1 Nisan 2021 Perşembe

Galina Serebryakova - Ateşi Çalmak, İkinci Keman, 5. Cilt, Çeviren: Ali Rıza Dırık

 

Arka Kapak:
*
Eserin Engels'e atıfla 'İkinci Keman' alt başlığıyla yayımlanan 5. ve son cildinde, Engels'in Marx'ın ölümünden sonraki hayatı ekseninde dönemin toplumsal atmosferi canlandırılıyor ve güçlenen Alman sosyal demokratlarına kadar belli başlı olaylara yer veriliyor. Ve bu olaylarda devrimci hareketin önde gelen isimleri: Lafargue, Liebknecht, Kautsky, Calara Zetkin, Vera Zasuliç, Plehanov ve ötekiler.. Bu son ciltle, büyük buluşların, köklü dönüşümlerin, ateşi geleceğe taşıyan parlak beyinlerin çağı olan XIX. yüzyılın canlı tablosu tamamlanmış oluyor.
''Goethe'nin dediği gibi, çoğu durumda, insan ilişkilerinde ideal olan, mesafeli davranmaktır. Böylesi bir mesafe, düşlerimizi canlı tutmamıza yardım eder.'' (Sayfa: 5)
*****
*****
''Sıradanlık da bir poz olabilir.'' (Sayfa: 6)
*****
*****
''Festina lente (latince): Yavaş yavaş acele et.'' (Sayfa: 11)


''Babasının 'Kapital'ini çok iyi bilen başarılı öğrencisi Tussy, küçük sanayi işletmelerinin neden bir bir çökerek yok olduklarını; onları yutup teslim alan endüstri devlerinin nasıl gümbür gümbür gelmekte olduğunu anlıyordu. İflas etmiş küçük burjuvalar, topraksız köylüler, zanaatkârlar, kentin ayaktakımı dalga dalga fabrikalara akın ediyordu. Güçlü tröstler doğmuştu. Bir kesim inanılmaz ölçüde zenginleşirken, bir diğeri yoksullaşmıştı. Marx'ın kızı, varoşlardaki mevcut yoksulluğu daha önce hiç görmemiş, canlı iskeleti andıran kadın ve çocuk görüntülerine tanık olmamıştı. Eleanor'un yüreği, Whitechapel'daki, East-End'deki barakalarda, Thames Limanı çevresindeki evlerde gözler önüne serilen, uysalca katlanılan acı ve körü körüne mutsuzluk manzaralarına dayanamıyordu. Yoksulluk altında ezilmiş insanlara beslediği, içini sızlatan annelik duygusu onu kuşatmıştı.
''Onları eyleme, mücadeleye sevk etmeli.!'' diye düşünüyordu Eleanor. ''O denli mutsuzlar ki konuyu sorgulama olanağından bile yoksun kalmışlar. Hayat iradeleri, toplumsal rollerine güvenleri ve adalet anlayışları öldürülmüş. Onlardaki iradeyi açığa çıkartmak, lüks semtlerdeki örümceklere yöneltmek gerek.''..'' (Sayfa: 16)
*****
*****
''Friedrich, çocukluğundan beri düzenli bir insandı. Kullandığı defterler, kitaplar ve kalemler; tıpkı kurutma gereci, makaslar ve çakılar gibi hep aynı yerde dururdu. Engels kendisine gerekli olan her şeyi karanlıkta veya gözü kapalı olarak el yordamıyla bulabilirdi. Tertip ve düzen için harcanan zamanın sonradan kat kat telafi edildiğini; bir şeyleri aramak için harcanan sinirsel enerjiden tasarruf sağlandığını düşünüyordu. Alışılmış çalışma ritminin bozulması, doğası gereği ölçülü ve sakin olan Friedrich'in hoşnutsuzlukla parlamasına, öfkeyle kendinden geçmesine yol açabilirdi.'' (Sayfa: 18)

Hermann Lopatin
Lopatin:
*
''..''Öyle insanlar vardır ki, çoğumuz hiç düşünmeden yaşamımızı onlar uğruna feda edebiliriz. Onlar insanlara güneş ışığı kadar gerekli. Ama ölüm onları da bağışlamıyor.''..'' (Sayfa: 28)
*****
*****

Engels, Marx'ın mezarı başında:

*
''Bedenin toprak altında yavaş yavaş yok oluşu düşüncesi, tıpkı hakarete uğramış gibi, onu dehşete düşürdü. Kendi duygularını başkalarına dikte etmeme, en önemlisi de, onları düş kırıklığına uğratmama kuralına bağlı birisi olarak uzun süre susmuş, Fakat artık kesinlikle naaşının yakılması gerektiğine karar vermişti.
''Ölene, parçalanan maddeye tapılmamalıdır, fetiş haline getirilmemelidir bu,'' diye düşünüyordu.'' (Sayfa: 38)

Georgiy Valentinoviç Plehanov
Plehanov:
*
''Genç devrim önderi, yaptığı ateşli konuşmalarla mutlakiyetin maskesini düşürüyor ve sürgündeki Çernişevski'nin düşüncelerini dile getiriyordu. Bu olaydan sonra polisin takibe aldığı Plehanov, illegaliteye geçmek zorunda kaldı. Böylece o da devrimin ateş çemberine girmiş oldu. Kovuşturmalardan gizlenerek, sahte kimlik kartlarıyla illegal yaşamasına rağmen, Georgi Valentinoviç başkent halk kütüphanesini gayretle ziyaret ediyor, kitapları yutarcasına okuyordu.'' (Sayfa: 42)


''Mücadele her zaman erken bir zafer vaat etmez, ancak savaşçı, uğruna baş koyduğu mutluluk ülkesine kavuşacağından emin olmadığında bile yeniden ve yeniden atağa geçer.'' (Sayfa: 46)
*****
*****
Friedrich Lessner:
*
''Yeryüzündeki esas güç, makinelerde, taş kütlelerinde değil, insanlardadır.'' (Sayfa: 50)
*****
*****
''Martin şişkin dudaklarını açıp Friedrich'e, çiviye benzeyen iki azı dişinden başka diş bulunmayan, ıslak ve karanlık ağzını gösterdi.
''Benim fabrikatör patronum ağzını altınla doldurdu. Bir gülmeyedursun ağzı elektrik lambası gibi parlıyor. Hayır, sen işlerin nereye vardığını kendin düşün.! Otuz iki altın diş ne de olsa bir mülkiyettir. Bu dişlerle neler yiyorlar ki.? Galiba, kanatları Purusya Kraliçesinin şapkasını süsleyen denizaşırı kuşları yiyorlar yalnızca.! İşte emekçinin akıttığı terin bedeli saf sarı madendir. Ama yine de ben sana bir sır olarak söyleyebilirim ki, Marx'tan bir şeyler okuduktan sonra, anladım ki, biz dişsizler bu altın dişlileri yutabiliriz. Öyle değil mi.? Hah-hah-hah.!''..'' (Sayfa: 51)
*****
*****
''1882 yılına kadar Motteler'in yardımcılığını oldukça genç bir kız olan Clara yürüttü.'' (Sayfa: 54)


''..''Clara'nın bu konuda kendi şiarı var; Schiller'in dizeleri: Bu kavga oyununda kumar masasına koy yaşamını, / hem yaşamını kurtar hem de kazanan sen ol.!''
''Yaşa kız.!'' diyerek hayranlığını dile getirdi terzi. ''Demek bizim de bir Louise Michel'imiz var. Yazık ki ben onu göremeyeceğim.''
''Görürsün, onun gibiler kaybolmaz.''
(..)
''Mağripliler Kulübü mü.?'' diye sordu Lessner tatlı bir şaşkınlıkla 'kızıl posta müdürü'ne. ''Bugüne dek böylesini duymamıştım. Marx sizin bu hevesinizi duysa gülerdi işte.''..'' (Sayfa: 55)
*****
*****
''..''Biz, Karl Marx'ın neşeli bir insan olduğunu ve şakayı sevdiğini duyduk,'' dedi ona Motteler'in yardımcısı.
''O da söz mü.?'' dedi Lessner. ''Mağripli sık sık, 'eğer iş, eğlenceyle dönüşümlü olarak yapılmazsa beyni köreltir' derdi.''..'' (Sayfa: 56)
*****
*****
Lessner:
''..Anayurdu bize bağlayan, ana dilimizde söylediğimiz ilk söz, ilk düşünce mi.? Annen gibi olmasa da, kayıtsız bir üvey anneyi sever gibi seviyorsun onu.. Bir de o vatanda Bebel, Liebknecht, Clara Zetkin ve onlar gibi pek çok insan yaşayınca, Almanyam benim için daha da değerli oluyor.''..'' (Sayfa: 58)

Vera Zasuliç

''1878 yılında Vera Zasuliç, Petersbug Valisi Trepov'u kurşunladı.'' (Sayfa: 59)


