28 Ağustos 2022 Pazar

Alâeddin Şenel (Adam Şenel) - Teleandregenos Ütopyasında Evlilik Hayatı


Ön Kapak:

*
Platon'un "Devlet"i, Thomas More'un "Utopia"sı, Aldous Huxley'in "Yeni Dünya"sı en deli dolu mutlu dünya hayallerinin çizilip, en cesur ve amansız toplumsal eleştirilerin yapıldığı "ütopyalar" geleneğini altın halkalarıdır.
*
Adam Şenel'in 'Teleandregenos'u da bu geleneği izliyor.
*
Evlilik kurumunu eleştirmeyi görev edinmiş kendisine bir masal anlatımı içinde binbir gerçeğe değinerek..
*
Arka Kapak:
*
Uygarlık ufuklarında bir bulut var ki, insan yaşamının bir yöresini karartmakta, mutluluk çimenlerinin bu yörede yeşermesini engellemekte.
Bu kara bulut, gözden geçirilmesi zamanı çoktan gelip geçmiş olan aile kurumudur.
Bugünkü biçimiyle buzullardan kaçıp mağaralara sığınan taş devrinin insanları için kuşkusuz yararlı bir kurumdu.
Ne var ki, fosilleşmekten kurtulan bir kurum, insanları, taş devri ilişkilerini zorlayagelmekte.
Bu kurum, kadının yazgısını erkeğin ayaklarına kösteklemekte, çocukların yazgısını ana babaların yazgısıyla damgalamakta.
Artık yeter. Bu insanlık öncesi kurumun yeni filizlenecek soyların duygularını ve düşüncelerini fosilleştirmesine fazla göz yummayalım. Onu, mutluluğun altında, aklın yargısı önüne çıkaralım artık.
*
ADEM İLE HAVVA
*
- Adam ve kadın
bir ömür boyunca
paralel çizdiler
aynı yapılardan çıkıp
aynı sokaklardan geçip
aynı caddelerde gezdiler.
*
= Hiç mi
birbirine aykırı düşmek istemedi
bu iki çizgi.?
Hiç mi
birbirlerini kesmek geçmedi
içlerinden.?
*
- Ben orasını bilmem
Bildiğim
günlerine birlikte başladılar
birlikte bitirdiler
aynı çarşaflar üzerinde
birbirlerine paralel
gecelerini birlikte geçirdiler.
*
= Hiç mi
içlerinden
zig-zag çizmek isteği
geçmedi.?
Gerçekten bu iki çizgiden hiçbiri
Salt ötekisine dikey olsun diye
kendini asmak istemedi.?
*
- Ben orasını bilmem.
Bildiğim
bir ömür boyunca
aynı tavır, aynı yüz,
aynı vücut, aynı ses,
aynı koku, aynı seks.
*
= Hiç mi
yalnız kalmak isteği
iliklerine işlemedi.?
Hiç mi
öğürmek gelmedi
içlerinden.?
*
- Ben orasını bilmem.
Bildiğim
bu iki çizgi
o raydan ayrılmadan
kömürlerini bitirdiler
yitirdiler ömürlerini
bir cehennem azabı içinde
yitirdiler.
*
- Hiç mi
elleri
birbirinin elinden başkasına
değmedi.?
içlerinde
bir kez olsun
başkalarıyla paralel çizmek tutkusu
filizlenmedi mi.?
*
- Ben orasını bilmem.
Bildiğim
sonsuzda bile birleşmedi
bu iki çizgi,
toplum
birbirlerine paralel
mezarlara yatırdı
bu iki cinsi.
*
= Yani bu iki çizgiden
Hiçbiri hiç
özgürlük nedir, mutluluk nedir
bilmedi mi.?
*
- Ben orasını bilmem.
*
- Peki bu köleliği
kendileri mi istedi ki.?
Değilse
bunun sorumluları kimdi.?
*
- Ben orasını bilmem dedim,
bildiğim,
bu iki çizgi
birbirine zincirliydi.
*
Eylül, 1965, Ankara (Sayfa: 9-11)
*
Ben sana paralel
Sen bana paralel
Paralel paralel paralelli
Taralel taralel taralelli
*
Ümit Yaşar Oğuzcan (Sayfa: 13)
*
*
''..''Bu gerçek, 'biliciler', 'buyrukçular', 'dinciler' ve 'kuyrukçular' arasında bir 'meslek sırrı' şimdi. (Unutmadan söyleyeyim, kılavuzum da bir 'bilici' idi.) Sen ülkenden bildiğine göre, ben bu sırrı açarak tabuyu yıkmış sayılmam.
