22 Ekim 2020 Perşembe

Rıfat Ilgaz - Yarenlik (Şiirler 1943)

 


Arka Kapak:
*
''Çağın gerçekleri, sorunları içinde tarihsel görevinin bilincine varması gereken bir şairin eylemi söz konusudur bugün. ..Her yeni çağ aşağıdan yukarıya doğru itilerle oluşup gelişirken, toplumla içli dışlı olması gereken şair de gerçekçiliğin yeni biçimlerini yaratmaya itilmektedir. Şair toplumu değiştirme, oluşturma çabası içinde kendisini de değiştirip oluşturacaktır. Bu gerçeği Brecht'le birlikte yineleyebiliriz:
'Her yeni çağ gerçekçiliğin yeni biçimini ortaya koymak zorundadır.'
Şairin amacı, bu gerçekleri öğrenmekle bitmiyor. Bunları yapıtına bilgi olarak koymak, şairi sanat dışı gereksiz çabalara götürür. O, bu gerçekleri içeriğine uygun bir biçim içinde yansıtmak zorundadır. Şair, coşku ve hayranlık yaratan kişidir. Bu coşku ve hayranlık, benzer koşullar içinde yaşayanlar arasında mümkündür. Bir şiirin etkileyici ödevi, bu koşulların içindekilerle yüz yüze geldi mi başlar. Bu bakımdan şair yan tutan kişi sayılır."
*
Rıfat Ilgaz


Bu Saatte
*
Pencereler bizimdir bu saatte
uykumuzu işçilere bıraktık
uyandırmayalım erken kalkacakları.
Sahibiyiz bu saatte denizin,
gökyüzünü genişletmek elimizde
çıkmaz yıldızlar sözümüzden.
Herkes yatağından memnun bu saatte,
her zamanki ziyaretinde ölüler
-düşünmüyoruz onları şimdilik-.
Başka şeyler düşünülür bu saatte,
daha açık bahsedilir yaşamaktan.
*
(1940) (Sayfa: 7)
*****
Ayna Karşısında
*
Yabancı değiliz şüphesiz,
kadehlerin müjdelediği serinliğe,
bu akşam da içelim, kendimiz için.
Böyle bitmesini istemezdik günün,
bir beklediğimiz vardı aydınlıktan.
Gün sonudur, yabancı kalmayalım
huylarını değiştiren eşyaya.
Gel, değmeden birbirine ellerimiz,
sen günlük işlerinden konuş,
ben sana masallar anlatayım
gelecek günlere dair.
Sonunda anlaşırız dostum,
gecemiz beraber geçecek nasıl olsa,
hele gün silinedursun yüzünden.!
*
(1940) (Sayfa: 8)
*****
Yarenlik
*
Günümüzü gün etmek için
şöyle bir demlenelim deriz,
dert olur bize,
meyhanecinin kazanç vergisi
ve garson Nuri'nin
Nüfus'taki işi..
Tatlı tarafından açmak isteriz
söz döner dolaşır
işten el çektirilmesine dayanır
dokuz nüfuslu gümrükçünün.
İkinci şişede,
kızını baş göz etmek için
hayırlı kısmetler araştırır,
Heybeli'de yatan oğluna
çıkar çıkmaz iş buluruz
bir dikimevinde.
En küçük kızını
bizim kahvenin gediklisi
bir arkadaş tavsiyesiyle yazdırırız
yatılıya.
- Hep tanırız Maarif'teki
Mürteza Efendiyi..
Her kalem dönüşü,
orta şekerli kahve içer
bir de sermayesine nargile.-
Şişeler, irili ufaklı şişeler,
saf saf dizildikçe karşımıza,
sen, boşta gezen Ali Beye
İnhisar'da iş bulursun,
yahut şeker fabrikasında.
Bense kızının yaşını düzeltir
çıkarmadan kâğıtlarını askıya
bir gün içinde kıydırırım nikâhını
belediye tahsildarı Ahmet'le..
- Temiz çocuktur doğrusu.-
Bir miras işinden sonra
Evkaf'tan ayrılan Niyazi'ye
bir matbaa açtırır,
başlarız gazete çıkarmaya..
