9 Eylül 2020 Çarşamba

Hermann Hesse - Ağaçlar


Hermann Hesse - Ağaçlar
Ağaçlar hep en etkileyici vaizler olmuştur benim için. Ormanlar ve korularda halklar ve aileler halinde yaşayan ağaçlara hayranım ben. Tek başına duran ağaçlara daha da hayranım. Yalnız insanlar gibidir onlar. Şu ya da bu zaaftan ötürü sıvışıp giden münzeviler gibi değil, yalnızlaşmış büyük insanlar gibi, Beethoven ve Nietzsche gibidirler. Tepelerinde uğuldar dünya, kökleri sonsuzluğa uzanır ama sonsuzlukta kaybolup gitmez, var güçleriyle tek bir şey için, onlara özgü, onlara içkin yasayı yerine getirmek, büyüyüp serpilmek, varlıklarını ortaya koymak için çabalarlar. Hiçbir şey daha kutsal, hiçbir şey daha mükemmel değildir, güzel, güçlü bir ağaçtan.
Bir ağaç kesildiğinde ve çıplak, ölümcül yarasını güneşe gösterdiğinde, gövdesinden geriye kalan o ak kütüğünden, o mezar taşından tüm tarihi okunabilir: Yaş halkaları ve yumrularında birebir yazılıdır tüm mücadeleler, tüm acılar, tüm hastalıklar, tüm mutluluk ve serpilişler, kurak yıllar, bereketli yıllar, savuşturulmuş saldırılar, atlatılmış fırtınalar. Ve her köylü çocuğu bilir en sık yaş halkalarının en sert, en iyi odunda olduğunu, dağların tepelerinde, her daim tehlike altında en yok edilemez, en güçlü, en mükemmel ağaçların büyüdüğünü.
Tapınaktır ağaçlar. Onlarla konuşmayı, onları dinlemeyi bilen hakikati öğrenir. Öğretiler ve reçeteler vaaz etmez onlar, münferit şeylere aldırmadan hayatın kadim yasasını söylerler.
Ağaç der ki: Bir cevher, bir kıvılcım, bir düşünce gizlidir içimde, ebedi hayatın canıyım ben. Eşsizdir ebedi ananın bendeki bu cesur çabası ve eseri, eşsizdir endamım, tenimdeki damarlar, eşsizdir tepemdeki yaprakların en küçük oyunu ve kabuğumdaki en ufak yara izi. Bana özgü eşsizlikte ebediyeti şekillendirmek ve göstermektir görevim.
Ağaç der ki: Gücüm güvenden gelir. Atalarımı hiç bilmem, her yıl benden doğan binlerce evladımı bilmem. Tanrı'nın içimde olmasına güvenirim. Uğraşımın kutsallığına güvenirim. Ben bu güvenle yaşarım.
Üzgün olduğumuzda ve hayata katlanamadığımızda bir ağaç şöyle konuşabilir bizimle: Sus.! Bak bana.! Yaşamak kolay değil, yaşamak zor değil. Bunlar çocuksu düşünceler. Bırak konuşsun içindeki Tanrı, o zaman susacaklar. Yolun seni anandan ve yurdundan uzaklaştırdığı için endişelisin. Ama attığın her adım, her yeni gün seni anana yaklaştırır. Orası ya da şurası değildir yurdun. Yurt ya içindedir ya da hiçbir yerde.
Yollara düşme özlemiyle kederlenir yüreğim, akşamları rüzgârda uğuldayan ağaçları duyduğumda. Sessizce, uzun uzun dinlerseniz, bu özlemin esası da anlamı da çıkar ortaya. Sanıldığı gibi acıdan kaçıp gitme arzusu değildir bu. Yurda, ananın belleğine, hayatın yeni kıssalarına duyulan özlemdir. Eve götürür insanı. Her yol eve götürür, her adım doğumdur, her adım ölümdür, her mezar anadır.
Böyle uğuldar ağaç, çocuksu düşüncelerimizden ürktüğümüz akşam vakitlerinde. Ağaçların düşünceleri uludur, uzun soluklu ve sakin, ömürlerinin de bizimkinden daha uzun olması gibi. Onları dinlemediğimiz sürece bizden daha bilgedir ağaçlar. Ama onlara kulak vermeyi öğrendiğimizde, düşüncelerimizin tam da o uçuculuğu, o çocuksu telaşı benzersiz bir coşku kazanır. Ağaçları dinlemeyi öğrenen, ağaç olmayı arzulamaz artık. Kendisi dışında başka bir şey olmayı arzulamaz. Yurt budur. Mutluluk budur. (Sayfa: 11-12)
*
Hep bir sağa bir sola
Salınır çiçekli dal rüzgârda,
Hep bir aşağı bir yukarı
Salınır yüreğim çocuk gibi
Arasında aydınlık, karanlık günlerin
Arasında istemenin, vazgeçişin.