Kılavuzum burada daha da ciddileşerek, ''ama şunu kafanıza sokun ki, bunu 'buyrukçulara' açarsan, seni bırakmaz, yaşamının sonuna dek gözaltında tutarlar, 'konukluk sınırlarını aşıp içişlerimize karıştın' diye. Halkı zehirlemenden korktukları için. Halka açarsan, bir kez inanmaz, sonra da 'geleneklerimizi, göreneklerimizi, duygularımızı ve düşüncelerimizi de aşağıladı' diye parçalarlar'' dedi. Baktım ikizi olan karısı başını sallayarak onaylıyordu kocasını. Yıkıldım.'' (Sayfa: 26)
*
''Ama ben biliyorum ki, bu göbek kordonu koparılabilir. (..) Göbek kordonunu putlaştırmış, tabulaştırmış kafalara nasıl sokulabilir ki bunlar.?'' (Sayfa: 28)
*
''Babalar, kız çocuklarına karşı, bir acıma duygusu ve bu duygunun zoruyla gönülsüz bir ilgi gösterirler. Analar, oğlan çocuklarına karşı, zayıflardaki güçlü olma isteğinin ürünü olan, güçlü olana karşı duyulan tutkulu hayranlığı duyarlar.'' (Sayfa: 29)
*
''..çocuklar, ana babalarının bütün zamanlarını, kendileri ile birlikte bu dünyada geçirmelerini isterler. Ana babalar, buna yanaşmadıkları gibi, ''çalışamıyorum'' ya da ''dinlenemiyorum'' diye, çocukların söz konusu gürültülü dünyalarının sesini kısmaya ya da tümüyle kesmeye çalışırlar. Çocuklarının oyun ve hayal dünyalarına katılmadıkları gibi, ''dur'', ''sus'', ''yapma'', ''ayıp'', ''döverim'' gibi sözlerle, bu dünyalarını sık sık çiğner, yıkarlar.'' (Sayfa: 35)
*
''..çocuklar bir şeyi yaparak öğrenmezler. Neyi, nasıl düşünecekleri kendilerine öğretilir. Daha önce başkalarınca bilinen şeyler, kendilerine ''belletilir''. Çocukları, kendi istekleriyle ve kendi eğilimlerine göre bir şeyi ellerine alıp incelemeye kalkmadan, onu çocuklarının eline verirler. Çocukları o şeyi elinde, evirip çevirmeye başlamadan, ana babaları evirip çevirirler. Neresini yalayıp, neresini ısırması gerektiğini, daha çok neresine bakması, neresine dokunması, nereye atmaması gerektiğini anlatırlar. Çocuğa sorun çıkaracak noktaları, çocuk o sorunla karşılaşmadan, çözemeyip kendilerine sormadan açıklarlar.'' (Sayfa: 37)
*
''..çocuklarla ana babalar arasında bu kez besin değil, bilgi taşıyan görünmez bir kordonun bulunduğu söylenebilir. (..) ''..çocukların kendi kendilerine ve istediklerince bilgi ve deneyim kazanmalarına ne olanak ne de izin verilir. Bu yolları zorlayan çocuklar, doğuştan ''anormal'' ve ''asosyal'' kimseler olarak görülürler.'' (Sayfa: 38)
*
''..bir sürtüşme çıktığında, kimin haklı kimin haksız olduğunu araştırıp, gereğini yapmak yerine, ''kardeşin oraya gitmek istemişse, sen de gidiver kızım'', ''kardeşin şuraya gitmekten hoşlanmıyorsa, sen de gitmeyiver kızım'', ''özenmişse veriver kızım'', ''yapıver kızım'', ''uyuver kızım'' demeye başlarlar.'' (Sayfa: 41)
*
''Kızların oğlan oyunlarına, oğlanların kız oyunlarına katılmalarına hiçbir zaman izin verilmez. Bu gibi katılmaları toplum kınar. Ana babalar ise ''gereğini yapar''..'' (Sayfa: 43)
*
''..kız çocuğunun önüne hiçbir zaman aşamayacağı bir engel konur. Sekiz yaşından sonra, kız oyunlarıyla birlikte ''aman ne de güzel ayak bileklerindeki halkalar'' gibi uyutmalarla, gelişme hızını yavaşlatmak için ayağına takılan köstek yerine, bu kez doğrudan doğruya kendisi süslü bir kafese ''cinsiyet kafesine'' konur. İşte daha önce sözünü ettiğim kurt kapanı budur.'' (Sayfa: 44)
