27 Mart 2023 Pazartesi

Nâzım Hikmet Ran - Yeni Şiirler 6 (1951-1959)


 Sen tarlasın

---ben – traktör,
sen kâğıtsın,
---ben – yazı makinası;
karım, oğlumun anası,
sen türküsün,
---ben – cura.
Ben nemli ılık bir lodos gecesiyim
---sen rıhtımda dolaşan kadınsın,
-----bakıyorsun karşıki ışıklara.
Ben suyum,
---sen – içensin.
Ben yoldan geçenim
---sen bana el etmek için
-----pencere açansın.
Sen Çin’sin
---ben – Mao Çe Tung’un ordusu
Sen Filipinli bir kız çocuğusun 14 yaşında
---ben kurtarıyorum seni
-----bir Amerikan deniz erinin elinden.
Sen bir köysün.
---Anadolu’da bir dağ başında.
Sen şehrimsin
---en güzel ve en acılı.
Sen bir imdat çığlığısın, yani memleketimsin,
Sana doğru koşan adımlar – benim.
*
1951(Sayfa: 7)


Karanfilli Adam
*
Seher karanlığında,
projektörlerin ışığında,
kurşuna dizilen beyaz karanfilli adamın
-----fotoğrafı
---duruyor üstünde masamın.
*
Sağ eli
-----tutuyor karanfili
--------bir ışık parçası gibi Yunan denizinden.
Karanfilli adam
Ağır kara kaşlarının altından
-----bakıyor cesur çocuk gözleriyle,
-------hilesiz bakıyor.
*
Türküler ancak böylesine hilesizdir
ve ancak komünistler
and içer böylesine hilesiz.
Dişleri bembeyaz:
gülüyor Beloyannis.
Ve elindeki karanfil,
-----bu yiğit,
-------bu rezil
---------günlerde
söylediği sözlerden biri gibi insanlara...
*
Mahkemede çekildi bu fotoğraf.
İdam kararından sonra.
*
Moskova, 26 Mayıs 1952 (Sayfa: 21) (Çizim Picasso)
*
Nâzım Hikmet Ran - LİDİ VANNA


Kaç kere beraberce yazmışız şiirlerimi,
kaç kere mavi dumandan avuçlarına onun
-----koymuşum yanan başımı.
Sanmıyorum kötülük edeceğini bana.
Ama ilminize hürmeten
-----ve güzel hatıranız için Lidi Vanna
-----peki, terkedeyim tütünü:
mapusane yoldaşımı.
*
Peki Lidi Vanna, kafayı çekmiyeyim.
ne şarap, ne votka, ne rakı,
-----hattâ yılbaşı gecesi,
-----bayramlarda hattâ,
-----hattâ Kosti'nin doğum günü.
Zaten evet,
-----en kolayı bu,
kırk yıl içmesem aklıma gelmez meret.
*
Peki, saat on dedi mi,
yatırayım yatağa hasta kalbimi
çocuklarla, kuşlarla beraber.
Halbuki, meselâ, geç vakit geceleyin,
-----kışın hele,
rahatsız etmeden
-----büyük uykudaki insanı,
usulcacık geçip Kızıl Meydan'ı
dolaşmıya bayılırım
-----rıhtımında Moskova nehrinin,
yahut da sabahlamıya, Lidi Vanna,
-----usta bir kitabın aydınlığında.
*
Peki, en azından altı ay daha
yârin dudağından uzak durayım.
Zaten ayrılık var arada.
*
Anlıyorum, Lidi Vanna, yoldaşım,
yüksek emirlerinize riayet gerek,
yoksa, üçüncü bir enfarkt,
ve el bombası gibi patlayıp dağılabilir yürek.
Anlıyorum.
Fakat,
"Sevinç,
---öfke,
-----keder,
tütünden de, diyorsunuz,
uykusuzluktan da beter."
İyi ama doktorcuğum, meselâ,
nasıl sevinmem dolu dizgin,
gördükçe ben komünist,
---burda komünizmin elle tutulur hale geldiğini,
yahut bu nisan ayında
-----Fransa seçimlerinde
------en çok bizimkilerin oy aldığını.?
Benim akıllı doktorum, insaf edin,
nasıl öfkelenmem düşündükçe memleketimi.?
Çırpınıyor ayakları altında bir avuç hergelenin.
Sonra, meselâ
-----belki görmiyeceğim bir daha
------anasıyla Memed'imi.
Kederlenmemek elde mi, güzel gözlü doktorum,
-----elde mi.?
