23 Haziran 2022 Perşembe

André Aciman - Adınla Çağır Beni (Türkçesi: Süha Sertabiboğlu)


"Birisinin hoşçakal demek için "daha sonra" sözcüklerini kullandığını hiç duymamıştım. Kaba, ters ve dışlayıcı bir etkisi var; sizi tekrar görmeyi ya da sesinizi duyup duymamayı hiç umursamayan birinin gizlenmiş kayıtsızlığıyla söylenmiş sanki." (Sayfa: 9)

*
"O gözlere asla uzun süre bakamazdınız ama niçin bakamadığınızı anlamak için bakmaya devam etmeniz gerekirdi." (Sayfa: 15)
*
"Biz tek bir çalgı için yazılmamışız; ne ben, ne de sen." (Sayfa: 18)
*
"Herkesin içini okuyordu, fakat onların içini net olarak okumasının nedeni, insanlarda baktığı ilk şeyin, kendisinde gördüğü ve başkalarının görmesini istemeyeceği şey olmasıydı." (Sayfa: 26)
*
"Bir insan başkasının düşünme tarzını, kendisi de zaten aynı düşünme tarzının aşinası değilse, nasıl sezebilir.?" (Sayfa: 27)
*
''Yapmam gereken tek şey, içimdeki mutluluk kaynağını bulmak ve bir dahaki sefere, onu tedarik etmek için başkasına muhtaç olmamaktı.'' (..)
''Sen benim vatana dönüşümsün. Seninle birlikteyken ve biz beraberken isteyeceğim başka hiçbir şey yok. Sen beni kimsem o, yani sen benimleyken olduğum kişi yapıyorsun..'' (..) ''Onun bir sözcüğüyle böylesine mutlu, başka bir sözcüğüyle de aynı şekilde kolayca perişan oluyorsam ve mutsuz olmak istemiyorsam, böyle küçük sevinçlerden sakınmayı öğrenmem gerektiğini hiç düşünmemiştim.'' (Sayfa: 54)
*
''Söylemek mi daha iyi, ölmek mi.?'' (Sayfa: 68)
*
''Ben buraya, bilinen dünyadan kaçmak ve kendi yarattığım, başka bir dünyayı bulmak için geliyordum.'' (..) ''-gözlerimi kaçırırdım, çünkü onun gözlerinin güzel, berrak gölünde davet edilmeden yüzmek istemiyordum-'' (Sayfa: 81)
*
''Kitap okuyanlar gizlenen insanlardır. Kim olduklarını gizlerler.'' (Sayfa: 118)
*
''..''Adınla çağır beni, ben de seni benimkiyle,'' dedi ki hayatım boyunca böyle bir şeyi hiç yapmamıştım ve kendi adımı sanki onun adıymış gibi söyler söylemez, hayatımda daha önce hiç paylaşmadığım ve sonrasında da paylaşmayacağım bir diyara götürdü beni bu.'' (Sayfa: 136)
*
''O benim kendime giden gizli kanalımdı; kim isek o haline gelmemizi sağlayan bir katalizör, hep doğru itkiler gönderen bir yabancı cisim, kalp pili, aşı kalemi, yama, bir askerin kemiğini bir arada tutan çelik çivi, Bizi nakilden öncekinden daha çok biz yapan, başka bir adamın kalbi gibi.'' (Sayfa: 145)
*
''Guido, diyorum ki bir gün Lapo, sen ve ben
Binelim kapıldığımız dehşetli bir büyüyle
Sihirli bir gemiye ve uçsun büyülü yelken
İstediği rüzgârla, düşüncemizin peşinde.''
*
Dante, İnferno'nun on beşinci kıtası (Sayfa: 174)
*
''..ister beğenin ister beğenmeyin, iş duygulara gelince, bütün insanlar aynı hayvani dili konuşur.'' (Sayfa: 189)


''Şimdi, yılların ötesinden, Napoliten şarkının bu sözlerini gün doğmak üzereyken söyleyen ve Roma'nın karanlık sokaklarında birbirlerine sarılıp tekrar tekrar öpüşürlerken, ikisi de bunun sevişecekleri son gece olacağını fark etmeyen iki gencin sesini duyar gibiyim.'' (Sayfa: 206)
*
''Kimse bir ada değildir, kendini başkalarına kapatamazsın, insanın insana ihtiyacı vardır..'' (Sayfa: 220)
*
''Emily Bronte'nin sözlerini düşünüyordum: Çünkü, ''o benden daha çok bendir.''..'' (Sayfa: 221)
*
''Güzel bir arkadaşlık yaşadın. Belki arkadaşlıktan da öte bir şey. Ve sana imreniyorum. Benim yerimde olsa babaların çoğu her şeyin geçip gitmesini diler yahut oğulları tekrar ayaklarının üzerine basar hale gelsin diye dua eder. Ama ben öyle bir baba değilim. Acın varsa tedavi et ve bir alev varsa üfleyip de söndürme, ona karşı sert davranma. Geri çekilmek, geceleri uykumuzu kaçırırsa korkunç bir şeydir, başkalarının bizi, unutulmak istemeyeceğimiz kadar kısa bir sürede unuttuğunu görmek de bunun kadar kötüdür. Biz olsak yapacağımızdan daha hızlı yapılan şeylerin ardından iyileşmek için kendimizden öyle çok şeyi fırlatıp atıyoruz ki, otuz yaşında iflas ediyoruz ve yeni birisiyle başladığımızda verecek pek bir şeyimiz kalmıyor. Ama bir şey hissetmemek için hiçbir şey hissetmemek.. yazık.!'' (..)
''Hayatını nasıl yaşayacağın sadece seni ilgilendirir. Fakat unutma, yüreklerimiz ve bedenlerimiz bize sadece bir kez için verilmiştir. Çoğumuz ister istemez, sanki yaşanacak iki hayatımız varmış, birisi taslak, öteki mükemmel versiyonmuş ve ikisinin arasında bir sürü versiyonlar varmış gibi yaşarız. Ama sadece bir tane vardır, sen bunu anlayamadan yüreğin yıpranır ve vücuduna gelince, ona bakacak pek kimsenin kalmayacağı, yaklaşmak isteyenin hiç olmadığı bir noktaya varırsın. Şimdi keder var. Ben acıya imrenmem. Ama senin acına imreniyorum.'' (Sayfa: 221- 222)
*
''..birden anladım ki bunun için gelmiştim buraya ben, ona, ''Öleceğim zaman elveda demek istediğim tek kişi sensin,'' demek için..'' (Sayfa: 238)
*
''..''Cor cordium'', yüreklerin yüreği; hayatım boyunca kimseye bundan daha doğru bir şey söylemedim.'' (Sayfa: 239)
*
''Biz yıldızları bulmuştuk, senle ben. Ve bu, sadece bir kez verilmişti bize.'' (Sayfa: 241)
*
''Adınla Çağır Beni''

14 Haziran 2022 Salı

Mehmed Uzun - Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık (Kürtçeden Çeviren: Muhsin Kızılkaya)


Gılgamış, insan-akrebin dediğini yaptı; güneş yolunu, güneşin doğuş yönünde dağdan geçerek izlemeye koyuldu. Bir fersah yol alınca, çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Işık yoktu, Gılgamış, önünü ardını göremiyordu. İki fersah yol alınca, çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Işık yoktu; Gılgamış önünü ardını göremiyordu. Üç fersah yol alınca, çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Işık yoktu, Gılgamış önünü ardını göremiyordu. Dört fersah yol alınca, çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Işık yoktu; Gılgamış önünü ardını göremiyordu. Beş fersah yol alınca, çevresini saran karanlık yoğunlaştı. Işık yoktu; Gılgamış önünü ardını göremiyordu. Altı fersah yol alınca, karanlık yine yoğunlaştı. Ne önünü ne ardını görebildi. Altı fersah yol alınca, karanlık yine yoğunlaştı. Ne önünü ardını görebildi. Sekiz fersah yol alınca, Gılgamış acı acı haykırdı; ne önünü, ne ardını görebiliyordu. Dokuzuncu fersahtan sonra kuzey rüzgarının esintisini yüzünde duydu; ama karanlık yoğundu, önü de ardı da görünmüyordu. Onuncu fersahtan sonra artık yolun sonuna gelmişti. On birinci fersahtan sonra, şafağın ışıkları belirdi. Ve on ikinci fersahın sonunda, güneş ışınları sel gibi aktı.”

