16 Eylül 2020 Çarşamba

Hasan Hüseyin Kormazgil - Made in Turkey

 

*
Kitaptaki İTİN AĞASI adlı öykünün başına eklenmiş olan İTİN AĞASI ADLI ÖYKÜNÜN SOSYO-POLİTİK VE EKONOMİK PEK ÇOK İLGİNÇ ÖYKÜSÜ başlıklı yazı hakkında yazar, şöyle demektedir:
''İTİN AĞASI'' adlı öykü, gerek basında, gerekse Parlamentoda büyük gürültülere yol açmıştır. Bu gürültü, yıllarca sürmüştür. Bence, bu öykünün öyküsü, asıl öyküden daha da ilginçtir. Vaktiyle, Aziz Nesin'in yönettiği Zübük adlı gazetede yayımlanmış olan bu öyküden devrimci öğretmenlerin güç almağa çalışması, bugünkü toplumsal düzenden çıkarı bulunan kişi ve çevreleri dehşetli ürkütmüştür. Milliyetçiliğin, vatanseverliğin, köy sevgisinin ,köyü ve köylüyü bugünkü durumuyla sevmek demek olduğunu sananlar, İTİN AĞASI adlı öykünün anlatmak istediklerinden korkuya kapılmışlardır. Bunlar, elbette ki, balını yemesini bilmedikleri arıyı, iğnesinden ötürü öldürmeğe kalkışanlardır. Öyküdeki köylü Cemal Ağa ile 27 Mayıs'ın lideri Cemal Gürsel'i yanyana getirerek çirkin sonuçlar çıkaranlar ve bu sonuçları, biz devrimcileri sindirmek için bir silah gibi kullananlar, bu ülkeye, bu emekçi halka, en az, işbirlikçi dediklerimiz, faşist dediklerimiz, gerici dediklerimiz kadar zararlı olmaktadırlar. Bu kişileri kendi sözleri ve eylemleriyle yakalarından tutup ışığa çıkarmak, biz devrimcilerin görevimizdir. Ne çekiyorsak, bu ''bölmeli kafalar''dan çekiyoruz. İTİN AĞASI ADLI ÖYKÜNÜN ÖYKÜSÜ, bence, bu bakımdan çok ilginçtir. O yazıda herkes, okur karşısına kendi yüzü, kendi kimliğiyle çıkmaktadır. Devrimci öğretmenin çevresinde küçük bir köy kesiti niteliği taşıyan minicik bir öykünün başında yaratılan ve yıllarca süren gürültünün basına yansımış olan birazını aldım ve öykünün başına koydum. Bu kadarı bile, kimlerle savaşılması gerektiğini gösterir kanısındayım.''
AĞLAMA DUVARI adlı yazısının kitaba niçin alındığı konusunda da Korkmazgil şöyle demektedir:
''AĞLAMA DUVARI, elbette ki, alışılmış öykülerden değildir. Buna, ilk bakışta, öykü demek bile güçtür. Peki ama, öykü nedir.? 1967 başında Dost dergisinde yayımlanmış olan, bir gerçeği ortaya çıkarmağa çalıştığı gibi, bol bol da kahkahaya yol açan bu yazının bu kitaba girmesini ve okura ulaşmasını yararlı buldum. AĞLAMA DUVARI'na öykü değil demek hiçbir anlam taşımaz. Bence, bu konu çevresinde edilmiş bir takım sözleri eğlenceli bir dille eleştirirken, birtakım gerçekleri de altanalta söylemeğe, belirtmeğe çalışan, geliştirmeği çok istediğim bir öykü türüdür bu. Edebiyatımızda pek örneği yoktur sanıyorum. Kimilerinin ''mizah şaheseri'' dediği bu yazıyı kitaba alırken, yazının ilk yayımlandığı Ocak 1967'de olduğu gibi, birtakım kimselerin düşmanca davranışlarıyla yeniden karşılaşacağımı da iyi biliyorum.'' (Sayfa: 5-7)
*****
*
''Öküzün ağaçtan inmesi lâzım.! Öküz ağaçta kaldıkça, hiçbir şeyin düzelmesi mümkün değil. Fakat inmiyor öküz. Daha doğrusu inemiyor. Çünkü, ağaca çıkmakla ağaçtan inmenin koşulları başka başkadır. Kolay çıkılır da, güç inilir..'' 
