28 Ekim 2022 Cuma

Dylan Thomas - Deri Ticareti Serüvenleri (Çeviren: Ülker İnce)

Önsöz
*
Dylan Thomas 1953 yılında 39 yaşındayken New York'ta öldüğü zaman, yirmi yıldan beri hayli tanınan, son yayımlanan Toplu Şiirleri'yle ününün doruğuna ulaşmış bir ozandı. Daha ilk ortaya çıkışından başlayarak, kuşakdaşlarının en yeteneklilerinden biri olarak alkışlanmıştı. Ülkemizde de 50'li yıllarda ilgi uyandırmış, şiir ve öyküleri çevrilmişti.
Elinizdeki kitapta onun kabaca 'öykü' denebilecek, Deri Ticareti Serüvenleri kitabından bir derleme bulacaksınız. Kitaba adını veren öykü, yazarının deyimiyle, bitmemiş bir roman. Ölümünden kısa bir süre önce Dylan Thomas bu öykünün tuhaf kahramanının daha sonraki serüvenlerini yazmaktan söz etmişti. Bunu gerçekleştiremedi, böylece öykünün bir ucu açık olarak kaldı. Ama okur isterse Dylan Thomas'ın yerine bu serüvenlerin gerisini getirir, hatta onları günümüze taşıyabilir. O zaman öykünün kahramanı bundan daha da hoşnut olacaktır, çünkü, o zaten hayatta hiçbir adım atmak istemiyor. Onun en büyük serüveni, kendisini rastlantılara bırakmak. Rastlantıların kendisini nereye götüreceğini görmek. Bir eylem ve girişim çılgınlığının yaşandığı şu günlerin ortasında eylemde bulunmayı yadsıyan, kımıldamadan duran bir oğlan, oldukça aykırı görünüyor kuşkusuz ve insanın aklına Lunaçarski'nin düşünce ile eylem konusundaki ilginç bir makalesini getiriyor. Orada, Lunaçarski, Lev Tolstoy'un bir sözü için şunları söylüyor: ''Onun anlamı şudur: İnsanlar her zaman kendilerine, çok önemli görünen kendi işlerine dalarlar, ama acaba bu işleri onlara çok nemliymiş gibi gösteren, hatta önemlerinden hiç kuşku bile duymamalarına yol açan şey, aslında bu işler nedeniyle içine düşülen hayhuyun, insana aklını başına toplayıp, kendisine şöyle biraz uzaktan bakacak zamanı vermemesi değil midir.? Acaba biraz durup düşünebilseler, bir an için gündelik yaşamın dağdağasının dışına çıkıp yüreklerinin derinliklerine, yaşama, doğaya bakabilselerdi, her şeyin önemi böylesine su götürmez görünecek miydi kendilerine.? Tolstoy görünmeyeceği kanısında.''
Biraz düşününce gerçekten de buradan çok ciddi sonuçlara kadar gitmek mümkün. Yani öykü kahramanının yapmak istediği şey, basitçe, bir bilgiçlik değil, belki de durup düşünmeye dolaylı bir çağrı.
Bu bitmemiş roman dışındaki kısa öykülerin kahramanları da çoğunlukla ya yetişkinler dünyasına girmemiş çocuklar ya da dünyanın dış sınırlarına itilmiş deliler, meczuplar, alıklar, sakatlanmış kişiler. Dylan Thomas insan yaşamında acımasızlıkla sevecenliğin, günahsızlıkla mantıksız kötülüğün her zaman yan yana ve iç içeliğini göstermek için daha çok onlardan yararlanıyor. Mizah ve taşlamanın arasından insan sıcaklığının ışıdığı şaşırtıcı öyküler.
*
Ülker İnce (Sayfa: 9-10)
*
Deri Ticareti Serüvenleri
*
1. İyi bir Başlangıç:
*
''..tekerlekler üzerinde hareket eden bu uzun evde, ayağını kapıya dayamış olarak tek başına dalgın dalgın oturuyor, penceresiz bir sessizliğin içinde yolculuk ediyor, kendisini bekleyen birinin olmadığı bir yere saatte 75 kilometre hızla yol alıyor olacaktı, trenin duracağı hiçbir yere yakınlık duymayan bir adam.'' (Sayfa: 23)
*
"..zincirlerinin içinde mutlu olan mutsuz insanlar.." (Sayfa: 25)
*
''Öldürecek zamanı olan soğuk, katı insanlar oturmuşlar, çaylarına, duvardaki saate bakıyor, sorulmayacak sorulara yanıtlar uyduruyor, geçmişteki, gelecekteki davranışlarının haklılığını kanıtlıyor, her ânı soluk almaya başlar başlamaz boğazlıyor, yalan söylüyor, dileklerde bulunuyor, kafalarındaki büyük korkuyla bütün trenleri kaçırıyorlardı; hepsi de son durakta yapayalnızdı. Odanın her yanında zaman ölüyordu. (..) ..bütün masalar boşaldı. Yalnız insanlardan oluşan kalabalık, ardında kül, çay yaprakları ve gazeteleri bırakarak cenaze alayı gibi çıkıp gitti.'' (Sayfa: 29)
*
''..Galiba insan nerede değilse oralarda bir şeyler oluyor. Her şey başka insanların başına geliyor.'' (Sayfa: 57)
*
Düşmanlar:
*
''Güçlü bir rüzgâr sakalını yakalayıp çekmiş, ayaklarının altındaki sebze dünyası kükremişti. Bir ekin kargası gökyüzünde kaybolmuştu, eşini çağırmak için sesler çıkarıyordu ama eşi gelmedi ve ekin kargası gagasında keder iniltisiyle batıya uçtu.'' (Sayfa: 99)
*
''..rüzgâr az ötedeki otların kafalarını geriye uçurur, her yeşil ağzı bir kehanete çevirirken patikaya çeki düzen veriyordu. Sabırla otları boğazlarından yakalıyordu, kökler çevrelerindeki toprakla boğuştuktan sonra topraktan çıkıyorlardı; kökler çıktıktan sonra kalan oyuklarda böcekler harıl harıl çalışıyorlardı, ama adamın parmaklarının arasında can verince hiçbir iz bırakmıyorlardı. Adam onların ölümlerinden bıktı, otların başlarının düşüşünden de bıktı, hem de, daha çok bıktı. Pat diye kökler çıkıyor, pat diye zavallı yeşil başlar düşüyordu.'' (Sayfa: 100)
*
Dışarıda toprağın boz renkli bedeni, otların yeşil derisi, Jarvis tepelerinin göğüsleri vardı; hayvansı toprağı ürperten bir rüzgâr, tarladaki çiyi içen bir güneş vardı; ağaçların derilerindeki deliklerden ter gibi fışkıran bir doğurganlık; uzak kıyılardaki kum tanecikleri üzerlerinde deniz yuvarlandıkça çoğalacaklardı.'' (Sayfa: 104)
*
''Masanın baş tarafında halının üzerinde diz çökmüş dururken karanlık beyne ve hantal kara gövdeye şaşkın şaşkın baktı. Baktı, dua etti, tıpkı düşmanlarıyla çevrilmiş eski bir Tanrı gibi.'' (Sayfa: 106)
*
Ağaç:
*
''..onun Tanrısı şu elma biçimli dünyada tıpkı bir ağaç gibi boy atmış, tomurcuklanıp Çocuklar vermiş ve Çocuklarını dallarından koparıp sürükleyen kış rüzgârlarının eline bırakmıştı; kışı ve ölümü aynı rüzgâr taşıyordu (..) Böyle gecelerde aşkın işe yaramadığını, aşkın çocuklarının çoğunun, kıyıma uğradığını düşünürdü.'' (Sayfa: 108)
*
''Tanrı tuhaf ağaçların içinde büyür, dedi yaşlı adam. Onun ağaçları gelir, tuhaf yerlerde dururlar.
Adam çarmıhın yedi evresinin öyküsünü anlatırken, ağaç, çocuğa dallarını sallıyordu. Bir havarinin sesi yükseliyordu katranlı ciğerlerden.
Sonra onu bir ağaca dayadılar, kanından ayaklarından çivilediler.
Mürver ağacının gövdesinde öğle güneşinin kanı vardı, kabuğunu lekelemişti.'' (Sayfa: 113)
*
Konuk:
*
''Aylar, yılların kilometrelerce içlerine akmış, kuru günlerin dairesi tamamlanmıştı.'' (Sayfa: 120)
*
''Güneşin altında kendi adından daha uzak bir şey yoktu, şiir, bir fasulye sırığının ipine dizilmiş sözcüklerdi. Dudaklarıyla küçük bir ses tonu biçimledi ve bir sözcük söyledi.
Ölüler için yarın yoktu. Bir dahaki akşamdan, o akşamın uykusundan sonra yaşamın, bir tabutun çatlaklarından dışarı fırlayan bir çiçek gibi fışkıracağını düşünemiyordu.'' (Sayfa: 121)
*
''Birtakım serin sözcükler düşündü, bir gölün dibinde boy atmış bir zeytin ağacı için bir dize kurdu. Ama ağaç, sözcüklerden oluşan bir ağaçtı, gölse bir başka sözcükle uyak yapıyordu.'' (Sayfa: 124)
*
''Ah, usulca bırakabilsem kendimi yere, usulca
-----koyabilsem başımı.
Usulca uyusam ölümün uykusunu, usulca duysam
-----sesini.
Akşam saati bahçede yürürken Yaradan.'' (Sayfa: 125)
*
Entari:
*
''Kadından doğma insanoğlunun gecesi yoktur, dedi deli.'' (Sayfa: 132)

