28 Ocak 2019 Pazartesi

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Hangi türden olursa olsun, bir sanat ürününün tadılması, onun kavranılmasıyla doğru orantılıdır. Eseri ne kadar çok anlamışsak, elde edeceğimiz haz da o kadar yüksek olacaktır. Anlamak ise, araştırmakla, irdelemekle, aklın dışındaki güçlere el verdiğince az pay bırakmakla, sezgi ve izlenimlerimizi dile döküp başkalarına iletir hale getirmekle gerçekleşebilir.

Hangi türden olursa olsun, bir sanat ürününün tadılması, onun kavranılmasıyla doğru orantılıdır. Eseri ne kadar çok anlamışsak, elde edeceğimiz haz da o kadar yüksek olacaktır. Anlamak ise, araştırmakla, irdelemekle, aklın dışındaki güçlere el verdiğince az pay bırakmakla, sezgi ve izlenimlerimizi dile döküp başkalarına iletir hale getirmekle gerçekleşebilir.
Her gerçek sanat eseri, geleneğe bağlılığı oranında, onu yadsıyıcı bir özellik de taşır. Bu nedenledir ki, bir yandan tarihsel bir süreç içinde yer alır, bir yandan da, eşi olmayan, benzersiz, tek bir olgudur. Yani hem ''toplumsaldır'', hem de olabildiğince ''bireyseldir''. Sanatçının özgün kişiliğinden gelen ve alışılmış biçimlere, kalıplara ters düşen, ama aslında yeni bir gelenek oluşturacak unsurlar taşıyan yeni anlatım yollarından haz alabilmek, her zaman kolayca gerçekleşen bir ilişki değildir. Çünkü ''beğeni'' dediğimiz yetenek, doğuştan getirdiğimiz gibi kalan durgun bir eğilim değildir. ''Beğeni'' gelişen, ilerleyen, zamanla tamamlanan bir özellik taşır. Bu bakımdan, alışılmış beğeni ölçülerimizi zorlayan, hatta ilk karşılaşmada bize olumsuz estetik yargılar bile verdirten birçok yenilik, onları tabanda besleyen ilke ve gerçekler anlaşıldıktan sonra, içimize yeni kapılar açarlar, beğenimizin sınırlarını biraz daha genişletirler, yenilikleri daha sağlıklı ve gerçeğe uygun bir biçimde kabul edebileceğimiz bir düzeye ulaştırırlar bizi.
Sanat ürünleriyle sürekli düşüp kalkmaktan öte, kuramsal bir çaba da isteyen bu beğeni gelişiminin canlı örneğini, her şeyden önce pratik yaşantımızda, kendiliğinden oluşan kimi davranış ve yargılarımızda kolayca gözlemleyebiliriz. Sinemaya gide gide, iyi örnekler göre göre, kötülerine katlanamaz oluruz. Şiir okuya okuya, sağlam şiir eserleriyle tanışa tanışa güzeli, hem güzel olmayandan, hem de çirkinden ayrıt edebilecek pratik bir yetenek kazanırız. Sanatçı olmaya hevesli kişilere gösterilebilecek tek yolun, sürekli olarak sanat eseriyle düşüp kalkmak olduğunu, yaratıcılığın okulu bulunmadığını yineleyip dururuz hep. Bu kadarı, belki de normal bir okur, sıradan bir sanatçı için yeterlidir, ama işin burada bittiğini kimse savunamaz. Yalnızca pratik eğitim, yalnızca tek tek sanat eseriyle karşılaşmaktan elde ettiğimiz ölçme, ayırt etme ve değerlendirme yeteneği, her eseri en az yanılgıyla tartabilme yetkisini vermiyor bize. Bir eserin gerekçesi, yalnızca o eserle karşı karşıya gelmekle kurulan okur - eser veya seyirci (dinleyici)- eser ilişkisiyle açıklanamıyor. Eser üzerinde düşünmek gerekiyor; kimi karşılaştırmalar, oranlamalar yapmak gerekiyor; başkalarının düşünce ve yargılarını dikkate almak gerekiyor; yaratma işlemine ilke olan tutum ve davranışları , eserin sınırlarını sanat dışı endişelerle zorlamamk koşuluyla, çeşitli yollardan öğrenmek gerekiyor. Ancak böyle bir yöntemle, çetin ama önemli sanat olgularına iç düzeyimizi yükseltme olanağı vardır. Örneğin, şiir sanatını yalnızca sözcüklerin kulağa hoş gelen uyumlarında gören romantik beğeni anlayışı; gücünü ve etkinliğini, düşüncenin ve anlamın belirlediği sert vurucu şiir ürünlerini anlamakta ve tatmakta güçlük çekecektir ister istemez.
Bir akım olarak romantizmin çağı geçmiştir. Çağımız insanının genel duyarlığı böyle davranışı güç kabul eder. Ama romantizm, genel bir insan eğilimi olarak her zaman vardır. Ne var ki, insan yapımızdaki bu genel romantik eğilim, bir akım olarak romantizmi anlamaya yeterli değildir. Onu, ancak yeşerdiği, oluştuğu, geliştiği dönemin tarih, kültür ve beğeni koşulları içinde kavrayarak tadabiliriz. Çünkü ancak bu yolla, temellendirilmiş bir beğeniye sahip oluruz; ancak bu yolla, çağımızın baskın duyarlığına yenilmeyerek, başka dönemlere özgü sanat gösterilerine yaklaşabiliriz; ancak bu yolla, sanat olgusunun bireysel niteliğini tarihsel ortamında gerekçelendirip temellendirerek, evrensel kılmak olanaklı olur. Yoksa sanat eserinin çağları ve kuşakları aşan etkililiğini, yani evrensellik dediğimiz özelliğini, akılla açıklanması olanaksız metafizik ilkelere bağlamak tehlikesi vardır.
Fakat özellikle resim sanatında, resim sanatının yüzyılları aşan uzun dönemlerinde, bu tarihsel bakış açılı yöntemi uygulamak, kimi ön koşullara bağlıdır. Estetik hazzı anlamaya kavramaya dayandıran bu gerçekçi ve kaçınılmaz yöntem, resim (ve heykel) sanatında zorunlu birkaç evrede gerçekleşebiliyor. Sanat tarihinin yüz akını oluşturan eserlerin çoğunluğu, tarihsel ve kültürel ortamları içinde anlaşılmaktan önce, işledikleri konu bakımından açıklanmak ve anlaşılmak zorundadırlar. Bu eserlerde, sanatçı tarafından istenerek, bilerek konulmuş, ''anlaşmalı'' bir ''anlam'' bulunmaktadır. Eserlerin değerlendirilmesi ve tadılması için, her şeyden önce bu anlaşmalı anlamın bulunması, çözülmesi gerekmektedir.
Gittiğimiz önemli sanat merkezlerinde, ''şu galeriyi gezdin mi, bu müzeyi gördün mü.?'' diye sorarlar hep. Birçoklarımız sıkılır böyle yerlerde. Çoğun da, salt gitmiş olmak için, soranlara ''Evet'' diyebilmek için gidilir bu gibi yerlere. Bu tutumu, her zaman olumsuz bir davranış, sanata karşı ilgisizlik diye yorumlamak yanlıştır. Çünkü sanat eserlerini ilginç kılacak, onları bize yaklaştıracak gerekli araçlar verilmemiştir elimize. Bizler Türküz ve İslam geleneğine bağlı bir ulusuz. Oysa topraklarımız, bu geleneğe yabancı olan eserlerle dolup taşmaktadır ve bu eserler, içerik bakımından, ''Batı'' dediğimiz dünyanın geleneğine bağlanmaktadır. Bu eserleri, yetersiz turistik amaçlar dışında, bize gerçek yönleriyle yakınlaştıracak, onları tanımamızı, ne olduğunu bilmemizi sağlayacak; ama her şeyden önce kendi arı Türkçemizle yazılmış araçlar konulmamıştır önümüze (müze katalogları dışında). İşte bunun içindir ki, kendi geleneğimizin ve bu geleneğin belirlediği duyarlığımızın dışına çıkan eserler karşısında, haklı olarak sıkılmışızdır; resim ve heykel sanatını öcü sanıp kaçmışızdır; tek çare olarak da, ulusça yalnızca şiire sığınmışızdır. Bugünkü çağdaş sanatımıza ilgisizliğin ve tepkinin nedenini de, ya eleştirmene ya da seyirciye yüklemişizdir. Bu işin, şimdiye dek sorumsuzca savsaklanmış bir de eğitim yönü olduğunu düşünmemişizdir; düşündüğümüz zamanlar da sadece suçlamakla yetinmişizdir; kendimiz gerekli girişimlerde bulunmadan, her şeyi hep başkasından beklemişizdir.

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Yukarıda, tarihsel bakış açılı yöntemin uygulanmasının, resim sanatında kimi koşullara bağlı olduğunu belirtmiştik. Bu koşulların, aydınlık bir biçimde, kuramsal açıklamasını ve uygulamasını, ünlü sanat tarihçisi ve estetikçi Erwin Panofsky'ye borçluyuz. Panofsky, bir resim eserinin algılanabilmesi, dolayısıyla estetik bakımdan tadılabilmesi için, üç ayrı evrede gerçekleşen anlamların saptanması gerektiğini söylüyor.
1) Doğal anlam.
a) olgusal anlam
b) ifadesel anlam
2) Anlaşmalı anlam
3) Asıl anlam veya içerik

Bir resimde gördüğümüz biçimleri, tanıdığımız kimi nesnelere benzetmekle; bu biçimler arasındaki ilişkileri belirtmekle; yani biçimlerin hangi hareketler içinde olduklarını saptamakla elde ettiğimiz anlam, ''olgusal anlam''dır.

Doğal anlam: Bir resimde gördüğümüz biçimleri, tanıdığımız kimi nesnelere benzetmekle; bu biçimler arasındaki ilişkileri belirtmekle; yani biçimlerin hangi hareketler içinde olduklarını saptamakla elde ettiğimiz anlam, ''olgusal anlam''dır. Belirli nesnelere benzetip adlandırdığımız, peşinden hangi hareketler içinde bulunduğunu saptadığımız bu biçimlerin ifadesel niteliklerini bulmakla, eserin ''ifadesel anlamı''nı elde ederiz. Bir duruşun, bir davranışın acılı veya sevinçli özelliği; bir çevrenin, bir ortamın bizde hemen uyandırdığı sakin, hareketli veya kasvetli hava, ifadesel niteliklerdir. O halde ''olgusal'' ve ''ifadesel'' anlamlar, bize, eserin ''doğal konusu''nu vermektedir.
Örnek olarak Michelangelo'nun 1508-1512 yıllarında resimlediği Sistina Şapeli'nin tavanından bir fresko alalım. Önce, bu eserde gördüğümüz biçimleri, tanıdığımız kimi nesnelere benzetelim. Solda bir kaya parçası, bu kaya parçasının üzerinde iki çıplak insan figürü, bunlardan soldaki erkek, sağdaki kadın. Ortada bir ağaç, ağacın yeşil yapraklı dalı sol bölümde yer alıyor, ağaca asılı bir yılan, yılanın üstünü çıplak bir kadın gövdesi ve başı oluşturuyor, onun hemen arkasında bir kadın figürü daha, bu kez giyinik ve sol elinde bir kılıç tutuyor. Sağda iki figür daha, ikisi de çıplak, soldaki erkek, sağdaki kadın.
Şimdi, tanıdığımız nesnelere benzettiğimiz biçimler arasındaki ilişkileri saptayalım: Sol bölümdeki erkek figürü ayakta duruyor, sol eliyle ağacın dalından tutmuş, sağ eliyle de meyve koparmaya çalışıyor. Onun hemen yanındaki kadın figürü ise, dizlerini kıvırıp oturmuş sağ yanıyla kaya parçasına yaslanmış, sol kolunu yukarı uzatmış, bakışlarını da kolunu uzattığı yere çevirmiş ve kendisine, kadın başlı yılanın sağ kolunu uzatarak verdiği meyveyi almak üzere. Ağaca sarılmış yılanın başını oluşturan kadın, sağ koluyla ağacın dalına tutunmuş, sol kolunu uzatmış, sözünü ettiğimiz meyveyi veriyor. Onun arkasındaki giysili kadın figürü ise uçar durumda, sol kolunu uzatmış, tuttuğu kılıcı önünde giden çıplak erkek figürünün boynuna doğru uzatıyor. Bu erkek figürü ise, kılıcın darbesini önlemek istercesine, ellerini geriye çevirmiş, vücunu hafifçe sol yana eğmiş. Yanındaki çıplak kadın, aynı korkuyu, başını elleri arasına almakla geçiştirmeye çalışıyor. Böylece Michelangelo'nun bu eserinin olgusal anlamını bulmuş olduk.
İfadesel anlamına gelince, sol bölüm, doğasal unsurların canlılığı bakımından, yaşayan ve diri bir ortam oluşturuyor; bu doğal unsurlardan yoksun olan sağ bölüm, hüzün dolu bir kuruluk ve çıplaklık içinde. Sol bölümdeki çıplak kadının, almakta olduğu meyveye iştahla bakışından doğan sabırsızlık ve umursamazlığına karşılık, sağ bölümdeki çıplak erkekle kadının yaşlanmış yüzlerinde korku, acı ve hüzün okunuyor. Böylece, Panofsky'nin doğal konu dediği anlamı saptamış olduk. Panofsky, bu doğal anlamın taşıyıcısı olan, onu bize ileten unsurlara, ''sanatsal motifler'' adını veriyor. Bu motiflerin bulunmasına ise, eserin ''önikonografik'' tasviri diyor.

Hemen şöyle bir soru gelebilir akla: Sanatçı, niçin biri erkek, biri kadın olmak üzere, iki çıplak figürü yan yana koymuş; niçin bir yılan, bir kadına bir meyve uzatıyor.? Niçin ağaç var.? Niçin hemen bu sahnenin yanında bir süreği (devamı) olarak, yine biri erkek, biri kadın olmak üzere iki çıplak figür, elinde kılıç taşıyan birisi tarafından kovuluyor.? Sanatçı bu unsurları rastgele yan yana koymuş diyebilir miyiz.? Peki bu durumu açıklamak için ne yapmalıyız.?

Anlaşmalı Anlam: Hemen şöyle bir soru gelebilir akla: Sanatçı, niçin biri erkek, biri kadın olmak üzere, iki çıplak figürü yan yana koymuş; niçin bir yılan, bir kadına bir meyve uzatıyor.? Niçin ağaç var.? Niçin hemen bu sahnenin yanında bir süreği (devamı) olarak, yine biri erkek, biri kadın olmak üzere iki çıplak figür, elinde kılıç taşıyan birisi tarafından kovuluyor.? Sanatçı bu unsurları rastgele yan yana koymuş diyebilir miyiz.? Peki bu durumu açıklamak için ne yapmalıyız.?
İşte Panofsky, eserin, bize ilk bakışta kapalı kalan ve gündelik pratik deneyimlerimizle açıklayamadığımız bu anlamına, ''anlaşmalı anlam'' diyor. Anlaşmalı anlamın bulunması ise gündelik pratik deneylerimizin dışına çıkmakla, onları başka bilgilerle tamamlamakla mümkün oluyor.
Peki, bu bilgileri nerede bulacağız.? Bu sorunun bir tek karşılığı var: Araştıracağız. Hem sonra, ressam ve heykelcilere, sanatın tarihi boyunca bitmeyen hazine olmuş geleneksel kaynaklar vardır. Yunan-Roma mitolojisi, Tevrat, İnciller, Azizlerin yaşamıyla ilgili eserler vb., bunların başlıcalarıdır. Michelangelo'nun, niçin biri erkek, biri kadın olan iki çıplak figürü yan yana koyduğunu; bir ağacı, bir meyveyi ve bir yılanı, niçin bu iki figürle ilişkili gördüğünü; eserin sağ bölümündeki eli kılıçlı bir figürün, niçin bu iki çıplak figürü bir yerden kovduğunu ve bu yerin neresi olduğunu bize söyleyen kaynak Kutsal Kitap'tır. Kutsal Kitap'ın ''Yaratılış'' bölümünde şu bilgilere rastlıyoruz:
*
''Tanrının yarattığı bütün kır hayvanları arasında en hilecisi yılandı. Yılan, Tanrı'nın, bilgi ağacının meyvesinden yenilmesini yasakladığını biliyordu. Bunu yiyen insanın öleceğini de biliyordu. Tam tersini söyledi kadına, onu kandırmaya çalıştı: ''İnanmayın, ölmeyeceksiniz.! Ondan yiyince gözleriniz açılacak; Tanrı gibi, iyiliği ve kötülüğü bileceksiniz.!'' Kadın, ağacın yemesi güzel, görünüşü hoş ve bilgi arzusu uyandırıcı olduğunu sezmişti zaten. Dayanamadı. Koparıp yedi meyveyi. Kocasına da verdi. O da yedi. O zaman ikisinin de gözleri açıldı, ikisi de çıplaklıklarını gördüler. İncir yapraklarını birbirine dikerek önlerini örttüler.''
Tekvin-Yaratılış 3: 1-7
*
Kutsal Kitap'tan edindiğimiz bu bilgilerle, ele aldığımız eserin sol bölümünü açıklamış oluyoruz. O halde, soldaki iki çıplak figürden erkek olanı Adem, kadın olanı da Havva'dır. Havva, kadın biçiminde tasvir edilmiş Yılan'ın verdiği meyveyi alıyor, almakla da Tanrı'nın yasağına karşı geliyor ve böylece de ilk günah işlenmiş oluyor. Burada, kaynak metin, yani Kutsal Kitap'ın saptadığı unsurlardan değişik durumlar da görüyoruz. Yasak meyveyi, Adem'e, karısı Havva'nın verdiğini biliyoruz; ama bu eserde Adem, yasak meyveyi doğrudan doğruya kendisi koparıyor.
Yılan, tanıdığımız biçimde tasvir edilmemiş; yalnızca alt tarafı yılan biçiminde çizilmiş; üst tarafı ise, bir kadın gövdesi ve başı oluşturmuş. Bu değiştirimler, sanatçının gelenekten aldığı verileri, olayın tanınmasını engellemeyecek biçimde yorumladığını gösteriyor. Ama her şeye karşın, bu eserle, andığımız kaynak arasında kuracağımız ilişki, bu esere, hiç yanılmadan, ''İlk Günah'' adını vermemizi sağlayacak kesinliktedir. Yine Kutsal Kitap'ta şöyle deniliyor:
*
''İnsan, iyiliği ve kötülüğü bilmişti artık. Bir daha hayat ağacına uzanmayacaktı eli. Sonsuzca yaşamak için onun meyvesinden yiyemeyecekti. Bunun için Tanrı kovdu Adem'i cennetten, bir daha yaklaşmasın diye de hayat ağacına, Aden Bahçesinin önüne Keruv melekleri koydu.''
Tekvin-Yaratılış 3: 20-24
*
Bu bilgilerle, eserin sağ bölümü arasında kuracağımız ilişki de, bize kolayca, bu öykünün, ''Adem'le Havva'nın cennetten kovuluşu'' olduğunu gösterecektir.Melek, elinde kılıçla, ilk iki günahkârı cennetten kovuyor. Adem ve Havva, yüzlerinde ve davranışlarında, yaptıklarının pişmanlığını taşıyarak, korku, yılgı ve eziklik içinde uzaklaşıyorlar. Burada da geleneksel unsurların değişikliğe uğratıldığını görüyoruz. Kaynak metin, Adem'le Havva'nın çıplaklıklarını gördükleri zaman, incir yapraklarıyla önlerini örttüklerini yazıyor. Yine Michelangelo'nun müdahalesi söz konusu burada: Onları örtük değil, anadan doğma bırakıyor.
Biz bu yolla, sanatsal motiflerle kimi kavramlar arasında bir bağ kurduk; bu bağı belirlemekle de, sanatçının eserine bilerek, bilinçli olarak koyduğu, anlaşmalı anlamı bulmuş olduk. Böyle yapmakla da ''İkonografik çözümleme'' adı verilen bir işlem gerçekleştirdik. Eserin önikonografik tasviri için, kimi düzeltmelerle de olsa (bu düzeltmelerin ne olduğuna girmiyoruz), pratik yaşantımızdan elde ettiğimiz deneyler yeterli olduğu halde, ikonografik çözümlemesi için, sanatsal motiflerle kimi kaynaklar, metinler, kavramlar arasında bir bağ, bir ilişki kurmak zorunda kaldık ve ancak bu yolla, sanatçının eserinde vermek istediği konuyu öğrenebildik.

Asıl anlam ve içerik: Bu noktada, önemli bir soru çıkıyor karşımıza: Biz, bir esere sanatçısı tarafından bilinçli olarak konulan, ama günlük deneylerimiz içine girmeyen anlamı bilmezsek, o eseri tadabilir miyiz.? Onu dramatikliği, trajikliği veya güldürücülüğü içinde algılayabilir miyiz.?

Asıl anlam ve içerik: Bu noktada, önemli bir soru çıkıyor karşımıza: Biz, bir esere sanatçısı tarafından bilinçli olarak konulan, ama günlük deneylerimiz içine girmeyen anlamı bilmezsek, o eseri tadabilir miyiz.? Onu dramatikliği, trajikliği veya güldürücülüğü içinde algılayabilir miyiz.? Bu soruya verilecek, akla uygun cevap herhalde ''Hayır'' olmalı. Peki, bir eseri gereğince anlayamazsak, ona estetik bir değer biçebilir miyiz.? Onu, beğeninin tarihsel gelişimi içinde, lâyık olduğu yere yerleştirebilir miyiz.? Kısaca eleştiri ve sanat tarihi mümkün olabilir mi.? Bu koşul elbette, anlaşmalı konuların yer almadığı ve motiflerden doğrudan doğruya içeriğe geçilen eserler için söz konusu değildir.
Panofsky'nin, bir resim eserinin algılanmasında sıraladığı üç anlam evresinin sonuncusun, eserin ''asıl anlamı'', ''içsel anlamı'' veya ''içerik''i oluşturmaktadır. Bir resim eserinin içeriği, başka bir deyişle asıl anlamı, bir ulusun, bir dönemin, bir sınıfın, bir dinsel veya felsefi anlayışın, bir sanatçı kişiliği tarafından nitelenmiş ve bir eserde yoğunlaşmış temel davranışını belirten temel değerlendirilmesi, insanlığın ulaştığı düşünce ve beğeni aşamasındaki yerinin belirlenmesi, yani gerçek anlamda algılanıp, estetik bir bütünlük içinde yaşanılması, insanın öteki etkinlikleriyle uyum içinde bir ilişkiye sokulmasının sağlanması için uygulanan işleme ''ikonolojik yorum'' adı verilir. O halde, ikonografi ne kadar çözümlemeye dayanıyorsa, ikonoloji de o kadar birleştirme yöntemine dayanmaktadır. Bir eserin doğru bir biçimde yapılmış önikonografik tasviri, o eserin doğru ikonografik çözümlemesi için nasıl gerekliyse, aynı şekilde, doğru bir ikonolojik yorum için de, doğru bir ikonografik çözümleme gereklidir.
İşte, elinizdeki bu ders notlarının amacı da, eserin doğru bir estetik değerlendirilmesini olanaklı kılacak konu çözümlemesi için yararlı bir araç olmaktadır.

Hesiodos'a göre başlangıçta Khaos vardı. Sonsuz bir boşlukta Khaos. Bu boşluktan Gaia (Toprak Ana) doğdu ilkin; sonra Ölüler Ülkesi'nin en derin yeri Tartaros; sonra Eros (Aşk); sonra yeraltı karanlığı Erebos'la yeryüzü karanlığı Nyks (Gece) doğdu. Erebos ve Nyks birleşerek Aither'i (Esir), yani dünyayı saran hava tabakasının üstündeki arı ve ışıklı Gök'ü ve Hemera'yı (Gün) meydana getirdiler.

Hesiodos'a göre başlangıçta Khaos vardı. Sonsuz bir boşlukta Khaos. Bu boşluktan Gaia (Toprak Ana) doğdu ilkin; sonra Ölüler Ülkesi'nin en derin yeri Tartaros; sonra Eros (Aşk); sonra yeraltı karanlığı Erebos'la yeryüzü karanlığı Nyks (Gece) doğdu. Erebos ve Nyks birleşerek Aither'i (Esir), yani dünyayı saran hava tabakasının üstündeki arı ve ışıklı Gök'ü ve Hemera'yı (Gün) meydana getirdiler.
Toprak Ana tek başına Uranos'u (Gök), Pontos'u (Deniz) ve Dağları yarattı. Peşinden, oğulları Uranos ve Pontos'la birleşerek, artık yaratılmış olan evreni tanrısal varlıklarla doldurdu.
Gaia'nın Uranos'la birleşmesinden, altısı erkek altısı dişi olmak üzere on iki tane Titan, üç Kyklop, üç tane de Hekatonkheir (Yüz Kollu) doğdu.
Okeanos, Koios, Krios, Hyperion, İapetos ve Kronos erkek Titan'lardı. Titanides denilen dişi Titanlar ise şunlardı: Theia, Rheia, Themis, Phoibe, Mnemosyne ve Tethys. Her yönden tanrılara benzeyen Kyklopların ayrıca özellikleri, alınlarında bir tek göz taşımalarıydı. Tepegöz diyebileceğimiz bu dev yaratıkların adları şöyleydi: Brontes (Gök gürültüsü), Steropes (Şimşek) ve Arges (Yıldırım). Hekatonkheir'lerin ise ellişer tane başı, yüzer tane kolu vardı. Bunlar da, Kottos, Briareus ve Gyes'di.
Bu korkunç çocuklardan hem iğrenen hem kuşkulanan Uranos baba, onları doğar doğmaz toprağın derinliğine kapattı. Kahırlandı Gaia ve müthiş bir oyun düzenledi Uranos'a. Ak çelikten koca bir tırpan yapıp, kışkırttı oğullarını babalarına karşı. Böylesine bir öneri karşısında titredi hepsi korkudan. Yalnızca kurnaz Kronos, kötü bir babaya acımayacağını, bu işi kendisinin üstleneceğini söyledi. Sevindi Gaia. Pusuya yattı Kronos. Arzudan yanıp tutuşan Uranos, gelip kara geceyle boydan boya sarınca Toprak Ana'yı, uzattı sol elini pusuda bekleyen oğlu ve sağ elindeki keskin tırpanla kesip attı bir anda babasının hayalarını.
Fışkıran kanlar saçıldı Toprak'a, yıllar sonra öç tanrıçaları Erinys'leri; parlak zırhlı, uzun kargılı Gigant'ları (Devler) ve bir de Orman Peri'lerini doğurdu.
Tırpanın kestiği hayalar ise denize düştü ve kaldı enginde uzun zaman. Ak köpükler çıkıyordu tanrısal uzuvdan. Güzel Aphrodite türedi bu ak köpüklerden. Geçip Kythera'dan, Kıbrıs'ta karaya çıktı. Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu narin ayaklarının altından. Böylece son buldu Uranos yönetimi.
Kronos, çok kalabalık bir dünya üzerinde egemenlik sürdü. Nyks (Gece), Pontos (Deniz) ve Kronos'un kardeşleri Titanlar, sürüyle çocuk sahibi olmuşlardı.
Nyks (Gece): Thanatos'u (ölüm), Hypnos'u (Uyku), Düşler'i, Okeanos Irmağı'nın ötesinde altın elmaların yetiştiği bahçeye bekçilik eden Hesperid'leri, kader tanrıçaları olan üç tane Moira'yı (Klotho, Lakhesis, Atropos), ''İnsanlarda ölçüsüzlüğü, kendine ve talihe aşırı güveni cezalandıran'' Nemesis'i, İhtiyarlık'ı, kavga tanrıçası Eris'i doğurdu.
Annesi Gaia ile birleşen Pontos'tan deniz tanrıları ve tanrıçaları meydana geldi. Nereus, Thaumas ve Phorkys, Toprak Ana ile Deniz'in üç oğluydu. Keto ve Eurybie adında iki de kızları vardı.
Nereus'la Titan Okeanos'un kızı Doris'in evlenmesinden elli kız doğdu. Bunlara Nereus Kızları denir. Thaumas'la Okeanos kızı Elektra'nın birleşmesinden gökkuşağını simgeleyen hızlı İris ve kadın yüzlü, yaygın kanatlı, sivri pençeli, kapıp kaçan Harpyalar oluştu. Phorkys'le kardeşi Keto'nun birleşmesinden, doğdukları günden beri kocakarı olan Graia'larla Hesperidler Ülkesi'nde yaşayan Gorgo'lar (Sthenno, Euryale, Medusa) meydana geldi. Perseus tarafından başı vurulan Medusa'nın kanından Khrysaor'la kanatlı at Pegasus doğdu. Khrysaor, Okeanos kızı Kallirhoe ile evlendi. Bu evlilikten üç kafalı bir dev olan Geryoneus ve yarısı kadın, yarısı yılan, azman yaratık Ekhidna meydana geldi. Ayrıca Ekhidna'nın dev Typhon'la çiftleşmesinden bir sürü korkunç köpek ve canavar türedi: Hades'in köpeği Kerberos, bataklıklar canavarı Hydra, ağzından ateş püskürten Khimaira vb. gibi.
Kronos'un kardeşi Titanların çocuklarına gelince: Okeanos'la Titan kızkardeşi Tethys'den üç bin ırmak tanrıyla, Okeanos Kızları denilen üç bin dişi varlık meydana geldi. Hyperion'la kızkardeşi Theia'nın evliliğinden Helios (Güneş), Selene (Ay) ve Eos (Şafak) doğdu.
Gaia ile Pontos'un kızı Eurbie'nin, Titan Krios'la birleşmesinden üç oğlan meydana geldi: Astraios, Pallas, Perses. (Sayfa: 13-14)

