#ErcümentAkdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#ErcümentAkdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2022 Çarşamba

Ercüment Akdeniz - En Güzel Şarkı

 

Arka Kapak

*

Suriyeli mültecilerin yaşadıklarını her fırsatta dile getiren ve seslerine ses olmaya devam eden gazeteci, yazar Ercüment Akdeniz, Mülteci İşçiler ve Sığınamayanlar adlı iki kitabının ardından bu kez bir göç romanıyla karşımızda. En Güzel Şarkı her gün yanımızdan geçen ve görmezden gelinen kâğıt toplayıcılarıyla, metrobüste mendil satan çocuklarla, izbe atölyelerde ter döken işçilerle, savaşın yükünü bir başına omuzlayan kadınlarla buluşturacak sizleri.
Halep’te güneş bir başka doğar, bir başka ısıtırdı insanın içini.. Süt beyazı şehrin ağaçlarında çiçekler açar, damlarının üstü asma yapraklarıyla kaplanırdı. Çocuklar sokaklarında kuşların dansından rol çalar, cıvıl cıvıl oynarlardı. Refik, Halid, Kerime ve diğerleri.. Kimse bilemezdi.. Bir gün doğup büyüdükleri bu topraklarda yaşayamaz hale geleceklerini kimse bilemezdi.. Uzaklardan, çok uzaklardan belli belirsiz bomba sesleri yükseliyor ama iç savaşın ayak seslerini kimse duymuyordu. Ta ki kendilerini Türkiye sınırında buluncaya dek.. Sonrası: İç savaş insanlar, hayvanlar, ağaçlar kadar nauraları da vurdu. Su çarklarının gıcırtısı durdu, türküler sustu, söylenceler anlatılmaz oldu. Kaideler çarksız kaldı, çarklar milsiz. Su küstü, kemerlerin dili damağına yapıştı. Börtü böcekler uçtu, son kuşlar kaçtı. Sınırın öte tarafında hiç bilmedikleri topraklar, hiç tanımadıkları yüzler, atölyeler, fabrikalar, atık kâğıt dolu sokaklar.. Ya bu sokaklarda kaybolup gideceklerdi ya da mutlu bir hayat filizlenecekti kavgalarının ufuklarından..
“Başka bir şey istemem.! Çocuklarımla çadırda da yaşarım. Yeter ki savaş bitsin.!''

''İç savaştan sonra Beedin yeni bir halk deyimi ile tanışmıştı:

''Silahın kabzasını tutmuş çocukları savaş oyunundan çıkarmak çok zordur..''..'' (Sayfa: 31)


Güzel Gözlüm
*
Isfahan şahı oğlu Kerem,
Bir güzel Ermeni'ye vurulmuş.
*
Aslı derler adına,
Bir periye tutulmuş.
*
Şehri kadim Halep'te
Peşi sıra yetişmiş.
*
Yar koynunda erimeyen
Kendi odunda erirmiş.
*
Yanmış Kerem,
Kavrulmuş,
Kül olmuş,
Dillerde destan olmuş. (Sayfa: 33)


''..atölyede çalışan işçi gençler arasında, uyuşturucu kullanımı çok yaygındı. İzbe atölyelerde sadece emek sömürülmüyor; horlanan, dışlanan, hayata yabancılaşan gençler aynı zamanda ''ot''un, ''hap''ın kölesi oluyordu. Sektör, örümcek ağını çoktan kurmuştu ve zehir tacirleri hemen her köşe başını tutmuştu.
Savaşın kentlere savurduğu mülteci çocuklar, zehir sektörü için hem yeni bir pazar hem de ticaret ağını büyütecek yeni bir istihdam kaynağıydı. Vatansız, kimliksiz ve geleceksiz bırakılmış çocuklara/gençlere, bu dünyada nefes almak çok görülmüştü. Sigara, nargile ile ot, hap arasındaki mesafe de kısalmıştı haliyle.'' (Sayfa: 45)
*
''Zenginle yoksul, ezenle ezilen arasındaki şu berbat çelişki dünya üzerinden silinip atılsın diye bir sihirli anahtar bulmuştu sonunda.'' (Sayfa: 51)
*
''Ablam savaşta öldü. Uçak onların mahallesine düşmüş. Korkudan öldü, kalp krizi. Üç çocuk ortada kaldı. Sonra bir yeğenim öldü. Aslında ben güçlü bir kadınım. Tam üç yıl savaşa dayandım. Ama Aziz'e dayanamadım.. Bizim ev Halep'te, Hüllük Mahallesi'nde. Refik'lerin hemen karşı mahallesinde. Bizim eve uçaktan bomba attılar. İkinci kat gitti.! Allah büyük biz o zaman alt kattaydık. On çocuğumun hepsi alt katta uyuyordu. Aziz yine yok, Aziz yine sarhoş, Aziz yine başımızda değil. Dedim: Tamam buraya kadar. On çocuk.. Hepsini birden yanıma aldım, Türkiye'ye getirdim. Hani kedi, yavrularını nasıl ağzıyla toplar, ben de onları öyle topladım..'' (Sayfa: 57)