*
GILGAMIŞ DESTANI (Sayfa: 7)
*
"Hiçbir şeyden haberi olmayan çocuklar ise ağlıyor. Ülke, toprak, göç, zaman, devran nedir bilmeyen çocuklar, bu büyük göçte çocukluklarını elden bırakmıyorlar." (Sayfa: 31) * "..bu toprakların gerçek sahibi umutluydu. Toprak onlarındı, atalarından kalmıştı. Ataları burada hayata gözlerini açmış, yine burada yaşama veda etmişlerdi. Yetmiş yedi göbek bu toprakların sahibi onlardı." (Sayfa: 32) * "Attıkları ilk adım, kanlı bir adımdı. Sonrakiler de kanla devam etti. Bütün muhaliflerin sesini kıstılar, muhalif teşkilatları lağvettiler; bu teşkilatların on altı liderini idam ettiler. Geride kalanları hapishaneye attılar. Grevi, lokavtı, her türlü yürüyüşü yasakladılar. Birçok gazete kapattılar, sakıncalı gördükleri kitapları, dergileri yasakladılar. (Yalnızca kendilerine methiye düzenlere izin verdiler.) Bütün ülkeyi, ilan ettikleri sıkıyönetimin demirden postalları altında inim inim inlettiler. Bugün herkes, generallerin koyduğu kurallara göre yaşamak, hattâ yemek yemek, oturup kalkmak, konuşmak, düşünmek zorunda." (Sayfa: 54) * "..zaten hayat da uyum ve uyumsuzluklar arasında gidip gelen bir salıncak değil miydi.? Önemli olan sevgi, kalıcı olan aşktı. Aşk en paslı kilidi bile açacak güçteydi. Aşk her şeye muktedirdi." (Sayfa: 97) * "Ezik kadınların yalvaran bakışları, baskı altında sıkışmış erkeklerin alınlarında biriken ter damlaları, acılı çocukların yanaklarından süzülen gözyaşları, yaşlı adamların gırtlaklarından çıkan stran'ların kırık nağmeleri, çaresiz kitleleri harekete geçiren söylentiler ve direnmeye ahdetmiş insanların haykırışları, çağrıları niçin onları bu kadar etkiliyor, yüreklerini burkuyor.?" (Sayfa: 98-99) * "Ütopyalar, düşler için de önce hayat lâzım. O nasıl bir edebiyattır ki, içinde hayat yok, ruhsuz, kansız.? Edebiyat nedir.? Eğer edebiyat hayat ve aydınlığın türküsünü okumayacaksa edebiyatın anlamı kalır mı.? Eğer edebiyat hayatı anlatmayacaksa anlamı var mı edebiyatın.?" (Sayfa: 144) * "Roman aydınlığı anlatmalı. Çünkü hayat zaten karanlık.. Aydınlık ve karanlık, işte bütün edebiyat tarihine damgasını vurmuş iki ana tema. Gılgamış destanını bilirsiniz muhakkak.?" (Sayfa: 149) * "Eğer edebiyatın üstündeki kabuğu soyup çekirdeğine ulaşırsanız, orada başarılı bir edebiyat yapıtının temel sorunu olan aydınlıkla karanlığı görürsünüz. Gılgamış'tan bugüne bu sorun hiç değişmedi." (Sayfa: 150) * "Ölüm hiçbir zaman çare değil. Yokoluştur ölüm, yok olmak ne zaman çare oldu ki.? Tek çare hayattır, en kötüsü, en çaresizi bile çaredir unutma. Çünkü umut vardır hayatta, her koşulda hayat umut taşır içinde." (Sayfa: 160) * "..en kötü düşman tabiat değil, insandır unutma. İnsanın en zorlu düşmanı yine insandır." (Sayfa: 207) * "..yiğitler, yol gösterenler aya benzer, önce büyür, her yeri ışığa boğar, sonra kaybolup giderler." (Sayfa: 274) * "Bakışlar, iç kıpırtılarının, duyguların dili, yüreğin konuşması, ruhun dile gelmesi, başka bir insanı tanımanın yolu.. Bakışlar, birbirine değen yüreklerin şimşek gibi çakması.." (Sayfa: 275) * "..Kevok, hiç beklenmeyen bir şey söylüyor, "Varlığımızı niçin kabul etmiyorsunuz.? Bizi niçin rahat bırakmıyorsunuz, neden hep bizi değiştirmek istiyorsunuz.?" Baz gülüyor, "Kızım, hani seninle anlaşmıştık, hani biz siz yoktu. Sadece biz varız, siz de biziz, biz de biziz, öyle değil mi.?" "Ama.." diyor Kevok, konuştuğuna pişman olmuş, "bu ülkenin insanları nasılsalar öyle kalmak istiyorlar, öyle yaşamak istiyorlar. Çok şey mi istiyorlar.?" (Sayfa: 287) * "Kevok yerinden kalkmaya cesaret edemiyor. Fransız kadın öğretmenleri soru dolu gözlerle onlara bakıyor, yanlarına gelip duruyor. Arkadaşı başıyla Kevok'u göstererek gülümsüyor ve öğretmene, "reglés" diyor ve ardından "minstruation, menstrue" diye ekliyor. Mavi gözlü, uzun saçlı, yaşı bir hayli geçkin olan öğretmen gülümsüyor ve Kevok'u şefkatle kucaklıyor. "Mon pétite fille.." diyor, "akan bir hayat pınarına dönüşüyorsun, hayata kaynaklık edeceksin. Hayırlı olsun.".." (Sayfa: 291) * "Uyku, niçin böyle bir oyun oynuyor, niçin eli kanlı katillerle masumları, suçlularla mazlumların yüzünü aynı biçime sokuyor, hepsini sakinleştiriyor, hepsine dingin bir ifade takıyor.?" (Sayfa: 293) * "Birbirine çok zıt olan duygular bile birbirine çok yakındır." (Sayfa: 302) * "Aşk nedir, nefret nedir, gece ve gündüz nedir, karanlık ve aydınlık nedir.? Biri olmadan diğeri olabilir mi.? Ben sana söyleyeyim, nefret ve aşk, gece ve gündüz, karanlık ve aydınlık ikizdir. Aralarındaki mesafe kıl payı kadardır. Saçının teli kadar yani." (Sayfa: 303)
*
''Çünkü aşk bir rüyadır, bir hayaldir,'' diyor Mader (..) ''Çünkü aşk çaresiz, sıkışmış insanların gördüğü bir rüyadır; çaresizlerin hayalidir. Çünkü aşk, yoldan sapmış insanların önüne çıkan bilmedikleri yeni bir yoldur. Hiç bilmediğim, ama çok duyduğum o ülke, çaresizlerin ülkesidir. Gördükleri rüyalar, kurdukları hayaller bu tür yerlerde yaşayan insanların suyu, ekmeğidir. Çünkü o insanların hayatlarını sürdürebilmeleri için, aydınlık yeni yolların hayallerini kurmaları lazım. Sen de artık farkına varmadan o ülke insanlarından biri haline geldin. Dünya böyle işte oğlum, zorla değil, yolla, yordamla..'' (Sayfa: 303)
*
"..bildiğim tek şey dünya zorla değil yolla düzene giriyor. Zor hiçbir zaman yolun yerini tutamaz benim sevgili, benim bilgili oğlum. Söyle bakalım bana, zor kullanarak şiddetli esen bir rüzgârın yönünü değiştirebilir misin.? Geceyi gündüze dönüştürebilir misin.? Ayı, güneş yapabilir misin.? İnsanların ruhu da böyledir. İnsan ruhu zorla terbiye edilmez." (Sayfa: 304)
*
"Çünkü senin böyle bir hastalığa ihtiyacın vardı. Çünkü ancak böyle bir hastalık, karanlıklar içindeki insan ruhunu aydınlığa çıkarabilir. Çünkü senin için şimdiye kadar insanlar insan değildi, karın, çocukların, ben de dahil, senin için birer araçtık, senin içinde bulunduğun, hizmet ettiğin o büyük sistemin bir aracı. Çünkü seni tanıdığımdan beri, sen hiçbir zaman insanların duygularını, yüreklerinin içini görmedin, aldırış etmedin ve en kötüsü bunları görmek için çaba da harcamadın. Ama şimdi artık bunları göreceksin. Çünkü aşk hastalığına tutuluyorsun, bu ateş duygusal bir ateştir, insanidir. Artık bugünden sonra insanları göreceksin, onları düşüneceksin, kafa yoracaksın onlara. Çünkü aşk, insani bir hastalıktır, insanı insan yapar.." (Sayfa: 304-305)
*
"İnançları farklı, dilleri farklı, kimlikleri farklı diye insanlar birbirine düşman olmamalı. İnsan bir kimliğe, bir dine, bir dile sahip olarak dünyaya geliyor ve bunlarla büyüyüp yaşıyor. Bunda insanın günahı, suçu ne.?" (Sayfa: 317)
*
"Yaşamak için adım atmak lazım, hep yenilenmek lazım, yeni bir hayat yaşamak için değişmek lazım. Biraz cesaret, biraz çaba, biraz da yiğitlik lazım. Korkaklar yeni adımlar atamaz, onlar kendilerini korkunun ve utancın paslı zincirlerinden kurtaramazlar. Korkan bir yürek, hiçbir zaman emeline ulaşamaz." (Sayfa: 324)

12 Haziran 2022 Pazar

Friedrich Nietzsche - Deccal (Çeviri: Oruç Aruoba)

 

Metin Üzerine Not
*
Burada sunulan çeviri, Nietzsche'nin yayına hazır kitap tasarısı olarak tamamlayıp 30 Eylül 1888 tarihini ve Antichrist: Fluch auf das Christenthum başlığını attığı metnin, 1961'de (Podach) ve 1969'da (KGW), elyazmasına dayanılarak gerçekleştirilen güvenilir basımlarından yapılmış çevirisidir. Kitap, bu basımlardan önce, çeşitli nedenlerle çeşitli metinsel bozukluklar içerir biçimde yayınlandığından, önceki yayınlamış biçimleri burada hesaba katılmamıştır.
Metin ve yayınlanmasının tarihiyle ilgili bazı noktalar ve kaynakların gönderileri, Çevirenin Notları'na konmuştur. Aynı şekilde, Türkçe okuyan için metinde karanlık kalabilecek bazı konular ve deyimlerle ilgili Açıklamalar ile metinde yabancı dillerde bırakılan yerlerin anlamları, cildin sonundaki Notlar'a, bölüm sayısı belirtilerek eklenmiştir.
*
Oruç Aruoba, İstanbul, Şubat 1986 (Sayfa: 7)
*
Önsöz
*
''Bu kitap en azlarındır. Belki de onlardan hiçbiri yaşamıyor daha. Onlar benim Zerdüşt'ümü anlayanlar olacaklar: kendimi daha bugünden işitilecek kulaklar bulanlarla nasıl karıştırabilirdim ki.? Ancak öbür gündür benim olan. Kimileri öldükten sonra doğar.
Kişinin beni anlamasının, hem de zorunlukla anlamasının koşulları -bunları pek iyi bilirim. Benim yalnızca içtenliğime, tutkuma dayanabilmek için, düşünsel konularda katılık kertesinde dürüst olması gerekir kişinin. Dağlarda yaşamaya alışkın olması gerekir - çağın siyasetinin ve halkların çıkarcılıklarının sefil gevezeliğini kendi altında görmeye. Aldırmaz olmuş olması gerekir, hiç sormaması gerekir, doğruluk yararlı mıdır diye, bir kötü kader olup çıkar mı diye..
Bugün kimsenin sorma yürekliliğini göstermediği sorulara sertliğin verdiği yatkınlık; yasaklanmış olana yüreklilik; labirente önceden-belirlenmişlik.. Yedi yalnızlıkta edinilmiş bir deneyim. Yeni bir müzik için yeni kulaklar. En uzaklar için yeni gözler. Şimdiye dek sağır kalınmış doğrular için yeni bir vicdan. Ve yüce üslubun iktisat sistemi: gücünü, heyecanlanmalarını derli toplu tutmak.. Kendi kendine saygı; kendi kendine sevgi; kendi kendisi karşısında koşulsuz bir özgürlük..
İşte.! Bunlardır benim okurlarım ancak, benim sahici okurlarım, benim önceden belirlenmiş okurlarım: geri kalan neye yarar ki - geri kalan insanlıktır yalnızca. Kişinin gücüyle, ruhunun yüksekliğiyle insanlığa tepeden bakması gerekir - horgörüsüyle..
*
Friedrich Nietzsche (Sayfa: 13-14)