''Engels ne ile ilgilenirse ilgilensin, bilimin tüm yönleri sürekli ilgisini çekrdi; fizik, doğa bilimleri, tıp, matematik, ekonomi alanında ve özellikle de askerî alandaki yeni buluşları incelerdi. Dünya edebiyatında ve müzikte hiçbir önemli yapıtı kaçırmayan Engels, eskiden olduğu gibi, dilbilimle de ilgileniyordu. Dillerini mükemmel bildiği İspanyollar, Portekizliler ve İtalyanlar'da hayranlık uyandırıyordu. Rusça, Lehçe, Romence ve Felemenkçe yazdığı mektuplar, dilbilgisi kurallarına uygunluğu ve sözcük zenginliğiyle dikkat çekiyordu. Yirmiden fazla dili bilmekle de yetinmeyip lehçeleri de inceliyordu; Milanolu'yu Romalı'dan, Kastilyalı'yı Madrid'liden, Provence bölgesinden bir Fransız'ı, Lyonlu'dan yanılmadan ayırt edebiliyordu. Şaka yaparken Paris argosunu ya da cockney* aksanını rahtaça taklit edebiliyor; Galli ile onun şivesinde konuşuyor; bir İskoçyalı'ya Mary Stuart'ın sarayındaki telaffuzu öğretebiliyordu. Tüm yerel lehçeleri bilen Engels, bir keresinde İrlanda dilinde konuşarak kendisini ziyarete gelen gazeteci Bernard Shaw'u çok sevindirmişti.'' (Sayfa: 72-73)
*
*Cockney: Londra'ya has şive ile konuşan kimse.
*****
*****
Engels ve Bernard Shaw:
*
''..''Sizin 'Ütopyadan Bilime Sosyalizmin Gelişmesi' yapıtınızın İngilizceye çevrilmesine izin vermenizi rica ediyorum.
''Almancayı gerçekten iyi biliyor musunuz.?''
''Ben Almancayı hiç bilmiyorum. Ne yazık ki bu nedenle Marx'ın eşsiz 'Kapital'ini bugüne kadar okuyamadım.''
(..)
''..Almanca bilmeden özellikle o dilden çeviri yapmayı mı düşünüyorsunuz.? Bu komik,'' dedi Engels gülerek.
''Ben bu çeviriyi Fransızcadan yapmaya çalışıyorum.''
''Fransızcayı mükemmel derecede biliyorsunuz o halde.?''
''Yoo, hayır. Fransızcada zayıfım. Fakat dil biliminde sizin gibi emsalsizim yani. Yalnızca müzelerde bulunan bir tarihi kalıntı gibiyim. Günümüzde çevirmenler, kural olarak, çeviri yaptıkları dili bilmiyorlar. Düşünün ki bu, davanın yararına oluyor.''
''Demek öyle.? Siz yeni bir keşif yapmışsınız. Ama ben böyle bir yönteme şarlatanlık derim.''..'' (Sayfa: 73-74)
*****
*****
Engels:
*
''Olması gerektiği haliyle eleştiri, edebiyatın önde gelen gücüdür.''..'' (Sayfa: 75)
*****
*****
Engels:
*
''Yazar, düşünen insandır ve bu da demektir ki pek çok şey gerçeğin aranması sürecinde kaçınılmaz olarak kuşku uyandırır.'' (Sayfa: 76)
*****
*****
''..''Halkın İradesi'', düzenlenen kongrede terör kararı almıştı. Plehanov, boşu boşuna, bireysel kurbanlar vererek yapılacak terör eylemlerinin, partinin en cesur militanlarının kaybına neden olacağı ve onlara hiç de zafer getirmeyeceği yolunda uyarılarda bulunuyordu.'' (Sayfa: 78)
*****
*****
''Marx'ın küçük kızını endişelendiren, seçtiği insanın, erkeklerin bir kadına değil de doğalarının gerektirdiği başka bir yaşama ait oldukları yönündeki görüşleriydi. Tussy bunun burjuva ve varlıklı entelektüel çevrede kabul gören düşünceler olduğunu biliyordu. Ama o, emekçilerin yaşadığı varoşlarda, Whitechapel'ın ışıksız sokaklarında barınan yoksullar arasında bu türden görüşleri neden duymamıştı.? Ne babası, ne Engels ne de Liebknecht bu türden bir şeyi hiçbir zaman söylemezlerdi.'' (Sayfa: 84)
*****
*****
''Genç kadının hızla harekete geçen belleğinde başka isimler boy gösteriyordu. Daimon ve Finti.! İşte eşitlerin dostluğuna benzersiz bir örnek. Zorbalığa katlanamayan, gururlu, soylu iki Pifagor'lu.. Onun yaşamına kastedeceğinden korkan despot Dionysios Finti'yi yakalamış ve ölüm cezasına çarptırmıştı. Dostu Finti'nin ailesiyle vedalaşıp işlerini yoluna koyma arzusuyla yanıp tutuştuğunu bilen Daimon, onun yerine kendisi tutsak olmaya karar verdi. Finti'yi belirli bir süre için evine gönderdiler. Ama süre geçer ve o, belirtilen zamanda dönmez. Daimon'u meydana götürürler, cellat artık baltasını kaldırır, bu arada koşmaktan nefes nefese kalan gerçek mahkûm boynunu kütüğe uzatır. Meydana toplanmış olan ve karşılıklı bu büyük özveriden dolayı şaşkına dönen halk, idam mahkûmunun affını ister ve II. Dionysios yalnızca onu bağışlamakla kalmaz, birbirlerine bu denli bağlı iki insanın kendi dostu da olmalarını rica eder. Ancak Finti ve Daimon bu teklifi reddederler. ''Dostluk, Tanrı'nın armağanıdır,'' der eskiler.
''Ve aşk da hayatta ender rastlanır bir armağandır,'' diye ekledi Tussy.'' (Sayfa: 85-86)
*****
*****
''Eleanor aynı zamanda işçi sendikalarından birini yönetiyordu. Varoşlarda ünü artmıştı. Güneşin ve mutluluğun uğramadığı kirli, sisli Whitechapel'da yaşayan çok sayıda Yahudi emekçi ve zanaatçıya seminerler verebilmek ve bu mahallede çalışabilmek için Marx'ın kızı İbranice de öğrendi. Tıpkı Engels ve tüm Marx ailesi gibi, Eleanor da çok dil bilen biriydi. Paylaştığı sevginin verdiği mutluluktan güzelleşmiş; genç, neşeli, iyilik saçan Eleanor, tüm yaşamı boyunca biriktirdiği her şeyi vermeye hazır, bilgisini bir hazine gibi saklayıp yorulmak bilmeden çalışarak fabrikaları, atölyeleri, barakaları ve evleri ziyaret ediyordu.
Çocuklar onu seviyordu. O da, tıpkı bir zamanlar Marx'ın yaptığı gibi, çocuklara akide şekeri dağıtıyor, eğlenceli masallar anlatıyordu. Kadınlar kendi kaygılarını, acılarını, gizlerini onunla paylaşırlar; erkekler onda çok deneyimli, savaşmaya hazır savaşçı bir yoldaşlarını bulurlardı. Fakat o kürsüde daha bir iyiydi. Onun büyük bir aktrisi dahi kıskandırabilecek nitelikteki derinden gelen ince sesi, düzgün diksiyonu, ruhsal cömertliği, sağduyusu, dinleyenleri kendisine sonuna kadar inanmaya, onun ardından gitmeye ikna ediyordu.
Tıpkı kırk yıl önce genç Marx'ı emekçilerin 'baba Marx' diye adlandırmaları gibi, daha otuz yaşına basmamış bir kadını varoşlardaki insanların 'annemiz' diye adlandırmaları oldukça doğal görünüyordu.'' (Sayfa: 87)
*****
*****
''1884 kışında, Marx'a ait kâğıtları karıştırırken kendisini heyecanlandıran defterlere rastladı. Asurlular ve Finikeliler'in taş yazıtlarını anımsatan gizemli ve dekoratif el yazısıyla Marx, ilerici bir bilim adamı olan Amerikalı Morgan'ın 'Eski Toplum' adlı kitabından alıntılar yaparak onlara kendi notları ve düşüncelerini eklemişti. Engels, arkadaşının defterlerinde bu konuya ilişkin pek çok düşünceyle karşılaştı.'' (Sayfa: 88)


