28 Kasım 2021 Pazar

Feridun Andaç - Aydınlanmanın Işığında Sanat İnsanlarımız, Timur Selçuk


 ''Timur Selçuk'un müziğe adanmış ömründe ''komple müzik adamı'' tanımının bütün yanlarını buluruz; besteci, yorumcu, şarkıcı, orkestra yönetmeni, öğretmen müzik yazarı.. Bunların her biri onun aydınlanmanın ışığındaki yolunun birer kilometre taşıdır.

*
Feridun Andaç, 1 Haziran 1997 (Sayfa: 8 )

TİMUR SELÇUK İLE DÜNDEN BUGÜNE

Feridun Andaç, Söyleşi:


''..çevre nice yeteneksiz çocuğa org, piyano gitar, flüt, onu bunu almıştır; hiçbir şey olmamıştır. Ancak; yetenekli çocuklar her dalda; resim olsun, matematik olsun, çalışkanlık olsun, bilim olsun, müzik olsun.. bu çocuklar çevrelerini uyarıyorlar. Davranış biçimleriyle, çevrelerinde olan olaylara gösterdikleri ilgiyle uyarıyorlar. Dolayısıyla yetenekli çocuk kendini keşfettiriyor, ana-babalar keşfetmiyor. Ben bunu, 50 yaşından, 20 yıllık öğretmenliğimden sonra anladım. Çocuk dürtüyor ana-babayı..''



''..aile ortamı önemli; ama asıl önemlisi malzeme; kumaş çok önemli. Aynı ana-babadan üç çocuk olur, her biri farklıdır. Niye birisi Münir Nurettin'dir.? Babamlar dört kardeşmiş. İki erkek, iki kız. Amcam var, halam var; babam ve onun küçüğü halam. Niye bir tane Münir Nurettin.? Hadi bakalım, genlerle açıkla bunu.!'' (Sayfa: 9)

*
''..anneme babama , çok şey borçluyum. Zaman kaybetmedim. Bende de kumaş varmış.'' (Sayfa: 10)

*

''..yazlık olarak, Caddebostan'da kaldığımız pansiyon otelde, o sıcakta, garsonların servis yapması beni çok etkilerdi; yemeğimi yedikten sonra onlara yardım ederdim. Onların her gün bu şekilde çalışmaları beni derinden etkilerdi. Müşteriler bana bahşiş verdiklerinde ise; ''Ben Münir Nurettin'in oğluyum'' der, bahşişi iade ederdim. En çok hoşuma giden de buydu. Onlar beni orada yardımcı filan sanıyorlardı. (..) ..hükmeden konumundaki insanlara daima anarşistçe dahi olabilir, bu, hep başkaldırı duygusu olmuştur içimde. Bugün de aynı şey vardır. Yani bir şeyin başında olan insan her zaman beni rahatsız etmiştir nedense.'' (Sayfa: 12)
*
''Paris'e gittiğim ilk yıl hariç, 65'ten itibaren kendim çalışıp, kazanıp okumak mecburiyetinde kaldım. Ne yapabilirdim.? Aklıma bu geldi; yani pop müzik şarkılarıyla, bir kulüpte şarkı söyleyerek ya da onları pazarlayarak tahsil paramı çıkarabilirim diye düşündüm. Gerçekten de doğru yere parmak basmışım; 20 yaşından itibaren bu güne kadar, kendim çalışıp kendim kazandım. Ailemden para almadım.'' (Sayfa: 13)


''Örneğin semahlar form olarak, içindeki kendi devinileri, farklılıkları ve sürekli değişkenlikleri açısından bana halk müziğinin en akıllı örnekleri gibi gelir. Spontane duyarlılığın, naif duyarlılığın akılla tecrübeyle bütünleşmiş şekilleri gibi gelir. Örneğin Ruhi Ağabey (Su) neden her türküyü okumamıştır.? Çok salak türküler vardır, kusura bakmayın. Dört tane nota yarım saat tekrarlanır, değişik laflarla. İçiniz daralır. E, şimdi ben bu halk müziğine saygı duyamam. Bunun benim kafamda hiçbir değeri yoktur. Ben bu anlamda müziğin popülizmine de karşıyım. Ne işçi sınıfı yardakçılığı yaparım, ne de halk müziği yardakçılığı.. Popülizme tamamen karşıyım. Ruhi Ağabey Dadaloğlu'nu, Pir Sultan'ı, Karacaoğlan'ı, Yunus Emre'yi almıştır. Bütün o türkülerin hepsinin bir akıl yanı vardır. Sadece spontane duyarlılık değil. Onun için Ruhi Su'nun halk müziğine bakışı, bana birçok açıdan örnek olmuştur.'' (Sayfa: 15)

''Benim ahlaklı yolum; buralıyım, bu coğrafyada doğdum. Buralı derken; garip bir milliyetçiliği yansıtma adına buralı değilim, elbette ki..
- Sanırım, kimlik belirleme adına söylüyorsunuz bunu.
- Evet, evet kimlik adına buralıyım. Buralı olmak nedir.? Sevgili Nâzım'ın dediği gibi: Küçük Asya'dan geçen, Akdeniz'e kısrak başı gibi uzanan; buradan kimler geçmişse; Bizanslısı, Doğu Romalısı, Mezopotamyalısı.. Orta Asya'dan gelip Finlandiya'ya giden hepsi dahil buralıyım'a.. Hiçbirini inkar etmiyorum. Onun ötesinde buralı değilim. Dolayısıyla buralı olunca da ne oluyor; ben aynı zamanda dünya vatandaşıyım.'' (Sayfa: 16)

