12 Haziran 2022 Pazar

Friedrich Nietzsche - Deccal (Çeviri: Oruç Aruoba)

 

Metin Üzerine Not
*
Burada sunulan çeviri, Nietzsche'nin yayına hazır kitap tasarısı olarak tamamlayıp 30 Eylül 1888 tarihini ve Antichrist: Fluch auf das Christenthum başlığını attığı metnin, 1961'de (Podach) ve 1969'da (KGW), elyazmasına dayanılarak gerçekleştirilen güvenilir basımlarından yapılmış çevirisidir. Kitap, bu basımlardan önce, çeşitli nedenlerle çeşitli metinsel bozukluklar içerir biçimde yayınlandığından, önceki yayınlamış biçimleri burada hesaba katılmamıştır.
Metin ve yayınlanmasının tarihiyle ilgili bazı noktalar ve kaynakların gönderileri, Çevirenin Notları'na konmuştur. Aynı şekilde, Türkçe okuyan için metinde karanlık kalabilecek bazı konular ve deyimlerle ilgili Açıklamalar ile metinde yabancı dillerde bırakılan yerlerin anlamları, cildin sonundaki Notlar'a, bölüm sayısı belirtilerek eklenmiştir.
*
Oruç Aruoba, İstanbul, Şubat 1986 (Sayfa: 7)
*
Önsöz
*
''Bu kitap en azlarındır. Belki de onlardan hiçbiri yaşamıyor daha. Onlar benim Zerdüşt'ümü anlayanlar olacaklar: kendimi daha bugünden işitilecek kulaklar bulanlarla nasıl karıştırabilirdim ki.? Ancak öbür gündür benim olan. Kimileri öldükten sonra doğar.
Kişinin beni anlamasının, hem de zorunlukla anlamasının koşulları -bunları pek iyi bilirim. Benim yalnızca içtenliğime, tutkuma dayanabilmek için, düşünsel konularda katılık kertesinde dürüst olması gerekir kişinin. Dağlarda yaşamaya alışkın olması gerekir - çağın siyasetinin ve halkların çıkarcılıklarının sefil gevezeliğini kendi altında görmeye. Aldırmaz olmuş olması gerekir, hiç sormaması gerekir, doğruluk yararlı mıdır diye, bir kötü kader olup çıkar mı diye..
Bugün kimsenin sorma yürekliliğini göstermediği sorulara sertliğin verdiği yatkınlık; yasaklanmış olana yüreklilik; labirente önceden-belirlenmişlik.. Yedi yalnızlıkta edinilmiş bir deneyim. Yeni bir müzik için yeni kulaklar. En uzaklar için yeni gözler. Şimdiye dek sağır kalınmış doğrular için yeni bir vicdan. Ve yüce üslubun iktisat sistemi: gücünü, heyecanlanmalarını derli toplu tutmak.. Kendi kendine saygı; kendi kendine sevgi; kendi kendisi karşısında koşulsuz bir özgürlük..
İşte.! Bunlardır benim okurlarım ancak, benim sahici okurlarım, benim önceden belirlenmiş okurlarım: geri kalan neye yarar ki - geri kalan insanlıktır yalnızca. Kişinin gücüyle, ruhunun yüksekliğiyle insanlığa tepeden bakması gerekir - horgörüsüyle..
*
Friedrich Nietzsche (Sayfa: 13-14)


''Mutluluğu keşfettik biz, yolu biliyoruz artık, binlerce yılın labirentinden çıkışı bulduk. Başka kim bulabilirdi ki bu çıkışı.? - Modern insan mı.? - ''Ne ettiğimi bilmiyorum; ne ettiğini bilmeyen her şeyim ben,'' diye iç geçirir modern insan.. Bu modernlikti bizi hasta eden - tembel barışlar, korkak tavizler, modern Evet ve Hayır'ın bütün erdemli kirliliği. Her şeyi ''kavradığından'' dolayı her şeyi ''bağışlayan'' bu hoşgörü, bu manda yüreklilik, bizim için scirocco'dur.'' (Sayfa: 15)
*
''Yozlaşmışlıktan anladığım, sanırım şimdiden sezinlendi, decadence anlamında: savım da, insanlığın bugün kendi en üst istenebilirliklerini bir araya topladığı değerlerin hepsinin decadence değerleri olduğu.