''Engels yeryüzünde hemen hemen hiçbir iz bırakmadan yitip giden bir örümcek ağını parçalamıştı adeta. Ve onun kalemiyle ölü canlanmıştı.
Bu yapıt, devletin ortaya çıkışının, gelişmesinin ve gelecekte yok olacağının öyküsüydü. İnsanın kendisini ve dünyayı kavrama girişimini adım adım izleyen Engels, toplumların nasıl sınıflara bölündüğüne, devletin farklı zamanlarda aşama aşama nasıl değişip güçlendiğine açıklık kazandırır. O, ezenler ve ezilenlerden oluşan bir dünyada, iktidarın daima zenginlerin ve güçlülerin elinde bulunduğunu tarihsel gerçeklerle kanıtlayarak, burjuva bilim adamlarının devletin sınıflar üstü özelliklerine ilişkin teorisini çürütür.
Antik devlette iktidar köle sahiplerinin elindeydi, ortaçağda ise feodallerin. Ayrıcalıklı zümrelerin çıkarlarını savunan devlet, 14. yüzyılda, emekçilere karşı kullanılan bir baskı aracı olma görevini üstlenmişti. Ve demokratik burjuva cumhuriyeti de bir istisna değildi.
Ancak tarih, devletin olmadığı zamanlara da sahne olduğundan, kanatlar takıp gözün görmediği yüksekliklere ulaşacak insanlığın bu devlete daha fazla gereksinim duymayacak olması kaçınılmazdı.
Engels yapıtında şunları öngörüyordu: ''Sınıfların ortadan kalkmasıyla birlikte devletin de ortadan kalkması kaçınılmazdır. Özgür ve eşit üreticiler birliği temelinde üretimi yeniden örgütleyecek olan toplum, tüm devlet aygıtını gerçek yerine, yani çıkrık ve bronz balta ile birlikte antik çağ müzesine gönderecektir.''..'' (Sayfa: 89)

#OssipZetkin #ClaraZetkin

''Osip çeviriden iyi para aldığında Clara dostlarına ziyafet veriyordu. Bir keresinde, konukları doyurmak için yüz civarında biftek kızartmak zorunda kalmıştı. Ancak böyle bir ücreti çok ender olarak elde ediyorlardı; eski komşularına içtenlikle bağlanmış olan Clothilda, kirayı ödeyemeyen Zetkinler'in dramatik bir sahnesine tanık oldu. Akşamın geç saatleriydi. Clara polislere ısrarla tahliye için zaman tanımalarını rica ediyor, Clothilda da borç yerine kendi eşyalarından bir şeyleri rehin olarak öneriyordu. Polis daireye, iki çocuk banyodayken ve anneleri gecelikle onları yıkarken girmişti. Zetkin'ler yarı çıplak haldeki çocuklarıyla birlikte sokakta kalmışlardı. Uzun süren ağız dalaşından sonra nihayet Clara'ya bir pelerin verdiler; çocuklarınkiler dahil, diğer tüm giysilere dairenin kirasına karşılık el konuldu. Gece gelip çatmıştı, Zetkin'ler en yakın parktaki banklara oturmuşlardı. Böyle geç bir saatte hiç kimse bir aileyi evine almak istemezdi.'' (Sayfa: 103)
*****
*****
''Alnı sagu ağacının berrak çekirdeklerine benzeyen ter damlacıklarıyla kaplı Zetkin bitkinliğiyle güçlükle boğuşarak:
''Marx, mücadele uğruna yaşamaya değer,'' diyordu.''
''Bu, olağanüstü bir düşünce,'' dedi İvuşkin coşkuyla. ''Mücadele biçimleri farklı farklıdır; önemli olan insanın kusursuz, öğrenme arzusuyla dolu ve çok yönlü olabilmesidir. Yüreğimiz ve beynimiz ne kadar geniş olursa, yaşamak, düşünmek, eyleme geçmek, hissetmek o denli ilginç olacaktır. Tıpkı hayvanlar gibi, yemek, yatmak ve kendi içgüdülerimizi tatmin etmek uğruna doğmanın anlamı yoktur.''
''Ruh nedir.?'' diye sordu Clothilda.
''Aklın ve yüreğin birliği, bütünlüğüdür,'' diye hiç duraksamadan yanıt verdi İvuşkin.
Osip gözlerini kaldırıp, başını yastığa yorgunca gömerek dinliyordu arkadaşını. Korkunç derecede sararmış teni beyaz yastıkta daha bir göze çarpıyordu.
''Yaşamak mutluluğuna eriştiğimiz için borçluyuz ve bunu bize sağlayan doğaya karşılığını fazlasıyla vermeliyiz. Biz, verirken alıyoruz,'' diye fısıldadı Zetkin güçlükle duyulur bir sesle. ''Çok yakında ne düşüncemde gezegeni dolaşabileceğim, ne de evrenin ateşböcekleri olan yıldızları görebileceğim. Ben uykuya dalıyorum.''..'' (Sayfa: 117)
*****
*****
''Engels geçmişteki pek çok mücadelede kendisine ve Marx'a dava yoldaşı olan ve Cenevre'de yaşayan fırça yapım ustası Becker'e şunları yazıyordu:
Bende lokal -doğrusu zaman zaman can sıkıcı- bir hastalık var, ancak bu hastalık genel sağlık durumumu etkilemiyor; hatta onu, kuşkusuz, tedavisi imkânsız olarak kabul edemeyiz; en kötü olasılıkla bu hastalık beni askerlik için çürüğe çıkarır, ama olasıdır, birkaç yıl sonra yeniden ata binebilirim. Dört aydır yazı yazamıyorum, ama dikte ediyorum ve 'Kapital'in ikinci cildini neredeyse bitirdim, ayrıca ilk kitabın İngilizce çevirisini redakte ettim.. Kötü olan şu ki, yitirdiğimizden bu yana ben Marx'ın yerini doldurmak zorundayım.. Teori konusunda Marx'ın yerni doldurmak ve baş kemancıyı oynamak zorunda olduğum şu anda, işler hatasız yürümeyecek ve kimse bunu benden daha fazla hissetmeyecektir. Ama, daha da fırtınalı dönemlere girdiğimizde biz Marx'ın şahsında gerçekte neyi yitirdiğimizi anlayacağız. İçimizden hiçbiri, hızla eyleme geçmemiz gerektiği anda, onun kadar doğru karar alma ve gerekirse anında darbeyi indirme yeteneğini içeren geniş dünya görüşüne sahip değil. Doğrusu, rahat dönemlerde olaylar onun değil, benim haklılığımı kanıtladı; oysa devrim dönemlerinde onun düşünceleri hemen hemen hatasız olmuştur.
*
1885 yılında 'Kapital'in ikinci cildi üzerindeki yoğun çalışma son buldu. Engels, Marx'ın en eski yayıncısı Otto Meissner ile kitabın yayımlanması konusunda anlaştı ve birkaç ay sonra Marx yanlılarının sabırsızlıkla beklediği kitap yayımlandı.'' (Sayfa: 119-120)

Minna Kautsky

'' #Minna'nın doğal bir özelliği, işçi sınıfının yaşamına nüfuz ederek sosyal ilişkilerdeki hastalıklı sorunları cesaretle çözmeye çalışmasıydı. Bu ender özellik, Marx ve Engels'in dikkatini bu Alman sosyalistinin yapıtlarına çekmiş ve bu yeteneği onlarda saygı uyandırmıştı. Onlar, #Kautsky'nin kitaplarını birer yetenek ürünü olarak görmekle kalmamış, gelişmekte olan sosyal demokrat hareket için son derece yararlı bulmuşlardı.'' (Sayfa: 121)

*****
*****
''Kautsky, dantelalı şemsiyesinin ucuyla kumları karıştırarak mesleğindeki zorlukları kaygıyla anlatıyordu Engels'e.
''Bir kadının edebiyattaki yolu her zaman engebelidir. Bin yıllarca süren eşitsizliğin doğurduğu önyargıyı kırması gerekiyor, erkekte ise acımasız, güçlü bir rakibi görüyor. Daha 18. yüzyılın sonunda, Büyük Fransız Devrimi sırasında, bir bakan karısı olan anı yazarı Madame Roland meslek seçimi üzerinde düşünürken şu acı sonuca varmıştı: ''Eğer bir kadının yapıtları kötüyse onu acımasızca alaya alıyorlar, eğer iyiyse, başkalarına mâl ediyorlar.''..'' (Sayfa: 122-123)
*****
*****
''Mahkemeyi beklediği günlerde Anna, 'Halkın İradesi'nden arkadaşı olan #İppolitMışkin'in idam edildiğini öğrendi. Mışkin, yaşamın içinden gelmiş, halkını, kendisini unuturcasına sevmiş, adaletsizliğe tahammülü olmadığından öldürülmüş olanlardan biriydi. Asker bir babanın oğlu olarak, çocukluğundan beri bilgi hırsıyla yüklü ve bu bilgileri parça parça biriktiren, askerî topograf, öğretmen, stenograf ve nihayet Moskova'da bir matbaanın sahibi Mışkin, bir hayalci, gerçeğin iz sürücüsü ve devrim şövalyesiydi. Fazla dikkat çeken bir yönü yoktu; bununla birlikte fiziksel açıdan oldukça dayanıklı olan Mışkin zorbalık ve haksızlıkla karşı karşıya kaldığında hep ateşli ve güç zaptedilir biri olurdu. Çernişevski'nin öğretisine bağlanınca, onu mahkûmiyetten kurtarmaya karar verdi ve Rusya'nın ücra köşesi Viluyusk'a gitti. Çernişvski'yi zindandan götürürlerken Kazak muhafızlara ateş açtı fakat tutsağı kurtaramadı, kendisi de yakalanıp kürek cezasına çarptırıldı. İşte onun cehennemi, köşe bucak gezişi o anda başladı. Zorba bir gardiyanın mahkûmlarla alay etmesine katlanamayarak onu yaka paça indirdi. Bunun karşılığında İrkutsk zindanına sürüldü. Ama korkusuz yüreği orada da pes etmedi. Hapishane kalesinde, yoldaşının mezarı başında tüm Rusya'da yankılanan bir konuşma yaptı. Mışkin çarlığa meydan okuyordu. Mahkûmun cezasına on beş yıl daha eklediler.
İki yıl sonra Mışkin'i Kara'ya getirdiler. Kürek mahkûmiyetinden firar etti fakat Vladisvostok'ta teşhis edildi ve yakalandı. Mışkin artık efsane olmuştu. Onu Şlisselburg'a sürerek diri diri gömmeye karar verdiler; ancak, yirmi yıla mahkûm edilmiş biri olarak zindanda bile kötülükle tek başına savaşmaktan vazgeçmeyen bu kural tanımazı kimse zapt edemiyordu.
Tutukluların hücrelerde uğradıkları keyfi muamelelere ve işkencelere katlanamayarak ayaklandı Mışkin ve bazı tutukluları akıllarını yitirecek ya da intihar edecek duruma getiren yerel jandarma komutanıyla hesaplaşmaya kalkıştı. Askerî mahkeme İppolit Mışkin'i kurşuna dizilmek yoluyla idam cezasına çarptırdı. İdam cezası Şlisselburg Kalesi'nin meydanında uygulandı. Naaşı da orada toprağa verildi.'' (Sayfa: 128-129)
*****
*****