''..bütün müzik tarihini alın, güzel bir bahar ya da yaz sabahı, çok güzel, ağaçlıklı, deniz kenarına bir yere gidin, orada kuşlar ötsün, çiçekleri seyredin, denizin görüntüsünü seyredin, böceklerin hışırtısını dinleyin.. Bütün müzik tarihini üst üste koyun hiçbiri bu gördüğünüz tablonun binde biri kadar değerli değildir. Bütün müzik tarihini üst üste koyun, size o ulvi duyarlılığı, mutluluğu veremez. Mümkün de değil.. Doğanın güzelliklerine bakın bütün bunları kavrayabiliyorsanız, bütün sanat tarihi bunların birer yansımasıdır.'' (Sayfa: 19)

*

''Baba, dedim, böyle böyle yapmış Mustafa Kemal, siz tartışmışsınız. ''Yok'' dedi; ''tartışmadık, dedim ki, ya ben devam edeyim, ya da siz söyleyin''. Sonra plaklarınızı kırmış vb.. ''Öyle bir dönem olmuştu'' dedi. ''Benim işim ayrıydı, onun devlet işleri vardı, görüşemedik''. Kadehi başına koyma, ateş etme hikayesini sordum: ''Yo, hayır hayır.! Çelik Palas'taki toplantıya beni de davet ettiler, gittim. Ta masanın öbür ucunda oturdum. Barıştıracaklar. Paşa'nın da onayını almışlar. Atatürk bu, çünkü, ne yapacağı edeceği belli olmaz. Ortalık yumuşayıncaya bir şeyler içmişler. Peder Bey şarkı söylemeye başlıyor. Anlatılan kadehi başının üzerine koyuyor, Paşa yaverden tabancasını alıp yukarı nişan alıyor, kurşun tavana saplanıyor. Babama sorduğumda da: ''Hayır'' dedi, ''şerefe kadeh kaldırdık, elinde tut kadehi'' dedi, silahı aldı, zaten boştu ateş eder gibi yaptı. Ateş etmedi. ''Aferin, sesin gibi cesaretin de güzelmiş'' dedi. ''Hadi bakalım, fon dip'' demiş. Karşılıklı rakılarını içmişler, gidip elini öpmüş. O da babamı alnından öpmüş. Fakat ben babamın çok nazik, kibar bir insan olduğunu bildiğim için, sanıyorum Mustafa Kemal'i Yılmaz Güney gibi bir şehir kovboyu haline sokmak istemedi. Mustafa Kemal'i çok seven bir insandı. Sanıyorum Paşamız iki kadeh içip yukarıya bir yere sıktı. Ona gönülden bağlı bir insandı. Fakat mesleğini de seven, ona saygı duyan biriydi. Onurlu da bir insandı. Öyle kimsenin karşısında kafa sallayacak bir tip değildi. Onun için iki ışık çarpışmış, küsmüşler.'' (Sayfa: 23-24)

*

''..sanatçılar ikinci derecede peygamberdirler. Yaradanın insanlara verdiği duyarlılıkları kullanmayı öğretirler insanlara. Güzel şeylerin habercisidir., insana güzel şeyleri öğütler sanatçılar. Ama politikacılar öyle mi.? Onlar duyarlılıkları tek tip yapmak isterler ki; dizginler kendi ellerinde olsun. Böylece de halkı yönlendirebilsinler. Halkı tekrar o ürünü aramak zorunda bıraksınlar. Onun için ben hayatta ne sağcı, ne solcu hiçbir politikacıyla anlaşamamışımdır.'' (Sayfa: 27)


''..sanat, özveri demektir bir kere. Özveri ne demek.? Çok şematize edersek; hayır demeyi bilmek. Gerek kendi içimizdeki birtakım isteklere  hayır demeyi, gerek çevrenizde, size uzanan isteklere hayır demeyi bilmektir özveri. Yani çalışkanlık, üretkenlik. Onun için sanatçının işi özveridir. Yaratmak için yalnızlığı seçmektir. Üretmek için, sizi, o an mutlu edebilecek birçok şeyden vazgeçmektir. Bazen sevdiklerinizden uzak kalmaktır.'' (Sayfa: 28)


''..mesela kemikten doku alırsınız, binlerce sene önce ölmüştür, hâlâ bir şeyler vardır onda. İşte Münir Nurettin müziğinde bunlar var. Dolayısıyla dinleyenlere hâlâ bu bir elektrik olarak geçmektedir. Ve dinleyende birtakım metamorfozlar oluşturmaktadır.'' (Sayfa: 29)
*
YAŞADIKLARIM YAŞATTIKLARIM
*
Yaşadığım Günlerden, 1992


''Mücadele edebilmek için en iyi ve çağdaş silah bilgi ve emekti. Buna daha o zamanlar gönülden inandım. Bilgi artı emek için gerekli özveri, disiplin ve sınır tanımayan çalışma, halen benim en sevgili ve sadık dostlarımdır. Çok katı gözüken bu prensiplerimin ipek kılıfı ise insan sevgisi ve merhamet gibi duygulardır.'' (Sayfa: 35)


