22 Aralık 2022 Perşembe

Ali Şeriati - Bilinç ve Eşekleştirme (Tercüme: Prof. Dr. Murat Demirkol)


Büyük Aldanış:

*
Size söylemek istediğim temel konu, ilmî bir mesele değil, fikrî bir meseledir. Benim dile getirmek istediğim, ancak açıklama ve yoruma ihtiyaç duymayan en önemli mesele şudur: ''Kendimizi ilmî açıdan tatmin etmekle fikrî bakımdan doyum hissedemeyeceğimizi bilelim: Bu günümüz okumuşlarına ve aydınlarına özgü çok sahte bir doyum ve büyük bir aldatma türüdür. Bu okumuş veya aydın, ilmî bakımdan doyuma ulaşınca, yüksek kazanımlar, ilmî açıdan geniş bilgiler ve çok seçkin dereceler kazanınca, büyük hocalar ve kitaplar görünce ve son derece orijinal teoriler öğrenince kendinde gurur ve hoşnutluk hisseder ve fikrî bakımdan bilge bir insan derecesine yükseldiğini sanır. Bu, sıradan bir insanda bile en az alim bir insan olduğu hissi uyandıran bir aldanmadır. Bir üstat, bir mütercim, bir filozof, bir büyük sufî, bir edebiyatçı, bir tarihçi genellikle fikrî bakımdan tamamen sıfır olabileceğini, şuur açısından en düşük derecedeki bir cahil seviyesinde kalabileceğini ve bilinç, öz bilinç, toplum bilinci ve zaman bilinci açısından gözü hiç yazı görmemiş olan bir cahilden daha aşağı olabileceğini düşünmez.'' (Sayfa: 9-10)
*
Belirleyici Seçim:
*
''..Fanon'un ifadesiyle geri kalmış toplumlar benzer bir kadere, benzer dert, ihtiyaç ve seçime sahiptirler. (..) ..yola hızlı bir Batı taklitçiliğiyle koyulan, öz bilinç ve sosyal bilinçten mahrum olan, ideolojisi bulunmayan, sadece Avrupa medeniyetini kullanmada sahte bir uyanışla yetinen toplumlar, Batı'nın tüketicisi olmuşlar, onun esaret ve zillet boyunduruğu altında kalmışlardır. Bunun örneklerini bizzat siz kendi zihninizde bulabilirsiniz.'' (Sayfa: 14)
*
Sarsıntı:


''İnsanın gündelik hayatında yıktığı, elden çıkardığı ve feda ettiği ilk şey isyandır. İnsanı dünyada Tanrı benzeri yapan isyanı kaybediyor.'' (Sayfa: 20)
*
Bilinç ve Eşekleştirme