''Mutluluğu keşfettik biz, yolu biliyoruz artık, binlerce yılın labirentinden çıkışı bulduk. Başka kim bulabilirdi ki bu çıkışı.? - Modern insan mı.? - ''Ne ettiğimi bilmiyorum; ne ettiğini bilmeyen her şeyim ben,'' diye iç geçirir modern insan.. Bu modernlikti bizi hasta eden - tembel barışlar, korkak tavizler, modern Evet ve Hayır'ın bütün erdemli kirliliği. Her şeyi ''kavradığından'' dolayı her şeyi ''bağışlayan'' bu hoşgörü, bu manda yüreklilik, bizim için scirocco'dur.'' (Sayfa: 15)
*
''Yozlaşmışlıktan anladığım, sanırım şimdiden sezinlendi, decadence anlamında: savım da, insanlığın bugün kendi en üst istenebilirliklerini bir araya topladığı değerlerin hepsinin decadence değerleri olduğu.
Bir canlıya, bir türe, bir bireye, içgüdülerini yitirmişse, kendisine zararlı olanı seçiyor, yeğliyorsa, yozlaşmış derim. ''Yüce duygular''ın, ''insanlık idealleri''nin bir tarihi -olası ki bu tarihi anlatmak da bana düşecek- insanın neden böylesine yozlaştığının açıklaması olurdu neredeyse.
Yaşamın kendisiydi benim için büyümenin, dayanıklığın, kuvvetlerin birikmesinin içgüdüsü, gücün içgüdüsü: güç isteminin eksik olduğu yerde düşüş vardır. Savım, insanlığın bütün en üst değerlerinde bu istemin eksik olduğudur -en kutsal adlara bürünerek egemenliği elinde tutanların düşüş değerleri, nihilistik değerler olduğu.'' (Sayfa: 18)
*
''-acıma nihilizmin pratiğidir. (..) -acıma, hiçliğe inandırır.! ''Hiçlik'' denmez tabii buna: ''Öte'' denir, ya da ''Tanrı'', ya da ''Hakiki hayat'' denir, ya da Nirvana, Kurtuluş, Kutsanmışlık.. Dinsel-ahlaksal idiosynkrasi alanından edinilme bu masum retorik, burada hangi eğilimin derin sözcüklerin kılığına büründüğü kavranınca, hemen çok daha az masum görünmeye başlar: yaşam düşmanı eğilimdir bu.''
*
İdiosynkrasi: (Yun.) Belirli türden (o kişiye özel) alerji, aşırı uyarılabilirlik durumları; buna bağlı olarak bireysel, anlamı ''kapalı tutan'' konuşma biçimi. (Sayfa: 19)
*
''Saf tin, safi yalandır.. Rahip, yaşamın bu meslekten yoksayıcısı, yalanlayıcısı, zehirleyicisi, yüksek bir insan türü sayıldığı sürece, doğru nedir sorusuna hiçbir yanıt bulunamaz. Hiçin ve olumsuzlamanın bu bilinçli avukatı, ''Hakikat''in sözcüsü yerine konduğunda, doğru zaten tepesi üstüne çevrilmiştir.'' (Sayfa: 20-21)
*
''Tanrıbilimciler hükümdarların (ya da halkların) ''vicdan''ları yoluyla güce el attıkları zaman da, temelde hep neyin olup bittiğinden kuşkumuz olmaz: Son istemi, nihilistik istem, gücü istemektir..'' (Sayfa: 21)
*
Kant için:
*
''- Yaşam içgüdüsüyle yapılan bir eylem, bu eylemin yapılmasıyla duyulan hazda, doğru, haklı, yerinde bir eylem olduğunun kanıtını bulur: o Hıristiyan-dogmatik barsaklı nihilistin hazdan anladığı ise bir yergidir.. İç zorunluk olmaksızın, derin bir kişisel-özel seçim olmaksızın, zorunluk olmaksızın, ''ödev''in otomatı olarak çalışmak, düşünmek, duymak kadar hızla yıkan başka ne olabilir.? Bu tam da decadence'ın reçetesidir, hatta budalalığın reçetesi..'' (Sayfa: 23)
*
''Akıllandık artık. Her bakımdan daha alçakgönüllü olduk. İnsanı artık ''tin''den, ''tanrısallık''tan türetmiyoruz. Onu hayvanların arasındaki yerine geri koyduk. En güçlü hayvandır o bizim için, çünkü en kurnazıdır: bunun bir sonucudur tinselliği. Öte yandan, burada da dile gelmek isteyen bir kendini beğenmişlikten koruyoruz kendimizi: sanki insan, hayvanların gelişmesinin büyük art niyetiymiş gibi. Hiç de yaratıcının tacı değildir o; her varlık, onun yanında, eşit bir yetkinlik basamağında durur.. Bunu savlamakla da çok şey savlamış oluyoruz: İnsan, göreceli olarak, en bozuk yapılı hayvan, en hastalıklı hayvandır, içgüdülerinden en tehlikeli biçimde uzaklaşmış olan hayvan -tabii, bütün bunlarla, aynı zamanda hayvanların en ilginci.'' (Sayfa: 25)
*
''Kişinin iyi olan tanrı kadar kötü olana da gereksinimi vardır: kişi kendi varoluşunu yalnızca hoşgörüye, insancıllığa borçlu değildir ki.. Öfkeyi, öcü, kıskançlığı, alayı, kurnazlığı, şiddeti tanımayan bir tanrı neye yarardı ki.? Daha zafer kazanmanın ve yıkımın gerektirdiği çabalamanın baştan çıkarıcı zorluğunu bile tanımayan bir tanrı.? Kişi böyle bir tanrıyı anlamazdı bile: ona niye sahip olsundu ki.? -Ama tabii, bir halk batmaktayken; geleceğe olan inancının, özgürlük umudunun hepten yitmekte olduğunu duyarken; boyun eğmek en yararlı şey olarak, boyun eğmişin erdemleri ayakta durmasının koşulları olarak bilincine yerleşmekteyken, o zaman tanrısının da değişmesi zorunludur. Şimdi bir ödlek haline gelir o da, ürkek, alçakgönüllü olur, ''ruh barışı'' salık verir, nefretten uzaklaşma, hoşgörü, dostu da düşmanı da ''sevme'' çağrısında bulunur. Sürekli ahlaksallık dağıtmaya başlar, her özel erdemin inine girer sürüne sürüne, herkesin tanrısı haline gelir, kozmopolit olur.. Eskiden bir halkı, bir halkın güçlülüğünü, bir halkın ruhunda saldırgan ve güce susamış ne varsa onları temsil ediyordu: şimdi ise iyi bir tanrıdan başka bir şey değil.. Gerçekten de tanrıların başka seçenekleri yok: ya güç istemidirler -öyle oldukları sürece de halk tanrıları olurlar- ya da gücün güçsüzlüğüdürler -o zaman da zorunlu olarak iyi hale gelirler..'' (Sayfa: 28)
*
''Budizm, bir daha söylersek, yüz kez daha soğukkanlı, dürüst, nesneldir. Acısını, acı duyabilirliğini, kendi kendine, günah yorumu yoluyla saygıdeğer kılmak zorunda değildir artık -düşündüğünü açıkça söyler: ''acı çekiyorum''. Barbarlar için ise acı kendi başına saygıdeğer bir şey değildir: acı çektiğini kendi kendine kabul ettirebilmek için önce bir yorum gerekser (içgüdüsü daha çok acıyı yadsımaya, ona sessizce katlanmaya yöneliktir). Burada ''şeytan'' sözcüğü bir rahatlamadır: kişinin son derece güçlü ve korkunç bir düşmanı vardır -böyle bir düşmandan dolayı çektiği acıdan da utanması gerekmez.'' (Sayfa: 35)
*
''Sevgi insanın şeyleri en olmadıkları gibi gördüğü durumdur. Sanrı gücü en yüksek noktasındadır, aynı zamanda tatlılaştırıcı, ferahlatıcı güç de. Kişi sevgi içindeyken, başka zamanlarda dayanabileceğinden çok daha fazlasına dayanır, her şeye katlanır. İş sevgi duyurabilecek bir din icat etmekteydi: böylelikle kişi yaşamın fenalıklarının ötesine geçebilirdi -artık görmezdi bile onları.'' (Sayfa: 36)
*
''Decadence, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta güce ulaşmaya çalışan insan türü, bu rahipçe tür için yalnızca bir araçtır: bu insan türünün yaşamsal çıkarı, insanlığı hasta kılmaktı ve ''iyi'' ile ''kötü'', ''doğru'' ve ''yanlış'' kavramlarını, yaşam için tehlikeli ve dünyayı karalayıcı bir anlamda çevirmekte yatıyordu.'' (Sayfa: 38)
*
''İsrael tarihinin güçlü, son derece özgür nitelikli kişiliklerini, gereksinime göre, zavallı korkak ikiyüzlüler haline, ya da ''tanrısızlar'' haline sokmuşlar, her büyük olayın psikolojisini, budalaca ''tanrıya itaat ya da itaatsizlik'' formülüne indirgemişlerdir. Bir adım daha: ''Tanrının iradesi''nin, yani rahibin gücünün korunma koşullarının tanınması gerekir -bu amaç için de bir ''vahiy'' gereklidir. Çevirirsek: büyük bir yazınsal kalpazanlık gereklidir, bir ''Kutsal Kitap'' keşfedilecektir -bütün ruhani törensellikle uzun ''günah'' dönemi için pişmanlık günleri ve sefalet çığırtkanlığıyla da kamuya tanıtılacaktır bu ''Kitap'' -''Tanrının İradesi'' çoktan bellidir aslında: bütün bozukluk, insanların ''Kutsal Kitap''a yabancılaşmış olmasındandır.. Daha Musa'ya bile inmişti ''Tanrının İradesi''.. Ne olmuştu.? Rahip, kesinlikle, en küçük kılları kırka yararak, kendisine verilecek en büyük ve en küçük vergilere varasıya (en leziz et parçasını da unutmadan, çünkü rahip beefsteak (biftek) tıkınır), tek bir seferde formüle etmişti neyi elde etmek istediğini. ''Tanrının İradesi''nin ne olduğunu..'' (Sayfa: 41)
*
''..''tanrıyla barışmanın yolu'', bilindiği gibi, rahibe boyun eğmenin daha da temelden sağlanmasının yoludur: ancak rahip ''kurtarabilir''.. Psikolojik olarak hesaplanınca, rahipler çevresinde örgütlenmiş her toplumda, ''günahlar'' olmadan edilemez: onlar gücün sahici tutamaklarıdır; rahip günahlar sayesinde yaşar, ''günah işlenmesi'' bir gerekliliktir onun için.. Baş ilke: ''Kim ki nedamet getirir, Tanrı onu affeder.'' Çevirirsek: Kim ki rahibe boyun eğer.'' (Sayfa: 42)
*
''Peygamber, Messias, geleceğin yargıcı, ahlak hocası, mucizeler yaratıcısı, Vaftizci Yahya -hepsi bu tipi yanlış anlamanın yolları.. Sonunda da her büyük, yani tarikat kurucu yüceltmenin kendine özgünlüğünü de yabana atmayalım: böyle bir yüceltme, yücelttiği varlığın özgün ve çoğunlukla garip gelen yabancı çizgilerini, acayipliklerini silip yok eder -onun kendisini görmez. Ne yazık ki decadent'lerin bu en ilgincinin yakınında bir Dostoyevski yaşamamış; yani böylesine bir derinlik, hastalık ve çocukluk karışımının tam da en sürükleyicisinin çekiciliğini duyabilecek biri.'' (Sayfa: 47)
*
''Biliyoruz, vicdanımız biliyor bugün, rahiplerin ve Kilise'nin bu korkunç buluşlarının değerinin ne olduğunu, neye yaradıklarını, insanlığın iğrenç bir görünüm kazanabilmesine yol açan bu kendini aşağılama durumuna ulaşılmasını nasıl sağladıklarını - ''öte dünya'', ''yargı günü'', ''ruhun ölümsüzlüğü'' kavramları, ''ruh'' kavramının kendisi: bunlar rahibin egemen olmasına, egemen kalmasına yarayan işkence aletleridir, acımasızlık düzenekleridir.. Herkes biliyor bunları: ve gene de her şey eskisi gibi duruyor. Aslında son derece soğuk, kolay etkilenmeyen bir insan türü, ve sapına kadar eylem deccalleri olan devlet adamlarımız bile kendilerini Hıristiyan diye niteleyip Akşamyemeği ayinlerine giderken, son dürüstlük duygusu, kendi kendine saygı duygusu nereye gitti.?'' (Sayfa: 55)
*
''Nasıl da tek bir vuruşta sonu gelmişti Evangelium'un.! Suça karşılık kurban düşüncesi, hem de en iğrenç, en barbarca biçimiyle: suçlunun günahları için suçsuzun kurban edilmesi.!'' (Sayfa: 59)
*
''Bu küçük adamların kafalarına taktıklarından, Usta'larının ağzına soktuklarından bir-iki örnek veriyorum: hepsi de ''güzel ruhlar''ın itirafları: (Sayfa: 65)
*
''Doğrusu size derim: Burada duranlardan bazıları vardır ki, Allah'ın melekûtunun kudretle geldiğini görmeden, ölümü hiç tatmayacaktır.'' (Markos 9,1)
*
İyi yalan salladın, Aslan.'' (Sayfa: 66)
*
''Paulus ''dünya bilgeliğini'' rezil-rüsva etmek istemektedir: düşmanları, İskenderiye'de yetişmiş iyi filolog ve hekimlerdir -onlara savaş açar. Sahiden de kişi filolog ve hekim olup da aynı zamanda Deccal olmadan edemiyor. Çünkü filolog olarak ''kutsal kitaplar''ın ardına bakıyor, hekim olarak da tipik Hıristiyanın fizyolojik çarpıklığının ardına.. Hekim ''iflah olmaz'' diyor, filolog da ''düzenbazlık''..'' (Sayfa: 71)
*
''Yaşlı tanrı, tümüyle ''tin'', tümüyle yüce rahip, tümüyle yetkin, bahçesinde zevk-ü sefa gezisindedir: ama canı sıkılıyordur. Can sıkıntısıyla tanrılar bile baş edemez. Ne yapsın.? İnsan icat eder -insan eğlendiricidir.. Ama gelin görün ki bu kez de insanın canı sıkılmaya başlar. Tanrı bütün cennetlerin tek derdi konusunda son derece anlayışlıdır: hemen başka hayvanlar yaratır. Tanrının ilk hatası: İnsan için hayvanlar eğlendirici değildir -onlar üzerinde egemenlik kurar, kendisi ''hayvan'' olmaya yanaşmaz. -O zaman da tanrı kadını yaratır. Ve sahiden de, işte, artık can sıkıntısının sonu gelmiştir -ama başka şeylerin sonuyla birlikte.! Kadın, tanrının ikinci hatasıdır. -''Kadın, özü bakımından, yılandır; Heva'dır'' -bunu her rahip bilir, ''dünyadaki bütün belalar kadından gelir'' -bunu da bilir her rahip. ''Demek ki bilim de ondan gelir''.. İlkin kadından öğrenir insan, Bilgi Ağacı'nın meyvesinin tadını -Ne olmuştur.? Yaşlı tanrıyı bir cehennem korkusu sarar. İnsanın kendisi onun en büyük hatası olmuştur; kendine bir rakip yaratmıştır; bilim tanrısallaştırır -insan bilimsel hale gelince, rahiplerin ve tanrıların sonu gelir.!'' (Sayfa: 71-72)
*
''Suç ve ödek kavramı, bütün ''ahlaksal dünya düzeni'', bilime karşı icat edilmiştir..'' (Sayfa: 72)
*
''..''Doğruluk'', bu sözcüğün, her peygamberin, her mezhepçinin, her özgür tinlinin, her sosyalistin, her kilise adamının anladığı anlamıyla, küçük, en küçük bir doğrunun bulunması için bile gerekli tinsel yetişme ve kendini aşmanın daha başlangıcında olunmadığının tam bir kanıtıdır. -Şehit olarak ölmek, arada söyleyelim, tarih için büyük bir şanssızlık olmuştur: bu baştan çıkarmıştır.. Bütün ahmakların, bu arada kadınların ve halkın da çıkardığı sonuç; birisi onun uğruna öldü diye (ya da, hatta ilk Hıristiyanlıktaki gibi ölüme susamışlık salgınları yarattı diye) bir konunun öneminin ortaya çıktığı sonucu; bu sonuç, incelenmeye, inceleyici ve dikkatli tine, ölçülmez derecede ket vurmuştur. Şehitler doğruluğa zarar vermişlerdir.. Bugün bile, en sıradan tarikatçılığın saygın bir san elde etmesi için tek bir kaba kovuşturmaya uğraması yetiyor. -Ne yani.? Birisi onun için yaşamı terk ediyor diye, bir şeyin değerinde bir değişiklik mi meydana geliyor.? -Saygın hale gelmiş bir yanılgı, bir ek ayartıcı etki kazanmış bir yanılgıdır: sanıyor musunuz ki, siz Tanrıbilimci Efendiler, yalanlarınız için şehitler yaratmanıza izin vereceğiz.?'' (Sayfa: 79-80)
*
''Bugün bile kadınlar bir yanılgının önünde diz çöküyorlar, çünkü birisi onlara birisinin bunun için çarmıhta öldüğünü söylemiş. Ya peki çarmıh bir kanıtlama mıdır.?
- Bu konuda ise tek biri var, bütün bu konularda asıl sözü söyleyen, binlerce yıldır söylenmesi gerekli sözleri söyleyen: Zerdüşt.
*
Kanla işaretler yazarlar yürüdükleri yolda, ahmaklıkları da onlara öğretir ki, kişi kanla hakikati kanıtlar.
Oysa kan en kötü tanığıdır hakikatin; kan en saf öğretiyi bile zehirler, yürek çılgınlığına, yürek nefretine dönüştürür.
Ve birisi öğretisi için ateşin içinden geçse -neyi kanıtlar ki bu.? Çok daha önemlisi, kendi yangınından kendi öğretisinin çıkması.''
*
Zerdüşt gönderisi, ''Rahipler Üzerine'' adlı bölümden (II. Kısım, 4. Bölüm) (Sayfa: 80)
*
''Bir tin büyük şeyler istiyorsa, bunlara ulaşmanın yolunu da istiyorsa, zorunlu olarak kuşkucudur. Her türlü kanıdan bağımsız, güçlülüğe aittir, özgürce görebilmeye..'' (Sayfa: 80-81)
*
''Her inancın kendisi, bir kendisizleşme, bir kendine yabancılaşma ifadesidir..'' (Sayfa: 81)
*
''En yaygın yalan, kişinin kendi kendine söylediği yalandır, başkalarına yalan söylemek görece ender bir durumdur.'' (Sayfa: 82)
*
''..''Biz bu kanıdayız: bütün dünya önünde onu yükleniyoruz, onun için yaşıyor, onun için ölüyoruz -kanıları olan her şeye saygı.!'' -Buna benzer şeyleri Antisemitlerin* bile ağızlarından işittim. Tersine, Efendiler.! Bir Antisemit, bir ilkeden çıkarak yalan söylüyor diye hiç de daha saygın hale gelmez..'' (Sayfa: 83)
*
*Yahudi düşmanı Alman. Doruk noktasını Nazizmde bulacak olan ırk düşüncesine dayalı Alman milliyetçiliği ile Yahudi aleyhtarlığı, bu sıralarda (özellikle Wagner'in çevresinde) ''serpilmeye'' başlamıştı. Nietzsche bunlara başından beri şiddetle karşı çıkmıştır. (Sayfa: 125)
*
''Manu Yasalar Kitabı'ndan başka, kadına onca incelikli ve iyilikli şeylerin söylediği bir kitap bilmiyorum; bu yaşlı kırsakallılar ve kutsal kişiler, kadınlara karşı belki de aşılmamış nezakette bir davranış biçimine sahipler. Bir yerde şöyle deniyor: ''Kadın ağzı, kız göğsü, çocuk duası, kurban dumanı, bunlar her zaman temizdir.'' Bir başka yer: ''Güneşin ışığından, ineğin gölgesinden, havadan, sudan, ateşten ve bir kızın nefesinden daha temiz şey yoktur.'' Son bir yer (belki de kutsal bir yalan aynı zamanda): ''Gövdenin göbek üstündeki bütün delikleri temiz, bütün altındakiler de pistir. Yalnızca kızların bütün bedeni temizdir.''..'' (Sayfa: 85)
*
HIRİSTİYANLIĞA KARŞI YASA:
*
Madde Bir: Doğaya her türden aykırılık günahtır. En günahkâr insan, rahiptir: o, doğaya aykırılığı öğretir. Rahibe gösterilecek olan, nedenler değildir, tımarhanedir.
*
Madde Dört: Saffet vaaz etmek, doğaya aykırı olmaya kamusal bir kışkırtmadır. Cinsel yaşamın her horlanması, ''kirlilik'' kavramıyla her kirletilmesi, yaşamın kutsal ruhuna karşı işlenmiş sahici günahtır.
*
DECCAL (Sayfa: 101)
*
Çevirenin Notları (Oruç Aruoba):
*
''Alman dilinin bilinçli bir ustası olmaktan öte, Nietzsche, filolog olarak bildiği klasik diller yanında, hemen bütün Avrupa dillerini bilir ve bunlardan alınma deyimleme biçimlerini yazılarında bol bol kullanırdı. Bu tutum zamanında gelişmekte olan milliyetçi, ''saf Almancacı'' akımlara karşı bir tavır olduğu kadar (bir yerde, belki Almancadan çok Almanlara çatmak için, Zerdüşt'ü Fransızca yazmamış olmasından pişman olduğunu söyler), bu tavra bağlı, ''iyi Avrupalı'' olma ilkesi doğrultusunda, Avrupa kültürünü ''uluslara'' ayırmadan bir bütün olarak benimseme tavrını içerir. Örneğin, buradaki metinde Hıristiyanlığa uyguladığı ''ahlaklar'' çözümlemesinin en önemli iki kavramını (Almanca sözcükler bulabileceği halde) Fransızca sözcüklerle karşılar: ressentiment ve decadence. Aynı şekilde, metinleri Grekçe, Latince, İtalyanca vb deyimlerle doldurur -bir düşünceyi, bir kavramı, hangi dilde ''oturtabiliyorsa'', o dilde yazmaktan çekinmez.'' (Sayfa: 105)
*
Ey istemim benim, sen her zorluğun mucizesi, zorunluğum benim.! Koru beni bütün küçük yengilerden.!
Sen yazısı ruhumun, yazgı dediğim.! Sen içimdeki.! Üstümdeki.! Koru ve esirge beni bir büyük yazgı için.!
Ve son büyüklüğümüzü, istemim, esirge en sonuncun için -ki amansız olasın yengin içinde. Ah, kimler yenilmedi ki kendi yengilerine.!
Ah, kimlerin gözü kararmadı ki o esrik alacakaranlıkta.! Ah, kimlerin ayağı kaymadı ki ve unutmadı ki yengisinde -ayakta durmayı.!
- ki ben bir kez dolu ve olgun olayım büyük öğlede: dolu ve olgun, tıpkı eriyik maden gibi, şimşek yüklü bulut gibi, şişmiş meme gibi: -
- dolu ve olgun kendimle ve en gizli istemim için, okunu özleyen bir yay, yıldızını özleyen bir ok:
- bir yıldız, dolu ve olgun öğlesinde, eriyik, delik deşik kutsanmış yokedici güneş oklarıyla: - kendisi bir güneş ve amansız bir güneş sistemi, yengisinde yok etmeye hazır.!
- Ey istem.! her zorluğun dönüm noktası, sen benim zorunluğum.! Esirge beni bir büyük yengi için.! (Sayfa: 129)