''Dünya, sevgi dolu tek bir ülke olana kadar, insan önce kendi vatanına hizmet etmeli. (Her insanı dönem dönem zorlayabilecek özel durumlar dışında.)'' (Sayfa: 35)


''Sanatçı bildiklerini aktarmalıdır. Sanatçının gönlü cömerttir, vericidir. Hiçbir şeyi yalnızca kendine saklamaz.'' (Sayfa: 36)
*
Timur Selçuk
YORUMDAN YAZIYA TİMUR SELÇUK
*
Müziği Düşünmek, Ekim 1993:


''..reklam bombardımanını güzel ve uzun süreli oluşturduğunuzda, bu kesim sizin zihinlere kazıdığınız müzik türlerini, grupları, sanatçıları, iyi-kötü demeden kabullenecek ve stadyumları ve cepleri dolduracaktır. Bu Türkiye'de çağ atladığımızın işareti değildir. Türkiye, müziğin iyisiyle kötüsüyle, halkın çeşitli kesitlerinde; köşe yazarından, cumhurbaşkanından işçisine, aydınına, memuruna kadar değerlendirebildiği gün, bir yerlere atlamayacak (ben bu tabiri sevmiyorum) çağını onurlu bir biçimde yaşayan bir ülke olacaktır.''
(..)
''Aklın duygu ve bilgi dağarcığı sığ ve ucuzsa, halk müzik tüccarlarının eline ve keyfine terkedilecek demektir.'' (Sayfa: 38)
*
Timur Selçuk


TEK SESLİLİK.. ÇOK SESLİLİK.. SESSİZLİK (I):
*
''Papa Büyük Gregorie (590-604) Kilisenin dil ve müzik birliğinin oluşması gerektiğine inanıyor ve gerçekleştiriyor. Bizans'ı ziyaretinde Ayasofya'da törenlere katılıyor ve oradaki koro ve din adamlarının müzikal yetenek ve eğitim sistemlerine hayran kalıyor.'' (Sayfa: 46)
*
Timur Selçuk, Ağustos, 1986


TEK SESLİLİK.. ÇOK SESLİLİK.. SESSİZLİK (II):
*
''Eski Yunanda filozoflar müziği evrensel bir sanat, evreni tanımlayan, yorumlayan bir sanat olarak görüyorlar. Müzik adeta bir bilgiler bütünü. Artistik olanı, güzeli, iyiyi bulmada yol gösterici. Ahlak, estetik, zeka, hepsini içeriyor, öğretiyor. Gerek Eflatun'da, gerek öğrencisi Aristo'da müzik, felsefelerinin temel öğesi. Eflatun müziği, kişiliğin oluşturulmasında ve yaradılışın tanımlanmasında bir anahtar sanat olarak görüyor.'' (Sayfa: 48)
*
''İleri sanayi ülkeleri, sosyal, politik, bilimsel ve kültürel alanlarda, paralel gelişmeler takip ederek bir yere geldiler. Biz bir kalkınma modeli uygularken, o modelin içinde saklı olan kültür, bilim ve sosyopolitik evreleri, birikimleri yaşamadan, özümlemeden uyguladığımız için mi, en son teknolojiyi kullanırken, kafamız, bilincimiz, bütün bunlara feodal bir biçimde bakıyor. En gelişmiş aygıtı kullanan ellerle, en ilkel müzikleri duyan, dinleyen, algılayan kulaklar ve beyin ayrı telden çalıyor.
Eski Yunanda Ortaçağda yöneticiler, din adamları, soylular, güç sahipleri müziği baş tacı edip saygın bir yere koyuyorlar.
Biz müziği nereye koyuyoruz dersiniz.?'' (Sayfa: 50)
*
Timur Selçuk, Ekim 1986

DÜŞÜNCE, DİL, MÜZİK VE BİZLER..
*
''Halk müziğimizi dikkatli, akıllı bir biçimde dinlediğimizde, neredeyse tüm tarihimizi taramış gibi oluruz. Halkımızın başından geçmiş acı-tatlı birçok olay, bir sinema şeridi gibi gözümüzün önünden geçer. Umutsuz sevdalar, ölümler, göçler, savaşlar, özlemler, coşkular. Aklımız, bilgi ve duyguyu harmanlayarak bütün bunları süzmüştür, düşünceler oluşmuştur. Sonra düşünceler yeni bilgi ve duygulara öncülük etmişlerdir. Düşünceler dil gerçeğini doğurmuştur. Bir anlamda düşünce, dilin anasıdır.
Çocukluğumuzda doktora gittiğimizde önce dilimizi çıkarmamız istenirdi. Önceleri nedenini anlayamadığımız bu istek, ilerki yıllarda, dilin sağlığın aynası olduğu gerçeğini öğrenmemizle birlikte berraklaştı. Dilimiz, vücut sağlığımızın aynasıydı.
Bundan yola çıkarak, bir toplumun sağlıklı olup olmadığını anlamak için, onun kullandığı dile dikkatlice, akıllıca bakmamız gerektiğini kavradık. Kullanılan dil, bilgi ve duygunun akıl tarafından süzülmüş hali miydi; bu dil, düşünce toprağına ekilmiş tohumların ürünü müydü; yoksa günlük temel gereksinimlerin, ilkel bir iletişim aracı mı.?'' (Sayfa: 51)