*
''Telandregenos'lularda bir görgü kuralı vardır: ''erkeğin konuştuğu yerde kadın susar.''..'' (Sayfa: 47)
*
''..bana gösterilen konukseverliği ve her şeyi sorabilmek konusunda tanıdıkları özgürlüğü kötüye kullanıp kafamda zincirleniveren şu soruları sormamak için kendimi güç tuttum: ''Günahın işlenebilmesi için bir değil iki yanın gerektiğine göre, kafes neden ikisine de geçirilmiyor.?''; ''bu kafesin, bedeni çepeçevre sarmak yerine, belli bölgeleri güvene alması yetmez mi.?''; ''Kafes neden kız geliştikçe daha genişiyle değiştirilmiyor.?..'' (Sayfa: 48)
*
''Teleandregenos'lular aksamadan tıkır tıkır çalışan bir düzen kurmuşlardı. Kafes bu biçimiyle, düzenin önemli bir çarkıydı. Onu değiştirmek, tıkırtıların düzenini bozabilir, dahası, çarkları durdurabilirdi.'' (..) ''Cinsiyet kafesi, Teleandregenos'lu kızlara, cinsel erginlik çağına ulaşmalarından çok daha önceki yaşlarda ''özendirilir''. Küçük kız çocukları, kendilerini, cinsel erginlik çağına ulaşmış kızların tantanalı kafes törenlerinin çekimine kaptırırlar. Cinsiyet kafesleri yalnızca atölyelerde değil, öykülerde, türkülerde allanıp pullanır. Sonunda genç kızlar, güneşin altında pırıl pırıl pırıldayan, bütün bedeni sımsıkı saran bu ''büyük süs'' içine bir an önce girmek için sabırsızlanmaya başlarlar. (..) Genç kızlar önceleri, cinsiyet kafesi taşıma ayrıcalığına kavuşmuş olmanın onuruyla burunları yukarda dolaşırlar bir süre. Herkesin kendilerine hayranlıkla baktığından kuşkuları yoktur.''(Sayfa: 48-49)
*
''Çocukluğundaki inatçı, direnen kişiliği ile hiçbir ilgisi kalmaz. Her çekilen yere gidecek, her söyleneni yapacak kadar sindirmiştir kafes onu. Şimdi çelik kafes içinde, vahşi bir hayvan değil, gereksiz yere kafese konmuş evcil, uysal bir ev kedisi gibidir. Öyle ki, kafesten çıkarılsa da artık, kafes içinde davrandığından farklı davranmaz. (..) Genç kızın direnme gücünün kırıldığı tümüyle anlaşılır anlaşılmaz, erkeklerden yana yontan değerlerin ve inançların sunulmasının zamanı gelmiş demektir. Babaların ya da ''erkekten çok erkekçi'' olmuş anaların telkinlerini benimsemeye hazırdır şimdi. (..) Artık ana babasının ''kadın, erkeğin hizmet ve zevk aracından, toplumun çocuk makinesinden başka bir şey değildir'' görüşüne karşı çıkamayacaktır. Yapışık yaşamlarında erkeğin ''amaç'', kendisinin ''araç'' olduğunu anlamıştır. İşte birinci cinsiyet kafesi dönemi, genç kızı bu anlayış düzeyine yükseltecek ''evliliğe hazırlık'' dönemidir.'' (Sayfa: 50)
*
''Genç kız içindeki iğrenç (!) cinsel isteklerine karşı verdiği savaşta, hiçbir sonuca varamaz; gücü yiter, yenik düşer ve kendisinin şehvet düşkünü, kötü ve günahkâr bir insan olduğunu düşünmeye başlar.'' (Sayfa: 54)
*
''Yaşamlarının en verimli düşünsel etkinlik çağının yıllarını, birbirlerinden başka bir şey düşünmeyerek ve bu ''çelik engel''i aşmanın yollarını düşünerek harcarlar. Hiçbir sonuca ulaşamadan, gece gündüz cinsel sorunlarını çözecek yollar düşünmek, hem kendileri hem toplum bakımından yararsız bir beyin gücü erozyonu değil de nedir.?'' (Sayfa: 56)
