bazı yollar, merkezden uzağa yapılan ve kişiyi sonuçta mutlaka sürgüne götüren bu yolculuk, yüreğin haritasında da görülür.'' (Sayfa: 49)
*
''Daha sonra demek, çok geç demekti; sonra diye bir şey yoktu. Ulaşılamaz olana ulaşmak için aşılması gereken mesafe daima çok büyüktü.'' (Sayfa: 51)
*
''Biliyorum,'' dedi, ''Biliyorum..''
''Biliyor musun.?''
''Biliyorum ama mümkün değil,'' dedi, büyük bir tatlılıkla. Sonra ansızın öfke kabardı: ''Benim için ya hepsidir ya da hiç. Bunu daha önce de tattım.. Senin gibi bir kadın.. Arzu. Arzu duyuyorsun ama bana değil. Beni tanımıyorsun. Duyduğun istek benim ırkıma, sahip olduğumuz o efsanevi cinsel güce.''
Uzanıp kadının bileklerini tuttu, yüzünü yüzüne yaklaştırdı: ''Bu beni yok ediyor. Tepeden tırnağa istek fakat sıra kendini bütünüyle vermeye gelince geri çekiliş. Nedeni Afrikalı olmam. Hakkımda ne biliyorsun.? Şarkı söylüyorum, davul çalıyorum ve sen beni arzuluyorsun. Ama ben eğlencelik değilim. Matematikçiyim, bir besteci, bir yazarım.'' Kadına haşin gözlerle baktı; dolgun dudaklarının öfkeyle gerilmesi olanaksızdı fakat gözleri kırbaçlıyordu: ''Ile Joyeuse'e gelip eşim olmayı, bana siyah çocuklar doğurmayı ve zenci nineme sabırla bakmayı kabul etmezsin.!'' (Sayfa: 54-55)
*
''Ben aşk evinde uluslararası bir casusum.'' (..) ''Yaşamın katılıklarına karşı sergilediği alaycılığı, şakacılığı hiç kimse paylaşmayacaktı; kendi ustalığıyla yaşamın sınırlarını alt etmeyi başardığında alkışlayan tek bir kişi çıkmayacaktı.!'' (Sayfa: 68)
*
''..bu kadının infaz saatini bekliyorlardı sanki: Suçuysa yakalanmaktan, teşhir edilmekten paçayı kurtarmak, kesin, belirgin sınırları gözleyen nöbetçileri atlatmak, pasaportsuz, izinsiz bir aşktan ötekine geçmekti.
Her casusun hayatı rezil bir ölümle son bulur.'' (Sayfa: 69)
*
''Bir günün yüz yıllık bir yokluğa denk olduğu, çok eski mezarlara benzeyen yerler vardır.'' (Sayfa: 74)
*
''Telefon telleri sadece sözel iletileri taşır, yeraltındaki keder, umutsuzluk çığlıklarını ise asla. Telgraf gibi onlar da salt nihai ve sınırlı darbeleri iletir: varışlar, yola çıkışlar, doğumlar ve ölümler..'' (Sayfa: 75)
*
''Erkeğin utanç yükünü genellikle kadınlar sırtlanmaz mı -ayarttığı, baştan çıkardığı için üzerine taş yerine utanç fırlatılan kadınlar.?'' (Sayfa: 83)
*
''Az kaldı acıyla haykıracak, aya bağıracaktı; boş geceyi, boş yatağı alay edercesine aydınlatan bu sağır, duygusuz ihtiras tanrıçasına.'' (Sayfa: 84-85)
*
''Savaş haberleriyle ilgilenmiyor musun, gazete okumuyor musun.?''
''Savaşı biliyorum. Savaş hakkında her şeyi biliyorum.''
''Ona hiç yaklaşmadın ki.''
(Ben savaşla yattım; bir keresinde, bütün geceyi savaşla sevişerek geçirdim. Derin savaş yaraları aldım, sizlerin kılına bile dokunmayan savaş benim bedenimde yaralar açtı; asla madalya almayacağım bir kahramanlıktı.!) (Sayfa: 86)
*
''..Bazı eski masallarda, bilirsin, yetişkin kahramanlar yeniden küçültülür; tıpkı çocukluğunu bir kez daha yaşayabilsin diye Alice'in ufaltılması gibi. Rol yapanlar, asıl sahtekârlar bizleriz; hepimiz büyük ve güçlüymüş gibi yapıyoruz. Sense rol yapmayı bilmiyorsun, hepsi bu.'' (Sayfa: 97)
*
''Biri tutsun beni -tutun beni, böylece bir aşktan diğerine, beni çatlatan, dağıtan, ayrıştıran bir başka aşka koşmayayım.. Beni tutun, tek bir aşka bağlayın..'' (..) ''..günün sonunda huzurlu menzillere varan sıradan insanların aksine asla menzile varamayan, onlar gibi durakları, çölleri, sığınakları kabullenemeyen bir gezgindi.'' (Sayfa: 104)
*
''..öyle hızlı hareket ederdi ki hiçbir acı onda fazla oyalanmaz, bir elekten elenircesine akıp giderdi: Tıpkı çocukların anlık kederleri gibi, çabucak unutulan, yerini hemen bir başka ilgiye bırakan, kısa ömürlü bir hüzün. Mola denen şeyi hiç tatmamıştı; durmak, beklemek nedir bilmezdi.'' (Sayfa: 105)
*
''Duchamp'ın ''Merdivenden İnen Çıplak'' resmini ilk kez anladı. Basamaklardan hep birlikte inen şey, aynı kadının dış çizgilerinin sekiz ya da on çeşitlemesiydi; bir kadının kişiliğini defalarca dışavururcasına, pek çok katmana ustaca bölüştürülmüş benlikleri.'' (Sayfa: 119)
*
''Suçluluk duygusu insanın tek başına altından kalkamayacağı tek yüktür.'' (Sayfa: 121)
*
''..izin verdiğin an hayatın çevrene ördüğü o kalıpları kırmak istemişimdir hep.''