*
Sözün kısası, Lidi Vanna,
şefkatli emeğinizi boşa çıkaracağım diye
-----kızmayın bana.
Ben vekarlı, sakin,
---vurdumduymaz bir kaya gibi
-----deniz kıyısında yaşamıya
-------söz veremiyeceğim.
*
Bırakın, doktor,
yürek bu,
bakın nasıl çarpıyor.
Çatlıyacaksa öfkeden,
---kederden,
----sevinçten,
---varsın çatlasın..
*
1953, 29 Nisan,
Barviha Sanatoryumu, Moskova (Sayfa: 22-24)
*
''23'' SENTLİK ASKERE DAİR
*
Mister Dalles,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
Meselâ iki yüz gram et alabilirsiniz,
-----koyun eti,
--------Ankara'da 23 sente,
yahut iki kilo kuru soğan,
yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,
elli santim kefen bezi yahut,
yahut da bir aylığına
-----yirmi yaşlarında bir tane insan,
----------erkek,
*
ağzı burnu, eli ayağı yerinde,
üniforması, otomatiği üzerinde,
yani öldürmeğe, öldürülmeğe hazır,
belki tavşan gibi korkak,
-----belki toprak gibi akıllı
------belki gençlik gibi cesur,
-------belki su gibi kurnaz
---------(her kaba uymak meselesi),
belki ömründe ilk defa denizi görecek,
belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
Yahut da aynı hesapla Mister Dalles
-----(tanesi 23 sentten yani)
satarlar size bu askerlerin otuz beşini birden
-----İstanbul'da bir tek odanın aylık kirasına,
seksen beş onda altısını yahut
-----bir çift iskarpin parasına.
*
Yalnız bir mesele var Mister Dalles,
-----herhalde bunu sizden gizlediler:
Size tanesini 23 sente sattıkları asker
-----mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
-----mevcuttu otomatiksiz filân,
-----mevcuttu sadece insan olarak
-----mevcuttu,
-----tuhafınıza gidecek,
mevcuttu,
-----hem de çoktan mı çoktan,
daha sizin devletinizin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
meselâ, Mister Dalles,
-----yeller eserken yerinde sizin New-York'un,
-----kurşun kubbeler kurdu o
-----gökkubbe gibi yüksek,
----------haşmetli, derin.
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
HalI dokur gibi yonttu mermeri,
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebemkuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
Dahası var Mister Dalles,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz,
-----zulüm gibi,
-------hürriyet gibi,
---------kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına dâvet ederek,
ve yârin yanağından gayri her yerde,
-----her şeyde,
------hep beraber,
--------diyebilmek için,
-------yürüdü peşince Bedreddin'in
O, tornacı Hasan, köylü Mehmet, öğretmen Ali'dir,
kaya gibi yumruğunun son ustalığı:
-----922 yılı 9 Eylülüdür.
Dedim ya, Mister Dalles,
herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
Ucuzdur vardır illeti.
Hani şaşmayın,
-----yarın çok pahalıya mal olursa size,
-----bu 23 sentlik asker,
--yani benim fakir, cesur, çalışkan, milletim,
---her millet gibi büyük Türk milleti.
*
16.7.953
*
DİPNOT: Geçenlerde gazeteler yazdı: Amerika'nın Dışişleri Bakanı Mister Dalles, Atlantik Paktı'na en ucuz askeri Türkiye'nin sağladığını söylemiş. Bir Türk askeri 23 sent'e mal oluyormuş. Bu meselenin üzerine bir şiir yazdım. (Sayfa: 27-29)


Lehistan Mektubu:
*
''Sevgilim, gonca gülüm,
başladı Lehistan ovasında yolculuğum.
Lehistan’da millet
-----sosyalizmi kurmakla meşgul.
*
Sosyalizm,
yani şu demek ki, dayı kızı,
sosyalizm,
senin anlayacağın yani,
el kapısının yokluğu değil de
-----imkânsızlığı.
Ekmeğimizde tuz,
-----kitabımızda söz,
-------ocağımızda ateş oluşu hürriyetin,
yahut, başkası yel de,
-----sen yaprakmışsın gibi titrememek,
bunun tersi yahut..
Sosyalizm,
devirmek dağları el birliğiyle,
ama elimizin öz biçimini,
-----öz sıcaklığını yitirmeden.
Yahut, meselâ,
sevgilimizin bizden ne şan, ne para,
-----vefadan başka bir şey beklemeyişi..