*
Ta ki çiçekler uçuşuncaya
Dal meyveyle doluncaya
Ta ki usanıp yüreğim çocukluktan
Huzura erip sonunda
İtiraf edinceye kadar: Zevkliydi, boşuna değildi
Hayatın o huzursuz oyunu. (Sayfa: 24)
''..baktığım her şey güzel ve canlıydı, düşüncelerimde ve düşlerimde, hiç de dindarca olmasalar da, melekler, mucizeler ve masallar kol kola gezerdi.'' (Sayfa: 27)
''Ah, ağaçlara da güven olmuyordu işte, onları da kaybedebiliyordunuz, ellerinizin altında ölüveriyorlardı, gün geliyor, sizi yarı yolda bırakıp o devasa karanlığın içinde kaybolup gidiyorlardı.!'' (Sayfa: 37)
*
''Elveda sevgili şeftali ağacım.! Hiç değilse, seninki düzgün, doğal ve onurlu bir ölüm, ki bu yüzden şanslı addediyorum seni, artık dermanın kalmayana kadar, büyük düşman kollarını burkup koparana kadar direndin ve dayandın. Sonunda pes etmek zorunda kaldın, düştün ve kökünden koparıldın. Ama savaş uçaklarından atılan bombalarla parçalanmadın, şeytani asitlerle yakılmadın, milyonlarca insan gibi sürülmedin yurdundan, kanlı köklerinle üstünkörü dikildiğin yerden bir kez daha koparılıp yurtsuz bırakılmadın, çöküşü ve yıkımı, savaşı ve etrafındaki rezaleti yaşamak ve sefilce ölüp gitmek zorunda kalmadın. Senin gibilere yakışan, sana layık bir yazgın oldu. O yüzden şanslı addediyorum seni; bizden daha iyi, daha güzel yaşlandın ve ömrümüzün sonunda yozlaşmış bir dünyanın zehri ve sefaletiyle boğuşan, etrafımızı kemiren ahlaksızlığa rağmen bir nebze temiz hava solumak için mücadele eden bizlerden daha onurlu öldün.'' (Sayfa: 37-38)
''Yüzünde maske taşıyan değişken insanın, doğada büyüyen her varlığa ciddiyetle bakmaya başladığı anda ürkmesi kaçınılmazdır.'' (Sayfa: 42)
''Ötmeye devam et guguk kardeş, en sevdiğim hayvanlardansın sen. Ben de yırtıcı hayvanlardanım ama tüm hayvanlarla aram iyidir, hepsiyle anlaşırım, çok hayvan tanırım, ürkek olanlarla, pek bilinmeyenlerle de eğlenirim, küçük, korkak ama yine de küstah yayla tilkisi* bile gözümden kaçmamıştır.''
*
(Hochland (Yayla) dergisinin editörü olan ve bir dönem Hesse'yi şiddetle eleştiren Friedrich Fuchs (1890-1948) ima ediliyor.) (Sayfa: 45)
***
''Her gün yanımızdan geçip gidiyor dünyanın bereketi; her gün açıyor çiçekler, parlıyor ışık, gülüyor sevinç. Bazen minnettarlıkla doyasıya içiyoruz bu bereketi, bazen de bıkıp hırçınlaşıyor, adını bile anmak istemiyoruz, oysa etrafımızda her daim bir dolu güzellik var. Zaten sevincin en güzel tarafı, tesadüfi ve bedava olmasıdır; özgürdür sevinç ve Tanrı'nın armağanıdır herkese, ıhlamur çiçeğinin esip gelen kokusu gibi.'' (Sayfa: 53)
''..ben iyimserleri daha tehlikeli bulurum, zira o aşırı memnuniyeti, o gevrek gülüşleri ne zaman görsem, 1914 yılını, halkların o dönemde güya sağlıklı bir iyimserlikle her şeyi harika ve müthiş bulduğunu, savaşların aslında çok tehlikeli, şiddet dolu girişimler olduğu ve sonunun kötü de bitebileceği uyarısında bulunan her kötümseri kurşuna dizmekle tehdit ettiklerini hatırlarım. Evet, kötümserler kısmen alaya alındı, kısmen de kurşuna dizildi, iyimserler ise o büyük dönemi yüceltip göklere çıkardı, yıllarca coşup zafer kazandılar; sonunda coşmaktan ve zafer kazanmaktan mahvolarak aniden büyük yıkıma uğrayan iyimserler ve halklar, bir zamanların kötümserleri tarafından teselli edilmek ve yeniden hayata tutunmak için cesaretlendirilmek zorunda kaldılar.'' (Sayfa: 67)
*
Ağır ağır söylüyor şarkısını karanlık ağaçlarda yağmur,
Esiyor ormanın üzerinde ürkünç bir kahverengi.
