1 Ocak 2021 Cuma

Binbir Gece Masalları Cilt 1/1, Fransızcaya Çeviren: Joseph Charles Mardrus, Fransızcadan Çeviren: Âlim Şerif Onaran


 Orhan Pamuk:
*
''Binbir Gece Masalları Doğu edebiyatının bir harikasıdır. Ama onu bizlere, kendi geleneksel edebiyatlarından, İran ve Hint kültüründen öğrendiklerinden kopmuş ve Batı edebiyatının sarsıcı etkisi altına girmiş olan bizlere yeniden öğreten Batılılar olmuştur. (..) Galland'ın çevirisinden, o sırada ve sonraki yüzyılda Batı edebiyatını yapan en büyük yazarlar verimli bir şekilde etkilendiler. Stendhal, Coleridge, De Quincey ve Edgar Allan Poe'nun eserlerinde Binbir gece masallarının rüzgârı eser. Bütün kitabı okumaya giriştiğimizde bu etkilerin aslında sınırlı olduğunu da hissederiz. ''Doğu'nun gizemli yanı'' diyebileceğimiz bir şey; harikalar, tuhaflıklar, doğaüstü olaylar, korkutucu kimi sahneler ve bu malzemeyle yapılmış bazı hikâyeler.. Ama Binbir Gece Masalları yalnız bunlar değildir.'' (Sayfa: 12)
*
''..bu üçüncü okuyuşumda, Binbir Gece Masalları'nda daha edebi olan, yüzlerce yıldır eskimeyen mantık oyunlarına, kılık kıyafet değiştirme, bir başkasının yerine geçme, saklanma gizlenme ayrıntılarına dikkat edip zevk aldım. Harun Reşid'in kılık değiştirip kendi benzerini, sahte Harun Reşid'i bir gece gizlice dikizlediği son derece çarpıcı bir hikâyeyi kendi romanım Kara Kitap'ta 1940'ların İstanbul'unun siyah beyaz filmlerden çıkma havasıyla birleştirdim.'' (..) ''Binbir Gece Masalları hakkında söylenen çok yaygın iki söz vardır: Birincisi, bu kitabı baştan sona şimdiye kadar kimsenin okuyamadığı üzerinedir. İkincisi, Binbir Gece Masalları'nı baştan sona okuyan kişinin öleceği üzerinedir. Birbirleriyle gizli bir mantıkla birleşen bu iki uyarı okuru ihtiyatlı olmaya itecektir elbette. Ama fazla korkaklık etmeye de gerek yok. Binbir Gece Masalları'nı okusak da okumasak da, sonunda biz de öleceğiz.'' (Sayfa: 14)
*


Türkçeye Çevirenin Önsözü:
*
''Râviyân-ı ahbâr ve nâkılân-ı âsâr ve muhaddisân-ı rûzigâr şöyle rivâyet ederler ki'' (Haberleri duyuranlar, eserleri nakledenler ve zamanın olaylarını anlatanlar bildirirler ki) diye başlar eski Doğu masalları.
Bundan dolayı, masal anlatanlara eskiden ''râvi'' denirdi. Râvilerin en ünlüsü de Binbir Gece Masalları'nı anlatan Şehrazad olsa gerek.
*****
*
''Binbir Gece Masalları'nın bu sistematiği, benzer yapıtlardan Geoffrey Chaucer'in Canterbury Tales'inde (Canterbury Öyküleri, Çev. Nazmi Ağıl, YKY, İstanbul, 1994) ve Giovanni Boccaccio'nun Decameron'unda (Çev. Rekin Teksoy, Oğlak, İstanbul, 1997, iki cilt) belli ölçüde kullanılmaktadır.'' (Sayfa: 20)
*****
*
''Binbir Gece Masalları fikir ve edebiyat alanlarını etkilediği gibi, opera, bale, tiyatro ve sinema gibi diğer sanatlarca da ele alınarak değerlendirilmiştir. Edebi bir eserin değerinin ölçüsü, hiç kuşkusuz, yazıldığı sırada ve yazıldıktan yüzyıllar sonra gittikçe artan bir ilgiyle okuyucu bulabilmesi, başka eserlere ilham kaynağı olabilmesidir. Bu bakımdan incelendiğinde, dünya edebiyatında Binbir Gece Masalları'nın üzerine çıkacak bir esere rastlanmaz.'' (Sayfa: 21)
*
''Her şeyden önce XVIII. yüzyıla kadar Fransa'da ve genellikle Avrupa'da sadece beysoyluların ya da kentsoyluların yaşamı roman konusu olarak ele alınırken, Binbir Gece Masalları'nda şahların, halifelerin ve zengin kişilerin olduğu kadar balıkçıların, oduncuların, kalenderlerin (dilenci dervişlerin), halktan esnafların da öykülerinin anlatılması Fransızları çok şaşırtmış, o tarihten sonra yazılan romanlarda sıradan adamların da kahraman olabilmesi düşünülmüştür. Örneğin, Edmond Rostand Cyrano de Bergarac'ta aksoyluları anlatırken, başka romantikler, örneğin Victor Hugo Notre Dame'ın Kanburu'nda (Notre Dame de Paris) Quasimodo adlı kambur bir zangoçun, Sefiller'de (Les Miserables) Jean Valjean adlı bir kürek mahkûmunun romanını yazmıştır. Yani Avrupa'da roman yoluyla edebiyatta yeni bir tutum ortaya çıkmıştır.''
(Sayfa: 21-22)
*
*
Rus besteci Rimski Korsakov'un orkestral fantezisi Şehrazad (1888), kuşkusuz Binbir Gece'nin en ünlü müzikal uyarlaması olma özelliğini sürdürüyor.'' (Sayfa: 25)