''Sence kadınlar için savaş nedir.?''
Kerime, hiç beklenmedik bir sürat ve Hicran'ı afallatan derinlikle yanıtladı:
''Kadınlar savaşı istemedi.! Erkeklerin, kopukların, işsiz güçsüz sapıkların işi savaş.! Başlarda can derdi, çocuk derdi vardı. Sonra namus da dert oldu. Namusunu satan kadınlar oldu. İnsanlara dediler: Ya kızını ya canını.! Şu bizim Cuma'nın babası misal.. Kızını Daeşlilere sattı. Adamın kafasına tabanca tuttular. Sonra kızı Rakka'ya götürdüler..'' (Sayfa: 59)
*
''Severek evlendim.. On dört yaşındaydım. Onun için ölüyordum. Yoksa bunca yıl nasıl çekerdim.? On beş yaşındayken ilk çocuğum oldu. Dedim yarınımız nasıl olacak.? Son çocuğum doğduğunda Aziz artık rezilin biriydi. Dedim kendime savaşın ortasında niye çocuk getirdin.? İstikballerini düşünmeden niye doğurdun.? Biliyor musun çocukları niye kaçırdım.? Aziz hepsini alacaktı, bana da 'boş ol' deyip kovacaktı. Suriye'de işler böyle. Kadın ayrıldı mı çocuklar babaya kalır; kadın da kullanılmış elbise gibi geldiği eve yollanır..'' (Sayfa: 60)


''Vahap Usta'nın titreyen eli kumandaya uzandı. Başparmak birkaç kanal dolaştı, bir haber bülteninde durdu. Ekrana yansıyanlar sanki kıyamet günüydü. Kendinden geçmiş insanlar çığlık çığlığa bağırıyordu. Ankara tren garının önü can pazarıydı. Garın önü kan revandı. Bayrak ve pankartlar, az önce kendilerini taşıyanların cansız bedenini örtüyordu.'' (Sayfa: 64)
*
Günay Karakuş, 10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamı.!!!
*
''Neden kestiniz bacağımıı.?''
''Neden kestiniz bacağımıııı.?''
''Neden kestiniz bacağımıııı.?
Günay sürekli ağlıyor ve sinir krizleri geçiriyordu. (Sayfa: 67)
*
''Günay'ın kesik bacağında bir yenisi filizlenmemişti belki ama o boşlukta rengârenk umut çiçekleri yeşermişti. Serpilip gelişen her bir çiçekte direnç boy vermişti.
O patlama anından sonra, yere serilen her bir ölü bedeni, sağ kurtulan her bir yaralanmış ruhu galibiyet hanesine çentikle kazıyanlar fena halde yanılmışlardı. Günay yenilmemiş, yenmişti. Ve bu müthiş bir şeydi..'' (Sayfa: 68)


Don vuran ağaç sürgün verecek
Kaya çatlayacak, tohum yeşerecektir.
*
Sennur Sezer (Sayfa: 73)