Bir canlıya, bir türe, bir bireye, içgüdülerini yitirmişse, kendisine zararlı olanı seçiyor, yeğliyorsa, yozlaşmış derim. ''Yüce duygular''ın, ''insanlık idealleri''nin bir tarihi -olası ki bu tarihi anlatmak da bana düşecek- insanın neden böylesine yozlaştığının açıklaması olurdu neredeyse.
Yaşamın kendisiydi benim için büyümenin, dayanıklığın, kuvvetlerin birikmesinin içgüdüsü, gücün içgüdüsü: güç isteminin eksik olduğu yerde düşüş vardır. Savım, insanlığın bütün en üst değerlerinde bu istemin eksik olduğudur -en kutsal adlara bürünerek egemenliği elinde tutanların düşüş değerleri, nihilistik değerler olduğu.'' (Sayfa: 18)
*
''-acıma nihilizmin pratiğidir. (..) -acıma, hiçliğe inandırır.! ''Hiçlik'' denmez tabii buna: ''Öte'' denir, ya da ''Tanrı'', ya da ''Hakiki hayat'' denir, ya da Nirvana, Kurtuluş, Kutsanmışlık.. Dinsel-ahlaksal idiosynkrasi alanından edinilme bu masum retorik, burada hangi eğilimin derin sözcüklerin kılığına büründüğü kavranınca, hemen çok daha az masum görünmeye başlar: yaşam düşmanı eğilimdir bu.''
*
İdiosynkrasi: (Yun.) Belirli türden (o kişiye özel) alerji, aşırı uyarılabilirlik durumları; buna bağlı olarak bireysel, anlamı ''kapalı tutan'' konuşma biçimi. (Sayfa: 19)
*
''Saf tin, safi yalandır.. Rahip, yaşamın bu meslekten yoksayıcısı, yalanlayıcısı, zehirleyicisi, yüksek bir insan türü sayıldığı sürece, doğru nedir sorusuna hiçbir yanıt bulunamaz. Hiçin ve olumsuzlamanın bu bilinçli avukatı, ''Hakikat''in sözcüsü yerine konduğunda, doğru zaten tepesi üstüne çevrilmiştir.'' (Sayfa: 20-21)
*
''Tanrıbilimciler hükümdarların (ya da halkların) ''vicdan''ları yoluyla güce el attıkları zaman da, temelde hep neyin olup bittiğinden kuşkumuz olmaz: Son istemi, nihilistik istem, gücü istemektir..'' (Sayfa: 21)
*
Kant için:
*
''- Yaşam içgüdüsüyle yapılan bir eylem, bu eylemin yapılmasıyla duyulan hazda, doğru, haklı, yerinde bir eylem olduğunun kanıtını bulur: o Hıristiyan-dogmatik barsaklı nihilistin hazdan anladığı ise bir yergidir.. İç zorunluk olmaksızın, derin bir kişisel-özel seçim olmaksızın, zorunluk olmaksızın, ''ödev''in otomatı olarak çalışmak, düşünmek, duymak kadar hızla yıkan başka ne olabilir.? Bu tam da decadence'ın reçetesidir, hatta budalalığın reçetesi..'' (Sayfa: 23)
*
''Akıllandık artık. Her bakımdan daha alçakgönüllü olduk. İnsanı artık ''tin''den, ''tanrısallık''tan türetmiyoruz. Onu hayvanların arasındaki yerine geri koyduk. En güçlü hayvandır o bizim için, çünkü en kurnazıdır: bunun bir sonucudur tinselliği. Öte yandan, burada da dile gelmek isteyen bir kendini beğenmişlikten koruyoruz kendimizi: sanki insan, hayvanların gelişmesinin büyük art niyetiymiş gibi. Hiç de yaratıcının tacı değildir o; her varlık, onun yanında, eşit bir yetkinlik basamağında durur.. Bunu savlamakla da çok şey savlamış oluyoruz: İnsan, göreceli olarak, en bozuk yapılı hayvan, en hastalıklı hayvandır, içgüdülerinden en tehlikeli biçimde uzaklaşmış olan hayvan -tabii, bütün bunlarla, aynı zamanda hayvanların en ilginci.'' (Sayfa: 25)