(Sayfa: 13)
*****
''İTİN AĞASI'' ADLI ÖYKÜNÜN SOSYO-POLİTİK VE EKONOMİK PEK ÇOK İLGİNÇ ÖYKÜSÜ
*
''İtin Ağası'', 26 Kasım 1962 gün ve 43 sayılı Zübük'te yayımlandı. Arı-duru, dümdüz; köylünün okutulmasını, eğitilmesini istemiyenleri hafif-tertip yeren bir mizah öyküsüdür. ''İtin Ağası'', bilindiği gibi, ''aristokrat it'', ''ağa it'', ''kalantor it'', yani kısaca ''itoğluit'' demektir. Başkaca bir anlamı yoktur.
''İtin Ağası'' adlı öyküyü, okul ve eğitimle ilgili olduğu için, bir kız sanat enstitüsü öğretmeni monolog haline getirmiş ve okulun yılsonu müsamerisinde öğrencilere okutmak istemiştir. İstemiştir ama, ''General Bir'' adında bir general, müsamerenin ortasında fırlayıp ayağa, ''Olamaaz.! Bizi it yerine koyuyor bu komünist!'' diye bağırmıştır. Ortalık karışmıştır. (Sayfa: 18)
*****
*
- Boşversene bre Muhtar'' dedim, ''kılıma dokunamazlar onlar benim.! Sayit Ağa dediğin de kim.! Ben buraya yarının gençlerini yetiştirmeğe geldim. Ne yapabilirler bana.?''
Muhtar, ''vay yavrum vay.!'' der gibi güldü.
- ''Başka ne kellesi asabilirler kapıma.?''
- ''Asarlar Hocam.. Onlar asacak kelle bulurlar. Belki de benim kellemi asarlar ve de heç biriniz birşey yapamazsınız. Köylünün, her derdini sana danışmaya gelmesi, köylünün seninle yağlıballı olması bu herifleri gudurtuyor. Köylü senden yana gaydıkça forsları gırılıyor bu heriflerin. Seni burdan gaçırtmak için ellerinden gelen melâneti yapacaklar, bak görürsün; Muhtar bana dediydi, dersin..'' (Sayfa: 35)
*****
O gün köy çalkalandı: Öğretmen, Camal Ağanın itini dövmüş.!
Birkaç kişi gizlice kutladı beni, bu üstün başarımdan, yiğitliğimden ötürü.
Sonra.. Evet sonra, teneke bağladılar Camal Ağanın itinin kuyruğuna. Fakat bunun acısını ben çektim.
Maaş almak için ilçeye inmiştim. ''Kaymakam seninle görüşmek istiyor'' dediler. Vardım yanına. Kapıdan girer-girmez ilk sözü,
- ''Gel bakalım itçi öğretmen..'' oldu.
Hiç düşünmeden,
- ''Sayenizde..'' deyivermişim.