''Binbir Gece Masalları, bütün sanatlar içinde en çok sinema alanında da işlenmiştir.
(..) Kuşkusuz tüm sinema uyarlamaları içinde en ünlüsü, başrolünü Douglas Fairbanks'in üstlendiği Bağdat Hırsızı'dır. Binbir Gece Masalları'ndaki uçan at, sihirli halı, tılsımlı urgan ve tozdan yaratılan ordular gibi mucizelerin canlandırıldığı bu film, o devirde dünyanın en çok seyredilen filmlerinin başına geçmişti. Sinema tarihçileri Fairbanks'in Bağdat Hırsızı'nı Navarro'nun oynadığı Ben-Hur'u ile birlikte Amerikan sessiz sinemasının altın çağındaki en önemli iki eserden biri olarak gösterirler.'' (Sayfa: 26)


''Binbir Gece Masalları, özellikle Amerika'da çizgi filmlere de konu oluşturdu. Bu çalışmaların öncüsü, Dostumuz Atom adlı çizgi filmde ''Balıkçı ile İfrit'' öyküsünü işleyen Walt Disney oldu. Sonraları, Mr. Magoo (Bay Şeşibeş) ve Uncle Scrooge (Varyemez Amca) gibi kahramanların çizgi filmlerinde de ''Alaaddin ve Sihirli Lamba'' konusu işlendi. Masalların bütün dünyada belki de en çok tanınan kahramanı olan Alaaddin'in son olarak Disney yapımı bir uzun metrajlı çizgi filme ve bir bilgisayar oyununa konu olduğunu, ayrıca bilgisayarlarda kullanılan bir ''sıkıştırma programı''na da (lambanın cininden kinaye) ''Alaaddin'' adı verildiğini gördük.'' (Sayfa: 27)
*
*****
*
''Stendhal'ın unutmak isteyip de her yıl yeni bir keyifle okumaktan kendini bir türlü alamadığı iki kitaptan biri olan -öteki Don Kişot'tur- Binbir Gece Masalları, dileriz okuyucuya da aynı zevki verir.'' (Sayfa: 40)
*****
*
''Doğduğu yerin toprak ve sularında
yaşanmış, düşlenmiş ve çevrilmiş olan
bu Arap Geceleri'ni,
tüm çıplaklığı, bakirliği, dokunulmamışlığı
ve safiyeti içinde, kendi zevkim
ve dostlarımın keyiflenmesi için
sunuyorum.'' (Sayfa: 41)
*
''Ve bilgeler der ki: İlkel toplumlar eşyayı adıyla anarlar; doğal olanı ayıplamaz, doğallığın dışavurulmasını da utandırıcı bulmazlar. (İlkel toplumlar deyince, beden veya ruhta hiç fire vermemiş ve dünyaya güzelliğin gülüşüyle doğmuş olanları anlıyorum.) (Sayfa: 42)
*
*****<<<>>>*****
*****<<<>>>*****
Allah'ın Dediği Olur.!
*
Esirgeyen, Bağışlayan Allah'ın Adıyla.!
*
Evren'in sahibi Allah'a şükürler olsun.! Ve dualar ve barış, en yüce Efendimiz, Rasullerin Prensi Muhammed üzerine olsun.! Ve dahi kıyamet gününe değin her zaman dualar ve barış onun ümmeti üzerine olsun.!
Ve sonra, eskilerin yaşamöyküleri, zamanımızda yaşayanlara örnek oluştursun; böylece bir kimse kendinden başkasının başına gelenleri öğrenerek, geçmişteki insanların serüvenlerini ve söylediklerini dikkatle göz önünde tutup onurlandırarak kendini ıslah etsin.!
Ve dahi geçmişin öykülerini, sonrakilere ders oluştursun diye saklayanlara da hamdolsun.!
Böylece, hayranlık uyandırıcı ve eğitici yanlarıyla ders oluşturan bu öykülerden seçilerek Binbir Gece Masalları diye adlandırılan bu eser ortaya çıkmıştır. (Sayfa: 45)
*****
HÜKÜMDAR ŞEHRİYAR İLE KARDEŞİ HÜKÜMDAR ŞAHZAMAN'IN ÖYKÜSÜ:
*
Anlatırlar ki -ancak Allah bilgedir, her şeyi bilir, kesin kudret sahibi ve hayırseverdir- eski çağlarda, ömrün ve ânın akışı içinde, Sâsâ-nî hükümdarları içinde, Hint ve Çin adalarında hükmeden , orduların ve kavimlerin, hizmetinde olanlarla kalabalık maiyetinin efendisi olan bir hükümdar, bu hükümdarın da iki oğlu varmış: biri bü­yük, biri küçük. İkisi de yiğit savaşçılarmış; fakat büyük, küçükten daha yiğitmiş. Bu oğul, ülkelere hükmeder ve adalet sağlayarak insanları yönetirmiş. Bundan dolayı ülkelerinin halkları onu çok severlermiş. Bu hükümdarın adı Şehriyar imiş. Küçük kardeşi ise Şahzaman adını taşıyor ve Semerkand-ül Acem'de hüküm sürüyormuş.
*
İkisi de kendi ülkelerinde yaşıyor ve yirmi yıldır halklarını yönetiyorlarmış. Bu sürenin sonunda her biri servet ve saltanatlarının doruğuna yükselmişler.
*
Durumları böyleyken büyük kardeş, küçüğünü görmek için şiddetli bir özlemin pençesine düşmüş; vezirine gidip kardeşiyle birlikte geri dönmesini emretmiş. Vezir, "Duyduk ve itaat ettik.!" yanı­tını vermiş.
*
Sonra da yola koyulmuş; Allah'ın izniyle güvenlikle küçük kardeşin ülkesine ulaşıp huzuruna çıkmış; ona, "barış içinde yaşam" diledikten sonra Şah Şehriyar'ın kendisini özlediğini ve gezisinin amacının onu ağabeyini görmeye davet etmek olduğunu bildirmiş.
Şahzaman onu "Duyduk ve itaat ettik.!" diye yanıtlamış. Sonra gezi hazırlıklarına başlayarak çadırlarını, develerini, katırlarını, hizmetçi ve yardımcılarını toparlamış. Sonra da kendi vezirini çağırarak yönetimi ona bırakmış ve ağabeyinin ülkesine ulaşmak üzere yola çıkmış.
*