*
''Kişinin iyi olan tanrı kadar kötü olana da gereksinimi vardır: kişi kendi varoluşunu yalnızca hoşgörüye, insancıllığa borçlu değildir ki.. Öfkeyi, öcü, kıskançlığı, alayı, kurnazlığı, şiddeti tanımayan bir tanrı neye yarardı ki.? Daha zafer kazanmanın ve yıkımın gerektirdiği çabalamanın baştan çıkarıcı zorluğunu bile tanımayan bir tanrı.? Kişi böyle bir tanrıyı anlamazdı bile: ona niye sahip olsundu ki.? -Ama tabii, bir halk batmaktayken; geleceğe olan inancının, özgürlük umudunun hepten yitmekte olduğunu duyarken; boyun eğmek en yararlı şey olarak, boyun eğmişin erdemleri ayakta durmasının koşulları olarak bilincine yerleşmekteyken, o zaman tanrısının da değişmesi zorunludur. Şimdi bir ödlek haline gelir o da, ürkek, alçakgönüllü olur, ''ruh barışı'' salık verir, nefretten uzaklaşma, hoşgörü, dostu da düşmanı da ''sevme'' çağrısında bulunur. Sürekli ahlaksallık dağıtmaya başlar, her özel erdemin inine girer sürüne sürüne, herkesin tanrısı haline gelir, kozmopolit olur.. Eskiden bir halkı, bir halkın güçlülüğünü, bir halkın ruhunda saldırgan ve güce susamış ne varsa onları temsil ediyordu: şimdi ise iyi bir tanrıdan başka bir şey değil.. Gerçekten de tanrıların başka seçenekleri yok: ya güç istemidirler -öyle oldukları sürece de halk tanrıları olurlar- ya da gücün güçsüzlüğüdürler -o zaman da zorunlu olarak iyi hale gelirler..'' (Sayfa: 28)
*
''Budizm, bir daha söylersek, yüz kez daha soğukkanlı, dürüst, nesneldir. Acısını, acı duyabilirliğini, kendi kendine, günah yorumu yoluyla saygıdeğer kılmak zorunda değildir artık -düşündüğünü açıkça söyler: ''acı çekiyorum''. Barbarlar için ise acı kendi başına saygıdeğer bir şey değildir: acı çektiğini kendi kendine kabul ettirebilmek için önce bir yorum gerekser (içgüdüsü daha çok acıyı yadsımaya, ona sessizce katlanmaya yöneliktir). Burada ''şeytan'' sözcüğü bir rahatlamadır: kişinin son derece güçlü ve korkunç bir düşmanı vardır -böyle bir düşmandan dolayı çektiği acıdan da utanması gerekmez.'' (Sayfa: 35)
*
''Sevgi insanın şeyleri en olmadıkları gibi gördüğü durumdur. Sanrı gücü en yüksek noktasındadır, aynı zamanda tatlılaştırıcı, ferahlatıcı güç de. Kişi sevgi içindeyken, başka zamanlarda dayanabileceğinden çok daha fazlasına dayanır, her şeye katlanır. İş sevgi duyurabilecek bir din icat etmekteydi: böylelikle kişi yaşamın fenalıklarının ötesine geçebilirdi -artık görmezdi bile onları.'' (Sayfa: 36)
*
''Decadence, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta güce ulaşmaya çalışan insan türü, bu rahipçe tür için yalnızca bir araçtır: bu insan türünün yaşamsal çıkarı, insanlığı hasta kılmaktı ve ''iyi'' ile ''kötü'', ''doğru'' ve ''yanlış'' kavramlarını, yaşam için tehlikeli ve dünyayı karalayıcı bir anlamda çevirmekte yatıyordu.'' (Sayfa: 38)
*