''..''Ya benim güzel kardeşim; senin hiç Almanya'da çalışan akraban olmadı mı.? Bak ben oradan geldim. Suriyeliler hakkında nasıl böyle konuşabiliyorsun.? Hem senin gibi konuşanlara Almanya'da Neonazi derler, ırkçı derler, faşist kafalı derler..''
Ne zaman Suriyeli sığınmacılar dövülse, linç edilse, yahut evleri yakılsa.. Ve ne zaman Vahap Usta'nın etrafında birileri bu saldırılara -şu veya bu gerekçeyle- hak vermeye kalksa işte bu paparaları yerdi.
''Almanya'da Türklere yapılınca kötü; burada Suriyelilere yapılınca iyi öyle mi.?'' diye de devam eder ve mülteciye laf edeni konuştuğuna pişman ederdi usta.'' (..) ''Bütün sorunların mültecilerden kaynaklandığını düşünen ama sorunun ana kaynağını yani sistemin çelişkilerini sorgulamayan her birey, Vahap Usta'ya göre defoluydu.!'' (Sayfa: 77)
*
''Nasıl bir adammış bu Deniz Gezmiş.?''
''Uzun boylu, yiğit, genç bir devrimci. Hep ezilenden, yoksuldan yana. Mangal yürekli. Nerede bir işçi direnişi var, orada o. Nerede köylü mitingi var, orada o. Amerikan askerlerini denize döken de o, Filistin'de mazlum halkın yanında savaşan da.''
''Ne yani buradan kalkıp da Filistin'e mi gitmiş.?''
''Evet, tabii. Arap, Kürt, bütün ezilen halkların sevgilisi o. Enternasyonal bir devrimci.''
''Enternasyonal ne demek usta.?''
''Uluslararası bir devrimci yani; din, dil, ırk ayırmadan bütün halklar için savaşabilen, onlarla dayanışma içinde olabilen demek.''
Vahap Ustanın gözündeki bulaşıcı parıltı, Refik'in gözlerinde de belirmişti.
''Böyle iyi insanı niye öldürmüşler peki.?''
''Kapitalist düzen bu Refik. Yani zengin sınıfların, sömürücü sınıfların düzeni. Onlar hiç kurulu düzenleri bozulsun isterler mi.? İşçi, köylü, yoksul, garibanla eşit yaşamayı kabul etmediler tabii, bunun için astılar Denizleri. Halkın gözü açılsın istemediler. Ama idam sırasındaki o dik duruşları bayrak oldu hepimize.'' (Sayfa: 79)


''Yaşlı bir bilgenin kanı yerde akıyorsa eğer, bunun bir gencin kanından daha az keder verdiğini kim söyleyebilir.?'' (Sayfa: 86)
*
''İşlenmiş her taşın bir hikâyesi vardır ve tarihten günümüze taşıdıkları hikâyeler nedeniyle o taşlar 'taş' olmanın çok ötesinde anlamlar taşır.. Arkeolog Profesör Halid Esad, 82 yıllık ömrünün tam 50 yılını Palmira'daki o taşlara adadı. Fakat profesörün o yıllarda kesin olarak bilmediği bir şey vardı; ömrünü adadığı bu antik kentin sütunlarına bir gün başı kesilmiş cesedinin asılacağı:! Ve elbette bilge arkeolog, ölümün ardından, kitabının güncellenmiş baskılarına bu trajik ölümün işleneceğini de bilemezdi..'' (Sayfa: 87)
*
''Çölün Gelini'ni ölümsüz kılan şeylerden biri de hiç kuşku yok ki arkeologların, sabır taşını çatlatan muazzam çalışmalarıydı. Palmira'nın başına bundan sonra ne gelirse gelsin, Profesör Halid Esad'ın kitabı, antik kenti her daim ölümsüz kılacak bir yapıt olarak ele alınacak. Ve Palmira'nın sütunlarından akan, yaşlı arkeoloğun kanı, antik kentin ''ölümsüzlük şerbeti'' olacak.
Tarihte, savaşlardan sonra ele geçen kentlerde heykellerin burunlarını kırmak, gözlerini oymak âdettendi. Böyle yapınca teslim alınan halkların ölümsüz tanrılarının, ölümlü kullar arasına gönderileceğine inanılıyordu. Palmira amfi tiyatroda daha önce 25 askerin çocuklara infaz ettirilmesi ve bilge arkeoloğun vahşice sütunlara asılması, işte b şiddet gösterisinin bir devamı..
Vahşi cinayet törenleri ve antik kentlerin barbarca yok edilmesi görüntüleri, aynı zamanda insanlığın emperyalist güçlere koşulsuz biat etmesine de meşruiyet alanı açıyor.. Profesöre saygı duruşuyla; Arkeolog Öldü; Yaşasın Arkeoloji.!'' (Sayfa: 88)


İnsanın Altettiği Aslan - La Fontaine'den Masallar
*
Bir resim yaptı bir sanatkâr,
resmi de sergiye koydular:
yere yıkılmış bir aslan, koskocaman;
onu da yıkan bir tek insan.
Övünüyordu resme bakan.
Bir aslan geçti ordan:
Durdu gevezelik, kesildi çan çan,
Görüyorum, dedi aslan,
sizindir bu resimde şan.
Fakat ressam yalan söylemiş size, yalan.
resim yapmayı bilseydi soydaşlarımdan biri,
hem de haklı olarak, biz kazanırdık zaferi.
*
Nâzım Hikmet (Sayfa: 105)
*
''Savaş her nerede yaşanırsa yaşansın, ilk kaçanlar hep en zenginlerdir. Fakat sıra en yoksullara geldiğinde, onlar, henüz, geride son kalanlar değillerdir. Zira geride, daha zindanda tutsak insanlar ve hayvanat bahçesine kapatılmış hayvanlar vardır.'' (Sayfa: 105-106)