''Politik çıkarlar adına, gözlerimizin içine bakarak yalan söyleyen, yolsuzluk yapan, her görüşten siyasiler; bunları daha iyi tanıyabilmemiz için gerçek tiyatro sanatçılarını çok izlememiz gerekir.'' (Sayfa: 56)
*
Timur Selçuk, Aralık, 1993
MÜZİK-ELEŞTİRİ: * ''Müzik, aktif bir üretimdir. Bestecinin kaleminden dökülür, icracıyla bütünleşir ve gün ışığına çıkar. Bu açıdan resim, öykü, romandan çok, tiyatroya yakındır. Bu yanıyla diridir. Her yeni seslendirilişte, tad ve lezzetleri değişebilir. Devingendir, heyecanlıdır, sürprizlidir.'' (Sayfa: 57) * Timur Selçuk, Temmuz, 1986

YAŞAMDAN AN'LARDA, İZ'LERDE, ANILARDA, YAZILARDA, SÖZLERDE TİMUR SELÇUK:



Yüreğin Sesiyle, Şehime Erton, Mayıs,1997
*
''Ben sanatta hiçbir vakit tevazu tanımam. Oğlumun konserlerine de daima san'atkâr bir dinleyici olarak gittim. Ayakta alkışladım. Fakat bu ayağa kalkışım, sahnedeki san'atkâra ve yaptığı eserleredir, oğluma değil. Tebrik ettikleri zaman kendime gelir, sahi ben Timur Selçuk'un annesiyim, derim. Münir Nurettin Selçuk da oğlunu dinlerken aynı mutluluğu yaşardı.'' (Sayfa: 81)

Kavrayış, Hazal Selçuk, Boston, Mayıs 1997:
*
''Benim için Timur Selçuk, insan olmanın büyüsünü, yaşadığı yüzyıla ve yüzyılın insanına gösterdiği saygıyla birleştirip paylaşır. O saygıyı, zamanın değerinin bilincini barındıran sabırda, bilgisini paylaşımındaki cömertlik ve dürüstlükte; kendi dilinde söylemek istediklerinin, emek, deneyim ve yeniden arayışın suyunu emip buldukları o kıvamda gördüm.'' (Sayfa: 84)

23 Kasım 2021 Salı

Oruç Aruoba - Meşe Fısıltıları

 

On and on the rain will fall

like tears from a star -

On and on the rain will say

how fragile we are -

*

Yağar da yağar yağmur

sanki ağlar bir yıldız -

Söyler de söyler yağmur

ne kadar kırılganız - (Sting - Fragile) (Sayfa: 4)



Güneş devrildi bir Meşeye

Sıcak Rüzgarlarla çekişerek

Ölüm içre de geldi Neşeyle

Ergin Günçe kadar bir Çiçek (Sayfa: 5)


BUGÜN DE GİTTİM ORAYA

*

Mayıs'tı hâlâ - ama

hiçbir şey kalmamıştı

sen

ile

ben

den - den

iz

den

iz -

bel

ki

bir

tek

kal

an

dalgalar -

ne çağlarlar

ne iskeleye bağlı sandal

ne çakıllar

da yo

sun -

yok

tu -

yok 

tun

yok

tum -

yok

tu

sen

ile

ben

den

iz

. (Sayf: 7-9)

EACH AND EVERY

*

Var

lar.


U

çuk da

ol

sa

lar -

var

lar.


U

nu

ta

mam.


A

ta

mam. 

----------''Let me show you

----------I love you -''


Ta

mam.


Lar

... (Sayfa: 15)


Would you hold my hand

If saw you in heaven.?

Would you help me stand

If saw you in heaven.?

Eric Clapton

Tutar mıydın gene elimi

Cennette görseydim seni.?

Tutar mıydın ayakta beni

Cennette görseydim seni.? (Sayfa: 17)




NE
ses
siz
lik
sin
sen
- (Sayfa: 25)


LEYLEKLERİ

giderken
göremedim -
oysa
ne de çok
görmüş
tüm
gi
diş
le
ri
... (Sayfa: 26)


Meşeler dingin, gün ardından
Sessiz yapraklarıyla, güneş yorgunu
Dalları bezgin, yük taşımaktan
Issız yalnızlıklarıyla, dün bungunu
(Sayfa: 40)


İSKELESİZ
''When the rain begins to fall -''

O kıyıya şimdi dalga vururken
O günden hiç iz kalmamışken
yosun çürümüş
martı üşümüşken
denizimiz
bizsiz
kal
mış
ken -

N
eye
yara
r - -

''How can I forget to miss you''
-? (Sayfa: 54)


one girl
one boy
some grief
some joy -
memories are made of these
*
Terry Gilkyson/Frank Miller
(Dean Martin)
*
bir kız
bir oğlan
biraz keder 
biraz neşe -
bunlardan yapılır anılar.
(Sayfa: 59)



Tatlım benim
güzelliğin senin
ölümde bile enfes
*
Son kez yıkıyorum
senin çıplak bedenini
gözyaşlarımla
*
Seni yakacak ateş
beni yakan sevgiden
daha harlı olamaz
*
Benden sonra
ölümden başka
hiçbir âşık
bilmeyecek seni (Sayfa: 71)
*
Herman Portocarero
(Nicholas Lens, Flamma Flamma IX)


HAVA
Karayel'den Yıldız'a döndü
Dalgalar renksiz
Güneş de doğmadan söndü
Yorgun martılar artık öksüz
*
Kasım (Sayfa: 83)