Schiller:

*
''Rahmetli, mezarında rahat uyu,
Sağ olan da değerini bilsin yaşamın.'' (Sayfa: 137)
*****
*****

Aveling:

*
''..Eğer doğa bana beste yeteneğinden çok müzik kulağı vermiş olsaydı 'Kapital'i müziğe uyarlardım. Benim İrlandam melodiler ülkesiyken bu eksikliğin doldurulmamış olmasına hayıflanıyorum.'' (Sayfa: 140)
*****
*****
''Doğrusu Karl,'' dedi Engels sevdiği kimyacıya Ren şarabı dolu kadehi uzatırken, ''biz ancak akıllı ve inatçı direnişimiz sonucu bir güç olduk ve burjuvaları bize saygı duymaya zorladık. Burjuvalar, ödün verenleri her zaman aşağılar. Kaçınılmaz zaferimize içelim.'' (Sayfa: 142)
*****
*****
''Yalnızca çok sakin, mutlu, sağlıklı insanlar uykularında çekicidir. Uyuyan çocukların güzelliği bambaşkadır. Geçen yıllar, hastalıklar, acılar insanların yüzünde silinmez izler bırakır. Ve uyku, onlara canlılık vermek için gelen bir ilkbahar değildir.'' (Sayfa: 160)
*****

Bernard Shaw:

*
''Genelde diğer mesleki başarısızlıklara sakin, alaycı yaklaşan Shaw'a tiyatrodaki başarısızlık yıkıcı geliyordu.
Yergi ve güldürünün koruyucu maskesi altında onun çok duygulu ve yufka yüreği gizliydi. Mezbahayı gördüğü 25 yaşından sonra vejetaryen olmuştu. Kadınların gözyaşlarına ve çocukların ağlamalarına kesinlikle dayanamazdı. İşçi sınıfına duyduğu acıma hissi, onu sosyal başkaldırıya sürüklemişti ama özgürlük ve adalet adına da olsa, her türlü güç kullanımından korkuyordu.
Aynı görüşte olduğu insanların kurnaz ağırkanlılığına sık sık öfkelense de bir Fabiancı olarak kaldı. O yıllarda Britanya Müzesi'nin okuma salonunda 'Kapital'i okudu ve Karl Marx'ın dehasına hayran kaldı. Bu konuda bir makale yazdı ve bu denli sağlam görüşler sistemini oluşturan dev akıl karşısında duyduğu hayranlığı hep korudu. Ama bunu kavrayıp ekonomi üzerine teorik açıdan tek doğru bilim olarak kabul etmesine karşın, korkusu yüzünden Marksizmin felsefesi ve taktiğinden uzak durdu. Kendi tahminlerine göre, yıkımı da beraberinde getirebilecek bir fırtınadan korkuyordu.'' (Sayfa: 168)


Robert Browning'in adı, 1846 yılında evlendiği Elizabeth Barett'in adıyla iç içeydi hep. Güzel geçen on beş yılın sonunda karısını Venedik'te toprağa vermişti.
Onların aşkı birçok öyküye ve piyese konu olmuştu.
Elizabeth uzun yıllar tedavisi olanaksız bir hastalık yüzünden yatağa mahkûmdu. Zengin, sofu ve despot tüccar Barett, kızını acımasız bir şekilde itaate zorlamıştı. Browning'le tanıştığında Elizabeth kırk yaşındaydı. Günlerini okuyarak geçiriyor ve şiir yazıyordu. Yaşamı yalnızca yüreğinin ve düşüncelerinin keskin sezgileri sayesinde tanıyarak fabrikalara satılan küçük köleler, ağır işler ve açlık yüzünden ölen çocuklar üzerine şiir yazan ilk insandı. Onun yapıtı 'Çocukların Ağlayışı' yine aynı yıllarda yazılan Beecher-Stowe'un 'Tom Amcanın Kulübesi' gibi tüm dünyayı sarsmıştı. Ve Uzak Rusya'da, büyük Rus, demokrat şair N. A. Nekrassov 'Çağdaş' dergisinin sayfalarında bu şiirin çevirisini yayımladı.
*
Yaşamla mücadele ölen insanların
Beddualarını dinlerken kayıtsızca
Duyuyor musunuz kardeşler,
Onlar için sessizce ağlayışını
Ve şikayetlerini çocukların
'Çocukluğun altın çağında
tüm canlılar mutlu yaşar
Coşkulu geçen çocukluktan
Eğlenceyle, mutlulukla payını alır
Çalışmadan.'
Bir tek onlara nasip olmuyordu
Doyasıya gezmek altın sarısı tarlalarda;
Bütün gün fabrikalarda tekerlekleri
Döndürüyor, döndürüyor, döndürüyorlar.!
*
Yararı yok ağlamanın, yakarmanın;
Tekerlekler duymuyor, acımıyor;
Öl istersen, lanet olası dönüyor,
Öl istersen, gıcırdıyor, gıcırdıyor, gıcırdıyor.!
Nerede biz yorgunluk tutsaklarına
Eğlenmek, hoplayıp zıplamak,
Şimdi salsalardı bizi tarlalara
Yığılır uyurduk otların üzerinde.
*
Robert Browning ve Elizabeth Barett birbirlerini bulunca daha ilk buluşmalarında, ortak mutluluklarının nerede olduğunu anladılar. Ama yarı sakat kızın babasının, onun yoksul bir şairle evlenmesine razı olması söz konusu bile edilemezdi.
Kendisinden epeyce genç olan sevgilisine yük olacağını anlayan Elizabeth baba evinden kaçma kararını hemen verememişti. Ama aşkın mucizesi burada da gerçekleşti.
''Ruhen ve fiziken sağlıklı Browning, beslediği yüce duygunun gücüyle kendisine inanmış olan Elizabeth'e sağlıklı olduğu inancını açılamayı başardı. Önceden hiç ayak üstü duramamış olan kadın hiç beklenmeksizin yürümeye başladı. Babasının iç karartıcı, boğucu evini gizlice terk etti ve güneşe çıktı, insanların arasına karıştı, sanata kavuştu.'' (Sayfa: 172-173)