Astraios'un şafak tanrıçası Eos'la birleşmesinden rüzgârlar oluştu: Zephyros (Batı Rüzgârları, Karayel), Boreas (Poyraz), Notos (Lodos), Euros (Doğu Rüzgârları, Keşişleme). Rheia ise kardeşi Kronos'un yatağına girdi ve üçüncü tanrı kuşağı olan Olymposlular'ı doğurdu. Ne var ki korktu Kronos, oğullarından biri kral olup kendisini alaşağı edecek diye. Bunun için de Rheia'nın doğurduğu her çocuğu yutmaya başladı

Astraios'un şafak tanrıçası Eos'la birleşmesinden rüzgârlar oluştu: Zephyros (Batı Rüzgârları, Karayel), Boreas (Poyraz), Notos (Lodos), Euros (Doğu Rüzgârları, Keşişleme).
Rheia ise kardeşi Kronos'un yatağına girdi ve üçüncü tanrı kuşağı olan Olymposlular'ı doğurdu. Ne var ki korktu Kronos, oğullarından biri kral olup kendisini alaşağı edecek diye. Bunun için de Rheia'nın doğurduğu her çocuğu yutmaya başladı. Hestia, Demeter, Hera, Hades ve Poseidon doğar doğmaz doğruca babalarının midesine gittiler. Buna çok üzülen Rheia, son çocuğu Zeus doğduğu zaman yaman bir kurnazlığa başvurdu: Kocasına, yeni doğan oğlu yerine, koca bir taşı beleyip verdi.
Koios'la Phoibe'nin çiftleşmesinden Apollon ve Artemis'in anası Leto ile yıldızlı gece Asterie meydana geldi. Zeus büyüyünce, babası Kronos'a karşı eyleme geçti. Yuttuğu bütün çocukları birer birer kusturttu ona.
İkiye ayrılmıştı Titanlar: Hyperion, Themis, Mnemosyne, Zeus'un tarafını tuttular. Ötekiler ise Kronos'un. Tesalya'da Othrys'de yerleşmiş olan Titan tanrılarla, yine Tesalya'da Olympos'ta cephe kuran Kronos oğulları arasındaki savaş on yıl sürdü. Zeus, egemenliğini kabul ettirmek için her araca başvurdu.. Ölüler Ülkesi'nin en derin yeri olan Tartaros'a inerek, orada tutsak tutulan Kyklop'larla Hekatonkheir'leri serbest bıraktı. Kykloplar Zeus'a gök gürlemesini, şimşek ve yıldırımı verdiler. Yüz Kolluların kapkara saldırılarıyla ezildi Titanlar. Toprağın altına tıkılıp, zincire vuruldular. Zeus'un buyruğuyla, üç tane Hekatonkheir (Yüz Kollu) bekçi konuldu başlarına.
Kronos'u alt eden Zeus'un daha işi bitmemişti. Çocuklarının yenilgisine ve tutuklanmalarına öfkelenen Toprak Ana Gaia, Tartaros'la birleşerek, dev canavar Typhon'u doğurdu. Yüz tane yılan başı vardı Typhon'un. Her bir başından kara bir dl çıkıyordu ve gözleri ateş saçıyordu. Zeus toparladı gücünü, saldı canavarın üstüne bütün şimşeklerini ve yıldırımlarını; bir anda ateşe boğdu korkunç canavarın inanılmaz başlarını. Yıkıldı yere Typhon ve inim inim inledi Toprak.
Zeus, Titanları ve Typhon'u yenerek Kronos'un en son umudunu da suya düşürdükten sonra, artık evrenin tek egemeni olarak, kardeşleri arasında yetki bölümü yaptı. Kendisi Gök'ü aldı. Kardeşi Poseidon'a Deniz'i, Hades'e de Yeraltı Ülkeleri'ni verdi. Yeryüzü ve özellikle Olympos, ortak mülkiyet sayıldı.
Çok geçmeden Kronos oğullarına, Zeus'un çeşitli birleşmelerden sahip olduğu çocukları eklendi. Homeros, Zeus'un tek geçerli karısı olarak Hera'yı tanır. Oysa Hesiodos, Zeus'un birden çok evliliği bulunduğunu anlatır. Zeus'un ilk eşi, Okeanos kızı Metis'tir. Fakat Metis'ten doğacak bir erkek çocuğun, babasını yenip onun yerine tahta geçeceğinin bildirilmesi üzerine Zeus, bilgeliği simgeleyen Metis'i, doğum yaptığı anda yutar.
Zeus'un ikinci eşi, adaleti simgeleyen Themis'tir. Themis'ten Hora'lar (Eunomia/Disiplin, Dike/Adalet, Eirene/Barış) ve Moiralar doğar.
Okeanos kızı Eurynome ile evlenmesinden Kharitler (Üç Güzeller) meydana gelir: Aglaie, Euphrosyne, Thalia.
Dördüncü karısı Mnemosyne'den ise dokuz esin perisi Musalar doğar.
Zeus'un asıl bundan sonraki evlilikleri Olympos kuşağının oluşmasını sağlar. Kardeşi Demeter'den, sonradan Hades'in karısı olacak olan Persephone doğar. Leto, Zeus'a Apollon ve Artemis'i verir.
Hesiodos'un, ''en son karısı'' dediği Hera'dan, savaş tanrısı Ares, ateş tanrısı Hephaistos, gençlik tanrıçası Hebe ve doğumlara bakan ebe tanrıça Eileithyia doğar.
Zeus kendi alnından Athena'yı yaratır. Atlas'ın kızı Maia'dan Hermes; Kadmos'la Harmonia'nın kızı Semele'den Dionysos doğar.
Evrenin bu yeni egemenleri, Devlet'in (Gigant'lar) saldırısına uğrarlar.
Gaia, Uranos'un kesilen hayalarından akan kandan gebe kalmış ve Devleri doğurmuştu. Hesiodos, Theogonia'da, parlak zırhlı ve uzun kargılı Devleri Gaia'nın doğurduğunu söyledikten sonra, bir daha söz etmez onlardan. Devler, Büyük İskender çağından itibaren, bedenleri birer yılan kuyruğuyla biten varlıklar olarak tasvir edilmişlerdir.
Devler, dağları üst üste yığarak Olympos'a saldırırlar. Kehanete göre, onları yalnızca ölümlü bir insan yenebilecektir. Zeus, bu yüzden Herakles'e başvurur. Tanrılarla Devler Savaşı'na (Gigantomakhia) birçok tanrı katılır: Apollon, Ares, Artemis, Hekate, Hephaistos, Hermes, hatta Moiralar. Devlerden Enkelados kaçarken, Athena, üstüne Sicilya adasını fırlatır. Bir başka dev olan Pallas'ın ise derisini yüzüp savaşta zırh olarak kullanır. Kısaca, Titanların başına gelen, Devlerin de başına gelir. (Sayfa: 15-16)

Titan İapetos'un, Okeanos kızı Klymene'den dört erkek çocuğu oldu. Bunlar Atlas, Prometheus, Epimetheus ve Menoithios'tur. İnsanın Prometheus tarafından, maddenin yaratıldığı, daha doğru bir deyimle 'yapıldığı' efsanesi, geç bir dönemde, İ.Ö. IV. yüzyılda ortaya çıkar. Belki de yalnızca Tufan'dan sonraki insanlık için geçerlidir. Bu efsaneye göre Prometheus, suya ya da gözyaşlarına kil karıştırarak, ölümlü ilk varlığın bednine biçim verir.

Titan İapetos'un, Okeanos kızı Klymene'den dört erkek çocuğu oldu. Bunlar Atlas, Prometheus, Epimetheus ve Menoithios'tur.
İnsanın Prometheus tarafından, maddenin yaratıldığı, daha doğru bir deyimle 'yapıldığı' efsanesi, geç bir dönemde, İ.Ö. IV. yüzyılda ortaya çıkar. Belki de yalnızca Tufan'dan sonraki insanlık için geçerlidir. Bu efsaneye göre Prometheus, suya ya da gözyaşlarına kil karıştırarak, ölümlü ilk varlığın bednine biçim verir. Sonra çamurdan yapılmış bu bedene yaşam soluğunu üfler. Bir başka söylenceye göre Prometheus, ilk insanın yalnızca yapıcısıdır, onu yalnızca biçimleyen kişidir. İlk insana hayatı, ruhu, Athena vermiştir.
Oysa Prometheus'a, insanların dostu olarak ta başlangıçtan beri rastlıyoruz. Hesiodos şöyle bir olay anlatır: Tanrılarla ölümlü insanlar Mekone'de toplanmışlar, kesilen her kurbanda tanrılara ait payı saptıyorlarmış. Kurnaz Prometheus, koca bir öküzü keserek ikiye bölmüş. Bir yana etini koymuş, üstünü işkembeyle örtmüş; bir yana kemikleri koymuş, üstünü parlak yağla örtmiş. Zeus kötü tarafı seçerse, aslan payı insanların olacaktır; tersi olursa, üstünlük yine tanrılarda kalacaktır. Prometheus, Zeus'a, iki parçadan birini seçmesini söylemiş. Zeus yağla kaplı olan iyi görünüşlü parçayı seçniş. Aldatılıp, kemik yığınını seçtiğinin farkına varınca da öfkelenmiş, insanları cezalandırmak için ellerinden ateşi almış. Prometheus bunun da bir çaresini bulmuş hemen. Olympos'a çıkmış, bir kamışın içine bir kıvılcım saklayarak, yeryüzüne, insanlara getirmiş. İnsanları yeniden ateşe kavuşmuş görünce Zeus'un öfkesi daha bir artmış. Hem insanları, hem de tanrılar babasına karşı gelen Prometheus'u cezalandırmak, onu kendi isteğine boyun eğdirtmek için yeni çareler düşünmüş.
Önce insanlara belâ olsun diye, ilk kadını, Pandora'yı göndermiş.
İşler ve Günler'de bu öyküyü şöyle anlatır Hesiodos: Hephaistos, Zeus'un buyruğu üzre, bir parça toprak alıp suyla karıştırır. Yüzü ölümsüz tanrıçalara, bedeni ise güzel genç kızlara benzeyen bir kız biçimine sokar toprağı. Athena elişlerini, renk renk kumaşlar dokumasını öğretir ona ve süslü kuşağını sarar beline. Kharitler altın gerdanlıklar takarlar boynuna. Hora'lar bahar çiçekleriyle donatırlar saçlarını. Hermeias bir köpek yüreği, bir tilki huyu koyar içine ve doldurur göğsüne yalan dolanı. İşte bu güzel ve belalı yaratığa ''tanrılar armağanı'' anlamına, Pandora denildi.
Zeus, Pandora'yı, Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gönderdi. Prometheus'un bilge ve kurnaz olmasına karşın, kardeşi Epimetheus aptal ve ihtiyatsızdı. Prometheus, ''Zeus'tan armağan alma sakın'' demişti ona; ''alırsan, ölümlüleri derde sokarsın''. Dinlemedi Epimetheus, dayanamadı Pandora'nın güzelliğine, evlendi onunla. Ne ki, açınca yanında getirdiği kutunun kapağını meraklı Pandora, dağıldı insanlara acılarla dertler. Tam Umut da çıkıp gitmek üzereydi ki, kapattı Pandora kutuyu. Kapağı açılan dert kutusundan, bir tek umut kalmıştı dışarı çıkmadık.
Prometheus'a gelince: Tanrılar kralının onu cezalandırışı müthiş oldu. Onu zincirlerle kayalara bağlatarak karaciğerini bir kartala yedirtti. Kartal yedikçe, karaciğer büyüyordu. Bu konuda Hesiodos'ta olmayan ayrıntıları Aiskhylos'tan öğreniyoruz: Zeus'un geleceği ile ilgili bir gizi yalnızca Prometheus biliyordu. Bir kadınla çiftleşecekti Zeus. Bu çiftleşmeden bir çocuk doğacaktı. Kadere göre bu çocuk, babasının krallığına son verecekti. Zeus bu kadının kim olduğunu öğrenip, başında dolaşan tehlikeyi savuşturmak için, zincire vurdurttuğu Prometheus'u salıvermek zorunda kaldı, zincirlerini çözdü. Kahramanın ciğerini kemiren kartalı öldürsün diye de Herakles'i yolladı. Yeniden tanrılar katına kabul edilen Prometheus, gizi açıkladı: Zeus Nereus Kızı Thetis'e gönül vermişti. Ne var ki, Thetis'in doğuracağı çocuk babasından daha güçlü olacaktı. Zeus Thetis'le birleştiği takdirde, krallığı son bulacaktı. 
Prometheus'tan bu gizi öğrenen Zeus, Thetis'i bir ölümlüyle evlendirmeğe karar verddi. Thetis ise, kendisine koca olarak seçilen Peleus'a varmamak için denizkızlarına özgü niteliğini kullanarak kılıktan kılığa girdi, ama sonunda Peleus'a varmaya boyun eğdi. Peleus'le Thetis'in düğünü, Olympos'ta tanrılar sofrasında kutlandı ve bu evlilikten Akhilleus doğdu.
Prometheus ve Pandora efsanelerinden başka iki efsane daha biliyoruz. (Sayfa: 17-19)

Hesiodos, İşler ve Günler'de, birbirini izleyen beş insan soyunu anlatmaktadır.

Hesiodos, İşler ve Günler'de, birbirini izleyen beş insan soyunu anlatmaktadır.
Olympos'ta oturan ölümsüzlerin yarattığı ilk soy olan ''altın soy'', Kronos zamanında yaşadı. Tanrılar gibi yaşıyordu insanlar: Kaygısız, rahat, acısız, dertsiz. Yaşlılık nedir bilmiyorlardı, uykuya dalar gibi ölüyorlardı. Dünyanın varı yoğu onlardı. Sayısız nimetler ortasında yaşayıp gidiyorlardı. Dünyada hep ilkbahar vardı. Bitkiler kendiliğinden büyüyor, çamlardan ballar süzülüyor, yeryüzünde süt ve nektar ırmakları akıyordu. Bu ilk insanlar ölüp toprağa karışınca, toprağı ve insanları koruyan iyi birer cin oldular.
Zeus, Kronos'u alt edip Tartaros'a atınca, tanrılar ''gümüş soyu''nu yarattılar. Yüz yıl çocuk olarak kalıyordu çocuklar. Büyüyüp ergin çağa gelince de pek uzun sürmüyordu hayatları. Coşkunlukları ölçüsüzdü. Ölümsüzleri saymıyordu. Ölümsüzleri cezalandırmak için de ilkbaharın süresini kısalttı ve yılı dört mevsime böldü. Böylece insan, soğuktan ve sıcaktan korunabilmek için mağara ve kulübelere sığındı. Karnını doyurabilmek için de toprağı işlemek zorunda kaldı. Zeus bu kuşağı da gömdü toprağa. Yeraltı cinleri oldu gümüş soylular.
Bir üçüncü kuşak yarattı tanrılar babası: ''Tunç Soyu''. Tunçtan silahları, tunçtan evleri vardı. Tunçla kazıyorlardı toprağı. Korkunç kuvvetli olan bu tunç soyluların işleri güçleri saldırmak, öldürmekti. Taş gibi yürekleri vardı, kana susamışlardı. Hep birbirleriyle savaşır, birbirlerini öldürürlerdi. Sonunda, yok olup gittiler Hades'in ürpertili karanlıklarında.
Yarı tanrı ''kahramanlar soyu''ydu dördüncüsü. Büyük işler becerecek, insanlığın adını yücelten bu kahramanlar da çetin savaşlar sonucu yok olup gittiler.
Beşinci soy hepsinden beter oldu. ''Demir çağı'' denildi adına. Bu çağda, hiç yakasını bırakmadı insanların, acılar ve felaketler.
Böyle gittikçe kötüleşen insanlık karşısında, Zeus'un yeryüzüne gönderdiği Tufan'dan Hesiodos söz etmiyor. Tufan, Apollodoros'a göre Tunç Çağı'nda, Ovidius'a göre ise Demir Çağı'nda olmuştur.
Apollodoros'a bakılırsa Deukalion, Prometheus'un oğludur ve Ephimetheus'un Pandora'dan olan kızı Pyrrha'nın kocasıdır. Zeus'un, günahkâr insanları bir tufanla yok etmek istediğini Prometheus, oğlu Deukalion'a bildirir; Deukalion, bunun üzerine bir tekne yapar, bütün gerekenleri de yanına alarak, karısıyla birlikte bu tekneye sığınır. Hemen bütün Yunanistan sular altında kalır. Deukalion'un teknesi dokuz gün dokuz gece sular üzerinde yüzdükten sonra Parnassos dağının tepesinde durur. Burada Deukalion, kaçanların koruyucusu Zeus'a kurban keser. Tanrılar kralı, elçisi Hermes'i Deukalion'a gönderir, ondan ne istediğini sordurtur. Deukalion, yok olan insan soyunun yeniden yaratılmasını diler. Dileği kabul eden Zeus, Karı kocaya ''Ana'nın kemiklerini arkalarına atmalarını'' söyler.
Ovidius'a göre Deukalion ve Pyrrha, dünyada yapayalnız kaldılar. Deukalion dünyada kalan tek erkekti. Pyrrha dünyada kalan tek kadındı. Korktular bu ıssız dünyada. Dua için Delphoi'daki Themis tapınağına gittiler. Themis bilicisi şu karşılığı verdi yalvarılarına: ''Başınızı örtün, giysinizin bağını çözün ve Büyük Ana'nın kemiklerini arkanıza atın.!'' Deukalion bu sözlerin anlamını çözmeyi başardı. Büyük Ana dediği, Toprak Ana olmalıydı, kemikler de taş. Bunun üzerine yerden taşları alıp, arkalarına atmaya başladılar. Onlar attıkça, taşlar taş olmaktan çıkıp insan biçimini alıyordu. Deukalion'un attığı taşlar erkek, Pyrrha'nın attıkları ise kadın oldular. (Sayfa: 19-20)

Zeus (Lat. Jupiter): Tanrıların tanrısı, tanrıların ve insanların babasıdır Zeus. Kronos'la Rheia'nın altıncı ve son çocuğudur. Ne var ki Kronos, babası Uranos'un başına gelenlerin kendi başına da geleceğini bilir ve çocuklarından birinin kendisini devirip yerine geçmesini önlemek için, Rheia'nın doğurduğu her çocuğu yutar.
OLYMPOSLU BÜYÜKLER

Zeus (Lat. Jupiter): Tanrıların tanrısı, tanrıların ve insanların babasıdır Zeus. Kronos'la Rheia'nın altıncı ve son çocuğudur. Ne var ki Kronos, babası Uranos'un başına gelenlerin kendi başına da geleceğini bilir ve çocuklarından birinin kendisini devirip yerine geçmesini önlemek için, Rheia'nın doğurduğu her çocuğu yutar. Yaslara bürünür Rheia. Zeus'u gizli doğurabilmek için yalvarır Gaia ile Uranos'a. Toprak Ana Gaia ve yıldızlı gök Uranus, kızları Rheia'yı, Zeus'u doğuracağı gün Girit adasında Lyktos'a gönderirler. Rheia bu adada doğurduğu Zeus'u ulaşılması olanaksız bir mağaraya saklar. Kimi savaş erleri, oklarını kalkanlarına vurarak çıkardıkları gürültüyle, küçük tanrının ağlamalarının duyulmamasını sağlarlar. Amaltheia adında bir keçi de Zeus'u besler. Başka bir söylenceye göre ise Amaltheia, Zeus'a dadılık eden bir perinin (nympha) adıdır. Çocuk Zeus'u İda Dağında bir mağaraya götürmüş ve bir keçinin sütüyle beslemiş. Güneş tanrı Helios'tan doğma korkunç bir yaratıkmış bu keçi. Titanlar bile korkarmış ondan. Bunun için Gaia, keçiyi Girit mağaralarında saklamak zorunda kalmış. Zeus, büyüdükten sonra, egemenliği ele geçirmek için bu keçinin postundan bir kalkan yapmış. Sonraları Athena, bu kalkana, Gorgo canavarının, saçları yılanlarla örülü kafasını da eklemiş.
*
Rheia, Zeus'u doğurup sakladıktan sonra, koca bir taşı bezlere sarıp Kronos'a yutturur. Zeus'un Kronos'a açtığı egemenlik savaşının öyküsünün süreğini ''Evrenin ve Tanrıların Yaratılışı'' adlı bölümde anlatmıştık.
*
Zeus'un birçok sıfatı vardır: ''Bulutları devşiren''dir, ''göklerde gürleyen''dir, ''şimşek savuran''dır, ''uzaktan duyulan gök gürültüsü''dür, ''keçi derisinden kalkan taşıyan''dır, ''yağmur yağdıran''dır, ''rüzgârları estiren''dir, ''göğe gökkuşağını asan''dır.
*
Zeus, evrenin egemenliğini eline geçirdikten sonra Olympos'a taht kurar, oğlu demirci Hephaistos'un yaptığı krallık asasını taşır.
*
Ölümlü ölümsüz birçok sevgilisi olmuştur Zeus'un. Şurası kuşkusuz ki, tanrılar içinde kadınlara en düşkün olanı Zeus'tur. Başlıca ilişkileri şunlardır: (
Sayfa: 21)

Zeus ve İo: Argos kralı İnakhos'un kızı İo, Argos şehrindeki Hera tapınağının rahibesidir. Zeus, İo'yu bulut biçimine girerek elde eder. Bunun farkına varan kıskanç Hera, kocasından hesap sorunca, Zeus, bu güzel kızı tanımadığını söyler. Ama bu arada İo'yu beyaz bir ineğe dönüştürmüştür. Bu yalana kanmış görünen Hera, bu güzel ineği kendisine armağan etmesini söyler kocasına, Zeus, ister istemez yerine getirir bu dileği. Hera ise, yüz gözlü Argos'u bekçi diker İo'nun başına. Argos, uyuduğu zaman bile yalnızca elli gözüyle İo'yu gözlüyordu. Zeus, sevgilisini kurtarma yolları arar. Bir zeytin ağacına bağlı olan İo'yu canavardan kurtarsın diye Hermes'i yollar. Hermes, üstüne taş yağdırarak canavarı öldürür. Ovidius'un anlatımında ise Hermes, köylü kılığına girerek yeryüzüne iner. Elinde büyülü değneği ve kavalıyla, Argos'un yanına gider. Canavar, Hermes'in anlattığı öykülerden, çaldığı parçalardan o denli hoşlanır ki, sonunda yüz gözünü de yumarak uykuya dalar. Hermes, bu fırsatı kaçırmayıp canavarı öldürür.