Ancak, dinlenmek üzere konakladıkları yerde, gece yarısını doğru, sarayda bir şey unuttuğunu anımsamış ve dönüp sarayına girmiş. Eşini yataklarında, kölelerinden bir zencinin boynuna sarılmış uyurken bulmuş. Bunu görünce gözünde dünya kararmış; içinden "Böyle bir olay kentten ayrılır ayrılmaz ortaya çıkıyorsa, bu al­çak kadın, ben kardeşimin yanında, bir süre uzakta bulunduğum sı­rada acaba neler yapmaz.?" demiş ve kılıcını çekerek ikisini de yata­ğın örtüsü üzerinde öldürmüş; ve hemen o anda, o saatte geri dönmüş ve konak yerinden hareket emri vermiş. Kardeşinin kentine ulaşıncaya kadar gece gündüz yol almış.
*
Ağabeyi, kardeşi için süslettiği kentte onun gelişinden sevinç duyarak onu bağrına basıp selamlamış ve coşkuyla konuşmaya koyulmuşlar. Ancak eşiyle geçirdiği serüveni anımsayarak Şahzaman'ın yüzünü bir keder bulutu kaplamış, yüzü sararmış, bedeninde bitkinlik duymuş, yemeden içmeden kesilmiş.
*
Şah Şehriyar, onu bu durumda görünce, içinden bunu Şahzaman'ın ülkesinden ve saltanatından ayrılmasına vermiş ve bu konuda ona hiçbir şey sormadan kardeşini kendi haline bırakmış. Ama, sonraki günlerde, ona, "Kardeşim, nedenim bilmiyorum ama, vücudunu bitkin ve yüzünü sararmış görüyorum" demiş. Kardeşi de "Kardeşim, içimde işleyen bir yara var" diye yanıtlamış, ancak başına geleni ve karısına ne yaptığım açıklamamış. Şah Şehriyar ona, "Benimle sürek avına çıkmanı çok istiyorum. Böylece için ferahlar.!" demiş. Fakat Şahzaman bunu hiç kabule yanaşmamış ve Şah Şehriyar yalnız başına ava gitmiş.
*
Padişahın sarayında bahçeye bakan pencereler varmış; Şahzaman bakınmak için bunlardan birinin önünde eğilmiş otururken, sarayın bahçe kapısı açılmış; buradan yirmi kadın, yirmi erkek köle çıkmış; kardeşinin eşi Sultan da tüm göz kamaştırıcı güzelliğiyle bunlann arasında yürüyormuş. Bunlar bahçenin ortasındaki havuza yaklaşınca tamamen soyunup birbirlerine katılmışlar; birdenbire Şah'ın eşi, "Ey Mesud, ya Mesud.!" diye haykırmış ve hemen iri kı­yım bir zenci yaklaşıp onu kucaklamış ve yere yatırıp üstüne çullanmış. Bunu bir işaret bilerek tüm öteki erkek köleler, dişi kölelere aynı şeyi yapmışlar; ve böylece uzun süre birlikte kalmışlar; gün batıncaya kadar öpüşmelerini, sarmaşmalarını ve çiftleşmelerini ve de benzeri davranışlarını sürdürmüşler.
*
Bunu görünce Şah'ın kardeşi, kendi kendine, "Vallahi benim başıma gelen felaket bunun yanında hiç kalır; gerçekten de bu gördüklerim çok daha beter" demiş ve derdini, kederini unutmuş; o andan başlayarak durup dinlenmeden yiyip içmeye başlamış.
*
O sırada ağabeyi Şah avdan dönmüş; birbirlerine esenlik dilemişler. Sonra Şah Şehriyar, kardeşi Şahzaman'ın benzine kan geldi­ğini ve yüzünün canlandığını görmüş; bir de uzun süre bir şey yememişken, birden tüm iştahıyla yemek yediğini fark etmiş. Buna şaşarak, "Kardeşim, görüyorum ki yüzünün solgunluğu geçmiş.! Nasıl oldu bu, anlat bana.!" demiş. Kardeşi onu, "Sana ilk rahatsızlığımın nedenini anlatacağım, ama sağlığımı yeniden kazanmanın nedenini anlatmamı isteme benden.!" diye yanıtlamış. Şah ona, "Öyleyse ilkin bana solup sararmanın ve düşkünlüğünün nedenini söyle de bir anlayayım.!" demiş. Şahzaman, "Yanına gelmem için vezirini bana gönderince, yola çıkma hazırlıkları yaptım ve kentten dışarı çıktım. Sonra yolda sana getireceğim ve sarayda sunacağım bir hediyeyi unuttu­ğumu anlayınca geri döndüm ve karımı, yatağımın örtüsü üstünde bir zenciyle yatmış uyurken buldum. İkisini de öldürdüm; sonra da sana ulaşmak için yola koyuldum; bu serüveni düşünerek kahrolup durdum; yüzümün sararmasının ve düşkünlüğümün nedeni buydu. Yeniden sağlığıma kavuşmanın nedenini açıklamamı isteme.!" diye yanıt vermiş.
*
Ağabeyi bu sözleri işitince ona, "Allah aşkına, bana sağlığına kavuşmanın nedenini de açıkla.!" demiş. Bunun üzerine Şahzaman gördüğü her şeyi ona anlatmış; Şehriyar, "Bunları kendi gözümle görmem gerekir.!" deyince, kardeşi, ona "Öyleyse yeniden ava çıkacakmış gibi hazırlan; sonra benimle birlikte sarayda gizlen; her şeyi görecek ve gerçeği anlayacaksın.!" demiş.
*
Şah, hemen tellallarla ava çıkacağını ilan ettirmiş ve askerlerini çadırlarıyla kentin dışına yollamış, kendisi de yola koyulup çadı­ra yerleşmiş; genç kölelerine, "Yanıma kimseyi sokmayın.!" buyruğunu vermiş; sonra kılık değiştirip gizlice saraya dönmüş; kardeşinin yanına ulaşmış; ve onunla birlikte bahçeye bakan bir pencerenin kenarına oturmuş. Aradan bir saat geçmiş geçmemiş; hanımları ortalarında, kadın köleler ve de erkek köleler bahçeye girmişler ve Şahzaman'ın anlattığı gibi davranmışlar ve asr zamanına kadar eğlenceyi sürdürmüşler.
*
Şah Şehriyar bu durumu görünce aklı başından gitmiş ve kardeşi Şahzaman'a, 'Kalkıp yola çıkalım ve Allah'ın çizdiği yolda bahtımızı arayalım.! Çünkü haysiyetsiz saltanat olmaz; bizimkinden beter bir durumla karşılaşmadıkça da olmayacaktır. Yoksa, doğrusu, yaşamaktansa ölmek yeğdir.!" demiş. Buna kardeşi de olumlu yanıt vermiş. Sonra birlikte sarayın gizli bir kapısından çıkıp gitmişler ve bir deniz kıyısındaki çayırda tek başına duran bir ağaca ulaşıncaya kadar gece gündüz demeden yol almışlar. Bu çayırda, bir tatlı su kaynağı varmış; bu sudan içmişler ve dinlenmek üzere oturmuşlar.