Kalemi kuvvetlidir Niyazi'nin
başmakale yazabilir,
sen gönül işleriyle uğraşır,
bense sütun sahibi olurum,
dünyanın gidişine boş verip
havadan sudan konuşmak için.!
Her ay mektebin yolunu
nedense değiştiren Reşat'ın,
1932'den kalma mesken bedelini,
hemen bir istida ile
Bolu'dan aldırıverirsin.
Girmişken işler yoluna
bırakmaya gelmez arkasını.
Hele sen garsona seslen
bir şişe daha getirsin,
sonra kapatsın şu radyoyu
sırası mı şimdi ajansın.!
*
(1941) (Sayfa: 10-13)
*****
Merhamet
*
İşte gittiğimiz günler
alacakaranlıkta,
kimseyi rahat yatağında uyandırmadık.
Bizi uyutmadıkları çok oldu
çaylarında, nişanlarında,
zorla caz dinledik,
kızmadık, mezhebi geniş insanlarız,
yine vaktinde bulunduk iş başında.
Yorgun döndüğümüz akşamlar
arabasında yer gösteren oldu,
utandık türkülerini söylemekten.
Nafakamızı sattılar önümüzde,
sakladılar yağımızı, peynirimizi,
rızkımızdan para kazandılar
hoş gördük.
Gün oldu
nar gibi kızarmış ekmekleri bekleyen
tezgâhtarı bile kıskanmadık.
Nar mı yetiştirmedik kavak ağaçlarında
-hem de kafamız kadar-.
Bir koyundan üç deri çıkardık,
minnete geçmedi.
Acıyan bulunmadı değil halimize
gazetelerde kaldı merhametleri,
kitaplara geçti;
bizim merhametimiz lâfta kalmayacak.!
*
(1941) (Sayfa: 14-15)
*****
İşte Böyle Azizim
*
Seninle sanatoryumda tanışmıştık,
- O günler bir türlü unutulmuyor-
ne tatlı sigara içerdik biliyor musun
hemşirelerden saklı.?
Sonra bir yolculuktan söz açar gibi
tatlı tatlı ölümden konuşurduk.
Gelmediği için o günlerde tahsisatın
az kaldı taburcu edeceklerdi seni;
sonunda para bulmuştun yatmaya
velâkin zaman bulamadın.
- Bir gün çıkarsın diye adresini de almıştım.-
Hani vaktinde gitmedin değil,
kötüleşti dünyanın hali,
En güzeli işin
peşinde çoluk çocuk bırakmadın.
Kış geliyor, karakış
ne soba var, ne bir dirhem odun
işleri sorarsan eskisinden sıkı
ve aldığımız para malum.!
Yaşamak zor azizim,
sağ olsaydın eğer
nasıl bulacaktın her gün,
sütü, taze yumurtayı, pirzolayı.?
Çok şükür bunlara kalmadı ihtiyacın.
Biz hâlâ öğrenemedik
senin kadar olsun,
etsiz, ekmeksiz,
parasız, pulsuz yaşamayı.!
*
(1941) (Sayfa: 16-17)


Alişim
*
Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim.!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zilelinin gitti ayakları.
Yazıldı onun da raporu:
"ihmalden.!"
Gidenler gitti Alişim,
boş kaldı ceketin sağ kolu..
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
Anlar işin iç yüzünü.!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
ağanın davarlarına geçer..
Kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğazı tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim
sol yanın sevdiğini.
Ama kızlar da, emektar sazın gibi,
Çifte kol ister saracak.!
*
(1941) (Sayfa: 20-21)
*****
*
Üç odalı bir ev kiraladığım gün,
kurtulacak kitaplarım
merdiven altındaki şeker sandığından.
Belki de gün geçtikçe,
tabanında halı döşeli
bir kitaplığım olacak.
Benden söz açıldı mı
önce kitaplarımın sayısı söylenecek
sonra baremdeki derecem..
Bense her şeyden uzak,
kitaplarımın ortasında kendimi unutacağım.!