Dostlar, yaklaştı sonbahar, ormanda pusuya yattı bile pürdikkat;
Tarla da boş boş bakar, geleni gideni sadece kuşlar.
Ama güneydeki yamaçta olgunlaşıp göverir çubuğunda asma,
Ateş ve gizli bir teselli saklıdır kutsal kucağında.
Şimdi henüz kanlı canlı, yeşil yeşil hışırdayan ne varsa
Çok yakında solup gidecek üşüyerek, ölecek siste ve karda;
Kanı tutuşturan şarap sadece ve sofradaki gülen elma
Yazdan, güneşli günlerden kalma bir parıltıyla alevlenecek.
Anlam da böyle olgunlaşır bizde ve kararsız kışta tadın siz de,
Isıtan ateşine müteşekkir, hatıraların şarabından,
Ve akıp gitmiş günlerden çırpınıp gelen şölenler, sevinçler,
Salar suskun danslarla mutlu gölgeleri yüreğe. (Sayfa: 75)
***
''..kendini doğanın akıldışı, girift, tuhaf biçimlerine vermek, benliğimizin bu varlıkları yaratan iradeyle uyum içinde olduğu duygusunu uyandırır bizde; bir süre sonra onları kendi fikirlerimiz, kendi eserlerimiz gibi görme hevesine kapılırız; bizimle doğa arasında sınırın muğlaklaşıp ortadan kalktığını görür, retinamızdaki imgelerin dışsal izlenimlerden mi yoksa içsel izlenimlerden mi kaynaklandığını bilemediğimiz bir ruh haline gireriz. Ne kadar da yaratıcı olduğumuzu, dünyanın mütemadiyen yaratılmasına ruhumuzun da daima katkıda bulunduğunu keşfetmenin bundan daha basit, daha kolay bir yolu yoktur.'' (Sayfa: 77)
''Bahçenin rayihası yoktu, orman çağırmıyordu, etrafımdaki dünya eski püskü şeylerin ortalığa saçıldığı bir yer gibiydi, tatsız tuzsuz, cazibesizdi, kitaplar kâğıttı, müzik bir gürültü. Sonbahardaki ağacın yaprakları da böyle dökülür işte, ağaç hissetmez bunu, yağmur süzülürken gövdesinden ya da güneş ya da ayaz, içindeki hayat yavaş yavaş büzülüp kendi içine çekilir. Ölmez ağaç. Bekler.'' (Sayfa: 78)
*
Nasıl da iğdiş etmişler ağaç seni,
Nasıl da tuhaf duruşun, nasıl garip.!
Nasıl da çekmişsin binbir çile,
Kalana kadar içinde safi inat ve irade.!
Ben de senin gibiyim, küsmedim
Şu iğdiş edilmiş, çileli hayatıma
Günbegün çektiğim eziyetin içinden,
Çeviririm alnımı ışığa.
Latif ve narin ne vardıysa içimde,
Hoyratça kırdı geçirdi dünya,
Memnunum, barışığım yine de,
Sabırla yeni yapraklar veririm
Yüzlerce kez kırılmış dallarımdan
Ve tüm acılara rağmen hâlâ
Âşığım ben bu divane dünyaya. (Sayfa: 80)
*
Her çiçek meyve olmak ister,
Her sabahın arzusu akşamdır;
Her şey fanidir bu dünyada,
Değişimden, kaçıştan başka.
*
En güzel yaz bile ister
Hissetmeyi sonbaharı ve solduğunu.
Sessizce dur, yaprak, sabırla dur,
Kaçırmak isterse rüzgâr seni.
*
Oyna oyunlarını, savunma kendini,
Bırak olsun ne olacaksa.
Bırak, seni kıran rüzgârın esintisi,
Uçursun seni yuvana. (Sayfa: 90)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...