16 Aralık 2019 Pazartesi

Rıfat Ilgaz - Karartma Geceleri

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Karartma Geceleri 1944'lerin İstanbul'unda, Alman faşizminin azgınlaştığı, dünyayı ateşe veren savaşın kapımıza dayandığı günlerde, hakkında iki tutuklama kararıyla İstanbul sokaklarına sığınan bir devrimcinin serüven dolu yaşamını anlatıyor.
Karartma Geceleri, Rıfat Ilgaz'ın anılarından kaynaklanır ama, bir anı-roman değildir. Anılar harmanlanıp bir zaman kurgusunda yeniden oluşturulmuştur.
Yurdumuzda ve uluslararası yarışmalarda birçok birincilik ödülü alan Karartma Geceleri'nin filmi de romanı kadar büyük bir ilgi görmüştür.

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Bunlar öyle küçük insanlıklardı ki, anlamını ancak bu cezaevlerinden gelip geçenler bilirdi. Sözgelimi, kapısız bir helanın önünde bir nöbetçinin arkasını dönüp dikilmesi bile bu tür insanlıklardan biri, belki de en önemlisiydi.(Sayfa: 8)
#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Sınırların ötesinde kalan uygar bir dünya, şimdi, aydınların boğazlandığı bir tutsaklar ülkesiydi. Bu topraklar üstünde kelepçe vardı, türlü işkenceler de vardı ama, henüz ölüm kampları, fırınlar, kurşuna dizilmeler yoktu. (Sayfa: 10)
***
"..Bir şair üzerine düşen işi yapmalı.
(..)
"..Aylığımız kaç lira bugün.? Seksen üç lira seksen beş kuruş.! Şurda, tramvay deposunun karşısında karnesiz ekmek satıyorlar, torbalar içinde. Tanesi.."
"Bir lira. Aldım geçen gün.!"
"Demek seksen dört ekmeğe öğretmenlik yapıyoruz."
"Buğdayımızı Almanlar'a veriyoruz, savaşa katılmamak için.."
"Savaşa girmemek için haraç.! Ama Hitler'i bize savaş açmaktan bu buğday alıkoymaz. Koşullar gerektirmesin yoksa.!" (Sayfa: 26)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

".. Ben henüz solcu olup olmadığımı bilmiyorum kesin olarak.Bildiğim bir şey varsa ezilen halktan yana oluşum. Halkın çektiği sıkıntıların benim çektiklerime tıpatıp uygun oluşu. Kurtuluşumu da halkın kurtuluşunda görüşüm. Bu birkaç düşünce kırıntısı solcu olmam için yeterse kendimi hiç de temize çıkarmaya çalışacak değilim." (Sayfa: 29)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Bilsem ki kimsenin parmağı yok
Bu sürüp giden işkencede,
Kılım bile kıpırdamadan bir sabah
Çekerdim darağacına kendimi
Bilsem ki suç bende.! (Sayfa: 42)