*
Günün bir saati geçmiş geçmemiş ki, deniz kaynamaya başlamış ve birdenbire siyah bir duman sütunu oradan göğe doğru yükselmiş ve bulundukları çayıra doğru yönelmiş. Bunu görünce korkmuşlar ve ağacın en yukarısına tırmanmışlar ve de bundan ne çıkacağını izlemeye başlamışlar. Birdenbire kara duman, uzun boylu, geniş omuzlu, iri göğüslü, başında sandık taşıyan bir ecinniye dönüş­müş. Ecinni karaya çıkmış ve tünedikleri ağacın altına gelip durmuş; sandığın kapağını açmış; oradan büyük bir kutu çıkarmış; onun da kapağım açmış; birden bire oradan güneş gibi parlayan, gü­zelliği göz kamaştıran ve arzu uyandıran bir genç kız çıkmış. Şairin dediği gibi:
*
Elinde meşale, gölgelerden çıkagelince karanlıklar aydınlığa dönüşmüş; saçtığı ışık şafağı söndürmüş adeta; güneşler onun ışığını yansıtmış; ay gözlerinin gülüşünü.. Sırlarının tülleri yırtılınca; yaratıklar baygın, ayaklarına serilmişler. Tatlı bakışının yoğun ışığı karşısında tutkulu gözyaşları kirpikleri ıslatmış.
*
Ecinni, güzel genç kıza iyice bakıp ona, "Ey ipeksi şeylerin Sultan'ı.! Ey düğün gecesinde yatağından kaçırdığım.! Bir parça dizinde uyumak isterim senin.!" demiş. Ve başını genç kızın dizlerine yaslayarak uykuya dalmış.
*
O anda genç kız, bakışını ağacın tepesine çevirmiş. Ve ağaca gizlenmiş iki hükümdarı görmüş. Hemen ecinninin başını dizlerinden kaldırarak yere bırakmış; ağacın altında yer alarak işaretle onlara, "İnin aşağı, bu ifritten korkmayın.!" demek istemiş; onlar da işaretle yanıt vermişler: "Ah.! Allah seni korusun.! Bu korkulu işten bizi ba­ğışla.!" diye. Kız da yine işaretle, "Allah sizi de korusun.! Hemen aşa­ğı inin, yoksa ifrite söylerim, ikinizi de en kötü ölümle telef eder" demiş. Bunu anlayınca korkmuşlar ve ağaçtan inmişler. Kız onları kar­şılamak için ayağa kalkmış ve onlara, "Gelin, mızraklarınızla, sert ve zorlu biçimde beni delin.! Yoksa ifriti uyandırırım.!" demiş. Korku içinde Şehriyar, Şahzaman'a, "Kardeşim, onun istediğini ilkin sen yap.!" demiş. Kardeşi de ona, "Ağabeyim olarak sen örnek olmadık­ça hiçbir şey yapmam.!" demiş. Böylece ikisi de birbirini göz kırparak kandırmaya çalışmış. Bunu görünce kız, "Niye öyle gözlerinizi kırpıştırıp duruyorsunuz.? Hemen gelip istediğimi yapmazsanız, ifriti şimdi uyandırırım.!" demiş. Cebinden küçük bir torba, bunun içinden de beş yüz yetmiş mühür yüzük dikili bir gerdanlık çıkararak onlara, "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz.?" diye sormuş; "Bilmiyoruz.!" yanıtını alınca, "Bu yüzüklerin sahiplerinin hepsi, bu ifritin gafil boynuzlan üzerinde benimle çiftleşti. Bundan dolayı siz iki kardeş de bana yüzüklerinizi vereceksiniz" demiş. Bunu duyunca iki kardeş parmaklarından çıkararak yüzüklerini ona vermişler. Kız bunun üzerine onlara şöyle demiş: "Bilin ki, bu ifrit beni düğün gecemde kaçırdı. Beni bir kutuya koydu, kutuyu da bir sandığa yerleştirdi. Sandı­ğa yedi kat zincir vurdu ve dalgaların çarpışıp vuruştuğu kudurgan bir denizin dibine koydu. Ama biz kadınların bir şeyi isteyince, hiçbir şeyin bizi engelleyemeyeceğini bilmiyordu. Zaten şair ne demiş:
*
Dostum, kadınlara inanma.! Vaatlerine gül geç.! Çünkü onların iyi ya da kötü halleri ferçlerinin heveslerine bağlıdır. Güya aşktan söz ederler oysa hainlik onları sarıp giysilerinin titreşiminde şekillenir. Yusuf'un dediklerini saygıyla anımsa; Âdem'i cennetten kovdurmak için iblisin kadını kullandığını unutma.! Kendine de güvenme.! Bir işe yaramaz.! Çünkü yarın bağlandığın kişide saf aşkın yerini çılgın bir tutku alacaktır. Hele hiç şöyle deme: Aşka düşersem, âşıkların çılgınlığına kapılmayacağım.! Sakın bunu söyleme.! Çünkü gerçekte kadınların ayartısından yakasını sıyırmış bir erkek, olmayacak şeydir.
*
Bu sözleri duyan iki kardeş, şaşkınlığın son kertesinde şaşırmışlar ve birbirlerine, "Bu bir ifrit olduğu halde, bütün gücüne kar­şın, bizim başımıza gelenlerden daha müthiş şeyler onun başına gelmiş; bu serüven bize bir teselli olmalıdır" demişler.
*
O anda genç kızın yanından ayrılmışlar; her biri kendi ülkesine dönmüş.
*
Şah Şehriyar sarayına dönünce, karısının başını ensesinden vurdurmuş ve aynı biçimde kadın köleler ile erkek kölelerin de başlarını vurdurmuş. Sonra vezirine, her gece kendisine bakire bir genç kız getirmesi emrini vermiş ve her gece bir genç kızı koynuna alıp bekâretini gidermiş; sabah olunca da öldürtmüş ve üç yıl boyunca böyle davranmaktan vazgeçmemiş. Bu yüzden halk, acı haykı­rışlar ve korku kargaşası içinde, kız çocuk olarak ellerinde ne kalmışsa alıp ülkeyi terk etmişler. Kentte hükümdarın saldırısına boyun eğecek tek bir kız bile kalmamış. Tam bu sırada, Şah vezirine her zamanki gibi bir genç kız bulmasını emretmiş; Vezir çıkıp aramış; fakat hiçbir kız bulamamış; tüm üzgünlüğü, tüm kırgınlığıyla eve dönmüş; Şah yüzünden yüreği korkuyla doluymuş.