a) Zeus ve Aigina: Zeus, Irmak tanrı Asapos'un kızı Aigina'ya tutulur. Kartal veya ateş biçimine girip sevgilisini, Oinone adasına kaçırır. Aigina burada Aiakos'u dünyaya getirir. Apollodoros'a göre Sisyphos, kayınbabası Asopos'u bu kaçırma olayından haberdar eder. Irmak tanrı Asopos, kaçmakta olan Zeus'la Aigina'yı izlemeye koyulur. Fakat tanrılar tanrısı, Asopos'u yıldırımlarıyla durdurur ve yatağına çekilmeye zorlar. Başka yazarlara göre Asopos, iki sevgiliyi suçüstü yakalamayı başarmıştır. Zeus, bunun üzerine, sevgilisi Aigina'yı bir adaya, kendisini de bir kayaya dönüştürür.
b) Zeus ve Antiope: Antiope, ya Irmak tanrı Asopos'un kızı, yani Aigina'nın kızkardeşidir, ya da Thebai kralı Nykteus'un kızıdır. Güzeller güzeli Antiope'ye vurulan Zeus, Satyr biçimine girerek, uyumakta olan kıza yanaşır. Bu çiftleşmeden Amphion ve Zethos ikizleri doğar.
c) Zeus ve Kallisto: Kallisto, Arkadia kralı Lykaon'un kızıdır. Avcı tanrıça Artemis'in izleyicisidir. Zeus da, göz koyduğu Kallisto'ya sahip olabilmek için Artemis'in biçimini alır. Gebeliği görünür hale gelen Kallisto, ya onu tehlikelerden korumak isteyen Zeus, ya kıskanç Hera, ya da kızgın Artemis tarafından bir ayıya dönüştürülür. Kallisto'nun Zeus'tan, Arkas adında bir oğlu olur. Zeus büyütsün diye Arkas'ı, Hermmes'in anası Maia'ya verir. Arkas büyüyüp delikanlı olunca, ya bir rastlantı sonucu, ya da Hera'nın kıskançlığı nedeniyle, bir gün avlanırken ayı kılığındaki anasına rastlar. Ana-oğula acıyan Zeus, Arkas daha anasını öldürmeden, ikisini de göğe alır ve birer yıldız yapar. Kallisto ''Büyük Ayı'', Arkas ''Küçük Ayı'' olur.
d) Zeus ve İo: Argos kralı İnakhos'un kızı İo, Argos şehrindeki Hera tapınağının rahibesidir. Zeus, İo'yu bulut biçimine girerek elde eder. Bunun farkına varan kıskanç Hera, kocasından hesap sorunca, Zeus, bu güzel kızı tanımadığını söyler. Ama bu arada İo'yu beyaz bir ineğe dönüştürmüştür. Bu yalana kanmış görünen Hera, bu güzel ineği kendisine armağan etmesini söyler kocasına, Zeus, ister istemez yerine getirir bu dileği. Hera ise, yüz gözlü Argos'u bekçi diker İo'nun başına. Argos, uyuduğu zaman bile yalnızca elli gözüyle İo'yu gözlüyordu. Zeus, sevgilisini kurtarma yolları arar. Bir zeytin ağacına bağlı olan İo'yu canavardan kurtarsın diye Hermes'i yollar. Hermes, üstüne taş yağdırarak canavarı öldürür. Ovidius'un anlatımında ise Hermes, köylü kılığına girerek yeryüzüne iner. Elinde büyülü değneği ve kavalıyla, Argos'un yanına gider. Canavar, Hermes'in anlattığı öykülerden, çaldığı parçalardan o denli hoşlanır ki, sonunda yüz gözünü de yumarak uykuya dalar. Hermes, bu fırsatı kaçırmayıp canavarı öldürür.
Argos'un gözleri kaybolmaz. Hera, görev kurbanı olan Argos'un gözlerini alarak kendisine kutsal olan tavuskuşunun kuyruğuna serpiştirir. Ak inek de kaçmıştır bu arada. Ama Hera bir at sineği takar hayvanın peşine. İnek kaçar, sinek kovalar. Bir yandan da durmadan sokar. İo ise, çılgınlar gibi, bir oraya bir buraya koşar. Böylece birçok ülke dolaşır, pek çok deniz geçer. Geçtiği ilk denize İonya, ilk boğaza da ''İnek Geçidi'' anlamına gelen Bosporos denir. Sonunda Nil kıyılarına varır. Orada Zeus tarafından tekrar insan kılığına sokulur ve Ephapos adlı bir de çocuğu olur. 
(Sayfa: 21-24)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
e) Zeus ve Danae: Argos kralı Akrisios'un kızıdır Danae. Bir bilici, Akrisios'a Danae'den bir torunu olacağını, çocuğun büyüyerek ileride kralı öldüreceğini haber verir. Akrisios bunun üzerine, kızı Danae'nin insanlarla ilişkisini önlemek için, onu tunç kaplamalı bir odaya kapatır. Danae'yi elde etmek isteyen Zeus'u bu tedbirler de engelleyemez. Tavandaki bir delikten, altın yağmuru olup Danae'nin kucağına düşer ve onu döller. Bu birleşmeden Perseus doğar. Kızına Zeus'un yaklaştığına bir türlü inanamayan Akrisios, anayla çocuğu delikli bir sandığa kapatıp denize atar. Dalgalar sandığı Seriphos adasına çıkartır. Danae burada, kral Polydektes'in kardeşi Diktys'in yanına sığınır.
f) Zeus ve Europa: Europa, Fenikye kralı Agenor'un kızıdır. Bir gün arkadaşlarıyla birlikte deniz kıyısında eğlenirken, güzel ve uysal bir boğa görür. Yaklaşıp okşar boğayı. Hayvanın, okşandıkça yere çöktüğünü görünce, üstüne biner ve boynuzlarını çiçeklerle süsler. Oysa bunca güzel ve çekici boğa, hayvan kılığına girmiş Zeus'tan başkası değildir. Nitekim birden doğrulur, sırtında çığlıklar atan avıyla, dalgalara atılır. Büyük bir hızla koşmaya başlar. O koştukça dalgalar iki yana açılıp yol verir. Peşinden Deniz tanrıları Nereid'ler, borularını öttüren Triton'lar ve Poseidon onlara eşlik eder. Sulardan ve çevresinde kaynaşan bu yaratıklardan korkan Europa, düşmemek için bir eliyle boğanın boynuzuna sarılır, öteki eliyle de ıslanmasın diye mor eteğini tutar.
Girit adasında dururlar. Orada sevişirler. Bu birleşmeden Minos ve Rhadamanthys doğar.
g) Zeus ve Leda: Aitolia kralı Thestios'un kızı ve Sparta kralı Tyndareos'un karısı Leda'yı, bir gölde yıkanırken, bembeyaz bir kuğukuşu okşar. Zeus, bu kez de Leda'ya, kuğukuşu kılığına girerek sahip olur. Bu birleşmeden kimilerine göre bir, kimilerine göre de iki yumurta meydana gelir. Yumurtaların herbirindden ikiz çocuk doğar.
Çocuklardan ikisinin babası olarak Zeus, öteki ikisinin babası olarak da Tyndareos kabul edilir. Helene ile Kastor, Zeus'un; Klytaimestra ile Polydeukes (veya Polluks) ise Leda'nın asıl kocası Tyndareos'un dölleridir. (Sayfa: 24)
Hera (Lat. Iuno): Zeus'un karısı ve kızkardeşidir. Zeus, bir kış günü, soğuktan titreyen bir kuş biçiminde görünür kardeşine. Kuşa acıyan Hera, onu avuçlarına alıp göğsüne bastırır. Hemen asıl kılığına giren Zeus, fırsatı değerlendirmeye kalkışır. Hera direnir önce. Sonunda, Zeus'un kendisiyle evlenmesi koşuluyla teslim olur.
h) Zeus ve Alkmene: Alkmene Amphitryon'un karısıdır. Güzel ve erdemli bir kadındır. Zeus, bu kez Amphityron kılığına girerek amacına ulaşır. Amphitryon'un zaferle sonuçlanan bir savaştan dönmesinin beklendiği bir gece, Zeus, o gelmeden bir kaç saat önce Alkmene'nin koynuna girer. Bir kaç saat sonra asıl kocası yatar Alkmene ile. Bu birleşmeden ikiz çocuk doğar. Herakles Zeus'un, İphikles ise Amphitryon'un oğlu sayılır.
i) Zeus ve Ganymedes: Zeus'un güzel oğlan Ganymedes ile ilişkisi, ''Zeus'un Çevresindeki Tanrılar'' bölümünde anlatılmıştır.
Zeus, tasvirlerinde, güçlü bir vücuda sahiptir; olgun bir adam görünüşündedir. Geniş alnı, ciddi ve derin bakışları vardır. Saçları gür ve dalgalıdır. Sakalları kvırcıktır.
İlk tasvirleri dışında, çok seyrek olarak çıplak görülür. Çıplak tasvirlerde, sağ kolunu ve göğsünü açık bırakan bir pelerin taşır. Bir elinde asa ve bir elinde yıldırım tutar. Kutsal hayvanı kartal, kutsal bitkisi meşedir.
Zeus'un bilicilik merkezi, bir meşeler ülkesi olan Dodona'da bulunur. Bu nedenle, kimi zaman alnında meşe yapraklarından yapılmış bir taç vardır.
*
Hera (Lat. Iuno): Zeus'un karısı ve kızkardeşidir. Zeus, bir kış günü, soğuktan titreyen bir kuş biçiminde görünür kardeşine. Kuşa acıyan Hera, onu avuçlarına alıp göğsüne bastırır. Hemen asıl kılığına giren Zeus, fırsatı değerlendirmeye kalkışır. Hera direnir önce. Sonunda, Zeus'un kendisiyle evlenmesi koşuluyla teslim olur.
Bir başka efsaneye göre Zeus ile Hera'nın düğünü, Batı Kızları Hesperidler'in bahçesinde olmuştur. Gaia, bu vesileyle, Batı Kızları'nın bahçesinden gelen altın elmaları (bir başka söylentiye göre, doğurganlık simgesi olan narları) Hera'ya armağan eder. Hera da, bu elmaları kendi eliyle Batı Kızları'nın bahçesine eker. Bütün bu değişik anlatımlara karşın, gerçek olan şudur ki, Hera, Zeus'un ilişkide bulunduğu dişiler arasında, tanrılar tanrısının tek resmi karısı olmayı başarmıştır.
Kıskanç, hırçın, inatçı, kavgacı kadın örneğini temsil eder Hera. Ciddi, olgun ve namuslu bir güzelliğe sahiptir. Güzelliğine çok önem verir. Bunun için de her yıl Kanathos ırmağına yıkanmaya gider. Kaynağın büyülü suları, ona her yıl bakireliğini geri verir.
Paris kendisini en güzel seçmedi diye Troyalılara kini büyüktür. Bu dırdırcı kadına Zeus da tahammül edemez. Herakles'in peşini bir türlü bırakmadığı için, örs bağlar ayaklarına inek gözlü karısının, ellerine de altından zincir vurup, asar havaya baş aşağı. Hera, evliliğin ve gebeliğin koruyucusudur.
Dolgun vücutlu genç kadın şeklinde tasvir edilir. Azametli ve vakur bir yüzü, ciddi ve düşünceli bakışları vardır. Çıplaklığını göstermeyen kıvrımlı bir giysi içindedir.
Üstünde guguk kuşu bulunan bir asa taşır. Bu kuş, Zeus'la evlenişinin simgesidir. Tavuskuşu ve nar, işaretleri arasındadır. (Sayfa: 24-26)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Athena (Lat. Minerva): Athena'yı, öteki adıyla Pallas'ı Zeus kendi doğurmuştur. Metis, Zeus'un ilk karısıdır. Çakır gözlü bu tanrıçayı Zeus, Athena'yı doğuracağı sırada yutmuştur; çünkü Gaia ile Uranos, Metis'ten doğacak erkek çocuğun babasını tahttan indireceğini bildirmişlerdir. Zeus, Metis'in karnındaki Athena'yı yuttuktan bir süre sonra, Hephaistos'a alnını yardırır. Başka bir geleneğe göre, Zeus'un alnını baltayla Prometheus yarar. Bu yarıktan pırıl pırıl zırhlara bürünmüş olarak Athena doğar.
Zeus'un, çocukları içinde en çok Athena'yı sevdiği söylenir. Bu nedenle, kalkanını ve yakıcı şimşeğini yalnız onun taşımasına izin verirmiş.
Athena, doğru, haklı savaşın tanrıçasıdır. Onun için kullanılan Pallas sıfatının kökeni pek açık değildir. Yunanca 'pallo'/kargı sallamak, atmak kökünden gelebileceği gibi, bakire anlamına gelen bir kökle de ilişkili olabilir.
Attika bölgesinin topraktan bittiği söylenen efsanevi ilk kralı Kekrops zamanında, tanrılar yeryüzündeki kentleri aralarında paylaşmak isterler. Ama Athena ile Posedion arasında anlaşmazlık çıkar. Her ikisi de Atina'nın koruyuculuğunu üstlenmek istediklerinden, anlaşmazlık bir yarışmayla çözümlenir. Deniz tanrı Poseidon Akropol'de üç çatallı zıpkınını yere vurur ve bir tuzlu su kaynağı fışkırır. Vergilius'un kabul ettiği daha geç bir geleneğe göre ise bir at çıkartır. Athena da bir zeytin ağacı diker. Tanrılar, yarışma sonunda Athena'nın üstünlüğüne karar verirler; çünkü zeytin ağacı, Atina kenti için daha yararlı bir şey kabul edilmiştir. Athena, böylece, Atina kentinin koruyucusu olur. Bu sonuca öfkelenen Poseidon, Attika bölgesini sular altında bırakarak öç alır.
Pallas, Athena'nın sihirli nitelikler taşıyan heykeline Palladion adı verilir.
Athena, bakireliği kıskançlıkla koruyan bir tanrıçadır. Ama güzelliğine yine de çok düşkündür. Nitekim, kendisinin yarattığı söylenen kavalı çalarken, suda yansıyan imgesini görür. Şişen avurtlarının güzel yüzünü çirkinleştirdiğini fark edince, çalgı aletini fırlatıp atar. Marsyas bu kavalı alacak ve başına bir sürü bela gelecektir.
Athena, tasvirlerinde genellikle baştan aşağı silahlıdır. Başında miğfer; sol elinde, ortasında Perseus'un öldürdüğü Medusa'nın başı bulunan bir kalkan; göğsünde yine Medusa başlı bir zırh bulunur.
Bir savaş yağmasından elde edilen tunçla Fidias'ın yaptığı Athena Promakhos (önde Dövüşen Athena) heykelinde, tanrıça ayakta dimdik durmakta, miğfer, mızrak ve kalkanla tasvir edilmekteymiş. Öylesine kocaman bir heykelmiş ki bu, miğferle mızrağın parıltısı, Pire'ye yaklaşan gemicilere yol göstericilik edermiş.
Athena Parthenos (Bakire Athena) örneğini de Fidias saptamıştır. Fidias'ın altın ve fildişinden yaptığı bu dev heykelde de aynı silahlar yer alıyormuş. Dokuz metre kadar yüksek olan Athena Parthenos heykeli, Parthenon'da yükseliyordu.
Şimdi Atina Müzesi'nde bulunan ve kimi değişikliklerle Fidias'ın Athena Parthenos heykelini kopya eden eserde, tanrıça başında miğferi, sağ elinde tuttuğu bir Nike (Zafer) heykelciği, sol elini dayadığı bir kalkan ve göğsünde Medusa başlı ve aigis denilen deri bir zırhla tasvir edilmiştir.
Kimi heykellerinde ise sol elinde bir mızrak tutar ve mızrağa dayanır durumdadır. Münih Müzesi'nde bulunan bir savaşçı Athena heykelinde, tanrıça sol elinde kalkan, sağ elinde mızrak tutar. Athena, bilgelik tanrıçası olarak Pronoia (temkinli, ihtiyatlı) sıfatına sahipti. Simgesi baykuştur. (Sayfa: 26-29)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Apollon (Lat. Apollo): Bu öyküye Azra Erhat'ın şu sözleriyle girmek kaçınılmaz görünüyor:
''Apollon tanrının asıl doğuş yeri Anadolu kıyıları, yani Lykia ve özellikle Lykia'da tanrının doğduğu kent sayılan Patara'dır, ama sonradan önce adalarda, sonra Yunanistan'da kültü yayılınca birçok yerler tanrıya beşik olma şerefini elde etmek için efsaneler düzdürmişlerdir, bunların arasında başta gelen ve en çok da tutulan Delos efsanesi..''
(Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü 1989, s. 51).
*
Titanlardan Koios ile Phoibe'nin kızı Leto (Lat. Latona), Zeus'la birleşerek, Apollon ve Artemis'i doğurur. Leto gebe kalınca, ya doğacak güçlü tanrıdan, ya da amansız Hera'nın hışmından korktukları için, hiçbir ülke kabul etmez onu. Bir sığınak bulamadan oradan oraya sürüklenen Leto'yu sadece Delos adası kabul eder. Fakat bir koşulla: Delos, kıyılarını denizin dövdüğü, kayalık ve kısır bir topraktır. Doğacak tanrının ilk tapınağı burada kurulacaktır ve tanrı, adadan hiçbir şey esirgemeyecektir. Leto, bütün bunların gerçekleşeceğine, Gaia, Uranos ve Styks adına ant içer. Leto'nun çilesi bununla da bitmez. Tam dokuz gün ve dokuz gece doğum sancıları çeker. Yine de doğuramaz. Birçok tanrıçanın, Leto'nun başında sevgiyle beklemesine karşın, Hera'nın alıkoyduğu ebe tanrıça Eileithya bir türlü gelmez. Sonunda Olympos tanrıları 'ayağı tez' İris'i göndererek, ebe tanrıçayı getirtirler.
Doğumda hazır bulunan tanrıçalar, yeni doğan küçük tanrıyı yıkarlar; ince apak bir kundağa sararlar. Anası emzirmez Apollon'u. Tanrıça Themis, nektar ve ambrosia ile besler onu. Çiçekler bürünür kayalık Delos.
Apollon adının kaynağı bilinmese de, bu ona eklenen Phoibos sıfatının 'parlak, ışık saçan, ışıtan' anlamına geldiği konusunda kuşku yok. Ne ki Apollon, güneş veya ışık tanrısı değildir. Asıl güneş tanrısı Helios'tur.
Apollon adına çok sık eklenen bir başka sıfat da ''okçu, hedefi vuran, gümüş yaylı''dır. İlyada'nın ilk dizelerinde ''omuzlarında yayı, iki ucu kapalı okluğu ile'' tanıtılır. Kardeşi Artemis'le paylaştığı bu okçuluk yeteneği, Apollon tanrıya büyük bir üstünlük sağlar. Apollon veya Artemis'in okuyla ölmek, tatlı, acısız, ani bir ölüme kavuşmak demektir. ''Sarışın sıfatı'' da Apollon'undur. Bu sıfat, tanrının Apollon'un yaydığı ışığa işaret edebileceği gibi, doğrudan doğruya onun saçlarının rengiyle de ilgili olabilir.
Apollon, biliciliğin ve musikinin de tanrısıdır. ''Altın kılıçlı'', ''Altın saçlı''dır. Pek fazla savaş macerası yoktur.
Gaia, Python adında bir ejder doğurmuş ve bunu Delphoi yöresinde bulunan Themis bilicilik merkezine bekçi koymuş.Parnassos tepesinin üstünde yer alan Delphoi'nun adı başlangıçta Pytho imiş. Apollon, doğduktan dört gün sonra, Hephaistos'un oklarıyla silahlanmış olarak Delphoi'a gider ve Python'u öldürür. Sonra da burada kendi bilicilik merkezini kurar. Kardeşi Artemis'in de yardımıyla, Niobe'nin çocuklarını oktan geçirir.
Kimi yetenekleri konusunda Apollon'un çok kıskanç olduğu da bir gerçek. Phrygia'lı bir silenos olan Marsyas'a karşı öfkesi ve acımasızlığı şöyle anlatılır: Athena, bir gün, kendi yarattığı söylenen kavalı çalarken suda imgesini görür. Kaval, yanaklarını şişirip çirkinleştirdiği için, onu alıp dereye atar. Marsyas, çalgı aletini alır, çalmaya başlar. Çala çala bu sanatta o kadar ilerler ki, Apollon tanrının Iyrasıyla yarışmayı bile göze alır. Apollon ise yarışmayı bir koşulla kabullenir: Kim yenerse, yenilene istediği cezayı uygulayacak. Bu müzik yarışması, Lidya'da Tmolos Dağında (Bozdağ) yapılır. Yargıç olarak da Musalar ve Frigya kralı Midas hazır bulunur. Musalar Apollon'u birinci ilan ederken, Midas oyunu Marsyas için kullanır. Bunun üzerine tanrı Apollon, Midas'ın kulaklarını eşek kulağı haline sokar. Marsyas'ı da bir çam ağacına bağlayıp, diri diri derisini yüzer. Derisini de bir mağaranın girişine asar. Böylece bir işkenceyle can veren Marsyas'ın derisi o kadar duyarlı imiş ki, yakınında çalan her kavalın sesi titretirmiş onu.
Apollon'un daha çok aşk serüvenleri ünlüdür. Bunlardan en önemlisi, güzel peri kzı Daphne ile ilgilidir. Teselya ırmağı Peneus'un kızı Daphne'ye tutulur Apollon tanrı. Ne ki, yüz bulamaz kızdan. Korkup kaçmaya başlayan güzel periyle Apollon arasında çılgınca bir kovalamaca başlar. Daphne kaçar, Apollon kovalar. Daphne, tam yakalanmak üzereyken, Toprak Ana'nın, Gaia'nın yardımını diler. Dilediği anda da bir defne ağacına dönüşür. Hemen oracıkta açılan toprağa saplanan kızın ayakları kök, saçları filiz olur. Apollon, kızın soğuk kabuklu gövdesini kucakladığında, hala çarpan yüreğini duyar.
Apollon, çeşitli özelliklere sahip olsa da, tasvirlerinde genellikle tek bir biçimde gösterilir. Güçlü ama zarif vücuduyla, geniş göğsü, dar kalçaları, uzun saçları ve sakalsız yüzüyle, idealleştirilmiş genç erkek güzelini temsil eder. Genellikle çıplaktır.
Çalgıcı olarak tasvir edildiğinde, geniş kıvrımlı bir khiton giyer. Plastik tasvirinin tek örnek olmasına karşın, karıştığı efsanelere göre işaretleri çeşitlidir: Aletlerden ok ve okluk veya ''Iyra''; hayvanlardan kurt, yunus balığı, kuğu, karga; bitkilerden defne, palmiye zeytin ağacı. (Sayfa: 29-32)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Artemis (Lat. Diana): Zeus'un Leto'dan olma kızıdır. Kardeşi Apollon nasıl Güneş'le bir tutuluyorsa, Artemis de Ay'la bir tutulur. Üçlek bir tanrıçadır: 1) Avcılık ve bakirelikle ilgili efsanelerde yer alan Artemis; 2) Ay tanrıçası Selene; 3) Gecenin karanlık gücüne egemen Hekate.
Artemis'i İlyada'da ok, yay, at ve arabayla ilgili olarak görüyoruz. Ne ki bu araçlar, sonraki kaynaklarda olduğu gibi av ve avlanma amacıyla değil, insanlara hızlı ve acısız ölüm vermek için kullanılır. Nitekim erkeklerin ani ölümü Apollon eliyle, kadınlarınki ise Artemis eliyle olur. Apollon gümüş yaylı olmasına karşın, bu okçu tanrıça altın yaylıdır.
Evreleri açıkça belirlenmesi güç tanrıça kavramından, doğanın koynunda su perileriyle ve hayvanlarla birlikte yaşayan avcı bakire kız kavramına geçilmiştir.
Bakireliğine çok düşkün olan Artemis'in hışmına zavallı bir avcı olan Aktaion uğramış. Aristaios'la Autonoe'nin oğlu Aktaion, Kentaur (At Adam) Kheiron tarafından yaman bir avcı olarak yetiştirilmiş. Thebai'nin en iyi avcısı olmuş. Kendine o kadar güvenir olmuş ki, Tanrıça Artemis'le boy ölçüşmeye kalkmış. Bu da yetmiyormuş gibi, tanrıça bir derede yıkanırken, Aktaion onu seyretmek gafletinde bulunmuş. Bu işe çok kızan tanrıça, Aktaion'u geyik haline sokuvermiş, sonra bu zavallıyı kendi köpeklerinin ağzına atmış. Köpekler, tanımadıkları sahiplerini parça parça etmişler, peşinden de, uluyarak onu aramağa koyulmuşlar. Bu duruma çok üzülen Kheiron, Aktaion'un heykelini yapmış ve onunla köpekleri avutmağa çalışmış. (Sayfa: 32-33)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Efes'li Artemis dışında, Artemis'i genellikle çevik ve narin bir kız olarak, kısa ve açık bir giysi içinde, sandallarla, ok, yay ve oklukla, bir köpek veya geyik eşliğinde, kimi zaman da Ay'ı simgeleme niteliğine ilişkin olarak meşaleyle tasvir edilmiş görürüz. Bakireliğinin simgesi olarak da başında gebe kalmamış Ay anlamında, bir hilâl taşır. Kaynağını Anadolulu Ana Tanrıça'nın oluşturduğu, bereket tanrıçası Efes'li Artemis ise, başı taçlı, gövdesi birçok figürle örtülü, göğsünde dizi dizi dolu memeyle, ayakta tasvir edilmiştir.
Karanlık Tanrıçası Hekate'nin Artemis'le ilgisine az önce değinilmişti. Ama, hemen hiçbir efsaneye adı karışmayan bir varlıktır Hekate. Homeros, sözünü etmez onun. Hesiodos ise onu, Theogonia'da, toprak, deniz ve yıldızlı gök üzerinde egemenliği olan üstün bir tanrıça olarak över. Hekate, aslında bir Ay tanrıçası olarak görülmüş ve çoğunlukla Artemis'le bir tutulmuştur. Sonradan ise, cehennem güçlerinin ve büyücülüğün tanrıçası olduğunu görüyoruz.
Belirttiğimiz gibi, öyle pek bir efsaneye adı karışmamıştır. Kimi kara inançlarla ilgili görülmüştür. Ona Styks'ın köpeklerinin, ölülerin ruhlarının, hayalet alaylarının eşlik ettiğine inanılırdı. Büyücülere yardım ettiği kabul edilirdi.
Hekate'nin tasvirleri ya üç başlı tek bir vücut, ya da sırttan birleşmiş üç vücut halindedir. Her figürün işareti genellikle ayrıdır. (meşale, anahtar, kılıç, urgan, yılan, köpek). Kimi zaman yalnızca elde meşaleyle gösterilir. (Sayfa: 33-34)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Ares: (Lat. Mars): Athena aklın yönettiği savaşı simgelediği halde, Ares çılgın savaşçı, körü körüne çarpışmayı, amaçsız kıyımı simgeler. Zeus, Hera'dan olma bu uğursuz oğlunu şöyle niteler İlyada'da:
en iğrendiğim tanrısın sen,
hep hırgür, kavga, savaş işin gücün
ele avuca sığmaz huysuzluğun, biliyorum,
anandan gelme sana, Hera'dan.
*
Aphrodite, topal ve çirkin kocası Hephaistos'u Ares'le aldatır. Aphhrodite'nin evlilik dışı bu ilişkisini, kocası Hephaistos'a, her şeyi gren güneş tanrı Helios haber verir. Hephaistos ise bunun öcünü şöyle alır: Görünmez ve kopmaz iplerden bir ağ yapar. Yalancıktan gidiyormuş gibi yaparak evden çıkar, iki sevgiliyi kendi yatağında suçüstü yakalar ve onları görsünler diye bütün Olympos'luları çağırır. Aldatıldığını tanıklarla ispatladıktan sonra, Zeus'tan, ona düğününde verdiği armağanları geri ister ve Ares'ten zinanın karşılığını alır.
Ares, savaş alanlarında, ölüm saçan varlıkların eşliğinde dolaşıp durur. Yanında kızkardeşi Eris (Kavga), Aphrodite'den olma iki oğlu Deimos (Bozgun) ve Phobos (Korku, Yılgı), savaş ve yıkım tanrıçası Enyo, şiddetli ölüm tanrıçaları Keres'ler ve kargaşanın simgesi Kudoimos bulunur. Homeros'ta ''dev cüsseli'' diye anlatılır Ares. Başlıca işareti mızraktır.
Arkaik vazolarda sakallı ve tepeden tırnağa silahlı olarak gösterilir. Daha sonraki heykellerde, idealleştirilmiş çıplak bir gençtir. Savaş niteliğinden sadece miğferi kalmıştır. Daha çok oturmuş olarak ve düşünceli düşünceli önüne bakar durumda tasvir edilir. (Sayfa: 34-35)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Hermes (Lat. Mercurius): Zeus'un Maia'dan olma oğludur.Arkadia'da Kyllene Dağı'ndaki bir mağarada dünyaya gelir. Doğar doğmaz da inanılmayacak bir olgunluk ve gelişme gösterir. Daha doğduğu günün sabahı beşiğinden kendi kendine kalkarak mağaranın dışına çıkar. Gözüne bir kaplumbağa ilişir ve hemen aklına bir şeytanlık gelir: Bir bıçakla hayvanın kabuğunu boşaltır, koyun bağırsaklarından yapılmış yedi tel gerer. Böylece ilk ''kitara''yı yaptıktan sonra, güzel güzel çalmaya başlar.
Öğleye doğru karnı acıkır. Her yeni doğan çocuk gibi yaygarayı basıp ağlayacak yerde, yiyeceğini kendi aramaya koyulur. Akşama doğru, Pieria'da Apollon'un hayvanlarını otlattığı yere varır. Oradan elli inek çalar. Hırsızlığı belli olup da peşine düşmesinler diye, ineklerin nallarını söküp ters çakar. Kendisi de ağaç dallarından ördüğü sandalları giyerek gerisin geri yürür. Yolda rastladığı bir ihtiyara onu gördüğünü söylediği takdirde, başına gelecekleri hatırlatır. Sonunda, ay doğarken, ineklerle birlikte Alpheios Irmağı'na varır. İnekleri suvardıktan sonra bir mağaraya kapatır. En semizlerinden ikisini kesip on iki eşit parçaya ayırır. Kızartıp on iki büyük tanrıya sunar. Kızarmış etin kokusu ağzının suyunu akıtmasına karşın, nefsine hakim olmayı başarır. Hayvanların derisini bir kayaya asar. Geri kalan etleri bırakır, kelle ve bacakları yakar, ateşi söndürür, sandallarını Alpheios'un sularına atar ve eve dönmeğe karar verir.
''Bir sonbahar rüzgârı veya bir sis gibi'' odaya, anahtar deliğinden girip, doğruca beşikte kundağına uzanır. Dünyadan habersiz, yeni doğmuş bir bebeğe benzer. Ama sol elinde, vazgeçemediği oyuncağı sevgili kitarasını saklar. Apollon, hırsızlığın aynı gün farkına varır. Bu işi kimin yaptığını öğrenir öğrenmez de, Kyllene mağarasında alır soluğu. Küçük hırsızı açıkça suçlar, ama o bu işi yapmadığına ant içmeye devam eder. Sabrı tükenen Apollon, arsız ufaklığı tutup Zeus'un önüne çıkarır.
Hermes, Zeus'a da aynı yalanları söyler, çalınan ineklerden hiç mi hiç haberi olmadığını anlatır. Hermes'in kutsal babası Zeus, oğlunun bu sevimli kurnazlığını içten içe sevinerek seyreder. Ama öte yandan adaletin de yerini bulması gerekmektedir. Bunun için iki üvey kardeşe, elli ineği hemencecik bulmalarını emreder. Hermes ise kılavuzluk edecektir. İnekler bulunur, fakat Apollon kayaya asılmış hayvan postlarını görünce korkudan ödü kopar. O zaman Hermes, kitarasını çalarak Apollon'u yatıştırır. Apolln, bu çalgının, elli inekten daha değerli olduğunu söyler. Kurnaz ufaklık, aleti hemen ona armağan eder ve karşılığında da bolluk ve habercilik simgesi olan altın bir değnekle, sığırları gütmek için bir kamçı alır.
Hermes'in ilk niteliği, çobanların ve hayvan bereketliliğinin tanrısı olmasıdır. Bu niteliğini anımsatan görünümü, Hermes Kriophoros'tur (Koç Taşıyan Hermes).
Hermes, Homeros destanlarında, tanrının habercisidir, babası Zeus'un güvenilir elçisidir. Ölülerin ruhlarını Hades'e götüren de odur. Bu görevi nedeniyle adı Psykhopompos'tur, yani ''Ruhlar Kılavuzu''.
Bir yerden bir yere haber götürerek hızla yer değiştirmesi nedeniye yolların tanrısı, yolcuların piri olmuştur. Eski çağlarda gezmekten çok ticaret için yolculuk edildiği düşünülürse, Hermes'in, ticaretin, tacirlerin, dolayısıyla hırsızların tanrısı olması doğaldır.
Hermes'in değişik görevlerine göre değişik tasvirleri yapılmıştır.
Genellikle, başında Hades'in görünmez kılan başlığını taşır, ayaklarında kanatlı sandallar, elinde iki yılan sarılı bir asa vardır. Arkaik tasvirlerinde, sakallı olgun insan görünümündedir. Klasik dönem tasvirlerinde ise çevik ve kıvrak vücutlu tıfıl bir delikanlıdır. (Sayfa: 35-37)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Hephaistos (Lat: Vulcanus): Ateş tanrısı Hephaistos, Homeros'a göre Zeus'la Hera'nın oğludur. Hesiodos, onun sadece Hera'dan doğduğunu söyler. Zeus'un alnından Athena'yı çıkarmasına öfkelenen Hera, hiç kimseyle çiftleşmeden, yalnızca hıncının ve öfkesinin bir ürünü olarak, ateş tanrısını doğurmuştur.
Hephaistos, Troya savaşıyla ilgili bir tartışmada annesinin tarafını tutar. Buna kızan tanrılar kralı, Hephaistos'u bacağından yakaladığı gibi gökten aşağı atar. Hephaistos, tam bir gün yuvarlandıktan sonra, güneş batarken düşer Lemnos adasına. Bu kaza sonunda topal kalır Ateş tanrısı.
Ayrıca çirkindir de. Ama topallığına ve çirkinliğine rağmen, üç güzel tanrıçaya kocalık etmiştir. İlyada'da onu, Kharit'lerden Kharis'le (Zerafet) evli olarak görüyoruz. Odysseia'da Aphrodite'nin kocasıdır. Ares'le ilgili bölümde, Aphrodite'in, kocası Hephaistos'u savaş tanrısı Ares'le nasıl aldattığını anlatmıştık. Hesiodos, Kharit'lerin en genci Aglaie ile evli gösterir Hephaistos'u.
Bir başka efsaneye göre, Ateş tanrısını yalnızca babası Zeus değil, annesi Hera da gökten aşağı fırlatır. Hera, böylesi çirkin bir çocuğa sahip olmaktan utanır ve Hephaistos'u kaptığı gibi Okeanos'a atar. Okeanos kızı Eurynome ile Nereus kızı Thetis, onu alıp derin bir mağaraya saklarlar. Ateş tanrısı, bu mağarada, bir yandan, görülmedik yetkinlikte araçlar yaparak, bir yandan da annesinden alacağı intikamı kurarak dokuz yıl yaşar. Sonunda, altından şahane bir taht yapıp annesine yollar. Hera, tahta sevinçle oturur, ama kalkmak istediğinde, görülmeyen zincirlerin kendisini kıskıvrak tuttuğunu görür. Bütün tanrılar seferber olur; ne var ki Hera'yı kurtarmak için yapılanlar bir sonuç vermez. Hephaistos'a başvurulur. Ateş tanrısı, Okeanos'un derinliklerinden kımıldamaya hiç de niyetli olmadığını bildirir. O zaman, Hephaistos'u getirmeğe Ares iner, ama karşılaştığı kor yağmuru karşısında geri çekilmek zorunda kalır. Sonunda ancak Dionysos'un girişimi sonuç verir. Dionysos tatlı şarabıyla Hephaistos'u sarhoş ederek Olympos'a çıkarır da, Hera kurtulur.
Maden işçiliğinde üstüne yoktur Hephaistos'un. Kendine ve tanrılara, görülmemiş güzellikte ve tunçtan evler yapmıştır. Kendi evi en güzeliydi. Tunçtan, yaldızlı bir evdi. Zeus'la Hera'nın yatak odasını, Zeus'un kalkanıyla asasını, Poseidon'un üç çatallı zıpkınını, Helios'un kanatlı arabasını, Apollon'la Artemis'in oklarını, Akhilleus'un zırh ve silahlarını hep o yapmıştır.
Troya savaşı sırasında, çok kanlı bir çarpışmada, Troyalıların önderi Hektor, Akhilleus'un en sevdiği arkadaşı Patroklos'u öldürür. Yunanlı önder Agamemnon'a kızgın olan Akhilleus, savaştan çekilmiş ve silahlarını ve zırhını Patroklos'a vermiştir. Hektor, Patroklos'u öldürdükten sonra, silahlarını ve zırhını soyar ve zafer işareti olarak kendisi giyinir. Akhilleus, arkadaşının öcünü almak için bile savaşa giremez, çünkü silahsızdır. Bunun üzerine annesi Thetis, ateş tanrısı Hephaistos'a gider ve şöyle der:
İşte dizlerine sarılıyorum, yalvarıyorum sana şimdi
kısa ömürlü oğluma bir kalkan, bir tolga ver,
bir zırh yap ona, iyi uyan topuklular, güzel dizlikler
Troyalılar elinde can veren dostu hepsinden etti onu
Oğlumda şimdi yere serilmiş kıvranıyor yas içinde.
*
Hephaistos, kendisini kurtarıp büyüten gümüş ayaklı tanrıça Thetis için elinden geleni esirgemez. Dört yanı işli büyük bir kalkan yapar önce; sonra ateşin ışıltısından daha parlak bir zırh, sonra sağlam bir tolga, Akhilleus'un şakaklarına tıpatıp uyacak, Altın'dan bir sorguç koyar tepesine ve esnek kalkandan dizlikler yapar.
Hephaistos'un işlerine Kykloplar yardım ederdi. Ne ki bunlar, Hesiodos'un Theogonia'sında gördüklerimiz gibi değildir. Bunlar, çalışkan ve efendilerine çok bağlı kişilerdir.
Hephaistos, tasvirlerinde güçlü kuvvetli, sakallı bir adamdır. Elinde kimi zaman çekiç ve kerpeten; üzerindeyse, sağ omzunu açıkta bırakan, işçi giysisi vardır. Kimi zaman da koni biçiminde bir takke giyer. Bacaklarının sakatlığı, arkaik heykellerde (İ.Ö. VI. yy) belirtildiği halde, sonraki eserlerde gösterilmez.
(Sayfa: 37-39)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Hestia (Lat.Vesta): Hestia da ateşle ilgilidir. Aile ocağını, daha geniş anlamda insan topluluğunu, kenti simgeler. Bu bakımdan, ailenin koruyucusu olduğu kadar soyun ve devletin de koruyucusu sayılır.
Kronos'la Rheia'nın kızı, Zeus'la Hera'nın kız kardeşidir Hestia. Evlenmemiş ve ömrü boyunca kız oğlan kız kalmak istemiştir. İnsanlık dünyasının merkezi sayılan Delphoi'de, Apollon tapınağındaki ateşi, Yunanistan'ın dinsel birliğini temsil ediyordu.Yuvarlak planlı olan Hestia tapınaklarının sayısı fazla değildir. Heykellerine de az rastlanır. Tanrıça, ayakta veya oturarak, sakin ve ciddi tavırlı genç bir kadın olarak, belirli bir işareti olmaksızın, kimi zaman başından omuzlarına inen bir örtüyle tasvir edilir. 
(Sayfa: 39)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Aphrodite (Lat. Venus): Homeros'a göre, Zeus'la Dione'nin kızıdır. Hesiodos ise Theogonia'sında onun, Uranos'un Kronos tarafından kesilen erkeklik organlarından doğduğunu söyler. Ak çeliğin kestiği hayalara gelince,
Dalgalı denize atar atmaz onları,
Gittiler engine doğru uzun zaman.
Ak köpükler çıkıyordu tanrısal uzuvdan:
Bir kız türeyiverdi bu ak köpükten.
önce kutsal Kythera'ya uğradı bu kız,
Oradan da denizle çevrili Kıbrıs'a gitti.
Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça.
Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu
Narin ayaklarının bastığı yerden.
Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar,
Bu köpükten doğmuş olduğu için.
*
(Çev: A. Erhat - S. Eyüboğlu)
***********************
Aphrodite doğup da yürüyünce tanrılara doğru, Eros'la (Aşk, Sevgi) Himeros (Arzu) takılırlar hemen peşine. Aphrodite'nin, ateş tanrısı Hephaistos'la evliliğinden ve kocasını savaş tanrısı Ares'le aldatmasından başka maceraları da olmuştur.
Aphrodite, Frigya'da, İda Dağı'nın (Kaz Dağı) eteklerinde sığırlarını otlatan çok güzel bir gençle karşılaşır. Adı Ankhises'tir bu gencin, Troya kral soyundandır. Kharit'lerin süsleyip kokular sürdüğü tanrıça, başka bir kılığa girerek bu gence gözükür. Onu gören Ankhises şöyle konuşur:
''Selam sana, tanrılar katını bırakıp evime gelen ey kadın.! Mutlaka bir tanrıçasın sen. Ya da bu dağın zengin kaynaklarında, sı ormanlarında yaşayan bir perisin. Sana bir sunak diktireceğim, bol adaklar adayacağım, yeter ki Troyalıların en ünlüsü yap sen beni, yeter ki bütün halkların sayacağı bir çocuk ver bana.!''
*
Kimliğini saklayan Aphrodite, bir tanrıça değil, sadece bir kadın olduğunu ve tanrılar tarafından gönderildiğini söyler Ankhises'e. O zaman tutar elinden Aphrodite'yi, eve götürür Ankhises. Seviştikten sonra, bütün kutsal parlaklığı içinde görünür. Tanrıça, Ankhises'in şaşkınlığı ve korkusu karşısında, merak etmemesini, bu gizi saklamasını bildiği taktirde kendisine bir şey olmayacağını söyler ona. Ne var ki Ankhises, bu öğüdü tutmaz, tanrıçaya sahip olmakla övünür bir gün. Buna kızan Zeus, bir yıldırımla kral Ankhises'i kötürüm eder. (Sayfa: 39-40)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Aphrodite'nin Hermes'le ilişkisinden Hermaphroditos, Dionysos'la ilişkisinden ise Priapos dünyaya gelir. Hermaphroditos masalını, Azra Erhat'ın tutkulu duyarlılığı, coşkun üslubu ve şiirli diliyle kısaltarak veriyoruz:
Bodrum'un hemen yanında, deniz kıyısında, bir zamanlar 'Salmakis' denilen, bugün 'Bardakçı' diye anılan yerde, gökten düşme bir cennet parçası gibi küçücük, berrak bir göl varmış. Mersin ve yabani sakız ağaçları bu göle yeşil bir çelenk olurlarmış. Bu güzel gölde Salmakis adlı bir su perisi yaşarmış. İşi gücü gölün yemyeşil sularında çırpınıp yıkanmak, çırılçıplak cümbüş etmekmiş. Suya daldığı zaman su olur akar, takındığı çiçeklerle dağda gezerken dağ yamacının canı olur, ağaçlara karışır, türküsü de salınan dalların yaprak fısıltısı haline gelirmiş.
Bir gün Salmakis göl kıyısında çiçek toplarken güzel bir delikanlı görmüş. Hermaphroditos adındaki bu körpe delikanlıyı görünce Salmakis'in gönlü sevgiyle harlanmış ve yanına varıp şöyle demiş ona: ''Ne mutlu seni doğuran anaya, seni emziren sütnineye.! Ama gelin olarak sana varan kız onlarda yüz kere, bin kere daha mutlu. Nice zevkler tadacaktır o.! Bugüne değin evlenmedinse, gel birbirimize varalım; yok, bir gelinle gerdeğe girdinse, yine de sevişelim şuracıkta, duyacağımız zevk hırsızlama bir zevk olsun.'' Ama çocukluk çağından yeni çıkmış olan Hermaphroditos çekingen, sıkılgan bir gençmiş. Salmakis'in dediklerini duyunca yanakları utançla kızarmış ve ''Git oradan.!'' diye dürtmüş peri kızını. Salmakis, içi acıyla burkularak, bir çalının ardına çekilip gizlenmiş. Hermaphroditos ise soyunmuş, çırılçıplak göle dalmış. Dibi görünen derin suda fildişi bir heykel gibi yüzüyormuş. Peri kızının gözleri arzu ateşiyle yanıp çakmış ve ''Artık benimsin.!'' diye bir sevinç çığlığı atarak, kınından sıyrılan bir kılıç gibi çıplak ve parlak gövdesiyle göle atlamış. Hermaphroditos'u elleri, kolları, bacaklarıyla sarmış, acıtırcasına kavramış. Dudaklarını dudaklarına kenetlemiş. Hermaphroditos kurtulayım diye çırpınırken, peri kızı, tanrılara seslenmiş. ''Size yalvarırım, ikimizi birbirimize kavuşturun.!'' diye yakarmış. Tanrılar dileğini yerine getirmişler. Kızla erkeğin iki gövdesini tek bir gövdede birleştirmişler, öyle ki, o gövde ne erkek ne dişi, aynı zamanda hem erkek hem dişi olmuş.. (Mavi Anadolu, 1960, s. 165-173) 
(Sayfa: 41-42)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Simgesel anlamlarla dolu bir ''Venus'un doğuşu''. Bu anlamların açıklanması hayli değişik ve tartışmalı. Esere kaynak olan metnin daha çok Lâtin ozanı Ovidius olduğu söyleniyor. Aphrodite, bir kavkı içinde, deniz suyundan doğarken görülüyor. Kimileri bunu, batı rüzgârı Zephyros ve Zephros'un sevgilisi bahar tanrıçası Khloris tarafından itilerek Sicilya kıyılarına veya Portovenere'ye çıkan bir Aphrodite olarak yorumlarken, daha inanılır başka yorumculara göre, bu eserde yeni-platoncu bir anlam aramak gerekir. Bu nedenle, Venus'un deniz suyundan doğuşu efsanesi, aynı zamanda bir Hıristiyan düşüncesini de simgelemektedir. Yani, ruhun, vaftiz suyundan doğuşunu. Venus'un çıplaklığı, fiziksel bir güzellikten çok, ruhsal güzelliği yansıtmakta ve yalınlık, apaklık, sadelik anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla Venus, Doğa'nın (hava, su, toprak) doğurduğu bir Humanitas olmaktadır. Solda, kuzey rüzgârı Boreas ile yeller yöneticisi Aiolos (veya Zephyros ile Khloris), üfürükleriyle deniz suyunu dalgalandırıyor. Sağda bir peri (veya Hora), çiçek açmış bir örtüyle Venus'u karşılıyor. Bu örtü ise, doğanın bitki ve çiçeklerden oluşan görünümünü çağrıştırıyor. (Sayfa: 44)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Yorumu kesin olmayan bir tablo, öne sürülen yorumlar arasında en inandırıcı olanı, Warburg'un yorumudur. Buna göre, ''Bahar'' tablosu, eski ozanların ve Poliziano'nin şiirlerinde dile getirdikleri, Aphrodite'nin yaşadığı dünyayı anlatmaktadır. Sağda, batı rüzgârı Zephyros, Flora'yı izliyor. Zephyrostarafından sahip olunan Flora, bahar ''vakti''ne dönüşüyor ve dünyaya çiçekler saçıyor. Ortada, Humanitas'ı simgeleyen Aphrodite; onun üstünde aşk okunu atmakta olan bir Eros; daha sola doğru, Kharit'ler (üç güzeller); en solda, kanatlı sandallarıyla, iki yılan sarılı değneğiyle Hermes (Mercurius). (Sayfa: 44)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Aphrodite'nin bir başka sevgilisi de, Adonis olmuştur. Uriye Kralı Theias veya Kıbrıs Kralı Kinyras'ın Myrrha veya Smyrna adında bir kızı varmış. Apollodoros'a göre bu kız, Aphrodite'ye gereğince saygı göstermediği için, tanrıçanın hışmına uğramış. Tanrıça, kızın içine, önüne geçilmez bir baba arzusu koymuş. Kral ve kızı çiftleşmişler. Ne var ki, farkında olmadan işlediği bu günahı öğrenen kral, kılıcıyla kızının peşine düşmüş, onu öldürmek istemiş. Kız tanrılara yalvararak, kendisini görünmez kılmalarını dilemiş. Kıza acıyan tanrılar, onu mersin ağacına dönüştürmüşler. Dokuz ay sonra ağacın kabuğu çatlamış ve Adonis doğmuş. Adonis, daha çocuk olduğu halde, güzelliğiyle Aphrodite'yi büyülemiş. Tanrıça, bebeği bir sandığa saklamış, ''kimselere gösterme'' diyerek Persephone'ye vermiş. Bu kez de Persephone vurulmuş çocuğa ve onu Aphrodite'ye geri vermek istememiş. Olay, Zeus'a iletilmiş. Tanrılar tanrısı, Musalardan Kalliope'yi yargıç yapmış. Karar şöyle olmuş: Paylaşılamayan genç Adonis, yılın yarısını Aphrodite'yle, öteki yarısını da Persephone ile geçirecektir. Ne var ki Adonis, sonraları, avlanmaktayken, bir yaban domuzunun saldırısına uğrayarak hayatını kaybetmiş.
Aphrodite'ye daha birçok efsanede rastlıyoruz: Kıbrıs'lı heykelci Pygmalion, kadınlardan nefret edermiş. Bir gün, fildişinden yaptığı çok güzel bir kadın heykeline vurulur. Sevgi tanrıçası Aphrodite'ye yalvarır, bu güzel kadın heykeline can vermesini ister. Dileği kabul edilir. Pygmalion, Galateia adındaki bu dirilen heykeliyle evlenir. Pahos adında bir de çocukları olur. Pyramus ve Thisbe öyküsünü Latin ozanı Ovidius anlatır bütün ayrıntılarıyla:
Aphrodite, Babylonlu Pyramus ile Thisbe'nin içinde, birbirine düşman iki ayrı aileden olmalarına karşın, karşılıklı bir sevgi koyar. İki sevgili, bir gece kentin dışında , bir dut ağacının dibinde, ıssızlıkta buluşmak için sözleşirler. Önce gelen Thisbe, oralarda beliriveren bir aslandan korkup geri kaçar. Kaçarken de, hayvanın yırtıp kanla lekelediği örtüsünü düşürür. Ondan sonra buluşma yerine gelen Pyramus, kanlı örtüyü görünce sevgilisinin aslanlar tarafından parçalandığını sanır ve büyük bir umutsuzluk içinde kılıcını kendi göğsüne saplar. Tekrar aynı yere dönüp sevgilisinin ölüsünü bulunca, Thisbe de canına kıyar. (Sayfa: 42-44)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Aphrodite'ye eşlik eden, onun alayını oluşturan varlıklar arasında Eros (Aşk, Sevgi) başta gelmektedir. Eros adına Homeros'ta rastlamıyoruz. Hesiodos, Theogonia'da, Eros'un Khaos'tan doğduğunu söyler. Başka efsaneler onu, Aphrodite'yle Ares'in oğlu olarak gösterirler. Efsane, kesin biçimini geç bir çağda kazanır. Annesine karşı bile acımasız olan bu ikinci Eros, duygusal, kaprisli, çekici, büyüleyici bir varlıktır. Cinsel sevginin tanrısıdır. Genellikle, Zeus'un armağanı olan yay ve okla, kanatlı olarak tasvir edilir. Kimi zaman tutkunun simgesi olan meşaleyle görülür.
Aphrodite'nin kendisine gelince: Yunanlı sanatçılar, yüzyıllar boyunca, yetkin bir kadın güzelliği gerçekleştirmek amacıyla, yavaş yavaş ideal bir Aphrodite tipi geliştirmişlerdir. Ne ki, bu yetkin güzelliğe ne kadar çok yaklaşılmışsa, tanrıçanın tanrısal özelliği de o kadar azalmış ve dünyasal - insansal tip üstün gelmiştir; çünkü bu saptayışta, sanatçıların kullandıkları hafifmeşrep kadın modellerinin etkisi de olmuştur.
Tanrıçayı, arkaik heykellerde tümden giyinik olarak görüyoruz. Hatta başı bile örtüktür. İ.Ö. V. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, vücudunun kimi bölümleri açılmaya başlar. Örneğin, bir omuz, bir meme, bacağın bir parçası. Helenistik dönemde ise, en cinsel ve dürtücü çıplaklık üstün gelir.
Aphrodite'nin belirgin işaretleri şunlardır: Bitkilerden mersin, gül, elma; hayvanlardan güvercin, serçe, keçi, istiridye, yunusbalığı, kaplumbağa. (Sayfa: 44-45)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Poseidon (Lat. Neptunus): Denizlerin tanrısı Poseidon, Zeus'un kardeşidir. Kronos yenildikten ve Zeus'un egemenliği kesinlikle gerçekleştikten sonra, Poseidon'a denizler üstünde egemenlik yetkisi düşmüştü. Zeus'tan sonra en önemli tanrıydı. Yunanlıların üç yanı denizle çevrili bir bölgede oturdukları düşünülürse, bu tanrıya ne kadar saygı besledikleri ortaya çıkar. Özellikle kıyı kentlerinde ve adalarda, denizcilerin, balıkçıların ve tacirlerin piri olarak görülmüştür. En ünlü tapınağı, Korinthos'ta bulunuyordu. Poseidon, denizlerden başka toprağın da sahibiydi. Hesiodos onu, 'toprağın efendisi', 'yeri sarsan' diye niteler. Yeryüzünün görünümünü değiştiren depremlerin yaratıcısı oydu. Bu bakımdan, iç bölgelerde yaşayanlar, özellikle yanardağ bölgeleri halkı ona özel bir tapınç gösteriyorlardı. Poseidon böylece, elinde tuttuğu üç çatallı zıpkınıyla hem dalgaları kabartır, hem de toprağı sarsardı.
Üçlü yabası topraktan ve kayalardan su fışkırttığı için, bol su kaynaklarının tanrısı da sayılmıştır. Ayrıca atın yaratıcısı veya evcilleştiricisi olarak kabul edilir. Dört ayaklı bu kara hayvanıyla deniz tanrısı arasındaki bu ilişki, kabaran dalgaların uyandırdığı imgeden doğmuş olabilir. Şu gerçek ki, yunusbalığıyla birlikte at da Poseidon için kutsaldı. Yunus yerine kimi zaman ton balığı geçer. Bitkilerden de çam ağacı kutsaldır.
Poseidon'un deniz dibindeki sarayı, Ege Denizi'nin derinliklerinde, Tenedos ile kayalık İmroz Adası arasında geniş, kocaman bir mağaradadır. Poseidon, baştan aşağı altından olan ve hiç eskimeyen bu saraydan çıkınca, tunç ayaklı ve altın yeleli atların çektiği arabasına binerdi. Tanrının giysisi de altındı, kamçısı da. Şaha kalkarcasına fırlardı atlar. Çevresinde, deniz canavarları hoplayıp zıplayarak sevinç gösterilerinde bulunurlardı. Öylesine hızla koşardı ki atlar, arabanın altındaki tunç dingil ıslanmazdı bile. 
(Sayfa: 46)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Poseidon, Okeanos kızı Doris'in, deniz tanrılarından Nereus'la birleşmesinden doğan elli kızdan birisi olan Amphitrite ile evliydi. Amphitrite önceleri, utangaçlığı nedeniyle, kendisine vurulan Poseidon'dan kaçar, Atlas'ın dünyayı omuzlarında taşıdığı uzak ülkeye varır. Poseidon ise Amphitrite'nin peşinden bir yunusbalığı gönderir. Balık onu sırtına attığı gibi Poseidon'a getirir. Evlenirler ve deniz dibindeki altın saraylarında mutlu bir yaşam sürerler.
Bu evlilikten deniz tanrısı Triton ve Helios'la evlenecek olan Rhodos meydana gelir. Poseidon'un evlilikdışı ilişkilerinden birçok varlık doğar.
Gaia ile birleşmesinden dev Antaios olur. Bu dev, yolcuları çevirip, onlarla çarpışmaktan zevk duyarmış. Yendikten sonra da, yolcuların kafataslarıyla kutsal babasının tapınağının çatısını örtermiş. Antaios'un hakkından yalnızca Herakles gelmiş. Devin toprağa her değişinde gücünün arttığını görünce, onu kolları arasına alıp havaya kaldırmış ve ezerek öldürmüş.
Poseidon, Demeter ile birleşmek istemişse de, tanrıça buna razı olmamış; deniz tanrısının elinden kurtulmak için at kılığına girmiş. Poseidon bu oyunu fark edince, kendisi de at kılığına girmiş ve Demeter'e sahip olmuş.
Gorgo Medusa ile bahar çiçekleri arasında, pamuk gibi çimenler üstünde çiftleşirlermiş.
Poseidon'un Thoosa adındaki bir nympha ile olan ilişkisinden Tepegöz Polyphemos doğar. Odysseus, bu tek gözlü devin tek gözünü kör ettiği için, denizler egemeni Poseidon'un öfkesini çekmiştir üstüne.
Poseidon'un, Troizen kralı Pittheus'un kızı Aithra ile birleşmesinden Theseus doğar.
Poseidon, tasvirlerinde Zeus'a çok benzer. Çoğunda dik olarak, çıplak ve üçlü yabasına dayanır durumda gösterilir. Kimi zaman bir ayağını bir kaya parçasına veya yunusbalığının sırtına dayar. Karışık saçları ve sakalı, yüzüne bir acı ifadesi verir. Güçlü kuvvetli kasların egemen olduğu çıplaklığı, vakardan çok, kaba kuvvet izlenimi bırakır.
Amphitrite ise, ıslak saçları bir ağ içinde toplanmış olarak ve yunusbalıkları, tritonlar, istiridyeler, yengeç vs. eşliğinde tasvir edilir. (Sayfa: 47)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Hades (öteki adı: Pluton): Hades adı 'görünmez' anlamına gelir. Bu tanrıyı görünmez kılan şey ise taşıdığı başlıktır. Aynı başlığı, Hades'ten başka, Athena, Hermes ve Perseus'la Herakles de takmışlardır.
Ölüler Ülkesi'nin adına da Hades denirdi. Yani, Hades hem Ölüler Ülkesi'nin, hem de bu ülkenin yöneticisi ve mutlak egemeni olan tanrının adıydı.
Yerin altında oturan ve yüreği acımak nedir bilmeyen bu tanrı, karısı Persephone'ye genellikle bağlı kalmıştır. Karısını yalnızca iki kez aldatmıştır. İlkin, Mintha adında bir ırmak perisiyle ilişkisi olmuş. Persephone'nin hışmına uğrayan bu periyi, sevgilisi Hades, naneye dönüştürmüş. İkinci kaçamağı ise Okeanos kızı Leuke ile yapmış. Leuke de sonunda gümüşten bir kavak olmuş.
Hades'in karısı Persephone (Lat. Proserpina), toprak ve bereket tanrıçası Demeter'in kızıdır. Ölüler ülkesi kralının Persephone'yi elde etmesi kolay olmamıştır. (Sayfa: 47-49)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Demeter (Lat. Ceres): Kronos'la Rheia'nın kızıdır. Zeus, canlıları doyuran bu tarlalar tanrıçasının yatağına girer. Bu birleşmeden ak kollu Persephone doğar. Kimi zaman 'Kore' (Genç Kız) diye de anılan Persephone, bir gün çayırda çiçek toplarken, yeraltı dünyasının kralı Hades tarafından kaçırılır. O an yer yarılır ve zavallı kız, açılan yarıkta kaybolup gider. Kızın çığlıklarını işiten annesi Demeter koşar gelir ama, artık iş işten geçmiştir. Tam dokuz gün, kara ve deniz demeden arar kızını. Onuncu günün şafağında Hekate'yle karşılaşır. Karanlık tanrıçası Hekate, Helios'a gidip sormasını salık verir ona. Helios ise şöyle konuşur: ''Zeus'tur suçlu olan, çünkü kızını, Hades'e verdi karı diye''. Üzgün ve kızgın Demeter, ölümlü bir kocakarı kılığına girerek bütün kentleri dolaşmaya başlar. Atina yakınlarında Eleusis adında bir kasabaya varır. Bakireler çeşmesinin yanında üzgün üzgün otururken, kral Keleos'un dört kızı çeşmeye su almaya gelirler. İhtiyar kadınla ilgilenirler. Demeter, korsanların elinden kaçtığını söyleyerek, acıklı bir öykü uydurur. Duygulanan kızlar, ihtiyar kadının iş isteğinin gerçekleşmesini sağlarlar. Anneleri Metaneira, yeni bir oğlen çocuğu doğurmuştur. Küçük Demophon'u bakıp beslemesi için Demeter'e verirler. Demeter çocuğu Olympos usullerine göre besler: Ne süt, ne de başka yiyecek verir ona. Yalnızca nektar ve ambrosia ile besler onu. Ne var ki analık sevgisinde çok aşırı giden tanrıça çocuğa sürekli gençliği de armağan etmek ister, bunun için de onu geceleri ateşin içinde saklar. Meraklı anne, bir keresinde gizlice, olanları gözler. Alevleri görünce bir çığlık atar. Büyü bozulur; tanrıça çocuğu yere bırakır, insanların aptallığından, artık bir daha gerçekleşmeyecek olan kendi iyi niyetlerinden söz eder ve bütün kutsal parlaklığı içinde görünür. Olanlara çok üzülen ve korkan Metaneira ile kızları, bütün gece, öfkeli tanrıçayı yatıştırmaya çalışırlar. Güzel saçlı, güzel örgülü Demeter, kendisi için altarlı bir tapınağın kurulmasını ister. En kısa zamanda isteği yerine getirilir. Burada mysteria denilen gizli bir tapınç merkezi doğar.
Ne var ki, kaybolan kızının bulunamayışı, tanrıçayı gittikçe daha çok üzer, Olympos'a öteki tanrıların yanına gitmeyi reddeder; günlerini, adına yapılan tapınakta geçirmeye başlar, üzüntüsü öfkeye dönüşür. Toprağın tüm bereketini keser. O ana dek görülmemiş bir kıtlık olur. Bütün insanların kırılması tehlikesi baş gösterince, Zeus duruma müdahale eder. Önce İris'i gönderir Demeter'e. Sonra bütün Olympos'lular iner. Bütün yalvarışlara rağmen kılı kıpırdamaz Demeter'in. Kızına kavuşuncaya dek toprağın bereketsiz kalacağını söyler. Persephone'yi alıp getirsin diye Hermes'i Erebos'a gönderir Zeus. Hades anlayışlı davranır. Kardeşi Zeus'un çağrısına uyar. Persephone'nin gün ışığına çıkmasına izin verir. Fakat her ihtimale karşı, karısına bir nar tanesi yedirir. Böylece, sevdiği ve karısı olan kadın, annesiyle sürekli kalamayacaktır. Hermes'in sürdüğü araba Persephone olduğu halde Eleusis'e varır. Demeter sevinçten çıldıracak gibidir. Kızına doğru sabırsızlıkla koşar. Persephone arabadan iner. Ana kız kucaklaşırlar. Ne ki, bu sevinç kucaklaşmasını hüzün izler. Çünkü Kore, yılın kışa denk gelen üçte birini ölüler ülkesinde kocasıyla geçirecektir. Bahar gelince de gün ışığına çıkacaktır. Persephone'nin yeryüzüne çıkışıyla toprak yeşermeye, ağaçlar çiçek açmaya başlar. Demeter, Attika krallarına kendi tapıncının gizlerini öğretir. Sonra kızıyla birlikte Olympos'a çıkar. 
(Sayfa: 49-50)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Demeter, Triptolemos'a hayvan kullanma ve tarla sürme sanatını öğretmiştir. Triptolemos, bir geleneğe göre, kral Keleos'un arkadaşı, bir başka geleneğe göre büyük oğlu, daha başka bir geleneğe göre de Eleusis Kenti'nin kurucusu Eleusis soyundandır. Demeter ona, kanatlı ejderlerin çektiği bir arabayla tohumluk buğday da armağan eder. Triptolemos, bu tohumluğu uçan arabasıyla bütün yeryüzüne dağıtarak, insanlara tarımı öğretir.
Demeter ve Persephone tipleri, sanatta ancak İ.Ö. IV. yüzyıldan itibaren birbirlerinden ayrılarak özerk özellikler kazanmaya başlamışlardır.
Demeter, oturmuş veya ayakta, heybetli bir kadın olarak tasvir edilmiştir. Yüzünde sakin bir hüzün, anlayışlı bir iyilik hissedilir.
İşaretleri: Kızını arayışının simgesi olarak meşale; başaktan bir demet veya bir taç; bir kadeh; içinde meyve bulunan bir sepet; mistik kutu kiste; asa; domuz yavrusu veya yılan.
Persephone ise hem beden özelliklerinde, hem de giysisinde genç kız görünüşü taşır. Çoğunluk şu işaretlerle ayrılır: Nar, nergis (çünkü Hades tarafından kaçırıldığı zaman nergis toplamakta olduğu söylenir), kocasının sıfatlarından biri olan bolluk boynuzu, horoz, kimi zaman meşale veya asa. Doğaldır ki, sayılan bütün bu işaretlerin mutlaka hepsini bir arada görme gerekliliği yoktur. (Sayfa: 50)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Hades ülkesi Tartaros ve Erebos olmak üzere iki bölümden oluşurdu. Tartaros, Erebos'a göre daha derinlerde yer alırdı. İnsanlar öldükten sonra önce Erebos'a, sonra da Tartaros'a giderlerdi. Erebos, genellikle, yeraltı karanlığının adıdır. Hesiodos, Erebos'u Khaos'tan doğmuş gösterir. Tartaros ise, bu karanlığın dibindeki tutsaklar yeridir.
Latin ozanı Vergilius, Hades'i ayrıntılarıyla tasvir etmiştir. Yeraltı ülkesinin kayıkçısı Kharon, iniltiler ırmağı Kokytos'la üzüntü ırmağı Akheron'un birleştiği yerde ölüleri karşılar, karşı kıyıya, yani Tartaros'a geçirirdi. Suratsız, sert, kaba bir ihtiyar olan Kharon, ölü ruhlarına ırmağı geçirtmek için ücret alır, geçiş parasını vermeyenleri de kayığına almazdı.
Tartaros'un kapısında Kerberos adı verilen bir köpek beklerdi. Bu köpek Tartaros'a gelen herkesi içeri bıraktığı halde, kimsenin dışarı çıkmasına izin vermezdi. Üç başlı, ejder kuyruklu bir yaratıktı. Kimi zaman elli ya da yüz başlı olduğu da düşünülürdü.
Burada ölüleri Minos, Rhadamanthys ve Aiakos adında üç yargıç sorguya çekerdi. Kötüler sonsuz acı çekmek için cehennemin derinliklerine fırlatılırlar, iyiler ise sonsuz bir mutluluk içinde ömür sürmek için Eylsion kırlarına gönderilirlerdi. Hades, ölü ruhlardan başka, bütün yeraltı kaynak ve zenginliklerinin de egemenidir. Bu bakımdan, istediğini zengin eder, istediğinin elinden malını mülkünü alarak yoksul bırakırdı.
Hades ülkesi, karanlık ve hüzün dolu bir yer olarak düşünülürdü. Hades'in yüzü de aynı şekilde, gülmeyen, sert bir yüzdür. Sert sakalları, karışık saçları vardır. Yanında, üç başlı cehennem köpeği Kerberos bulunur. Buraya dek, Olympos'lu on iki tanrıyı ve yeri geldikçe daha başka tanrı ve tanrıçaları anlatmaya çalıştık. Önemi daha az olan tanrılara gelmeden önce, büyük bir yeryüzü tanrısından söz etmek gerekecek: (Sayfa: 50-51)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Dionysos (Lat: Bacchus): Kadmos ve Harmonia'nın kızı Semele de Zeus'un vurulduğu kadınlardan biridir. Fakat Hera'nın bitmeyen kıskançlığı, zavallı Semele'yi beklenmedik bir yazgıya iter. Hera, ihtiyar bir sütnine kılığına girerek, Semele'ye şöyle der: ''Zeus'a yalvar da sana kendini tanrı olarak bütün görkemiyle göstersin''. Buna kanan Semele, Zeus'tan böyle bir dilekte bulunur. Zeus, şimşek ve yıldırımlarıyla kendini gösterince, Semele yanar. Kardındaki yedi aylık çocuğunu düşürür. Bu çocuk Zeus'tan olma Bakkhos, yani Dionysos'tur. Zeus, Semele'nin düşürdüğü ve mucizevi olarak orada biten sık yapraklı bir sarmaşığın yanmaktan koruduğu Dionysos'u baldırına koyar ve onu ikinci bir doğumla meydana getirir. Sonra da, Hermes'e vererek, onu, Boiotia'da kocası Athamas'la birlikte yaşayan ve Semele'nin kızkardeşi olan İno'ya gönderir. Fakat kıskanç Hera yine kendini gösterir, karı-kocayı çıldırtır. İno, oğlu Melikertes'i bir kaynar su kazanına atıp boğar. Athamas ise Learkhos'u bir geyik sanarak kargıyla vurur. İno, yaptığı işin korkunçluğunu anladığı zaman Melikertes'in ölüsüyle birlikte kendini denize atar, ama tanrılar ona acırlar. İno, bir deniz kızına dönüşür. Adı, Ak tanrıça anlamına gelen Leukothea olur. Oğlu ise, Palaimon adıyla küçük bir tanrıya dönüşür.
Zeus, oğlunu kıskanç karısının elinden zor kurtarır, bir keçiye dönüştürmek zorunda kalır onu. Hermes, Dionysos'u, yeri pek bilinmeyen Nysa Dağı'na, nymphalar arasına götürür. Bu periler, Dionysos'u büyütüp eğitirler. Eğiticileri arasında Silenos da vardır. Dionysos, gençlik yaşına gelince üzümü ve şarap yapma sanatını bulur. Bu söylenceye göre, bu tatlı içkiden biraz fazla kaçırdığı için Hera'nın hışmına uğrayarak delirir. Sonra, nymphalardan, satyrlerden, silenoslardan oluşan alayıyla dolaşmaya başlar. Her gittiği yere asmayı götürür. Apollodoros'a göre, şarap tanrısı, Mısır'a gittiğinde, delilikten hâlâ kurtulamamıştır. Frigya'ya gidince, Rheia tarafından iyileştirilir.
Peşinden Trakya'ya geçer. Kral Lykurgos, üzüm ve şarap düşmanıdır. Dionysos'un bütün alayını tutuklar. Dionysos'un kendisi ise, deniz dibinde Thetis'in yanına zor sığınır. Ama kutsal öç gecikmez: Lykurgos delirir. Asma ağacı sanarak oğluna saldırır ve onu bacaklarından yoksun ettikten sonradır ki kendine gelir.
(Sayfa: 51-52)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Şarap tanrısı Dionysos, adalara geçer. Bu yolculukla ilgili olarak şu efsane anlatılır: Dionysos, kayalık bir adanın sahilindeyken, kimi korsanlarca yakalanıp, Mısır'a veya Kıbrıs'a götürülmek, orada bir köle gibi satılmak istenir. Ama tanrıyı her bağlayışlarında, üstünden iplerin kendiliğinden düşmesi, dümencinin dikkatini çeker; bu gencin bir tanrı olabileceğini düşünür, onu salıvermeleri için arkadaşlarını uyarmaya çalışır. Ne ki, dinlenmez dümencinin sözü. Bütün gemi şarap terler; yelken ve direklerini asma dalları, üzüm salkımları kaplamaya başlar. Tutsak genç ise, kaptanın üstüne atlayan, kükreyen bir aslan oluverir. Bunu gören korsanlar korkudan denize atlarlar. Atlamalarıyla yunusbalığına dönüşmeleri bir olur. Yalnızca dümenci kurtulur bu felaketten.
Naksos adasında ise Theseus'un bırakıp gittiği Ariadne'yi bulur. Apollodoros, Dionysos'un, Minos'un kızı güzel Ariadne'yi Lemnos adasına götürdüğünü, ondan üç veya dört çocuğu olduğunu söyler. Ariadne, sonunda, Zeus'tan ölümsüzlük armağanını elde eder ve Şarap Tanrısının sürekli eşi haline gelir. Dionysos, Kalydon kralı Oineus'a ilk kez asma kütüğünü armağan eder. Ama daha çok kralın karısı Althaia'dan ilgi görür. Onunla birleşmesinden, Herakles'e karı olacak olan kız Deianeira doğar.
Dionysos'un alayına 'thiosos' denirdi. Bu alayı silenoslar, satyrler ve nymphalardan başka Bakkhalar oluştururdu. Bakkhalar,
*
Tanrı Dionysos Bakkhos'un dinsel törenlerini kutlayan kadınlar alayı idi. Tıpkı tanrının kendisi gibi çıplak bedenlerini nebris denilen benekli ceylan postlarıyla örter, başlarına sarmaşık çelenklerini sarar ve ellerinde thyrsos, ucunda çam kozalağı bulunan sarmaşık ve asma yaprakları sarılı uzun değnekleri ve Prometheus'un insanlara ateşi taşıdığı nartheks kamışıyla tanrının peşinden koşarlar, geceleri dağda, bayırda, ormanlarda kendilerinden geçerek tanrıya karışırlar[dı]. O sırada doğa ile birlik olan Bakkha'lar üstün bir güçle önlerine gelen vahşi hayvanları parçalarlar[dı]. Dionysos dinini benimsemiş bu kadınlara olgun ermişlik anlarında Thyas (thyo, vecd halinde olmak), çılgınca kendilerinden geçtikleri zaman da Mainas (mainomai; çıldırmak, taşkın bir coşkuya kapılmak) denir[di].
(A. Erhat, Mitoloji Sözlüğü, 1989, s.77).
*
Dionysos'un tasvirleri yüzyıllar boyunca değişikliğe uğramıştır. Phallos biçimindeki tahta imgeleri en eski dönemlere aittir ve üreme gücünü simgelemektedir. Sonra güçlü, sakallı ve giysili olarak hayal edildiğini görüyoruz. Başını asma ve sarmaşık dalları çevreler. Daha sonra çıplak ve zarif bir oğlan tipine dönüşür. Artık cinsel ve kadınsal unsurları ağırlık kazanmıştır. Çoğunlukla, elinde thyrsos (ucunda bir çam kozalağı bulunan sarmaşık ve asma yaprakları sarılı uzun değnek) ve bir kadehle görülür. Yanında alayından kimseler ve onunla ilgili kişiler (İno, Ariadne vb.) bulunur.
Ona kutsal bitkiler, asma ve sarmaşıktır. Hayvanlar ise aslan, kaplan, vaşak, yunusbalığı, boğa ve keçidir. (Sayfa: 52-53)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
ZEUS'UN ÇEVRESİNDEKİ TANRILAR