''Neden.?''
''Sınırları geçmek, bütün kimlikleri silmek istiyorum; kişiyi daimi olarak tek bir kalıba, tek bir mekâna sokuşturan, değişim umudu olmaksızın mıhlayan her şeyi ortadan kaldırmak istiyorum.'' (Sayfa: 125)
*
''Aşkın düşmanı asla dışarıda değildir; düşman bir erkek ya da kadın değildir, bizde eksik olan şeydir.'' (Sayfa: 126)

28 Şubat 2023 Salı

Anaïs Nin - Dört Odalı Kalp, İçsel Kentler 3 (Çeviren: Püren Özgören)


Arka Kapak:

*
Anaïs Nin’den Dört Odalı Kalp, bir gitarın tellerinin melodisinden yaratıyor hikâyesini ve derinlerden değil sığ hayattan korkanları anlatıyor.
*
“Nin okurlarını, yaptıklarının ve çilelerinin önemini damıtacakları bir duyarlılık ve tefekkür akışına dahil etmeyi istiyor.”
*
New York Times
*
''Bir insanın bir başkasında uyandırdığı hayranlığın, büyülenmenin nedeni, kaynağı, tanışma ânında kişiliğinden yaydığı bir şey değil, tüm varlığının, benliğinin bir hulasasıdır; işte karşısındaki kişinin merakını, hayranlığını ve bağlılığını kıskıvrak yakalamasını sağlayan o güçlü uyuşturucu budur.
Hiçbir çekim ânı yoktur ki geçmişe uzanan derin kökleri bulunmasın; hiçbir çekim ânı çıplak, çorak toprakta yetişmez; bu rasgele bir güzellik çarpması değil, büyük kederlerin, inkişafların ve çabaların, emeklerin yol açtığı bir kazadır.
Aşk, o yüce uyuşturucu, bütün benliklerin tomurcuklarının patladığı, dolu dolu çiçeklendiği sera..
aşk, yüce uyuşturucu, bir simyacının şişesindeki en saptanamaz, en izi bulunamaz maddeleri bile görünür hale getiren kimyasal sıvı
aşk, o yüce uyuşturucu, bütün gizli benlikleri gün ışığına çıkaran kışkırtıcı
parmak izlerini bile görebilen, saptayabilen medyum..
ciğerlere fizikötesi röntgenler için yanardöner ışınlar pompaladı
gözlerin astarına yeni coğrafyalar işledi
sözcükleri yelkenlerle, kulakları kadife suskunluklarla donattı ve az sonra balkon onların gölgelerini de suya düşürdü, düşürdü ki öpücükleri sürekliliğin kutsal sularında vaftiz edilebilsin.'' (Sayfa: 8-9)
*
''Neden bir mavnaya evlerdeki süslerin tıpatıp aynısını taşırlar.? Bunlar, bu insanlar ırmak için, yolculuklar için yaratılmamış. Bunlar alışkanlıkları, âşinalıkları seviyorlar, topraktaki yaşamlarını devam ettirmek istiyorlar..'' (Sayfa: 9)
*
''Eğer aşka bir oyun olarak bakar, oyun niyetine seversen her şeyini kaybedersin; tıpkı yuvasını, karısını yitiren ve şimdi kaybetme korkusuyla, yalnız kalma korkusuyla bana sımsıkı yapışan babam gibi.'' (Sayfa: 10)
*
''(Âşıkları Ali Baba korur.! Onlara haydut şansı verir, suçluluk duygularını yok eder çünkü aşk kimilerinin içini tıka basa doldurur, onları bütün yasaları aşacak biçimde genişletir; artık pişmanlıklara, tereddütlere, korkaklıklara vakit de yoktur, yer de. Aşk özgürce, yorulmaksızın koşarken, diğerlerini -sevgili olmayan ama bu aşk genleşmesinin kurbanı olabilecek kişileri- yanıklardan korumak için bin türlü hilebazlık, tatlı kandırmacalar üretilir.. Bu hilelere karşı nazik, hoşgörülü olun, Robin Hood'a ya da diğer çocuk oyunlarına gösterdiğiniz yumuşaklığı, sabrı gösterin çünkü Anahita, ay tanrıçası nasılsa sonradan yargılayacak, ceza dağıtacaktır, Polis Bey. O yüzden onun emirlerini bekleyin zira size babamın nasıl büyük bir keyifle saydam ve bencil, sevecen ve yalancı, mesafeli ve iflah olmaz biri olduğunu söyleseydim, kesinlikle anlamazdınız, eminim. Kendisine aktarılan bütün aşkı tüketir, bitirir o.'' (Sayfa: 10)
*
''Ben bir denizkızı olmalıyım, Rango. Derinliklerden korkmuyorum ama kof, sığ bir yaşamdan ödüm patlıyor. Oysa sen, zavallı sevgilim, sen bir dağlısın, su senin bir parçan değil. Mutlu olamayacaksın.'' (..)