*
Bu Vezir'in, güzellik, çekicilik, parlaklık ve mükemmellikten yana nasibini almış iki kızı varmış; büyüğünün adı Şehrazad, küçüğününki Dünyazad imiş. Şehrazad kitaplar, yıllıklar, eski hükümdarların efsanelerini ve geçmiş halkların öykülerini okumuş; hatta eski çağlardaki halkların, hükümdarların ve şairlerin yaşam ve eserlerinden oluşan bin ciltlik bir kitaplığı da varmış. Çok güzel konu­şur, dinlemesine doyum olmazmış.
*
Şehrazad, babasını üzgün görerek demiş ki: "Neden böylesine düşünceli ve üzgün, değişmiş, yıkılmış görüyorum seni.? Bil ki babacığım, şairin dediği gibi: Üzgünsün görüyorum, rahatlasana.! Hiçbir şey sürüp gitmez: Neşeler gibi dertler de erir biter günü gelince.!"
*
Vezir bu sözleri işitince, hükümdarla olup biten her şeyi başından sonuna kadar kızına anlatmış. Bunun üzerine Şehrazad ona "Allah'ın izniyle babacığım, beni bu hükümdarla evlendir.! Ya kurtulur yaşarım, ya da ölümüm ümmet-i müsliminin kızları için bir kurtarmalık oluşturur; onları Şah'ın pençesinden almış olurum.!" demiş. Bunu duyan Vezir, "Allah seni esirgesin.! Seni asla böylesi bir tehlikeye atmam!" demiş; kız ise "Bu tehlikeyi göze almak gerek.!" yanıtını vermiş. Vezir de, "Dikkat et de, senin de başına çiftlik sahibi ile öküz ve eşek Öyküsündeki olanlar gelmesin.! Hele bir dinle.!" demiş. (Sayfa: 49-54)
*****
*****
Eşek, Öküz ve Çiftçinin Öyküsü
*
Bil ki kızım, bir zamanlar büyük zenginlikleri ve sürü sürü hayvanları olan bir tacir varmış. Bu tacir evliymiş, çocuk sahibiymiş. Yüce Allah ona kuşların ve hayvanların dilinden anlama yeteneği de vermiş. Bu tacirin ev yeri, nehir kıyısında verimli bir toprakmış ve çiftliğinde bir eşek ile bir öküz varmış.
*
Bir gün öküz, eşeğin bulunduğu ahıra gelmiş; burasını süpürülmüş, sulanmış bulmuş; yemlikte iyice harman edilmiş arpa ve elekten geçirilmiş saman varmış; eşek de yan gelip yatmaktaymış. Çünkü, çiftçi arada bir, gerektikçe küçük bir gezinti için onu kullanır, bundan sonra eşek hemen ahıra dönüp rahatına bakarmış. İşte o gün çiftçi, öküzün eşeğe, "Keyfince yemini yemeye bak.! Sağlık olsun, yarasın ve de hazmı kolay olsun.! Bense, sen dinlenirken, yorgunluktan ölüyorum. Sen harmanlanmış arpa yiyorsun, önüne getiriyorlar; ve bazen efendi üzerine binse de, çabucak seni geri getiriyor. Bana gelince, sadece çift sürmeye ve dolap çevirmeye yarıyorum.!" dediğini duymuş. Eşek de ona diyormuş ki: "Seni tarlaya çıkarıp boyunduruğu boynuna takarlarken kendini yere at, hiç ayağa kalkma.! Alıp ahıra götürdüklerinde, yemek için verdikleri baklaya, sanki hastaymışsın gibi, dokunma.! Bir, iki, hatta üç gün yiyip içmekten kendini alıkoy.! Böylece yorgunluktan ve de çalışmaktan kurtulursun.!"
*
Oysa sahipleri, oracıkta onların konuşmalarını dinliyormuş. Ahırdan sorumlu yanaşma gelip de yem vermek için öküze yaklaşınca, onun çok az yediğini görmüş ve de ertesi sabah çifte koş­mak isteyince onu keyifsiz bulmuş. Bunun üzerine çiftçi yanaşmaya, "Eşeği al ve bütün gün öküz yerine onu çifte koş.!" demiş. Yanaş­ma da öküz yerine eşeği işe koşup bütün gün çalıştırmış.
*
Günün sonunda eşek ahıra dönünce, öküz ona yaptığı iyilik ve bütün gün sayesinde dinlendiği için teşekkür etmiş. Eşek hiç yanıt vermemiş ve yaptığından büyük pişmanlık duymuş.
*
Ertesi gün saban-sürücü gelmiş ve eşeği götürüp gün batıncaya kadar yeniden çalıştırmış. Eşek, boynu soyulmuş, yorgunluktan bitkin bir halde gelmiş. Öküz onu bu durumda görünce, coşkuyla ona şükranlarını sunmaya ve övgüyle onurlandırmaya başlamış.
Eşek o zaman ona demiş ki: "Bundan önceki günler ne rahattım, rahatlıktan nasibimi alıp duruyordum." Sonra da eklemiş: "Bununla birlikte, sana iyi bir nasihatte bulunmakta yarar görmekteyim. Efendimizi yanaşmalara şöyle derken duydum: 'Öküz yarın da yerinden kalkmazsa, onu kasaba verin.! Kesin, derisinden masaya örtü yapın.!' Senin adına korktum, sağlığından endişe ettim.
"Öküz, eşeğin bu sözlerini işitince ona teşekkür etmiş ve demiş ki: "Yarın onlarla gider, canla başla çalışırım"; ve hemen yeminin tümünü yemiş, hatta yem kabının dibini diliyle yalamış.
*
Bütün bunlar olup bitmiş ve sahipleri de bu sözleri duymuş,