24 Ekim 2022 Pazartesi

Thomas Nagel - Her Şey Ne Anlama Geliyor.? (Çeviren: Hakan Gündoğdu)

 

Arka Kapak: 

*

Belli başlı ilgi alanları siyaset felsefesi, ahlak felsefesi, hukuk, bilgi felsefesi ve zihin felsefesi olan Thomas Nagel’in (d. 1937) elinizdeki bu kitabı özgün olarak ilk defa Oxford Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanmış ve yirmi dile çevrilmiştir.
*
Her şeyden önce, kitap Sokrates’in “sorgulanmamış bir yaşam” dediği şeye karşı dikkate değer bir meydan okuma içeriyor ve felsefi sorgulamanın temel soruları üzerinde duruyor: Gerçekten hür iradeye sahip miyiz.? Niçin ahlaklı olmalıyız.? Nasıl adil olabiliriz.? Zihnimiz ile beynimiz arasındaki ilişki nedir.? Ölüm nedir.? Yaşamlarımızın bir önemi var mıdır.?
*
Sorgulayan zihinlere bir rehber olması bakımından ideal bir kitap olan Her Şey Ne Anlama Geliyor? okuyucuyu kendisi ve dünya hakkında düşünmeye teşvik ediyor. Üstelik, kitabın felsefi konularda “derinlik” ve “açıklık” gibi çoğu zaman birbiriyle uzlaşmaz görünen iki özelliği bir arada içermesi de okuyucuya kendi başına düşünme konusunda yardımcı oluyor.
*
Giriş:
*
''Felsefenin özü düşünen insan zihninin doğal olarak bir bilmece gibi karmaşık bulduğu belli, kaçınılmaz sorularda yatar; felsefeyi öğrenmenin en iyi yolu ise doğrudan bu sorular üzerine düşünmektir. Bir defa bunu yaptığınızda, aynı problemleri çözmeye uğraşmış başkalarının çalışmalarını değerlendirmek ve takdir etmek açısından artık eskisinden daha iyi bir konumda olursunuz.'' (Sayfa: 12)
*
Herhangi Bir Şeyi Nasıl Biliyoruz.?
*
''Rüyalar hakkında alışılagelen şekilde düşündüğümüzde biliriz ki, rüyalarında insanlar adam öldürmek için ellerinde elektrikli bir testere ile Kansas sokaklarında bir baştan öbürüne koşuyor olsalar bile, rüyalar aslında gerçek bir evde ve gerçek bir yatakta yatmakta olan insanların zihninde olup biter. Aynı zamanda biz normal rüyaların, uykusu esnasında rüya gören kişinin beyninde olup bitenlere bağlı olduğunu da varsayarız.
Fakat bütün tecrübeleriniz kendisi dışında bir dış dünyanın var olmadığı muazzam bir rüyaya benzeyemez mi.? Olup bitenin bu olmadığını nasıl bileceğiz.?'' (Sayfa: 16)
*
ZİHİN-BEDEN PROBLEMİ:
*
''İnsanların fiziksel madde dışında başka bir şeyden oluşmadığı ve zihinsel hallerinin beyinlerindeki fiziksel haller olduğu görüşüne fizikalizm (ya da kimi zaman materyalizm) denilir.'' (Sayfa: 36)
*
Hem ikicilikten hem de fizikalizmden farklı, olası bir başka görüş daha vardır. İkicilik, sizin bir beden ve ruhtan oluştuğunuz ve zihinsel yaşamınızın ruhunuzda cereyan ettiği görüşüdür. Fizikalizm de zihinsel yaşamınızın beyninizdeki fiziksel süreçlerden oluştuğu görüşüdür. Ancak bir diğer olasılık ise zihinsel yaşamınızın beyninizde cereyan etmesiyle birlikte yine de bütün tecrübelerin, hislerin, düşüncelerin ve arzuların beyninizdeki fiziksel süreçlerden ibaret olmamasıdır. Bunun anlamı, kafanızdaki milyarlarca sinir hücresinden oluşan gri yığının sadece fiziksel bir nesne olmadığıdır. O, birçok fiziksel özelliklere sahip olduğu gibi (nitekim kimyasal ve elektriksel aktivitenin muazzam nitelikleri beynin içinde cereyan eder), aynı zamanda kendi içinde işleyen zihinsel süreçlere de sahiptir.
Beynin bilincin mahalli olduğu, ama onun bilinçli hallerinin sadece fiziksel haller olmadığı şeklindeki bu görüşe ikili veçhe teorisi denilir.'' (Sayfa: 38)
*
KELİMELERİN ANLAMI:
*
''Bizler küçük, sonlu varlıklarız ama anlam kâğıt üzerindeki işaretlerin veya seslerin yardımıyla bütün dünyayı ve içindeki pek çok şeyi idrak etmemizi, hatta önceden var olmayan ve belki de (biz olmasaydık) asla var olmayacak olan şeyler icat etmemizi saplıyor. Problem, bunun nasıl mümkün olduğunu açıklamaktır: Söylediğimiz ya da yazdığımız bir şey, bu kitaptaki bütün kelimeler de dahil, herhangi bir şeye nasıl anlam veriyor.?'' (Sayfa: 47)
*
HÜR İRADE:
*
''Bir kişinin tecrübelerinin, arzularının ve bilgilerinin toplamı, kalıtsal özellikleri, sosyal koşullar ve karşı karşıya kaldığı seçimin mahiyeti, tüm bunlar daha bilemediğimiz diğer faktörlerle birlikte, kaçınılmaz koşullarda spesifik bir eylem meydana getirmek için bir araya gelirler.
Bu görüşe determinizm denir. Fikir, evrenin tüm yasalarını bilemeyeceğimiz ve ne olacağını tahmin etmek için onları kullanamayacağımızdır.'' (Sayfa: 52)
*
DOĞRU VE YANLIŞ:
*
''..eğer Tanrı varsa ve yanlış olanı yasaklıyorsa, bu hâlâ bir şeyleri yanlış kılan olgu değildir. Cinayetin bizatihi kendisi yanlıştır ve bu da (eğer yasaklarsa) Tanrı'nın onu yasaklamasının nedenidir. Tanrı -sağ çorabınızdan önce sol çorabınızı giymeniz gibi- herhangi bir şeyi basitçe onu yasaklayarak yanlış kılamaz.'' (Sayfa: 62)
*
''Büyük olasılıkla bugün yanlış olduğunu düşündüğünüz kölelik, marabalık, insan kurban etmek, ırk ayrımcılığı, dini ve politik özgürlüğün reddi, soya dayalı kast sistemleri gibi birçok şey geçmişte büyük kitlelerce ahlaki açıdan doğru olarak kabul edilmişti. Yine büyük olasılıkla şu an doğru olduğunu düşündüğünüz bazı şeyler gelecekteki toplumlarda yanlış olarak düşünülecektir. Ne olduğundan emin olamasak bile, yine de tüm bunlara ilişkin bir tek hakikat bulunduğuna inanmak mı, yoksa doğru ve yanlışın belirli bir zaman, yer ve sosyal tecrübeye bağlı olduğuna inanmak mı daha makuldür.?'' (Sayfa: 69-70)