11 Haziran 2022 Cumartesi

Yannis Ritsos - Şiirler (Türkçesi: Özdemir İnce, İoanna Kuçuradi, Herkül Milas) (Varlık Şiir)


''Yıllar önce Yunan müziği dinlemeye bile katlanamayanlar, şimdi bu müzikle kendilerinden geçiyorlar. Ama, bu şarkıların çoğunun Ritsos'un şiirlerinden yapılmış olduğunu bilmiyorlar. Olsun.!

Ritsos'un ölümünün ardından yazdığım bir yazı şöyle biter:
*
''Sevda ve aşk yalın ve çıplaktır, saydamdır; baktığınızda kendinizi değil sevdiğinizi gösteren büyülü, gizemli bir aynadır. Seviyorsanız, elinizi korlaşmış demir ocağına sokun, göreceksiniz (yemin ederim ki) yanmayacaktır.''
Aziz Yanni, Agios Yannis yakmadı bizi, aydınlattı.'' *
Özdemir İnce (Sayfa: 5) 
*
''Bir şiir için ifade ettiği anlama göre bir karar veremeyiz. Öncelikli olan onun ilkin şiir olmasıdır. Bir metin şiirse bir şey ifade eder; metnin içinde doğru ve haklı düşüncelerin yer alması onun şiir sayılmasına yetmez.''
*
''Durmadan, hiç durmadan çalışmamız gerek, biz ancak çalışarak kendimizi keşfedebiliriz, kendimizi keşfettikçe de evreni keşfederiz.''
*
''Bir şiir için dize yapısı çok önemlidir. Bir sözcüğün yeri rastgele değiştirilemez. Çeviride de buna dikkat etmek gerekir. Hele benim şiirlerimde.''
*
Bir ozan sadece yapmayı düşündüğünü yaparsa başarıya ulaşmış sayılamaz, yapmayı düşündüğünü aşmalıdır.''
*
Şiirden para kazanmayı hiç düşünmedim. Bana hep utanılması gereken bir şey gibi gelirdi. İnsan Tanrıya dua ediyor diye ödüllendirilmek isteyebilir mi.? Ama 49 yaşımdan bu yana şiirlerimin geliriyle yaşıyorum.''
*
''Bana çok yazdığımı söylüyorlar. Ama Homeros'un kaç dize yazdığını, Aiskhylos'un, Sofokles'in kaç oyun yazdığını düşünmüyorlar. Çalışmak bir Yunan'ın karakteridir, tembel bir Yunan olamaz.''
*
''Kadınların şiirsel içgüdüleri erkeklerden daha güçlüdür.''



