6 Mayıs 2020 Çarşamba

Salih Aksoy - İbrahim Kaypakkaya'nın Hayatı ve Fikirleri (Ser Verip Sır Vermeyen Devrimci Önder)

#İbrahimKaypakkayanınHayatıVeFikirleri #SerVeripSırVermeyenDevrimciÖnder #YazarSalihAksoy
(..) Sermaye iktidarının tüm baskıcı ve yok edici politikalarına rağmen siyahların özgürlük ve eşitlik mücadelesi Amerika'yı da küçük çaplı bir iç savaşın eşiğine getirmişti. Sanki evrensel denge yasaları devreye girmiş, sınırsız gibi görünen ABD iktidarını kendisini üzerinde var ettiği temellerinden sarsmaya başlamış ve sınırsız görünen gücün sorgulanır hale gelmesine neden olmuştu.
ABD Başkanı ve emperyalizmin hamisi Nixon'un uygulamakta ısrar ettiği Marshall Planı ve benzeri sömürgeleştirme faaliyetleri, uzun süredir Türkiye'nin de içinde bulunduğu birçok ülkeyi daha fazla bağımlı ve küresel sermayeye boyun eğer hale getirmişti. Özellikle de ekonomik ve kültürel emperyalizmin saldırgan yüzü, Türkiye topraklarında kendini açıktan açığa göstermekteydi.
AP ve Menderes dönemi hükümetleriyle iyice açığa çıkan SSCB ve komünizm düşmanı işbirliği idaresi, 1960 askeri darbesine rağmen hâlâ gücünü korumaktaydı. Dünya genelinde ABD odaklı yürütülen komünizm karşıtı propaganda ve ''komünist avları'' Türkiye'de de olağan şiddetiyle devam etmekteydi.
Üniversitelerde kurulan fikir kulüpleri, toplumsal sorunlara karşı çözüm arayışının somut çatıları olmaya başladılar 1960'ların ikinci yarısından itibaren. Fikir kulüplerinde üniversite gençliği dünyayı ezilenler ve yoksullar için bir cehenneme çeviren emperyalist kapitalist sistemi tanımaya başlamışlardı.
Ortada oldukça ciddi bir sorun vardı: Mevzu bahis olan yeni bir dünya sistemiydi ve sistemin tepesinde devasa ekonomik askeri gücüyle ABD oturuyor, büyükten küçüğe doğru tüm işbirlikçi devletler de onun altında sıralanıyorlardı. Bu sistemin ülke içindeki işbirlikçileri de belliydi. Kaderini bu düzenle birleştirmiş fabrika patronları ve büyük toprak ağaları bu yeni kapitalist yapılanmanın işbirlikçileriydi. (Sayfa: 24-25)

***
(..) Vietnam'a doğrudan müdahalenin ardından patlak veren iç savaş, Fransızlara karşı yürütülen bağımsızlık mücadelesi ve zamanla Amerika'yı da içine çeken genel savaş, SSCB ve Çin tarafından Vietnamlılara sağlanan ekonomik ve lojistik destek nedeniyle, kutuplar arası bir niteliğe bürünmüştü. Bu yoksul topraklarda söz konusu olan, kutuplar arası dengenin kimin lehine ağır basacağıydı. ABD ordusu bu uğurda elindeki tüm yeni üretim silahları bu savaş sırasında denemeyi de ihmal etmeyecekti. Kendi askerleri üzerinde yapılan ilaç ve psikolojik deneylerin yanı sıra, birçok farklı türde kimyasal ve biyolojik silah da ormanları yakılıp yok edilen Vietnam topraklarında deneniyordu. Amerikan yönetimine yakınlığından taviz vermeyen silah tüccarları da bu savaşı büyük bir sevinçle karşılamış, yapacakları kârın hesabını daha savaş başlamadan belirlemişlerdi bile. (..) (Sayfa: 53)
***
Her eleştiriyi kendisine karşı bir kinin ifadesi sayan insanlardaki eleştiriye tahammülsüzlük 'küçük görüş ayrılıkları'nın altında, koskoca bir ideolojik ayrılık uçurumunun yattığını belirler. (..) Bu durumda hareket bölünmesin diye, proletaryanın devrimci ilkelerinin çiğnenmesine, Leninizm'in bayrağının oportünizm batağına sokulmasına göz yumacak mıydık.?
Hayır, bin kere hayır.!
Biz mutlaka, barış ve birlik aracı değiliz, görüş ayrılıklarını asla saklamamaya ve bütün çıplaklığı ile ortaya koymaya mecburuz. Biz mutlaka ayrılıkçı ve nifakçı da değiliz. Saptırmaları yola getirmek doğrultmak için kullandığımız bütün imkanlar tükenirse, dünyanın en uzlaşmazlarıyız.
Bizim için ayrılık ne zaman parola olur.? Kargaşalık, gerek teorik, gerek pratik ilerleyişe engel olmaya başladığı zaman.
*
Mahir Çayan (Sayfa: 102- 103)