17 Kasım 2021 Çarşamba

Vedat Türkali - Güven 1

BİRİNCİ KİYAP
*
Savaş Yılları

 ''Kim yazarsa yazsın; suç mu Bağımsızlık Savaşı şiiri yazmak.? Suç olmayan ne var bu ülkede.? Niye yıllardır cezaevinde Nâzım.? Şiir yazdığından mı.? Komünist olduğundan. Ozanlığı ile Komünistliğini nasıl ayırırsın Nâzım'ın.? Bir Harbiye Davası, bir Donanma Davası, otuz yıl.. Kızgınlıkla karışık önleyemediği bir ürperti gezindi içinde. Daktiloyla ince kâğıtlara yazılıp çoğaltılmış İstiklal Savaşı Destanı onlardaydı birkaç haftadır. Refik getirmişti, bugün de alacaktı. Üstünde Nâzım'ın şiirleriyle yakalanmak hiç de öyle küçümsenecek olay değildi. Daha yayımlanmamış, gizli.  Anasını ağlatırlar adamın.'' (Sayfa: 10)


''Göz, hasmını tanır.'' (Sayfa: 13)


''Mallarına bile saygı duymak zorundasın burjuvaların.! Burjuva mı bunlar.? ''Finans kapitale satılmış ulusal kahramanlarımız bunlar monşer.'' (..) Monşer, finans kapital.. Aynı soydan olmalarına karşın şu iki sözcük bile uymuyor birbirine.'' (Sayfa: 15)


''Açlığı tanımak için acıkmak yetmiyor. Sen biliyor musun.? Ötesi, tüm yoksulluğu biliyorum, bir süre açlık ne ki onun yanında.! Bir çocuğun en doğal gereksinimlerini umutsuz özleme çeviren beş parasızlığı kim benden daha acı yaşamıştır.? İlaçsız, doktorsuz kişiler arasında kıvranıp durmanın ağırlığını iliklerimde duydum, insanı aşağılayan bir umarsızlıkla, hem de bomboş bekleyişler içinde.'' (Sayfa: 15-16)


''Nâzım Hikmet'ten söz ediyorlar ikide bir, büyük ozan diye.. Komünistmiş o da.! Atatürk çağırmış bir gün, ''Gelsin, bir şiir okusun'' demiş. ''Ben okur Efdalya Hanım değilim'' demiş, gitmemiş Nâzım Hikmet. Atatürk de ''İşte insan bu'' demiş yöresindekilere, ''siz değil.''..'' (Sayfa: 50-51)


''Yaptığı işin üstesinden gelmeli devrimci. Hem de elinden geliyorsa en iyisini yapmalı. Küçümsemeden. Üniversitede öğrenci olmak, hele bizim ülkede az şey mi.? İyi öğrenciler olmanızın devrimciliğe ne zararı var.'' (Sayfa: 66)

*****

''Beşiktaş tramvay durağına doğru yürürken fırının önüne birikmiş kalabalığa baktı; ekmek çıkmasını bekliyorlardı. Karneyle alacakları kapkara, üç yüz gram ekmek içindi bu sessiz, sabırlı bekleyiş. Ekmekleri için katlanmasını biliyor insanlar. İçinde umudu taşıyordu aslında bu ağızsız, dilsiz, sıkıntılı görünüm. Hem de, günü geldi mi nasıl olsa patlayacak olan devrim umudunu.'' (Sayfa: 80)


''Nâzım'ı tanıdım, Doktor Hikmet'i, Hasan Ali Ediz'i.. Tutturmuşlar bir Nâzım muhalefeti. Nedir, ne değildir demeden, Harbiye tutuklaması, ardından Donanma.. Alıp götürdüler iki Hikmet'i de. Hasan Ali'ler kaçacak delik arıyor. Bize de sinmek düştü. İçkiye o zaman alıştım. Reşat Fuat'la da içki masasında tanıştık. İyi içer o da. Doktor Hikmet ağzına koymazdı. Devrimcinin gövdesi vakıf olmalıdır, kendi mülkü değildir; koruyacaksın onu.! Sık sık dediği buydu onun. Doktorluğundan mı derdi, devrimciliğinden mi, bilmem. Yoksa ölçüsüzlüğünden mi.? Bazı düşünürüm de, sızı duyarım içimde. Bize zorla hain dedirttiler Nâzım için. En çok da bu Hasan Ali Ediz. Hain bir parti düşmanıymış Nâzım.! Dedik biz de.! Partili olmuşuz, ne yapacağız başka.? Düşünüyorum bugün de, kim hain.? Hain olmayan kim.? Koyun belli değil, kurt belli değil diyor ya ozan. Bize hain dedirttiler, şimdi de Reşat Fuat, Parti'nin genel sekreteri biliyorsun. Dinamo Nâzım'dan büyük ozandır diyenleri azarlayıp paylıyor. Kendi anlattı; Suphi Taşhan'ı bir haşlamış; ''Bu saçmalıkları sürdürürseniz Küllük Kahvesi'nin dibine batar kalırsınız; partiyi martiyi görmezsiniz. Parti Nâzım'ı tutuyor bugün'' demiş.'' (Sayfa: 131-132)

