#SakallıCelâl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#SakallıCelâl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2018 Perşembe

Orhan Karaveli - Sakallı Celâl (Celâl Yalınız)


Bir keresinde yanına yaklaşıp:
- Kimi arıyordunuz üstat.?
Öyle ya belki bir yakınını arıyor veya bekliyordu ve ben bir koşu okula gidip aradığı ya da beklediği arkadaşı bularak haber verir, üstadı fazla bekletmemesini söyleyebilirdim.
Yumuşak, sıcak, çocuksu gözlerle beni süzmüştü gülerek.
Sol elini inanılmaz bir babacanlıkla sağ omzuma koymuş ve elindeki gazeteyi –o zaman nedenini bilmiyordum- yüzümle ağzı arasında tutarak:
- Kimi mi arıyorum.? Demişti.
- Evet, kimi arıyorsunuz.? Belki yardımcı olabilirim bulmanıza.
- Sen keyfine bak evlat.! Çünkü ben, kendimi arıyorum, kendimi.! (Sayfa: 15)





Dönemin ünlü karikatüristlerinden Ramiz'in çizgileriyle
''Sakalını ele vermeyen Sakallı Celâl Bey.!'' (Sayfa: 27)


Ölümünü izleyen günlerde Sakallı Celâl’le ilgili olarak yayımlanan yazılar günlük gazetelerle sınırlı kalmamış, haftalık dergilerde sayfalarını onun hâtırasına cömertçe açmıştı. Bunlardan ikisi yıllanmış mizah dergisi Akbaba ile 27 Mayıs 1960 devriminin getirdiği özgürlük ortamında yayın hayatına atılan Yön idi.
Ozan ve yazar Yusuf Ziya Ortaç, başarıyla yayımladığı haftalık mizah dergisi Akbaba’nın 20 Haziran 1962 tarihli sayısında şunları yazıyordu:
Sakallı Celâl’in cenazesine gidemedim. İnsan, kendi tabutunun arkasından yürüyebilir mi.?
Onu tanıdığım zaman benim yaşım yirminin bir iki yıl üstündeydi. Onunki otuzun bir iki yıl altında. Benim bıyığım yoktu, onun sakalı vardı: Güzel, uzun, altın kıvılcımlı, kumral ışıklı bir sakal.! Celâl’in sakalsız yüzünü bilen yoktur. Sakallı mı doğmuştu acaba.?
İlk tanışıklığımız İzmit’te başlamıştır: Ben edebiyat hocasıydım, o Fransızca.. Mektepte sevdiğim, sevebildiğim iki kişi vardı: öğretmen kadrosunda Celâl, öğrenci kadrosunda Remzi Oğuz Arık (Düşünce ve siyaset adamı, arkeolog Profesör, 1899-1954). Birincisini geçen hafta toprağa verdik. İkincisi, bir uçak kazasında, kafa ve gönül çapında yükseklerden düştü.. Celâl ile dostluğumuz, aralıksız, küskünlüksüz, tam yarım yüzyıllıktır. İçimde sık sık özlemini duyduğum acı çeşnideki tek insandı..
Fransızca öğretmeni Sakallı Celâl, lise müdürü Sakallı Celâl, gitti, Denizyolları’nın bir gemisinde ateşçi oldu.. Gitti, bir incir kooperatifinde işçi oldu.. Gitti.. Hayır, hiçbir yerde rahat yoktu ona; artakalan maaşını dört çocuklu yarı aç arkadaşına verince, çalıştığı işte bilgisini artıracak kitap getirtip okuyunca damgayı vurdular: komünist.! Ama Celâl, Fikret’in çelik kılıcı yapısında adamdı: ‘’Kıran da olsa kırıl sen, fakat bükülme sakın.!’’ Dediği adam.. Onu hiçbir şey bükemezdi; açlığın dayanılmaz gücü bile.!
En zeki, en ışıklı Türkçe’yi Ahmet Haşim’le konuşurlarken dinlerdim; ne güzel, ne acı, ne insafsız hicvederlerdi birbirlerini.. Kızdığı zaman ise mitolojinin ilâhları gazaba gelmiş sanırdınız. Yobaz kafa karşısında Celâl sahiden ‘’celâllenirdi’’..
Yusuf Ziya Ortaç, Sakallı Celâl’in son günlerindeki beden ve umut yorgunluğunu yazısının sonundaki birkaç satırlar ne güzel özetliyordu:
Bir gün bu ‘’dev adam’’a Bâb-ı Âli yokuşunda rastladım. Hıçkırığa benzer bir gülüşle, ‘’Biliyor musun Ziya’’ dedi, ‘’eskiden bu yokuşu çıkarken şimdi inerkenki kadar yorulmazdım..’’ Tutumumuzu ve gidişimizi hiç ama hiç beğenmiyordu. Kırgındı, kötümserdi ama gene de gülebiliyordu. Sanırım, ağlamaktan utandığı için. Soyadı ‘’Yalnız’’dı Celâl’in. Ölümünden sonra ben de yalnızım. Her zamankinden daha yalnız.. (Sayfa: 31-32)