***
''Belirli bir süre için parlamentoda halkı, yönetici sınıfın hangi bölümünün ayaklar altına alacağına, ezeceğine, dönem dönem karar vermek; sadece meşruti parlamenter monarşilerde değil, en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizminin gerçek özü budur. ''
*
Lenin, Devlet ve İhtilal, s. 61 (Sayfa: 107)

***
(..) 1950'de çeşitli milliyetçi derneklerin birleşmesiyle oluşturulan Milliyetçiler Federasyonu'yla birlikte milliyetçiler yavaş yavaş dişlerini göstermeye başladılar. Bu dönemde yazdıkları yazılarda saldırılarının zeminini oluşturmak istercesine pek çok kesimi ''vatan haini'' ilan ettiler. Zamanın tanınmış aydınları Sabahattin Ali, Doç. Pertev Naili Boratav, Prof. Sadrettin Celal ve Ahmet Cevat, Nazım Hikmet, milliyetçilerin ''vatan haini'' ilan ettiği isimlerden bazılarıdır. (..) (Sayfa: 119)
***

Harun Karadeniz anlatıyor:
16 Şubat 1969 günü ilk haber Dolmabahçe camisinden geldi. Kalabalık bir grup cami çevresinde toplanmış namaz kılıyordu.. Topluluğun çoğunluğu sakallı bereli kimselerdi. Bize saldıracak olan bunlardı.
(..) Saat 14:00 sularında Beyazıt'ta toplandık. Yaptığımız çağrılar ve çalışmalar etkili olmuş ve gerçekten büyük bir kalabalık toplanmıştı. Beyazıt'tan yürüyüşe geçtiğimiz anda kalabalığımız 25-30 bin civarındaydı. Bu topluluk yürüyüş boyu daha da artarak 40 binlik bir yürüyüş olacaktı. Yol boyunca çeşitli sloganlar söyleyerek ilerliyorduk. Sultanahmet, Sirkeci, Karaköy ve Tophane'ye kadar topluluğa tam olarak hakimdik.. Taksim'den gelen haberler iyi değildi. Aralarında benim de bulunduğum beş kişinin fotoğrafları dağıtılıyor ve: 'bunları gördüğünüz yerde öldürün' deniliyormuş. Yine yürüyüş boyunca gelen haberlere göre: Taksim parkındaki üç araba oradaki gericilere sopa, silah dağıtıyormuş. (..)
Bu arabalardan dağıtılan silah ve diğer saldırı malzemesine polisin aldırmadığı ve de bazı sivil polislerin bu dağıtımı organize ettikleri ve dağıtımda görev aldıkları, orada bulunan arkadaşlar tarafından bize anlatılacaktı.
Bizim yürüyüş konvoyu oldukça uzundu. Yürüyüşün önü Taksim'deki Sular İdaresi'nin önüne dönerken bomba patladı.. Patlayan bombalar arasında yukarıdan taş ve sopalar yağıyordu.
Fakat bu noktada kalabalığı geri püskürten taş ve sopalar olmadı. Kalkanlı toplum polisleri üstümüze saldırdılar. Geri çekilmek zorunda kaldık. Aramızda patlayan bombalar, üstümüze yağan taşlar ve dehşet saçan yüzlerce toplum polisi ve aralarında birkaç tane sivil milliyetçi meydana çıkışımızı engelledi.. dağıldık.
Evet aklımıza gelen ihtimalin daha da kötüsü olmuştu. Biz polisin karşı grupla bir olup bize karşı olacağını tahmin edememiştik. Polis bizi dağıttıktan sonra gerici milliyetçiler diledikleri gibi bir miting ve yürüyüş yaptılar. (..)
***
Sonuç ise oldukça vahimdir; yüzlerce yaralı ve iki ölü.
Ertesi gün gazetelerde yayınlanan fotoğraflarda bir polis, göstericilerden Turgut Aytaç'ın öldürülüşünü izlerken görülüyordu. (Sayfa: 126-127)