Themis: Uranos'la Gaia'nın kızı, dolayısıyla dişi bir titan. Hesiodos'a göre Metis'ten sonra Zeus'un ikinci karısıdır. Homeros'ta ise durum değişiktir. Zeus'un tek karısı vardır, o da Hera'dır. Themis, Zeus'un danışmanlığını ve yardımcılığını yapar, törenleri düzenler, tanrıları toplantıya çağırır, insanlar arasındaki ahlak düzenini korur ve bu nedenle de hiçbir zaman Hera'nın kıskançlığını depreştirmez. Tapınmada, adalet tanrıçası olarak, Homeros'un Themis'i üstün gelmiştir. Soteira (Kurtarıcı) Themis, ezilenleri korudu. Themis, gelip geçici olmayan tanrısal yasadır.
Heykellerinde görkemli, ciddi ve ağırbaşlı bir kadın olarak görülür. Ayırt edici işareti terazidir. Hesiodos geleneğine bağlı Themis, aynı zamanda Hora'ların annesi olarak gösterilir.
Yunancada, zamanın bir bölümü demek olan 'hora' sözcüğü, mevsim, yıl, günün bölümü (saat) anlamına gelir. Hora'lar iklim ve zamanın üç tanrıçasıdır. Homeros'ta, Olympos'un kapılarını açıp kapamak ve Hera'ya hizmet etmek gibi görevler yüklenirler.
Hesiodos'a göre bu üç Hora şunlardır: Eunomia (iyi düzen), Dike (hak ve adalet), Eirene (Barış). Hora'ların sayı ve adları zamanla değişmiştir. Örneğin, Helenistik dönemde, dört mevsime karşılık dört Hora olmuştur. Ellerinde birer çiçek, ya da yemişle canlandırılırlar. (Sayfa: 53-54)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Kharit'ler (Üç Güzeller): Zeus'un Okeanos kızı Eurynome'den olma üç kızı. Çiçek ve yemiş veren doğanın olduğu kadar, insan yaşantısını güzelleştiren, hoş kılan şeyin de kişileştirimidir. Birinci özellikleri nedeniyle çoğun Hora'larla karıştırılırlar. İkinci özellikleri nedeniyle Aphrodite'nin ve Apollon'un alaylarında yer alırlar. Kharit'ler, sanat etkinliklerini esinleyen tanrıçalardır.
Sayıları ve adları, çağlara ve bölgelere göre değişir. Hesiodos geleneğine bağlı kalınarak bundan da ''üç'' sayısı üstün gelmiştir. Aglaie (parlaklık) Kharit'lerin en gencidir; Euphrosyne (sevinci, neşeyi) ve Thalia (çiçeklenmeyi) temsil eder.
Her türlü sanatın koruyucusu olan bu genç ve sevimli kadınlar, önceleri uzun giysiler içinde ve çiçekten taçla resmedilirlerdi. İ.Ö. IV. yüzyıldan itibaren çıplak olarak ve zarif bir kucaklaşma içinde tasvir edilmeye başlandılar. (Sayfa: 55)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Musalar: Zeus'un Uranos kızı Mnemosyne (Bellek) ile birleşmesinden Musa'lar doğmuştur. Homeros'ta ne sayıları ne de adları kesindir. Homeros, Musa'ları, tanrıların sofralarını şenlendiren ezgi tanrıçaları olarak kabul eder. Hesiodos, Theogonia'da, onlara ''şiir perileri'' der ve dokuz tanesinin adlarını sayar. Bu dokuz eş yürekli kızın bütün işleri, ezgiler söylemektir. Yeryüzündeki bütün ozanları ve çalgıcıları Musa'larla Apollon esinler. Musa'ların sevdiği insanın, bal akar ağzından.
Başlangıçta nympha niteliği taşıdıkları kuşkusuzdur Musaların. Nitekim kaynakların, derelerin, kısaca, uyumlu bir mırıltıyla akan suların nympha'larından şiir ve müzik tanrılığına geçiş kolay olmuştur. Müzük ve müze sözcükleri onların adından gelmektedir. Bu dokuz peri, önceleri, hep birlikte yalnızca şiire ve müziğe esin verirlerdi; sonraları edebiyat ve sanat alanında her birine bir görev verilmiştir.
Nike: Pallas'la Okeanos kızı Styks'ten doğmadır. Zeus'a titanlara karşı savaşında yardımcı olduğu için, her zaman onun yanında veya savaşçı kızı Athena'nın yanında zaferin simgesi, kişileştirimi olarak yer alır. Genellikle kanatlı olarak, defneden bir taç ve bir palmiye dalıyla, hızla uçan bir kız biçiminde tasvir edilir. Atinalılar, zaferin kentlerini hiç bırakmaması için, apteros denilen kanatsız bir Nike'ye taparlardı.
İris: Yerle göğü birleştiren gökkuşağını simgeler. Zeus'un her an hazır ve hızlı ulağıdır. Altın kanatları, rüzgâr gibi hızlı ayakları vardır. Öteki tanrılar veya insanlarla Zeus arasında habercilik eder. Yeryüzüne inerek, denize dalarak, Hades'e girerek kutsal buyrukları iletir.
Hebe: Zeus'la Hera'nın kızıdır. Gençliğin kişileştirimidir. Asıl görevi tanrılara içki sunmaktır. Daha çok ev işlerine eli yatkın bir kızdır. Annesi Hera'nın arabasını hazırlar, savaştan döndüğünde kardeşi Ares'i yıkardı. Ne var ki, tanrılara içki sunma görevi, sonradan, Zeus'un kaçırttığı Ganymedes'e geçmiştir. Hebe, Herakles'in karısı olmuştur. Güçlülüğün simgesi olan Herakles'in yanında, solmayan güzelliği temsil etmiştir.
Eileithyia: Zeus'la Hera'nın kızı, Doğum tanrıçasıdır. Doğumun iyi veya kötü sonucu ona bağlıydı. Gebe kadınlara hem doğum sancısını, hem de kurtuluşu götürürdü. O gecikince, doğum zorlaşırdı. Nitekim Leto ve Alkmene onu çok iyi tanırlar.
Tasvirlerinde baştan aşağı tülle örtülüdür. Bir elini yardım için uzatır, öteki elinde meşale vardır. Kimi zaman da diz çökmüş olarak gösterilir.
Ganymedes: Frigya kralı Tros'un oğlu ve ölümlü insanların en güzelidir. Zeus ona aşık olmuş ve oğlan sevgilisini bir kartal sırtında kaçırmıştır. Başka bir söylenceye göre Zeus, Ganymedes'i, kendisi bir kartal biçimine girerek kaçırmıştır. Böylece ölümsüzlüğe ulaşmıştır Ganymedes ve tanrıların şarap sunucusu olmuştur. Babası ise çocuğuna karşılık Zeus'tan tanrıların kullandığı atlara benzer iki at armağan almıştır. Tasvirlerinde, anlattığımız öykünün unsurlarını taşır.
#Themis #Kharitler #Musalar
#Nike #İris #Hebe #Eileithyia