Osmanlıda kısaca ''Piyale'' diye anılan Piyalepaşa semtine adını veren Mehmet Paşa. Kanuni Sultan Süleyman döneminde on dört yıl ''kaptanıderya''lık etmiş ve büyük başarılara imza atmış bir denizciydi. 1577'de ölmüş ve ilginç mimari tarzı ve gemi direği gibi orta yerinden yükselen minaresiyle dikkat çeken, kendi yaptırdığı Piyalepaşa Camii'nin ''hazire''sine defnedilmiştir. Sakallı Celâl Bey'in babası Amiral Hüseyin Hüsnü Paşa da -halen maalesef tam bir ''cangıl'' durumundaki- aynı yerde gömülüdür.  (Sayfa: 51)


Yön dergisinin aynı tarihli (20 Haziran 1962) sayısında ise Hüseyin Korkmazgil, toplumcu ve solcu niteliği sebebiyle olacak, Sakallı Celâl’lin kaybına diyalektik açıdan yaklaşıyor ve diyordu ki:
Sakallı Celâl bireyci miydi.? Hayır.! Güçsüz müydü.? Hayır.! O gerçekten aydın, güçlü, mutlu, seven, ileriyi gören bir insandı. Fakat içinde yaşadığı toplum düzeni ona yararlı olma fırsatı vermedi. Zaten bu toplum, aydınları, ileriyi görenleri, erken doğmuşları yiyerek geliştiği içindir ki ilerleme kaplumbağa hızına eşit olmaktadır. Bu düzensiz toplumda mert insanın, aydın insanın manevra alanı çok dardır. Sakallı Celâl gericilikle savaşta yalnız bırakıldığını anladığı andan itibaren kendi kabuğuna çekilmiş; kimseye boyun eğmeden, inançlarından vazgeçmeden, dilediği gibi yararlı olamamanın büyük acısını çekerek yaşamış ve ölmüştür.. Tarih, tek başına kavganın topluma, insanlığa pek bir şey kazandırmadığını açıkça göstermektedir. Aydınlar birleşmedikçe, birlik olmadıkça, çalışan kitlenin desteğini sağlamadıkça kurtuluş çok gecikecek. Kim bilir, daha nice Sakallı Celâl’ler kendi kabuklarına çekilip aydın kişi olmanın çilesini çekeceklerdir..
Korkmazgil yazısına Sakallı Celâl’le ilgili az bilinen bir de ‘’anekdot’’ ekliyor:
Sakallı Celâl Kastamonu Lisesi’nde öğretmenken, öğrenciler, ‘’Efendim’’ diyorlar, ‘’sizin anlattıklarınızla ‘ulûm-ı diniye’ hocasının anlattıkları birbirini tutmuyor.! Ona göre dünya öküzün boynuzlarında durmaktadır.! Halbuki siz böyle demiyorsunuz.. Ona göre dünya bir günde kurulmuştur.! Halbuki siz başka türlü söylüyorsunuz. Şimdi biz din hocasının sorularını nasıl cevaplandıralım.?’’ Sakallı Celâl, ‘’İmtihanda bu gibi sorularla karşılaşırsanız imtihan kâğıtlarına ‘Aklın ve müspet ilmin ispat etmediği safsatalara inanmıyoruz’ diye yazarsınız’’ karşılığını veriyor. Öğrenciler de Sakallı Celâl’lin öğüdüne göre hareket ediyorlar. Sonunda, bu, tahkikat konusu olduğundan Sakallı Celâl’li İstanbul’a, Maarif Nezareti’ne çağırıyorlar. Burada kendisine, ‘Celâl Efendi’ deniyor, ‘söyledikleriniz doğru ama böyle de konuşulmaz ki.!’’ Ve olay öylece kapatılıyor.. (Sayfa: 33)