''İsrael tarihinin güçlü, son derece özgür nitelikli kişiliklerini, gereksinime göre, zavallı korkak ikiyüzlüler haline, ya da ''tanrısızlar'' haline sokmuşlar, her büyük olayın psikolojisini, budalaca ''tanrıya itaat ya da itaatsizlik'' formülüne indirgemişlerdir. Bir adım daha: ''Tanrının iradesi''nin, yani rahibin gücünün korunma koşullarının tanınması gerekir -bu amaç için de bir ''vahiy'' gereklidir. Çevirirsek: büyük bir yazınsal kalpazanlık gereklidir, bir ''Kutsal Kitap'' keşfedilecektir -bütün ruhani törensellikle uzun ''günah'' dönemi için pişmanlık günleri ve sefalet çığırtkanlığıyla da kamuya tanıtılacaktır bu ''Kitap'' -''Tanrının İradesi'' çoktan bellidir aslında: bütün bozukluk, insanların ''Kutsal Kitap''a yabancılaşmış olmasındandır.. Daha Musa'ya bile inmişti ''Tanrının İradesi''.. Ne olmuştu.? Rahip, kesinlikle, en küçük kılları kırka yararak, kendisine verilecek en büyük ve en küçük vergilere varasıya (en leziz et parçasını da unutmadan, çünkü rahip beefsteak (biftek) tıkınır), tek bir seferde formüle etmişti neyi elde etmek istediğini. ''Tanrının İradesi''nin ne olduğunu..'' (Sayfa: 41)
*
''..''tanrıyla barışmanın yolu'', bilindiği gibi, rahibe boyun eğmenin daha da temelden sağlanmasının yoludur: ancak rahip ''kurtarabilir''.. Psikolojik olarak hesaplanınca, rahipler çevresinde örgütlenmiş her toplumda, ''günahlar'' olmadan edilemez: onlar gücün sahici tutamaklarıdır; rahip günahlar sayesinde yaşar, ''günah işlenmesi'' bir gerekliliktir onun için.. Baş ilke: ''Kim ki nedamet getirir, Tanrı onu affeder.'' Çevirirsek: Kim ki rahibe boyun eğer.'' (Sayfa: 42)
*
''Peygamber, Messias, geleceğin yargıcı, ahlak hocası, mucizeler yaratıcısı, Vaftizci Yahya -hepsi bu tipi yanlış anlamanın yolları.. Sonunda da her büyük, yani tarikat kurucu yüceltmenin kendine özgünlüğünü de yabana atmayalım: böyle bir yüceltme, yücelttiği varlığın özgün ve çoğunlukla garip gelen yabancı çizgilerini, acayipliklerini silip yok eder -onun kendisini görmez. Ne yazık ki decadent'lerin bu en ilgincinin yakınında bir Dostoyevski yaşamamış; yani böylesine bir derinlik, hastalık ve çocukluk karışımının tam da en sürükleyicisinin çekiciliğini duyabilecek biri.'' (Sayfa: 47)
*
''Biliyoruz, vicdanımız biliyor bugün, rahiplerin ve Kilise'nin bu korkunç buluşlarının değerinin ne olduğunu, neye yaradıklarını, insanlığın iğrenç bir görünüm kazanabilmesine yol açan bu kendini aşağılama durumuna ulaşılmasını nasıl sağladıklarını - ''öte dünya'', ''yargı günü'', ''ruhun ölümsüzlüğü'' kavramları, ''ruh'' kavramının kendisi: bunlar rahibin egemen olmasına, egemen kalmasına yarayan işkence aletleridir, acımasızlık düzenekleridir.. Herkes biliyor bunları: ve gene de her şey eskisi gibi duruyor. Aslında son derece soğuk, kolay etkilenmeyen bir insan türü, ve sapına kadar eylem deccalleri olan devlet adamlarımız bile kendilerini Hıristiyan diye niteleyip Akşamyemeği ayinlerine giderken, son dürüstlük duygusu, kendi kendine saygı duygusu nereye gitti.?'' (Sayfa: 55)
*
''Nasıl da tek bir vuruşta sonu gelmişti Evangelium'un.! Suça karşılık kurban düşüncesi, hem de en iğrenç, en barbarca biçimiyle: suçlunun günahları için suçsuzun kurban edilmesi.!'' (Sayfa: 59)