Ertesi gün gün doğunca tacir eşiyle birlikte öküz ve ineklerin bulunduğu ahıra gitmiş; oturup izlemişler. Biraz sonra yanaşma gelip öküzü dışarı çıkarmış. Öküz efendisini görünce kuyruğunu sallamaya, gürültüyle yellenmeye ve her yöne çılgınca koşmaya başlamış, bunu gören çiftçi öylesine bir gülme nöbetine tutulmuş ki, sırtüstü düşmüş. Karısı sormuş, "Ne gülüyorsun sen.?" diyerek.. O da, "Gö­rüp işittiğim bir şeyden ötürü. Bunu ölümü göze almadan sana açıklayamam.!" demiş. Kadın, "Bunu bana kesinlikle açıklaman gerek.! Gülüşünün nedeni nedir.? Ölsen bile söylemelisin.!" deyince, kocası, "Ölümden korktuğum için bunu sana açıklayamam.!" demiş. Kadınsa, "Öyleyse sen bana gülüyorsun" diye tutturmuş ve de onunla çekişmekten ve inatla sözünü sürdürerek canını sıkmaktan vazgeçmemiş. Sonunda adam büyük bir şaşkınlığa düşmüş. Çocuklarını yanı­na çağırtmış; Kadı'ya ve tanıdıklara da haber salmış. Karısına sırrını açıp ölmeden önce, vasiyetnamesini hazırlatmak istemiş, çünkü karısını, amcasının kızı ve çocuklarının anası olduğundan büyük bir aşkla severmiş; bir de onunla yirmi yıldır birlikte yaşamış imiş. Dahası, karısının yakınlarını, mahalledeki komşuları da çağırtmış; onlara tüm öyküyü ve sırrını açıklar açıklamaz öleceğini söylemiş. Orada bulunan herkes kadına, "Allah aşkına.! Israrından vazgeç, yoksa kocan, çocuklarının babası ölecek.!" demiş. Ama kadın onlara, "Bana sırrını açıklamadan yakasını bırakmam, ölürse ölsün.!" demiş. Bunun üzerine konuşmaktan vazgeçmişler. Çiftçi de yanlarından ayrılmış, ahırdan yana yönelmiş; bahçede ilkin abdest alıp sonra dönerek iki rekât namaz kılıp sırrını söyleyecek ve ölecekmiş.
*
Çiftçinin elli tavuğu doyuracak güçte yiğit bir horozu ve bir kö­peği varmış. Çiftçi, köpeğin, tavuklara çullanan horoza seslenip onu azarlayarak, "Efendimiz ölüme giderken böylesine keyiflenmekten utanmıyor musun.?" dediğini duymuş. Bunun üzerine horoz köpeğe sormuş: "Nasıl oluyor bu.?" diye.. O zaman köpek öyküyü tekrarlamış; horoz da ona, "Allah, Allah.! Efendimizde hiç akıl yok mu.? Benim elli karım var. Birini hoş tutar, öbürünü azarlar, idare eder giderim; onun bir tek karısı var, onu bile nasıl yöneteceğim bilmiyor. Oysa çözüm çok basit: Dut ağacından birkaç dal kessin, birden yatak odasına dalsın ve ölünceye ya da pişman olup özür dileyinceye kadar karısını dövsün.! Bundan sonra hiç can sıkacak sorular sormaz.!" demiş. Çiftçi, köpekle konuşan horozun söylediklerini işitince kafasında şimşek çakmış ve karısını dövmeye karar vermiş.
*
Vezir burada öyküsünü kesip kızı Şehrazad'a, "Ben de sana çift­çinin karısına yaptığını yapsam yeridir.!" demiş. Kızı, "Ne yapmış.?" diye sorunca, vezir sözünü şöyle sürdürmüş:
*
Çiftçi karısının yatak odasına girmiş; kestiği birkaç dut dalını orada bir yerlere sakladıktan sonra, ona seslenerek, "Sırrımı söyleyebilmem için yatak odasına gel.! Hiç kimse beni görmesin.! Sonra da öleyim.!" demiş. Karısı onunla odaya girmiş; çiftçi ikisine ait odanın kapısını kapayıp karısına, gittikçe şiddetini artırarak bayıltıncaya kadar sopa çekmiş; sonunda kadın, "Pişman oldum.! Pişman oldum.!" demiş. Sonra da kocasının iki elini, iki ayağını öpmeye baş­lamış ve gerçekten pişman olmuş ve de onunla birlikte dışarı çıkmış. İki tarafın yakınları da dahil, tüm orada bulunanlar, aralarının düzeldiğini görerek sevinmişler ve herkes ölünceye kadar mutlu ve bahtlarından memnun yaşamışlar.
*
Babasının anlattıklarını dinledikten sonra Şehrazad demiş ki: "Babacığım, her şeye karşın, dilediğimi yerine getirmeni istiyorum.!" O zaman vezir, daha fazla ısrar etmeden kızı Şehrazad'ın çeyizini hazırlamış, sonra meseleyi Şah Şehriyar'a açmaya gitmiş.
*
Bu sırada, Şehrazad,, küçük kardeşine yapacaklarını öğretip ona "Şahın yanında olduğum sırada seni çağırtacağım; geldiğin ve Şah'ın benimle işinin bittiğini anladığın zaman, bana: 'Ablacığım, bana o harika öykülerinden birini anlat da geceyi hoşça geçirelim.!' de.! Bunun üzerine sana anlatmaya başlayacağım öyküler, eğer Allah isterse, Müslüman kızlarının kurtuluşunun nedeni olacaktır" demiş.
*
Bunu ardından vezir kızını almaya gelmiş ve onunla birlikte Şah'ın huzuruna çıkmış. Şah memnun olmuş ve Vezir'e, "Gereken her şey hazır mı.?" diye sormuş. Vezir saygıyla, "Evet" demiş.
*
Fakat Şah, genç kıza sahip olmak isteyince kız ağlamaya başlamış. Şah ona, "Neyin var.?" diye sorunca, kız da "Şahım.! Bir kızkardeşim var. Ona veda etmek isterdim" demiş. Şah'ın arattığı kız kardeşi gelince, Şehrazad'ın boynuna sarılmış ve yatağın ayak ucuna sokulup kalmış.
*
O zaman Şah ayağa kalkmış ve bakire Şehrazad'a sahip olarak kızlığını gidermiş. Sonra konuşmalar başlamış.
*
Dünyazad, Şehrazad'a demiş ki: "Allah seninle olsun.! Ablacığım, geceyi hoşça geçirmemiz için bize bir masal anlatsana.!" Şehrazad, "Bütün kalbimle ve yerine getirilmesini görev bilerek.! Ancak yüce ve soylu Şah'ımız izin verirlerse" diye yanıt vermiş. Şah bu sözleri duyunca, zaten uykusu da kaçtığından, Şehrazad'ın masalını dinlemekten tedirginlik duymamış.
Ve Şehrazad, bu ilk gecede, aşağıdaki masalı anlatmış: (Sayfa: 55-59)