19 Ekim 2022 Çarşamba

Gary Cox - Nasıl Filozof Olunur.? (Çeviren: Ergün Ahmet Akça)


Arka Kapak

*
Kimilerince hayatın büyük soruları kabul edilen felsefi sorular kafanızı mı karıştırıyor.? İçinden nasıl çıkacağınızı, hangi yöne gitmenin daha doğru bir seçim olacağı konusunda kararsızlık mı yaşıyorsunuz.? Nasıl Filozof Olunur.? filozofların yüzyıllardır sorup yanıtlamaya çalıştığı bu tür sorular için benzersiz bir rehber: bu kitap sizi bir filozof gibi düşünmeye sevk etmekle kalmıyor, bu soruların bazılarına yanıt bulmanızı sağlarken, bazılarının da aslında yanıtları olmadığını fark etmenizi sağlıyor. Bu doğrultuda, mizahi bir dili de bırakmadan, felsefi fikirleri Family Guy, Monty Python’s Flying Circus, The Matrix ve Red Dwarf gibi eserlerden alınan örneklerle açıklıyor.
Nasıl Filozof Olunur’un en önemli iddiası ise felsefe yapmayı öğrenmenin kendi hayatınız hakkında daha net ve dürüst düşünmenize yardımcı olacağını savunması.
*
Giriş:
*
''..felsefe ormanında kadim bir söz vardır: Felsefenin küçük bir tümseği olmak, cehaletin büyük bir hendeği olmaktan iyidir.'' (Sayfa: 13)
*
''Filozoflar için ölüme mahkûm olmaktan çok daha yakın bir tehdit vardır: Nihilizme düşmek. (..)
Hayatın toptan saçma olduğu yargısı umutsuzluğa yol açar mı.? Aslında bu nihilistik felsefi konuma toslayan birçok filozof bu mağlubiyetten büyük bir zafer çıkartmasını bilmiştir: Şayet hayat toptan saçmaysa ve kendinde bir anlama sahip değilse, o zaman her bir tekil hayatın anlamı, kişinin ona verdiği anlam olacaktır. Friedrich Nietzsche ve Jean Paul Sartre gibi varoluşçu filozoflarca savunulan bu anti- nihilistik konum, kişisel düzeyde hem olumlu hem de güçlendirici bir etkiye sahiptir. Bu bakış, baskıcı dinsel anlayışı yolumuzun üstünden kaldırarak insanı kendi kaderinin efendisi yapar.'' (Sayfa: 17)
*
''Felsefe, sırların en derinine ulaşmaya çalışır, cehalet mağarasının cinlerinden ve hayaletlerinden kurtulup aklın aydınlığına yürür.'' (Sayfa: 20)
*
Felsefe Nedir.?
*
''İnsan yaşamına dair hiçbir şey filozofların incelemesinden ve analizinden kaçamaz. Bilimin, matematiğin, politikanın, tarihin, eğitimin, psikolojinin, hukukun, duyguların, seksin ve hatta futbolun felsefesi vardır. Bu durumda herhalde şaşırmazsınız: Felsefenin de felsefesi vardır. Filozoflar kadim zamanlardan beri felsefenin ne olduğu hakkında da felsefe yapmışlardır.'' (Sayfa: 21)
*
''..''Felsefe'' sözcüğü ''sevgi'' anlamına gelen Yunanca philos ve Yunanca ''bilgelik'' anlamına gelen sophia sözcüklerinden türetilmiştir. Böylece düzanlamıyla, felsefe bilgelik sevgisi, filozof ise bilgelik sever anlamına gelir. Daha fazla uzatmadan felsefede nadir görülen bir kesinlikle şunu söyleyebiliriz: Şayet filozof olmak istiyorsanız, bilgi ve hakikati başka bir şeye araç olarak değil de kendileri uğruna arayan bir bilgelik sever olmalısınız. (..) Bir filozof, hakikati sırf kendisi için aramalı ve sırf kendi duygularına hitap ediyor diye bir şeye inanmaktan sakınmalıdır.'' (Sayfa: 27)
*
''Gerçek bir filozof mu olmak istiyorsunuz.? O zaman inançlarınıza ve görüşlerinize sağlam, yansız ve nesnel bir akıl yürütme yoluyla ulaşmış olmanız gerekir. Bu şekilde ulaşılan görüşler bulanık, işlenmemiş, öznel, hesabı verilemeyen görüşler olamaz. Şöyle bir bakın çevrenize. Bu işlenmemiş, akla dayanmayan dogmaların eleştiriler karşısında kendilerini sadece tehdit ve şiddetten başka bir şeyle savunamadıklarını hemen fark edeceksiniz.'' (Sayfa: 29-30)
*
''İyi bir filozof başkalarının söylediği şeylerdeki çelişkileri saptamakta usta olduğu kadar, kendi söylediklerinde de çelişki bulunmaması konusunda da titiz davranan kişidir.'' (Sayfa: 36)
*