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Hyperion'un kızkardeşi Theia ile birleşmesinden Helios (Güneş), Selene (Ay) ve Eos (Şafak) doğar.
*
Helios: Güneş tanrı Helios her sabah, doğuda, Okeanos Irmağı'nın oluşturduğu bir bataklıktan çıkar, bütün gök yayını geçtikten sonra, akşamleyin Okeanos'un karşı tarafına iner. Bu yolculuğunu, ateş saçan, çok hızlı dört atın çektiği altın bir arabayla yapar. Geceleyin ise, ertesi sabah tekrar doğmak üzere, Hephaistos'un yaptığı altın bir kadeh veya kayıkla, doğduğu yere geri döner, çünkü yeryüzü, Okeanos üzerinde yüzen bir tabak şeklinde tasarlanıyordu.
Helios, her şeyi görendi; bu nedenle suçları ortaya çıkarıp, suçluları cezalandırırdı. Her biri elli baş hayvandan oluşan, yedi inek, yedi de koyun sürüsü vardı. Toplam, 350+350= 700 hayvan. Bir arada otlayan bu hayvanların sayısı ne azalır, ne çoğalırdı. Aristotales, 350 hayvanın, ilkel güneş yılının gündüzlerini, geri kalan 350 hayvanın ise, gecelerini temsil ettiğini öne sürmüştür.
Helios'un birden çok karısı olmuştur. En eski karısı Rhodos'tur. Bu nymphadan, bir kızla yedi oğlan çocuğu olmuştur. Oğlanlara Heliades (Helios Oğulları) denir. Helios'un, Okeanos kızı Perseis'le evliliğinden olan çocukları arasında büyücü Kireke, Minos'un karısı Pasiphae de vardır. Bir ara, Okeanos kızı Klymene ile de birleşir Helios. Bu ilişkiden yedi Heiadai (Helios Kızları) ile talihsiz Phaethon doğmuştur.
Helios'a kutsal hayvanlar beyaz at, horoz, kutsal bitki de kavaktır. Sanatta, şahlanan dört atın çektiği arabayla, güçlü ve yakışıklı bir genç olarak tasvir edilir. Başı ışınlarla çevrilidir. (Sayfa: 58)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Phaethon: Helios'un oğludur. Epaphos'a kendisinin kutsal bir çocuk olduğunu göstermek amacıyla, babası Helios'tan, güneş arabasını bir günlüğüne sürmek için izin alır. Ateş saçan atlar, sürücülerinin acemiliğini hemen fark ederler ve deliler gibi koşmaya başlarlar. Yeryüzüne o kadar yaklaşırlar ki, güneşin ısısından Libya çöl olur. Koca nehirler kurur. Zeus, dünyayı bu tehlikeden kurtarmak için gözü pek delikanlıyı yıldırımla çarpar. Zavallı Phaethon, Eridanos ırmağının sularında kaybolur. (Sayfa: 58)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Selene: Helios'un kız kardeşidir. Ay'ı simgeler. Helios gibi o da bir arabayla gezer. Fakat Selene'nin arabasını iki at (veya katır, boğa) çeker. Zeus'la sevişmesinden, Pandia adında bir kızı olmuştur. Endymion'la ilişkisi ünlüdür.
Endymioni Latmos (Beşparmak) Dağı'ında sürülerini otlatan bir çoban veya bir avcıymış. Ay tanrıça Selene, onu bir mağarada uyurken öpmüş. Sonra her gece gelir, sevgilisinin gövdesini ışınlarla sarar, tekrar tekrar öpermiş. Her keresinde sanki aşka yeniden başlıyormuş gibi olurlarmış. Bundan hoşlanan Zeus, Endymion'a, yaşlılıktan uzak, sonsuz uykuyla ölüm arasında bir seçim yapmasını önermiş. Endymion da, ölümsüz uykuyu seçmiş. Böylece Ay tanrıçasının aşkına sonrasızca sahip olmuş.
Sanatta Endymion uyurken, Selene de onu ziyaret ederken gösterilir. Kimi zaman Selene tek başına, at üstünde görülür. Alnında yarımay, elinde meşale vardır. (Sayfa: 58)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Eos: Şafağı simgeler. Homeros'un 'gül parmaklı' dediği Eos, sabahın tatlı rüzgârını estirir, bitkilere çiy tanelerini serper. Geçtiği yerden ışıklı renkler doğar. Sonraları, sırtında ve ayaklarında kanatlar olan, saçları rüzgârda savrularak uçan, çevik bir kadın olarak düşünülmüştür. Hesiodos'a göre, Astraios'la evlenmesinden, ilkin coşkun yürekli rüzgârlar, peşinden şafak yıldızıyla göklerin çelenk çelenk yıldızları doğmuştur.
Aphrodite onu, Ares'le seviştiği için sürekli âşık olmakla cezalandırmış. Sevgililerini hep kaçırırmış. İlk sevgilisi Orion olmuş. Habeşistan'a kaçırdığı Tithonos için Zeus'tan ölümsüzlük elde etmiş, fakat sürekli gençliği de istemeyi unutmuş. Tithonos yaşlanmış, buruştukça buruşmuş, küçüldükçe küçülmüş. Sonunda, bu bücür ve bunak sevgiliyi kimseler görmesin diye, bir saraya kapatmış, peşinden de çekirgeye döndürmüş.
Eos'un Tithonos'tan üç çocuğu olmuş. Bunlardan, Habeşistan kralı Memnon, Hektor'un ölümünden sonra Troya'ya yardıma koşmuş, fakat Akhilleus tarafından öldürülmüş. Oğluna durmadan ağlayan Eos'un gözyaşları ise, yeryüzüne çiy taneleri halinde düşermiş. (Sayfa: 59)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Astraios: Şafak tanrıçası Eos'un kocasıdır. Kimi yıldız ve rüzgârların babasıdır.
Heosphoros ve Phosphoros sabah yıldızını, Hesperos ise akşam yıldızını temsil eder. Eos'la Astraios'un oğulları olduğu söylenen başlıca rüzgârlar:
*
Boreas: Poyraz ya da Yıldız dediğimiz kuzay rüzgârı. Trakya'da, Karadeniz kıyısında oturan gür sakallı, kanatlı bir yaratıkmış. Bir gün, Atina kralı Erektheus'un kızı Oreithyia'yı, nehir kıyısında oynarken, kızıl kanatlarıyla sardığı gibi Trakya'ya kaçırır. Oreithyia'dan Zetes ve Kalais adında ikiz çocuğu olur. ''Boreas Oğulları'' denilen bu çocuklar, Argonaut'lar seferine katılırlar, Harpya'ları yenerek kral Phineus'u kurtarırlar; fakat sonunda Herakles'in okuyla can verirler ve öğle sıcağından önce kuzeydoğudan esen rüzgârlara dönüşürler.
*
Zephyros: Karayel dediğimiz bu batı rüzgârını, başlangıçta Boreas'ın eşi ve onun kadar şiddetli bir rüzgâr olarak görüyoruz. Boreas gibi o da Trakya'nın mağaralarında otururdu. Harpya'lardan Podarge ile birleşip, Akhilleus'un arabasının ölümsüz atları olan Ksanthos ve Balios'u meydana getirir. Fakat sonraları, baharı muştulayan tatlı ve kokulu rüzgâr kimliğini kazanır. Tasvirlerinde, uçarak çiçekler taşıyan güzel bir delikanlı olarak görülür.
*
Euros (Doğu rüzgârı) ve Notos (Lodos): Bu rüzgârlardan daha çok Boreas ve Zephyros belirgin bir kişilik kazanmışlardır.
*
Aiolos: Yeller yöneticisidir. Altı erkek, altı kız çocuğu ve karısıyla birlikte Aiolia adasında mutlu bir hayat sürmektedir. Dört büyük rüzgârı bir tulum içinde saklı tutar. Azgın rüzgârlarla dolu bir tulumu Odysseus'a verişi, Odysseia'nın 10. bölümünde anlatılmaktadır.
*
Harpyalar: Kasırga tanrıçaları. Adları Yunanca 'kapıp kaçıranlar' anlamına gelmektedir. Okeanos kızı Elektra ile Thaumas'ın kızlarıdırlar.
Homeros yalnızca, Zephyros'la birleşen 'tez ayaklı' harpya Podarge'den söz ediyor. Hesiodos, Aello (kasırga) ve Okypete'yi (hızlı uçan), kuşlar ve rüzgârlarla yarışan, güzel saçlı, hızlı kanatlı kuşlar olarak tasvir ediyor. Sonraları hem sayıları artmaya başlamış, hem de korkunç bir kimlik kazanmışlardır. Kadın yüzlü, üstü kadın, altı kuş, el ve ayakları sivri pençeli bu yaratıklar, Phineus efsanesinde rol oynarlar. (Sayfa: 59)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