Sosyalizm,
yani yurttaş ödevi sayılması bahtiyarlığın,
yahut, meselâ,
-bu seni ilgilendirmez henüz-
esefsiz,
-----güvenle,
------emniyetle,
gölgeli bir bahçeye girer gibi
-----girebilmek usulcacık ihtiyarlığa,
ve hepsinden önemlisi,
çocukların, ama bütün çocukların,
-----kırmızı elmalar gibi gülüşü..
Göğsümü kabartmıyor değil
dedelerimden birinin Lehli oluşu..'' 
*
1954 (Sayfa: 39-40)
*
Postacı
*
Macaristan'da yolculuk notlarından
*
İnsanın, dünyanın, yurdun haberini,
ağacın, kuşun, kurdun haberini,
seher vakitlerinde
-----yahut
-------gecenin ortasında
taşıdım insanlara yüreğimin çantasında,
şairlik ettim
-----bir çeşit postacılık yani.
Çocukken postacı olmak isterdim,
şairlik filân yoluyla değil ama
basbaya, sahici postacı.
Renkli kalemlerle çizilirdi bin türlü resim
-----hep aynı postacının, Nâzımın resmi,
Jül Vernin romanlarıyla coğrafya kitaplarına.
İşte, köpeklerin çektiği kızağı
-----sürüyorum buzun üzerinde,
Işıldıyor kuzey şafağı
-----konserve kutularıyla posta paketlerinde.
Bering boğazını geçiyorum.
Yahut işte bozkırda gölgesinde ağır bulutların
asker mektubu dağıtıp ayran içiyorum.
Yahut da büyük şehrin uğultulu asfaltındayım,
çantamda yazıları yalnız müjdelerin
-----yalnız umutların.
Yahut çölde, yıldızların altındayım.
Bir küçük kız ateşler içinde hasta.
Kapı çalınıyor gece yarısı:
-Posta.!
Küçük kızın gözleri açıldı mavi mavi.
Babası yarın akşam dönüyor hapislikten.
O karda kıyamette bendim bulan o evi,
komşu kıza bendim telgırafı getiren.
Çocukken postacı olmak isterdim.
Oysaki, Türkiye'mde postacılık zor sanattır.
Telgıraflarda envayi türlü acı
-----mektuplarda satır satır keder taşır
------o güzelim memlekette postacı.
Çocukken postacı olmak isterdim.
Muradıma, Macaristan'da erdim, ellisinde.
Çantamda bahar,
Çantamda Tuna'nın pırıltısıyla
-----kuş cıvıltısıyla,
taze çimen kokusuyla dolu mektuplar.
Moskova'ya Budapeşte'den,
-----çocukların çocuklara mektupları.
Çantamda cennet..
Bir zarfın üzeri:
"Memet,
Nâzım Hikmet'in oğlu,
-----Türkiye"
----------diye yazılı.
Moskova'da mektupları birer birer
kendim dağıtırım adreslerine.
Yalnız Memed'in mektubunu götüremem yerine.
hattâ yollayamam.
Nâzım'ın oğlu,
haramiler kesmiş yolu,
-----mektubunu vermezler.
*
Mayıs, 1954 (Sayfa: 42-43)
*
Benim Oğlan Fotoğraflarda Büyüyor


İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
gitmez gözümden hayali Haliç'e inen yolun,
iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış
-----evlât hasretiyle hasreti İstanbulun.
*
Ayrılık dayanılır gibi değil mi.?
Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz.?
Elâleme haset mi ediyoruz.?
Elâlemin babası İstanbul'da hapiste,
elâlemin oğlunu asmak istiyorlar
-----yol ortasında
-----güpegündüz.
*
Bense burda rüzgâr gibi
-----bir halk türküsü gibi hürüm,
sen ordasın yavrum,
ama asılamıyacak kadar küçüksün henüz.
Elâlemin oğlu katil olmasın,
elâlemin babası ölmesin,
eve ekmekle uçurtma getirsin diye,
-----orda onlar aldı göze ipi.
*
İnsanlar,
iyi insanlar,
seslenin dünyanın dört köşesinden
dur deyin,
-----cellât geçirmesin ipi.
*
1954 (Sayfa: 55)
*
GERİLEYEN TÜRKİYE YAHUT ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER


Nev York Tayms gazetesi 29 Aralık 1954 tarihli sayısında "Türkiye Geriliyor" başlıklı bir başyazı yayımladı. Bu başyazıda şöyle satırlar var: "O - Adnan Menderes - Basın hürriyetini yok ediyor... Basında kendisini tenkit edenleri hapse atıyor... Siyasi muhalefeti eziyor... Menderes işçilere grev hakkını tanıyacağını vaad etmişti... Halbuki en kısa grevler için işçileri takip ediyor..."