Ağzımdan çıkan ilk ve son söz bu oldu.. Meğer gırtlağına dek doluymuş bizi beyefendi; açtı ağzını, yumdu gözünü, üfürdü de üfürdü:
- ''Senin bu yaptığın öğretmenlik değil.! Sen bu mesleğe leke getiriyorsun.! Öğretmen demek, geleneklere, göreneklere, ağaya, eşrafa saygılı kişi demektir. Gittiğin yerin büyüklerini saymak zorundasın. Bu, bizim vazifemizdir. Milliyetçilik, vatanseverlik budur.! Üçpınar köyü demek, Cemal Ağa demektir. Cemal Ağanın atına da, itine de, eşeğine de dokunamazsın.! Saygı duymak gerek. Çünkü efendim, oranın eşrafı odur. Cemal Ağanın itine taş atmak, Cemal Ağanın şahsına taş atmaktır ki, ne haddimize.! Hele de senin ne haddine.! Köylüyü Cemal Ağaya karşı kışkırtmak, saygısızlığa teşvik etmek senin ne haddine, a efendi.! Milliyetçi bir öğretmen, ağanın itini ağanın şahsı sayıp, ona hürmet eden öğretmendir. Bizler âdet ve erkân bilen kimseleriz. Ben şimdi nasıl bakarım Cemal Ağanın yüzüne.? Ondan sonra da durmadan şikâyet: Efendim bu köy, efendim şu köy.. Efendim huzursuzum, efendim canım tehlikede.. Tabii olur.! Ciddiyetini ve vekarını muhafaza etmeyen bir kimse..
Keltepe öğretmeni defolup gitmiş. Seni oraya aldırtacağım. Cemal Ağanın köyünde duramazsın sen artık.!''
(Sayfa: 39-40)
*****
*
''İnan ossun Irıza, devletin tiyatorusu didiklerinden heç bişiy ağnamadım. İş yok. Asıl oyuncu gızlar, kemanici erkekler salunda oturuyollar, senin benim gibi zavallı köylüler de acayip gılıklar içinde şanoya çıkmış, yırtınıp duruyollar. Ne didikleri didik, ne de çaldıkları düdük.. Heçbiri bizimkine benzemiyo. Ne ağnadım ben bu işden.? Emme, fırsat buldukça getmek isdiyom devletin tiyatorusuna. O kürklü börklü, o cıbıl sırtlı miski amber gokulu garılar şanoya bakarkene, ben de çaktırmadan gendilerine bakıyom.'' (Sayfa: 53)
*****
*
''Asfaltta eksi 20 derece soğuk vardı. Asfaltta, kadife otomobiller içinde dünyanın en yumuşak, en kalın, en parlak kürkleri vardı. Üşüyorlardı. Kürkler üşüyorlardı. En pahalı, en yumuşak, en kalın kürkler üşüyorlardı. Asfaltta yedi, sekiz, dokuz, on, onbeş yaşlarında, yalınayak çocuklar vardı. Birer ayakları durmadan gökyüzündeydi. Onlar da üşüyorlardı. Oysa, ''ayağını sıcak tut, başını serin'' demişlerdi atalar. Demek ki, ayak sıcak tutulmayınca baş serin olmuyordu. Yani, mutmeşcumdem.'' (Mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi) (Sayfa: 55)
*****
''(Koltuk, oturanındır; estâfurullah ise çekenin.. Yani, ters yoruma yer vermemek için şöyle demek gerekir: koltuk, onun üzerinde oturanındır, estâfurullah ise estâfurullah diyenin. Buradan mülkiyet sorunları çıkar ortaya. Örneğin; toprak, onu işleyenindir, vb.)'' (Sayfa: 56)
*****
''..Sosyalizmi sokaktaki amelenin kafasına göre anladığımız taktirde, bizlerin, yani münevverlerin durumu ve itibarı ne olacak.? Sosyalizmi bizler, ana kaynaklarından okuyoruz evlâdım. Almanca bilir misin sen.? Bilmezsin. Fransızca.? Bilmezsin. İngilizce.? Bilmezsin. Gördün mü ya.! Halbuki benim oğlan onbeşinde ve mükemmel almanca, ingilizce konuşuyor.'' (Sayfa: 62)
*****
Birinci koltuktaki:
- ''Marks der ki..''
Derin bir susuş.
Genç adamın gözü pencereden caddeye kaydı:
- ''Yürüyorlar..''
- ''Kimler.?''
- ''İşçiler.!''