*
''Kimileri yakınlarını, en son görürmüş, gözü açılsa da. Sevdiklerine uzun süre toz kondurmak istemezmiş. Bilincin epey gelişmesi gerekirmiş, oraya varması için.'' (Sayfa: 135)

''Daha savunduğumuz ideolojiyi bile bilmiyoruz doğru dürüst. Ne okuduk Marks'tan.? Engels'ten.? Lenin'den.? Temel kitapları diyorum. Yanlış yorumlama sakın. Kuşkum filan yok tuttuğumuz yolun doğruluğundan. Ama yeter mi bu kadarı.? Bir iş yaptığımız yok, çeviri yapsak ya bari. Yok, yasakmış.! Nâzım'ın şiirleri de yasak, okunuyor işte, pek iyi. Korkaklık iyice beceriksiz etmiş; diyorum ya, midem bulanıyor benim artık bu boşluktan. Fakültesinin de içine. Bırakmayı bile geçiriyorum bazı. Yapmacık her şeyimiz. Halide Hanım'ın doğru dürüst bilmediği İngiliz edebiyatını ben öğreneceğim de başım göğe erecek.! Her şey iğreti bu ülkede. Minik bir sürü karınca, balon üstünde geziniyor.'' (Sayfa: 141)

*

''Halk çok acı çekiyor. Pahalılık canavar gibi. Doğanın eli açık, yoksa neylerdi yoksullar.? Balık bol, sebze bol. Kuzu gibi toriği bizim işyerinin önünden sürüyüp götürüyordu adam. İyi-kötü işi varsa karnını doyurabiliyor. O doğa, kavgayı da soğutup geciktiriyor ama. İş bulmak kolay mı.? Balığın ucuzluğu ondan. Pekmeziyle, bulguruyla, tarhanasıyla yuvarlanıp gidiyor ülke. Bizim atölyede bile çalışanların çoğunun yeygileri köyden geliyor. Gel de sınıf kavgasını anlat. En güç değişen kafa, kentteki köylü kafası.'' (Sayfa: 199)

*

''Kendimizi eleştirme gücümüz körelirse, neyimiz kalır.? Felsefemiz olmamış, ordan geliyor kafamızdaki darlık. Saplantıdan kurtulmanın yolu, kuşku; eleştiri de ilk adımı onun.'' (Sayfa: 203)
*
''Her türden tuzaklarla, boğulup gideceğin kuyularla doluydu yollar. Bir matbaa odasında, eski koltuk üstünde, yoksul, yapayalnız ölüp giden Şinasi'yi, Tanzimat'ın yenilik öncüsü Şinasi Efendisi'ni düşünürdü. O dönemler kapanıp gitti sanıyoruz. Nâzımlara matbaa odasını bile çok gördüler, zindanda öldürüyorlar. Ne güç iş insanlara yeni şey öğretmek bu ülkede.'' (Sayfa: 204)
*
''Geçmişte iyi şeyler bulup çıkaracaksın (var, olmaz olur mu.?), günlük kavganı yürüteceksin o mutlulukla.! Itrî'yi de dinleyeceksin, Bach'ı da. Marks'ı da bileceksin, Bedrettin'i de. Nâzım'ın şiiri olmasa nerden bilecektik Bedrettin'i.? Niye yalan söyleyeyim, adını bile duymamıştım. Başka nelerimiz var, kim bilir.?'' (Sayfa: 209)

İKİNCİ KİTAP
*
Kara Duvarın Gölgesinde
*
''Kıskanmasında bile bir dostluk, bir sıcaklık var bu oğlanın; arkadaş sevgisi var. Yüceltip onurlandırıyor insanı. Çoğun sertçe kapışmaları, kendine en yakın bulduğu kişi olmasına gölge düşürmemişti hiç.'' (Sayfa: 267) * ''Almanlar Kafkasya'ya inmişlerdi. Türkiye'nin tüm faşistleri sevinç içindeydiler. Peyami Safa ''Kaf Dağı'nda Bayrak'' adlı bir yazıyla kutluyordu olayı. Stalingrad'a dayanmış Almanlar, işin bittiğini yayıyorlardı.'' (Sayfa: 270)
*
''Dimitrov'un bir sözü var. Anahtar söz: Bir komünistin diyor, ne biçim komünist olduğunun tek ölçüsü bugün, Sovyetler Birliği'ne karşı tutumudur.'' (Sayfa: 274)
*
''Ne diyordu Lenin, yalnız sindirim saatlerinde değil tüm yaşamının her ânında düşüneceksin devrimi.'' (Sayfa: 283)
*
''- Beni seviyor musun.? dedi.
- Çok.. Sen.?
Bu kız niye hep böyle kısa kısa konuşur.?
- Çok çok çok seviyorum. Büyük kavgamı sevdiğim gibi seviyorum seni.'' (Sayfa: 284)
*
''Devrimciler için kavga günleri arife günleridir Hocam.! Bayram bizim sokağımıza da gelecek.'' (Sayfa: 306)
*
''Kişiler kim olursa olsunlar kendilerini kuşatmış toplum yargılarının elverdiğinden öte, kanatlanıp uçamıyorlardı kolay kolay.'' (Sayfa: 334)