''..''Dünyanın dışındayız. Bütün tehlikeler dışarıda, dünyada.''
Bütün tehlikeler.. Onlar da bütün âşıklar gibi, aşkta tehlikenin dışarıdan, dünyadan geldiğine inanıyor, aşkın ölüm tohumunun kendi içlerinde yattığından hiç kuşkulanmıyorlardı.'' (..)
''..ayakların öyle hızlı, öyle çevik ki seni bir çift kanat gibi alıp götürüyorlar; kimbilir nereye ama hızla, büyük bir hızla benden uzağa.'' (Sayfa: 14)
*
''İşte şimdi tam anlamıyla doygun, hoşnuttular; bütün âşıkların düşlediği o ıssız adaya, içinde birlikte sil baştan bir dünya yaratacakları hücreye, kozaya ulaşmışlardı.
Karanlıkta birbirlerine pek çok benliklerini verdiler, bir tek en yenileri, sonuncuları atlamış, tanışmalarından önceki yılların öyküsünü dışarıda bırakmışlardı çünkü o tehlikeli yöreden uyuşmazlıklar, kuşkular, kıskançlıklar fışkırabilirdi. Karanlıkta, birbirlerine daha önceki özlerini aktarmaya çalıştılar - daha masum, henüz ellenmemiş, el konmamış olanları.
Bu, her âşığın sevdiği kişiyle dönmek istediği cennetti; o ilk, bâkir benliğini sırf sevdiğine sunabilmek için yeniden yakalamayı arzuladığı cennet.'' (Sayfa: 22-23)
*
''..toprağın ahı tutmuş, yeryüzünün bağırsaklarından yükselen beddualar insanları lanetlemiş gibi.'' (Sayfa: 25)
*
''..ne zaman Odysseia'yı okusam içim dağ adamının denize, kar adamının sıcak iklimlere, esmer, gergin Kızılderili'nin ılık Yunan ışığına rehavetine duyduğu hayranlıkla, büyülenmeyle dolar. İşte beni sana çeken de bu; çünkü sen tropikal iklimsin, içinde güneş var.. O yumuşaklık, o berraklık var..'' (Sayfa: 26)
*
''Kent, fiziksel zindeliği yok eder. Hava ve mekân yetersiz, sınırlıdır. Ciğerler büzüşür. Kan sulanır. İştah kesik ve yozdur.'' (Sayfa: 28)
*
''Zamana karşı bu itaati, insanlar arasında birliğe, uyuma ne kadar seyrek ulaşıldığını ayrımsamasını sağlıyordu. Çok net, çok acıtıcı bir şekilde görüyordu ki gece yarısı iki kişinin yüreğinde çok ender olarak aynı anda vuruyor, gece yarısı iki eşzamanlı arzuyu nadiren uyandırıyordu.. Bu ibredeki en küçük bir oynama, sapma, en küçük bir farklılık, ayrılığın, uyumsuzluğun göstergesi, insanların birbirine karışıp erimesinin olanaksızlığının kanıtıydı.'' (Sayfa: 31)
*
''Aşk hiçbir zaman doğal nedenlerle ölmez. Ölür çünkü biz onun kaynağını beslemeyi bilmeyiz; körlük ve hatalar ve ihanetler yüzünden ölür. Hastalıklardan, aldığı yaralardan ölür; bıkkınlıktan, bakımsızlıktan, susuzluktan, donukluktan ölür ama asla doğal nedenlerle değil. Her âşık, kendi aşkının katili olarak mahkemeye çıkarılabilir. Bir şey seni incittiği, üzdüğü zaman, hemen onu bertaraf etmeye, değiştirmeye koşuyorum; kendimi senin yerine koymaya, senin gibi hissetmeye koşuyorum, sense sabırsız bir el hareketiyle sırtını dönüyor, 'anlamıyorum' diyorsun.'' (Sayfa: 34)
*
''..sırf seni hoşnut etmek için görüşlerinden cayan birine saygı duyamazsın. Buna ikiyüzlülük denir.'' (Sayfa: 35)
*
''..gözleri açık, öylece yattı: Erkeğin, şiddetinin yankılarıyla, güveninin her gün yeni baştan inşa edilmesi gerektiğinin keşfiyle sarsılmış halde; ruhun bu tür hastalıklarının aşkla ya da kendini adamakla sağaltılamayacağını, iblisin köklerde yattığını, hastalığın belirgin, apaçık belirtilerini gidermeye, tedavi etmeye soyunanların ise bitimsiz, sonuçsuz bir işe kalkıştıklarını, başarı umudu olmayan bir görev üstlendiklerini kavramış olarak.'' (Sayfa: 39)
*
''Aşklarının rahminde bir çocuk, tek bir çocuk can bulmadı ama tutulmayan sözler, hiçbir zaman gerçekleşmeyen dilekler, yitirilen bir nesne, nereye konduğu anımsanmayan, henüz okunmamış bir kitap orayı tıka basa doldurdu, ıskartaya çıkarılan eşyalarla dolu bir tavan arasında dönüştürdü.''