Caddede, başı-sonu belirsiz bir işçi kalabalığı vardı. Ve ellerinde pankartlar.. Pankartlarda şöyle yazıyordu:: ''Sömürüye paydos.!'', ''İnsanca yaşamak istiyoruz.!'', ''Sosyal adalet.'', ''Emek bizden, yemek onlardan'', ''Hakkımızı koruyacağız'', ''Kahrolsun emperyalizm.!''
Camlı masadaki:
- ''Sokak sosyalistleri..''
Kahveci:
- ''Serseri takımı..''
Özel şoförlerden biri:
- ''Maskaralar..''
Özel şoförlerden bir başkası:
- ''Ah.!''
Özel şoförlerden daha bir başkası:
- ''Aslan gibi yürüyorlar.!''
Genç adam, kapıyı çekip çıktı:
- ''Gidinin eyyamcıları.!'' (Sayfa: 64)
GECELERDEN BİR GECE:
*
Kaygulandığımı gören karım,
- ''Biraz gerçekçi olsana Murat'' dedi. ''Herkeslere benzer miyiz biz.? Evde bebek var. Çocukları kime bırakır da nereye gideriz.? Yakarız sobamızı, otururuz çevresine, başbaşa geçiririz geceyi. Radyodan birşeyler dinleriz; çocuklar biraz oynaşır uyurlar; bir de birşeyler okuruz. Sanki, öteki gecelerden başka bir gece mi bu.? İşte Vietnam, işte Cezayir, işte Yunanistan, işte Bolivya, işte Ortadoğu.. Dünyanın her yanında insanlar kanlarını akıtırken biz burada nasıl güleriz, nasıl eğleniriz.? (..)
Karım böyle der de, ben nasıl gerçekçi olmam.? Onun evrensel yüreği önünde saygıyla iğildim. (Sayfa: 103)
*****
- ''Hadi canım, bırakalım şunu.!''
Karım birden sinirlendi:
- ''Aaa, ne demek o, Murat.? Bu gidişle hiçbir şey okuyamayız biz.! Hiç değilse şunu bitirelim bu gece..''
- ''Ama yavrucuğum, uyuyoruz ikimiz de..''
- ''Sen uyuyorsun ama, ben uyumuyorum. Hadi, istersen uzan sen şöyle.? Saat kaç.? Ooo 24'e geliyor.. Demek, biraz sonra yeni yıla giriyoruz ha.?''
Tam ağzımı açıyordum ki bebek ''Cüüüt.!'' diye doğruldu yatağında. Artık ne Cornfort kalmıştı, ne de yeni yıl. Hatice, önceden hazırladığı süt bardağını bebeğin ağzına dayadı.
Kitap, atılmışlığın öfkesiyle bakıyordu bize.
- ''İşte bu'' dedim, ''hepsi bu.! Bütün şu okuduklarımız, okumak istediklerimiz hep bunun için.! Şu bir bardak sütün var olması veya olmaması.. Bütün namuslu kitaplar, bu bir bardak sütün bu bebeğin hakkı olduğunu ispatlamağa çalışır. Bütün şu kitapları sıkarsın, sıkarsın, bir bardak süt çıkar içinden. Onlar diyorlar ki, bu bir bardak süt, hattâ bütün sütler bizim köpeğimizin hakkı. Biz de diyoruz ki, bu bir bardak süt, hattâ bütün sütler bizim bebeğimizin hakkı. Bütün gürültü bundan çıkıyor.!'' (Sayfa: 109-110)
*****
*
- ''Bu memleket birgün batar be abi.! Dinime allahıma batar.! Şu manzaraya bak allasen.! Ayda üçbin liralık apartmanlarda otur, elli santimden entari giy.. Sabahtan akşama caddelerde sürt, bacak göster, fingirdeş. Taş yağmasın da başımıza n'aapsın yani.? Hökümet ne haltetsin be abi.? 120 bin lira saymışım bu merete.. Bin liraya ayda 500 faiz.. Hem de beş apartımanı var deyyusun, milyoner.. Biz de sabahın köründen gecenin yarısına çile doldurup da sekiz nüfusa bakacağız.. Amerikalı da olmasa dinim hakkı için birbirimizi yeriz.! Şu fakülteli puştları anlamıyorum be abi; ne diye karşı çıkarlar Amerikalılara.?''