''Tussy mezardan ayrılırken insanları zenginleştirme cömertliğini gösteren bu insan önünde saygıyla eğildi.
''Sen kim olursan ol, Coriolanus'ı, Windsor'un Şen Kadınları'nı, Hamlet'i yaratan bir dahisin.! Biz seni Shakespeare olarak biliyoruz. Bu isme saygı duyuyoruz,'' dedi Tussy.
Tussy, insanı yücelten, onu bilgi ve mutlulukla ödüllendiren büyük yapıtların içerdiği ölümsüzlük üzerine düşüncelere dalmıştı. Uygarlıklar kentler yok oluyor, toplumsal düzenler değişiyor, oysa gözleri görmeyen Homeros, epik şiirlerin isimsiz yaratıcıları, düşünür ve şair Shakespeare, bir Phoenix gibi, o küller arasından daha da gençleşmiş olarak ayağa kalkıyorlar. Büyük iktidar düşkünlerinin, yıkıcıların, bencillerin ve fatihlerin ölümünden geriye ise yalnızca yıkıntılar, kaos ve yüzyıllarca süren acılar kalıyor. Bu kişilerin adları dahi despotizmi temsil ediyor. İnsanlar kötülüğün sıkıntısını çekiyor, iyiliği ise sonsuzlaştırıyor.'' (Sayfa: 176)
*****
*****
''Uzun yıllar süren sürekli bastırılmışlık, tutsakların sinirlerini yıpratmıştı. Çoğu ateşlenmeye hazır bir dinamiti andırıyordu. Cesaretten daha güçlü olan mutsuzluğun her şeyi altüst edecek infilakını sağlamak için onu ateşlemek yeterli olacaktı.'' (Sayfa: 191)
*****
*****
''Her şeyini yitirmiş olanlar hiçbir şeyden korkmaz. Mutlu olanlar ise, kendilerinin ya da başkalarının başına gelebilecek tatsızlıklardan köşe bucak kaçar.'' (Sayfa: 196)
*****
*****
''Yaşamın kendisinden daha da önemli olan ve insanı insan yapan bir olgu vardır; bu da kendi onurunun farkında olmaktır.'' (Sayfa: 201)
*****
*****
Yaşamda, varolma kaosunun ağırlığı altında ezilen insanın düşüncenin dev ışığıyla birden aydınlanıp kendine gelmesi ve kendisi için gerekli yegâne yola yönelmesinden daha önemli bir an var mıdır.?!'' (Sayfa: 211)


''Sorge, trajedinin kahramanlarını tanıyordu ve onlardan acıyla söz ediyordu.
''Sen de mahkemede bulundun mu.?'' diye sordu Engels.
''Evet.! Yargılayıcılar adeta yasalarla dalga geçtiler. Mahkeme baştan sona sınıfsal içgüdüler ve cezalar uğruna gerçeğe bir çağrıya dönüştü,'' diye anlatıyordu Sorge büyük bir öfkeyle. ''Tüm dünya, zafer kazanan burjuvazinin, kendi mülkiyetini ve iktidarını tehdit edenlere karşı acımasız, yırtıcı bir hayvan olduğunu bir kez daha gördü. Birleşik Devletler Cumhuriyeti'nden  daha korkunç bir yer yoktur. Mahkeme başkanı, suçsuzları yargılamaktan, her ne pahasına olursa olsun onları öldürmekten çıkarı olduğunu yadsımaya dahi kalkışmadı. Chicago'lu dört emekçi önderi asıldı.'' (Sayfa: 214-215)
*****
*****
''Sorge, dosyasından matbu yazılı incecik bir kâğıt çıkarıp Tussy'e uzattı. Tussy metni sesli okudu. Bu belge yazarının yaşamına malolmuştu.
*

Spies:

*
''İntikam.! İntikam.! Emekçiler, silaha sarılın.! Emekçiler, bugün öğleden sonra sizi sömürenlerin zincirli köpekleri, Mc Cormick'in işyerinde sizin altı kardeşinizi öldürdü. Onları niçin öldürdüler.? Sömürücülerin kendilerine layık gördüğü yazgıdan hoşnut olmama cesaretini gösterdikleri için. Ekmek istediler, kurşun yediler; çünkü ölülerin susması garantidir.''..'' (Sayfa: 217)
*****
***** 
''Engels  yumruğuyla masaya vurdu ve öfkeden kekelemeye başladı:
''Politikada saflık cinayetle eşdeğerdir. Monarşistler ve burjuvazinin lastik bir top gibi şişirdiği maceracılarla sol partilerin yapacağı mücadelede, düşüncesizliğin ve ağırdan almanın nasıl sonlanacağı, Louis Bonaparte düzenbazının kanlı eylemlerinin tanığı olan bizler için açıktır.''..'' (Sayfa: 218)
*****
*****
''Tussy konuşmasına başlar başlamaz herkes sustu.
''Arkadaşlar, kardeşler.! Siz günde 14 saat çalışıyor ve ayda topu topu iki gün dinleniyorsunuz. Bunun karşılığında aldığınız ücretlerle ailenizi ne doyurabiliyor ne de giydirebiliyorsunuz. Oysa tüm başkentin lambalarını yakan sizin elleriniz, sizin ellerinizle evler ısınıyor, binlerce araç sizin ürettiğiniz gazla hareket ediyor. Bu makinelerin başındakiler, insanlık için gerekli olan her şeyi üretiyor. Yüzlerce kan emici, burjuvazi, fabrika sahipleri, gaz şirketi ve diğer şirketlerin ortakları zenginleşiyor. Bir yığın sömürücünün el koyduğu zenginliklerin gerçek sahipleri sizlersiniz. Fakat, henüz birlik olmadınız. En önemli güç birliktir.'' Eleanor ellerini havaya kaldırdı: ''Her birimiz tek başımızayken bir örümcek kadar güçsüzüz, fakat binlerce proleter bir araya geldiğinde, karşımızda hiçbir güç duramaz. Rüzgâra ve kasırgaya direnen yelkenlilerin kanatları bile ipten yapılır.''..'' (Sayfa: 235-236)


''Yüreğinde ateş taşımıyorsa eğer, en güzel yüz bile itici olur.'' (Sayfa: 241)


''Clara gitgide daha da coşarak ve bu coşkuyu salondakilere de aktararak, proleter bir kadının yaşamda, çalışma alanında ve aile içinde karşı karşıya kaldığı ikili baskıyı anlatıyordu. Kadının kurtuluşunu sosyalizm mücadelesinden ayrı tutmanın mümkün olmadığını, örneklerle gözler önüne seriyordu.
''Kendimizi feda etmede ve sorumluluk almada olduğu gibi, devrimci mücadelenin saflarına erkek yoldaşlarla eşit koşullarda katılarak silah arkadaşı olmaktan öte bir şey istemiyoruz. İnsanlığın kurtuluşu için mücadele eden proleterler, kadının ekonomik bağımlılığına göz yummamalı, insan soyunun yarısını körlüğe mahkûm etmemelidir.''..'' (Sayfa: 262-263)
*****
*****
''Engels yıllarca önce yazdıklarını yüksek sesle tekrar etmeye başladı: ''Bir düşüncenin sonsuzluğuna, ebedi gerçeğin zaferine olan inanç, bu düşüncenin hiçbir zaman ikileme düşmeyeceğinden, yolunu hiçbir zaman şaşırmayacağından emin olmaktır; tüm dünya ona karşı çıkıyor olsa da. İşte her gerçek filozofun gerçek dini budur.. Varsın bizim için, düşüncelerimiz uğruna kolaylıkla feda edebileceğimiz sevgi, çıkar, zenginlik olmasın; bu düşünce bize her şeyin kat kat fazlasını verecektir.! Savaşacak ve kanımızı dökeceğiz, düşmanın acımasız gözlerine korkusuzca bakacağız ve son nefesimize kadar savaşacağız.! Bayrağımızın, dağların doruklarında nasıl dalgalandığını görmüyor musunuz.? Yoldaşlarımızın kılıçlarının nasıl parıldadığını, miğferlerin uçlarının nasıl ışıldadığını görmüyor musunuz.? Onların orduları dört bir yandan harekete geçmiş, vadilerden bize doğru koşuyor, şarkılar söyleyerek dağlardan iniyor. Büyük karar günü, halkların kavga günü yaklaşıyor ve zafer halkların olacaktır.!'' (Sayfa: 269)
*****
*****
''..''Komün'ün ses getirdiği günleri görmek için de olsa dünyaya gelmeye değer. Sonucu ne denli dramatik olursa olsun, Komün günleri yaşamımı anlamlı kılmıştır. Ne denir ki, her insanın bir Cayenne'si vardır. Fakat en önemlisi, unutulmaz, yüce dava gerçekleşti. Beni bunların dışında tutamazsın. Korkunç olan, insanın doğumla ölüm arasında geçen sürede yitip gitmesidir. Ben ise insanlardaki ateşi gördüm.''
Gün ağarmıştı. Anna, Yelizaveta ile vedalaştı.'' (Sayfa: 283)
*****
*****
''..''Anetta rica ederim, kızların için üzülme. Bak benim oğlum da uzakta. O, ne annesini ne de babasını biliyor. Bu hiç önemli değil. Kendimi hiç sıkmıyorum. Zamanı gelince çocuklarımız bizi anlayacak ve böyle aileleri olduğu için gurur duyacak. Ne de olsa biz ensesi kalın zenginleri reddederek bu cehennemi seçtik; acı çekelim diye değil elbette, herkesin iyiliği için seçtik. Ben burjuvalara imrenmiyorum artık, onların defteri yakında dürülecek. Onların tıka basa dolu bağırsaklarının ve kocaman göbeklerinin, dostlarımızın kocaman yürekleri ve akıllarının yanında ne hükmü olur ki.!''..'' (Sayfa: 286-287)
*****
*****
''Eleanor çocukluğundan beri Engels'e olan, bir kızın babasına duyacağı içtenlikteki sevgisini dışa vurmaktan utanıyordu. Ama, bazen içinden gelen coşkusuna engel olamıyor; ikinci babası ve öğretmeninin ağarmış sakallarına, yorgun göz kapaklarına bakarken, onun kocaman ve henüz gücünü yitirmemiş elini derin bir minnettarlıkla sıkıyordu.
Engels, bu jesti anlıyordu.
''Sen Mısırlı bir köle gibi kendini Mağripli'ye ve bize adadın; şimdi de insanlar ve Mağripli'nin mirası için çalışıyorsun. Bir ansiklopedi maddesine sığdırdığın kısa özyaşam öykün, sadece seni çok kaba hatlarıyla anlatabilir; ama bu sen değilsin sevgili Engels amca.''..'' (Sayfa: 298)
*****
*****