''Bak evlâdım, yozlaşmış toplumlarda yaşamak durumunda olmak öyle bir şeydir ki, insan kazara bir çukurun içine düşse ve -tesadüf bu ya- düştüğü yer bir lâğım çukuru olsa ama nasılsa üstüne bir damla bile pislik sıçratmadan bir kenarda durmayı başarıp imdat istese ve birileri gelip onu oradan kurtarsa, gene de kolay kolay atamaz üstüne sinen pis kokuyu.'' (Sayfa: 168)


''Bak İlhan kardeşim. Pazar günleri Kadıköy'e geçerim. Orada dostlarım var. Onları ziyarete.. Geçen pazar biraz erken ayrıldım evlerinden. 'Çoktandır görmedim. Şöyle bir Fener Burnu'na kadar uzanayım..' dedim. Yürüdüm gittim. Etraf yemyeşil. Bembeyaz badanalı bir 'fener'. Dibine kadar yürüyüp bir yüce ağacın gölgesine oturdum. Kendi kendime düşünmeye başladım. Eksik olmasınlar, Prevezeli Kâzım'ın Doğan Apartmanı'nın veya Münevver Hanım'ın okulunun bir odasında ömür tüketeceğime şu fenerin bekçisi yapsalardı beni ne kadar rahat ederdim.! Ne kadar mutlu olurdum. Belli saatlerde feneri yak, söndür. Karışanın görüşenin yok. Bir başınasın. Seyret istediğin kadar ufku, gelip geçen gemileri.! Gurubun turuncuya varan kırmızısını, morunu. Düşün düşünebildiğin kadar. Üstelik bir işin de var. Üç kuruş para da veriyorlar ve hak ediyorsun bunu. Gemiler gece karanlığında senin yaktığın fenerle yollarını buluyor. Bir sıfatın bile var: Fener Bekçisi Celâl'sin ve karanlıktakilere yol gösteriyorsun.! Az şey mi bu.?''
*
diyerek, İlhan Şevket'in: Ne dilerdin Celâl Ağabey.? sorusunu yanıtlayan; soyadını ''Yalınız'' seçmesinin nedenini çok net kavradığımız, eşsiz kişiliğiyle örnek olan Sakallı Celâl'i bize kazandıran Orhan Karveli'ye şükranlarımla..
***
1930 yılında Ankara'da doğdu. Galatasaray Lisesi, İÜ Hukuk Fakültesi ve Londra Politeknik Okulu'nda öğrenim gördü. "Yeni İstanbul", "Milliyet", "Vatan" ve "Cumhuriyet" gazetelerinde yazdı.Türk basınına 50 yılı aşkın hizmetleri nedeniyle 2004'te Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü'ne layık görülen Karaveli, Basın Şeref Kartı sahibi. Evli ve üç çocuk babası.
*
ESERLERİ:

Kişiler ve Köşeler
Sakallı Celâl
Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği
Tanıdığım Nâzım Hikmet
Ziya Gökalp’i Doğru Tanımak
Bir Ankara Ailesinin Öyküsü
Ali Kemal
Görgü Tanığı
Kendi Heykelini Yapan Adam: İlhan Selçuk
Berlin'in Yalnız Kadınları
46-99 Şiirler

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...