*
''Bu küçük adamların kafalarına taktıklarından, Usta'larının ağzına soktuklarından bir-iki örnek veriyorum: hepsi de ''güzel ruhlar''ın itirafları: (Sayfa: 65)
*
''Doğrusu size derim: Burada duranlardan bazıları vardır ki, Allah'ın melekûtunun kudretle geldiğini görmeden, ölümü hiç tatmayacaktır.'' (Markos 9,1)
*
İyi yalan salladın, Aslan.'' (Sayfa: 66)
*
''Paulus ''dünya bilgeliğini'' rezil-rüsva etmek istemektedir: düşmanları, İskenderiye'de yetişmiş iyi filolog ve hekimlerdir -onlara savaş açar. Sahiden de kişi filolog ve hekim olup da aynı zamanda Deccal olmadan edemiyor. Çünkü filolog olarak ''kutsal kitaplar''ın ardına bakıyor, hekim olarak da tipik Hıristiyanın fizyolojik çarpıklığının ardına.. Hekim ''iflah olmaz'' diyor, filolog da ''düzenbazlık''..'' (Sayfa: 71)
*
''Yaşlı tanrı, tümüyle ''tin'', tümüyle yüce rahip, tümüyle yetkin, bahçesinde zevk-ü sefa gezisindedir: ama canı sıkılıyordur. Can sıkıntısıyla tanrılar bile baş edemez. Ne yapsın.? İnsan icat eder -insan eğlendiricidir.. Ama gelin görün ki bu kez de insanın canı sıkılmaya başlar. Tanrı bütün cennetlerin tek derdi konusunda son derece anlayışlıdır: hemen başka hayvanlar yaratır. Tanrının ilk hatası: İnsan için hayvanlar eğlendirici değildir -onlar üzerinde egemenlik kurar, kendisi ''hayvan'' olmaya yanaşmaz. -O zaman da tanrı kadını yaratır. Ve sahiden de, işte, artık can sıkıntısının sonu gelmiştir -ama başka şeylerin sonuyla birlikte.! Kadın, tanrının ikinci hatasıdır. -''Kadın, özü bakımından, yılandır; Heva'dır'' -bunu her rahip bilir, ''dünyadaki bütün belalar kadından gelir'' -bunu da bilir her rahip. ''Demek ki bilim de ondan gelir''.. İlkin kadından öğrenir insan, Bilgi Ağacı'nın meyvesinin tadını -Ne olmuştur.? Yaşlı tanrıyı bir cehennem korkusu sarar. İnsanın kendisi onun en büyük hatası olmuştur; kendine bir rakip yaratmıştır; bilim tanrısallaştırır -insan bilimsel hale gelince, rahiplerin ve tanrıların sonu gelir.!'' (Sayfa: 71-72)
*
''Suç ve ödek kavramı, bütün ''ahlaksal dünya düzeni'', bilime karşı icat edilmiştir..'' (Sayfa: 72)
*
''..''Doğruluk'', bu sözcüğün, her peygamberin, her mezhepçinin, her özgür tinlinin, her sosyalistin, her kilise adamının anladığı anlamıyla, küçük, en küçük bir doğrunun bulunması için bile gerekli tinsel yetişme ve kendini aşmanın daha başlangıcında olunmadığının tam bir kanıtıdır. -Şehit olarak ölmek, arada söyleyelim, tarih için büyük bir şanssızlık olmuştur: bu baştan çıkarmıştır.. Bütün ahmakların, bu arada kadınların ve halkın da çıkardığı sonuç; birisi onun uğruna öldü diye (ya da, hatta ilk Hıristiyanlıktaki gibi ölüme susamışlık salgınları yarattı diye) bir konunun öneminin ortaya çıktığı sonucu; bu sonuç, incelenmeye, inceleyici ve dikkatli tine, ölçülmez derecede ket vurmuştur. Şehitler doğruluğa zarar vermişlerdir.. Bugün bile, en sıradan tarikatçılığın saygın bir san elde etmesi için tek bir kaba kovuşturmaya uğraması yetiyor. -Ne yani.? Birisi onun için yaşamı terk ediyor diye, bir şeyin değerinde bir değişiklik mi meydana geliyor.? -Saygın hale gelmiş bir yanılgı, bir ek ayartıcı etki kazanmış bir yanılgıdır: sanıyor musunuz ki, siz Tanrıbilimci Efendiler, yalanlarınız için şehitler yaratmanıza izin vereceğiz.?'' (Sayfa: 79-80)