*
''Her gün kadına fantezilerden oluşmuş yepyeni bir örümcek ağı veriyor, bundan bir yelken yapmasını, sonra da o yelkeni açıp mavnalarını görkemli, muhteşem bir limana götürmesini istiyordu.'' (Sayfa: 40)
*
''(Aşkın uyuşturma gücü bir kaçış değil çünkü onun kıvrımlarında boy atmamış, güdük kalmış hayaller, büyüklük, yücelik düşleri yatıyor; bunlar yalnızca erkeklerle kadınlar birbirini derinden döllediği zaman serpilir, gelişir. Aynı yatakta yatan ve hayatlarının özünü paylaşan bir erkekle kadından her zaman, mutlaka bir şey doğar. Tutku, ihtiras toprağında daima bir tohum barınır ve bu tohum er geç yeşerir. Arzunun tüten buharları, bir erkeğin doğduğu rahimdir; okşayışların sarhoşluğunda sık sık tarih yaratılır.. Ve bilim ve felsefe.. Çünkü bir kadın dikerken, pişirirken, kucaklarken, örterken, ısıtırken, bir yandan da onu alan erkeğin bir erkekten çok daha fazlası olacağını, hayallerindeki mitolojik figür, kahraman, kâşif, yapıcı/kurucu olacağını düşler.. Hiçbir erkek bir kadının içine (eğer istemsiz bir fahişe değilse) bedelini ödemeden giremez çünkü erkekle kadının tohumlarının karıştığı, birleştiği yerde, kan damlalarının takas edildiği o noktada gerçekleşen değişimler, durmaksızın akan, taşkın kalıtım ırmaklarından farksızdır.'' (Sayfa: 43)
*
''..''Aşka inancını niye yitirdin Rango.? Hiç ihanete uğramamışsın ki.''
''Benden önce bir başkasını sevmiş olmanı kabullenemiyorum.''
Djuna sustu; geçmişe duyulan bu kıskançlığın temelsiz olduğunu düşünüyordu; ona kalırsa, en yoğun sahiplenmeler ve sevişmeler bile bir kez yüreğin tavan arasına kaldırıldı mı, artık yeniden can bulma ve şu ânın aydınlattığı odalara dönme gücünü bütünüyle yitiriyorlardı.'' (..) ''Milyonlarca hücre, aşkın derinlere gömülü çekirdeğini, geçmiş aşkların yeniden dirilebilecek ruhlarından, hortlaksı saldırılarından korur.
Geçmişi en iyi kovalayan, def eden şey, canlı bir bugündür.'' (Sayfa: 46)
*
''(..İki sevişme hiçbir zaman birbirine benzemez. Her âşık kollarında yeni bir vücut tutar, ta ki onu kendi özüyle doldurana dek; özler asla birbirinin aynısı değildir; hiçbir lezzet bir kez daha tekrarlanamaz..)'' (Sayfa: 47)
*
''Bir yüreği kazanmak, bir çocuğu tatmin etmek, mükemmel bir hayat yaratmak katbekat güçken erkeğin ülkeler fethetmeye kalkışması. İnsanlar arasındaki boşluğu, uzaklığı aşmak, üstesinden gelmek bunca zorken, erkeğin icat etme, keşfetme, uzayı dolaşma dürtüsü.. Tek bir insanı anlamak dünyanın en çetin işiyken, insan kişiliğinin derinliklerinin o geniş yüzeyinin henüz yarısı keşfedilişken, erkeğin felsefe sistemlerini düzenleme hırsı..'' (Sayfa: 51)
*
''Dinde taraf tutabilirsin, tarihte taraf tutabilirsin, hem yanında birileri olur, yalnız değilsindir. Ama aşkı, aşk afyonunun tarafını tuttuğun zaman tek başınasın. Çünkü doktorlar haya görmeyi hastalık belirtisi sayar; tarihçiler ona kaçış, düşünürler ise uyuşturucu der ve sevgilin bile seninle birlikte o tehlikeli yolculuğa çıkmaz. Aşk hayalini bu okşayışlar, sevişmeler mavnasının direğine as.. Ateşten bir bayrak.. Bir bandıra gibi.'' (Sayfa: 55)
*
''..kırılgan yüreklerin oluşturacağı yeni hasadın daha verimli, daha bol olabilmesi için senin yüreğinin çok daha sık kırılması, parçalanması gerekli.. Çünkü sanatçı, din adamı gibidir; dünya malına sırt çevrilmesinden, acının, dertlerin kabulünden muhteşemin, olağanüstünün doğacağına inanır - ermişlik ya da sanat. (..)
Tercihini geçmişin belirledi, Djuna: acıyı azaltabileceğini gösterdin, bu yüzden de şenliklere davet edilmiyorsun.