SU TANRILARI
*
Okeanos: Homeros'a göre hem karayı ve denizi çevreleyen koca ırmak, hem de her şeyin ilk ilkesidir. Deniz sularının, göl, nehir ve kaynak sularının başlangıcı odur. Güneş, Okeanos'un dalgalarından doğup Okeanos'un dalgalarında batar. Doğu ve batı kıyılarında kavruk yüzlü, efsanevi bir ulus oturur: Okeanos'un ötesinde, Hades'e giriş yerinin bulunduğu bir bölgede Kimmerler (Kimmeroi) oturur. Sıvı çemberin batısında ise, insanların barış ve mutluluk içinde yaşadıkları ''Mutluluk ovası'', (Elysion pedion) uzanır. Burada, iyi yürekli, yaşlı tanrı Okeanos, dünyanın gürültü ve patırtısından uzak, karısı Tethys'le birlikte yaşar. Olympos'taki hiçbir toplantıya katılmaz. Yalnızca Zeus'un üstünlüğünü tanır.
Hesiodos'a bakılırsa, Okeanos, Toprak Ana Gaia ile Uranos'un oğludur. Kız kardeşi Titan Tethys'le evlidir. Çocuklarının sayısı, üç bin ırmaktanrı, üç bin tanrıça olmak üzere altı bini bulmaktadır.
Theogonia'da yaşlı bir tanrı olarak tasvir edilmektedir.
Plâstik tasvirlerinde yaşlı, ama heybetli bir görünüşe sahiptir. Başında nehir tanrılarının değişmez sıfatı olan boğa boynuzu veya deniz tanrılarının işareti sayılan kabuklu hayvan ayağı bulunur.
*
Akheloos: Okeanos'un en yaşlı oğlu, Yunanistan'ın en büyük ırmağıdır; Deianeira'yı elde etmek için Herakles'le boğuşmuş, yenilince, ilkin yılan, peşinden boğa kılığına girmiş, fakat Herakles'in elinden yine de kurtulamamış.. Herakles onu yendikten sonra bir de boynuzunu koparmış. Akheloos, boynuzunu geri alabilmek için, karşılık olarak bolluk boynuzunu vermek zorunda kalmış.
Kimi tasvirlerinde vücudu boğa, başı sakallı insan başıdır. Kimi tasvirlerinde ise insan vücutlu, fakat boğa başlıdır.
*
Alpheios: Bu nehir tanrısının, Artemis'in çevresindeki avcı kızlardan Arethusa'ya aşkından söz edilir. Su perisi Arethusa, Alpheios'tan kaça kaça Sicilya Adası'na dek varmış. Orada Artemis'e yalvarmış. Tanrıça da onu bir kaynağa dönüştürmüş.
*
Nymphalar: Kırlarda, sularda, ormanlarda yaşayan peri tanrıçalar.
*
Naiaslar (Naiades): Dere, ırmak nymphalarıdır. Kreniadlar (Kreniades) kaynak ve çeşme; Limnedlar ise gölcük nymphalarıdır. Nymphalar ölümsüz değillerdi. Ama halkın hayalinde 'ambrosia' ile beslenirler, tükenmeyen bir gençlik, solmayan bir güzelliğe sahiptirler. Yaşadıkları yerleri korurlar; Artemis, Dionysos, Apollon, Hermes ve Pan gibi tanrılara eşlik ederler, kimi zaman da insanlarla evlenirlerdi.
Bir çanak veya kurbağayla tasvir edilen Naiaslar özellikle bitkileri ve sürüleri korurlardı. Kimi nymphaların hastalıkları iyi etme gücü vardı. Kimileri, şiirsel esin ve geleceği bilme yetisi aşılarlardı.
Nymphaları tehlikeli gösteren tek efsane, Herakles'in gönül verdiği yakışıklı bir genç olan Hylas'la ilgilidir. Argonautlar Seferi sırasında Mysia Bölgesi'nde karaya çıkılınca, Hylas bir çeşmeden su almak için uzaklaşır ve bir daha da geri dönmez; çünkü nymphalar güzel delikanlıya tutulmuşlar ve onu alıkoymuşlardır. (Sayfa: 60)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Styks: Okeanos'un kızları arasında en yaşlısıdır. Zeus, Titanları yenip tanrılara paylarını dağıtırken, Olympos'a ilk o gelmişti. Ona düşen pay da, tanrıların Stykes adına and içmeleri oldu. Bundan sonra tanrılar, bir yer altı ırmağı olarak görülen Styks adına yemin ederlerdi.
*
Nereus: Pontos'un, annesi Gaia ile birleşmesinden oldu. Kendisine ''Deniz İhtiyarı'' deniyordu. Öteki su tanrıları gibi Nereus da, hem geleceği bilme gücüne sahipti, hem de istediği kılığa girebiliyordu. Nitekim Herakles ona, Hesperid'lerin (Batı Kızları) koruduğu altın elmalar bahçesine giden yolu sorunca, söylememek için binbir kılığa girmiş ancak, Herakles onu tutup bağladıktan sonra söylemeye razı olmuştur. Nereus, Okeanos kızı Doris'le evlidir. Doris'ten, Nereus Kızları denilen elli kız doğmuştur. Sanatta, yosundan saçları bulunan bir ihtiyar olarak ve elinde bir asâ veya bir üçlü yabayla gösterilir.
*
Nereus Kızları: Okeanos kızı Doris'le Nereus'un birbirinden güzel elli kızı. Nereus kimi zaman su yüzüne yarı beline kadar çıktığında, Nereus Kızları da oynayıp şarkı söyleyerek babalarını çepeçevre sararlarmış. Günlerini iplik dokumak, dalgalarla oynaşmak, yunusbalıkları ve efsanevi yaratıklarla birlikte yüzmekle geçirirlermiş. Nereus Kızları'ndan en ünlüleri Psamethe, Galateia ve Thetis'tir.
*
Thetis: Nereus Kızları'ndan en ünlüsüdür. Zeus ve Peseidon'un vuruldukları Thetis, doğuracağı bir oğlan çocuğunun babasını alaşağı edeceği haber verildiği için. Teselya kralı Peleus'la evlendirilmek istenmiş; fakat tanrıların bu kararına karşı çıkmış, ölümlü Peleus'la evlenmek için bütün yollara başvurmuş; ateş, su, ağaç, kuş, aslan, yılan, vs. kılığına girmiş, ne var ki At Adam (Kentaur) Kheiron'un Peleus'a yardımıyla, onunla evlenmeye razı olmuş.
Thetis'le Peleus'un düğününe bütün tanrılar katılmış. Herhangi bir olay çıkmasın diye de kavga tanrıçası Eris düğüne çağrılmamış. Ama Eris, üstüne ''en güzeline'' diye yazdığı altın elmayı ortaya atarak büyük bir kavgaya yol açmış.
''En güzel''in kim olduğunu seçme yetkisi Paris'e verilmiş. O da Hera, Aphrodite ve Athena arasında Aphrodite'yi seçip elmayı ona vermiş.
Thetis'le Peleus'un bu evliliğinden Yunan kahramanlarının en güzeli, en güçlüsü, ama ne yazık ki ölümlüsü Akhilleus doğar.
*
Triton: Poseidon'la Amphitrite'nin biricik oğulları. Hesiodos'un sözlerine bakılırsa, dalgaların dibinde, anasının ve soylu babasının yanında, altından bir sarayda çevreye korkular saçarak, otururdu.
Triton, yarısı insan, yarısı da balık veya yunusbalığı olarak tasarlanırdı. Atların çektiği bir arabayla dalgalar üzerinde gezerdi. Denizi dalgalandırmak istediği zaman elindeki kavkıyı hızlıca; sakinleştirmek istediği zaman ise, hafifçe üflerdi.
Ne ki, İÖ. IV. yüzyıldan itibaren birçok Triton görülmeğe başladı. Bunlar, Neresus Kızları'nın neşeli alayını oluştururdu. Biçimleri de değişikti; göğüsleri ve ön ayakları at biçimindeydi. Bu yolla, ''Deniz Kentaurları'' denilen, üç doğalı canavarlar da doğmuş oldu. (Sayfa: 62)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Siren'ler (Seiren'ler): Başlangıçta, kanatlı ölüm tanrıçaları olmaları olasıdır. Tasvirlerine mezar kabartmalarında sık sık rastlanır. Kuş vücutlu ve kadın başlı oluşları, ölü ruhu simgeleyen Mısır çakırdoğanını anımsatır.
İlk olarak Homeros, onları denizle ilişkili göstermiştir. Homeros'a göre Siren'ler,
büyüler yakınlarına gelen bütün insanları
bilmeden kim yaklaşırsa onların yanına ve dinlerse onları
yandı demektir o kişi, çünkü dönemez bir daha evine.
*
Sirenler denilen bu deniz kızlarının ezgisine doyum olmaz. Öyle bir ezgi ki, dayanılmaz bir çekişle çağırır insanı; öyle bir ezgi ki, ölüme doğrudur bütün çağrısı.
Sirenlerin bundan sonra, belden yukarısı kadın, belden aşağısı balık olarak tasvir edildiğini görüyoruz. Vazo resimlerinde genellikle üç tane Siren'e rastlanır. Sonra da sayıları dörde, giderek on bire çıkmıştır.
Bugün de Siren veya denizkızı denilince, belden yukarısı kadın, belden aşağısı balık olan yaratıklar düşünülür.
*
Skylla ve Kharybdis: En korkunç iki deniz canavarı. Skylla'nın biçimsiz ve güdük on iki ayağı, altı tane de upuzun boynu vardır. Her boyun üzerinde korkunç bir baş, her başta da üç sıra sımsıkı diş ve ölüm saçan kapkara ağız bulunur. Önceleri güzel bir tanrıça olan Skylla, Amphitrite tarafından, kıskançlık yüzünden, böyle bir deniz canavarı haline getirilmiştir.
Skylla'dan daha az korkunç görünen Kharybdis de önceleri böyle değilmiş. Oburluğu yüzünden Zeus'un yıldırımlarını üstüne çekmiş ve bir deniz canavarına dönüşmüş. Kharybdis, günde üç kez kusar, üç kez de suları içine çekip yutarmış.
Messina boğazında oturduklarına İ.Ö. V. yüzyıldan itibaren inanılan Skylla ile Kharybdis, orada karşılıklı dururlar ve kimsenin geçmesine izin vermezlermiş. (Sayfa: 62-63)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Orman ve Kır Tanrıları 

Oreaslar: Dağ perileri.
*
Auloniadlar: Vadi perileri.
*
Dryadlar (Dryades): Korudukları ağaçlardan pek ayrılamayan periler.
*
Hamadryaslar: Korudukları ağaca en çok bağlı olan perilerdir. Hayatları o ağaçla başlayıp o ağaçla biter.
*
Ekho da bir Oreas'dır (dağ perisidir). Üç ayrı biçimde anlatılır bu öykü: 1) Ekho, geveze ve oyuncu bir periymiş. Zeus, dağ ve orman perileriyle oynaşmaya gittiği zaman, çenesi düşüklüğüyle Hera'nın dikkatini dağıtır, kocasını izlemesini önlermiş. Hera, bu oyunun farkına varınca Ekho'yu cezalandırmış; onu, duyduğu her sözün son sözcüğünü tekrarlamaya tutsak etmiş. 2) Ekho, kendisine yüz vermeyen Narkissos'un aşkından erimeğe başlamış, vücudu bir kayaya dönüşmüş, geriye yalnızca sesi kalmış. 3) Pan'a yüz vermediği için onun hışmına uğramış ve çobanlar tarafından parçalanmış. Gaia, Ekho'nun kemiklerini topladığı zaman bile sesi hâlâ duyuluyormuş ve durmadan Pan'ı istemediğini haykırıyormuş.
Birinci anlatışın süreği ise şöyle: Ekho, Narkissos'u seviyordu. Issız bir kırda dolaşırken görmüştü onu ve hemen güçlü bir arzu kaplamıştı gönlünü. Kaç kez ona sokulmak, kaç kez içini açmak istemiş, becerememişti bir türlü; çünkü yaratılışı izin vermiyordu buna. Hera, konuşmamaya tutsak etmişti Ekho'yu. Konuşabilmesi için başkasının konuşması gerekiyordu önce.
Ekho durmadan izliyordu sevdiğini. Narkissos bir gün arkadaşlarına, ''Orada kim var.?'' diye bağırınca, ancak ''Var'' diyebildi Ekho. Ne ki, Narkissos görmüyordu onu. ''Gel'' diye bağırınca, Ekho da kollarını açıp çıktı ağaçların arasından. Periyi gören Narkissos, şaşırıp kaçtı. Gönlünü yaraladığı kızlardan birisi tanrılara yalvararak, Narkissos'un cezalandırılmasını ister. Tanrılar da, ''Başkasını sevmeyen kendini sevsin.!'' buyururlar.
Dalgalarında gümüşler oynaşan berrak bir pınar, av ve sıcaktan yorulan Narkissos'u çeker. Gidermek istedikçe artar susuzluğu ve birden, suya vuran kendi güzelliğine tutulup kalır. Bu imgeyi vücut sanır. Öpücükler sunar pınara. Ellerini daldırır sulara, fakat yakalayamaz güzeli: Gördüğünün ne olduğunu bilmez. Yanar tutuşur sevdadan. Böylece, eriyip gider Narkissos (Ovidius'un anlattığı bu öyküyü dilimize Can Yücel aktarmıştır). Ekho'ya gelince: Hâlâ oralarda, son sözcüğü tekrarlar durur.
*
Satyrler: Ormanlarda ve dağlarda yaşayan doğa cinleridir. Belden yukarısı insan, belden aşağısı at veya teke biçimindedir. Yassı burunları, kirpi saçları, keçi kulakları, kuyrukları, at toynağı biçiminde ayakları, iri ve kalkık erkeklik uzuvları vardır. Bu belirgin cinsel özellikleri nedeniyle, Dionysos veya Pan'ın alayında yer alırlar. Kırlarda, ormanlarda, vadilerde, tepelerde kaval çalarak, oynayıp zıplayarak gezerler, perilere tuzak kurarlar, onlarla ayak üstü ve kabaca çiftleşirler. İnsanlara pek iyi davranmazlar, sürülere saldırırlar, ıssız yerlerde yolcuları korkuturlar. Kötülüklerinin yanı sıra ödlek ve kalleştirler; ilk fırsatta tabanı yağlayıp kaçarlar. Bunun için onlara kutsal olan hayvan, tavşandır.
Tasvirleri zamanla değişikliğe uğramıştır. En eski çağlarda, edepsiz duruşlar içinde, sakallı ihtiyarlar biçimindedirler. Sonra genç ve güzel olurlar. Daha sonra çocuk satyr'ler bollaşır. Bu arada, insan özellikleriyle kaynaşmış olarak hayvan unsurları önem kazanmağa başlar (kulaklar, kuyruk, çift tırnaklı ayak). (Sayfa: 63-64)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Silenos: Koca karınlı, kel bir ihtiyardır. Hep sarhoştur. Bu yüzden, satyrlerin yardımıyla yürür veya bir eşek sırtından ikide bir düşer. Hayvan kulakları ve kuyruğu vardır. Başlangıçta Frigyalı bir su tanrısı olmak gerekir.
Orpheus tarikatı mensupları (Orphik'ler), Anadolu kaynaklı bu ilkel görüşü geliştirmişler ve Silenos'u, geleceği bilme yetisine sahip, çok bilgili, bilge bir ihtiyar olarak düşünmüşlerdir. Bu yetenekleri nedeniyle, şarap tanrısı Dionysos'un eğiticiliğini yapmıştır.
Bu tek Silenos'un, sonradan, sayısız Silenos'lara (Silenler) bölündüğünü görüyoruz. Görünüşleri silenos gibidir. Kimi ilkel müzik aletlerinin bulucusudurlar. Çoğun, gerek edebiyatta, gerekse sanatta Satyrlerle karıştırılmışlardır.
Heykelcilikte iki ayrı Silenos tipiyle karşılaşıyoruz. Birisi, kucağında kimi zaman bebek Dionysos'u taşıyan eğitici Silenos, ötekisi de sarmaşık ve asma yaprağından bir taç giyen sarhoş Silenos'tur.
*
Pan: Keçi ayaklı, çift boynuzlu, dansı ve perilerle çimenler üzerinde şen şakrak oynaşmayı seven Pan, çobanların tanrısıdır. Güzel fülüt çalar, kavalından tatlı ve dokunaklı ezgiler çıkardı.
Hermes'in oğludur. Hermes onu, sıcak tilki postlarına sararak Olympos'a götürür. Bu gülünç varlığı gören tanrıların 'hepsi' gülmekten yıkılır ve ona, 'hepsi' anlamına gelen, Pan derler.
Nympha'lar, sırtı kızılımtırak bir vaşak postuyla örtülü Pan'ın çevresinde toplanırlar ve hep birlikte tanrılara övgüler düzerlerdi. Pan'ın, öğle sıcağında uyuduğu söylenirdi. O kutsal saatte hiç kimse onu rahatsız etmezdi.
Pan birden görünür, garip sesler ve gürültüler çıkararak, ıssız yerlerden geçem yolcuları korkutur, onları Pan (panik) korkusuyla doldururdu.
Sürüleri ve çobanları koruyarak bereketi simgelemiştir. Bu nedenledir ki, Phallus niteliğinde kimi figürleri vardır.
Tanrıların hayvan kılığında düşünüldüğü ilk zamanlarda Pan da keçi kılığında, sonradan yüzü insan yüzüne dönüşmüş, yalnızca boynuzları ve keçi sakalı kalmıştır.
Pan, Arkadia ırmağı Ladon'un kızı nympha (peri) Syrinks'in peşine takılır. Pan'ın isteklerini yerine getirmek istemeyen peri, tanrılara yalvarır ve bir kamış haline dönüşür. Düş kırıklığına uğrayan Pan, biri ötekisinden daha kısa yedi (veya dokuz) tane kamış keser, bunları balmumuyla birleştirip çoban kavalı syrinksi yapar. Bu alet, sonradan, tanrının en belirgin işareti haline gelmiştir.
*
Kentaurlar (At Adamlar): Baş ve göğüsleri insan, gövdelerinin geri kalanı at olan yaratıklardır. Homeros'a göre, bunlar yabani ve kıllı devlerdir. Teselya Dağları'nda otururlardı. Şaraba ve kadına çok düşkündürler. Homeros, Kentaurlar'ın Teselya'da oturan Lapithler'le kavgasından da söz eder. Lapithler'in kralı Peirithoos, Hippodameia ile evlenirken, düğüne, kimi Yunan kahramanlarıyla birlikte Kentaurlar'ı da çağırır. İçip içip sarhoş olan At Adamlar, konukların karılarına saldırmağa başlarlar. Hatta Kentaur Eurytion, gelini kaçırmağa bile yeltenir. Düğün sofrası, savaş alanına döner. Sonunda savaşı Lapithler kazanır ve Kentaur'ları kovarlar. Kentaurlar Savaşı adı verilen bu sahne, birçok esere konu olmuştur.
At Adamların hepsi kaba ve nobran değildir. İçlerinde bilgili, iyi yürekli olanları da vardır. Akhilleus'un eğiticisi Kentaur Kheiron, bunlardan biridir. Kheiron, geleceği bilme sanatında, hekimlik ve jimnastikte usta bir kişidir. 
(Sayfa: 65-66)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Toprak ve Cehennem Tanrıları
*
Gaia ve Rheia'dan, başlarda söz edilmişti.
*
Kybele: Önemli bir Anadolu tanrıçasıdır. Başlangıçta mağaraların, vahşi doğanın tanrıçası olan Kybele, daha çok Pessinus'ta (#Ballıhisar) tapım görürdü. Çoğun, Rheia ile karıştırılır. İki tanrıçayı kesinlikle birbirinden ayırt etme olanağının bulunmaması nedeniyle Rheia- Kybele'den söz edilir. (Karmaşık kişilikli bu çok önemli tanrıça hakkında yeterli bilgi için Bkz: A. Erhat: Mitoloji Sözlüğü, 1989, s. 199-203)
*
Kharon ve Kerberos için bkz: Hades başlığı.
*
Erinysler: Ahlâk düzenini bozan, ona karşı gelen her davranışı amansız bir şekilde cezalandıran cehennem tanrıçaları. Hesiodos'un anlatımına göre Erinysler, Uranos'un kesilen hayalarından fışkıran kandan doğan öç tanrıçalarıdır. Sayıları ve adları belli değildir. İlk kez Euripides, üç Erinys'den söz etmiştir. Daha sonraları bunlara şu adlar verilmiştir: Alekto, Tisiphone, Megaira. Erinyslerin değişmeyen işareti, yılnadır. Aiskhylos, Eumenides adlı tragedyasında onları, saç yerine yılan taşıyan, görünüşleri Gorgo'ya benzeyen dişi ejderler olarak tasvir eder. Euripides ise Orestes'de Erinysler'i, suçluları meşalelerle kovalayan yılan saçlı, kanatlı kızlar olarak düşünür. Plastik sanatlarda bu ikinci örnek baskın çıkmıştır. Fakat kimi zaman meşalelerin yerini orka, kamçı, ok ve okluk alır.
*
Hypnos (Uyku) ve Thanatos (Ölüm): Bu ikiz kardeş, Nyks'in (Gecenin) çocuklarıdır. Thanatos önüne geçilemeyen, fakat sakin ölümü temsil eder. Bu nedenle de kanatlı bir cin görünümündedir. Uyuyan bir çocuk veya çok genç bir delikanlıdır. Sonraları yanan ya da sönmüş bir meşale işareti olmuştur. Hypnos, çeşitli biçimlerde görünür. Kartal kanatlı olarak veya alnında bir kelebekle tasvir edilebileceği gibi, elinde bir gelincik sapı veya dalgınlık akan boynuzla da gösterilebilir.
*
Oneiros (Düş): Düşler, ozanlarca Uyku'nun çocukları sayılmıştır ve çeşitli adlar almışlardır: Morpheus (insan figürü: çoğun, bilinen bir insanın figürü olarak gözükür), İkelos (herhangi bir hayvanın kılığına girebilir), Phantasos (cansız varlık kılığında görünür). Oneiros, sanatta ya tek başına, ya da Hypnos'la birlikte gösterilir. (Sayfa: 67)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
İnsan Hayatı ve Kaderiyle İlgili Tanrılar