Konuşacak halde değildim, fakat..
- ''Amerikalı burda olduğu için sen, bin liraya ayda 500 faiz ödüyorsun aslanım'' dedim.
- ''Onlar gomonistlerin lâfı be abi.. Ben Amerikaya vermiyorum ki parayı, bizim deyyusa veriyorum''
- ''İşte o deyyus dediğin, Amerikalı ile işbirliği yapmış..''
(Sayfa: 117)
*****
*
''Benim anlayışım şu: alevi olsun, sünni olsun; sosyalist olsun, kapitalist olsun.. Yeter ki, kazan sen.! Kazanacağın bir parti olsun da isterse enginar partisi olsun, çay partisi olsun.. Bütün mesele, Meclise girmektir azizim.! Girdikten sonra, hepsi bir. Hadi, şerefe.! İçelim de işlesin şu bizim etkafalar..'' (Sayfa: 139)
*****
*
- ''Demek, öyle..''
- ''Öyle.. Öyle işte.! Evet, öyle.! Var mı bir diyeceğin Apti.? Altı yıl öncesini hatırlasana.! Baban senin açlıktan öldü, hatırlasana.! Sen bugün milyonlarla oynuyorsun, it.! Bense günde onbeş liraya fit. Benim böyle oluşum, senin böyle oluşundan. Nasıl oldu bu iş.? Benden daha mı zekiydin Apti.? Benden daha mı yakışıklıydın.? Benimle şimdi, şuracıkta, helva-ekmek yiyebilir misin Apti.? Benim içtiğim sigarayı içebilir misin.? Bugün yitirsen servetini, yaşıyabilir misin Apti.? İkimiz bir gemide olsak, fırtınaya tutulsak, gemi batsa, kurtulsak, bir adaya çıksak seninle, başka da kimsecikler bulunmasa.. Söyle ulan, söyle Domuz Apti kardeşim, aynı dili konuşabilir miyiz seninle.? Peki, şimdi neden, bir gemide olduğumuzu düşünmüyorsun.? Bu gemi birgün batarsa, diye düşünmüyorsun.? Sen ne hırsız teressin, ulan Apti, Donsuz Apti.!'' (Sayfa: 161)
*****
*
''Ne garip değil mi: pehlivanı pazusu öldürür, şarkıcıyı gırtlağı, şairi hayal gücü, kapitalisti para tutkusu, güzel kadını güzelliği öldürür.. Ne garip değil mi.?'' (Sayfa: 163)
*****
*
''Kitapçı vitrinlerine bakmayı severim. Bir saat önce baktığım vitrine, bir saat sonra, sanki ilk görüyormuşum gibi, durup yeniden bakarım. Biri gelir, yanıma dikilir, kitaplara bakar; onun baktıklarına da bakarım. Kitaplarla insanlar arasındaki alışverişi bulgulamağa çalışırım. Birinin satın aldığı kitaptan, o kimsenin dünyasını kurmağa çalışmak hoşuma gider.'' (Sayfa: 195)
*****
*
Kitabı aldım, merakla açtım kapağını. Şunu yazmıştı:
''Fikret Firfirik adlı enayiye sevgilerimle..
*
R. Blowder''
*
Ağzım bir karış açık:
- ''Nee.! Sen misin bu.? Hadi lan.!''
Yine eşşekçesine güldü.