Geçmiş rollerin dönüşü olmayan bir biçimde genişledi, yayıldı; filmi geriye sarmak artık mümkün değil. Geçmiş şefkatlerinin, geçmiş feragatlerinin çok fazla tanığı var; karakterindeki herhangi bir değişiklik onları dehşete düşürür.'' (Sayfa: 60)
*
''Rango evde yaşanan tatsız sahnelerden Djuna'ya kaçıyordu; bir sığınmacı gibi. Başını, kollarını olanca ağırlığıyla kadının dizlerine bırakırdı; Djuna o gün yorgun, bitkin olsa bile, zaten haddinden fazlasını sırtlanmış bir erkeğin yükünü arttırma korkusuyla, bunu ona hissettirmezdi. Kendi ihtiyaçlarını, zayıflıklarını, kusurlarını, kendi korkularını ve dertlerini gizliyordu. Hepsini saklıyordu erkekten. Bunun sonucunda, erkeğin zihninde tükenmez enerjisi, sonsuz kudretiyle her engeli aşabilecek bir Djuna imgesi oluşuyordu. Bu imgedeki en küçük bir leke, onu tutulmamış bir söz kadar sinirlendiriyordu. Kadının gücüne ihtiyacı vardı.
Öte yandan, Zora'yı zayıflığı yüzünden seviyor olması, onun yetersizliklerine, bir kapıyı bile açamayacak kadar beceriksiz, bir pul alıp bir mektubu postalamaktan ya da bir arkadaşıyla tek başına buluşmaktan bile aciz oluşuna engin bir hoşgörü göstermesi, burada derin bir eşitsizlik, müthiş bir haksızlık hisseden Djuna'yı incitiyordu. Zora'nın aşırı çocuksuluğu, Djuna'nın Rango'yla ilişkisindeki bütün doğallığı çalıyor, gasp ediyordu. Bu durum iki kadını iki karşıt kutba yerleştirmekteydi; iki hasım gibi değil, iki karşıt uç gibi: yapıcılığa karşı yıkıcılık, güce karşı zayıflık, vermeye karşı almak.'' (Sayfa: 82-83)
*
''..insanlar yanlış itkilerin harekete geçirdiği bir rolü oynadıkları, sahici, köklü bir gereksinim değil de korkunun, duruma uyum sağlama telaşının biçimlendirdiği dürtülere uydukları zaman, ortaya şöyle bir görüntü çıkar: Zorlama, sırıtan bir roldür bu; kişinin hakiki doğasıyla hiç uyuşmamakta, bu da katlanılmaz bir gerginlik yaratmaktadır.'' (Sayfa: 86)
*
''..oyuncu, sahnede yarattığı yanılsama nedeniyle alkış alırken, yaşamda bir yanılsama yaratmaya, göz boyamaya çalışan kişi, hiçbir saygı görmez.'' (Sayfa: 87)
*
''(Gizlediğimiz benliklerin, başkalarına düşen gölgelerine âşık oluruz..''..) (Sayfa: 93)
*
''..''Daha önce yıkım seni çekiyordu, öyle değil mi.?''
''Evet,'' dedi erkek, ''ama tam değil. Gençken memlekette en hoşuma giden şey sağlık, fiziksel enerji ve zindelikti. Ancak daha sonra burada, Paris'te şairler bana hayata değer vermemeyi öğrettiler.. Dengesizliğin, hırçınlığın daha romantik, başkaldırının ve sıradan bir yaşamla yetinmektense ölmenin daha soylu olduğunu.. bunlar bana artık cazip gelmiyor. Yaşamak istiyorum. O, gerçek ben değilmişim demek..''..'' (Sayfa: 102)
*
''Bugün dünya köksüz; başlarını toprağa gömmüş ağaçlarla dolu bir orman gibi.. Kökler havada deli gibi çırpınıyor, hızla kuruyor. Tek çare, iki kişilik bir dünyayla yeniden başlamak; iki sayısında kusursuzluk umudu var, bu umut giderek herkese, her şeye yayılabilir.. Ama işe temelden başlanmalı, erkekle kadının ilişkisinden.'' (Sayfa: 107)
*
''Aşk, iki kişilik bir deliliktir; aşk, insanların birliğe ulaştığı kristaldir.'' (Sayfa: 110)
*
''Düşlenen şey yapılmış demektir. (..) Tek aşkın acılarından kaçıp pek çok aşka kucak açma hayalini, o gizli düşü gerçekleştirmeyi göze alabilmek.'' (Sayfa: 115)
*
''Senin verdiklerini alan biri, herhangi bir erkek, en büyük değişimleri başarırdı.. Her erkek.. Ben hariç.'' (Sayfa: 122)

16 Şubat 2023 Perşembe

Anaïs Nin - Albatrosun Çocukları, İçsel Kentler 2 (Çeviren: Püren Özgören)


Arka Kapak:

*
Anaïs Nin'den Albatrosun Çocukları, kökleri çocukluğun yaralarına kadar uzanan zaaflara, pusulasız kaybolmaktan korkacağınız içsel kentlere ve insanların sığındığı arzu adalarına dâir sarsıcı bir roman.
*
I. KISIM
*
MÜHÜRLÜ ODA
*
''Sayısız engel, çocukluğuna, yeniyetmeliğine acı yüklemişti..''
*
''Yoksulluktan ağırlaşmış, çıplak ayaklı, yayan çocukluğu..''