Asklepios: Doğumların yazgısı nasıl ki Eileithyia'ya bağlıdır, sağlığın korunması görevi de Asklepios'a verilmiştir.
Asklepios Apollon'un Koronis adında bir kızdan olma oğludur. Koronis, Asklepios'a gebe kaldıktan sonra bir başkasıyla yatar. Apollon, Koronis'i bir odun yığını üstünde diri diri yakarak cezalandırır. Fakat kadın yanmaktayken, tanrı kendi dölünü çıkarır ve büyütmesi için At Adam Kheiron'a verir. Kheiron, Asklepios'a hekimlik sanatını öğretir. Yılan veya çevresini yılan saran bir değnek Asklepios'un işaretidir.
Bol üyeli bir aileye sahiptir. Kimi adak kabartmalarında karısıyla, Asklepiades denilen iki oğluyla, kızları Hygieia (kimi zaman, boynundan sarkan bir yılana kadehle içki sunarken gösterilir), İaso, Akeso, Aigle ve Panakeia ile tasvir edilir. Bazan da külâhlı bir paltoya sarılmış Telesphoros adında bir çocukla görülür.
Asklepios sanatta, Zeus'a eş bir görkemlilik içinde, yaşlı ve sakallı bir erkek olarak tasvir edilir. Düşünceli ve babacan bir ifade taşır. Yanında kimi zaman köpek bulunur. Fakat ona kutsal hayvan, horozdur.
*
Moiralar: Kader tanrıçaları Moiralar'ın sayısını ve adlarını ilk kez Hesiodos, Theogonia'da saptar. Üç tanedirler. Klotho (iplik eğirici), Lakhesis (kader çeken), Atropos (kaçınılmaz).
Klotho, her bir ölümlünün, doğduğu andan itibaren, ölümüne dek ömür ipliğini eğirir; bunun içi, işareti masuradır.
Lakhesis, ömrün uzunluğunu belirler; işareti ise kâğıt tomarı veya küredir. Atropos, ömür ipliğine kaçınılmaz darbeyi indirir; bu nedenle makas veya terazi taşır.
*
Nemesis: İnsanların haddini bilmez, taşkın davranışlarına, aşırı zenginliklerine karşı tanrısal öfkeyi simgeler.
Sanatta ciddi ve düşünceli bir kız olarak tasvir edilir. Vurgulanmak istenen yönüne göre işaret alır. Ilımlılığı temsil ediyorsa cetvel veya dizginledir, ya da bir parmağı dudağındadır. Cezalandırmayı temsil ediyorsa, kılıç veya kamçı taşır. Müdahale hızını simgelemek için ise kanatları vardır, grifonların çektiği bir arabayladır.
*
Tykhe: Önce iyi talihi, olumlu kaderi simgeledi. Sonra kötü talihi de temsil etmeye başladı. Hesiodos'a göre, Okeanos'un kızıdır.
Genellikle kule taçla, dümen veya bolluk boynuzuyla tasvir edilir. Küre ve kanatları ise değişkenliği simgeler. 
(Sayfa: 67-69)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
KAHRAMANLAR BÖLGESEL EFSANELER
****************************
AİOLOS SOYU
*
Deukalion'un torunlarından, Teselya Bölgesi kralı ve Aiolos soyununatası beş erkek, beş kız çocuğu olur. Bu beş kızdan birinin çocuğu olan ve At tanrıça Selene'nin aşık olduğu Endymion'un oğlu Aitholos, Aitholia bölgesine yerleşir. Oğulları Pleuron ve Kalydon burada, kendi adlarını taşıyan kentleri kurarlar. Bu soyun temsilcileri arasında şu kişiler vardır: İdas'la Apollon'un paylaşamadığı güzel Marpessa'nın babası Euenos; iki Dioskur Kastor'la Polydeukes (Pollox); Dioskur'ların annesi Leda; Dionysos'tan ilk asma kütüğünü armağan olarak alan ve Meleagros ile Deianeira'nın babası, Kalydon kralı Oineus.
*
Meleagros: Oineus, Leda'nın kızkardeşi Althaia ile evlenir. Çocuklarından ikisi ünlüdür: Meleagros ve sonradan Herakles'e eş olacak olan Deianeira.
Oineus, bir yıl Artemis'e kurban sunmayı unutur. Öfkelenen tanrıça, bütün ülkeyi yakıp yıksın diye, görülmedik büyüklükte ve vahşilikte bir yaban domuzu gönderir. Domuz, ülkenin sürülerini darmadağın eder, halktan birçok kişinin ölümüne yol açar. Oineus, bu canavarı ortadan kaldırmak amacıyla, Yunanistan'ın bütün kahramanlarına çağrıda bulunur. Canavarı öldürecek olana da onun postunu söz verir. Kalydon Avı'na birçok yiğit katılır. Arkadia'nın en korkusuz avcı kızı güzel Atalante de ava katılanlar arasındadır. Oineus, avdan önce konukları dokuz gün ağırlar, sonra Kalydon Avı'na başlanır. Canavarın avcılardan kimisini öldürmesine karşın, avcılar onu kuşatmayı başarırlar. Birkaç yiğit daha can verir. Hayvanı sırtından bir okla ilkin Atalante yaralar. Melagros ise, mızrağını hayvanın böğrüne saplayarak onu öldürür, derisini yüzer, postunu da Atalante'ye armağan eder. Bu yolla da hem arkadaşlarının hem de üç dayısının düşmanlığını üstüne çeker. Çıkan çarpışmada Meleagros daha dikkatli ve becerikli davranarak yaman bir savaşçı olduğunu gösterir.
Ne var ki daha Meleagros yedi günlükken, Althaia'ya gözüken kader tanrıçaları Moiralar, ocakta yanmakta olan bir odun parçasının kül olduğu gün, oğlu Meleagros'un ömrünün de son bulacağını bildirmişlerdir. Althaia, bu kehanet üzerine hemn odunu ocaktan alır, söndürür saklar.
Fakat Meleagros, sevgilisi Atalante'yi bir tuzaktan kurtarmak için dayılarını öldürmek zorunda kalınca, kardeşlerinin ölümüyle büyük bir acı ve umutsuzluğa kapılan Althaia, sakladığı odunu alıp ateşe atar. Odunun kül olmasıyla kahramanın hayatı da son bulur. Peşinden Althaia, bir buhran anında kendini asar. Meleagros'un karısı da aynı şekilde kendini öldürür.
Korkusuz yürekliliği simgeleyen Meleagros'u sanatçılar güçlü ve güzel bir genç olarak tasvir etmişlerdir. Uzun bir mızrağa yaslanır, yüzü hüzünlüdür, yanında bir köpek vardır. (Sayfa: 69-70)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Atalante: Arkadialı İasos'un kızıdır. Artemis'i izleyen güzel bir avcıdır. Yalnız erkek çocuk isteyen İasos, Atalante doğunca, onu bir ormana bırakır. Atalante'yi dişi bir ayı kendi sütüyle besler. Sonra avcılar onu bulurlar, yanlarına alarak büyütürler ve ona avcılık mesleğini öğretirler. Atalante büyüdüğü zaman kız oğlan kız kalmak ister. Kendini her türlü tuzaktan korumasını becerir. Irzına geçmek isteyen iki At Adamı öldürür.
Zaman geçer, babasının kim olduğunu öğrenir. Gidip bulur onu. Fakat evlenmeye zorlanır. İstekliler arasında birini seçmek için bir oyun uydurur: hepsini kendisiyle koşu yarışına sokar. Hatta hareket noktasında onlara fırsat da tanır. Koşuda kendisini kim geçerse, onunla evleneceğini söyler. Yarışı yitirenler, avcı Atalante'nin şaşmaz okları altında can verirler. Bir sürü istekli bu yolla hayatını kaybeder. Ta ki, Melanion (ya da Hippomenes) adında birisi, bir kurnazlık düşününceye kadar. Aphrodite'den sağladığı altın elmaları koşu sırasında yere atar. Atalante elmaları yerden tol-plamak için vakit yitirince, Melanion onu geçer yarışı kazanır.
Karı kocanın sonraları bir Zeus tapınağına saygısızlık ettikleri için aslana dönüştürüldükleri söylenir. (Sayfa: 70-71)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Sisyphos: Aiolos'un oğlu. Korinthos kentinin kurucusu. İlyada'da ''İnsanların en kurnazı'' olarak tanımlanır. Odysseia'da, öte dünyada çektiği ceza anlatılır: Sisyphos, iki eliyle yakaladığı kocaman bir kayayı, durmadan iter; bir tepeye varmasına tam bir parmak kala, aşağı yuvarlanır kaya. Sonra yeniden iter, yeniden yuvarlanır kaya. Ve böylece sürüp gider.
Ne var ki Odysseia'da bu cezanın nedeni açıklanmaz. Sonraki efsaneler ise, değişik şeyler söyler bu konuda. Bir efsaneye göre, Sisyphos, ırmak tanrı Asopos'a kızı Aigina'nın Zeus tarafından kaçırıldığını haber verdiği için cezalandırılmıştır. Bir başka efsanede Sisyphos tanrılarla boy ölçüşmek istemiş, onlara karşı suç işlemiştir.
Her neyse, Zeus onu Thanatos'a (Ölüm'e) teslim eder, ama Sisyphos, Thanatos'u zincire vurmayı başarır. Bu nedenle de dünyada kimse ölmez artık. Ares, Thanatos'u kurtarır ve Sisyphos, Hades'e inmak zorunda kalır. Giderken de karısına cesedini gömmemesini, herhangi bir tören yapmamasını tembih eder. Ölüler Ülkesi kralı Hades'e kendi karısını o kadar kötüler ki, yeraltı tanrısını, cesedi gömmeyen, tören yapmayan bir karıyı gidip cezalandırmak gerektiğine inandırır. Sisyphos, Hades'ten çıktıktan sonra bir daha uğramaz oraya. Kimilerine göre ihtiyarlayıncaya kadar, kimilerine göre de Hermes gelip onu alıncaya kadar dışarıda kalır. Ama, o kocaman kayayı habire itip dururmuş. (Sayfa: 71-72)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Görseller kitapta mevcut değildir.
****************************
Bellerophontes: Sisyphos'un Glaukos adında bir oğlu olur. Bellerophontes ise Glaukos'un oğlu, Sisyphos'un torunudur.
Bir akrabasını bilmeden öldüren Bellerophontes, Argolis bölgesinde kral Proitos'un sarayına sığınır. Kralın karısı Anteia (İlyada'da Anteia, başka yazarlarda ise Stheneboia), genç delikanlıya gizlice sarmaş dolaş olmak için yanıp tutuşmaya başlar. Ama kandıramaz bir türlü Bellerophontes'i. Bunun için de iftira atar ona: Zorla koynuna girmek istediğini söyler kocasına. Onu öldürmesini ister. Proitos, karısının sözlerine inanır, fakat konuğunu doğrudan kendisi öldürmeye cesaret edemediği için başka yollara başvurur. Bellerophontes'i, öldürmesi için danışıklı işaretler taşıyan bir mektupla, Lykia kralı olan kaynatası İobates'e gönderir. İobates de, belki konuğun kutsal ve dokunulmaz sayılması nedeniyle, Bellerophontes'i dolaylı yoldan öldürme çaresi arar ve azgın Khimaira'yı öldürmekle görevlendirir onu.
Khimaira, önü aslan, arkası yılan, ortası keçi olan, yalımlı soluk fışkıran bir yaratıktır. Hesiodos onu üç başlı olarak tasvir eder: Aslan kafası, keçi kafası, yılan kafası.
Bellerophontes, kanatlı atı Pegasus'un yardımıyla bu işin de üstesinden gelir: Tepeden attığı oklarla öldürür canavarı.
İobates'in daha başka buyruklarını yerine getirir. Dönüşte, kralın en yiğit adamlarınca kensisine kurulan tuzağı da bozar. Kral, bütün bu olanlardan sonra, Bellerophontes'in tanrı soyundan olduğunu anlar. Ona Proitos'un mektubunu gösterir ve dostluk işareti olarak da kızını eş olarak verir.
*
Admetos: Ailos'un ilk oğlu Kretheus'tur. Kretheus'un Tyro ile evliliğinden üç çocuk olur. Bunlardan Aison, ünlü kahraman İason'un babasıdır. Öteki çocuk Pheres'ten ise Admetos ile Lykurgos doğar.
Teselya'da Pherai (Pheres'in kurduğu kent) kralı Admetos, yumuşaklığı nedeniyle, Zeus tarafından yanında çoban olarak çalışmaya zorlanan Apollon'un (çünkü Kyklopları öldürdüğü için Olympos'tan bir yıl sürgün edilmişti) sevgisini kazanır. Pelias'ın kızı tatlı Alkestis'e gönül verip onunla evlenmek isteyince, Apollon'un yardımını görür. Apollon, Admetos'un yerine, arabasına bir aslan ve bir ayı koşunca istenilen koşul yerine getirilmiş olur ve Admetos Alkestis'e sahip olur. Apollon Admetos'a daha fazlasını yapar. Ölüm vakti geldiğinde, yerine başkasının ölmeyi kabul etmesi halinde, ölümden kurtulması için kader tanrıçaları Moira'ları razı eder. Ne var ki Admetos'un ölüm günü yaklaşınca, ne anası ne de babası, oğullarının yerine ölmeyi kabul ederler. Yalnızca güzel Alkestis, kendini sevgili kocasına feda eder. Bunca büyük bir koca sevgisi karşısında duygulanan Persephone, Alkestis'i yeryüzüne geri yollar. Başka bir efsaneye göre onu Hades'ten Herakles kurtarır. (Sayfa: 72-73)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Görseller kitapta mevcut değildir.
***************************
İason: Kretheus öldükten sonra, Aison, İolkos kralı olur. Fakat Aios'un üvey kardeşi Pelias onu tahttan indirir. Aison, oğlu küçük İason'u, öldü diyerek güç bela kurtarır. Onu gizlice bilge Kentaur Kheiron'un yanına verir.
İason, yirmi yaşlarında, İolkos'a döner. Bu arada, bir tanrı sözcüsü, Pelias'a, tek ayakkabılı bir adamdan korkmasını söylemiştir. Pelias bir gün tanrı Poseidon'a keseceği kurban ve bunun için yapacağı tören vesilesiyle birçok kimseye çağrı salar. İason da sırtında bir postu ve her bir elinde bir kargı ile çıka gelir. Fakat yolda bir nehri geçerken, ayakkabısının tekini suya düşürür. Kral, İason'u karşısında görünce Tanrı sözcüsünün sözlerini anımsar. Karşısındakinin yeğeni olduğunu anlamıştır. Onu yok etmek için, gidip Kolkhis'ten altın postu alıp getirmesini buyurur.
İason, Pelias'ın bu isteğine boyun eğmek zorunda kalır. Yunanistan'ın en seçkin yiğitlerini toplar ve Argos adında bir ustanın yardımıyla Argo gemisini yaptırarak sefere çıkar.
Argonautlar (Argo Gemicileri) Seferi için yapılan bu geminin elli küreği vardır. Gemi, İolkos Limanı'nda Athena'nın gözetimi altında yapılmıştır. Her bir küreğe bir yiğit geçer. Bu sefere katılan Argo Gemicileri arasında İason ve gemi ustası Argos'tan başka, dümenci Tiphys, ozan Orpheus, Theseus, Herakles, Meleagros, Dioskur'lar (Kastor'la Polydeukes), Boreas'ın oğulları vb. yer alır.
İason'un yönetimindeki bu seferin amacının, altın postu getirmek olduğunu söylemiştik. Altın post, Athamas'ın çocukları Phriksos'la Helle'yi, üvey anneleri İno'dan kurtarmak için Yunanistan'dan Karadeniz'deki Kolkhis'e kaçıran kanatlı koçun pöstekisidir. Bu kaçırma sırasında Helle, Helles Pontos (Çanakkale Boğazı) üzerinde, uçan koçun sırtından düşer. Bu nedenle oraya, ''Helle denizi'' anlamındaki ''Helle pontos'' denir. Kolkhis'e varan erkek kardeş Phriksos, orada koçu Zeus'a kurban ettikten sonra, altın postunu, onu iyi karşılayan kral Aietes'e aramağan eder. Kral da postu bir korulukta saklar.
Argo Gemicileri, İolkos limanından yola çıkarlar. İlk durak Lemnos adasıdır. Baba ve kocalarını öldüren Lemnos kadınları, Argo Gemicilerini çok iyi karşılar. İason, adanın geçici kraliçesi Hypsipyle ile sevişir. Bu sevişmenin sonucu iki çocuktur. Lemnos'tan sonra Çanakkale Boğazı'nı geçerek, Kapıdağ yarımadasının batı kıyısında bulunan Kyzikos (Balkız) şehrine varırlar. Dolion'lar kralı Kyzikos, Argonaut'ları çok iyi karşılar. Fakat gemiciler buradan ayrılınca şiddetli bir fırtınaya tutulurlar. Tekrar Kyzikos'a sığınırlar. Ne var ki Dolion'lar onları korsan sanırlar ve çıkan kavgada Argo Gemicileri yanlışlıkla kralı öldürürler.
Hylas adlı sevdiği genci aramaya giden, ama bir türlü geri dönmeyen Herakles'i Mysia'da (Mudanya yakınlarında) bırakıp, Bithynia Bölgesi'ne varırlar. Sonra Trakya'ya geçerler. Orada kör kral Phineus'u Harpyalar'ın elinden kurtarırlar. Bu kurtarma işini Boreas'ın oğulları Kalais ve Zetes yerine getirir. Phineus, gemicilerin bu iyiliğine karşılık, Symplegad'ları yani çarpışan kayaları nasıl geçeceklerini haber verir.
Pontus Eukseinos denilen Karadeniz'in girişinde, yani İstanbul Boğazı'nda Mavi Kayalar adı da verilen iki kaya varmış. Bunlar bir birleşip bir ayrılırmış. Birleştikleri zaman aralarında ne varsa paramparça ederlermiş. Kayaların üstünde yoğun bir sis tabakası bulunurmuş ve çarpışma birden olurmuş.
Phineus, Argo Gemicileri'ne, önce bir güvercin göndermelerini, kayaların arasından geçtiği taktirde, peşinden hemen kendilerinin geçmelerini söyler. Güvercin, çarpışan kayaları geçer, yalnızca kuyruğundan biraz tüy kopar. O zaman gemiciler, kayaların ayrılmalarını beklerler. Ayrılır ayrılmaz da, ''Hera'nın yardımıyla, var güçleriyle kürek çekerek'' geçerler kayaları. Yalnızca geminin süslü kuyruğu kalır geride.
Karadeniz'in güney kıyısını izleyerek Sinop'a varırlar. Sonra, Halys (Kızılırmak) Irmağı'ndan, Amazonlar Ülkesi'ne çıkarlar ve Kafkas Dağları'na doğru yola devam ederler. Sonunda Phasis (Pasinsu) Irmağı'na, yani Kolkhis (Gürcistan) Ülkesi'ne ulaşırlat.
Altın post, Ares'e kutsal olan bir korulukta hiç uyumayan bir ejderin bekçiliğindedir. İason, Aiestes'ten postu istediği zaman, kral kendisine şu şartı koşar: İason, bir ejder öldürecektir. Hephaistos'un armağanı olan, ayakları tunçtan ve ağzından ateş soluyan iki boğayı evcilleştirip çifte koşacaktır. Sonra da öldürdüğü ejderin dişlerini toprağa dikecektir.
Fakat Aiestes'in kızı büyücü Medeia, görür görmez İason'a aşık olur ve kendisini Yunanistan'a götürmesi şartıyla ona yardım etmeğe karar verir. İason'a verdiği büyülü bir merhem, kahramanı tam bir gün, ölüm saçan boğalardan koruyacaktır. Medeia, öldürülen ejderin toprağa dikilen dişlerinin herbirinden silahlı bir adam biteceğini ve İason'a saldıracaklarını haber verir. İason, bundan da korunmak için bu adamlar arasına taşlar atacak ve birbirleri arasında kavgaya tutuşmalarına yol açacaktır.
İason, Medeia'nın dediklerini yapar. Boğaları boyunduruk altına sokar, dişleri eker ve yerden biten adamları teker teker öldürür. Ama Aietes yine de altın postu vermez ve Argo gemisini yakmayı, Argo Gemicilerini yok etmeyi kurar. O zaman Medeia başka çarelere başvurur. Altın postu bekleyen ejderi ilaçla uyutır. İason postu çalar ve Medeia'yı da yanına alarak, gece gemiyle uzaklaşır.
Fakat yanlarında Medeia'nın küçük kardeşi Apsyrtos da bulunmaktadır. Aietes, kaçanları izlemeye koyulduğu zaman, büyücü Medeia babasını oyalayıp kendilerine yetişmesini önlemek için kardeşini öldürmekten ve onu parça parça kesip denize atmaktan çekinmez. Zavallı Aietes, oğlunun parçalarını denizden toplama endişesiyle, kaçanların ardını bırakır.
Yaklaşık olarak dört aylık bir yolculuktan sonra, Argo Gemicileri İolkos'a dönerler.
İason burada ne babası Aison'u ne de anasını bulur. Pelias ise, Altın Posta rağmen, tahtı İason'a vermeye yanaşmaz. O zaman Medeia yapar yapacağını: Yaşlanmış Pelias'ın kızlarını kandırır; gençleştirmek amacıyla, babalarını doğrayıp kaynar kazana attırır. Medeia, uygun bir zamanda müdahale edecek, Pelias'ı gençleşmiş olarak diriltecektir. Nitekim bu yeteneğini ispat etmek için bir koç doğrar, kaynattıktan sonra, onu körpe bir kuzu haline getirir. Ne var ki, kızları, Pelias'ı doğrayıp kaynar kazana attıklarında, Medeia herhengi bir müdahalede bulunmaz ve kızlar, açıkça baba katili olurlar.
İason ile Medeia, Pelias'ın oğlu tarafından bu olay nedeniyle İolkos'tan kovulurlar. On yıl kadar Korinthos'ta yaşarlar. İason, bu arada, kral Kreon'un kızı Kreusa'ya aşık olur; onunla evlenip, Medeia'yı Kolkhis'e geri göndermeye kalkar. Medeia ise, buna karşılık olarak, yeni geline zehirli bir giysiyi düğün hediyesi gönderir. Kreusa, tarifsiz acılar içinde kıvranarak can verir. Medeia, peşinden İason'dan olan iki çocuğuna da kıydıktan sonra, atası Helios'un sağladığı ve kanatlı ejderlerin çektiği bir arabayla Atina'ya kaçar. Orada kral Aigeus'la evlenir. Daha sonra, Theseus'a bir tuzak hazırlar fakat tuzağın meydana çıktığını anlayınca kaçar, Kolkhis'e döner, yaşlanmış babası Aietes ile barışır. İason'un ise ya bir kaza sonucu, ya da intihar ederek öldüğü söylenir. (Sayfa: 73-75)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
İNAKHOS SOYU
***************
İnakhos, Argos bölgesinde bir ırmaktanrıdır. Okeanos'la Tethys'in oğludur. Argos'un ilk kralı olan İnakhos'un bir Okeanos kızından iki oğlu olur: Aigialeus ve Phoroneus. Phoroneus'un torunlarından Pelasgos, Arkadia'ya yerleşir. Burada bir nympha'dan Lykaon adında bir oğlu olur. Lykaon'un ise Kallisto adında bir kızı doğar. Zeus tarafından sevilen Kallisto'dan Arkas meydana gelir. Arkas, Arkadia Bölgesi'nin efsanevi atasıdır.
Argos kralı İnakhos'un kızı İo'ya Zeus vurulur. Onu, kıskanç Hera'nın öfkesinden korumak için beyaz bir inek haline sokar. İo, birçok ülke dolaşır, sonunda Mısır'da Epaphos adında bir oğlan dünyaya getirir. Epaphos büyüyünce Mısır'a kral olur ve Nil Nehri'nin kızı nympha Memphis'le evlenir. Bu evlilikten Agenor ve Belos'un anaları Libya doğar. Belos da Nil Nehri'nin kızı bir nympha ile evlenir ve ikiz çocuğu olur: Aigyptos ve Danaos. Aigyptos elli oğul, Danaos elli kız babası olur. Aigyptos, Danaos kızlarını oğullarına almak ister. Fakat Danaos, bu evliliğe istemeye istemeye evet der. Der ama, her bir kızına, gerdek gecesi kocasını öldürsün diye bir hançer verir. Bütün kızlar babalarının dediğini yerine getirdiği halde, Hypermestra, kendisine saygılı davranıp kızlığına dokunmadığı için kocası Lynkeus'a kıyamaz. Buna öfkelenen Danaos, kızını bir süre hapseder. Ama Aphrodite'nin yardımıyla kurtulan Hypermestra, Lynkeus'la mutlu bir evlilik kurar. Abas adında bir de çocukları olur.
Abas'ın Akrisios ve Proitos adında ikiz çocukları olur. Kardeşini kovup Argos tahtına geçen Akrisios'un Danae adındaki kızı, altından yağmur olup kendisine yanaşan Zeus'tan Perseus'u doğurur.