''Nâzım gösterişi sevmezdi, alçakgönüllüydü. Somutlaşmış bir iyilikti.''
*
''En çok Dostoyevski'yi severim, onddan sonra Proust, Joyce ve Faulkner gelir.''
*
Fransız dili kemikleşmiştir. Benim şiirime genç Türk dili daha uygundur.''
*
Denizin içini değil, yüzeyini severim. Doğal bir durum. Su insanın doğası değildir. İnsanın doğası topraktır.''
*
''Yunan mitolojisinde çağdaş öğeler vardır. Zaten bütün evrensel mitolojilerde bu özellik vardır. Böyle durumlarda, şiirde, tarihsel transposition'lar yapılabilir. Bu, şiirin okurla sıcak ilişkiler kurmasını sağlar. Evrensel mitoloji şiiri, sanat yapıtını ne kadar açarsa, yerel mitoloji de yapıtı o oranda kapatır, bilmeceleştirir. Ama evrensel Yunan mitolojisinden yaralanmak sadece bizim tekelimizde değildir, bildiğiniz gibi, yüzyıllardır Batı'ya esin kaynağı olmuştur. Yunan-Roma-Hıristiyan kültüründen gelmeyen uluslar için durum biraz zordur, ama Yunan kültürünün en evrensel değerleriyle Anadolu kültürü arasında bazı ilişkiler bulmamız zor olmasa gerek.''
*
Yannis Ritsos (Sayfa: 10-11)
*
''..insan, dünya, evren bir bütündür. Bu bütün içinde ozanın şiirine girmeyecek hiçbir şey yoktur. Cinsellik de insanın ayrılmaz bir parçasıdır, öyleyse ozanın ve şiirin de ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak insan gövdesi öylesine derinlikleri, öylesine yücelikleri olan bir evrendir ki insan ancak yaşlanarak keşfedebilir bunları. Derinin gözeneklerini, tek bir kumral kılı, hasta bir yüreği. Çünkü insan, o zaman, sadece güncel gözüyle değil, bütün geçmiş birikimin gözüyle, binlerce gözle görebilir.''
*
Yannis Ritsos (Sayfa: 12)


''..''Gelin size koltuğumu göstereyim,'' dedi Ritsos.
Akşamın belli saatlerinde deniz kıyısına gelip oturduğunu gören insanlar, rahat etmesi için ona beton bir koltuk yapmışlar. Ama kışın kabaran deniz ilk koltuğu yerinden sökmüştü. Şimdi yeni yaptıkları daha korunaklı bir yerdeydi, birincisinin kalıntısı da yanında duruyordu. Ozan zaman zaman buraya gelip, denizi, günbatımını seyredip dinleniyor, şiir kuruyordu belki. Tıpkı Vitoşa tepesindeki kayasından Sofya'yı seyredip yurtsever şiirler yazan İvan Vazof gbi. Sofyalılar şimdi bu kayayı bir parka getirmişlerdi.''
*
Özdemir İnce (Sayfa: 14)
*
''Olağanüstü bir çarşısı vardır Alaçatı'nın. Mimarisi bozulmamış bir kasabadır. Vasili çok sevindi, kasabasını bilmemiz hoşuna gitmişti. Zaten tanıdıklarımızın çoğu Türkiye kökenliydi. Theodorakis'in annesi Çeşme'liydi. Theodorakis ''Çeşmes'' diyordu. Ressam Yannis Apostolopulos'un babası İzmir'li, annesi Foça'lıydı. Ozan Steilos Geranis'in babası Kuşadalı'ydı. Başka biri Urla'lıydı. Sökeli, Konyalı, İznikli, Ayvalıklı vb.''
*
Özdemir İnce (Sayfa: 15)


''Özellikle uzun şiirlerime çalışırken uyuyamam. Sünger Avcıları'nı yazarken on beş gün boyunca en fazla yirmi saat uyudum. Şiiri bitirdiğim zaman gözlerim görmez olmuştu, ayakta duramıyordum. Uyumamak doğallaşmıştı sanki. Karımın zoruyla uyku hapı aldım yaşamımda ilk olarak. İçtim ve on iki saat uyudum. Gözlerim iyi görür, iyi anlar. Şiirlerimde de görülür bu. Makronissos'ta işkence sırasında en çok korktuğum şey kör olmaktı. Bütün korkuları yenmiştim, ama bu korku hâlâ içimdeydi. Bir gün kafama vurdular, gözlerim görmez oldu bir süre; o zaman, körlüğe de dayanabileceğimi anladım. Gördüğüm şeyleri tekrar düşünmeme engel olamazlardı ve ömrümün sonuna kadar yetecek şeyler görmüştüm. O zaman körlük korkusunu da yendim.''
*
Yannis Ritsos (Sayfa: 15)
*
''..Estetik gerçek sadece bunları değil, bütün duyguları, duygusallıkları ve hatta en katı mantığı da içerir. Eğer bunların tümü yoksa estetik gerçek tamamlanmış değildir. Bu açıdan bakınca üstgerçekçiliğin (sürrealizmin) bir eksiği, bir suçu olduğunu görürüz, bir yanlışı: Mantık'ı yadsıdı üstgerçekçilik. Ve mantığı yadsırken daha katı bir mantık yarattı, sınırlı bir mantık yarattı; mantıksal olmamanın mantığını yarattı. Bununla birlikte ve bu nedenle, üstgerçekçilik dünya şiirine birçok kapı açtı, büyük bir anlatım (ifade) alanı açtı, büyük olanaklar sağladı; ama gerçek bir yapıt, büyük ve özgün bir yapıt yaratamadı. Çünkü yaşamın önemli bir yetisini, mantığı bir kenara bırakmıştı. Sadece düş gördü. Ama başkalarının büyük yapıtı için gerekli hazırlığı yaptı. Bu yapıtlar üstgerçekçiliğin ve birikimlerinin üzerine kuruldu.''
*
Yannis Ritsos (Sayfa: 19)
*
''Çağdaş ozanın kesinlikle sahip olması gereken bütün özellikler, her zaman, her dönemde, bütün çağlar boyunca, bir gerçek ozanın sahip olması gereken niteliklerdir. Yani, bir insan, sadece kendisininkilerle değil, herkesle kardeş olan, bütün insanlarla kardeş olan, herkes olan bir insan. Çok incelmiş bir duyarlığa sahip olmalı, son derece incelmiş. Her hareketle, en uzaktakilerle bile en somut ve aynı zamanda en tanımlanmaz ilişkiler kurabilen biri. Bilincine ve yazısına geçen dünya ile en ince, en kesin, en karmaşık ilişkileri kurup sürdürebilecek sürekli dikkat ve uyanıklığa sahip biri. Geleceği önceden sezebilmek, önceden gerçekleştirebilmek, önceden kurabilmek için dünyanın bütün uygarlıklarını (geçmiş ve şimdiki) bilen, kavrayan biri. Bütün bunlara sahip olabilmek için sabahın erken saatlerinden en derin geceye kadar süren günlük çalışma gereklidir; bu günlük çalışma gerekli ve zorunludur, çünkü dil, anlatım, sözcükler, fiil ve söz, son derece, son derece karmaşık ve ince bir aygıttır. Ve bir sözcüğü başka bir sözcüğün yanına ve bir sözcüğü bir dizeye yerleştirmek başlı başına bir keşiftir. Örneğin çok yalın, çok yalın bir sözcük alalım: ''Masa''. Ama masa sadece masa mıdır.? İlkin bu masanın ağacı vardır, bu ağacın geldiği orman, çırılçıplak ya da çiçek açmış ağaçlar, kesici, oduncu vardır, balta vardır, ağacı taşıyanlar, işçiler vardır, başka işçiler vardır.. Masanın yapıldığı atölyenin atmosferi, onu masalaştıran marangozlar, mobilyacılar vardır. Marangozun başına sıçrayan yongalar vardır. Biraz daha uzak ilişki olarak, tekne vardır, kürek vardır; hatta istersek Argonotlarla bile ilişki kurabiliriz, öyle değil mi.?''
*
Yannis Ritsos (7 Eylül 1981) (Sayfa: 21)
*
''..bir ozanın en önemli özelliği ''sürekli olan''la ''güncel''i bağdaştırmaktır.''
*
Yannis Ritsos (Sayfa: 22)


''Yaşamımda sadece dostlarıma değil, düşmanlarıma da minnettarım. Onların, düşmanlarımın işkenceleri, haksızlıkları, sömürüleri sayesinde kendi varlığımın derinliklerinin bilincine vardım; orada sondaj yaptım, petrol sondajı, su sondajı gibi, sadece kendi varlığımın değil, bütün evrenin. Dış baskıya karşı koyabilmem için bütün uyuyan iç güçlerim seferber oldu, başkaldırdı. Baskı oranı arttıkça karşı koymam da çoğaldı, yoğunlaştı ve baskının düzeyini, yüzeyini aştı, aşıp geçti ve doruğa doğru yükseldi. Goethe'nin dediği gibi, 'dipte doruğun bilincine varırız. Doruğun dipteki insan için bir önemi vardır, doruğa yakın biri için doruk birkaç metreyle ölçülebilen bir mesafedir. Ama unutma bu program değil bir gerekliliktir. Günlük yaşamın peşine düşen insanlar bu dorukların ve çukurların farkında değildir. Ozanın görevi bunları, yani dorukları, derinlikleri ve çukurları bu insanlara göstermektir.
*
''Karanlıkta gülümsedi bir adam,
belki çünkü karanlığı görmüştü,
belki çünkü karanlıkta görmüştü.''..''
*
Yannis Ritsos (Sayfa: 23)


''Yıllar önce Pablo Neruda için yazdığım bir şiirde şöyle bir dize var: En büyük yük sırtımızda taşıyıp da başkalarına veremediğimiz ışıktır.
Çünkü önemli olan aydınlığa sahip olmak değil, onu dağıtmak, sunmak ve paylaşmaktır. Ozanın politikası işte budur, bir başka politikası yoktur. Bu görevi ozan içtenlikle, ''familiarite'' (içtenlik, teklifsizlik, senli-benlilik, içli-dışlılık) ile sağlayabilir. ''Familiarite'' şiirimin en önemli öğesidir. En olmayacak, en ciddi şeyleri hiçbir şey olmamış gibi ''familiarite'' içinde söylerim. Belagat yok, tumturaklılık yok, basitlik ve yalınlık var.''
*
Yannis Ritsos (Sayfa: 24)
*
''..Ben ozanım, Yunanistan'ı severim. Yunanistan'ı hümanizmanın vatanı olduğu için severim. Kendi dilimde konuşmadığım zaman, bir yabancı dilde konuştuğum zaman, ahmaklaşır gibi olurum, duygu ve düşüncelerim yoksullaşır. Her ozan bu tedirginliği duyar. Nâzım da öyleydi. Yazabilecek kadar iyi Fransızca ve Rusça bildiği halde Türkçeden başka bir dil kullanmamıştır. Ancak çevirmenlerine bir yardım söz konusu olduğu zaman Rusça ve Fransızca bilgilerini kullandı.''
*
Yannis Ritsos (Sayfa: 25)


''Nâzım'dan çevirdiğim şiirler altı-yedi baskı yaptı. Prag karşılaşmamızı hiç unutmam onunla. Radyoda karşılıklı bir konuşma yapmamızı söylediler. O, 'İlkin Ritsos'a sorun soruyu,' dedi, 'hem yaşı benden küçük, hem de şiiri benden büyük.' Onun bu alçakgönüllü davranışı büyüledi beni, hayranlığım daha da arttı. O sırada ününün doruklarındaydı, bense onun kadar tanınmış bir ozan değildim. Hayatımda rastladığım en yüce gönüllü, alçakgönüllü, kıskançlık nedir bilmeyen biriydi. Başka ozanlara karşı hiç kıskanç değildi. Beğeniyorsa, seviyorsa hiç sakınmazdı bu duygularını belli etmekten. El değmemiş, çocuksu bir yanı vardı. Çağımızın en büyük ozanlarından biriydi.''
*
Yannis Ritsos (Sayfa: 25-26)
*
''..Büyük bir düşüş var Fransız şiirinde. Michaux'un karısının ölümünden sonra yazdığı şiirleri çok severim. Evet Özdemir, ozan karanlıkta görebilen insandır. Şiir ise, yani ozanın serüveni, yakalanmayanı, dile gelmeyeni ele geçirmektir. Şiire erişmek için, çok çok çalışmalıyız. Çok.!''
*
Yannis Ritsos (Sayfa: 26)
*
Gösteri Dergisi'nin 13 ve 14. (Aralık 1981, Ocak 1982) sayılarında yayınlanan, Özdemir İnce'nin Yannis Ritsos'la yaptığı söyleşiden.
*
ÖNSÖZ'den:
*
''Yannis Ritsos, ülkesinin tarihine sıkı sıkıya bağlıdır. Alman işgali boyunca, ulusunun faşist baskılar altında çektiği acıları dile getiren şiirler yazdı. Yunan direnme hareketini övdü, yürekten destekledi:
*
''Aynı gece, tutukladılar Aleko'yu.
Kimseyi ele vermedi Aleko. Üç gün
üç gece asılı kaldı. Kimseyi ele vermedi.
Bir militan gibi öldü Aleko.
Gerçek bir yoldaş gibi öldü. Son anında
haykırdı: 'Binlerce yıldız var içimizde bizim.
Öldüremezsiniz ki onları.'
Ve Aleko yıldızları savaş bayrağına verdi.'' (Sayfa: 32)

