2 Ocak 2022 Pazar

Aslı Erdoğan - Bir Kez Daha

TOPLU DENEMELER - 2
*
BİR KEZ DAHA



 Münzevinin Ruhuyla Sohbeti (1)

*
"Bilirsiniz, kendini üzerinde çoktandır hiçbir bitkinin yetişmediği bir toprak gibi hissetmeyi.. Çünkü gerçek, düşlerin buğusu arasından ansızın parıldamıştır, keskin bir diş gibi." (Sayfa: 11)
*
"Herkes hoşnut mu.? Kendinden.? Dünyadan.? Gaddarlığın önünde diz çökmüş bu dünyadan hoşnut mu gerçekten.?" (Sayfa: 12)
*
"Oysa belki de gerçek öykün tökezlediğin taşta yazılı. Eğilip bakmalısın ona, bir aynaya bakar gibi." (Sayfa: 13)

A'nın Güncesi:
*
"Bir hücrede yaşadığımın, anahtarların cebimde olduğunu bile bile, yalnızca kilidi denemeye korktuğum için cebime el atamadan yaşadığımın farkındayım." (Sayfa: 15)
*
"(Çünkü insan kendinden bir parçayı öldürmeden, başkasını öldüremiyor.)"
*
"Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum." (Pavese) (Sayfa: 16)
*
Gündelik Yazı:
*
''GAZETE: Tam sayfa ilk yazının başlığı, Evrenin Sırları. Öteki sayfadaysa İnsanın Sırları. Merakla çeviriyorum, ''hayatın sırlarını'' bulamıyorum.
(..)
İnsanın sırrı neymiş, unutmadan yazayım: DNA'' (Sayfa: 19)
*
Kötü Bir Gece:
*
''Gece uzun, onu iyi tanıyanlar için daha uzun, mahkûmlar, hastalar, zenciler, körler için daha da uzun, hata kaldırmıyor. (..) Yalnızlık, odak noktası belirlenemeyen bir ağrı gibi yayılır bedene, geçmişin tüm acıları, topluiğne başı gibi bir noktaya saplanır.'' (Sayfa: 22)
*
Şaşkın Melek:
*
"Son söz: Sanatçının yüzünü ilk kez görünür kılan Rönesans'tır. Otoportre, Rönesans'ın getirdiği gözü kara bireycilikle başlar. Artık sanatçı, başkalarına yaptığını kendine de yapmaktadır. Ancak o, aynaya kendi imgesine hayran olmak için eğilmez. " Ben kimim.?" diye sormak için eğilir. Haddini bilen hiç kimsenin küçümseyemeyeceği bir soru ya da tersinden bakarsak, " haddini" öğrenmeyi başlatan soru." (Sayfa: 25)
*
Hayat Bir Kitaptır:
*
''Orta yaşlı bir hanım, besbelli uzun bir arayıştan sonra, soluk soluğa geliyor, son günlerin popüler romanını soruyor: ''Yani neyi anlatıyor bu kitap.?'' Aslında ikinci bir tür okur var ki, benim de dahil olduğum bu topluluk, daha da zor. Sekiz ayrı yerden referans almadan, yerli yerine oturtulmuş, klasikleşmiş, test edilip onaylanmış kitaplar dışında hiçbir şeye el sürmeyenler.. Sanırım, birincileri bir kütüphaneye, ikincileriyse dilini, işaretlerini bilmedikleri bir yağmur ormanına salmak iyi gelebilirdi. Kaybolmanın ve keşfetmenin hazzını öğrensinler diye.
''Hayat bir kitaptır. Okuyabilene..'' (Bir cezaevi hücre duvarından).'' (Sayfa: 28)
*
Islah edilmiş:
*
''Şimdi, her ne kadar izleyicisi olmasam da, benim bile -elbet teorik düzeyde- televizyona eleştirel yaklaşmaya hakkım var. Gerçeğin çarpıtılması, vahşetin perdelenmesi, meşrulaştırılması, resmi gerçek gibi cümleler sıralayabilirim. Ne yazık ki, klişelere karşı çıkışlar bile kendine ayrılan raflara yerleştirilmiş, klişeleşmiş. Neyse, ne şekilde ne kadar muhalif olacağınız, neye el sürüp, neye diş geçirebileceğiniz.. O altın diliniz, ne denli altın, ne denli sivri olursa olsun, hangi tanrılara tapıp, hangi şeytanları lanetleyeceğini biliyorsa, -isterse bir tek kendi ''cemaatimizinkiler'' olsun- uslu çocukluktan kurtulamazsınız.'' (Sayfa: 33-34)
*
İki Mektup, İki Mesel:


''..''Bir adam, diğerine dedi: Uzun zaman önce, sular yükseldiğinde kumun üzerine bir satır yazmıştım, insanlar hâlâ durup onu okurlar ve hiçbir şeyin unutulmamasına özen gösterirler. Ve öbür adam dedi: Bir zamanlar ben de kum üstüne bir satır yazmıştım, ama sular alçalmıştı ve engin denizin dalgaları onu sildi, geçti. Ama söyle bana, ne yazmıştın sen.? Ve ilk adam yanıtladı ve dedi: Şunu yazdım: 'Ben varolanım.' Ya sen ne yazmıştın.? Ve diğer adam dedi: Şunu yazdım: 'Ben bu ulu okyanusun bir damlasıyım yalnızca.'..''
*
Halil Cibran, Gezgin (Sayfa: 36-37)

''ÖTEKİLİK'' OLARAK HASTALIK:
*
''Migrene gelince.. Zihinselliği ona bir tür saygınlık kazandırsa da, nevrotik, kadınsı bir imajı da var. Hani irade zayıflığı, şımarıklıktan kaynaklanırmış gibi. Oysa o da metaforlarını hak ediyor. Beynin, yanıp tutuşana dek gerçekliğe yapışması.. Aniden fiziksel bir ağırlık kazanan düşüncenin, korkunç bir güçlükle yuttuğu dış dünyayla tek ve aynı şeye, salt acıya dönüşmesi.'' (Sayfa: 39)

ŞU ÖLÜMLÜ DÜNYADA:
*
''İki dünya savaşı görmüş bir yüzyılda doğduğunuz söylenmiştir size, sırtını Doğu'ya, yüzünü Batı'ya dönmüş bir kentle -ki bir zamanlar dünyanın en büyük kentiymiş, hangi ırka, ulusa, sınıfa ait olduğunuz.. Bir nüfus kâğıdı verilmiştir -bir tay ayakta durmayı nasıl öğrenirse, bu şiddet dünyasında ayakta durmayı öğrenmeniz gerektiği söylenmiştir- sigorta sicil numarası, diplomalar, sabıka kayıtları.. İnsanoğlunun en yalnız çağında yaşadığınız söylenmiştir, dil gibi yapılanmış bir bilinçaltınız olduğu, kromozomlarınız, bir tarihiniz, efsaneleriniz, masallarınız, kahramanlarınız.. Evrenin fizik yasalarınca yönetildiği söylenmiştir size, termodinamiğin ikinci yasasının sizi hiçliğe mahkûm ettiği, ömür boyu kendinize zincirli yaşayacağınız, içinizdeki çöle çoktan alıştığınız, sürüngenlerden evrilip ayağa kalktığınız.. Her şeyin metalaştığı bir dönemde, kendinize ve yaşama yabancılaşmaya yazgılı olduğunuz söylenmiştir size, yaşamın artık yaşamadığı, her şeyin bir bedeli olduğu, söylemek istediğiniz her şeyin sizden önce söylendiği..
***
''Gerçek dünya bir ''anlam''a indirgenecektir nasılsa, hem de tam istediğiniz anlamda. Ne fazla, en eksik.'' (Sayfa: 42-43)

DEPREMLERLE KESİLEN YAZI:
*
''..''Umarım ilginç bir çağda yaşarsın.!'' Yeni öğrendiğim bir Çin sözü bu: Bir beddua..
(..)
''(Zaten suç olmaması gereken şeylerin, söz gelimi düşüncelerin, suç sayıldığı, gerçek suçları işleme ayrıcalığının birilerinin tekeline bırakıldığı bir ortamda kim, neyi, neden ''affediyor.?'')'' (Sayfa: 44-45)