Evde bulunmadığım günler
"Meşgul.!" diyecek beni soranlara
güler yüzlü hizmetçim.
Başka bir gün masamın başında
en kalın kitabımı okur görünürken
bastıracak misafirlerim..
En yakın dostumun bile
dalgın dalgın bakıp yüzüne
adını soracağım.!
Çıkarırken gözlüğümü
eski mahalle arkadaşıma
"Nerede tanıştıktı,
yabancı gelmiyor yüzünüz.?" diyeceğim;
dalgınlığım onları güldürmeyecek.
Sorarlarsa dünyanın gidişini
duvardaki büyük adam resimlerine bakarak
Eflâtun'dan satırlar okuyacağım.
*
(1941) (Sayfa: 33-34)
*****
*
Daha beş ay geçmeden
üstünden ilk istidamın,
nasıl oldu da girdik Heybeli'ye.!
Demek bu yıl da kendini gösterdi
yaprak dökümü,
erken boşaldı yataklar.!
Nerden de tutulduk bu derde,
ne kuruntuya verdim kendimi,
ne karasevda geçti başımdan.!
Temelimiz çürükmüş, anlaşıldı,
bu kadar dayanabilirdi sıkıntıya
seferberlik ekmeğiyle büyüyen..
İş girinceye kadarmış
ne çabuk da unutuldu
kalemden kaleme koştuğumuz günler
ve sıra beklediğimiz kapılarda..
Rahatız,
ne odun kömür derdi kaldı,
ne tarhana bulgur düşüncesi..
Kötü şeyler getirmeden aklımıza
bol bol öksürüyoruz.
İştahımız olmasa da,
yine bekliyoruz akşam yemeklerini.
Ve kuvvet şurubunu,
eski günleri hatırlayarak
çekiyoruz şifa niyetine.!
Bir hırkaya bir lokmaya kaldık,
hele dostlarım sabırlı olsun
şöyle sırtüstü yatarak
biraz da biz yaşayalım
ekmek elden su gölden.!
*
(1942) (Sayfa: 47-48)
*****
*
Her yeni çağ aşağıdan yukarıya doğru itilerle oluşup gelişirken, toplumla içli dışlı olması gereken şair de gerçekçiliğin yeni biçimlerini yaratmaya itilmektedir. Şair toplumu değiştirme, oluşturma çabası içinde kendisini de değiştirip oluşturacaktır.
Bu gerçeği Brecht'le birlikte yineleyebiliriz:
'Her yeni çağ gerçekçiliğin yeni biçimini ortaya koymak zorundadır.' (Sayfa: 49)
*****
*
''Sanatkâr, her şeyden önce muhitini, cemiyetini kavrayabilecek ileri bir düşünce sistemine sahip olmalıdır. Ancak bu seviyeye ulaşan sanatkârlar, kendinden beklenileni verebilir.''
*
(Yürüyüş, sayı 7-8, 9 Eylül 1942) (Sayfa: 51)
*****
*
''..Ilgaz bu şiirlerden hiçbirini kitaplarına koymaz. Hatta, üzerlerine sünger çeker: ''Belki üç kitaplık şiirim vardı. Bunların en mühimleri Oluş ve Varlık dergilerinde çıkmıştı. Bunları ne zaman derlemeye kalksam onlarda bir yapmacık taraf, bir bizden olmayan ve bizi ifade etmeyen tarafın mevcut olduğunu hissediyorum. Bu şiirler daha ziyade aylak sınıfın, geçim derdinden azade (hür) insanların hoşuna gidiyordu. Bizden olmayanların zevkine gayrışuuri (bilinçsiz) olarak yaptığım hizmetin reaksiyonunu geç de olsa duyabildim. Bazı burjuva münekkitlerinin (eleştiricilerinin) ve antoloji derleyicilerinin hoşuna giden bu şiirler, benim gözü bağlı yaşadığım yılların en canlı ifadesidir.'' (Baştan, 14.9.1948) 
(..)
''Günden güne bilinçlenmeye, kendi deyimiyle, ''artık kimin için ve ne için yazdığını fark etmeye'' başlar.