*
''Bugün bile kadınlar bir yanılgının önünde diz çöküyorlar, çünkü birisi onlara birisinin bunun için çarmıhta öldüğünü söylemiş. Ya peki çarmıh bir kanıtlama mıdır.?
- Bu konuda ise tek biri var, bütün bu konularda asıl sözü söyleyen, binlerce yıldır söylenmesi gerekli sözleri söyleyen: Zerdüşt.
*
Kanla işaretler yazarlar yürüdükleri yolda, ahmaklıkları da onlara öğretir ki, kişi kanla hakikati kanıtlar.
Oysa kan en kötü tanığıdır hakikatin; kan en saf öğretiyi bile zehirler, yürek çılgınlığına, yürek nefretine dönüştürür.
Ve birisi öğretisi için ateşin içinden geçse -neyi kanıtlar ki bu.? Çok daha önemlisi, kendi yangınından kendi öğretisinin çıkması.''
*
Zerdüşt gönderisi, ''Rahipler Üzerine'' adlı bölümden (II. Kısım, 4. Bölüm) (Sayfa: 80)
*
''Bir tin büyük şeyler istiyorsa, bunlara ulaşmanın yolunu da istiyorsa, zorunlu olarak kuşkucudur. Her türlü kanıdan bağımsız, güçlülüğe aittir, özgürce görebilmeye..'' (Sayfa: 80-81)
*
''Her inancın kendisi, bir kendisizleşme, bir kendine yabancılaşma ifadesidir..'' (Sayfa: 81)
*
''En yaygın yalan, kişinin kendi kendine söylediği yalandır, başkalarına yalan söylemek görece ender bir durumdur.'' (Sayfa: 82)
*
''..''Biz bu kanıdayız: bütün dünya önünde onu yükleniyoruz, onun için yaşıyor, onun için ölüyoruz -kanıları olan her şeye saygı.!'' -Buna benzer şeyleri Antisemitlerin* bile ağızlarından işittim. Tersine, Efendiler.! Bir Antisemit, bir ilkeden çıkarak yalan söylüyor diye hiç de daha saygın hale gelmez..'' (Sayfa: 83)
*
*Yahudi düşmanı Alman. Doruk noktasını Nazizmde bulacak olan ırk düşüncesine dayalı Alman milliyetçiliği ile Yahudi aleyhtarlığı, bu sıralarda (özellikle Wagner'in çevresinde) ''serpilmeye'' başlamıştı. Nietzsche bunlara başından beri şiddetle karşı çıkmıştır. (Sayfa: 125)
*
''Manu Yasalar Kitabı'ndan başka, kadına onca incelikli ve iyilikli şeylerin söylediği bir kitap bilmiyorum; bu yaşlı kırsakallılar ve kutsal kişiler, kadınlara karşı belki de aşılmamış nezakette bir davranış biçimine sahipler. Bir yerde şöyle deniyor: ''Kadın ağzı, kız göğsü, çocuk duası, kurban dumanı, bunlar her zaman temizdir.'' Bir başka yer: ''Güneşin ışığından, ineğin gölgesinden, havadan, sudan, ateşten ve bir kızın nefesinden daha temiz şey yoktur.'' Son bir yer (belki de kutsal bir yalan aynı zamanda): ''Gövdenin göbek üstündeki bütün delikleri temiz, bütün altındakiler de pistir. Yalnızca kızların bütün bedeni temizdir.''..'' (Sayfa: 85)
*
HIRİSTİYANLIĞA KARŞI YASA:
*
Madde Bir: Doğaya her türden aykırılık günahtır. En günahkâr insan, rahiptir: o, doğaya aykırılığı öğretir. Rahibe gösterilecek olan, nedenler değildir, tımarhanedir.