***
''(..) Sen yalnız sıradan bir öğretmen değilsin.! Şiirleri üzerinde durulan bir şairsin.! Sorumluluğun var.'' (..)
''Olumlu bir aydın olarak.. Bir şair, bir sanatçı.. Bırakalım bunları da kendi sağlığımdan sorumlu bir aydın olarak.. İnsan ileride utanmamalı, yaptıklarından.. (..)'' (Sayfa: 49)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''Ne üzerine yemin ettirdiler.?''
''Önce müslümanca yemin ettirdiler. Şeflerinden biri, bu adamların böyle yeminler nesine dedi, buna şerefi üzerine yemin ettirelim..''
''Ettin mi.?''
''Ettim.!''
''Demek haber vereceksin öyle mi.?''
''Söz verdim vermesine ama..''
''Eee.?''
''Sen şerefin üzerine söz vermiş olsaydın, ne yapardın.?''
''Orada şerefin bir anlamı var mı.? Şerefli bir kişi olman dayaktan kurtarabildi mi seni.?'' (Sayfa: 88)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''(..) Ama eğer sen önem verirsen şöyle de düşünebilirsin, bir şairin karısı olduğunu.! Bırak şairliğimi, halkın çilelerden kurtulmasını isteyen, onu seven, onun parasıyla okutulduğu için halkına, ulusuna karşı borcunu ödemeye çalışan bir öğretmenin karısı.. (..)'' (Sayfa: 96)
#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Onları ancak ''Öz''e önem veren şairlerden sayarlardı, aylak sınıfın eleştirmenleri. Şu içinde bulundukları darboğazda önemli olanın, biçim değil söylenecek söz olduğunu onlar da bilmez değillerdi. Bir de sorun çıkıyordu biçim için. Konu halka indikçe, tekdüzeliğe gidiliyordu ister istemez. Alışılmış biçimlere başvurarak, anlatılacak olanı yadırgatmadan verme çabası başlıyordu sanatçıda. Biçimcilik, halkı beğenisine aykırı bir uğraşıydı.
Ortaya konulan ürün, yazılıştan ötürü değil, yazılandan ötürü değerli olmalıydı. Biçimin hiç mi önemi yoktu sanat ürünü için.? Olmaz olur mu.? Halkla ilişki kurulmaya kalkışıldı mı en iyi biçimde, onun yadırgamayacağı biçimde verilmeliydi.. Ta ki bıkana kadar.! Eğer yeni biçimlere geçilecekse, halkın beğenisine uyarak geçilmeliydi. Yenilik her zaman için gerekli değildi. (Sayfa: 101)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''Haydi dostum.! dedi, ''İçelim.! Bi daha nerde karşılaşırız belli olmaz.! Ama Tevfik Fikret ergeç haklı çıkacak.! Bir gün sabah olacaktır, mutlaka.!''
''Hocam.!'' dedi, ''Benim öyle büyük laflara aklım ermez. Ben iktisatçı olmak için yola çıktım. Bak, ''İşletme''ye çalışıyorum. Şu var ki, sabah kimileri için çoktan oldu. Sen halkın uyanmasını bekliyorsun, oysa o namussuzlar, geceyi uzatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu yüzden derim ki geceler çok uzun olacak buralarda. Savaşın sonu görünür gibi oldu. Bizim aracılar, savaş sonrası ürünlerinin kendilerine gönderilmesini bekliyorlar, keselerini şişirmek için.. Halkı, yalnız kendi adlarına soysalar canım yanmaz.! Başkalarının hesabına yapıyorlar bu işi, daha çok.!''
''Senin kitapların, söylediklerini açık açık yazıyor mu böyle.?''
''Yook, hiç yazar mı.! Ben çıkarıyorum satır aralarından.! Biraz da Nazım'ın şiirlerinden çıkarıyorum bunları.''
''Bu doğru işte.! Profesörden önce sanatçı söylüyor gerçekleri. Bir iktisatçının, bir hukukçunun çaktığı çiviyi, ertesi gün öbürleri, elinde kerpeten söküp çıkarır. Basın savcıları onlarda bir tehlike görselerdi, şairlerden önce onların peşine düşerlerdi.!''
''Yani sen sanatçıdan bekliyorsun uyarma görevini.!''
''Bekliyorum ama, gerçek sanatçıdan. Fikret bize hiçbir şey vermiyor artık. O, babamı yetiştirmiş o kadar. Bu mavi gök size bir gün acır, diyen sanatçıya inanmak biraz zor.! Bu mavi gök, bugüne kadar kimseye acımadı, İsa'sına bile. Hem halkın acınacak nesi var ki, hele emeğiyle uygarlıklar kurmuş halka acınır mı hiç.! Uyansın da kendi sırtından gökdelenler kuranlardan alsın hakkını. Ben önce edebiyat öğretmeniyim. Şairlerden çok şey bekliyorum. Asya, Afrika kıpırdanmaya başladı, yalnız sana şunu sorayım, endüstri çağına girdi de mi uyandı bu adamlar.? İşte böyle zamanlarda halkı atılımlara, devrimlere götürecek güçlü sanatçılara iş düşüyor önce, iktisatçılara değil.! Hadi içelim en büyük şairimizin özgürlüğüne.!''
Bursa cezaevinde yatan şair için bardak kaldırdıklarını anlamış olacaktı Nihat:
''Eğer, iş şairlerimiz, romancılarımızla olacaksa, çook Nâzım'lar gerekecek bize.!'' dedi, ''Çok aydınlar, çok sanatçılar, romancılar..'' (Sayfa: 105-106)

***
(..) Gerçekten bu, tam anlamıyla gazete değil, paçavraydı. Almanların yenilgileri, geri çekilmeleri bile bir zafer öyküsüne çevrilerek anlatılıyordu. İç sayfalarda Doğu cephesine gidip gelen bir generalin anıları vardı. Hele başyazı.. ''Yeni Nizam''ın yeryüzü düzeni için en elverişli bir nizam olduğunu, dünya uluslarının artık silahlarını bırakmaları gerektiğini sağlık veriyordu başyazar. İlginçti bu başyazı.! Savaştan yorulan, acaba dünya ulusları mıydı, yoksa salt Almanlar mı.? Haberin özetinden, işgal bölgelerinden Alman askerlerinin belli bir oranda geri çekildikleri, üzerlerine düşen görevi yerli ırkçılara bıraktıkları açıkça anlatılıyordu.
(Sayfa: 110)
***
Portakallarını göreceksin Dörtyol'un
Mersin silolarında bitlenen
Altın sarısı buğdayları.
Turfandadır diye el süremediğimiz
Çavuşları, kınalı yapıncakları
Yani bağı sorulmadan yenilen üzümleri
Salkım salkım. (Sayfa: 113)