''1970'lerde Peter Falk tarafından canlandırılan kirli ve buruşuk pardösülü Komiser Kolombo, Sokratik yöntem sanatında ustaydı. Kolombo şüpheliyi sorgularken aptal numarası yapardı. Başını kaşır, karısından bahseder, pardösüsünün ceplerini karıştırırdı. İyice rahatlayan şüpheli aşırı güven içinde serbestçe konuşmaya başlardı: ''Bu sefil dedektif ona ne yapabilirdi ki.? Standart sorularını soracak ve uydurduğu öyküyü dinledikten sonra onu bırakacaktı.'' Ama Komiser Kolombo tam kapıdan çıkmak üzereyken, ''Son bir şey daha var,'' diyerek dönerdi. İşte bu noktada Kolombo, şüphelinin öyküsündeki küçücük bir çelişkiye dikkat çekerdi. Ama şüpheli, bu çelişkiyi kapamak için çabaladıkça batardı. Şüpheli öfkelendikçe nezaketi elden bırakmayan komiser, öykünün saçmalığını göstererek adamın suçlu olduğunu kanıtlardı. Kolombo başka bakımlardan da Sokrates'e benzer. Ufak ve dağınıktır. İnsanlar onu aptal sanırlar ama o, zekâsıyla hepsini alt eder.'' (Sayfa: 37-38)
*
Felsefe ve İfade Özgürlüğü:
*
''Bazen işgüzar, kaba, siyaseten doğru liberaller de insanların özgürlüklerini en az faşistler kadar engelleyebiliyorlar.'' (Sayfa: 43)
*
Batı Felsefesinin Babası:
*
''..Platon doğru cevaplarıyla değil, doğru sorularıyla felsefeyi yaratıcı bir istikamete sevk etmiştir. Platon'un etkisi çok büyüktür. Bu nedenle ona ''felsefenin babası'' denmiştir. Alfred North Whitehead'e göre, ''bütün Batı felsefesi Platon'a düşülen dipnotlardan ibarettir.'' (Sayfa: 45-46)
*
Doğru Eylem Felsefesi:
*
''..''Kantçı etik'' ve ''deontolojik etik'' neredeyse eşanlamlı hale gelmiştir. Kant'ın ahlak teorisinin merkezinde kategorik buyruk denilen bir ilke bulunur. İlk bakışta bu, ''Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan başkalarına öyle davran.!'' ilkesinin farklı bir biçimi gibi görünür. Ama daha kesin bir şekilde ifade etmek gerekirse, ilke, sizden yapmak istediğiniz şeyi yapmadan önce kendinize, ''Ya bunu herkes yapsaydı.?'' diye sormanızı ister. Eğer yapmak istediğin eylemi herkesin yapması bir imkânsızlık doğuruyorsa, o zaman ödevin, bu eylemi yapmamaktır.'' (Sayfa: 60)
*
Erdem Teorisi:
*
''Aristotales bir erekçiydi; doğadaki her şeyin bir telos'u, yani gerçekleştirmeye çalıştığı bir gayesi olduğunu düşünüyordu. Örneğin, bir meşe palamudunun telos'u kendi meşe palamutlarını veren iyi bir meşe ağacı haline gelmektir. Bir şeyin telos'unu başarması, onun kendini gerçekleştirmesi demektir. Aristotales'in erdem teorisi insanın kendini gerçekleştirmesi için gerekli olan erdemleri belirlemeye çalışır. Aristotales'in altın orta dediği kurala uyan bu erdemler insanın dolu, değerli, başarılı, doyurucu bir hayat yaşamasını, kısaca, insanın kendini gerçekleştirmesini sağlarlar.'' (Sayfa: 64)
*
''Aristotales'in altın orta kavramı Gautama Buddha'nın orta yol anlayışına benzer. Büyük kafalar, detaylarda anlaşamasalar da, benzer şekilde düşünürler. Altın ortayı bulmak için insan, yaklaşımlarında bir denge tutturmalı, ne ifrata ne tefrite kaçmalıdır. Buddha bir defasında şöyle demişti: ''Kişi bir müzik aleti gibidir. Yaşamı aletin ayarlanmasıdır. Eğer yaşam biçimi çok gevşek ya da çok gergin olursa, ayarsız bir yaşamı olur.''..'' (Sayfa: 65)


Filozof Olma - Birinci Safha
*
Her Şeyden Şüphelenme
*
Düzgün Felsefe Yapma:
*
''..gündelik yaşamınızda hiç sorgusuz sualsiz kabul ettiğiniz şeylerden şüphelenerek başlamalısınız. Bu küçük, özgül meselelerle uğraştıkça bir yandan felsefe yapma tekniğiniz gelişecek, diğer yandan da güveniniz artacak. Bu da en azından daha büyük felsefi sorunların anlamına dair bir görüş geliştirmenizi sağlayacak.'' (Sayfa: 75)
*
''Nietzsche'nin dediği gibi: ''Bir düşünür olmak - her günün en az üçte birini tutkular, insanlar ve kitaplar olmadan geçirmiyorsa, biri nasıl düşünür olabilir ki.?'' Nietzsche'nin çok iyi bildiği ama bahsetmediği bir şey daha var. Düşünürken not almak çok yararlıdır. Eski bir hocamın söylediği gibi: ''Yazmak, düşünmektir.'' (Sayfa: 79)
*
''Morpheus Neo'ya durumun gerçekliğini olduğu gibi gösterecek kırmızı hap ile Matrix'in sanal dünyasını sorgusuzca kabul etmesini sağlayacak mavi hap seçeneklerini sunarken şöyle der: ''Unutma, sana vaat ettiğim tek şey gerçek, daha fazlası değil.'' İşte, felsefe yapmak, kırmızı hapı seçmek gibidir.'' (Sayfa: 87-88)
*
Modern Felsefenin Babası:


''Descartes özellikle matematik ve geometride iyiydi, felsefeden önce adını bu alanlarda duyurmuştu. Birçok filozof gibi o da felsefe ve matematiğin birbiriyle yakından bağlantılı olduğunu düşünüyordu. Matematik, Descartes gibi rasyonalist filozofların, duyularımız yoluyla karşılaştığımız kusurlu, deneysel dünyadan daha gerçek olduklarını düşündükleri yüksek bir kesinlik dünyasını açığa çıkartır ya da açığa çıkarır gibi görünür. Descartes'a bugün bile bir matematikçi olarak saygı duyulmakta; teorileri hâlâ dünyanın her yerindeki okullarda öğretilmektedir.'' (Sayfa: 102-103)
*
''Meditasyonlar üzerine çalışırken çilekeş öğrencilerime dediğim gibi: ''Bu kitap Descartes hakkında değildir. Her birimiz şüphelenen, kesinliği arayan, felsefe yapan bir Destartes'ız.'' Aslında gerçekte bunları tam olarak hiç söylemedim. Ama hep söylemek istedim. Şimdi, elimi Meditasyonlar'a vurarak söylüyorum işte: ''Görmüyor musunuz, hepimiz Descartes'ız.''..'' (Sayfa: 107)
*
Descartes ve Şüphe Yöntemi:
*
''Descartes Meditasyonlar'a şu ünlü sözleriyle başlar: ''Hayatımın ilk yıllarından itibaren birçok yanlış kanıyı doğru kabul etmiş olduğumun ve o zamandan beri bu derece güvenilmez ilkeler üzerine kurduğum her şeyin de, pek kuşkulu ve kesinlikten uzak olduğunun farkına bugün varıyor değilim.'' (Sayfa: 107)
*
''Descartes rasyonalist ve şüpheci bir filozof olarak tanınmasının yanı sıra temelselci (foundationalist) olarak da bilinir. Bir filozof olarak projesi, şüphe güllesini kullanarak köhnemiş, harap olmuş, kesinlikten uzak bilgi yapısını yıkmaktır; bu yıkım sürecinin sonunda sağlam bir zemin bulacağını ummaktadır; bu sağlam zemine dayanarak o ve başkaları kesinliğin yeni, aydınlık gökdelenini kurmaya başlayacaktır.'' (Sayfa: 109)
*
''Kadim Yunan filozoflarına kadar uzanan filozoflar zincirinde yer alan birçok filozof gibi Descartes'ın da ilk şüphelendiği şey duyuların güvenilirliğidir -görme, tatma, dokunma, koklama ve işitme yetileri. Kendi sözleriyle: ''Şimdiye dek en doğru ve güvenilir olarak ne öğrendimse, duyulardan veya duyular yoluyla öğrenmiş, ama zaman zaman bu duyuların aldatıcı olduğunu da yaşayarak görmüşümdür; oysa bizi bir kez bile olsun yanıltmış şeylere asla güvenmemek sakınganlık gereğidir.''..'' (Sayfa: 110)
*
Filozof Olma - İkinci Safha: Ağaç Sorusu

Family Guy, Animasyon, Dizi

''Doğayla konuşabilmesinin şokundan çabucak kurtulan Peter ağaca ölümsüz popüler felsefi soruyu sorma fırsatını kaçırmaz: ''Hey ağaç. Aranızdan biri devrilse ve etrafta da hiç kimse olmasa, ses çıkarır mısınız.?''..'' (Sayfa: 134-135)


David Hume ve Mantıkçı Pozitivizm:
*
''Hume'a göre, zihin doğuştan boş bir levhadır, deneyci önceli Locke'un deyişiyle bir tabula rasa'dır. Bu boş levhaya yazılan tüm bilgi, duyular deneyimler aracılığıyla gelir. Hume bilebileceğimiz iki türlü bilgi olduğunu öne sürer - idea (fikir) bağıntıları ve olgu durumları.'' (Sayfa: 145)
*
''Hume'un anlamlı önermelerini idea bağıntıları ve olgu durumları olarak ikiye ayırması ''Hume Çatalı'' olarak bilinir. Bu ne yemek çatalları gibi dört dişli, ne de şeytanın yabası gibi üç dişlidir. Hume'un çatalı iki dişli et kesme çatalıdır. Eğer bir önerme onun düşlerinden birine takılmazsa, o zaman dosdoğru anlamsızlık çöp tenekesini boylar, çünkü iddia edilen bir şeyin doğruluğunu ya da yanlışlığını belirlemenin başka bir yolu yoktur.'' (Sayfa: 148)
*
Ses, Ses Bilincidir:
*
''..''Herhangi biri tarafından algılanmayan bir dünya nasıldır.? Bu dünya deneyimlendiği zaman olduğuyla aynı mıdır, yoksa ondan kökten farklı mıdır.?'' Bu soruyla ilgilenen felsefe dalı tuhaf bir isme sahiptir: Transandaltal İdealizm.'' (Sayfa: 154)


Kant ve Transandantal İdealizm:
*
''Pirsing'in sözleriyle: ''Kant zihnin içinde ve zihnin dışında olanla ilgili düşüncenin bu büyük karlı dağına tırmanırken daima yöntemli, direşken, düzenli ve titizdir.''
Kant şu üç şeyle ünlüdür: (1) Memleketi Alman Doğu Prusya'nın liman kenti Konisberg'in (şimdiki Litvanya ile Polonya arasına sıkışmış, Almanca konuşan, Rusya'ya bağlı bir vilayet) 30 mil uzağından öteye hiç gitmemesiyle (2) David Hume'un İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme adlı eserini okumaya daldığı gün dışında, her öğleden sonra hep aynı saatte yaptığı yürüyüşleriyle ve (3) felsefeyi yeniden tanımlayan bir dizi temel eleştiri yazmasıyla. Bu eleştirilerin ilki ve en önemlisi, Kant'ın felsefesi tranasandantal idealizmini ortaya koyduğu Saf Aklın Eleştirisidir (1781).'' (Sayfa: 155-156)


Sartre: Farklılaşmış ve Farklılaşmamış Varlık:
*
''Sartre'a göre, tek diğer varlık türü varlık-olmayan veya hiçliktir. Varlık-olmayan, gerçekte kendinde-varlıktan ayrı değildir; sadece kendinde-varlıkla münasebeti içinde var olur. Tuhaf ama kendinde-varlığın yadsınması, kendinde-varlığın bir eksikliği, kendinde-varlığın olumsuzlanması olarak var olur. Bir aynadaki yansıma bütün varlığını, yansıttığı şeye borçludur. Bu yüzden Sartre bazen ona ödünç alınmış varlık da der.'' (Sayfa: 162)