*
Madde Dört: Saffet vaaz etmek, doğaya aykırı olmaya kamusal bir kışkırtmadır. Cinsel yaşamın her horlanması, ''kirlilik'' kavramıyla her kirletilmesi, yaşamın kutsal ruhuna karşı işlenmiş sahici günahtır.
*
DECCAL (Sayfa: 101)
*
Çevirenin Notları (Oruç Aruoba):
*
''Alman dilinin bilinçli bir ustası olmaktan öte, Nietzsche, filolog olarak bildiği klasik diller yanında, hemen bütün Avrupa dillerini bilir ve bunlardan alınma deyimleme biçimlerini yazılarında bol bol kullanırdı. Bu tutum zamanında gelişmekte olan milliyetçi, ''saf Almancacı'' akımlara karşı bir tavır olduğu kadar (bir yerde, belki Almancadan çok Almanlara çatmak için, Zerdüşt'ü Fransızca yazmamış olmasından pişman olduğunu söyler), bu tavra bağlı, ''iyi Avrupalı'' olma ilkesi doğrultusunda, Avrupa kültürünü ''uluslara'' ayırmadan bir bütün olarak benimseme tavrını içerir. Örneğin, buradaki metinde Hıristiyanlığa uyguladığı ''ahlaklar'' çözümlemesinin en önemli iki kavramını (Almanca sözcükler bulabileceği halde) Fransızca sözcüklerle karşılar: ressentiment ve decadence. Aynı şekilde, metinleri Grekçe, Latince, İtalyanca vb deyimlerle doldurur -bir düşünceyi, bir kavramı, hangi dilde ''oturtabiliyorsa'', o dilde yazmaktan çekinmez.'' (Sayfa: 105)
*
Ey istemim benim, sen her zorluğun mucizesi, zorunluğum benim.! Koru beni bütün küçük yengilerden.!
Sen yazısı ruhumun, yazgı dediğim.! Sen içimdeki.! Üstümdeki.! Koru ve esirge beni bir büyük yazgı için.!
Ve son büyüklüğümüzü, istemim, esirge en sonuncun için -ki amansız olasın yengin içinde. Ah, kimler yenilmedi ki kendi yengilerine.!
Ah, kimlerin gözü kararmadı ki o esrik alacakaranlıkta.! Ah, kimlerin ayağı kaymadı ki ve unutmadı ki yengisinde -ayakta durmayı.!
- ki ben bir kez dolu ve olgun olayım büyük öğlede: dolu ve olgun, tıpkı eriyik maden gibi, şimşek yüklü bulut gibi, şişmiş meme gibi: -
- dolu ve olgun kendimle ve en gizli istemim için, okunu özleyen bir yay, yıldızını özleyen bir ok:
- bir yıldız, dolu ve olgun öğlesinde, eriyik, delik deşik kutsanmış yokedici güneş oklarıyla: - kendisi bir güneş ve amansız bir güneş sistemi, yengisinde yok etmeye hazır.!
- Ey istem.! her zorluğun dönüm noktası, sen benim zorunluğum.! Esirge beni bir büyük yengi için.! (Sayfa: 129)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...