''..''Dünya, kaynayan ve eninde sonunda patlayacak kapalı bir kazan gibi,'' dedi Engels.'' (Sayfa: 300)

*****
*****
''O günlerde büyük bilim adamı, devrimci demokrat yazar Çernişevski'nin ölüm haberini aldı. Danilson'a yazdığı mektubunda başsağlığı diliyor, bu kayıptan duyduğu üzüntüyü dile getiriyordu. Ölüm, Engels'in de ait olduğu kuşağa iyice yaklaşmıştı.
''Çernişevski benden sekiz yaş gençti ve yok oldu,'' dedi Lenchen'e, ''acele etmem gerek.!''
''Sen de bunu yapıyorsun.''
''Yetmez.! Marx'ın bana bıraktıklarının tümünü insanlara vermeden ölmeye hakkım yok.''
''Sen kendinden de yeterince vermedin ki insanlara, General. Marx ve sen eşitsiniz. Siz eşit iki dağ doruğu gibisiniz.''
''Hayır, ben Marx'ın epeyce gerisindeyim.''
Lenchen yorgunca elini salladı. Engels'le tartışmak kolay değildi.'' (Sayfa: 311)
*****
*****
''Engels, Sorge'ye yazacağı mektubu erteledi ve acı içinde düşüncelere daldı. Geçmiş uzun süre kuşattı onu. Yaklaşık kırk yıl önce, Brüksel'de kendisine kaşlarını çatarak kuşkuyla bakan al yanaklı, genç köylü kızını ilk kez görüşünü anımsadı.
''Onun bu denli doğuştan yetenekli, sağduyulu, uzak görüşlü bir kadın olacağını kim düşünebilirdi ki o zamanlar.! Gerçekten de altın gibi bir kalp durdu. Hepimiz için hem arkadaş hem de kız kardeş, bazen de anneydi. Parti çalışmalarında Mağripli ve ben, ondan ne çok yararlı öğütler aldık,'' diyordu Engels odasında volta atarak.
Acıdan uyku tutmuyordu Engels'i. Lenchen'le dostluğun ona ne çok şey verdiğini anımsıyordu. Uzun yıllar boyunca Marx, onun ölümünden sonra da kendisi, onun sayesinde günlük telaşlardan, insanı öfkelendiren yaşamsal engellerden uzak rahatça çalışabilmişlerdi. Helene Demuth, kimseyle kıyaslanamayacak kadar iyi yürekli ve güçlüydü.
4 Kasım'ı 5 Kasım'a bağlayan gece, Engels ve Tussy gözlerini hiç yummadılar. Kendileri kadar Lenchen'in de çok sevdiği, hepsi için çok değerli insanları yeniden canlandırdılar düşlerinde; onlar için ağladılar büyük bir saygıyla.'' (Sayfa: 321)
*****
*****

"Düşler, herkes için gerçeğe dönüşmez. Çoğu, yaşamı boyunca kılını kıpırdatmadan düş kurar. (..) 

En iyiler ise, mücadelede çelikleşerek hiçbir şeyden korkmamayı öğrenenler, cehennemde melek olabilenlerdir."

*

''Kentler de insanlar gibidir; ya kuşku duyarsınız onlardan ya da sempati uyandırırlar, coştururlar ya da sıkarlar sizi.'' (Sayfa: 332)

*****
*****
''Bay John Kotsberry, geçmişini anımsamayı sevmezdi.

''Dönüp geriye bakanlar, ileride hiçbir şeyi olmayanlardır yalnızca,'' diye yinelerdi sık sık.'' (Sayfa: 334)

*****
*****
''Sadece akıllı, yüce ruhlu, temiz yürekli insanlar, kendilerini esirgemeden bir şeyleri üstlenir ve daha önemli kişiliklerin kendileriyle cömertçe paylaştıklarının değerini bilebilir. Bu minnettarlık duygusu, az sayıda insana özgüdür.'' (Sayfa: 338-339)
*****
*****
Plehanov:
*

''Marx'ın teorisi, Ariadne'nin iplik yumağı gibi, düşüncelerimizi Bakunin'in etkisiyle çırpınıp duran çelişkiler labirentinden çıkardı..'' (Sayfa: 351)

*****
*****

''..''Ben isterim ki,'' diyordu Engels hararetli bir tonla, ''Ruslar, hatta Rusların dışındakiler de Marx'ın ve benim yapıtlarımdan alıntılar yapmayıp, bağımsız düşünsünler. Ancak o zaman 'Marksizm' gerçekten yaşayacaktır.''..'' (Sayfa: 362)

*****
*****

''Temsilciler Meclisi'nin kürsüsünde konuşma yapan Clara Zetkin'i; kadın emekçilerin hakkını savunurken ilk alkışlayan Engels oldu. Zetkin, Louise Kautsky ile birlikte kadın proleterlerin sınıf savaşına, sendikalara ve sosyalist partilere dahil edilmesinde diretiyordu. Engels, bu kadar seçkin ve ruhsal açıdan bu kadar mükemmel kadınların ve erkeklerin ordusunda bulunmaktan dolayı mutluydu.'' (Sayfa: 370)

*****
*****
''.. Engels yarı uyur halde bile düşünmeyi sürdürüyordu. Goethe'nin sözlerini hatırlıyordu:
*

Zenginliğinizi yitirmekle fazla bir şey yitirmezsiniz,

Şerefinizi yitirmekle çok şeyi yitirirsiniz,

Cesaretinizi yitirmekle ise her şeyi yitirirsiniz,

*
Engels tüm yaşamı boyunca cesur olmuştu ve ölümü de öyle karşıladı.
5 Ağustos 1895'te akşam 11:30'da başucunda parıldayan mumun ışığını son kez gördü. Geçen saatler, onun yaşamının son anlarına da tanıklık ediyordu, sessizce ve kayıtsızca. Engels'in gözlerinde bir ateş parıldadı ve bu gözler sonsuza dek kapandı.
Alacakaranlık içindeki kısa gece sona ermişti. Koyu kızıl parıltısyla her tarafı aydınlatan güneş, yükseliyordu doğudan. (Sayfa: 283)

Heinrich Heine - Şarkılar Kitabı, Çeviren: Behçet Necatigil


Kalkınca sabahları sorarım:
Sevdiceğim bugün gelir mi.?
Yıkılır akşamları, ağlarım:
Bugün de gelmedi.
*
Uykusuz, uyanık, yatakta
Kaygı, keder geceleri:
Dolaşırım orda burda gün boyu
Düşlerde, yarı uykuda gibi.
*****
*****
''Ünlü filozof Friedrich Nietzsche de, Heine üzerine şunları söyler: ''Lirik ozan üstüne en yüksek kavramı Heinrich Heine verdi bana. Öylesine tatlı, öylesine tutkulu bir musikiyi bin yıllar arasında boşuna arıyorum..'' (Ecce Homo, Can Alkor çevirisi, 1969, s. 35)
*
Behçet Necatigil
*

Şarkılar Kitabı'nın Üçüncü Baskısına Heinrich Heine'nin Özsözü, 1839

*
İşte eski masallar ormanı.!
Ihlamur çiçekleri mis kokulu.!
Ay ışığı güzel mi güzel,
Büyülüyor ruhumu.
*
Yürüdüm, yürüdükçe
Göklerde duyduğum bir yankıdır.
Bülbülün sesi bu; aşkı,
Aşk acısını şakır.
*
Şakır aşkı ve aşk acısını,
Gözyaşını, gülüşleri.
Sevincinde hüzün, hıçkırığında neşe
Uyarır unutulmuş düşleri.
*
İlerledim yolumda,
Bir alan geniş,
Bir büyük saray çıktı karşıma,
Göklere boy vermiş.
*
Bir sessizlik, matem,
Bütün pencereler kapalı;
Sanki bu ıssız duvarlar
Ölümün barınağı.
*
Kapımın önünde bir sfenks
Yarı haz, yarı koku:
Başıyla göğüsleri bir kadın.
Bir arslan, pençeleri, vücudu.
*
Bir güzel kadın.! Beyaz bakışlarında
İstekleri çılgın;
Sessizdi uysal gülümseyişleri
Özlemli, kabarık dudaklarının.
*
Dayanamadım
Bülbül öyle tatlı şakıyordu;
Öptüm o güzel yüzü,
Felaketim oldu bu.
*
Canlandı mermer heykel,
Taş, içini çekti
Alevli öpüşümdeki yangını
İçi susamış, özlemli.
*
İçti bütün soluğumu adeta
Ve sonunda şehvet delisi,
Kucakladı paralayarak
Arslan pençeleri, gövdemi.
*
Bayıltan işkence, tatlı ıstırap.!
Sonsuzdu acı da, haz da.!
Yaraladı pençeler beni korkunç,
Öpüşün mutluluğu yanında.
*
Bülbül şakıyordu: Ey güzel sfenks.!
Ey aşk.! Bunu neye yormalı:
Neden mutlulukla iç içe
Bu ölüm azapları.?
*
Ey güzel sfenks.! Söyle, nasıl çözülür
Bu harikulade bilmece.?
Bulamadım, binlerce yıldır
Aklıma takılan düşünce.