*
''Ne zaman ayak parmaklarını yere doğru gerse şöyle düşünürdü: Öksüzler yurdundan, fakirlikten, geçmişimden dans ederek, döne döne uzaklaştım.'' (Sayfa: 7)
*
''Dış dünyada, değiştirmeye gücünün yetmediği gizemli, dışsal felaketlere boyun eğmiş bir kadındı; iç dünyasında ise kimsenin uzanamayacağı kadar derinlere sayısız tünel kazmış, yok olmaktan kurtardığı hazinelerini oraya gömmüş ve orada, tanıdığı dünyanın tam da zıddını inşa etmiş bir kadın.'' (Sayfa: 8 )
*
''İçimde kırılmış bir şey var. Ben başkaları kadar kolay dans edemem, yaşayamam, sevemem. Birlikte dünyayı gezecek olsak muhakkak bir yerlerde bacağımı kırarım. Çünkü bu içsel kırık görünmediği gibi, başkaları için inandırıcı da değil.. Herkesin görebileceği, anlayabileceği bir yerimi kırmadan huzura ermeyeceğim.'' (Sayfa: 12)
*
''..hayvanlar yalnızlıklarını uluyarak kovar, çocuklarsa ana babalarını ve ışığı çağırabilirler. Oysa ben..'' (Sayfa: 13)
*
''..insan hiçliğe yuvarlanmadan hemen önce acı körelmeye başlamıştır ve beden otomatik olarak, aslında acıdan değil, onun anısından yakınmaktadır.'' (Sayfa: 14)
*
''Benliğinin bir parçası olgunlaşırken (örneğin sezgileri, kavrama ya da algı yetenekleri), bir başka parçası çocukken edindiği inancı sıkı sıkı korumuştu: Olaylar, erkekler ve otorite bir araya geldiğinde, insanın başa çıkamayacağı kadar güçlüydü ve insan kendi kalıplarının kurbanı olmaya yazgılıydı.'' (Sayfa: 18)
*
''Yüreğin Çin kırmızısı, vernikli odası; zihnin uçuk yeşil ya da felsefe kahverengisi salonu; bedenin deniz kabuğu pembesi odası, belleğin amberçiçeği kokulu, çok eski dolaplarla dolu tavan arası.''
(..)
''..içindeki çocuğun sesi.. Henüz gömülmemiştir ve uzun zaman önce tutturduğu nakaratı yinelemektedir: Sadece olağanüstüyü istiyorum.!
Sonra insan Djuna'nın alçak, yalın sesi: Aşkı istiyorum.!
Ve sanatçı Djuna'nın sesi: Olağanüstüyü yaratacağım.'' (Sayfa: 21)
*
''Çeyizini hazırlayan ebedi bir gelindi Djuna: Öteki kadınlar nasıl diker, işler, süslerse, o da içsel kentlerini süslüyor, donatıyor, boyuyor, döşüyordu; olağanüstü bir aşk için olağanüstü bir dekor hazırlıyordu.'' (Sayfa: 22)
*
''Yalnızdı; herkesin her sabah, her rüyadan sonra olduğu kadar yalnız.'' (..)
''o, söyleyecek anlamlı bir şeyi yoksa hiç ağzını açmazdı (tıpkı rüyalarda, kaçınılmaz olaylarla kaçınılmaz sözler arasındaki o suskunluk gibi. Rüyalarda tek bir boş, saçma sözcük sarf edilmez.!)'' (..)
''Kim gelip ''Bu benim rüyam, ilmeğin ucunu tut ve bütün yanıtları bul,'' der.?
Yoksa bütün rüyalar yalnız mı yaratılır.?'' (Sayfa: 24)
*
''Uykusuzluğun sıcak çarşaflarında yatarken, rüyanın aldattığı bir insan vardı.
Uykusuzluk, kulağı kirişte olanlar, önemli bir ziyaretçi bekleyenler içindi.'' (Sayfa: 25)
*
''..ne zaman böyle sarılıp sarmalanmış, korunmuş bir halde yürüyüşe çıksa, yürüyen iki kadın varmış gibi geliyordu ona hep: Biri, işgale karşı tuzaklar ve kapanlar kurmayı sürdüren; öteki, birinin giriş kapısını bulmasını ve onu yalnızlıktan kurtarmasını dileyen.'' (Sayfa: 26-27)
*
''Otları ezmedi; tek bir çakıl taşı onun ayaklarından yakınmadı, tek bir bitki boynunu bükmedi, kopmadı.
Danstan farksızdı; dans eşinin ruh haline uygun, duygulu bir menuet*; adımları öyle hafifti ki havada, boşlukta, sessizlikte usulcacık kayıyordu: Her bir ritmi yansılayan, yaprak yeşili gözleri, armoniye duyarlı bedeniyle, en küçük bir uyumsuzluktan, yanlış bir adımdan korkarak, partnerinin niyetini her an kollayarak. (..)
Talan etmeye, el koymaya, ezmeye gelmemişti.''