AÇIKLAMA:
*
''Aşk, çoğu kişi için ebedi bir yuvadır,'' der Walter Benjamin, ''kimisi içinse ebedi bir yolculuk.'' Bense, yalnızca aşkı değil, yazıyı da, hayatı da bir yolculuk gibi gören göçebelerdenim. Çünkü insan, nasıl evinin kıyısını köşesini hemen keşfederse, aşkın güvenli koylarını da, yazının saklanacak köşelerini de pek çabuk keşfediveriyor. (Oysa Âdem, ölümsüzlüğü tek bir şey adına bırakmıştı: Bilinmeyen.)'' (Sayfa: 49)
*
ADA:
*
''(Bilinen ilk Kızılderili-Beyaz çatışması, Kariblerle Kolomb'un adamları arasında, St. Croix Adası'ndaki Oklar Körfezi'nde yaşandı. Son ferdine dek yok olan bu halktan geriye bütün adalara takılan ad kaldı: Karayibler. Kendi abartılı profilini madeni paraların üzerinde seyretmek zorunda kalan Kızılderililer denli hüzünlü İnfante'nin de aktardığı efsane oldukça bilinir. Bir Kızılderili reisi yakılmak üzeredir. İyilikseverliği, yüce gönüllülüğü dehşetine ağır basan bir papaz yaklaşır yanına. İsa'nın yolunu seçmek için son bir fırsat sunmakta, karşılığında cennet vaat etmektedir. Şef kırık dökük İspanyolcasıyla sorar: ''Kimler var cennette.? Senin gibiler mi.?'' ''Elbette,'' der papaz sevecen bir sesle, ''iyi insanlar''. Şef yakıcı dumanın arasından ağır ağır konuşur: ''O zaman cehenneme gideyim, daha iyi.''
*
''..belki kölelerin gerçek sesini ulaştıran müziktir. Tüketilmiş, yağmalanmış, kamçılanmış kölenin toprak zeminli kulübelerde yarattığı müzik.. İnfante gravürlerden, eski ve kanlı fotoğraflardan, küçük, kişisel, korkunç anılardan, kapkara imgelerden, duvar yazıları ve halk şarkılarından bir Küba tarihi kurar. Son noktayı hep alaycı ölümün koyduğu sayısız (gerçek) öykü anlatır.'' (Sayfa: 51)
*
''Ve zorbalığın bulunduğu her yerde ayrıkotu gibi filizlenen, yalnızca kendi yaşama arzusuyla beslenen, boy atan başkaldırı, direniş, umut.. ''Ve ada hep orada olacak. Hep öyle güzel, hep öyle yeşil, hep öyle ölümsüz, hep öyle sonsuz.''..'' (Sayfa: 52)
*
KADINLIK DURUMU:
*
''Yıllarca Kızılderililerle yaşamış bir antropolog, kabileye sormuş: ''Artık dilinizi konuştuğuma inanıyorum. Sizce de yeterince öğrenmiş miyim.?'' Yanıt şöyle: ''Bizim dilimizde KADIN'ı tanımlayabildiğin gün, kendini öğrenmiş say.'' Antropolog daha uzun zaman kabileyle kalmış.'' (Sayfa: 53)
*
KENDİNE HAYRANLIK:
*
''John Berger'in Görme Biçimleri, ne yazık ki Tekvin'den alıntıyla açılıyor, yüzyıllar boyunca, dünyanın bana, benim kendime nasıl baktığımı ortaya koyuyordu: Seyredilen, kendini seyreden, varlığı ancak başkasının bakışıyla biçimlenen.. Şu alıntı anlamlı: ''Çıplak kadın resmi yapılıyordu, çünkü çıplak kadına bakmaktan zevk duyuluyordu; kadının eline bir ayna veriliyor ve resme 'Kendine Hayranlık' deniyordu.'' Akıl'ın, Tanrı'nın, Söz'ün temsilcisi Erkek, kendi varlığını, değerlerini dayatırken kadını nesneleştirip dilsizleştirmiş, hem de mitlerle, imgelerle kuşatmıştı.'' (Sayfa: 57)
*
Endişeler:
*
''..insan gerçeğin tarafında olmak istiyorsa, yalnızca yanıtları değil, kendi sorularını da bulmak zorunda.'' (Sayfa: 82)
*
Hafiflik:
*
''Usta, öğrencinin başını uzun zaman suyun altında tutar; yavaş yavaş su kabarcıkları seyrekleşir, son anda usta öğrenciyi çıkarıp yeniden canlandırır. Gerçeği, havayı istediğin gibi istediğin zaman, evet, işte o zaman bileceksin onun ne olduğunu.'' (Sayfa: 86)
*
YÜREK VE BAKIŞ:
*