*
Ben, Nâzım Hikmet, Nev York Tayms gazetesinin satırları arasında kalan yazıları da okudum. Bu satırların arasındaki satırları aynen aşağıya geçiriyorum.
*
GERİLEYEN TÜRKİYE YAHUT
ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER
*
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
İlle de asıp kesmek geliyorsa içinden
Ezmekte devâm et Barışçılar'ı, ama sen
Meselâ Yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe (1)
İhtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye,
Git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür,
O, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür.
*
O, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran, (2)
O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman,
Moskova'yı atomlayalım diyen insancı...
Kendine acımazsan bize bir parça acı.
A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez,
Böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez...
Şu muhalefetle de alıp veremediğin ne.?
Niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne.?
Kore'ye asker gönderdin de "Hayır" mı dedi.?
"Kan aktı hesabı sorulmalıdır.!" mı dedi.?
Orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı.?
"Olmaz olsun" mu dedi Amerikan yardımı.?
Feryat mı etti "İstiklâl elden gitti" diye.?
Zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye:
"Başvekil merasimsiz karşılanmalı" diyor. (3)
Bir de bazan coşarak "Hayat pahalı" diyor.
Bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek
Türkün Batılı dostlarını pek üzüyor pek. (4)
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
*
Hani, her işte bizden örnek alacaktın ya.?
Hürriyet nizamına sâdık kalacaktın ya.?
Vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını.
O hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı.
Elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver.
Ama ufak tefek grevlerde anlayış göster.
Sendika liderlerinizin birçoğu zaten
bizde olduğu gibi emir alır polisten.
Niye telaşlanıp kaybedersin vekarını.?
Hem de kırarsın liderlerin itibarını.?
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes,
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
*
Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar,
Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var,
öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç,
bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç...
*
1955
*
(1) Adnan Menderes tevkif ettiği gazeteciler arasında Hüseyin Cahit Yalçın'ı da hapise attı.
(2) 1945 yılında Tan gazetesi başta olmak üzere birçok gazete, dergi matbaası yıkılıp yağma edilmiş, meydanlarda kitaplar yakılmıştı. Bu faşist sürülerine "İleri" emrini Yalçın vermişti.
(3) Burjuva muhalefet gazeteleri ve partileri, Adnan Menderes'e İstanbul'a filân gelip gidişlerinde merasim yapılmasına itiraz ediyorlar.
(4) Nev-York Tayms yazısını şöyle bitiriyor: "Bu durum Türkiye'nin Batıdaki dostlarını kederlendirmektedir." (Sayfa: 64-66)
*
GÖZLERİN
*
Gözlerin gözlerin gözlerin,
ister hapisaneme, ister hastaneme gel,
gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
Antalya tarafında ekinler seher vakti.
*
Gözlerin gözlerin gözlerin,
kaç defa karşımda ağladılar
-----çırılçıplak kaldı gözlerin
altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.
*
Gözlerin gözlerin gözlerin,
gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
sevinçli bahtiyar
-----alabildiğine akıllı ve mükemmel
dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.
*
Gözlerin gözlerin gözlerin,
sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
ve her mevsim ve her saat İstanbul.
*
Gözlerin gözlerin gözlerin,
gün gelecek gülüm, gün gelecek,
kardeş insanlar birbirine
senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
-----senin gözlerinle bakacaklar.
*
1956 (Sayfa: 68)
*
Karlı Kayın Ormanında


Karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin.?
*
Ayışığı renginde kar,
keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır.?
*
Memleket mi, yıldızlar mı,
gençliğim mi daha uzak.?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak.
*
Ben ordan geçerken biri:
"Amca, dese, gir içeri."
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.
*
Eski takvim hesabıyle
bu sabah başladı bahar.
Geri geldi Memed'ime
yolladığım oyuncaklar.
*
Kurulmamış zembereği
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi leğende
beyaz kotrasını Memet.
*
Kar tertemiz, kar kabarık,
yürüyorum yumuşacık.
Dün gece on bir buçukta
ölmüş Berut, tanışırdık.
*
Bende boz bir halısı var
bir de kitabı, imzalı.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yıl yaşar halı.
*
Yedi tepeli şehrimde
bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
ne de düşünmek ölümü.
*
En acayip gücümüzdür,
kahramanlıktır yaşamak:
Öleceğimizi bilip
öleceğimizi mutlak.