*
''Vallahi.! Senin inancın büyük bir inançmış. Öykün de öylesine olağanüstü ki, iğneyle gözün iç köşesine yazılsa, düşünceye saygı duyanlar için üzerinde durulmaya değer bir konu olurdu.!''
(Sayfa: 61)
*

Magma Bahçesinden: Şehrazad’ın Birinci Masalı

*
https://www.youtube.com/watch?v=a9qQtKHiSms&t=101s
*
''..atasözü, ''Ey layık olmayan kimseye yardım eden.! Bil ki, suçlu, işlediği suçuyla zaten yeterince cezalandırılmıştır.!'' der.'' (Sayfa: 67)
*****


''Ey talih, gölgene sığınırlar ama sen bilgeleri sürgün eder, dünyayı budalalara yönettirirsin.''
(Sayfa: 71)


''Hırslı önüne gelene saldırır; hırslının yüreğinde zulüm pusu kurar, kuvvetlenince bunu açığa vurur, zayıfken içinde uyutur.'' (Sayfa: 79)
*****
*
''Ey Kral.! Bu kitabı al.! Ama başımı vurmadan önce kullanma; başım vurulunca, onu içinde toz bulunan şu tabağa koydur.! Kanımı dindirsinler.! Sonra kitabı aç.!'' demiş.
Ancak kral acelesi yüzünden onun söylediklerini pek dinlememiş. Kitabı almış ve sayfaların birbirine yapışık olduğunu görmüş, parmağını ağzına koyup tükürüğüyle ıslatmış ve ilk sayfayı açmayı başarmış. İkinci, üçüncü sayfalar için de aynı hareketi tekrarlamış ve her seferinde sayfalar büyük bir güçlükle açılmış; sonra okumaya çalışmış ama sayfalar üzerinde hiçbir yazı yokmuş. Kral, ''Ey hekim, burada yazılı bir şey yok.!'' demiş. Hekim, ''Aynı tarzda açmaya devam et.!'' demiş, kral da yaprakları çevirmeye devam etmiş. Ancak daha birkaç dakika geçmemiş: O anda kralın kanına zehir işlemeye başlamış, çünkü kitap zehirli imiş.'' (Sayfa: 86)


''Şu yargıçlar.! Yargılar ya, bazen kendi yetkilerini aşarak tüm adaleti bir yana bırakırlar.! Bununla birlikte, efendim, adalet vardır.! Zamanı gelince, onları da yargılarlar. Eğer dürüst ve iyi iseler yakayı kurtarırlar. Ama zulmetmişlerse, kader de onlara zulmeder ve en kötü sıkıntılara uğratır.! Gelip geçenlerin alaylarına ve acımalarına alet olurlar. Yasa budur.!'' (Sayfa: 87)