''İnsanı tüm yüceliği ve küçüklüğüyle kapsayacak bakış, zıt uçlara uzanır, karanlık uçurumlarda -kendininkiler de dahil- dolaşır, hem acımasızlığı, hem sevgiyi, hem çamuru, hem güneşi taşır. (İnsan olmak düşmektir.'' Kalkmaktır da..) Korkuncu, kendi içindeki korkuncu ve korkuncun içindeki kendini görebilen, ona dayanabilen, onunla yüzleşebilen, suçluluğunu duyabilen, gene de sonuna dek daha iyi bir dünyaya bağlı kalabilen bakıştır.'' (Sayfa: 96)
*
ORADA OLMAK
*
KIZILDERİLİLER ÇOK UZAKTA:
*
''Görüntüye indirgenen beden, arzunun ahlâkçılıktan bile tehlikeli düşmanı.'' (Sayfa: 119)
*
GARP MASALLARI:
*
''İster gerçek, ister düşsel, ister yazınsal olsun, her yolculuğun hedefi bu değil mi.? Döndüğünde yaşamaya daha değer bir dünya bulmak, keşfetmek, yaratmak. Dünyayı yaşamaya değer bir yere dönüştürmek.'' (Sayfa: 123)
*
''KORKAKLAR ANITI:
*
''Zaten özünde iktidar arzusu barındırmayan hangi insan eylemi bugüne dek yüceltildi ya da ufak bir saygı gördü.? (Buna yazı da sanat da dahil.)'' (Sayfa: 129)
*
SAFLIK:
*
''Sıra bana geldiğinde, sinmiş, uysal, işbirlikçi bir ruh haline girmiştim. Arkamdakilerin zamanından fazladan bir saniye bile çalmamak için canımı dişime takıyordum. Kutuları, şişeleri torbaya bir sihirbaz hızıyla tıkıştırırken, bir yandan hesabı kolluyor, para çantamı hazırlayıp gerekecek miktarı denkleştirmeye çalışıyordum. Konserve kutuları devriliyor, meyvalar bağlanmamış torbalardan düşüyor, bozuk paralar ortalığa saçılıyordu. Sonunda, her iş tamamlandıktan sonra, aklıma geldi: ''Bir de.. sigara alacaktım.'' Kasiyer kız, istediğim markayı uzattı, fişe ihtiyacım olup olmadığını sordu. ''Evet,'' dedim, olmadığı halde, saki onu reddedersem kabalık yapmış olacaktım. Fişi kesti, uzun uzun bir şeyler yazmaya koyuldu. Yüreğim daraldı. Beklenmedik bir sorun mu çıkmıştı.? Fişi aldım, ancak kapıda okudum. ''San mutlu bir gün ve bir yaz dilerim,'' yazıyordu İngilizce. Bir de gülümseyen bir güneş resmi çizilmişti. Nasıl anlatmalı, bilmem. Belki yıllardır gülümsemediğim gibi gülümsedim, ışıl ışıl, mutlulukla dolu, aynı anda gözlerimden yaşlar boşandı. Fişi öpüp cüzdanıma sakladım ve neredeyse dans ederek odama doğru yola koyuldum. İşte, dünyanın ezen-ezilen ilişkilerinden, çıkar çatışmalarından, pazarlıklardan ibaret olmadığına inandığım ender anlardan birini yaşıyordum. Sevgi, dört bir yanımdan kuşatıyordu beni, kayadan fışkıran kırılgan çiçekler gibi. Bu konuda büyük, büyük beyinlerin ne dediği umurumda değildi. İnsandaki karşılıksız verme isteği üzerine gönül indirip birkaç söz söylemişler miydi, onu da bilmiyordum. Ve sonra, yazının, bütün o ''yüceltme, narsisizm'' söylemleri arasında güme gitmiş yanını, en güzel, en kutsal yanını düşündüm: Paylaşma isteği, karşılıksız verme isteği.. Kendi saflığıma, bir anda doğmuş, ölümlü saflığıma gülümseyerek, ıslık çala çala yazmaya koyuldum.'' (Sayfa: 137-138)
*
ERMENİSTAN'DA TÜRK YAZAR OLMAK.!
*
''Belki de, bütün kimliklerin, hatta varoluşun kendisinin bile bir konukluk olduğunu kabullenememektir bunca acının nedeni.'' (Sayfa: 144)
*
YALINAYAK ZAMAN:
*
Ağacın içindeki öze, sonsuzluğa bakmak:
*
''Ağaçlara da, çocuklara da kimse büyümeyi öğretmez, kendi kendilerine büyürler.'' (Sayfa: 155)
*
PARMAK İZLERİ
*
YAZMAK BİR AYİN:
*
''Bugün, yazmak bir ayin diyebiliyorum en fazla, belki yaşamadan çok bir ölme ayini, hayatla ölümün bir ve ayrı olduğunu anlamak için katıldığımız bir ayin. Sözcüklerin bize yalnızca ödünç verildiği bir ayin'' (Sayfa: 162)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...