***
1968-69 dönemi, gençliğin belli aktif unsurlarının bir yanıyla, işçi-köylü kesimleriyle ilişkiler kurmaya başladığı bir dönemdir. Kaypakkaya, 6. Filo ve Kanlı Pazar gibi olaylarda önde yürüyen devrimcilerden biri olmasının yanı sıra, o dönemde fabrikalarda ve köylerde çalışan sayılı devrimcilerden biriydi. 1970 yılı, birçok devrimci gencin ardı ardına katledildiği, devrimcilerin baskı şiddet ve vahşete karşın canlarını hiçe sayarak direnip çalıştıkları bir yıldı. İbo bu dönemde özellikle revizyonizm üzerine düşünüyor, arkadaşlarıyla tartışıyor, onlara revizyonizmi iyi öğrenmelerini öğütlüyordu. (..) (Sayfa: 135)
#İbrahimKaypakkayanınHayatıVeFikirleri #SerVeripSırVermeyenDevrimciÖnder #YazarSalihAksoy
''Biz devrimciler, yoksul halkı, büyük burjuvazi, işbirlikçi emperyalistler ve büyük toprak ağalarının sömürüsünden; işçi, yoksul, köylü, küçük esnaf ve sanatkarları ve milli burjuvazinin devrimci kanadını, bu sömürü ve tahakkümden kurtarmak istiyoruz.'' (Sayfa: 172)
*
''Gayemiz, hedefimiz, tüm üretim araçlarını toplumun malı yapmaktır.'' (Sayfa: 174)
***
''Farkında mısın bilmem,'' dedi, ''bu okulda bir yığın değerli insan var. Bunlar, yağmurunu taşıyamayan kararsız kara bulutlar gibi gezinip duruyorlar. Bunlar, Köy Enstitüleri ruhunun henüz kaybolmadığı öğretmen okullarının en başarılı öğrencileri olarak seçilip buralara gönderildiler. Her biri birer yağmur yüklü buluta benziyor. Bütün mesele, bunların bereketlerini topraklara boşaltmalarıdır.'' (Sayfa: 190)
***
Bir süre sonra İbo'yu buzdolabından çıkardılar. Ali Kaypakkaya'ya (babası) ''işte oğlun hazır'' dediler. Kafadan kesikti. Karnı, kolları, bacakları ve kaba etleri yarılmıştı. Parça parça edilmişti İbo. Gövdesi delik deşikti. ''Otopsi'' diye mırıldandı onu buzdolabından çıkaran adam. ''Peki ya bu delikler ne.?'' diye söyledi Ali Kaypakkaya. Ses etmediler. (..)
Görüntüler karşısında İbo'yu tabutuna yerleştiren hamal ağlamaya başlamıştı. Ali Kaypakkaya ona parasını vermek istemiş, adam almamıştı. ''Bu bizim insanlık görevimiz'' demişti. (Sayfa: 197)
***
''Ticaretin en geniş ölçüde gelişebilmesi için gerekli şartlardan biri de dil birliğidir. Bu amaçla hakim ulusun burjuvaları ve toprak ağaları, kendi dillerinin bütün ülkede konuşulmasını isterler ve hatta bunu zorla kabul ettirmeye çalışırlar.'' (Sayfa: 209)
***
''Irkçılık dışardan sokulan bir şey değildir, ama dışardan desteklenebilir. Irkçılığın dayandığı sosyal sınıflar ve zümreler vardır. Emperyalizm, işine geldiği zaman ve yerde bu sınıfların ırkçılık politikasını kışkırtır ve destekler.'' (Sayfa: 212)
***
''Meta üretiminin tam bir zafer kazanabilmesi için, burjuvazi, iç pazarı ele geçirmek zorundadır. Bundan başka, siyasi düzeyde birleşmiş, halkı tek dil konuşan topraklara ihtiyaç vardır: Bu topraklar üzerinde o dilin gelişip edebiyatta yer etmesini önleyen bütün engeller ortadan kaldırılmış olmalıdır. Dil, insanlar arasında en önemli ilişki aracıdır. Dil birliği ve dilin hiçbir engelle karşılaşmadan gelişmesi, çağdaş kapitalizmin gerektirdiği çapta gerçekten serbest ve yaygın bir ticaret için; halkın ayrı sınıflarda serbestçe ve yaygın olarak gruplaşması için; ve nihayet pazarla büyük ya da küçük her bir mülk sahibi arasında ve satıcıyla alıcı arasında sıkı bir bağın kurulabilmesi için en önemli şarttır.'' (Sayfa: 217)
***
Proletaryanın şiarı şudur:
''Bütün uluslar için tam hak eşitliği; ulusların kaderini tayin etme hakkı; bütün ülkelerin işçilerinin [ve ezilen halklarının] birleşmesi.''
*
Lenin (Sayfa: 253)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...