Charles André van Loo'ya ait 1735 tarihli bu resimde yarışma sonlanmış, Apollon Marsyas'ın derisi yüzülmek üzere ağaca asılmasını emrediyor. Marsyas'ın ayaklarının dibinde pan-flütü ve derisini yüzecek olan bıçak bulunuyor. 


Melchior Meier'in 1581 tarihli gravürü. Apollon Marsyas'ın derisini tamamen yüzmüş, Midas'a doğru tutuyor. Soltarafta üzülen satirleri ve kendini belli eden kıyafetiyle bir Phrigyalıyı görüyoruz. Bunlar herhalde Marsyas'ın destekçileriydiler. Sağ tarafta da boynuzlar sahip bir figür var. . 
*
Ben bütün bunları düzyazıyla söyleyebilirdim pekâlâ.. Ama insan, yeni bir baskı için bazı pürüzleri gidermek üzere, eski şiirleri baştan sona şöyle bir gözden geçirirken, farkına varmadan ölçü, uyak alışkanlıklarına kaptırıyor kendini. İşte Şarkılar Kitabı'nın üçüncü baskısının önsözü, bu yüzden bir şiir oldu. Ey Phoibos Apollon.! Kötüyse bu şiirler, bağışla beni.. Çünkü sen her şeyi bilen bir tanrısın, ve benim neden yıllardır artık özellikle kelimelerin ölçü ve ahenkleriyle uğraşmadığımı çok iyi bilirsin.. Bir zamanlar parlak havai fişek oyunlarıyla dünyayı şenlendiren alevler, niçin birdenbire çok daha ciddi yangınlarda kullanılır oldu, bilirsin.. O alevler şimdi sessiz ateşler halinde kalbimi kemiriyor, biliyorsun.. Beni sen anlarsın, güzel yüce tanrı; sen ki altın çalgını bazen zorlu yaylar, öldürücü oklarla değiştirdin.. Diri diri derisini yüzdüğün Marsyas hatırında mı.? Aradan çok zaman geçti; ona benzer bir olay, yeni bir örnek gerekli.. Gülümsüyorsun, ey ebedi atam.!
*
(Paris, 20 Şubat 1839) (Sayfa: 17-19)
*****

Gençlik Acıları, 1817-1821

*
*

RÜYA GÖRÜNTÜLERİ

*

I

*
Bir zaman düşlerimde çılgın, ateşli aşklar,
Güzel saçlar, mersinler, muhabbet çiçekleri,
Tatlı dudaklar, acı sözler,
Yaslı şarkıların üzgün ahenkleri.
*
Soldu sarardı, uçup gitti o düşler,
Savruldu rüzgârda rüyalarımın sultanı.!
Bana yalnız, o günlerde yumuşak şiirlere
Alevli, çılgın ne döktümse o kaldı.
*
Sen kaldın öksüz şarkı.! Sen de uç git şimdi,
Ara o hayali, düşlerde çoktan silik,
Bulursan selam söyle
Ey havalı gölgeye gönderdiğim hafif soluk.! (Sayfa: 23)
*****

5

*
Çılgın kanımı azdıran,
Bağrımı tutuşturan ne benim.?
Bir ateş dağlıyor kalbimi,
Kaynıyor, kabarıyor, köpürüyor kanım.
*
Kabarıyor, köpürüyor kanım çılgın,
Çünkü bir düş gördüm kötü;
Karanlık oğlu geldi gecenin,
Soluyarak beni alıp götürdü.
*
Aydınlık bir eve iletti beni,
Saz sesleri, bir şenlik,
Yanan mumlar, meşaleler,
Vardım salona, girdim içeri.
*
Sofrada konuklar güle oynaya,
Cümbüşlü bir düğündü bu;
Gelinle güveye baktığımda
Eyvah, sevgilim gelin olmuştu.
*
Bir bilmediğim adamdı güvey,
Gelinse dilber sevgilim;
Koltuğunun hemen gerisinde
Durdum, ses etmedim.
*
Müzik çalıyor, ses yok bende,
Hüzün veriyor şenlik sesleri.
Çok mutluydu gelin,
Güvey sıktı elini.
*
Kadehini doldurdu güvey,
İçti biraz, uzattı kadehi,
Aldı, gülümsedi, teşekkür etti gelin
Eyvah.! Kızıl kanımdı içtiği.
*
Güzel bir elma aldı gelin,
Güveye verdi,
Elmayı kesti güvey
Eyvah.! Bu benim kalbimdi.
*
Tatlı, uzun bakıştılar,
Kucakladı güvey, gelini;
Öptü pembe yanaklarından
Eyvah.! Soğuk ölüm öptü beni.
*
Dilim kurşun gibi ağzımda,
Bir dalgalanma, dans başladı;
Tek söz söyleyemiyorum,
Süslü gelin güvey yaptı ilk dansı.
*
Ben bir ölü gibi donmuş kalmış,
Uçtu dans edenler, etrafında.
Yavaşçacık bir şey söyledi güvey,
Kızardı gelin, kızmadı ama. (Sayfa: 30-31)

ŞARKILAR

*
5
*
Acılarımın güzel beşiği,
Dinlendiğim güzel mezar,
Güzel şehir, ayrılmak zorundayız-
Sesleniyorum: Hoşça kal.!
*
Sevgilimin gezindiği
Kutsal eşik, esenlikler.!
Hoşça kal, onu ilk kez gördüğüm
Kutsal yer.!
*
Ah, seni hiç görmeseydim
Kalbimin güzel melikesi,
Düşmezdim bu hale,
Bugünkü gibi.
*
Ne kalbini çelmek istedim,
Sevgi dilendim ne de;
Ancak sessizce yaşamak
Nefes aldığın yerlerde.
*
Sense sürüyorsun beni buradan,
Bağrımda çılgınlık rüzgârları;
Acı sözler söylüyor ağzın,
Gönlüm yasta, yaralı.
*
Gidiyorum kırık kolum kanadım,
Elimde bir değnek, aksak-topal;
Yorgun başımı uzaklarda serin
Bir mezara koyana kadar. (Sayfa: 53)
*****
*****
8
*
Önce ümidim yoktu,
Dayanamam sandım;
Sormayın nasıl oldu,
Ama işte dayandım. (Sayfa: 56)
*****

13

*

YARALI ŞÖVALYE

*
Eski bir hikâye,
Ağır, hazin;
Aşktan yaralı şövalye,
Kurbanı bir vefasızın.
*
Hain çıkmıştı kız,
O da hor gördü yârini; Yediremedi onuruna
Aşkın acılarını.
*
Göze aldı dövüşmeyi,
Okudu şövalyelere meydan:
Hazır olsun çarpışmaya
Sevgilime toz konduran.!
*
Sustu herkes, susmayınca
Fakat kendi acısı; Sızlanan kalbine
Sapladı mızrağını. (Sayfa: 80)
*****

Lirik İntermezzo (1822-1823)

*

8

*
Binlerce yıldır kımıldamadan
Gökte yıldızlar
Aşk acılarıyla
Bakışırlar.
*
Zengindir, güzeldir çok
Konuştukları lisan;
Hiçbir dil bilgini
Fakat anlamaz bu dilden.
*
Öğrendim bense,
Unutmam bir daha;
Bir tanemin gül yüzünde okudum
Bu dilin gramerini. (Sayfa: 111)
*
*

14

*
En güzel türküleri
Sevgilimin gözlerine yazdım,
En iyi övgüleri
Dudaklarına.
En parlak dörtlükleri
Yanakları için yazdım,
Bir de zarif sone yazardım
Olsaydı kalbi. (Sayfa: 115)
*
*

19

*
''Ağzının çevresinde titreşir alay,
Kibir şimşekleri saçar gözlerin;
Görüyorum göğsünde kabaran gurur,
Ama sen de zavallısın bencileyin.'' (Sayfa: 117)
*
*