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

Perseus: Akrisios, kızı Danae'yi, yeni doğan torunu Perseus'la birlikte bir sandığa koyarak denize atar. Ana-oğul, Zeus'un yardımlarıyla Seriphos adasına çıkarlar. Onları sahilde, kral Polydektes'in kardeşi Diktys bulur. Aradan zaman geçer, Perseus büyür. Fakat kral Polydektes, Danae'ye tutulur ve bir ayak bağı saydığı Perseus'u ortadan kaldırmak için, ona, gidip Gorgo Medusa'nın başını getirmesini buyurur. Böylece çetin bir iş karşısında cesareti kırılan Perseus'a Hermes ve Athena görünerek, kendisine yardım edeceklerini söylerler.
Bu iki tanrının öğüdüne uyan Perseus, önce üç kocakarı Graialar'a gider. Bu kocakarıların sırayla ve ortaklaşa kullandıkları tek gözleriyle tek dişleri vardır. Aynı zamanda Perseus'un bu çetin işi başarmasını sağlayacak üç vazgeçilmez şeyi saklayan nymphalara nasıl gidileceğini bilmektedirler. Perseus, Garia'ların gözünü ve tek dişini almayı becerir ve kendisine yol göstermeleri koşuluyla bunları geri verir.
Nymphalara varır. Onlardan vazgeçilmez üç şeyi alır. Bu üç şey: Kanatlı sandallar, Hades'in insanı görünmez kılan miğferi ve Kibisis adı verilen büyülü torbadır. Hermes ayrıca elmastan bir orak verir. Athena ise bir ayna (veya tunçtan bir kalkan) armağan eder.
Kanatlı sandallarıyla havalanıp Okeanos kıyısına doğru yola çıkar. Orada üç Gorgo'yu uyur bulur. Saçları yılan, yaban domuzu dişli, tunç elli, altın kanatlı bu yaratıklar, baktıkları kimseyi taşa çeviriyorlardı. Bu üç kızkardeş içinden yalnızca Medusa ölümlüydü. Perseus, Medusa'ya bakmamak için arka arkaya yaklaşır ona. Athena'nın tuttuğu aynada (veya tunç kalkanda) Medusa'nın imgesini görür. Böylece Hermes'in orağıyla, arkasına vurarak, uyuyan Medusa'nın başını keser. Akan kandan Khrysaor ile Pefasos doğar. Perseus, Gorgo Medusa'nın kellesini heybesine yerleştirdiği gibi uçarak ayrılır oradan. Bu arada uyuyan iki kızkardeş Gorgo'lar, onu izlemeye koyulurlar. Ama Hades'in başlığı görünmez kıldığı için yakalayamazlar Perseus'u.
Perseus birçok ülkeyi geçtikten sonra Habeşistan'a varır. Kral Kepheus'un karısı Kassiepeia, güzelliğiyle çok övünür ve Nereus Kızlarına (veya Hera'ya) meydan okurmuş. Nereus Kızları, bu kendini çok beğenmiş kadını cezalandırması için Poseidon'dan yardım isterler. Deniz tanrı Poseidon, önüne gelen her şeyi parçalayan bir ejder gönderir Habeşistan'a. Biliciler, bu belâdan kurtulmanın tek çaresi olarak, Kassiepeia'nın kızı Andromeda'nın ejdere yem olarak verilmesini önerirler. Andromeda bir kayaya bağlanır ve ejderin gelmesi beklenir.
İşte bu sırada Perseus oradan geçer. Kayaya bağlı kıza, görür görmez âşık olur. Kızı çözer. Ejderi de, elmastan orağıyla kesiverir ve Andromeda ile evlenir. Ne var ki Andromeda, amcasının sözlüsüdür. Amca, bir pusu kurarak Perseus'u yok etmek ister. Fakat Perseus, Medusa'nın başını göstererek adamı taş yapar.
Perseus, Andromeda'yı da yanına alarak Seriphos'a döner. Bu dönüş Danae için de bir kurtuluş olur; çünkü Polydektes, Danae'yi rahat bırakmamakta, onunla zorla evlenmek istemektedir. Perseus, Medusa'nın başını göstererek Polydektes'i ve arkadaşlarını taşa çevirir. Sonra iyi yürekli Diktys'i kral yapar. Kanatlı sandalları, torbayı, kendisini görünmez kılan başlığı Hermes'e, Medusa'nın başını da Athena'ya verdikten sonra annesi ve karısıyla Argos'a gider. (Medusa'nın başı sonradan Athena'nın süsü olur.)
Dedesi Akrisios ise, Danae'den olacak torununun kendisini öldüreceği konusunda bilicinin söylediği kehanetten korktuğu için, Teselya'daki Larissa Kenti'ne kaçar. Ne var ki insan, yazgısından hiçbir zaman kurtulamaz. Perseus da Larissa'ya bir spor yarışmasına katılmak için gider ve attığı diskle, istemeyerek dedesini öldürür. Perseus, bunun üzerine Argos tahtından vazgeçer. Perseus'un oğullarından Amphitryon, Alkaios'un; Alkmene, Elektryon'un; Eurystheus ise Sthenelos'un çocuklarıdır.
Perseus tasvirlerinde, karıştığı olaylarla ilgili ve değindiğimiz unsurlarla birlikte gösterilir. (Sayfa: 75-78)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Herakles'in anası Alkmene'dir. Alkmene, amcasının oğlu Amphitryon ile evlidir. Zeus, Alkmene'ye, kocası Amphitryon kılığına girerek yanaşır. Alkmene aynı gece asıl kocasıyla da yatar. Bu çiftleşmeler sonucu ikiz doğurur. İkizlerden Herakles Zeus'un, İphikles ise Amphityron'un pğludur. Fakat Alkmene Zeus'tan gebe kalınca, kıskanç Hera öç almak için fırsat kollamaya başlar. Şöyle bir oyun kurar: Perseus soyundan doğacak ilk çocuğun, bütün insanlara egemen olması için Zeus'tan söz alır.
O sırada Perseus soyundan Sthenelos'un karısı yedi aylık gebedir. Hera, Alkmene'nin doğumunu geciktirip, Sthenelos'un karısının önce doğurmasını sağlar. Böylece Perseus soyundan doğan ilk çocuk Herakles değil, Sthenelos'un oğlu Eurystheus olur. Bunun sonucu olarak da Herakles, hayatı boyunca yeteneksiz Eurystheus'a boyun eğecektir.
Fakat Hera'nın hıncı daha bitmemiştir. Herakles henüz sekiz aylıkken ve kardeşi İphikles'le birlikte kundakta yatarken, iki kocaman yılan gönderir. Damarlarında sadece ölümlü insan kanı taşıyan İphikles'in ödü kopar. Oysa Herakles, yılanları, boyunlarından elleriyle sıkarak öldürür. Bu olayı yorumlayan biliciler, Herakles'in, şu dünyada yaşayan varlıkların en güçlüsü olacağını haber verirler.
Herakles on sekiz yaşına gelince babasının sürülerine musallat olan bir aslanı öldürür. Aslanı yüzüp, postunu sırtına geçirir, kafatasını ise miğfer yapar. (Başka bir efsaneye göre Herakles bunları Nemea aslanının postundan ve kafatasından yapmıştır).
Aslanı öldürdükten sonra, Thebaililer'den yılda yüz inek haraç alan Orkhomenos kralı Erginos'un adamlarının burunlarını, kulaklarını ve ellerini keser. Çıkan savaşta Erginos ile Alkmene'nin kocası Amphitryon da ölürler. Thebai kralı Kreon, büyük kızı Megara'yı ödül olarak Herakles'e verir. Tanrılar ise armağanlar yollarlar. Hermes bir kılıç, Apollon yay ve oklar, Hephaistos altın bir göğüslük, Athena bir giysi, Poseidon bir at gönderir.
Hera'ya gelince, kahramanı çıldırtır. Herakles, bir nöbet anında, Megara'dan doğan üç çocuğuyla İphikles'in iki çocuğunu ateşe atarak öldürür. Bunun üzerine gönüllü olarak sürgüne gider. Sonra Delphoi bilicisinden akıl danışır. Bilici ona, kral Eurystheus'a gidip uzun bir süre onun bütün buyruklarını yerine getirmesini, ölümsüzlüğe ulaşmanın tek yolunun bu olduğunu söyler. (Sayfa: 78)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Eurystheus, Herakles'ten şu on iki işi yapmasını ister: *
1) Nemea Aslanı: Typhon'la Ekhidna'dan doğma bu canavarı Herakles önce oklarla öldürmeye çalışır, fakat bunun olanaksızlığını anlayınca, canavarı topuzla kovalayarak bir mağaraya sıkıştırır; sonra da güçlü kollarıyla sıkarak öldürür.
*
2) Herakles'in yaptığı ikinci iş, Lerna Bataklığında yaşayan, -birisi ölümsüz- dokuz kafalı, 'hydra' adındaki ejderi öldürmek olur. Ateşli oklar fırlatarak canavarı ininden çıkartır, sonra kılıç ve topuzuyla ona saldırır. Her kestiği başın yerine yeni iki tanesi çıkar. Tek çare olarak yakındaki ormanı ateşe verir, yanan ağaçları kullanarak yeni baştan çıkan başları yakar. Ölümsüz başı da kocaman bir kayanın altına gömer. Canavarı öldürdükten sonra, zehirli safrasını oklarına sürer. Bu nedenle Herakles'in okları onmaz yaralar bırakırdı.
*
3) Kyreneia Geyiği: Altın boynuzlu, bakır ayaklı bu geyik Artemis'e kutsalmış. Dolayısyla onu öldürmek yasakmış. Herakles, hayvanı diri olarak yakalayabilmek için tam bir yıl izler. Sonunda onu bir nehirden geçerken hafifçe yaralar ve tutar. (Sayfa: 78-79)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
4) Eurystheus hâlâ hoşnut değildir. Bu kez de Herakles'den, Erymanthos dapındaki yaban domuzunu canlı olarak getirmesini ister. Herakles, domuzun peşinde dolaşırken, bir dağda yaşayan at adam Pholos'un konuğu olur. Yemekte, şarap kokusuna koşup gelen öteki at adamlarla Herakles arasında kavga çıkar. Herakles'in kovaladığı at adamlar bilge Kheiron'nun yanına sığınırlar. Karışıklıkta, Herakles'in okuyla Kheiron yaralanır. Herakles bu olaydan sonra yaban domuzunu yine aramağa koyulur. Onu, kar ortasında kıstırır ve bir ağla yakalar. Sıtlanıp Eurystheus'a götürür. Eurystheus, hayvanı görünce korkudan bir fıçının içine saklanır.
* 5) Augias'ın Ahırları: Elis kralı Augiise gübre ve pislik içindeydi. Eurystheus, Herakles'e, bu ahırları bir günde temizlemesini buyurur. Ağılları bir günde tertemiz edecektir, fakat buna karşılık, sürünün onda birini alacaktır. Kral, pisliğin bu kadar kısa bir zamanda temizlenemeyeceğini düşünerek, Herakles'in önerisini kabul eder. Herakles, yanına tanık olarak kralın oğlunu alır. Ağılların duvarlarından iki geçit açar. Alpheios ve Peneioas ırmaklarının yataklarını değiştirerek, ahırdan geçirtir. Nehir suları ahırdan geçerken ne kadar pislik ve gübre varsa alıp götürürler. Ne var ki kral, söz verdiği payı Heraklas'e vermez. Kahraman da kralı çocuklarıyla birlikte öldürerek öcünü alır. * 6) Stymphalos Kuşları: Arkadia'da Stymphalos gölünde, pençeli, tunçtan kanatlı ve gagalı, insanobur kuşlar vardır. Bunlar, tunçtan kanatlarını ok gibi kullanırlardı. Eurystheus, Herakles'in bu kuşları oradan uzaklaştırmasını buyurur. Herakles, Hephaistos'un yaptığı ve Athena'nın kendisine armağan ettiği çıngıraklarla kuşları ürkütür. Bir bölüğünü oklarıyla öldürür, bir bölüğü de kaçar. * 7) Girit Boğası: Poseidon'un Girit kralı Minos'a gönderdiği, sonradan da kudurttuğu boğayı, Herakles kolaylıkla terbiye ederek, sırtlanıp Eurystheus'a götürür. * 8) Sekizinci iş, Diomedes'in azgın atlarını eğitip getirmekti. Herakles bunu da başarır. * 9) Hippolyte'nin Ares'ten armağan olarak aldığı büyülü bir kemeri vardı. Eurystheus'un kızı Admete bu kemeri ister. Herakles, bu isteği yerine getirebilmek için Amazon'ların kraliçesini öldürmek zorunda kalır. * 10) Geryoneus'un Sürüleri: Okeanos Irmağı'nın bir adasında yaşayan Geryoneus, belden yukarı üç insan gövdesi taşıyan bir devdir. Bir çobanla Orthos adında iki başlı bir köpeğin beklediği, kızıl tüylü hayvanlardan oluşan sürüleri vardır. Herakles, Geryoneus'a varabilmek için Cebelitarık Boğazı'nı geçer. Oraya, sonradan Herakles Sütunları adı verilen iki sütun diker. Güneş'in kızgın ışınlarından rahatsız olduğu için, Helios'u oklarıyla tehdit eder, fakat Helios'un sözünü dinleyerek bu işten vazgeçer. Helios da buna karşılık Herakles'e altın bir kadeh verir. Okeanos Irmağı'nı geçmekte güçlük çeken kahraman, bu kadehle (sandalla), Geryoneus'un kaldığı adaya varır. Çobanla köpeği sopayla öldürür. Sürüleri kurtarmak için koşan Geryoneus, Herakles'in okları altında can verir. Sürülerle birlikte dönüş yolculuğuna başlayan Herakles, altın kadehi Helios'a geri verir.İtalya'dan geçerken sığırlardan birisi Messina Boğazı'nı yüzerek geçip Sicilya'ya kaçar. Kral Eryks, hayvanı kendi sürüsüne karıştırarak saklar. Herakles, hayvanın izini bulur ve kralı öldürür. Herakles yine İtalya'da, Tiber Nehri'nin kıyısında çayırlık bir yerde dinlenirken, Cacus adında, ağzından ateş saçan üç başlı bir dev, sürülerden bir bölüğünü aşırıp, Aventinus Tepesi'nda, kaldığı bir mağaraya götürür. İzi belli olmasın diye de hayvanları geri geri yürütür. Herakles uyanınca işin farkına varır. Ya hayvanlardan birinin böğürmesini duyduğu, ya da kızkardeşi Cacus'u ele verdiği için, hırsız devi mağarada kıstırıp öldürür. * 11) Batı Kızları'nın (Hesperid'lerin) Altın Elmaları: Hera, Zeus'la evlenirken Gaia'dan düğün armağanı olarak bu altın elmaları almıştı. Elmalar, dört tane Batı Kızı'yla, yüz başlı, yüz sesli bir ejder tarafından en batıda bir bahçede saklanıyordu. Eurystheus, Herakles'ten, Batı Kızları'nın bu altın elmalarını da ister. Herakles ise, bunların nerede olduğunu bilmemektedir. Yolu, Asya'dan geçer. Kafkasya'da, ciğerini sürekli olarak bir kartalın yediği Prometheus'u kurtararak, ondan, izleyeceği yolu ve kimi kurnazlıkları öğrenir. (Başka bir efsaneye göre, bu yolu Nereus'tan öğrenmiştir.) Batı Kızları'nın bahçesine gelince, orada, dünyayı sırtında taşıyan Atlas'ın yükünü sırtlanır ve Atlas'ı altın elmaları almaya gönderir. Elmaları alıp gelen Atlas, tekrar dünyayı sırtlanmaya niyeti olmadığı için elmaları Eurystheus'a kendisi götürmeyi önerir. Herakles bu öneriyi kabul etmiş görünür, fakat Atlas'a, dünyayı bir dakika tutmasını, başına bir yastık koymak istediğini söyler. Atlas dünyayı tekrar sırtlanınca, Herakles elmaları alır gider. Eurystheus, onları Herakles'e bırakır. O da Athena'ya armağan eder. Sonradan Athena, elmaları Batı Kızları'nın bahçesine geri götürür. (Sayfa: 79-81)
Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
12) Kerberos'un Ölüler Ülkesi'nden Çıkarılması: Eurystheus'un Herakles'e buyurduğu en son iş, üç başlı cehennem köpeği Kerberos'un yeryüzüne getirilmesidir. Herakles Hades'e iner, Ölüler Ülkesi kralı tanrı Hades'ten köpeği götürmek için izin ister. Hades, herhangi bir silâh kullanmaması şartıyla buna izin verir. Herakles hayvana yavaş yavaş yaklaşır, onu birden yakalayıp kolları arasına sıkıştırır. Yeryüzüne çıkarıp, Kerberos'u Eurystheus'a gösterdikten sonra, cehenneme geri götürüp bırakır. Herakles'in, Eurystheus'un buyruğu olarak gerçekleştirdiği on iki iş, on iki çetin macera böylece son bulur. Fakat Herakles'in çektikleri yine de bitmez, daha başka olaylara karışır, maceralara atılır.
Thebai'ye döner. İlk karısı Megara'yı arkadaşı İolaos'a verir. Oikhalia kralı Eurytos'un düzenlediği bir ok atma yarışını kazanır, fakat kral, verdiği sözü tutmaz kızı güzel İole'yi Herakles'e vermek istemez; çünkü kahramanın deliliğinin anısı silinmemiştir daha. Nitekim Herakles, çok geçmeden, ikinci bir delilik nöbeti geçirir. Eurytos'un oğlu İphitos'u şehir surlarından aşağı atarak öldürür. Bu suçundan arınmak ister. Ama hemen herkes onu reddeder. Delphoi bilicisinin, sorularına cevap vermemesi üzerine öfkelenir, kutsal sacayağı alıp gider ve kişisel bir bilicilik merkezi kurmak ister. Fakat Apollon buna karşı çıkar. Aralarında çıkan kavga, Apollon'un bir yıldırımıyla sona erer. Bilici konuşmağa karar verir. Herakles'in iyileşmesi için köle olarak satılması ve bilinmeyen efendisine üç yıl hizmet etmesi, alacağı ücreti de İphitos'un ölümüne karşılık Eurytos'a vermesi gerekmektedir. Hermes'in pazara götürdüğü Herakles'i, Lydia kraliçesi dul Omphale satın alır.
İyileşerek özgürlüğüne kavuşan Herakles ilk iş olarak Laomedon'dan öç alır. Sonra Kalydon'a gidip Deianeria ile evlenir. Fakat Deianeira'ya aşık ırmak tanrı Akheloos'la dövüşmek zorunda kalır. Akheloos, boğa kılığına girip Herakles'e saldırır. Herakles, ırmak tanrısını bir boynuzunu koparır ve onu yener. Ama burada kaynatasının genç şarap sunucusu Eunomos'u istemeyerek öldürür. Karısı Deianeira'yı da yanına alarak sürgüne gider. Güney Teselya'da bir nehir kıyısında, at adam Nessos'la karşılaşır. Bu nehirden geçmek için Nessos'un yardımı gerekmektedir. At adam, Deianeira'yı karşıya geçirirken, ona sahip olmak için zor kullanmak ister, fakat Herakles bir okla Nessos'un işini bitirir. Nessos ölmek üzereyken, öç almak amacıyla Deianeira'ya, yarasından akan kandan verir. Bunun, ilerde kocası ona ihanet ettiği taktirde, eski sevgiyi geri getirecek bir aşk iksiri olduğunu söyler. Bu kana bulayacağı bir gömleği Herakles'e giydirdiğinde, kocasının eski sevgisini yeniden kazanacağını ekler. Hydra'nın zehirli safrası sürülmüş okun, aynı zehiri kana geçirdiğini bilmez Deianeira. Herakles, bir gün güzel İole'yi alıp gelince, Deianeira kocasına Nessos'un zehirli kanına bulanmış bir gömlek yollar. Kahraman, gömleği giyer giymez yanıp tutuşmaya başlar. O ana dek her şeye dayanabilen Herakles, bu son acıya yenilir. Bunu duyan Deianeira, kendini asar. Herakles ise, Oita dağının tepesinde bir odun yığını hazırlatır. Yığının üstüne çıktıktan sonra, odunları ateşe verdirtir.
Bu sırada, yükselen alevler arasında, gökten bir bulut iner, Zeus'un kutsal oğlu kahraman Herakles'i alıp Olympos'a götürür. Ölümsüzlüğe kavuşan Herakles, Hera ile barışır, Hebe ile evlenerek mutlu bir sonsuzluğa erer. (Sayfa: 81-82)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
İkaros
Görseller kitapta mevcut değildir.
*************************************
Herakles, sanatsal tasvirlerinde güçlü adaleleriyle, erkeklik dolu heybetli vücuduyla dikkati çeker. Kimi zaman kalın sopasına dayanmış olarak dimdik durur, kimi zaman da oturmuş durumdadır, düşünceli bir ifade içindedir, yeni serüvenler bekliyor gibidir. Katıldığı olay ve maceralarla ilgili unsurları taşır. Öldürdüğü aslanın postu, kalın sopa, yay, okluk aşlıca işaretleridir. Libya'nın öteki oğlu, Fenikye'ye yerleşen Agenor'un Telephassa'dan dört çocuğu olur. Phoiniksi Kiliks, Kadmos ve Europa. Güzel Europa'nın nasıl kaçırıldığını Zeus'un aşklarıyla ilgili bölümde anlatmıştık.
Zeus'la Europa'nın Girit'te çocukları olur. Kardeşler arasında çıkan kavgada üstün gelen Minos, Girit kralı olur. Minos, daha kral olmadan bilgece yasalar hazırlamış ve Helios'un kızı Pasiphae ile evlenmiştir. Tahta çıkarken, kralların kendinden yana olduklarını kardeşlerine göstermek için Poseidon'dan bir dilekte bulunur; bu dilek sonucu denizden ak bir boğa çıkar. Minos, bu boğayı tanrı Poseidon'a kurban edeceğine söz verir. Fakat tahta geçtikten sonra boğayı kurban etmez. Poseidon, bu saygısızlığın öcünü, Minos'un karısı Pasiphae'yi boğaya aşık ederek alır. Boğanın aşkıyla yanıp tutuşan Pasiphae, Atina'lı Daidalos'a yaptırdığı bir tahta inek aracılığıyla boğayla birleşir. Bu doğadışı çiftleşmeden, insan vücutlu ve boğa başlı, Minotauros (Minos'un Boğası) denilen bir canavar doğar. Minos, bir kahinin sözünü dinleyerek, Daidalos'a Labyrinthos sarayını yaptırır ve Minotauros'u, bu sarayın, içinden çıkılmaz dehlizlerinin dibine saklar.
Pasiphae, Minos'a başka çocuklar doğurur. Bunlardan Androgeos, ünlü bir atlettir. Atina'daki Panathenaia Bayramları'nda düzenlenen yarışmalara gider ama geri dönmez. Bütün yarışları kazandığı için öteki yarışmacılarca tuzağa düşürülüp öldürüldüğü söylendiği gibi yine yarışmaları kazanması nedeniyle kral Aigeus'un onu kıskanıp Marathon boğasını öldürmeğe gönderdiği, fakat Androgeos'un boğa tarafından parçalandığı da anlatılır.
Buna çok üzülen Minos, öç almak için bir donanmayla Atina'ya saldırır. Şehri kuşattıktan sonra Zeus'a yalvarır. Zeus, şehre öyle bir kıtlık gönderir ki, Minos'un koşulları kabul edilir. Bu koşullara göre Atina şehri, her yıl yedi genç kızla yedi genci, Minotauros'a yem olarak Girit'e yollayacaktır. Bir süre sonra Theseus, Minos'un kızı Ariadne'nin ve Daidalos'un yardımıyla Labyrinthos'a girer, canavarı öldürerek, Atinalıları böyle bir aşağılanmadan kurtarır.
Minos, Daidalos'un ijanetine, onu ve oğlu İkaros'u Labyrinthos'a hapsederek karşılık verir. Daidalos, Labyrinthos'tan kaçmanın da yolunu bulur. Toplayabildiğince telek toplar, bunları biraraya getirip yapıştırarak kanat yapar. Kanatları da balmumuyla kendisinin ve oğlunun sırtına yapıştırır. Bu yolla, kuşlar gibi uçup, Minos'un elinden kurtulmayı düşünür.
Daidalos, ilk denemeyi kendisi yapar. Uçtuğunu görünce sevinci sonsuz olur. Oğlunu da eğitir. Ama ona, yol boyunca hep kendisini izlemesini tembih eder. Ne var ki oğlu İkaros, Labyrinthos'tan uçarak kaçtıktan sonra babasının sözüne kulak asmaz. Uçabilmenin verdiği coşkuyla yukarlara doğru gittikçe yükselmeğe başlar. Yukarı çıktıkça da artan ısı, kanatların mumunu eritir ve İkaros denize düşer. Babası Daidalos, daha temkinli uçtuğu için sağ salim Sicilya'ya varır. Orada kral Kokalos'un dostluğunu kazanır.
Minos, Daidalos'un peşini bir türlü bırakmaz. Onu Sicilya'ya kadar izler. Her geçtiği bölgede, Daidalos'un nerede bulunduğunu anlamak için, bir salyangoz kabuğundan iplik geçirene ödül vereceğini söyler. Sicilya'da bu sorunun cevabını kral Kokalos'tan alınca, Daidalos'un kralın yanında olduğu konusunda kuşkusu kalmaz. Gerçekten de, bu işi usta Daidalos becerir: İpliğin ucuna bir karınca bağlar ve salyangozun deliğinden içeriye bırakır. Karınca salyangoz'un içini dolaşır ve ipliği, öteki uçtan çıkarır. Bunun üzerine Minos, kraldan, Daidalos'u kendisine teslim etmesini ister. Daidalos, bunun da çaresini bulur. Kokalos'un kızlarına, Minos banyo yaparken üzerine kaynar su dökmelerini söyler. Minos böylece can verir.
Minos'un birçok çocuğu olmuştur. Kız çocuklarından Ariadne ile Phaidra en ünlüleridir. (Sayfa: 82-84)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi
Tevrat - Nuh Tufanı:
*
Tufan olup sular yeryüzünü kapladığı zaman Nuh 600 yaşındaydı. Nuh, tufan suları her yanı kaplamadan önce, çocuklarını, karısını ve çocuklarının karılarını, her hayvandan bir erkek ve dişiyi alarak gemiye girdi. Yedi gün sonra tufan suları yeryüzüne dökülmeğe başladı. Kırk gün kırk gece yağmur yağdı. Sular kabararak gemiyi kaldırdı. Suların üstünde yüzmeğe başladı gemi. Sular gittikçe artıyordu. En yüksek dağlar bile sularla örtülmüştü. Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar, kuşlar, evcil ve yırtıcı hayvanlar, sürüngenler ve insanlar hayatlarını yitirdiler. Yalnızca Nuh ve yanındakiler kurtuldular.
Toprak tam 150 gün sular altında kaldı. Sonra tanrı, Nuh'u hatırladı. Onunla birlikte gemide bulunan bütün evcil ve yırtıcı hayvanları hatırladı. Bir rüzgâr yolladı yeryüzüne. Sular azalıp yavaş yavaş çekilmeğe başladı. 150 gün sonra da alçaldı. Ve gemi Ararat Dağları'na oturdu.
İlkin dağların tepeleri gözüktü. Bir süre sonra Nuh, gemiye yaptığı kapıyı açarak, kuzgunu dışarı saldı. Kuzgun, sular kuruyuncaya kadar geri dönmedi. Sonra güvercini saldı Nuh, suların azalıp azalmadığını öğrenmek için. Yeryüzünde ayak basacak yer bulamayan güvercin, Nuh'a geri döndü. Demek ki yeryüzünde hâlâ su vardı. Nuh, elini uzatıp güvercini içeri aldı. Alırken de, akşama geri dönen güvercinin gagasında taze bir zeytin yaprağı gördü. O zaman anladı ki, evet sular azalmıştı yeryüzünde, ama tümden kurumamıştı toprak, 7 gün daha bekledi. Nuh'un hayatının 601'inci yılının, birinci ayının birinci gününde, yeryüzündeki bütün sular kurumuştu. (7: 17-24; 8: 1-14)
*
Michelangelo, Nuh Tufanı, Roma, Sistinaa Şapeli
*
Arkada Nuh'un gemisi ve gemiye binmek için onu türlü yollarla zorlayıp çırpınanlar. Geminin hemen önünde, aşırı ağırlık yüzünden batmak tehlikesi içinde bulunan bir kayık. Kayıktakiler, can havliyle binmeye çalışanları suya geri itmeye uğraşıyorlar. Sağda, tepesi su yüzünde kalmış bir kayanın üstüne gerilmiş bir çadıra sığınmış insanlar. Kimisi de şarap fıçısının başında, sarhoş olup her şeyi unutmaya çalışıyor. Sol ön düzlemde, kurtuluş arayan bir insan kümesi. Korkudan yılmış karısını sırtında taşıyan bir erkek. Çocuklarını kurtarmaya çalışan bir anne. Çocuğun birini kucağında sımsıkı tutmuş; öteki yavru ise, annenin bacağına sarılmış. Kasırganın yapraklarını alıp götürdüğü ağaca tırmanan bir genç, aynı kurtuluş çırpınması içinde. Ve bütün olup bitenlerden habersiz, tasasız bir eşek. (Sayfa: 110-111)
***** *
İbrahim'in karısı Sara'nın çocuğu olmuyordu. Hacer adında Mısırlı bir cariyesi vardı. Sara, kocası İbrahim'in cariye Hacer'le yatmasına ve ondan bir çocuk sahibi olmasına izin verdi. İbrahim Hacer'le birleşti. Gebe kalan Hacer, hanımını küçümsemeye başladı. İbrahim, karısı Sara'nın cariyeye istediğince davranmasına izin verdi. Sara'nın sert davranışları karşısında Hacer de başını alıp gitti. Tanrı'nın meleği onu çölde, bir su kaynağının başında buldu. Ona bir oğlu olacağını, adını İsmail koyacağını söyledi. Hacer İbrahim'e bir çocuk doğurdu. İbrahim, Hacer'den olan bu çocuğun adını, ''Tanrı işitir'' anlamına gelen İsmail koydu; çünkü Tanrı, Hacer'in çektiği acıyı dinlemişti. İbrahim, İsmail'in babası olduğunda 86 yaşındaydı.
Tanrı, İbrahim'e göründüğü zaman, İbrahim 99 yaşındaydı. Ona ulusların babası olacağını, adının artık Avram değil, İbrakim (Abraham) olacağını söyledi. Avram, ''yüce baba'', İbrahim ise, ''çoğunluğun babası'', demekti. (Sayfa: 112)
*****
İbrahim'in yakını olan Lut, onunla birlikte yaşıyordu. Lut'un da koyunları, sığırları, çadırları vardı. Her ikisinin de malı mülkü pek çoğaldığı için, kaldıkları yer birlikte yaşamalarına yetmiyordu artık. Bu nedenle İbrahim'in çobanlarıyla Lut'un çobanları arasında kavga çıktı. İbrahim Lut'a kendisinden kardeşçe ayrılmasını ve başka bir yer seçerek gidip oraya yerleşmesini söyledi. Bunu anlayışla karşılayan Lut, doğuya doğru yola çıktı. Tanrı, Sodom ve Gomorra'yı yerle bir etmemişti henüz. Ve cennet gibiydi o topraklar. Lut, çadırlarıyla Sodom'a dek ulaşarak, havzanın kentlerine yerleşti. Sodom halkı çok kötü ve Tanrı katında çok günahkârdı.
İbrahim'i ziyaret eden melekler, bu arada Sodom'a doğru yola çıktılar. İki melek, akşam üzeri Sodom'a vardıklarında, Lut kentin kapısında oturmaktaydı. Melekleri görünce secdeye geldi ve onları evine davet etti. Birlikte yemek yediler. Henüz yatmamışlardı. Genci yaşlısı, bütün Sodomlular evi kuşattılar. Lut'tan konukları istediler. Onları kullanmak istiyorlardı. Lut, dışarı çıktı. Konuklarına kötülük etmemelerini, isterlerse, daha kız oğlan kız olan iki kızını alıp kullanabileceklerini, ama çatısı altına sığınanlara dokunmamalarını söyledi onlara. Lut'un üstüne yürüyen Sodomlular, kapıyı kırıp içeri girmek istiyorlardı. Fakat içerdeki iki adam, kollarını uzatıp Lut'u içeri aldılar. Kapıyı kapattıktan sonra da, kapının önünde bulunanların hepsini kör ettiler. Öyle ki, kapıyı bulabilmek için dönüp duruyorlardı ortalıkta. İki adam, Lut'a dönüp, karısını, damatlarını, oğullarını, kızlarını ve uşaklarını alıp, oradan gitmesini buyurdular; çünkü Sodomluların sapkınlığı Tanrı'ya dek varmıştı artık. Zaten Tanrı, bunları yerle bir etmek için yollamıştı iki meleği (iki adamı). Lut, yakınlarının tümünü razı edemedi; çünkü böyle bir şeyin olabileceğine bir türlü inanamıyorlardı ve söylenilenleri şaka sanıyorlardı. Şafak söktüğünde, Lut'un hâlâ duraksadığını gören iki melek, Lut'u, karısını ve kızlarını alıp kentin dışına götürdüler. Çünkü Tanrı, Lut'u kurtarmak istiyordu. Meleklerden biri, kimsenin dönüp ardına bakmamasını, vadi boyunca hiçbir yerde durulmamasını, ölmemek için bir yere sığınmalarını söyledi. Lut, Soar kentine geldiği zaman güneş daha yeni doğmuştu. O zaman Tanrı, Sodom ve Gomorra üzerine kükürt ve ateş yağdırdı, her iki kenti de yerle bir etti. Kent, kentin halkı ve oradaki her türlü bitki yok oldu. O sırada Lut'un karısı dönüp geriye bakmıştı. Baktığı için de tuz kesildi. (13: 5-13; 19: 1-17, 24, 26)
(Sayfa: 115-116)
*
*
''Yusuf'u uzaktan gören kardeşleri, onu öldürmek için aralarında anlaştılar. Öldürüp bir kuyuya atmayı, sonra da soranlara, onu bir canavarın parçaladığını söylemeyi kuruyorlardı. Fakat Ruben, Yusuf'u kurtarmak istedi. Onu sadece çöldeki kuyuya atmalarını önerdi.
Kardeşleri, alaca giysisini çıkararak Yusuf'u soydular ve kuyuya attılar. Kuyu boş ve susuzdu. Sonra da yemeğe oturdular.
Uzaktan, Mısır'a mal götüren İsmaililer kervanının gelmekte olduğunu gördüler. Bunun üzerine, kardeşlerinden birisi, Yusuf'u tacirlere satmayı önerdi. Öyle yaptılar. Tacirler gelince Yusuf'u kuyudan çıkarıp 20 gümüşe sattılar. Tacirler Yusuf'u Mısır'a götürerek, orada Firavun'un muhafız askerler kumandanı Potifar'a sattılar.
Kardeşleri, Yusuf'u sattıktan sonra, gömleğini, kestikleri oğlağın kanına bulayıp babalarına yolladılar. Yakup, oğlunun giysisini tanıdı ve onun vahşi bir hayvan tarafından parçalandığına inandı. Üzüntüden üstünü başını yırttı, uzun süre yas tuttu. Bütün oğulları, bütün kızları onu avutmağa çalıştılar. Ama Yakup ''Oğlumun yanına, öte dünyaya yas içinde inmek istiyorum'', diyerek her türlü avuntuyu reddetti. (37: 15-36). (Sayfa: 120)
*
*
Musa: Daha sonra Mısır'ın başına, Yusuf hakkında bilgisi olmayan bir kral geçti. İsrailoğullarının, sayıca ve güçce çoğalmalarını tehlikeli görerek onlara baskı yapmaya başladı. Ama İsrailliler, gittikçe çoğalıp yayıldılar. Firavun, o ana dek uyguladığı tedbirlerle İsrailoğullarıyla başa çıkamayacağını anlayınca doğan bütün erkek çocukların Nil nehrine atılarak öldürülmesini buyurdu (Çıkış, 1: 8-12,22).
*
Musa'nın nehirde bulunuşu: Levi evinden bir adam, kendi kabilesinden bir kadınla evlendi. Kadının bir çocuğu oldu. Çok güzel olan bu çocuğu, üç ay saklamayı başardı. Daha fazla gizlemenin olanaksızlığını görünce, hasırdan bir sepet yaptı, dışını katran ve ziftle kapladı, çocuğu içine koyarak Nil nehri kıyısındaki bir sazlığa bıraktı.
Firavunun kızı, nehre banyo yapmaya gittiğinde, sazlıktaki sepeti gördü. Açınca, içinde bir bebek buldu. Çocuğun bir İbrani olduğunu anladığı halde, ona acıdı, o sırada, olanları görmüş olan, bebeğin kızkardeşi, ''Çocuğu emzirecek İbrani bir kadın ister misiniz.?'' diye sordu. Firavunun kızının bu öneriyi kabul etmesi üzerine, kız gidip annesini çağırdı. Çocuk büyüdüğünde, adına ''Sudan çıkarılmış'' anlamında Musa dediler (2: 1-10). (Sayfa: 122)
*
*
Bir gün Rabbin Tapınağı'nda buhur yakma sırası Zekeriya'da idi. Buhur vaktinde herkes dışarda bekleyip dua ediyordu. Zekeriya tapınakta bu görevini yerine getirirken, melek Cebrail göründü. Cebrail ayakta ve sunağın sağındaydı. Korktu Zekeriya. Fakat şöyle konuştu melek: ''Korkma Zekeriya, çünkü yalvarışların kabul edildi. Karın Elizabet bir oğlan doğuracak sana, adını Yahya koyacaksın. Bu çocuk, sevinç ve mutluluk nedeni olacak senin için, çünkü büyük biri olacak Tanrı katında. Birçok İsrailoğlunu Tanrı'ya götürecek ve o Rab'bin önünden gidecek''.
Gerek kendisinin, gerekse karısının artık çok yaşlı olduklarını söyleyen Zekeriya'ya, Cebrail olduğunu açıklayan melek, Tanrı tarafından ona bu mutlu haberi iletmek amacıyla gönderildiğini, sözlerine inanmadığı için de, bu sözler gerçekleşinceye kadar dili tutulup konuşamayacağını bildirdi.
Bu arada, dışarıda, Zekeriya'nın Tapınak'tan çıkmasını bekleyen halk, onun içerde niçin bu kadar çok kaldığını merak etmekteydi. Zekeriya tapınaktan çıktığında, dili tutulduğu için onlarla konuşamadı. O zaman, Zekeriya'nın tapınakta bir görüntüyle karşılaştığı anlaşıldı. Elizabet ise bir süre sonra gebe kaldı. (Luka, I: 5-24). (Sayfa: 139)
*
*
Hirodes Antipa, kardeşinin karısı Hirodiya'la evlenmişti. Oysa Yahya, ona, kardeş karısına sahip olmanın doğru olmadığını söylüyordu. Hirodiye, bu nedenle Yahya'ya kin besliyor, onu ortadan kaldırmanın yollarını arıyordu. Ama Hirodes Antipa, her şeye rağmen, adil ve kutsal bir kişi olması bakımında Yahya'dan korkuyor, onun konuşmasına bir şey diyemiyordu.
İntikam için uygun gün geldi. Hirodes Antipa, yaş günü dolayısıyla, Celile'nin ileri gelenlerine bir ziyafet veriyordu. Hirodiya'ın kızı Salome de bu ziyafete katıldı. Oynadığı oyunlarla, Hirodes Antipa ve çağrılıların o kadar hoşuna gitti ki, bir an kral, ''Dile benden ne dilersen.!'' dedi. Salome dışarı çıktı, ne dilemesi gerektiğini annesine sordu. O da, ''Vaftizci Yahya'nın başını'' dedi. Salome içeri girdi ve kraldan, bir tepsi içinde Vaftizci Yahya'nın başını istedi. Kral üzgünleşti; ama çağrılılar önünde verdiği sözü geri alamadı. Gönderdiği bir asker, Yahya'nın başını zindanda vurup getirdi. Kral, bu başı, bir tepsi içinde Salome'ye verdi. O da annesine teslim etti. (Markos, 6: 21-28).
(Sayfa: 141)

Bedrettin Cömert - Mitoloji Ve İkonografi

*
''Başkahinler ve yazıcılar, İsa'yı tuzağa düşürüp valiye teslim etmek için, ikiyüzlü adamlar gönderirler ona. Adamlar şu soruyu sorarlar İsa'ya: ''Biz senin doğrulukla konuşup öğrettiğini, insanların görünüşüne bakmayıp, Tanrı'nın gerçek yolunu öğrettiğini biliyoruz. Söyle öyleyse, Sezar'a vergi ödememiz caiz midir, değil midir.?''
Adamların içindeki kötülüğü bilen İsa, bir para ister; paranın üstündeki resmin ve yazının kime ait olduğunu sorar. Onlar da ''Sezar'a'' derler. İsa o zaman şöyle der: ''Öyleyse, Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin.! Bu cevap karşısında şaşıran ikiyüzlü adamlar, susmaktan başka çare bulamazlar 
(Luka, 20: 20-26) (Sayfa: 159)

Hiç yorum yok:

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...