''Nâzım'ın ''Çar'a dokunma.!'' öyküsü hiç çıkmazdı aklından. Eski Bolşeviklerden biri anlatmış: Çarlık döneminde bir bölgede tutuklayıp jandarmalara vermişler bunu, ille götürecekler. Jandarmalar mujik. Yolda acıyorlar buna. Sıkı emir var; elinde kelepçe, ayağında zincir. Ne yaptı da böyle davranıyorlar bu okumuş adama.? ''Ben,'' diyor adam, ''kasabanın ileri gelen hükümet memurlarına hırsız dedim,'' diyor. ''Doğru demişsin,'' diyor mujikler. ''Hepimiz biliyoruz hırsızlıklarını.!'' ellerindeki zincirleri gevşetiyorlar biraz, acıyarak. Ertesi gün gene duruyorlar üstünde, onlara hırsız demekle başa gelmez bunlar. Bolşevik diyor ki, ''Vali de hırsız,'' dedim. Başlarında da bakanlar, nazırlar var bunların, hepsi hırsız.'' ''O da doğru,'' diyorlar. Ayaklarını da gevşetiyorlar biraz. Epey bir zaman sonra gene yokluyor jandarmalar. ''Hükümetin hırsızlığını bilmeyen mi var.? Sana nasıl kıydılar.?'' deyince, Bolşevik, ''Bakın,'' diyor, ''O hırsızları biliyorsunuz ya, hepsinin başında da Çar var,'' diyor. ''Onu söyledim ben.!'' Jandarmalar fırlıyor, ''Hah,'' diyorlar, ''Şimdi anladık senin ne namussuz herif olduğunu. Kutsal Çar babamıza söversin ha.!'' Bütün zincirleri eskisinden daha ağır biçimde sıkıyorlar. ''Ülkene gidiyorsun Nâzım'' demiş eski Bolşevik. ''Sakın Çar'a dokunma.!''..'' (Sayfa: 423)


''- Halk acınacak koşullar içinde. Savaş var deyip uyutuyorlar milleti. Hele şu son bir yıldır soygun, vurgun gırla. Halk perişan. Ama örgütsüz. Hırsızlarla ortaklarının eline kalmış ülke. Aydınlar dersen, herkes kendi dümeninde. Zaten aydın denecek kaç kişi var ya..'' (Sayfa: 451)
*
''Gelen sıkıp duruyor mengeneyi. Böyle batırdılar bizi; hep de ''kurtarıyoruz'' diye diye.'' (Sayfa: 461)


''Size şu kadarını söyleyeceğim; gazeteci hiçbir gün, korkusuzca, şöyle bir oh demedi bu ülkede.'' (Sayfa: 463)
*
''- Bakın Sahir Bey, dedi. Benim bir ortağım vardı, Allah rahmet eylesin, Şükrü Bey. Atatürk'ün hastalık günleri.. Bir yazı çıktı gazetede, Ata'nın sağlık durumuyla ilgili. Ertesi günü, bir telefon; Ankara'ya çağırdılar Şükrü Bey'i. Kalkıp gitti rahmetli. Güpegündüz, elektrikle aydınlatılan karanlık bir odaya almışlar; tam üç saat sorgu. Ne maksatla yazıldı bu yazı.? Sordukları bu.! Ağır sözler edip ağır bir gözdağıyla da bırakmışlar sonunda. Bir ay sonra inme indi sağ yanına Şükrü Bey'in. Bir yıl sonra da öldü..'' (Sayfa: 464)

''Okumak, kitaplara sığınmak yetmiyordu artık. Çözüm getirmiyor, bir ışıklı yol açmıyor, birkaç adım olsun attırmıyorsa, ne yararı var o yaptığın işin.? Kitapların aydınlığı saklı kalmamalıydı içinde.'' (Sayfa: 466)
*
ÜÇÜNCÜ KİTAP
*
Daldaki Kiraz
*
''Ağzı süt kokan bir kız olarak değil, ayırıp değerlendirmesini bilerek onu seçmiş olmasının üstünlüğünü nasıl göremiyordu, öyle büyük savlarla ortaya çıkan biri.'' (Sayfa: 503)


''Toprağın altına sinmiş tohum gibi yapayalnız yaşamasını bileceksin böyle bir dünyada, çürümeden.'' (Sayfa: 553)


''- Para almam ben, dedi.
Adamın bir şey demesine kalmadan,
- Para kazanmak için başka iş bulurdum kendime, dedi.
Karanlık sokakta dönüp baktı Mihail,
- O zaman da para kazanmak için iş yapmış olurdunuz efendim, dedi. Komünist olmazdınız.!'' (Sayfa: 556)

''- ..Baksana şuraya: Adam Kürt, Kürt'üm demeye korkuyor.
Kötü bozulmuştu, taş gibi bakıp duruyordu Nedret. Veysel ne diyeceğini bilmeden sallanıp kımıldadı bir iki,
- Korkmuyorum Hocam da, dedi, çekingen bir sesle, yani ben şoven değilim.
- Türk'üm deyince olmuyorsun da, Kürt'üm deyince şoven oluyorsun öyle mi.? Terslik yok mu burda.?'' (Sayfa: 571)
*
''..o gece, yemekte karşı çıkmıştı Doktor Nurettin'e; ama belki de doğruydu adamın dedikleri. Binlerce, on binlerce köylü; kadın, erkek, çoluk, çocuk ya makineliyle taranmış ya da süngülenip Murat suyuna atılmış. Subaylardan bile delirenler olmuş dayanamayıp. Tam bir canavarlık Dersim'de.'' (Sayfa: 572)