- ''Enayi.! dedi. ''Altı ayda üçüncü basımını yaptı bu kitap. Başka türlü olsa, olur muydu.? Halkın halk tarafından halk için idaresi, de bakalım, metelik veren olur mu sana.! Oysa ki, demokrasi deyince önüne ilikliyor millet. Alman malı deme bakalım, satabilir misin şu dolmakalemi.! Bu halk ezilmiş be oğlum.! Bu halk yamyassı olmuş.! Kendine güveni kalmamış bu halkın.! Diskoteklerde cıyak cıyak ötüyor bir sürü oğlan ve para kesiyor, parra.! Türkçe söylesin bakalım o cıyaklamaları, metelik veren olur mu.! Ağzını yaya yaya ingilizce söyliyecek ki, sinek kâğıdı gibi üşüşsünler başına. Bu işler böyledir be oğlum.! Blowder diye bir hikâye uydurmıyacaktım da, BENİMKİ elden ele dolaşacaktı, ha.?'' (Sayfa: 200)
*****
*
''Şiir yazar, şiire benzemez. Roman yazar, romana benzemez. Hele müzik, o ayrı hikâye.! Ankara'da -siz, isterseniz, İstanbul da diyebilirsiniz- gece gündüz kaldırım ölçer; burjuva salonlarında egosunu uyutur; burjuva olanaklarından yararlanarak adını yazara, ozana, ressama çıkartır; hiçliğini, sanki bir ölçüymüş gibi, getirip kor ortaya. Ölçü.! Ne ölçüsü be.?
Bir dâvası yoktur, bir kavgası yoktur. 'İnsanlarım' dedikçe mangalda kül koymaz, sıkıyı gördü mü sağdan geri eder. Rahatlığın aslanıdır, gürültünün sıçanı. Bir eli emekçinin cebindedir, bir eli başka çevrelerin havasında.. Celâl Vardar'ın dediği gibi, 'Suya dokunmazmış-sabuna dokunmazmış-Pise bak.'
(..) Ağzının içinde geveler durur birtakım sözleri. Bunların anlaşılması değil, anlaşılmaması önemlidir. Anlaşılırsa hapı yuttu demektir. Zaten sermayesi ne ki.! 'İyi' dersin, 'bunalım. Anladık. Haklısın. Ama, hangi bunalım bu.? Kimin, neyin, nerenin, hangi ülkenin bunalımı bu.?'
Şaşkınlığı kareleşir, kübleşir. Kendini tanımıyor, çevresini tanımıyor ki.! Ne bilsin, kimin, neyin, nerenin bunalımı olduğunu.! Bunalım işte.. Bunalım.. (Sayfa: 204)
*****
''..Türkiye ne Ankara'nın Kızılayından, ne de İstanbul'un İstiklâl Caddesinden ibarettir. Halkımızın durumu işte ortadadır. Verilen savaş bellidir. Her konuda, sessiz veya sesli bir ölüm-kalım savaşı içine girilmiştir. Sanatçının, edebiyatçının toplumda bir yeri, bir görevi varsa eğer, bu görevi yerine getirmenin günü çoktan gelmiştir. Emperyalist ülkelerin şımarık burjuva sanatına özenip, kişisel bunalım ürünlerini bu halkın önüne sanat diye, edebiyat diye sürmenin gereği yoktur.! Yan çizmekse, budur yan çizmek; kaytarmaksa, budur kaytarmak; sorumsuzluksa, budur sorumsuzluk.! Ben sanatçıyım, ben edebiyatçıyım diyen kişi, külahını önüne koyup düşünmeli, Kayacan'ın dediği gibi, yıkılmışsa yıkılmışlığını, yenilmişse yenilmişliğini, ezilmişse ezilmişliğini anlatmalıdır. Meyhane dırdırlarıyla, pastane fiskoslarıyla, ucuz kahramanlık masallarıyla geçirilecek vaktimiz yoktur. Bu halkın sanatçı adı altında, edebiyatçı adı altında birtakım kaytarıkları beslemeğe gücü kalmamıştır artık.''
*
(Bu yazı, DOST dergisinin Ocak 1967 sayısında yayımlanmıştır. Dergi henüz basımevinde iken, bu yazının yazarı Hasan Hüseyin Korkmazgil, ''Kızılırmak'' adlı yapıtından ötürü tutuklanmış ve Ankara Cezaevine konulmuştur.) (Sayfa: 208)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...