*
''Şimdi size ikinci cinsiyet kafesi süresince karı koca ilişkilerini anlatmalıyım. Daha önce de söylediğim gibi meslekler erkeklere ayrılmıştır. Kadınlar ''karılık'' dışında bir meslek edinemezler; gelir sağlayan bir iş sahibi olamazlar. Bu gerçek Teleandregenos'luların ağzında şöyle dile getirilir; ''erkek üretir kadın tüketir.''..'' (Sayfa: 59)
*
''Ben, erkeklerin ''araçları'' olan kadınların bile yaşamlarından yaşamalarından şikayetçi olmayıp ''hoşnutuz'' dedikleri bir düzeni yıkılmaz buluyorum. Çünkü böyle bir toplumda, en alt tabakanın erkekleri bile, karıları hoşnutuz dediklerine göre, karılarının kendilerine sağladığı rahatlıkları göz önüne alarak ve karılarına karşı duydukları ''üstünlük duygusu''nu hesaba katarak, ''hoşnut değiliz'' demeyecekler, düzenin kendilerinden yana, iyi bir düzen olduğuna kendilerini inandıracaklardır.'' (Sayfa: 61)
*
''..''bu dövüşler ve çığlıklar, Teleandregenos kutsal ailesinin temellerini sağlamlaştıran, sevinçle karşılanması gereken olaylardır. Bir kere kadın dövülmekten, erkek de dövmekten hoşlanır. Bu durumda kadının anası, babası da olsan karışamazsın. Sonra hemen her dövüşmeyi bir sevişme izler. Sizin anlayacağınız dövüşmeler sevişme başlangıcıdır.''
Dövmeyi ''dövüşme'' olarak gördüğüne göre ''sevişme'' dediği de ''tecavüz'' olmalı diye düşünürken, sözü bitmemiş, ekledi: ''ayrıca, kadına konumunu arada sırada anımsatmaya ve kocasına olan bağlılığını artırmaya yarar.''..'' (Sayfa: 63-64)
*
''Bir insan, sevdikleriyle birlikte olmaktan ne kadar hoşlanırsa hoşlansın, gene de, bir başkasıyla paylaşmak zorunda olmadığı bir boş zamanı, bir başkasıyla uzlaşmak zorunda kalmadan yapabileceği işleri olmalı. Karı kocanın yapışık olmaları, bırakın bir başkasıyla baş başa olmayı, kendileriyle baş başa olma, doğayla baş başa kalma hakkı tanımaz. ''Mutluluk, bir orman gibi birlikte'' ve ''Bir ağaç gibi tek ve özgür'' yaşamaksa, Teleandregenos'da mutluluğun bir boyutu noksan demektir.'' (Sayfa: 66)
*
''Yapışıklık, hareketi durdurur, çeşitlenmeyi engeller, değişikliği, dolayısıyla sevgiyi de öldürür. Durmadan aynı şeye bakan göz, önce güzel bulduğunu, sonra bulmaz. Önce sevdiğini, sonra sevmez olur. Yaşam çeşitlenmeden yanadır; evrimin altın anahtarları da hep çeşitliliğe açılan kapıları açmaktadır.'' (Sayfa: 67)
*
''Bu karşılıklı nefretin en tipik belirtisi, birinin sevdiğini ötekinin sevmemesi, birinin istediğini ötekinin istememesidir.'' (Sayfa: 69)
*
''Gözlerimin önüne bilicilerde ve emircilerde ve onların eşlerinde görüp halkta görmediğim, rahatlık, uygarlık, yumuşaklık geldi. Birbirlerinin eşlerine karşı gösterdikleri incelik de buna eklenince, kuşkularım güçlendi. Bence Teleandregenos'lu bilicilerin ve emircilerin cinsel yaşamları hiç ''sıkıcı'' değildi. Birbirlerinin eşleriyle kaçamak yapabiliyorlardı. Kaçamaktan öte, aralarında gizli bir ''centilmenlik anlaşması'' vardı. Halka hiçbir ipucu sızdırılmayan, kendi aralarında kollektif bir cinsel yaşamları vardı. Öteki alanlarda da böyle kaçamakları, böyle gizli ayrıcalıkları varsa, düzenden niye yakınsınlardı.'' (Sayfa: 76)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...