Bu bilinçlenme şiirine de yansır. Ilgaz, bireysel şiirden hızla toplumsal şiire geçer. Üstelik, bu geçiş tatlı bir dönüşüm biçiminde değil, keskin bir sıçrama biçiminde gerçekleşir. Ilgaz, geçmişiyle bağlarını koparır. Yeni bir görüş ve davranışla karşımıza çıkar. Sanatında enikonu bir devrim yapar.''
(..)
''...
Sessiz sedasız göçtün aramızdan;
Ne ölümün geçti gazeteye
Ne dokuz göbek soyun.
...
Bu parçada iki karşıt durum bir arada veriliyor: Bir yanda yoksul bir kişinin ilansız ve törensiz sönüp gidişi belirtiliyor; öbür yanda da varlıklı kişilerin gürültülü ve tantanalı ölüşü. ''Dokuz göbek'' deyimi bizi hem gülümsetiyor, hem de öfkelendiriyor. Ilgaz kendisi isyan etmediği gibi okurlarını da isyana çağırmıyor. Fakat, olayları o şekilde yansıtıyor ki, okurlar kötülüğe başkaldırmak gereğini duyuyorlar. Böylece, Ilgaz sanat anlayışına ve yaradılışına en uygun yöntemi bulmuş oluyor. Şiirini nutuk, nesir ya da öğreticilik (didaktizm) çukuruna düşmekten kurtarıyor. Bilindiği üzere, toplumcu şairler çokluk bu çukura düşmekten kendilerini alamaz ve şiiri yitirirler.'' 
(..)
''..Hasan İzzettin Dinamo, İlhami Bekir, A. Kadir, Suat Taşer, Ömer Faruk, Niyazi Akıncıoğlu, Enver Gökçe, vb. gibi o da Nâzım Hikmet'in açtığı toplumcu-gerçekçi yolda yürüyor. Ama, bu yolun kimi yolcuları gibi onun salt izleyicisi olmuyor. Kendine özgü bir tutum ve üslup yaratıyor. Bu bakımdan, denebilir ki, N. Hikmet'in etkisinde kalmayan ya da en az kalan iki üç şair varsa, bunlardan biri Ilgaz'dır.'' (Sayfa: 53-57)
*****
*
''Hemen bütün şiirlerinin mevzuu, kendi küçük dertleri, arzuları. Ama hayret.! Bunların hiçbiri sadece Rıfat Ilgaz'ın dertleri değil.. Hepsi, hepsi geniş bir kitlenin, bir insanlığın dertleri. Sosyal şiir nedir diyenlere bu kitabı göstermek lazım. En şahsi, en hususî (özel) şeyler nasıl cemiyetin (toplumun) malı olabilirmiş, insan kendi hasis (cimri) dertlerinin dışına nasıl çıkar ve onları nasıl biraz yukardan, dudaklarında hazin bir tebessümle (gülümseme ile) seyredebilmiş.. En basit kelimeler, en özentisiz tasvirlerle nasıl hayat dolu tablolar, koskoca bir cemiyet parçasını aksettiren manzaralar çizebilirmiş. Bütün bunları Rıfat Ilgaz'dan öğrenmek kabil (olası). (..)
Bana sanat heyecanı ile dolu saatler yaşatan, insanlığın dertleri hakkında gözümde yeni ufuklar açan şaire bütün kalbimle teşekkür ederim.
*
Yurt ve Dünya, Nisan 1943 (Sayfa: 65)
*****
*
''Bu toprakların eziyetlerini ve cefalarını kendininkilerden, ferdin hodbin (bireyin bencil) endişelerinden üstün tutan Rıfat Ilgaz, büyük bir vatanperverde bulunması gereken bütün vasıfları taşımaktadır.
Gerçek manasıyla şiir, yalnızca kafamızla değil, kalbimizle de sevmekten kendimizi alamadığımız şiir değil midir.? Öyle sanıyorum ki ''Yarenlik''in, alışılmış bütün estetik kalıpların dışında, insanı büyüleyen sihri buradan geliyor.''