*
*Menuet: Üç tempolu, ağır ve eski bir dans, bu dansın müziği. (Sayfa: 27)
*
''..ışığını yitirenleri artık sevmiyordu. Bir türlü çözememişti: Duygu iplikleriyle, birlikte dokunmuş, bir yankı gibi birbirini yanıtlayan iki kişi, karanlıkta fosfor gibi ışıldayarak birleşmenin kimyasal kıvılcımlarını mı saçıyordu, yoksa biri ötekinin üzerine içsel rüyasının ışıldağını mı tutuyordu.?'' (Sayfa: 28)
*
''Genç oldukları ve hâlâ kendi arzularının etrafında körlemesine dolanıp durdukları için, birlikte yaptıkları dans, birinin ötekini tekeline aldığı bir dans türü değil, bir tür menuet idi: amacı el koymak, yakalamak, dokunmak, iki karaltı arasında azami boşluğun ve mesafenin akışına izin veren. Çarpışmalardan, birleşmelerden kaçınarak, uyum içinde devinmek. Birbirinin çevresinde dönmek, secde etmek, aynı saçmalıklara gülmek, kendileriyle dalga geçmek, duvarlara asla birleşmeyecek ikiz gölgeler düşürmek. Bu tehlikenin etrafında dans etmek: Bir olma tehlikesinin.! Dans boyunca eşinin kendi kulvarında kalmasına özen göstererek. Omuz omuza, yan yana salınmaya izin var ama kendini ötekine adamak, onun içinde eriyip gitmek yok. Bir evcilik oyunu; adım adım, birlikte aynı kitabı okuyarak, şehvetin hemen sınırında bir sakınma, kaçınma dansını sürdürmek; ışıl ışıl parlayan çemberin dışına çıkmayarak ama çemberi tutuşturacak olan nüveye asla değmeyerek.
Ustalıklı, hünerli bir ''sahiplememe'' dansı.'' (Sayfa: 29)
*
''Asla şöyle demedi: Acım var. Onun yerine, kollarını çaprazlayıp ağrıyan yerine bastırdı; isyankâr bir çocuğu yatıştırmaya, bu öfkeli sinir ucunu sallayıp tıpışlamaya çalışırcasına. Bir kez olsun, korkuyorum, demedi. Ama bir odaya hep parmak uçlarında gözleri pusuları tarayarak girdi.'' (..)
''Tarihsel kişilikler, edebi sevdalar sayesinde, birbirleriyle iletişim kurmanın en karmaşık, en muğlak yolunu bulmuşlardı da en küçük bir temas, parmak uçlarının değmesi bile bu düşsel dünyayı havaya uçurabilirdi sanki.'' (Sayfa: 30)
*
''Kendi aşklarına odaklanabilmek için önce tarihin ve edebiyatın bütün aşklarını yaşamak zorundaydılar sanki.'' (Sayfa: 31)
*
''..o günkü masumluğu ve cahilliğiyle şu büyük kehanette bulunması olanaksızdı: ..ondan kaçmakla arzusunu, tutkusunu ele veriyordu.'' (Sayfa: 33)
*
''..çocuğun doğallığı; söylediği, yaptığı hiçbir şeyin, karşısına dikilen olanaksız ölçütlere uymadığını, ulaşamadığını hissettiren ana babasının katılığı yüzünden her seferinde yenilmiş, başarısızlığa uğramıştı. Çinlilerin kız çocuklarının ayaklarını bağlamasından, doğal büyümeyi durdurmak için metrelerce bezle sıkı sıkı sarmasından daha korkunç bir baskı. Böyle zorba, zalim bir kumaş, çözülmeden, kesilmeden çok uzun süre kullanılırsa sonunda kişiyi mumyaya çevirirdi.'' (..)
*
''Cezalar bu kadar mı büyüktü.. Özünün yaşayan parçalarını, çok sevdiği bir hayvanı, iç dünyasını yansıtan bir günlüğü yok ettirecek kadar.?
''Kişiliğimizin, ebeveynimize gösteremeyeceğimiz ne çok yönü var.''..'' (Sayfa: 42)
*
''Hiçbir hüzün onun her gün bol keseden dağıttığı bu sevgi ziyafetine, bu delice karnavala direnemezdi; her sabaha ilk kahvesini yudumlamanın, yeni bir günün keyfiyle başlayan, karşısına çıkan ilk kişiye ânında yönelttiği sevgiyle süren, erkek, kadın, çocuk ya da hayvan, herhangi bir canlıdan gelen en küçük bir işaretle alevlenen bir tutku, bir yaşama sevinci. Şanssızlıklar, dertler, güçlüklerle toslaştığı zaman bile sarsılmayan, hiç azalmayan bir yaşama coşkusu.'' (Sayfa: 45)
*
''Dans ederek yaralarını sararlardı; coşku ve ateşte kusursuzca birleşerek birbirlerini sağaltırlardı.'' (Sayfa: 46)
*
''Hiçbir zaman sağlam bir ev, dayanıklı mobilyalar istememişti. Bütün bunlar birer tuzaktı. Onlara sonsuza kadar bağlanabilirdin. O, yerinden kolayca oynatabileceği, en küçük bir pişmanlık duymaksızın içeri ya da dışarı sürebileceği dekorları, sahne donanımlarını yeğlerdi. Az sonra dağılıp giderler, sen de herhangi bir şeyi yitirmiş olmazdın. Geride kalan, yaşamayı sürdüren tek şey canlılık, parlaklık olurdu.
Bir keresinde, koltukların artık yirmi yıl bile dayanmadığından yakınan bir kadına şöyle demişti: ''İyi ama bir koltuğu yirmi yıl boyunca sevemem ki.!''..'' (Sayfa: 49)
*
''O derin, mavi gözleriyle, hiç ağlamamış gözleriyle kadına baktı; kadının gözleriyse ıslak, parlak ve duruydu; bu gözler daha önce ağladıklarını unutmuştu.'' (Sayfa: 60)
*
''Kendini bildi bileli gizliliğe zorlanmıştı çünkü dışa vurduğu her şey kınamayla ve cezayla sonuçlanmıştı.