*
Memleket mi, daha uzak,
gençliğim mi, yıldızlar mı.?
Bayramoğlu, Bayramoğlu,
ölümden öte köy var mı.?
*
Geceleyin, karlı kayın
ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
gündüz gibi görüyorum.
*
Şimdi şurdan saptım mıydı,
şose, tirenyolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
pırıl pırıldır Moskova...
*
14 Mart 1956,
Moskova, Peredelkino (Sayfa: 69-71)
*
İSTANBUL'DAN MEKTUP



Canım,
uzandığım yerden yazıyorum,
yorgunum pek,
aynada yüzümü gördüm, âdeta yeşil.
Havalar soğuk, yaz gelmeyecek.
Haftada otuz liralık odun lâzım,
-----başa çıkılır gibi değil.
Demin, sofada iş görürken,
battaniyemi aldım sırtıma.
Camlar çerçeveler kırık,
kapılar kapanmıyor,
burda barınmamız imkânsız artık,
-----taşınmalı,
ev yıkılacak üstümüze.
Kiralarsa pahalımı pahalı.
Sana bunları ne diye anlatırım.?
Üzüleceksin.
Derdimi kime dökeyim.?
Kusura bakma.
*
Isınsa, iyice ısınsa ortalık ama,
-----hele geceler.
Bıktım usandım üşümekten.
Rüyalarımda Afrika'ya gidiyorum.
Cezayir'deydim bir sefer.
Sıcaktı.
Alanımı bir kurşun deldi.
Bütün kanım aktı,
-----ama ölmedim.
*
Bana bir hal geldi,
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
- halbuki biliyorsun
-----henüz kırkıma basmadım -
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
söylüyorum da,
söyleyince de kızıyorlar,
-----konferans dinliyorum herkesten.
Her neyse bu bahsi kapat.
*
Filme alınmış Çehof'un ''Ağustosböceği''.
Paris'te de göstermişler. Beğenilmiş.
O zavallı hoppa kadında mı bütün kabahat.?
Ben doktoru hem severim,
-----hem de affetmem eşeği.
Eninde sonunda kim daha bedbaht.?
-----Kim kimin yüzünden.?
*
Paraguvay halk türkülerini çaldı radyo.
Bunlar, dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış,
acı da, umutlu da.
Bayıldım Paraguay türkülerine.
*
Adviye'den mektup aldım,
beni çok göresi gelmiş,
beni hiç unutmuyormuş..
Şaştım da kaldım.
Yıllardır, sen memleketten kaçıp gittin gideli,
ne kapımı çaldı,
-----ne bir haber yolladı hattâ,
hattâ sokakta karşılaştık,
bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
En yakın arkadaştık.
Ama, arkadaşlık ağaca benzer
kurudu mu
-----yeşermez artık.
Ben cevap yazmadım.
Neye yarar.?
Evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok.
Düşmanlığım da yok elbet.
Otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş.
Hastalıklı bir şeymiş adam,
-----manyağın biri.
Halbuki Adviye ne canlı kadındır.
*
Gidip baktım oğlumuza,
Pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
Yorganı açılmış. Örttüm.
*
Bir kara haber de verdi bu akşam radyo:
Iren Jolio Küri ölmüş.
Daha gençti.
*
Yıllar var
bir kitap okudumdu
ölenin anası üstüne yazılmış.
Bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder,
- satırlar gözümün önüne geldi -
sarışın iki Yunan heykeli gibi, der.
İşte bu çocuklardan biri öldü.
*
Bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ölen
O sarışın kız çocuğu da.
Bu ölüm bana çok dokundu.
İren Jolio Kuri için
-----ağladım bu akşam.
Ne tuhaf,
---İren deselerdi, İren
-----öldüğün zaman,
-------deselerdi,
İstanbullu bir kadın
hem de hiç tanımadığın,
ağlayacak arkandan,
-----deselerdi,
------şaşardı.
Kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
başsağlığı dilesem
-----diye düşündüm.
Adresini bilmiyorum ama.
Paris, Frederik Jolio Küri, desem,
-----gider miydi.?
*
Bir de Fransız yazarı öldü.
gazetede okudum.
Adını bile duymamışsındır.
Çok ihtiyardı zaten,
üstelik de egoist,
-----sinik,
------cenabet herifin biri.
Her şeyle alay etmiş ömrü boyunca.
hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş,
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
Mülakat vermiş ölmeden bir kaç gün önce,
ölümü alaya alıyor aklınca,
ama belli dehşetli de korkuyor.