Felsefeyle Hayatınızı Kazanmak:
*
''..felsefe lisans diploması her türden meslek için mükemmel bir pasaporttur. Felsefe bölümünde okumak, insana birçok alanda kullanabileceği beceriler kazandırır. Eğitimli felsefeciler, tüm bilginin temel ilkelerini anladıkları için, meseleleri çok hızlı ve derinden kavrarlar. Felsefeci olmayanlarda bulunmayan sorgulama, çözümleme, araştırma ve kavramlaştırma yetenekleriyle hem iyi sorun çözücü hem de yenilikçidirler. Birçok alanda başarılı olmanın temel koşulları olan tutarlı akıl yürütme, yazma ve konuşma yeteneklerine sahiptirler. Yapılan araştırmalar, felsefe lisans programından mezun olan öğrencilerin çok farklı alanlardaki meslek kurslarını bitirdiklerinde alanın uzmanları kadar başarılı olduklarını göstermektedir.
Araştırmaların ortaya çıkarttığı bir başka konu da felsefe öğrencilerinin mezun olduktan sonra meslek seçmekte daha yavaş davrandıklarıdır. Ancak, çalışacakları alanı bir kez seçtiklerinde genellikle alanın en başarılı ve en yaratıcıları arasında yer almaktadırlar. Üniversite öğrencilerinin mezun olduktan üç ay sonraki mesleki durumlarına bakıldığında, felsefe mezunları listenin sonunda yer almaktadır. Ancak, bunun en önemli nedeni, felsefe mezunlarının geleneksel çalışma alanlarının dışına yönelmek istemeleri ve yaratıcılıklarını sergileyebilecekleri alanları bulmak için uygun fırsatların çıkmasını beklemeleridir.'' (Sayfa: 170-171)

17 Ekim 2022 Pazartesi

Arthur Schopenhauer - Aşkın Metafiziği (Çeviren: Selahattin Hilav)


Arka Kapak

*
“..hayatın gürültü patırtısına göz atacak olursak, bütün insanların, yaşamanın ge­rekleri ve zavallılıkları ile uğraştıklarını, bütün güçleriyle bu yaşamanın bitmek tükenmek bilmeyen gereksinimlerini gidermeye ve çeşitli acılarını uzaklaştırmaya çalıştıklarını ve buna karşılık, bu acı çeken varlığı daha bir süre devam ettirmekten başka bir şeyi ummaya bile kalkışmadıklarını görürüz. Bununla birlikte, bu gürültü patırtının içinde âşıkların, istek dolu bakışlarla birbirlerini süzdüklerini de görürüz. Peki, bu bakışlar niçin gizli, ürkek ve kaçamaktır.? Çünkü âşıklar, bütün bu yoksun­luğu ve düşkünlüğü sürdürmek isteyen hainlerdir; onlar olmasa, yoksunluk ve düş­künlük sona erer. Âşıkların boşa çıkarmak istediği, tıpkı kendilerinden öncekilerin çıkardığı bu sona eriştir işte.!”
*
Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği’nde sevgi ve aşkın oluşumunu, insan ilişkile­ri içindeki görünürlüğünü ve işlevlerini kendi özgün felsefesi içinde inceliyor. Aşkın Metafiziği’ne Schopenhauer’ın seçme metinleri ve kitabın çevirmeni Selahattin Hilav’ın Schopenhauer’ın felsefesine dair incelikli değerlendirmesi eşlik ediyor.
*
Yaşamöyküsü ve Yapıtları:
*
''Schopenhauer yaradılıştan kötümserdir; yaşamın anlamsızlığı, boşunalığı, insan varoluşunun acılı yanı, sürekli olarak kendini duyurur ona. Bu deneyimi irdelemek, ona ilişkin apaçık bir görüş ortaya koymak Schopenhauer'ın temel çabasıdır. Benliğinde duyduğu şeyi, yani sürekli doyum vermeyen her isteği, sevilen ve istenen her yeni şeyin elde edilmesi için harcanan çabayı, evrenin tümünü kapsayan, onun özünde bulunan bir gerçek olarak görür. Kötümserliği, kendi yaşamının güç olmasından, başına tatsız olayalar gelmesinden kaynaklanmaz. Kendisinin de belirttiği gibi, insanların en talihlileri arasında yer alan bir kimsedir Schopenhauer. Yaşamak için, istemediği bir işi yapmak zorunda kalmamıştır. Bu özgürlüğü de babasına, Danzig'li zengin tüccar Heinrich Floris Schopenhauer'a borçludur.'' (Sayfa: 10)
*
AHLAK FELSEFESİ:
*
''İsteğin doyuma ulaştırılması ve sona ermesi ise mutluluktur. Ama mutluluğa ulaşılabilir mi.? Schopenhauer, bu soruya olumsuz cevap veriyor. Çünkü irade yöneldiği amaçlara ulaşmış olsaydı, tam bir hareketsizlik haline girecek; dürtü, içtepi, istek ortadan kalkacak ve böylece irade, yaşama-iradesi olarak ortadan silinip gidecekti. Demek ki doyuma ulaşmanın olanaksızlığının, yaşama-iradesinin doğasında ve özünde bulunması gerekir. Schopenhauer'ın kötümserliği, işte bu temele dayanır.'' (Sayfa: 25)
*
Aşkın Metafiziği Çevirisi ve
Schopenhauer'ın Felsefesi, Yazko Yay, 1983
*
Aşkın Metafiziği:
*
''Doğrudan başka hiçbir şey güzel değildir; yalnız doğrudur sevilmeye değer.''
*
BOILEAU (Sayfa: 29)
*
''Görüşüm, temel bakımından, metafizik ve geniş kapsamlı olsa bile, onlara, gereğinden fazla maddesel ve tensel görünecektir. Ama biz yine de, ''şiirler ve türküler yazarak güzelliğini bugün övdükleri kimseler, on sekiz yaş daha büyük olsalardı acaba o zaman başlarını çevirip bakarlar mıydı.? diye sorarak düşünelim biraz.
Gerçekte de, en incelmiş ve yücelmiş bir aşk bile, kaynağını yalnız ve yalnız cinsel içtepide bulur.'' (Sayfa: 31)
*
''..günümüzün kuşaklarının bütün aşk serüvenleri, insanlığın tümü için, ciddi bir ''İçinden sayısız kuşağın çıkacağı, gelecek kuşağın kuruluşu üzerine düşünme''dir. Bireyin başına gelecek iyiliğin ya da kötülüğün pek önem taşımadığı ve aslında, gelecek insan türünün varlığının ve özel yapısının söz konusu olduğu ve bu bakımdan bireysel iradelerin kendilerinde olmayan bir gücü edinerek türün iradesi gibi ortaya çıktıkları bir durum, binlerce yıldan beri, şairlerin bıkıp usanmadan sayısız örneklerde dile getirdikleri gönül serüvenlerinin yüce ve iç burkucu yanının kaynağıdır. Çünkü hiçbir tema (ana konu), bu tema kadar ilgi çekici değildir.'' (Sayfa: 32-33)
*
''..tutku ne kadar bireyselleşmişse, şiddeti o kadar artmıştır. Yani, sevilen bir kimse, vücudu ve manevi nitelikleri bakımından, âşığının isteğine ve âşığının bireyselliğinin doğurduğu gereksinimlere ne kadar uygunsa, bu duygu da o kadar şiddetli olur.'' (Sayfa: 36)
*
''Kaba, kuvvetli ve budala erkeklerle; yumuşak, duygulu, ince düşünceli ve kültürlü kadınların evlendiklerini ya da kocanın bir dâhi olduğu halde, kadının bir kuş beyinli olduğunu sık sık görürüz.'' (..) ''Bir kadının, sırf kafası ve kültürü yüzünden bir erkeğe âşık olduğunu söylemesi, saçma ve beyhude bir iddiadır; ya da yozlaşmış bir mizacın sonucudur.'' (Sayfa: 45) 🤪
*