(Sayfa: 69)
*****
*
''Rıfat Ilgaz; halk-şairi, köy-şairi olmak gayretinde değil, fakat kendisi halktan olduğu için, halkla beraber yaşadığı duyduğu için ve sanatının da ehli olduğu için şiirlerinde temiz, güzel bir dil, halkın dili beliriyor ve Rıfat Ilgaz ''halka inmek'' gayretinde olan, zoraki köy şiirleri yazan, halk şiirlerinin kalıbını alarak halk şairi olduklarını sananlardan çok daha fazla, onların erişemeyeceği kadar, bugünün halk şairi oluyor. Gerçekten bildiği, samimi olarak duyduğu mevzuları işleyen sanatkâr, eğer sanatkâr ise, mevzuuna en uygun şekli bulur ve bu şekil sadece bir kalıp olmaktan çıkar. Muhteva ile şekil ayrılmaz bir surette bütünleşir. Rıfat Ilgaz böyle bir şairdir.'' (Sayfa: 70)
(..)
''Rıfat Ilgaz müreffeh (varlıklı) bir zümrenin (kesimin) değil, fakat bir günden öbürüne yaşayabilmek için didişen, böyle üzüntülü günlerin akşamında, bazan, ''gününü gün etmek için, şöyle bir demlenen'' halkın şairidir. Onun için şiirlerinde gül, bülbül, berrak sema, mavi deniz, kalp ağrıları yok. Hayatın daha karanlık, daha hüzünlü taraflarının akisleri (yansımaları) var. Bununla beraber şiirlerinde hayatı kötümser bir ruh hali de sezilmiyor. Şair isyankâr da değil. Kendisini hadiselerden biraz uzağa çekiyor ve hayata karşıdan bakarak gülebiliyor; alaylı olmakla beraber halden anlayan, şefkatli, müsamahalı (sevecen, hoşgörülü) bir gülüş, acı, yakıcı bir istihza (alay) değil.''
*
Adımlar, Mayıs 1943 (Sayfa: 71)
*****
*
''Şair Rıfat Ilgaz, Babıâli'nin ne tıka basa doymuş etrafı toz pembe gören toklarından, ne de kendini darı ambarında sanan açlarındandır. O, halkla beraber çektiği ölüm kalım savaşının bütün mücadele safhalarını mısralaştırmakta, destanlaştırmaktadır. Onda hayat mücadelesi destanından pasajlar buluruz. ''Yarenlik'', içinde yaşadığımız devrin hakiki şiir örneklerinden biridir.'' (Sayfa: 74)
*****
*
''Halkın diliyle konuşan, halkın nüktelerini duyuran, bize her şiirinde, en acı şeylere karşı bile dudaklarındaki derin ve mânalı gülümsemeyle görünen Rıfat Ilgaz'dan çok şeyler bekliyoruz. Bize İstanbul'un her yerini ve her şeyini, pek iyi bildiği Anadolu'yu, Anadolu'nun acılarını, isteklerini sanırım ki çok güzel duyurabilir. O, bir saltanatın şiirini terennüm etmiyor (dile getirmiyor), halkın derdini dert ediniyor. Bütün memlekete yayıldığı gün, lâyık olduğu değeri bulacaktır. Bende bu köklü ümidi yaratan da bu küçük, büyük kitaptır, Yarenlik'tir. Rıfat Ilgaz'ı bu mazhariyetinden (erişmesinden), bu kudretinden (yeteneğinden) dolayı tebrik ederim.'' (Sayfa: 76)
*****
*
''Aylak sınıf şairlerinin çizdiği İstanbul tablolarıyla, Rıfat Ilgaz'ın İstanbul tabloları arasındaki tezatlar (karşıtlıklar) günde on dört saat alın teri döken kol ve kafa işçisinin -ki 15-16 milyonu bulmaktadır- sofrası ile mirasyedi vurguncu sofrası arasındaki tezatlara benzer.'' (Sayfa: 78)
*****
*
Elim birine değsin,
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım.!
*
19-XI-1991
Rıfat Ilgaz (Sayfa: 88)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...