Bilinç, beni daima dışarıdan ve beni kendisine kurban eden sürekli uğraşlardan kendime çağıran bir şeydir. Beni, ikide bir kendimi görmem için sürekli aynanın karşısına geçirir. Kendi gerçek tasavvuru gözünün önünde olan hiçbir kimse yoktur. Hatta günde üç dört saat aynanın önünde duran kimseler bile kendilerini bir kere dahi görmemişlerdir.!
Bilinç yani kendini bilme, felsefe bilgisinden, ilim bilgisinden, teknik bilgisinden daha üstündür. Bunlar bilgidir, bilinç değildir. Yani beni kendime gösteren, hakkımda çıkarsama yapan, beni bana tanıtan, ne kadar değerli olduğumu anlamamı sağlayan bir şey. Herkes kendine olan imanı ölçüsünde değerlidir. Bizi ne kadar aşağılıyorlar.! Toplum ve eğitim sistemine bir bakın. Aileden itibaren en son merhalesine kadar aynı şekildedir. Bizi öyle küçük görüyorlar ki birtakım şeyleri kendi gücümüzün imkanları olarak bile tanımıyoruz. Hatta hayvan yavruları bile kendilerini bu kadar âciz görmezler. Öyle ki kendimiz hakkında konuşmaktan, kendimizi eleştirmekten ve kendimize sormaktan bile âciziz. Varlığımız baştan aşağı âcizliktir. Küçük bir işi yapabilmek dahi tasavvurumuza sığmaz. İşte kendi şahsiyetimize karşı bu kadar inançsızız ve küçüğüz.! Kendi kendisini küçük gören bir insan, bir nesil, kesinlikle küçüktür.! Başkasını kendi kölen haline getirmek için onu önce kendisinin aşağı ırk ve aşağı aile olduğuna inanacak şekilde aşağılamalısın. O zaman aşağılık, onun için ürperti verici ve kötü bir şey olmak bir yana tamamen bir aşk, arzu ve dilek haline gelir. Senin kölen olur, senin efendiliğine sığınır. (Sayfa: 26-27)
*
Daha Küçük, Daha Daha Küçük:
*
''İnsan, şuursuzluğuyla, bilgisizliğiyle ve unutmasıyla bu kadar iftihar edebilir mi.? Çok ilginç.! Batının dilini almakla, kendi dilini unutmakla ve bazı şeyleri bilmemekle övünüyor.! Bu derece aciz ve zelil.! Tıpkı Sourdel'in diyalektiği gibi. Sourdel diyalektiği, çocuk diyalektiğidir. Çocuk, annesi tarafından kovulduğunda, azarlanıp aşağılandığında üzülür; annesinin saldırılarından emin olmak için yine ona sığınır. İşte bu, Sourdel diyalektiğidir. Üstün ırk, üstün millet ve hatta üstün insan bir kavmi, bir milleti veya bir insanı kendi güç ve otoritesi altına almak için onu aşağılar. O kadar ki onun dinini, imanını, edebiyatını, düşüncesini, önemli şahsiyetlerini, geçmişini ve her şeyini aşağılar. Böylece o, bu itham ve hakaretlerden, sürekli suçlama vesilesi yapılan bu yerden kurtulmak için bizzat onun himayesine sığınır; artık bir daha onun suçlamalarına maruz kalmamak için kendisini ona benzetir.'' (Sayfa: 28)
*
Mihnek:
*
DİPNOT: Peygamberler ne filozof, ne teknisyen, ne edebiyatçı, ne şair, ne estetikçi, ne de sanatçı idiler. Avam içinden çıkmış birer ümmi idiler. Ama zamanın bilincine sahiptiler. Bunun için de her filozoftan, her düşünür, bilgin, yazar ve edebiyatçıdan daha çok ve daha iyi tarihin seyrini belirlediler, harekete geçirdiler, medeniyet kurdular ve toplumlarının kaderini değiştirdiler. Bu peygamberane bilince okumamış bir insan da sahip olabilir. Bunun aksine bir insan aklî veya naklî, yeni veya eski ilimler alanında alim olmasına rağmen bu peygamberâne sosyal bilinçten mahrum olabilir. (Sayfa: 30-31)
*
''Günümüzde o kırbaç, sandığa sevk etmek için bu işçinin kafasının içindedir. Hem de onu, canının istediği kimseye özgürce oy verecek şekle sokar. Ama bunun nasıl olacağı belli değildir. Bu işçinin gönlü Goldwater'e mi yoksa Jeanson'a mı oy vermek istiyor.? Evet, hiç kimse ona karışmaz, özgürdür. Ama gönlü sadece bu ikisini ister. Öyle ki hangisine oy verirse versin sonuç aynıdır.'' (Sayfa: 31)
*
Mavi Oyuncak:
*
''..bir göz bağlamayla üretmeleri ve pazara sürmeleri gibi insan ve nesil icat ediyorlar. Psikolog, sosyal psikoloji uzamanı, tarihçi, sosyolog, antropolog, ekonomist, eğitimci bir araya geliyor, sermaye ve güç de arkalarında:
- Proje üretin.!
- Baş üstüne. Fakat ne istiyorsunuz.? Siz buyurun ki biz de üretelim.'
- Şu Afrikalı, Asyalı ve Latin Amerikalı toplumlarda başına sürekli kına yakan geri kafalı ve eski bir nesil istemiyoruz. Zira bizim satacak kınamız yok. Biz onun makyaj malzemeleri tüketmesini istiyoruz.
(..)
Birden Tahran'da 1945'ten 1955'e kadar on yıl içinde Avrupaî makyaj malzemelerinin ve güzellik salonlarının 500'e ulaştığını görüyoruz.
(..)- Bize öyle bir nesil lazım ki geleneksel hayat tarzından nefret etsin (..) artık ayran değil pepsi kola içsin. Bu kadar.! Sadece bu kadar.! Eğer daha fazla değişirse zahmet, sıkıntı ve kargaşaya sebep olur; bizim için daha çok masraf açar. Bu kadarı yeter.!''
(..)