36

*
Büyük acılarımdan
Yaptığım küçük şiirler, şarkılar
Çırptılar kanatlarını,
Gönlünden yana uçtular.
*
Vardılar sevgilimin oraya,
Fakat hemen döndüler, yakındılar,
Gönlünde gördükleri şeyi
Söylemekten sakındılar. (Sayfa: 126)
*
*

40

*
Yankısını duyunca, bir zaman
Sevgilimin söylediği şarkının,
Göğsüm parçalanır adeta,
Hoyrat acıların baskısından.
*
İter karanlık bir özlem beni
Ormanlara, dağlara,
Erir çok büyük acım
Gözyaşlarıyla, orda. (Sayfa: 128)
*
*

47

*
Acılara saldılar beni,
Mosmor oldum öfkemden;
Bir kısmı sevgiden yaptı bunu,
Bir kısmı nefretten.
*
Ekmeğime zehir koydular,
Bardağıma zehir;
Bir kısmı sevgiden yaptı bunu,
Bir kısmı nefretten.
*
Ama beni odur en çok inciten,
İçerleten, üzen;
Çünkü hiç sevmedi beni,
Ne de nefret etti benden. (Sayfa: 132)
*
*

53

*
''Kırlangıç olsaydım, gülüm,
Uçardım senden yana,
Bir minik yuva kurardım
Pencerenin altında.'' (Sayfa: 135)
*
*

8

*
''Kalbim de denize benzer;
Onun da derinlerinde
Güzel güzel inciler.'' (Sayfa: 153)
*
*

21

*
''İnan bana, sevda gülüm,
Güzeller güzelim, sen:
Yaşıyorum, daha da güçlüyüm
Bütün ölülerden.!'' (Sayfa: 161)
*
*

33

*
Karşılıklı sevda; ama ikisi de
Gizledi ötekinden;
Bakıştılar haince
İçin için erirlerken.
*
Ayrıldılar, düşte gördüler
Arasıra birbirlerini;
Farkında değildiler,
Çoktan ölmüşlerdi. (Sayfa: 170)
*
*

34

*
Size acılarımdan dert yanınca
Esnediniz, hiçbir şey demediniz;
Onlardan zarif şiirler çıkarınca
Övdünüz, iltifatlar ettiniz. (Sayfa: 170)
*
*

43

*
Sabredin,
Eski kederlerin ezgilerinden
Bazıları duyuluyorsa hâlâ
En yeni şarkılarda.
*
Bekleyin, erir gider zamanla
Acılarımda yankı, ve açar
İyileşmiş kalplerde yeniden
Şarkılardan bir bahar. (Sayfa: 178)
*
*

46

*
Üzme kendini, kalbim,
Katlan kaderine;
Kışın senden aldığını
Bahar verir gene.
*
Güzel daha bu dünya,
Şurda ne kaldı.?
Durma sev, kalbim,
Her hoşlandığını. (Sayfa: 180)
*
*

53

*
Solgun yüzüm sana duyurmuyor mu
Aşk yüzünden çektiğim acıları.?
Sanki mağrur ağzımdan beklediğin,
Bir yalvarma çığlığı.
*
Ah, öyle onurlu ki bu ağız,
Öper, şakalaşır sade;
Eğlenir, takılır, alay eder
Ölürken ben ıstıraplar içinde. (Sayfa: 182)
*
*

63

*
İlk seven, mutsuz da olsa,
Bir tanrıdır bence;
İkinci kez sevenler,
Ümitsizce bu sevgi, aptaldır.
*
Ben böyle bir budala, karşılıksız aşka
Tutuldum yeniden;
Güneş, ay gülüyor, yıldızlar beraber,
Ben de gülüyorum -bir yandan ölürken. (Sayfa: 187)
*
*

68

*
''Hayat budur, yavrum.! Feryattır boyuna,
Vedalaşmadır, ayrılıştır sürekli.!
Koparıp atmadı mı kalbimi kalbin,
Alıkoyabildi mi gözlerin beni.?'' (Sayfa: 191)
*
*

71

*
Esrarlı rüyalar gibi
Evler uzun bir sıra;
Sessizce yürüyorum,
Sarılmış paltoma.
*
Katedral kulesinde saat
Demin vurdu on ikiyi;
Hoşluğu, güzelliği, öpüşleriyle
Bekliyor beni, sevgili.
*
Yol arkadaşımdı ay,
Fenerim oldu dostça;
İşte evinin önündeyim
Sevinçle seslendim yukarıya:
*
''Çok teşekkür, eski dost
Aydınlattın yolumu;
Seni fazla tutmayayım,
Götür başka yerlere nurunu.!
*
Bulursan bir sevdalı,
Dertli bir aşk garibi,
Var git onu teselli et,
Eskiden beni ettiğin gibi.'' (Sayfa: 193)
*

Kuzey Denizi (1825-1826)

*
3
*

Güneşin Batışı

*
Kızıl güneş alev alev
İniyor titreşen
Engin, gümüş okyanusa;
Havada pembemsi görüntüler
İzinde güneşin, ve karşıda
Güz şafaklı, tül tül bulutlardan
Üzgün, solgun beliren yüz:
Çıkıyor ay,
Ardında benek benek kıvılcım,
Bir sis uzantısında parlayan yıldızlar.
*
Eskiden ışıldardı gökte
Karı koca beraber:
Tanrı Sol, tanrıça Luna
Ve kaynaşırdı çevrelerinde
Küçük, masum çocukları yıldızlar.
Fakat fesat diller fit soktu,
Ayrıldı birbirinden düşmanca
Pırıl pırıl o yüce evliler.
*
Şanına, şerefine
Güçlü, mutlu ve mağrur insanların
Tapındığı, türküler yaktığı
Güneş tanrı şimdi gündüz
Haşmetinde yalnız, dolaşır göklerde.
*
Geceleriyse Luna,
O zavallı anne,
Yanında babasız çocukları yıldızlar,
Dolaşır göklerde,
Sessiz bir hüzünle parlar.
Gözyaşları, şiirler sunarlar ona
Sevdalı genç kızlar, ince şairler.
*
Hisli Luna.! Kadın kalbi.!
Sever güzel kocasını hâlâ.!
*
Akşam olurken, titreyerek, solgun
Gözetler ince bulutlar arasından,
Bakar acılı, ayrıldığına,
Seslenmek ister çekingen: Gel.!
Gel, çocukların özlüyor seni.!-
Fakat inatçı güneş tanrı
Parlar karısını görünce
Hırsından, acısından
İki kat erguvan,
İner acımasız, acele
Soğuk sulardaki dulluk yatağına.
Fiskosçu, fesat diller
Ölümsüz tanrılara hatta
Felaketler, acılar getirdiler
Ve zavallı tanrılar gökyüzünde
Azaplar içinde, çaresiz
Sonsuz yollarını sürdürdüler; *
Ölmek ellerinde değil,
Muhteşem sefaletlerini
Sürükler dururlar.
*
Bense insanım, değersiz hakir,
Ölmek şansım var benim,
Uzun sürmez yakınmam. (Sayfa: 241-242)
*****
*****
6
*

İLANI AŞK

*
Hava kararıyor, akşam,
Azgın kabarışı suların;
Oturmuş kumsalda, bakıyorum
Dalgaların hora tepmesine,
Göğsüm de kabarıyor deniz gibi,
İçimde derin bir özlem,
Bu senin özlemin, sevgili.!,
Her yerde hayalin benimle,
Her yerde çağırıyor beni,
Her yerde, her şeyde,
Rüzgârın, dalgaların sesinde
Ve iniltisinde göğsümün.
Yazdım ince bir kamışla kumlara:
''Agnes, seni seviyorum.!''
Fakat hain dalgalar boşandı,
Sildiler, yok ettiler
Tatlı itirafımı.
*
Kırılan kamış, eriyen kum, akıp giden
Dalgalar.! kalmadı size güvenim.
Çöküyor karanlık, kalbim daha çılgın,
Bir çekişte Norveç ormanlarından
En yüksek çamı söktüm, aldım,
Batırdım Etna'nın kızgın ağzına;
Ateşe bulanmış o dev kalemle
Yazdım siyah gökyüzüne:
''Agnes, seni seviyorum.!''
Parlar bundan böyle her gece
Yukarda, ebedi alev yazı;
Çocuklar, torunlar, onların soyları
Okurlar sevinçle, göğe yazdıklarımı:
''Agnes, seni seviyorum.! (Sayfa: 247)
*****
*****

İKİNCİ BÖLÜM

*
3
*

KAZAZEDE:

*
''Gür siyah saçları mutlu bir gece gibi
Örgü örgü taçlanmış
Başından sarkıyor; saçları
Halka halka, hulyalı tatlı
Baygın solgun yüzünün çevresinde;
Ve baygın tatlı çehresinde
Parlamakta iri, güçlü bir göz
Siyah bir güneş gibi.'' (Sayfa: 263)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...