TAŞLAR

BASİT VE ANLAŞILMAZ ŞEYLER
*
Yeni bir şey yok - diyor. İnsanlar öldürülüyorlar ya da ölüyorlar,
daha çok da
yaşlanıyorlar, yaşanıyorlar, yaşlanıyorlar - dişler, saçlar, eller, aynalar.
O camı kırık lâmba - gazeteyle yamadık.
Ve en kötüsü: biraz değdiğini öğrendiğin her şey - geçmiş bile.
O zaman büyük bir dinginlik oluyor. Yaz geliyor. Ağaçlar
büyük ve yeşil - son derece kışkırtıcı. Ağustosböcekleri bağırıyorlar.
Akşam dağlar mavileşiyor. Oradan yukardan iniyor
karanlık adamlar. İnerken topallıyorlar (topallarmış gibi yapıyorlar).
Ölü köpekleri ırmağa atıyorlar, ve sonra, üzgün ve kızgınmış gibi
keten torbalarını katlıyorlar, oralarını kaşıyorlar
ve sudaki aya bakıyorlar. Yalnız
tek bir şey var yaptıklarında açıklanamayan: kimse kendilerini
görmediği halde topalcılık oynamak.
*
25.V.68 (Sayfa: 45)
*
İYİMSERLİK YÖNTEMİ
*
Hınçlı - hep karanlık noktaları ansıyordu - bunların altını çiziyordu,
genelleştiriyordu da, keyfince biraz ve inandırıcı aynı zamanda -
bir yöntem
derin, karanlık ve kuşkusuz önsezili. Her şey - koyu,
karanlık neredeyse -
mobilyalar, yüzler, pencereler, zaman. Ama hep aynı kalıyordu
gizli bir mutluluk yayılmış yüzü - belki de ayrıcalığı sayesinde
karanlıkta görmenin, karanlığı görmenin, üstelik
o dipte parlayan dört bronz yuvarlağı, büyük yatakta
iki güzel ölünün dinlendiği sevişme durumunda.
*
26.V. 68 (Sayfa: 46)
*
Gece
*
Ulu okaliptüs geniş bir ayla.
Bir yıldız titriyor suda.
Gök beyaz, gümüşten.
Taşlar, soyulmuş taşlar taa yukarıya kadar.
Yanda, sığ sularda duyuldu
ikinci, üçüncü sıçrayışı balığın.
Şaşakalmış, büyük yetimlik - özgürlük.
*
21.X.68
Partheni siyasal tutuklular kampı, Leros Adası. (Sayfa: 53)
*
FLÜTÇÜ
*
Güzeldir delikli kamış - güzelim sesini sunar bize
özlediğimiz pınarın ve rüzgârın. Şu ah sözcüğü, söylenmiş olan
avuntu ve gülümseme.
-----Ama kamışı üfleyen
çok çirkinleşir; yanakları şişer, kısılır gözleri;
sevgi çağrısı; başkaları duyar onu, başkalarına verirler
flütçünün istediği sevgiyi
-----Ve o zaman
atar kamışını suya; arkasını döner; - kimse yok.
Yüzüne bakar kaynakta, yalnızlıklı, dipte titreşen
flütün çizdiği, bıçak gibi parlayan flütün.
*
29.X.68 Siyasal sürgünler kampı, Partheni, Leros Adası (Sayfa: 74)
*
PARMAKLIKLAR
*
KAPALI SİRK
*
İlk ay, ulaşımı ve eğlence yerlerini yasakladılar.
---Tek bir gemi görünmedi.
En çok kapalı sirk sıkıntı çekti doğal olarak aramızda. Bir gün,
iki küçük palyaço çıktı dışarı, her zamankinden daha bol,
renk renk eşkenar dörtgenler dolu giysileri, pudralı burunları ve
---gözyaşı makyajlarıyla;
gösteri yapıyorlardı sokak ortasında, tefleriyle para topluyorlardı
ama kimse gülmüyordu. İşte o zaman ağlıyorlardı gerçekten,
gözyaşları yüzlerine bulaştırıyordu boya gözyaşlarını.
Bir akşamüstü, tutukladılar onları, ellerini bağladılar ve çektiler
---büyük yapının içine. Ertesi gün,
uyandığımızda bulutlar vardı, alandaki yerlerinde yoktu çadırlar,
---kafesler, arabalar.
Yalnız, ağaçların altında, ıslanmış bir takma sakal buldu bir çocuk.
Çenesine taktı çekine çekine: ''Noel Baba için
---saklayacağım bunu'', dedi.
*
6.11.69 (Sayfa: 96)
*
VASİYET
*
Şiire, aşka, ölüme inanıyorum, dedi,
işte bu yüzden inanıyorum ölümsüzlüğe. Bir dize yazıyorum,
dünyayı yazıyorum; ben varım, dünya var.
Bir ırmak akıyor ucundan serçe parmağımın.
Gök yedi kez mavi. Bu arılık
ilk doğrudur yine, son dileğim benim.
*
3.III. 69 (Sayfa: 105)
*
PAZARTESİ
*
''Şeylerin tam anlamını bilmek -dedi-
tüzedir.'' (Sayfa: 112)
*
BOYUN EĞMEYEN ÜLKE
*
RİTSOS'UN UZUN YÜRÜYÜŞÜ:
*
''1978 Ağustos ayıydı, yazlarını geçirdiği Karlovassi'deki (Sisam adası) evinde konuşuyorduk.
- Üstadım, demiştim, gördüğüm kadarıyla ülkenizde bir ''Ritsos mitosu'' var, bu şiir'in mi, yoksa insan'ın mı mitosa dönüşmesi sizce.?
Kısa bir süre düşündükten sonra, bu soruma şöyle yanıt vermişti:
- Benim yaşamım, politik yaşamım şiirim kadar önemlidir. Sözünü ettiğiniz gibi bir ''Ritsos mitosu'' varsa, bu sadece şiirden oluşmamıştır.''
*
Albaylar Cuntası 21 Nisan 1967 günü Yunanistan'da iktidara el koymuş ve aynı gün saat beşte Ritsos'u tutuklayıp Yaros adasına göndermişti. Gene aynı gün, kitapları, şiirlerinden yapılan besteler ve plakları yasaklandı. Tutuklanışından beş ay sonra Leros adasındaki Siyasal Sürgünler Kampı'na aktarıldı. 1968'in Ağustos ayında, Leros adasının askeri doktorları kanser kuşkusuyla Ritsos'u Atina kanser merkezine gönderdiler. Doktorların bu kuşkuları doğrulanmadı ama ozan çok hastaydı; bir değil, birçok hastalığı vardı, ama buna karşın Leros adasına geri gönderildi. Bunun öğrenilmesi üzerine, dünyanın birçok ülkesinde aydınların, yazar ve sanatçıların, politikacıların imzaladığı bildiriler yayınlandı; baskıya dayanamayan Cunta, ozanın Karlovassi'deki evinde gözaltında yaşamasına karar verdi: evinde yaşayacak ama kimseyle görüşmeyecek ve yazışmayacaktı. Kendisine ''günaydın'' denilmesi bile yasaktı.
Ritsos, 1970 yılında Spoleto'da yapılacak olan İki Dünya Festivali ile Londra'da yapılacak olan Büyük Britanya Sanat Kurulu Şiir Kongresi'ne konuk olarak çağrıldı. Bu iki çağrı üzerine Cunta'ya tekrar dış baskı başladı. ''Kimmiş bu adam.?'' diye merak eden Cunta'nın başkan yardımcısı Stelios Pattakos, ozanı Sisam adasından Atina'ya getirtti. Ritsos'la Pattakos içişleri bakanlığında karşılaştılar. İkisi de birer cümle söyledi.
Pattakos: Siz bir ozansınız. Niçin politikaya karışıyorsunuz.?
Ritsos: Bir ozan ülkesinin en büyük vatandaşıdır, işte bu yüzden de politikayla ilgilenmek onun görevidir.
Konuşma bu iki cümleyle sona erdi ve Ritsos ''mevcutlu'' olarak Sisam adasına geri gönderildi. Fakat uluslararası baskının daha da artması üzerine kendisine pasaport verildi. Ritsos artık yurt dışına çıkıp bu iki toplantıya katılabilir, iyi bir hastaneye yatabilir, bireysel özgürlüğüne kavuşabilir, isterse Yunanistan'a dönmeyip bir başka ülkede bir ''kahraman'' gibi yaşayabilirdi; ama o, özgürlüğünün yurt içinde sınırlandırılmasını ve faşist cunta yönetimini protesto etmek amacıyla ülke dışına çıkma olanağını geri çevirdi.'' (Sayfa: 123-124)
*
''1926 güzünde, tekrar Atina'ya dönünce, Baro'da kütüphaneci yardımcısı olarak çalışmaya başlar. Ama hastalık peşindedir, Ocak 1927'de Papadimitrou kliniğine, oradan da Sotiria (Atina'da) sanatoryumuna kaldırılır. On yedi yaşında girdiği bu sanatoryumdan yirmi bir yaşında çıkar ozan. Ne var ki, dört yıl kaldığı sanatoryum Ritsos'a bir okul olmuştur. Çünkü Sotiria'da, aydınlar, yazarlar, sanatçılar ve işçi önderleri de bakım görmektedir. Ritsos, şiirin bireysel doyum ve sözcük oyunu sorunu değil de uzun bir çalışma yaşamı olduğunu burada bulgulamıştır. Yaşamının ve şiirinin öznel koşullarını Monemvassia ve ailesi belirlemiştir. Nesnel koşullara gelince, çevresinde yepyeni bir dünya vardır. Anadolu bozgunu, ülkede şok etkisi yapmış, düşünce dizgeleri ve toplumsal yapılar alt üst olmuştur. Çok küçük, ama bununla ters orantılı ölçüde savaşımcı bir işçi sınıfı oluşmaktadır. Anadolu Rumlarının göçü, kentleşmeyi, proleterleşmeyi hızlandırmış ve bunların ardından işsizlik, grevler, ayaklanmalar ve baskılar sökün etmiş, göçün yarattığı bu yeni sınıf büyük toplumsal bunalımlara yol açmıştır. Duygusal ve ideolojik bağlamda, 17 Ekim'in yansıması için verimli bir toprak oluşmaktadır. Öte yandan, silahlanan Avrupa'da faşizmin yükselişi de başlamıştır. Böylesine öznel ve nesnel bir ortamda, onurlu bir insan, hakça, kardeşçe, eşit ve barışçıl bir dünyanın yaratılması düşüncesinden başka neye bağlanabilir.? Yukarıda da belirttiğim gibi, Sotiria sanatoryumu kapalı bir dünya değildi; verem bir yoksul hastalığı olduğu kadar bir aydın hastalığıydı. bu yüzden de dış dünyanın nesnel koşulları tüm keskinlikleriyle sanatoryuma da yansıyordu.'' (Sayfa: 124-125)
*
''1936: Büyük bir grev Selanik'i felce uğrattı. Metaxas polisi göstericileri üzerine ateş açtı: 30 ölü, 300 yaralı. Ertesi gün ''Rizospastis'' gazetesinde bir fotoğraf yayınlandı: Oğlunun sokak ortasındaki cesedinin başında ağlayan anne. Ritsos bir gazete alıp evine gitti. İki gün iki gece evden çıkmadı, üçüncü günün sabahında, Anne'nin yirmi ağıtından oluşan ''Yazıt'' (Epitafiyos) hazırdı artık. Bu şiir Ritsos için olduğu kadar Yunan şiiri için de bir dönüm noktasıdır (hatta Theodorakis yıllar sonra bu şiiri besteleyerek üne kavuşacak ve ''Yazıt'' devrimciler için ikinci bir ulusal marş olacaktır).'' (..) ''..''Yazıt'', ''Rizospastis'' gazetesinde parça parça yayınlandıktan sonra 10.000 adet basıldı. Bu kitabın, Metaxas'ın diktatörlüğünü ilan ettikten sonra, Atina'nın Zeus Tapınağı sütunları arasında Marx, Goki ve Anatole France'ın kitapları arasında yakılmış olması, halk üzerindeki büyük etkisini kanıtlamaktadır.'' (Sayfa: 125)