Resmi de var,
büyük annemizi erkek yap,
tepesine bir takke koy,
-----işte herif.
Korkunç bir yalnızlık içinde
-----sıska bir ihtiyar.
Ona da acıdım
Belki büyük annemize benzediğinden,
-----belki de yalnızlığına.
Acıdım,
ama aynı acıma değil elbet,
acıyorsun İren Küri'ye,
çocuklarını düşünüyorsun, kocasını,
ama daha çok dünyaya acıyorsun,
-----büyük bir insan öldü diye.
*
Sana bir müjdem var:
okumayı öğreniyor tembel oğlun,
epeyi söktü kerata:
tut, koş, kitap, kalem, çanta...
*
Mükemmel değil mi.?
Her harfi bir şeye benzetiyor:
A bir evmiş,
-----B göbekli bir adam,
-------T bir keser.
Ödüm kopuyor tembel olacak diye.
*
Hep ona iş yaptırmak istiyorum.
Kız olsaydı kolaydı.
Kadınların her yaşta her iş gelir elinden.
Ama beş yaşında bir oğlan,
-----ne becerebilir.?
Ah bir ısınsa havalar...
Isınacak.
Uzadıkça uzadı mektubum.
Kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver.,
beni unutma.
Bana hemen cevap ver.
Akıllıdır Münevver,
nasıl olsa, ne yapıp eder,
falan filân diye kendini avutma.
Sensiz perişanım.
Beni unutma.
Kendine iyi bak.
Gözlerinden öperim canım.
Güzel geceler.
Kendine iyi bak.
Bana hemen cevap ver,
Dertlerimi aklında tutma,
-----unut,
--------Beni unutma...
*
1956 (Sayfa: 77-82)
*
İSTİKLÂL:
*
''İstiklâl sevgilimiz gibidir
---aldattın mı bir kere
-----zor döner bir daha.''
*
1956 Kasım (Sayfa: 93)
*
SOFYA'DAN:
*
''Sofya şehri, büyük mü.?
Şehirler, gülüm, caddeleriyle değil,
anıtını diktiği şairleriyle büyük oluyor,
-----Sofya büyük bir şehir..''
*
Ceviz Ağacı
*
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
*
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
*
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
*
1 Temmuz [1957], Balçik (Sayfa: 126)
*
Son Otobüs
*
Gece yarısı. Son otobüs.
Biletçi kesti bileti.
Beni ne bir kara haber bekliyor evde,
-----ne rakı ziyafeti.
Beni ayrılık bekliyor.
Yürüyorum ayrılığa korkusuz
-----ve kedersiz.
*
İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
-----seyredebiliyorum artık.
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
-----elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından
-----baltalayarak
---ne de kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
-----çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
-----ne böylesine hür.
*
İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telaşsız, rahat
-----seyredebiliyorum artık.
Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,
karşıma çıkıveriyor geçmişten
---bir söz
---bir konu
---bir el işareti.
*
Söz dostça
---koku güzel,
-----el eden sevgilim.
Kederlendirmiyor artık beni hâtıraların dâveti.
Hâtıralardan şikâyetçi değilim.
Hiçbir şeyden şikâyetim yok zaten,
yüreğimin durup dinlenmeden
---kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.
*
İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Artık ne kibri nâzırın, ne kâtibin şakşağı.
Tas tas ışık döküyorum başımdan aşağı,
güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.
Ve belki, ne yazık,
-----hattâ en güzel yalan
------beni kandıramıyor artık.
Artık söz sarhoş edemiyor beni,
ne başkasının ki, nede kendiminki.
*
İşte böyle gülüm,
iyice yaklaştı bana ölüm.
Dünya, her zamankinden güzel, dünya.
Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,
---başladım soyunmağa.
Bir tiren penceresiydim,
---bir istasyonum şimdi.
Evin içerisiydim,
---şimdi kapısıyım kilitsiz.
Bir kat daha seviyorum konukları.
Ve sıcak her zamankisinden sarı,
---kar her zamankinden temiz.
*
Pırağ, 21 Temmuz 957 (Sayfa: 127-128)
*
GÜNLER
*
Geçip gitmiş günler gelin
rakı için sarhoş olun
ıslıkla bir şeyler çalın
geberiyorum kederden.
*
İlerdeki güzel günler
beni görmeyecek onlar
bari selâm yollasınlar
geberiyorum kederden.
*
Başladığım bugünkü gün
yarıda kalabilirsin,
geceye varmadan yahut
çok büyük olabilirsin.