''Ten rengi ile ilintili cinsel düşünce ve değerlendirmeler de besbelli ve kesindir. Sarışınlar, kara yağız ya da esmer kimseleri beğenirler. Ama sonuncuların birincileri her zaman beğendiğini görmüyoruz. Bunun nedeni, açık renk saçın ve mavi gözün, tıpkı beyaz fareler ya da kır atlar gibi, gerçek tipin değişik bir örneği, hatta bir çeşit anormallik olmasıdır. Bu tipler, dünyanın hiçbir yerinde ve hatta kutupların yakınında bile yerli halk olarak görülmüyor. Yalnız, Avrupa'da böyle olduklarını ve ana yurtlarının İskandinavya olduğunu açıkça biliyoruz. Bu arada, derinin beyaz renkli olmasının insanlar için doğal bir şey sayılmayacağını da belirtmek isterim. İnsanın doğal rengi, atalarımız Hintlilerin derisi gibi kara ya da kahverengidir. Bu bakımdan, beyaz renkli bir adamın, doğanın içinden doğrudan doğruya hiçbir zaman çıkmamış olduğunu ve beyaz ırk diye bir şeyden söz etmenin de anlam taşımadığını unutmamalıyız. Beyaz insan dediğimiz şey, asıl rengini atmış ve ağarmış bir insandır. İçinde sadece bir egzotik bitki gibi yaşayabildiği ve bundan ötürü kışın sıcak bir yer bulmak zorunda kaldığı şu yabancı dünyaya sürülmüş olan insan, binlerce yıl sonra beyazlaşmıştır. Dört yüz yıl kadar önce göç etmiş bir Hint ırkı olan Çingeneler, Hintlilerin ten renginden, bizim ten rengimize nasıl geçilmiş olduğunu açıkça göstermektedir. Bundan ötürü doğa, cinsel aşk aracılığı ile, o ilk tipe, yani siyah saça ve kahverengi göze dönmek ister.'' (Sayfa: 48-49)
*
''..en yüce bir tutkuda bile, asıl göz önünde tutulan amacın, sevilen insanı elde etmek olduğu; bu tutkunun da başka tutkuların da, giderildikleri ve doygunluğa eriştikleri zaman ortadan kalkmalarıyla açıkça belli olmaktadır.'' (Sayfa: 52)
*
''Kendinde ölçü de düzen de bulunmayan şeyi, akılla yönetemezsin.'' (Sayfa: 61)
*
SCHOPENHAUER'DAN SEÇMELER
*
HAYATIN ACILARI:
*
''Kimi zaman saçma önyargılar, kimi zaman da sinsi bir politika insanları savaşa sürüklüyor; birkaç kişini aklına eseni gerçekleştirmek ya da hatasını tamir etmek için kitlelerin kurban edildiği görülüyor.'' (Sayfa: 69)
*
Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. Çünkü, dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar.
Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattığı şeyi ona göstererek ona şöyle bağırmak hakkımızdır: ''Bunca mutsuzluğu ve boğuntuyu ortaya çıkarmak uğruna, hiçliğin sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın.?'' (Sayfa: 70)
*
SANAT:
*
''..hiçbir sanat, dünyanın gerçek özünü, müzik gibi dolaysız ve derin bir biçimde dile getiremez. Güzel ve yüce melodiler duymak, ruhu yıkamak gibidir; insanı bütün pisliklerden, bütün zavallılıklardan ve bayağılıklardan arıtır.'' (Sayfa: 76)
*
Ahlâk:
*
''Hayvanlara karşı duyulan acıma, karakterin iyiliği ile öylesine ilintilidir ki, hayvanlara kötü muamele eden bir kimsenin iyi bir insan olduğu görülmemiştir.'' (Sayfa: 78)

15 Ekim 2022 Cumartesi

Arthur Schopenhauer - Mutlu Olma Sanatı (Çeviren: Şebnem Sunar)