''Savaş işte böyle bir şeydi: Sadece insanların değil -her ne kadar bir hapishanede yaşıyor olsalar da- hayvanların da doğasını tahrip ediyordu. Dağa, taşa, toprağa, nehre düşen her bomba, büyük insan göçüyle birlikte büyük hayvan göçüne de yol açıyordu.'' (Sayfa: 114)


Çırpınıp içinde döndüğüm deniz
Dalgalanır coşar ürüzgarından
*
Âşık Veysel (Sayfa: 117)
*
''Bir annenin kabindeki kederi karnındaki bebe de yaşar oğlum, bunu sakın unutma.'' (..)
''..''Ummi çocuğun adı Deniz olsun emi.? Hem Türkiye'de insanlar bu ismi çok seviyor. Bir büyük adammış vakti zamanında şu Deniz dedikleri; ben hikâyesini Vahap Usta'dan dinledim..''
Aslında Refik'in derdi; Esme Ana'ya konuşurken Cennet'e duyurmaktı sesini. Cennet'in karnındaki kıpırtı, coşkun denizler gibi, babayı kendine çekmekteydi.'' (Sayfa: 118)


Gözyaşlarını bayrama sakla
sevinçten ağlayacağız sadece
*
Mahmut Derviş (Sayfa: 127)
*
''Kardeşler.!
İşçinin Türkü de Kürdü de Suriyelisi de birdir. Her kim ki işçilerin arasını bozar bilin ki onlar patronların çıkarına hizmet eder. Savaş zenginleri mültecilerin emeğine göz dikti. Patronlar bir taşla iki kuş birden vurmak istiyor: Daha ucuz, örgütsüz ve çaresiz oldukları için mülteci işçileri çalıştırıyorlar. Ama haklarını vermiyorlar. Türkiyeli işçilere de mültecileri gösterip 'bu koşullarda çalışmazsan kapı orada' diyorlar. Bu oyun bozulmalıdır. Bu oyunu bozacak olan da İşçilerin birliğidir..'' (Sayfa: 129)


Aymakkop'tan Suriyeli bir işçi:
*
''..1 Mayıs'ta en çok farklı dillerden selamlamayı sevdim. Çünkü onların içinde kendi dilim olan Arapça da vardı. Ben meydandaki pankartları okuyamadım. Çünkü Latin alfabesi bilmiyorum. Ama işçilerin ne istediğini biliyorum. Çünkü hepimizin derdi aynı.
1 Mayıs çok güzeldi. Çünkü işçilerin bir araya gelmesi güzel.
Herkese selam ederim.'' (Sayfa: 138)
*
Pantolonlu Bulutlar
*
Birden
karardı hava
ve fırtına bulutları
bütün gök sallandı durdu.
Beyaz işçi yığınlarına benziyordu onlar
öfkeli bir grev ilan eden, bütün göğe..
*
Vladimir Mayakovski (Sayfa: 139)
*
''..Şu görmüş olduğunuz ayakkabı dışarıda bin liraya satılıyor.! Onu diken sayacıya reva gördükleri kaç para peki.? Üç lira, beş lira. Biz bunu kabul etmeyeceğiz, sonuna kadar direneceğiz.!'' (Sayfa: 146)


Suriyeli işçi Bewar:
*
''Bu Türkiyeli işçiler var ya müthiş bir şey yaptı. Böyle, işçinin birlik olması, hak araması, Suriye'de kimsenin aklına gelmez. Bir gün savaş biter de Suriye'ye dönersek; buradaki işçiler, öğrendiklerini Suriye'ye götürecek. Hiçbir şey boşa gitmeyecek..''
*
''Her şeye zam geldi, bize zam yok.! Patronlar kazanıyorlar, işçiler ölüyorlar. 200 liralık kira 1000 lira oldu. Hiç kimse sormadı bu işçinin hali ne diye. Döner ekmek olmuş 5 lira, sigara olmuş 10 lira; sayacılık 2 lira.! Nasıl yaşayacağız.?'' (Sayfa: 155)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...