*
''Eğer Ritsos bugün Yunanistan ve dünyanın en büyük ozanlarından (Aragon'a göre en büyük ozanı) olarak kabul ediliyor, her yerde sevgi ve saygıyla karşılanıyorsa, bunun nedeni, Yunan halkının kırk yıllık özgürlük ve demokrasi savaşımının, umutlarının ve hayal kırıklıklarının, yitik bir kuşağın boğuntularının ve kavgalarının, onun sesinde yansımasındandır, şiirsel araştırmalarını biçim ve öz olarak kırk yıl boyunca diri tutabilmesindedir. İşte bu yüzden, dünya şiiri söz konusu edildiği zaman, adı Pablo Neruda'nın, Nâzım Hikmet'in, Nicolas Guillen'in adlarıyla birlikte yazılmakta, adı onların adlarıyla birlikte anılmaktadır.'' (Sayfa: 127)
*
Özdemir İnce, Ankara, Ekim 1979
*
KARARMIŞ ÇÖMLEK:
*
''..ötekiler gülümseyip ''böyle şiirleri
biz de yüzlerce yazabiliriz'' diyecekler. Bizim de istediğimiz bu işte.
Çünkü şarkımız insanlardan ayrı sivrilmek için değil, kardeşim,
insanları birleştirmek içindir şarkımız.'' (Sayfa: 134)
*
''..Şimdi geniş, kil bir çömlektir yüreğim
kaç kez ateşlere sürülmüş
binlerce kez yemek pişirmiş yoksullar için
emekçiler, gezginler için
işçiler için ve küçük birimleri için
aç güneş için, dünya için - tüm dünya için
-işini gereği gibi yapan yoksul, islenmiş, kararmış bir çömlektir
otlar ve arada bir parça et kaynatır içinde
aç kardeşlerim altta karıştırırken ateşi
-her biri odununu katar
her biri payını bekler.
*
Oturmuşlar koyunlarıyla, büyükbaşlarıyla birlikte
şimdi tıpkı sizin oturduğunuz gibi çepeçevre
havadan söz ediyorlar, güneşten, yağmurdan, barıştan
her geçen gün bakanları çoğaltan işaretten
hiçbir rüzgârın söndüremediği o yıldızdan söz ediyorlar
ölüler de tablamızın çevresinde toplanıyor
paylarını bekliyor, onlar da.'' (Sayfa: 137)
*
''Tahta sırada oturup bekleyenler
yoksullar, bizimkiler, güçlüler,
emekçiler, proleterler
-bir bardak şaraptır onların her sözü
bir lokma kara ekmektir
kayanın yanında bir ağaçtır
bir penceredir güneşe açılmış.
*
Bizim İsalarımızdır onlar, bizim Ermişlerimiz.'' (Sayfa: 138)
*
''Ölümse bir yapraktan başka bir şey değildir
yükselen bir yaprağı beslemek için düşen.'' (Sayfa: 140)
*
(Siyasal tutuklular toplama kampı. Kontopouli,
Lemnos adası, Aralık 1948-Şubat 1949)
*
BOYUN EĞMEYEN ÜLKE
*
I
*
''...Anımsa, anacığım.
Bisikletine binmiş bir çocuk geziyor. Parıldıyor tekerlekler;
sağır mahalleye sevinci taşıyacak iki güneş gibi. Dur.
Çocuk çok büyüdü. Ağır başlı ve üzgün. Nereye.?
Aynı düş boyunca birlikte yürümüştük bir zamanlar.
Silah seslerinin duyulduğu o zamanlar
umudun bükülmüş dirseğine birlikte gizlerdik başımızı. Anımsa.''
*
''Evrenin yeri nerededir gözlerimizde, sesimizde, ekmeğimizde,
uykumuzun dört köşesi içinde, üzgün parmaklarımızın
sevginin kuru kırıntılarını ufaladığı ceplerimizde.?
Anımsayın kardeşlerim. Anımsayın.
Anımsayın ülkemizi.
*
Ülkem, sevgili ülkem
yıldızların sofrasından sonra dudakların parlıyor yağla
gözlerin parlıyor gözyaşlarıyla çocukların
ve mavi tulumunda makine yağı ve kan lekesi
şekiller, şekiller - dikkat edip seçebilseler
evrenin haritası tulumunun üzerinde.
*
Ülkem, tünaydın, sevgili ülkem.'' (Sayfa: 146)
*
II
*
''Sen, bensin
sen ve ben, biziz.
Sinirlerini iyice germiş yaylar
ve daha söylenmemiş nice şarkılar var.
Kim sorumlu şarkımızın yokluğundan.?
Sen ve ben ve biz.'' (Sayfa: 148)
*
III
*
''Bir er ağlıyor. Tüfeğine akıyor gözyaşları.
Bir çocuk aç. Anası susmuş - gözleri
iki açılmış yara. Her yara soruyor: Neden.?'' (Sayfa: 149)
*
IV
*
''Güneşi boğazlayan kimdir bilmez misiniz.?
Gecenin kuyruğuna tenekeleri bağlayan kimdir
akarsuyun kollarını kavuşturan kimdir
buğdayın tekerlerini durduran kimdir.? - Bilmez misiniz.?
Güllerin bile ateşi var - yoklayın yürek atışlarını
Yoksun olduğunuz ekmeğe sorun
Sakatın arabasına sorun
Sokak basamaklarında belkemiğini kıran gölgeye sorun
Karanlık geçitteki çocuğun gözlerine sorun
Annenin dizlerinde donmuş ellerine sorun
Döşeğini kirleten kötürüm aşka sorun.'' (Sayfa: 152)
*
''Ve ay, işçinin geniş göğsüne yapışmış doktorun kulaklığı gibi
buz gibi yapışmış ülkemin üstüne.''
(..)
''Analar, tekneler sizi bekliyor yoğurmak için
barış ekmeğini. Kulak verin kapı gıcırtısına
Kulak verin güneşin tekerlerinin gıcırtısına.'' (Sayfa: 153)
*
V
*
''Bu yaşamda her birimizin belli bir yeri var
numaralı, numaralı evet
büyük, uzaklardan seçilen bir kırmızı numara
yük vagonları gibi bir trenin.
Ve bir gün gidince bizler adımıza tutulacak yerlerimiz
sürdürecek işini tarihin içinde
kömür ve buğday ve meyve taşıyarak
taş ve demir taşıyarak kentler kurmak için
yüce şarkılarını taşıyarak gençliğe zafer borularının.
Bu yolda ölen yok.'' (Sayfa: 154)
*
VIII
*
''- Hiç gördünüz mü iki gözün bir gülümseyişi çektiğini
iki köpek bir kemiği nasıl çekiştirirse.? Neden geç kaldı otobüs.?'' (Sayfa: 161)
*
XI
*
''Uzun sürdü bu düşmanlık. Gel sık elimi.
Avucumla dokunuyorum yarana. İşte bu da benimki. Barış.'' (Sayfa: 168)
*
''...Yakın ışıkları.
Işıldasın insanların umudu. Bekliyor herkes.
Herkesin beklediğini biliyoruz biz.
Hiçbir zaman tek başımıza değiliz. Onlar bunu bilmiyor.
Sen at ilk adımı. Buluşacaksınız, Barış.
Barış, Barış. Borular çalsın.!
Hiç kimse tek başına olamaz. Ver elini, kardeşim.'' (Sayfa: 169)
*
XII
*
''- (bir şey eksik). Ve insanlar böylesine bölünmüş
görevle korku arasında
yalnızlıkla sevgi arasında
öfkeyle acı arasında - böylesine bölünmüş.
Bir şey eksik bu dünyada. Bir şey eksik.'' (Sayfa: 170)
*
XIII
*
''Benzemeyin onlara. Onlara benzemeyin.'' (Sayfa: 173)
*
''Boşverin ayrı düşürenlere bizi
sizi birleştiren bunca şey dururken.'' (Sayfa: 175)
*
XIV
*
''Tersine dönmüş bir tosbağa ne arar yolun ortasında.?
Ezebilir otomobiller. Kalkmanın zamanıdır.
Sırtı yerdeyken yürüyemez hiç kimse.
Ve bekleme ki biri gelip kaldıracak seni. Zamanıdır.'' (Sayfa: 176)
*
''Sen kardeşim, korkunun ceplerine sokup saklarsın ellerini
gölgenin parmaklıkları berisine sokup saklarsan başını
tüm pencerelere parmaklıklar yerleştirilir o zaman.'' (Sayfa: 177)
*
XV
*
''Kocaman bir hızar gibi uğulduyor gece.
Evsizlere eşya hazırlıyor.
Yıldız kırpıkları kayıyor havada.
İkiye bölünmüş simit, kardeşim, doyurmuyor bizi-
tüm dünya için bir düş doyuruyor.'' (Sayfa: 179)
*
''Ötede tarlalar. Başaklar omuz omuza - dostlar.
*
Dostuz biz. Yaslan omzuma. Bak -
dirseklerini dürtüyor ağaçlar, gözleriyle uzakları gösteriyorlar -
bir bulut el arabasını sürüyor çiçek dolu
soluk soluğa güvercin varmak üzere bize.'' (Sayfa: 181)
*
XVI
*
''Sevgili ülkem, başlarını sokacak bir damları yok bu insanların
ekmekleri, şarapları hiç yok. Kaç kez vuruştular, yara aldılar kaç kez,
kaç kez öldüler. Hiç ölmediler. Ölümden ölüme,
*
darağacından darağacına -işte gene- el ele, konuşmadan,
karanlığın içinde eğik alınlarının halkası,
yürek yüreğe - konuşmadan,
savunmak için evreni - konuşmadan.'' (Sayfa: 182)
*
''Ben de dostlarım, ülkemiz için
bir türkü görüyorum düşümde,
*
Bir türkü ki evsizlere çatı olsun
açlara ekmek gibi olsun
tutuklulara özgürlük gibi
hakkı yenmişlere hak -
*
Bir türkü ki kurulmuş sofra gibi
bırakabilirsiniz üzerine
ekmeğinizi, bardağınızı,
yumruğunuzu,
dirseklerinizi,
alınlarınızı,
umutlarınızı,
insanlık inancınızı,
bırakabilirsiniz
bir testi soğuk suyu
ve beş kırmızı karanfili -
*
Türkülerin anası türküyü
sevinci, güveni,
ülkemizin çocuğu olacak türküyü
ülkemizi koltuğundan tutacak türküyü.
*
İşte tarih, dostlarım
bir yığın demir kirişlerin üstüne oturmuş bekliyor
sosyalizmin halk evleri için ayrılmış
yığınlarca çimentonun yanı başında.
*
Bir türkü ki dostlar, mutluluğun kuruluşuna yardımcı olsun
bir türkü ki daha dürüst, daha güzel,
daha güzel kılsın tüm dünyayı,
bir türkü, dünyayı özgür kılacak bir türkü.'' (Sayfa: 184-185)
*
XVII
*
''geniş çıplak ayaklar, toprak parmaklar, tunç pazular
- bir tek ses; ekmek.'' (Sayfa: 186)
*
''Bakanlık koridorlarında kuyruklar,
öncelik istiyorlar, aldatmacalarla, rüşvet vererek -ön sırayı istiyorlar-
Yazıhaneler kalabalık - masaların cilasında
işsizlerin sarı, uzun yüzleri,
mürekkep hokkası çıplak çene -
yangın külleriyle madalyalarını parlatıyor Bakanlar -
karşı damda yumruğunu dayamış güneş
ve yakınıyor insan kuyruğu - yerini bırakmasın kimse. -
Nasıl yaşayacaksınız.?'' (Sayfa: 187)
*
''İşçi sendikalarının merdivenlerinde
- kocaman bir ses; ekmek, ekmek. Ve üst katın
camlarından bakıyor patronlar
- ne bağırıyorlar.?
- ekmek, ekmek.
Sesler, küfürler, kanlar kavuşuyor - tek bir ses:
temizleyelim kanları.''
(..)
''Oksijene yeni vergiler,
yurt dışından yeni darağaçları için yeni bir öneri.