*
6 Şubat 1958, Varşova (Sayfa: 135)
*
SEBASTİAN BAH'IN
1 NUMARALI DOMİNÖR KONÇERTOSU:
*
''Tekrardaki mucize gülüm,
tekrarın tekrarsızlığı..''
*
23 Şubat 1958, Varşova (Sayfa: 139)
*
İSVİÇRE'DEN GEÇERKEN:
*
''Niye böyle şeyler yazdım İsviçre için.?
Belki kıskandığımdan
---kanlı çölün ortasındaki küçük bahçeyi.
*
Çiçekleri küçük bahçenin
---çiçekleri biraz da,
---çölde akan kanımızla sulanmadı mı,
-----sulanmıyor mu.?
*
Ve rahat karlı gecelerinde İsviçre'nin
-----yıldızları biraz da
gözyaşımızla yıkanıp yanmıyor mu.?''
*
7 Mayıs 1958 İsviçre toprakları (Sayfa: 154)
*
ABİDİN DİNO'NUN ''YÜRÜYÜŞ'' ADLI BİR TABLOSU ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR


Bu adamlar, Dino,
ellerinde ışık parçaları,
bu karanlıkta, Dino,
bu adamlar nereye gider.?
Sen de, ben de, Dino,
onların arasındayız,
biz de, biz de, Dino,
gördük açık maviyi.
*
Paris 13 Mayıs 958 (Sayfa: 156)
*
AVNİ'NİN ATLARI


Bu atlar Avni'nin atları
Kuvâyi Milliye atları
kara yamçı altında ak sağrı dolgun
titrer burun kanatları,
bu atlar Avni'nin atları.
*
Kuvâyi Milliye gelecek yine,
şahin atlar aşarak yeli
çiğneyecek gâvuru da, Anzavur'u da.
Kuvâyi Milliye gelecek yine
hem bu sefer ay yıldızlı bayrağı da [...]
*
Bu atlar Avni'nin atları
Kuvâyi Milliye atları
titrer burun kanatları.
*
Bana Avni'nin atlarına
binmek nasip olmasa gerek
ama Memet binecek,
gelecek düşmanla topuz topuza.!
Gülüm, Kuvâyi Milliye atları
gözüm, Kuvâyi Milliye atları,
memleketi satanları bağlasınlar,
-----kuyruğunuza...
*
1 Haziran 958, Çekoslovakya (Sayfa: 168)
*

AVNİ ARBAŞ
*
Arbaş 1919’da İstanbul’da doğdu. Babası Kuvayi Milliye subaylarından Mehmet Nuri Bey, aynı zamanda amatör bir ressamdı. Arbaş’ın resimle tanıştığı yer , evlerinin atölye haline getirilen odası oldu. Galatasaray Lisesi’nde okurken Güzel Sanatlar Akademisi’ni keşfetti ve okulun orta bölümüne kaydoldu. Oda çoğu çağdaşı gibi Leopold Levy’nin öğrencileri arasında yer aldı. O yıllarda akademiyi bitirenlerin karşısına iki yol çıkıyordu: ya askerlik, ya resim öğretmenliği... İkisinde de gönlü olmayan Arbaş, bu yüzden dokuz yıla kadar uzattı öğrenim sürecini.
Dönem arkadaşları Nuri İyem, Kemal Sönmezler ve Selim Turan’la birlikte Yeniler Grubu’nu kurdular. Balıkçıların yaşamlarını konu alan ilk sergileri ’’Limon’’ bir süre ’’Limon Grubu’’ adıyla da anılmalarına neden oldu. 1942’de CHP’nin düzenlediği ’’Ressamlarla Yurt Gezileri’’ ne katılarak Anadolu gerçeğini gördü, resimlerinin düşünsel temelini pekiştirmesini sağladı.
Akademiden sonra Paris yolu göründü. Böylece kendi resmini yapma sevdalısı olan Avni Arbaş için hiç de kolay olmayan 30 yıllık bir süreç başladı. Bu uğurda vatandaşlıktan çıkarılmayı, hatta kızını 20 yıl görmemeyi bile göze almıştı. . Aynı dönemde Paris’te çalışmalarını sürdüren ressamlarımız Fikret Mualla, Abidin Dino, Nejad Devrim ve Mübin Orhan ile birlikte ’’Paris Okulu’’ sanatçıları arasında anılır.
*
Arbaş 1977’de Türkiye’ye döndü. Bir söyleşisinde şöyle diyordu:
*
’’Benim işim konuşmak değil resim yapmaktır.’’