''- Baş üstüne. Tam da sizin istediğiniz gibi yaparız.
Yapıyor.! Hem de öyle yapıyor ki darbımesel oluyor. Eskimoya buzdolabı satıyor. Bir Afrikalı kabile reisine tamamen altın olan bir ''Renault'' satıyor. Yurdunda iki kilometre cadde bulunmayan bir kabile reisine. Renault'u deveye yükleyip getiriyorlar, kale kapısının ağzına bağlıyorlar. Başkalarına karşı övünsün diye. İşte böyle yapıyorlar.'' (Sayfa: 32-33)
*
''Pekiyi, bütün bunlara karşılık nelerimizi kaybettiğimizi ve bizim için nelerin meçhul kaldığını bize kim anlatacak.? İnsana bu derece taklitçi olduğunu, bu ölçüde her üretileni tükettiğini ve karşılığında neleri kaybettiğini ancak öz bilinç anlatabilir. Toplumun kaderinin hangi çengeller karşısında esir olduğunu ona anlatabilecek tek şey sosyal bilinçtir.'' (Sayfa: 34)
*
Şikayet Acentesi:
*
''Modern kölelik ile klasik kölelik arasında ne fark vardır.? İster modern cariyelik, isterse klasik cariyelik olsun, aralarında fark yoktur. Sadece sunum farklı. Öteki ''zaife'' derken beriki ''latife'' diyor. Her ikisi de ''insan olmamak'' anlamına geliyor.'' (Sayfa: 37)


''Bir evde yangın varken -iyi dikkat edin- seni namaza ve Allah'a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir. Başkasının işi onun umurunda değildir. (..)
Burası insanın gafil olduğu yerdir. İnsanın işin güzellik ve iyiliğini kavraması gereken asıl yer burasıdır. Ama o, anlaması gereken şeyden habersiz olur. Olması gereken sahnede bulunmaz. Bu, dolaylı eşekleştirmedir.'' (Sayfa: 39-40)
*
''..Mısır, İran ve Roma'yı kendileri için fethetmiş bir imparator olan Ömer'in savaş ganimeti olarak alınan kumaşlardan diğer sahabilerinkine göre biraz unun bir gömlek giydiğini görünce (Zira ganimetlerin eşit bölüştürülmesi gerekiyordu; ister dünyanın doğu ve batısının büyük imparatoru ve komutanı olan Ömer olsun isterse bir asker) ''Senin gömleğin niçin daha uzun.?'' diye itiraz ediyorlardı. Halk, İran'ı ve Roma'yı fethettiği için onu övmek, dualar okumak ve taktir etmek yerine ilk iş olarak onu muhakeme ettiler ve niçin senin gömleğin diğerlerininkinden daha uzun ve neden senin aldığın ganimet ötekilerinkinden daha fazla; sen ayrımcılık yaptın, diye yakasına yapıştılar.
Toplumun hassasiyetine bakın.!'' (Sayfa: 40-41)
*
Abbasiler zamanı geliyor. Abbasilerin Cafer Bermekî ile evlilik gecesinde o kadar yemek yapmışlar ki yemek artıkları birkaç gün Bağdat'ın dışında yığılıyor ve Bağdat dışında bir artık yemek dağı meydana geliyor. Bir süre hayvanlar ve kuşlar ondan yiyorlar. Geride kalanlar bütün Bağdat'ı öyle kokutuyor, insanların sağlığını öyle bir tehlikeye sokuyor ki çok sayıda adam kiralayıp bu yemek dağını şehrin dışına götürüyorlar. Bütün müslüman toplum içindeki âlim, fakih, şair, bilgili, bilgisiz, filozof, imam ve cemaatten biri çıkıp da bu kadar yemek dini bakımdan israftır dememiş. Bir tek kişi bile itiraz etmemiş.! Tabii, sosyal meseleler ve sosyal bilinç ortada yoktu.'' (Sayfa: 42-43)
*
EŞEKLEŞTİRME ÇEŞİTLERİ
*
''Sapık din, benim toplum karşısındaki sorumluluklarımı iki şekilde köreltir. Birincisi, benim elimden alınan ve mahrum bırakıldığım birtakım ihtiyaçlarım var. Benim insan olmam ve insani bilinç taşımam sebebiyle onları geri almam gerekir. Aynı şekilde adalet arayışına olan ihtiyacım nedeniyle zulmü kabul etmemem gerekir. Din beni zulüm ve gasp yükü altına girmeye zorluyor, susmaya ve sabretmeye çağırıyor, durumumu Hz. Abbas'a havale ediyor ve sorumluluğu üzerimden kaldırıyor.
İkincisi, öte yandan toplumun kaderine karşı günah işliyorum, hainlik ediyorum, cinayet işliyorum; insani sorumluluk ve sosyal bilinç beni ister istemez bunları telafi etmeye, halka hizmet etmeye ve haklarını geri vermeye zorluyor. Şu ana kadar onlara hainlik ettimse ve karşılarında ilgisiz kaldımsa şimdi bu kusuru, bu hataları telafi ediyorum. Fakat din, bu sapık şekliyle beni aldatıyor:
''Hırsızlık yaptığın, cinayet işlediğin, halkın geleceğini başkalarına sattığın doğru. Ama bunun telafi yolu geri vermek değil ki. Zaten geri verilmez de. Bunun daha basit bir yolu var. Nedir.? Şu duayı kıbleye dönerek altı kez oku; artık işin tamamdır. Şu yediğin paradan biraz da bize ver. Artık iş bitmiş, günahların bağışlanmıştır. Yani şefaat, bağışlama ve af.! Böyle bir dinin Tanrı'sı bütün kötülüklere ve çirkinliklere göz yumar; günahların, çöldeki kum, göklerdeki yıldız ve denizlerdeki köpük kadar çok dahi olsa bir üflemede yok eder.!''
*
DİPNOT: Eşekleştirici din ile sapık dini, hakim dini, para ve güç ile işbirliği yapan dini, remi bir sınıf ve mütevellileri olan dini kastediyorum. Mütevellilerinin kartları, kazanma cevazları ve bu dinin, tekellerinde olduğuna dair özel alametleri bulunan bir din. Yani onlar tebliğ ederler ve başka iki ortakla iş birliği yaparlar. (Sayfa: 46-47)
*
''Bunun yolu, sıkıntısız, baş ağrısız, harcamasız, zahmetsiz, bilinçsiz, düşüncesiz ve tamamen sorumsuz bir şekilde cennetin anahtarlarını insanın eline veren ''dua kitabı'ndan geçer. Bir koyun adaman, bir seyide veya mollaya bir şey vermen, birisini sevindirmen veya bir gönül alman her şeyi telafi eder; bütün sosyal sorumlulukların yerine getirilmiş olur. İşte bu, eşekleştirici dindir.'' (Sayfa: 48)
*
Şükür:


''Sürekli olarak ''Allahım, bundan daha beteri olmadığı için sana şükürler olsun.!'' derler. Her zaman senden aşağıda olanlara bak. İyi de karar böyleyse başka birisi niçin ileri gitsin.? Madem karar böyle; biz Afganistan'a bakalım, Afganistan Yemen'e baksın, Yemen Mozambik'e baksın. O zaman niçin yerimizden kıpırdayalım.? Böyle bir şükür gerileme felsefesidir, büyük bir felakettir.'' (Sayfa: 56)
*
Danışıklı Dövüş:
*
''Yeni ve eski şiir savaşı; çarşaf ve mini etek savaşı; sakallı ve sakalsız savaşı; Latin ve Arap alfabesi savaşı; muhafazakar ve yenilikçi savaşı. Bütün bunlar yalancı ve tâli savaşlardır.
Hepsi de asıl mesele ortaya çıkmasın diye yapılan horoz savaşı.!
1941-1951 yılları boyunca İran'da petrol ortaklığı meselesi gün yüzüne çıkmasın diye on sekiz yirmi savaş yapıldı. Sömürgeciliğin etkilerinin zirveye ulaştığı 19. yüzyılda İslam ülkelerinde böyle bir meselenin ortaya çıkmaması ve bilinmemesi için Çin'den İran'ın Buşehr'ine kadar, on iki on üç yıl arayla tam on yedi mehdî zuhur etti.'' (Sayfa: 64)
*
''19. yüzyılda Hûri Kolyayî savaşı.! Avrupa'da işçilik savaşının, kapitalizm savaşının, üretim savaşının, burjuvazi savaşının, sendikacılık savaşının olduğu bir çağda bu adam gelip burada Hûri Kolyayî savaşını çıkarıyor. (..)
Toplumda bir çatışma gündeme geldiğinde, bu çatışmanın insanî ve toplumsal bilinçle mi alakalı, yoksa saçma bir şey mi olduğuna bakmak gerekir.'' (Sayfa: 65)
*
Özet:
*
''Çevremizde oluşan gerek bireysel, gerek toplumsal, gerek ilmî, gerek edebî şekildeki her mesele, sanat, felsefe, estetik, din ve dinsizlik ile ilgili her mesele eğer insanî bilinç yani kendini anlama yolunda ve toplumsal bilinç, yani zamana, topluma ve kendine karşı sorumluluk hissetme yolunda olmadığını görürse adı ve unvanı ne olursa olsun, ne kadar hak ve kutsal olursa olsun eşekleştirmedir. Ya eski tip eşekleştirme ya da yeni tip eşekleştirme.'' (Sayfa: 78)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...