''Nâzım, o günler edebiyat alanında parlamış yıldız Türkiye'de; komünizmin de simgesi olmuş. Özellikle aydınlar, öğretmen, avukat, doktor, mühendis gençler arasında, kimi bürokrat katlarda bile, geniş hayran yığını var.! Asıl önemlisi de komünizme yakınlık duyan işçiler, emekçiler arasında taparcasına seviliyor. Ayakkabıcısı, marangozu, demircisi akşam oldu mu, usta topluyor tezgâhın başına çırağı, kalfayı; bir şişe de rakı açıp başlıyorlar Nâzım'dan şiirler okumaya.! Ben de kendimden geçiyorum o günler Nâzım şiirlerini okurken; Bahri Hazer, Salkımsöğüt, Piyer Loti, Berkley, Emperyalizm. Nasıl geçmeyelim; edebiyatta ilk kez bizim sesimiz bu şiirlerle çıkıyor ortaya, adam yerine konuyor işçi.! Tarihsel maddeciliği, devrimi anlatıyor bizlere.! Çoğu bugün de belleğimdedir. ''Şarktan geliyorum - Şarkın dertlerini haykıraraktan geliyorum,'' diyen bir şiiri vardır. Komintern'in 25 Plenium'da, Lenin'in önceki tezlerine dayanarak devrimci atılımın Doğu'ya kaydığını bildiren kararlarını anımsatıyor.! Hep bir şey öğretiyor bize yani.! KUTV'da, Doğu İşçileri Komünist Üniversitesi'nde çevirmenlik yaptı Moskova'da Nâzım. Doktor'la, özellikle de Baytar Cevdet'le ilk çalışmaları da orda başlamış, başıboş ozan tavrı, parti disiplinine ters görülüyor. Bir de, o günlerin aydınlarını çok etkilemiş olan Troçki'yi seviyor; o da süzme aydın çünkü. Ama Troçkist değilim, diyor Nâzım.'' (Sayfa: 625-626)
*
''Bir kadını sever insan.! Ona da kavuşamaz çoğu kez.!'' (Sayfa: 661)
*
''Dini, imanı da bu, aşkı da. Kimseye düşmanlığa kalkışma boşuna.! Parayı sen de seviyorsun çünkü.'' (Sayfa: 664)
*
''Bir Köy enstitüleri çıkardılar İnönü'yü kandırıp, komünist yuvası diyorlar onlar için de. Batıracaklar devleti.!'' (Sayfa: 729)
*
''- Valla anlamıyorum, ayıp değil ya, dedi. Hepimiz biliyoruz, isteseydin bakandın. Ne bileyim, genel müdürdün, müsteşardın belki.. Yani, bu olmayacak yolu tutup da, böyle..
Gerisini Reşat'a bırakmış gibi, kesti sözünü.
- Ben, fukara halkımın yanında olmaktan mutluyum, dedi Reşat Fuat sessizliği pek uzatmadan.
Birden doğruldu Sait, patlamış gibi yüksek perdeden bir sesle,
- Biz de o fukara ulus için çalışıyoruz Reşat Bey, biz de, dedi. Bu fukara ulusu Atatürk kurtardı. O yoldayız biz de.
Bu coşkulu sözlere alaylı bir gülümseme oldu ''Reşat Bey''in ilk yanıtı. Aynı güvenli ağırlıkla aldı yavaşça,
- Verilen emirleri yerine getirmekle yükümlü biri olarak şuraya oturtulmuş görevlisiniz siz, dedi. Soyulan halkın yararına olan önerilere niye karşı çıkıyorlar, sorsanıza yukarıya, fukara ulus için çalışıyorsanız. Kaç kez önerildi bu onlara; neden yanaşmıyorlar.?
Beklemediği bir engele çarpmış gibi duraladı Sait; Galip'e baktı, ''Görüyor musun.?'' gibisine. Reşat'a kızmasına karşın, Sait'in şaşkın bakışına gülecek oldu Galip. Versene yanıtını herifin, geri zekâlı, ne bakıyorsun bana.?
- Neymiş o öneriler.?
- Gördünüz yazdıklarımızı. Halkın acılarını biraz olsun dindirmek için düşünülmüş önlemler hepsi de. Hırsızlık, vurgun, talan, karaborsa önlesin, halk soluk alsın biraz. Halkın demokratik hakları tanınsın. Ülkede..
Sözü böldü Sait,
- Moskof'la birlik olalım; Bolşevik gelsin kurtulalım.! Acımız böyle dinecek.!
Sait'in kızgınlıkla giriştiği alaylı saldırganlığı sessiz karşıladı Reşat Fuat. Kuru, soğuk bir sesle,
- O yazılanları okuyup da böyle anlamışsanız, neyi anlatabilirim ben size.? dedi.''
(..)
''- Niye bırakmadın, konuşsun.?
Duraladı Sait; ciddi mi söylüyor gibi baktı bir,
- Konuşulmaz bunlarla oğlum, dedi. Valla şeytanı bile kandırır.
Tutamayıp güldü Galip. Bizi de kandıracağından korktun demek.!
- Askeri yargıç dalga geçiyor geçende: Yahu bunların ağzından bal akıyor. Okuyun şu yazıları.! Biz niye bunların yanına geçmiyoruz Sait Bey.? diyor.! Şaka maka kandırır insanı bunlar.!'' (Sayfa: 743)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...