Bu sesi bastıramazsın: ekmek -
ve güneş bir ekmektir.'' (Sayfa: 188)
*
XIX
*
''Biliyoruz - ekmekten önce ışık yok. Şakıyın.
Burada. Burada. Burada.'' (Sayfa: 195)
*
XX
*
''Bir işçi yıkanmış tulumuyla. Dünyanın doğuya bakan
yanına yeni basılmış bir afiş yapıştırıyor. Merhaba arkadaş.
(..)
Gözlerde yaş kalmadı.
Gözlerde başka duvar kalmadı. Merhaba.
Düşlerimiz ülkemizdir.
Ülkemiz dünyadır.
Hey, ülke, hiç evimiz kalmadı.
İşte evimiz.
Kuşağımızda ışıktan bir anahtar. Merhaba.
Yarının kenar mahallelerinden yükselmekte küme küme ışık.
Dalga dalga dalgalanıyor halkların bayrakları.'' (Sayfa: 196)
*
Atina, Ağustos 1952-Şubat 1953
*
AYŞIĞI SONATI (1956 Ulusal Şiir Ödülü)
*
''Biliyorum, biliyorum, herkes tek başınadır aşkta
şan-şöhrette de ölümde de tek başınadır.
Biliyorum. Geçtim o yoldan. Deney ne işe yarar.'' (Sayfa: 202)
*
''bu tür konuşmalardan korkmam ben, çünkü sık sık başıma gelir
böyle ilkyaz akşamları bana görünen Tanrı'yla konuşmak
sisle ve benzersiz ayışığının görkemiyle taçlı Tanrı'yla,
sayısız delikanlı kurban ettim ona, senden çok daha yakışıklıydılar.'' (Sayfa: 204)
*
''- bilirsin, kimi zaman, hayran olunca unutur hayran olduğu nesneyi
insan, yetinir salt hayranlığıyla, -'' (Sayfa: 205)
*
''derler ki pişmanlık acısı tahta ayakkabılar giyermiş'' (Sayfa: 206)
*
''ve ay, evrenin kafasında bir delik - bakma ona,
insanı çeken manyetik bir güç var - bakma, hayır,'' (Sayfa:209)
*
TANIK ŞİİRLER (Türkçesi: Özdemir İnce, İoanna Kuçuradi)
*
''Şiir, gerçekten şiirse, kendisi hakkında bizden çok daha yetkin konuşur.'' (Sayfa: 215)
*
Ozanın 15 Ekim 1962 günü Prag radyosunda yaptığı konuşma.
*
SABAH
*
Panjurları açtı kadın. Pencere pervazına serdi çarşafları. Günü gördü.
Bir kuş baktı gözlerinin içine. ''Yalnızım'' diye mırıldandı kadın.
''Yaşıyorum''. Odaya girdi. Ve ayna da bir penceredir
Atlasam oradan, düşerim kendi kollarıma. (Sayfa: 223)
*
DELİ
*
Denizin karşısında durdu araba,
altı demir fıçı yüklenmiş, kırmızı
ve bir tane daha, şaşırtıcı yeşil. At
otluyordu çayırda. Arabacı
meyhanede içki içiyordu. Adanın delisi
durdu dalgakıranın üzerinde ve bağırdı:
''Sizi işte şu yeşille yeneceğim ben.''
Ve gösterdi yedinci fıçıyı, bilmeksizin
içindekini ve bilmeksizin kimdir sahibi. (Sayfa: 229)
*
YALINLIĞIN ANLAMI
*
Basit şeylerin arkasına gizleniyorum beni bulasınız diye;
beni bulamazsanız, eşyayı bulacaksınız,
dokunacaksınız elimin dokunduğu yere,
birleşecek ellerimizin izleri.
*
Ağustosun ayı parlıyor mutfakta
kalaylı tencere gibi (size söylediğim şeyden dolayı böyle oluyor)
aydınlatıyor boş evi ve evin diz çökmüş sessizliğini -
her zaman diz çökmüştür sessizlik.
*
Bir yola çıkıştır her sözcük
bir buluşma için - sık sık vazgeçilen -
ve bir sözcük gerçektir ancak, bu buluşmada direttiği zaman. (Sayfa: 233)
*
YALNIZLIK
*
Dağa tırmandı, doğrulup dikildi, çevresine bakındı, bağırdı.
Aşağıya yuvarlandı taşlar, taşlara çarptılar.
*
Leros, 21.XII. 67 (Sayfa: 234)
*
ŞAŞKINLIK
*
Taşın üzerine bir dilim ekmek koymuşlar.
Kuş durdu, gagaladı. Yaşlı kadın geri döndü:
''Senin için bırakmadım'', dedi ona. Ekmeği aldı,
attı ufalaya ufalaya.
Gözlerinin içine baktı kuş. Yemiyordu.
*
Leros, 21.XII.67 (Sayfa: 235)
*
TEMEL NESNELER:
*
''Ölüm varsa da, her zaman, ikinci gelir.
*
Çünkü özgürlük her zaman en başta.'' (Sayfa: 238)
*
ÖTEKİ KENT:
*
''...Yıllardır ozanalar oturur
bu kentte. Sessizce yürürler, kolları çapraz,
belirsiz, unutulmuş olaylar, sözcükler, görünümler anımsarlar,
köpeklerin, insanların, güvelerin, farelerin, yıldızların kovaladığı,'' (Sayfa: 242)
*
BENZEŞİM
*
Yıldızlar karmakarışık sarnıçta
sarnıç eski avlunun ortasında
kapalı odanın aynası gibi.
*
Sarnıcın çevresinde güvercinler
ayın çevresinde çiçek saksıları kireçle boyanmış
yaramızın çevresinde türkülerimiz şarkılarımız. (Sayfa: 246)
*
KASTANIA
*
Yukarda, tıpkı yarın gibi, kurşuna dizdiler kırkını.
Yirmi yıl geçti. Kimse ağzına almadı adlarını.
Anlıyorsun hayatımızı. Her yıl,
böyle bir gün, titrek kavakların altında buluruz
kırık bir kiremit, iki sönmüş kömür, bir parça günnük,
bir sepet üzüm, bir bal mumu,
siyah fitilli. Biraz yanmış, rüzgâr söndürmüş hemen.
İşte bu yüzden, akşam vakti, eski ikonalar gibi
oturur kapı eşiklerinde yaşlı kadınlar,
İşte bu yüzden çabucak irileşti çocuklarımızın gözleri,
bu yüzden başka yere bakarmış gibi yapıyor köpeklerimiz
geçerken jandarmalar. (Sayfa: 247)
*
HEPSİ BU
*
Bir şey söyleme bana. Ölüme inanmıyorum.
Bilmezliğimden değil. İyi bilirim onu. Ama boyun eğmiyorum.
*
Bugün, önünden geçerken komşu bahçenin,
yaşamın dört nala kalkmış olduğunu gördüm
yaldızlı gövdesinde bir portakal ağacının
ve uzaklara baktığını. Hepsi bu, söyleyecek
---başka bir şeyim yok sana. (Sayfa: 248)
*
ÖNCEKİ BASKILARDA BULUNMAYAN ŞİİRLER (Türkçesi: İoanna Kuçuradi, Özdemir İnce)
*
ÇEVRİM
*
Denizin büyük görünümü, baş eğmez ufuk,
mutluluğu yok oluşun - yoruyordu onu bunlar. Sırtını döndü
utkusuna suların ve yürüdü bir gizli içe dalışla
sessiz patikaya bağların arasındaki
görmek için gün batımının görkemini, üzerinde
----- kanlı pencere camlarının,
evlerin duvarları üzerinde, derin yansıma, düşünceli, uysal,
şu dikdörtgen alçakgönüllülüğüyle yaşlı insanların.
Bir zavallı bostan dolabı üstlendi tüm açıklamasını dünyanın
yuvarlak sabrının acı veren, kutsal kitapsal gıcırtısıyla. (Sayfa: 251)
*
SON YARGI
*
Uzun bir kafile halinde gelir ölüler.
Çevrelerine bakarlar, anahtarları denerler, kapıyı açarlar
eve girerler, sağı solu yoklarlar karanlıkta; bir şey bulamazlar.
Sen, yatağın altındasındır. Hani şu üzerinde
yatman gereken yatağın. Perdenin arkasında,
haça gerilmiş gibi durur pencerenin gölgesi.
Artık niçin öldüklerini bilmiyor ölüler. (Sayfa: 259)
*
OLAĞAN TANSIKLAR
*
Büyük mumları ağaçların altına çıkardılar.
Yıkadılar kiliseyi. Koyu bir nem
yayılıyordu dışarda, güneşli basamakların,
beyaz döşeme taşlarının üzerinde. Kovadan su
içmek için yaklaşan köpeğe bir tekme
savurdu zangoç. Bu sırada Cebrail göründü kilisenin eşiğinde
iki görkemli kırmızı kanadıyla bu Baş Melek,
eğilip köpeğe iki avucuyla su içirdi.
Böylece yürümeye başladı beş kötürüm ertesi gün.
*
Atina, 23.10.72 (Sayfa: 264)
*
BARIŞ
*
Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir
barış.
*
Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız bir gülümseme
elinde yemiş dolu bir zembil
ve alnında ter tomurcukları
-pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi-
akşamüstü eve dönen babadır
barış.
*
Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken
ağaçlar diktiğimizde havan mermilerinin kazdığı çukurlara
yangının kavurduğu yüreklerde ilk tomurcuklarını açarken umut
ve ölüler kanlarının boşa gitmediklerini bilerek
yana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedir
barış.
*
Barış yemek kokusudur tüten akşamleyin
arabanın yolda durmasının korkutmadığı
kapı çalınmasının dost demek olduğu
ve pencereyi saat başı açmanın,
renklerinin uzaktaki çanlarıyla
gözlerimizin bayram etmesini sağlayan
gökyüzü demek olduğu zamandır
barış.
*
Barış bir bardak sıcak süt ve bir kitaptır uyanan çocuk önünde.
Başaklar birbirlerine eğilip ''İşte, ışık.! ışık.! ışık.!'' dedikleri
ve ufuk çemberi ışıkla dolup taştığı zamandır
barış.
*
Hapisaneler onarılıp kitaplıklar yapıldığı zaman
eşikten eşiğe bir türkü yükseldiği zaman geceleyin,
cumartesi akşamları mahalle berberinden çıkan yeni tıraş olmuş
---bir işçi gibi
baharda ay buluttan çıktığı zamandır
barış.
*
Geçmiş gün
yitirilmiş bir gün olmadığı
sevinç yapraklarını akşamın içine salan bir kök
ve kazanılmış bir gün, hak edilen bir uyku olduğu zaman
acıyı kovmak için zamanın dört bir bucağından
güneşin hemen ayakkabılarını bağladığını duyduğun zamandır
barış.
*
Barış ışınlar demetidir yaz ovalarında
iyilik alfabesidir tanın dizlerinde.
''Kardeşim'' dediğin -''Yarın kuracağız'' dediğin zaman
kuracağız dediğimizi kurunca türkü çağırdığımız zamandır
barış.
*
Ölüm yüreklerde az yer kapladığında
ve güvenli parmaklarla mutluluğu gösterdiği zaman bacalar,
ikindi vaktinin büyük karanfilini
ozan ve proleter aynı şekilde kokladığı zamandır
barış.
*
İnsanların sıkışan elleridir barış
dünyanın masasındaki ekmektir
gülümsemesidir annenin.
Budur yalnızca.
Başka bir şey değildir barış.
*
Ve toprakta derin karıklar açan sabahlar
tek bir sözcük yazarlar:
Barış. Başka bir şey değil. Barış.
*
Dizelerimin rayları üzerinde
buğday ve güller yüklenmiş
geleceğe doğru yol alan trendir
barış.
*
Kardeşlerim,
barış içinde derin derin soluk alıyor
tüm dünya bütün düşleriyle.
Verin elinizi kardeşlerim,
işte budur barış. (Sayfa: 277-279)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...