1001 Gece'yi gizlice okumuş, sigarayı gizlice içmiş, hayallerini gizlice kurmuştu.
Ana babası onu sadece, daha sonra suçlamak için sorgulamıştı.'' (Sayfa: 64)
*
''İnsanların çoğu sadece engeli görür ve zınk diye durur.'' (Sayfa: 66)
*
''Erkeklerin bütün kişisel güçlüklerden paçayı sıyırmak için başvurdukları o uzaklaşma, uzaktan bakma yeteneği.'' (Sayfa: 69)
*
''Beyaz atkı, ona dokunamayan sayısız şeyi simgeliyordu..'' (..)
''Eve bir kez daha, erkeklerin sıradanlığı aşmak için başvurdukları nesnelerden biriyle dönerdi: bir kitap, bir resim, bir müzik parçası; dünyaya bakışını değiştirecek, genişletip derinleştirecek bir şey.
Beyaz fular yalan söylemezdi.'' (Sayfa: 71)
*
''Annesi bir doğum günü pastası yapmış, üzerini yayılmaya, genişlemeye karşı uyarılarla, yeni arkadaşlara ilişkin öğütlerle süslemiş, kenarına da kremadan, şu, resmî bahçelerdeki çitleri andıran bir bant çekmişti; serüveni engellemek, alt etmek için gereken bütün töreleri, kuralları vurgulamak istercesine.
Babası satrancı sessizce oynuyordu; özenle hesaplanmış, ölçülüp biçilmiş hamleleri, yüreğin her türlü aykırı, dik başlı dansını, bedenin kaprislerini nasıl şiddetle kınadığını dile getirmekteydi: Özellikle de Paul'ün şu an, şurada olmasını sağlayan o temel dürtüyü; sofralarını paylaşan bu göz alıcı, ışıl ışıl delikanlıyı dünyaya getiren o birleşme eylemini.!
Ona yedirdikleri şey, uyarı pastasıydı: Bütün insanlardan kork; Toplum Rehberi'nde adı bulunmayan bütün erkek ve kadınların niyetlerinden kuşkulan.
Mumlar onun yaklaşan özgürlüğünü kutlamak için değil, şu gerçeği bir kez daha hatırlatmak, başına kakmak için yakılmıştı: Bir tek bu mumların aydınlattığı çember içinde, yalnızca anneyle babanın yörüngesinde tam anlamıyla güvende olabilirsin.!
Küçük bir çember. Bu çemberin dışı: Kötü.
Böylece annesinin eliyle yaptığı ve içine aşkı, genişlemeyi ve özgürlüğü köreltecek en güçlü büyüleri, iksirleri kattığı pastayı yedi.'' (Sayfa: 73)
*
''Gündoğumunu birlikte karşılamak, âşıklara tanınan tek düğün törenidir.''


''Birlikte Cesar Franck'ın D minör senfonisini dinliyorlardı.
Ve aynı anda, böylesi müzik kavşaklarında hep olduğu gibi Djuna'nın çelişen, çatışan benlikleri birleşiyor, eriyip tek bir ruh haline dönüşüyor.
Senfoninin teması sevecenlik.'' (Sayfa: 74)
*
''Ölümcül bir darbe kadının hayat akışını kesmiş ama onu yerle bir edememişti. Yalnızca zaman duygusunu felç etmişti; o da oturup yitik aşkını bekleyecekti.'' (Sayfa: 76)
*
II. KISIM
*
KAFE
*
''Erkeklerin hayallerini karşılamaktan, onları doğrulamaktan daha zor bir şey yoktur. Bir kadın için erkeklerin rüyalarını gerçekleştirmekten daha kırılgan, daha çetin bir çaba olamaz.'' (Sayfa: 85)
*
''..insanın, göze alabildiği sıklıkta, başlangıç yapabileceğine inanıyordu. İçinde taşıdığı tek asit, hayatın onun duyarlılıklarının çevresinde oluşturduğu nasırları eritmek içindi.'' (..)
''Bir insan kendisine ve ona ihanet ettiği zaman, çektiği acıyı önemsemiyor, tam tersine küçümsüyordu - altı üstü doğum sancılarıymış gibi.'' (..)
''Bir araştırma yapılsa, ölenlerin çoğunun fiziksel felaketlerden çok, fırlatılıp atılan hayaller; bebek kürtajından çok hayal kürtajı; fiziksel hastalıklardan çok umutsuzluk mikrobu yüzünden öldüğü ortaya çıkardı.!'' (Sayfa: 105)
*
''Nesneler insan sıcaklığına gereksinir; tıpkı çiçek açmak için insanın insana gereksindiği gibi. Bir lamba, kişinin içsel aydınlanmasına bağlı olarak cılız ya da gümrah bir ışık saçar. Toz zerrecikleri yüzeylere, ev sahibinin meşrebine göre konarlar. Tozun bile ışıldadığı bazı odalar vardır. Umursamazlığın bile canlı, kıpır kıpır olduğu odalar vardır; tıpkı daha önemli bir şeylere koşturan birinin arkada bıraktığı dağınıklık gibi.'' (Sayfa: 109)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...