*
Resimlerinden de somut olarak anlarız bunu.
1970 ve 80’lerde ağırlıklı olarak ’’Mustafa Kemal’’ ve ’’Atlar-atlılar’’ serileri üzerinde çalışır. Dönemin politik sürecine göre bir baş kaldırıdır bu. Pek çok ressam Atatürk portresi ya da Kurtuluş Savaşı sahneleri betimlemiştir. Ancak Avni Arbaş’ın bu konuları ele alışı görsel olarak çok farklıdır; her şeyden önce yalındır. Şahlanmış atının üzerindeki heybetli Mustafa Kemal’i bulamazsınız onun resimlerinde. Yüzünü bile seçmek zordur. Onun Mustafa Kemal’i cephededir. ’’İnsan’’dır. Portrenin silikliği her neferin Mustafa Kemal oluşunu simgeler. Görebileceğiniz en güzel bayraklarda buradadır. ’’Bayrak bayraktır işte’’ diyeceksiniz; ’’değilmiş meğer’’ diyeceğiz bizde.!
*
Tuvale boya sürerek değil, adeta yaklaştırarak çalışmıştır. Tuvalin dokusu okunur, her şeyde olduğu gibi tekniğini de sadelik üzerine kurmuştur Arbaş. Böyle olduğuna şaşmamalı , o hem bir Cumhuriyet hem de bir Kuvayi Milliye subayı çocuğuydu. Atlara tutkundu ama ille Kuvayi Milliye atlarına.! Bazen sıradan atlar, atlıları da sıradan atlılardı, bazen de Kuvayi Milliye atları ve atlıları... Anadolu bozkırlarında yol alırken o güzelim bayrağı da taşırlar. Bazen kırmızı bir leke olan bayrak, bazen ay yıldızla birlikte dalgalanır resmin merkezinde.
*
Nazım şöyle diyor onlar için:
*
Bu atlar Avni’nin atları,
Kuvayi Milliye atları
Kara yamçı altında ak sağrı dolgun
Titrer burun kanatları
Bu atlar Avni’nin atları.
*
*
Derya Arbaş'ın dedesiymiş Avni Arbaş. Bu da işin paparazisi. :))))
*
ORASI
*
Sayın halkları bütün ırkların,
Endonezyalısı, Almanı, Eskimosu,
Sudanlısı, Çinlisi, Türkü, Ermenisi,
Yahudisi, Arabı, Lehlisi, Rusu,
Meksikalısı, Norveçlisi, Kırgızı,
Abhazyalısı, Hintlisi, Kürdü, Fıransızı,
Farsı, Liberyalısı, İngilizi,
Amerikalısı: ak, kara, kırmızı,
tükenir mi saymakla
---ve adını duymadıklarım,
----hepinizi, hepinizi
--yerlere kadar eğilerek selâmlarım.
Saygıyla, şefkatle, bahtiyar, severim sizi.
Ne birbirinizden üstün
---ne birbirinizden aşağı,
gönlümün tahtında yan yana oturursunuz.
*
Ve bütün yurtlar,
dağlı, ovalı, ormanlı, karlı,
güneşli, dumanlı, rüzgârlı,
denizli, denizsiz,
çadırları yahut şehirleriyle ünlü,
kızları yahut ihtiyarları güzel,
çeliği yahut şarabıyla dillere destan,
hepiniz, hepiniz
tek dalda tek şeftalimsiniz.
Saygıyla, şefkatle, bahtiyar severim sizi.
*
Sayın halkları bütün ırkların
ve bütün yurtlar
bir de yurtlarımın yurdu var bu dünyada.
Ne Türkiye, ne Rusya,
Ne Japonya, ne Polenez Adaları, ne Azerbaycan,
orası ilk yeşeren umudum
orası ilk şafak vaktim.
Oranın pasaportunu taşıyorum
kâattan değil,
vizesi yüreğime yazılı
---damgası vurulu yüreğime.
Orası hem gözüm
---hem gözümün üstündeki kaş.
Oralı ilk yeni adamı yüzyılımın,
bütün yurttaşlarımın yurttaşı Lenin Yoldaş.
*
958 Mart - Haziran
Varşova - Berlin (Sayfa: 172)
*
BEN SEN O


O, yalnız ağaran tanyerini görüyor,
ben, geceyi de.
Sen yalnız geceyi görüyorsun,
ben ağaran tanyerini de...
*
30 Ağustos 958 / [Ekim 1958] (Sayfa: 174)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...