***
Şiir yazmak dünyanın neresinde suçtu, faşist ülkelerden başka.? (Sayfa: 119)
***
(..) Bu ülkeler onu bir gün buyur bile etseler kendi halkını kaderiyle baş başa bırakıp nereye gidebilirdi.? Bu halkın çocuğuydu, kurtuluşları da birlikte olmalıydı.! (..) Bu toprakların her ülkeden çok kendi aydınlarına gereksinimi vardı. (Sayfa: 120)
***
İşte şu en üst baştaki kitap da onun suçlanmış kitabıydı. Utanır gibi pembeleşmiş kapağıyla, Faris'in yazdığı kılıç gibi harflerle içeriğini belirtmeye çalışıyordu. Dört formalık kitaptan bile korkuyorlar, diye düşündü. Ne vardı içinde sanki.? Belirtmeye çalıştığı sınıf gerçeğinin en yalın dizelerle verilişi değil mi.? Gerçeklerden neden korkuyorlardı bu kadar.? Emekçinin uyanışından mı, yoksa işçinin uyanıp belli bir sınıfın adamı olduğunu benimsemesinden mi.? Peki, uyanırlarsa ne olurdu.? Hemen kendilerini sırtlarından silkeleyebileceklerine mi inanıyorlardı.? Bu, o kadar çabuk, o kadar kolay mı olacaktı.? (Sayfa: 159)
***
Halka dönük bir yazar oluşum çiziyor toplumsal kaderimi. (Sayfa: 161)
***
Şöyle bir sayfalarını çevirdi. Gözü Sabahattin Ali'nin adına takıldı satırların arasında.. Böyle bir dergide Sabahattin Ali'nin adı herhalde hayırla anılmayacaktı. Okudu:
''Bu hezeyanları yazan Sabahattin Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkiinde Marif Vekili Hasan Ali'nin şahsi sempatisi sayesinde Türk milletinin parasıyla rahatça yaşamaktadır.''
Batırmak istediği Türk milleti haaa.! Hangi toplumcu, Türk milletinin mutluluğu için işkencelere göğüs germekten yılmıştır bugüne kadar.? Hele Sabahattin Ali.. Pırıl pırıl yazılarıyla hep halkının geleceğine ışık tutmayı düşünmedi mi.?
Bilgisizlikten kurtulup insan gibi yaşaması için savaşmadı mı.?
Sayfaları şöyle hızla öfkeyle çevirdi. Başta Nâzım olmak üzere birçok toplumcu adlar karalanıyordu. Türk milletini batıran bu değerli sanatçılardı haaaa.! Gözlerini kırpmadan Almanların safına katılıp ulusun kaderini Hitler'in deliliğine teslim etmek isteyenler, ulusu soyup İsviçre bankalarına yatıranlar değil de, milleti batıranlar öyle mi.? Halkı için kafalarının ürünlerini ortaya döken aydınlar, sanatçılar, gazeteciler.. Çıkardıkları dergilerde ''Kelle kessem, kan içem.!'' diye şiirler yazıp, sen Çerkez'in, o Arnavut'tur, şunlar Laz'dır diyerek kendi halkını aşağılayanlar, sen bizdensin, bizim gibi Türkçü'sün diye zamanın Başbakanı'na açık mektuplar yayınlayıp Milli Eğitim Bakanı'nı solcu diye rapor edenler en değerli profesörleri, en seçme öğretmenleri isim isim jurnal edenler.. (Sayfa: 185)


Doğdun doğalı ne oyun gördün, ne oyuncak.!
Uyu benim maviş kızım
Dem geçecek, devran geçecek,
Keloğlan muradına erecek
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.! (Sayfa: 186)
***
Alman ırkının üstünlüğüne inanan bizim yerli ırkçılarımız, kendi ırklarına bile güvenemedikleri halde nerden alıyorlardı bu coşup taşma hızını.? Biz yeryüzünde üstün ırk tanımıyor, kendi ırkımızı değil de kendi ulusumuzu hiçbir ulustan üstün görmesek bile, hiçbir ulustan da aşağı görmüyorduk. Eğer bir ulus bugün başka bir ulustan daha üstünse, bunun nedeni, ne kafa çevresinde ne de kanındaki alyuvarlarındaydı. Bu, bir ulusun egemen olma tutkusundan ileri gelmiyor muydu.? Afrika'yı, Asya'yı, biraz da Avrupa'yı sömürü düzenine zorla sokmuş bir ulusun kölesi olmaya özenmek övünülecek bir şey miydi.? (..)
''Biz..'' diyordu Mustafa, ''Halklar arasında, sınıflar arasında sömürünün sürüp gitmesini eleştiriyor, bir olanak eşitliği yaratılmasını istiyoruz. Onlar bizim bu kardeşçe isteklerimizin karşısına, kişiler nasıl eşit olabilirmiş diye kendi bencillikleri için çıkıyorlar.'' (Sayfa: 188)
***
''Her şair, biraz horoz değil midir, ötmesini bildiği için..''
''Evet. Vakitsiz öten bir horoz. Bu vakitsiz öten horozları tutarlar..''
''Beslemek için bir kümese kapatırlar..''
''Ama, sevimli bir kuş kümesin kapısını açıp salıverir. Sonra horoz, döner dolaşır, kendi çöplüğüne gelir, kanatlarını çırpa çırpa dolaşır..'' (Sayfa: 195)
***
''(..) İnsan, gireceği kavganın çapı kadar iyi olma gereğini duyuyor. Eğer insanın içinden geliyorsa kavgaya girmek, hazırlığı da o ölçüde başarılı oluyor.'' (Sayfa: 198)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...