Arka Kapak * Mutlu olmak, mutlu yaşamak mümkün müdür.? * Schopenhauer’in radikal kötümserliği, onun felsefesini mutluluk düşüncesiyle bağdaştırma girişimlerini daha doğmadan boğar. Schopenhauer’e göre yaratıkların en mutsuzu insandır ve her türlü oluşun kaynağı olan irade, dünyadaki bütün kötülüklerin çıkış noktasıdır. Dünya kötü bir yerdir ve kötülüğünün en belirleyici yönü, acı ve mutsuzluğun her yerde hazır ve nazır oluşudur. * Mutlu Olma Sanatı, iyimser dünya görüşüne karşı çıkan ve yaşadığımız dünyayı olası dünyaların en kötüsü sayan Schopenhauer’den umulmadık bir kılavuz. Adını felsefe tarihine kötümser olarak yazdıran filozofun bu küçük kitabı, mutluluğa ulaşma çabası olarak hayata dair pratik bir felsefeyi de olanaklı kılıyor.
*
''..eudemonia, büyük bir feragatte bulunmadan ve kendini zapt etmeden, amaçları için olası araçları gözetmekten başka bir şey yapmayan, diğerleri olmadan, nasıl olabildiğince mutlu yaşanabileceğini öğretir.'' (..) ''En başta pozitif ve kusursuz bir mutluluğun imkânsız olduğu önermesi yer alır; oysa sadece nispeten daha az acı çekilen bir durum beklenmelidir.'' (Sayfa: 9-10)
*
DİPNOT: ''EUDEMONOLOJİ'': Mutluluk. Erdemlere, anlamlı ve amaçlı bir hayat sürmeye dayalı mutlak mutluluk öğretisi. (Sayfa: 9)
*
''(En iyisini doğa yapar. Yine de bize bağlı olan şeyler vardır.)'' (Sayfa: 11)
*
HAYAT KURALI NO. 1:
*
''Aklı başında kişi hoş olanın değil, acı vermeyenin peşindedir.''
*
Aristotales (Sayfa: 12)
*
Hayat Kuralı No. 2:
*
''..''Başkasının mutlu olması seni rahatsız ediyorsa, asla mutlu olamazsın.'' (Seneca)
*
Hiçbir şey kıskançlık kadar uzlaşmasız ve acımasız değildir. Yine de kıskançlık uyandırmak için durmaksızın çaba harcarız.!'' (Sayfa: 12)
*
HAYAT KURALI NO. 3:
*
''..insan hep aynı olsa da her zaman kendini anlamaz. tam tersine asıl özfarkındalığını kısmen edininceye kadar kendini sıklıkla yanlış anlar. Salt doğal dürtü olarak amprik karakter kendinde akıl dışıdır. Hatta kendini ifade edişi akılla ayrıca kesintiye uğratılır; dahası, insan ne kadar dirayet ve düşünce gücü sahibiyse o denli sık kesintiye uğratılır.'' (Sayfa: 13)
*
''Dünya üzerindeki fiziki yolumuzun yüzey değil de her zaman sadece düz bir çizgi olmasından ötürü, Bir Şey'i tutup ona sahip olmak istediğimizde hayatta sayısız başka şeyden feragat ederek bunların sağından solundan geçip gitmek zorunda kalırız. Karar veremez de yanlarından geçip giderken bizi cezbeden her şeye, panayıra gelen çocuklar gibi el atarsak, o zaman bu tersine bir çaba, yani yol çizgimizi yüzeye dönüştürme çabası olur. Bundan sonra zikzaklar çizeriz, oradan oraya amaçsızca koşturup dururuz ve hiçbir şeye ulaşamayız.'' (..) ''..salt isteme ve yapabilme kendi içinde henüz yeterli değildir, aynı zamanda insan ne istediğini bilmelidir ve ne yapabileceğini bilmelidir. Ancak bu şekilde karakter gösterebilir ve ancak o zaman doğru bir şey yapabilir.'' (Sayfa: 14)
*
''..nasıl ki balıklar suda, kuşlar havada, köstebek toprağın altında rahatsa, her insan da sadece kendine uygun atmosferde rahat eder (..) Tüm bunlara ilişkin yeterince içgörü sahibi olmadığından bazısı çeşitli başarısız denemelerde bulunacak, kendi karakteriyle bilhassa mücadele edecek ama sonunda yine ona boyun eğecektir. Kendi doğasına karşı güçlükle elde ettiği şeyse ona zevk vermeyecektir; bu şekilde kazandığı edinim ölü olacak, hatta etik bakımdan saf, dolaysız bir güdüden değil bir kavramdan, dogmadan kaynaklanan, kendi karakterine göre fazla asil kaçan eylem, peşi sıra bencilce bir pişmanlıkla onun gözünde bile bütün değerini yitirecektir.
*
''İsteme, öğrenilmez'' (Epistuloe od Lucilium)'' (Sayfa: 15)
*
''..gerçekte insanın kendi güçlerini kullanmasından ve hissetmesinden başka hiçbir zevk yoktur ve en büyük acı, insanın güce ihtiyaç duyduğunda yokluğunu hissetmesidir.'' (..) ''Başkalarının niteliklerini ve özelliklerini taklit etmek, başkalarının kıyafetlerini giymekten çok daha onur kırıcıdır.''(Sayfa: 17)
*
HAYAT KURALI NO. 5:
*
Ölçüsüz sevinç ve acı üzerine..
*
''İnsan şeyleri her zaman bütün olarak ve kendi bağlamlarında net bir şekilde görmeye cesaret edebilseydi ve onlara görmeyi arzu ettiği renkleri atfetmekten kararlı bir şekilde sakınabilseydi sonuç olarak ikisinden de kaçınabilirdi. Stoacı etik esas duygu durumunu her türlü kuruntudan ve sonuçlarından kurtarmanın ve bunun yerine ona sarsılmaz bir itidal kazandırmanın peşindedir. Horatius'un ünlü odu bu içgörüyle doludur;
*
''Zor zamanlarda itidalini korumayı, güzel anlarda da aşırı sevincini dizginlemeyi hatırla.''
*
Horatius, Carmina (Odlar)'' (Sayfa: 24-25)
*
HAYAT KURALI NO. 10:
*
''Her şeye boyun eğdirmek istiyorsan, akla boyun eğ, der Seneca'' (Sayfa: 27)
*
HAYAT KURALI NO. 11:
*
Bir talihsizlik gerçekleşip de elimizden bir şey gelmediğinde, her şeyin başka türlü olabileceği fikriyle kendimizi şımartmayız: Tıpkı Kral Davud tutsak filler gibi. Aksi taktirde insan ''Kendi kendinin işkencesi (Terentius)'' olur. Fakat bunun tersi, kendimizi terbiye etmek suretiyle bir başka sefere bizi daha temkinli kılma faydası sağlar.'' (Sayfa: 27)
*
HAYAT KURALI NO. 14:
*
''Bazıları (gamsızlar) fazlasıyla mevcut anda, bazıları da (korkaklar ve tedirginler) fazlasıyla gelecekte yaşarlar; ölçüyü tutturanlar nadirdir.'' (Sayfa: 29)
*
HAYAT KURALI NO. 21:
*
''Çoğu talihsizlik, iyimserlikle desteklenen cehaletten kaynaklanır.''
(Sayfa: 37)
*
HAYAT KURALI NO. 22:
*
''Hayat zar atmaya benzer: Zar ihtiyaç duyduğun şekilde düşmezse, rastlantının sunduğunu sanat düzenlemek zorunda kalır.'' (Terentius) (Sayfa: 38)
*
HAYAT KURALI NO. 31:
*
''Sağlık olduğunda her şey bir zevk kaynağıdır. Bu nedenle sağlıklı bir dilenci, hasta bir kraldan daha mutludur.'' (Sayfa: 44)
*
HAYAT KURALI NO. 35:
*
''Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.''
*
Juvenal, Satryae (Yergiler) (Sayfa: 46)
*
HAYAT KURALI NO. 40:
*
''..''En büyük mutluluk, kişiliktir.''
*
Goethe (Doğu-Batı Divanı)
*
İnsan her konuda esas olarak yalnızca kendisinden zevk alır: Benlik pek uygun değilse bütün zevkler safra tadı yayılmış bir ağızdaki lezzetli şaraplar gibidir.'' (Sayfa: 50)
*
HAYAT KURALI NO. 42:
*
''Saksonya krallarına ait olan ve Moritzburg av şatosunda bulunan 17. yüzyıldan kalma bir ziyaretçi defterine bir asilzade şöyle yazmıştır:
*
''Gerçek aşk
Dayanıklı dostluk
Geri kalan her şey cehenneme.'' (Sayfa: 51)
*
HAYAT KURALI NO. 45:
*
''..ahmak her zaman ahmaktır ve ruhsuz bir hödük sonsuza dek ruhsuz bir hödük olarak kalır, isterse cennette çevresini huriler sarsın. ''En büyük mutluluk, kişiliktir.'' (West-Östlicher Divan)'' (Sayfa: 53)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...