''Ey gözyaşım.! Seni bir hazine gibi, dertli günümde dökmek için sakladım.'' (Sayfa: 89)
*****
*
''Bir uyumlu ses, en az dört saz birden: Bir ut, bir ney, bir kanun ve bir çenk çalmadıkça sağlanamaz.!'' 
*
''Sırrınızı başkasına açmaktan sakınınız.! Çünkü açıklanan bir sır artık sır olmaktan çıkar.''
*
''Sadece efendi adam sır saklamayı bilir. Sadece insanoğlunun mükemmeli bir vaadi tutar. Sır benim içimde, iyice kilitlenmiş, anahtarı yitmiş ve kapısı mühürlenmiş bir evde hapsedilmiş gibidir.'' (Sayfa: 107)
*****
''Hoşuna gitmeyen şeyler işitmek istemiyorsan, seni ilgilendirmeyen konularda konuşma.!'' (Sayfa: 111)
*****
''Lütfen.! Kaçıp giden uykuyu kirpiklerime geri getir.! Sonra da söyle, aklım fikrim nereye gitti.? Evimde aşkın mekân tutmasına razı olalı beri uyku bana kızdı, beni terk etti. Soruyorlar bana, ''Sen ki, güvenli ve doğru yolda yürüdüğünü bilirdik. Ne yaptın sen, dostum.! Söyle bize, seni kim şaşırttı.? Onlara diyorum ki, ''Sizi ben değil, o sevgili aydınlatacak.! Bense size tek bir yanıt vereceğim: kanımın, tüm kanımın ona ait olduğunu söyleyerek..''
(Sayfa: 117)
*****
''..''..Bilmez misin ki, berrak suda izlerken kendi gölgenden başka bir şey göremezsin. Öylesine bir kaynaktan içmektesin ki, tek başına tat alabilmiş olmanın öncesinde ondan nice doyumlar sağlanmıştır.'' Onlara, ''Sanmayın ki,'' diyorum, ''içerken beni sarhoşluk sarmıştır. Sade bakarken sarhoş olmuşumdur ben. Ve bu sadece uykuyu gözlerimden kovmuştur. Ve beni böyle tüketen asla geçmişin olayları değildir. Ama onun hayatımdan geçip gitmesidir. Ayrılmış olduğum şeyler asla beni bu hale düşürmedi; sadece onun benden ayrılmasıdır beni berbat eden. Ve şimdi başımı başkalarına çevireyim, öyle mi.? Bunu nasıl yapabilirim.?''..'' (Sayfa: 118)


*
''Ayrılmadan önce süre isteyen sen.! Uzaklaşmayı dayanılmayacak kadar katı bulan sen.!
Asla bağlanmamanın, fakat sadece sevmenin güvenli bir yol olduğunu bilmiyor musun.? (Sayfa: 136)


''Gözlerim, dilimi gereksiz bıraktıracak kadar seninle konuşmasını biliyor. Yüreğimdeki gizli sırları sadece gözlerim açıklar sana.!'' (Sayfa: 139)
*****
*
''Eğer İblis ona rastlasaydı, ondan tüm hileleri, hiç konuşmasa da, sadece sessiz duruşuyla öğrenirdi.! Bir örümcek ağına takılmış bin inatçı katırı, örümcek ağını zedelemeden çekip kurtarabilirdi.! Ne denli kaba ve iğrenç olursa olsun, yapamayacağı kötülük yoktur.'' (Sayfa: 183)


''..ölünce mezar taşıma, ''Burada büyük bir suçlu yatıyor: Sevmek suçunu işleyen.!'' diye yazın.!'' (Sayfa: 189)


Vezir Nureddin, Kardeşi Vezir Şemseddin ve Hasan Bedreddin'in Öyküsü:
*
''..yokluğunun ruhumu bir başka aşkla doldurduğunu hiç düşünme. Çünkü yüreğim ikinci bir sevgiyi alacak kadar geniş değil.'' (Sayfa: 249)
*****
*
*
''Ey ruhum.! Niye saçmalığa dalıyor ve kahroluyorsun.? Kedere, kaygıya değmeyecek şeylerle zihin yorup duruyorsun.? Kenarında oturacağına, kendini ateşe atıyorsun.? Ateşe yaklaşmanın tutuşma tehlikesi getireceğini bilmiyor musun.?'' (Sayfa: 272)


''Ay dolunayken ve gökteki turunu yaparken güneşle buluşunca, ikisi de parlaklık ve güzelliklerine bürünmüştür. İki âşık da tıpkı böyledir.'' (Sayfa: 281)


*
''Eski bir dostunu artık tanımak istemiyor ve ondan sakınmak istiyorsan: tertipler düzenlemeye mahal yok.! Kaç kurtul.!'' (Sayfa: 298)


*
''Ey bilge kişi.! Kafanda düşüncelerini uzun süre olgunlaştırmalısın.! Kararlarında sakın aceleci olma.! Ve özellikle ülkende hükmetmekle görevli kılınmışsan.! (..) Ve de hiç unutma ki, acımasız ve kıyıcı olan kişi, onu ortadan kaldıracak başka bir acımasız kişi ile karşılaşır bir gün.!''
(Sayfa: 329)
*****
Berberin Altıncı Kardeşi Şakalik'in Öyküsü:
*
''Birinin bir lakapla anıldığını görür de, iyice araştırırsan, bu lakabın ona boşuna verilmediğini anlarsın.'' (Sayfa: 387)
*****
*
''Kuşkusuz ne kadar çok iyilik yapılmışsa, mutlu olmak için o kadar çok fidan dikilmiş olur.!'' (Sayfa: 410)
*****
''Rahata kavuşmuş insan ağaç gibidir; meyveli iken herkes onu çevreler; ama meyveleri düşünce daha iyi bir ağaç aramak üzere herkes dağılır. Çağımızın tüm çocukları aynı derde uğramıştır, çünkü bulaşmaktan korunmuş bir tekine bile rastlamadım.'' (Sayfa: 413)


''Şu gemiye bak.! Görünüşü seni baştan çıkarır. Telaşlı rüzgâr onun rakibidir ve tezlik yarışında başka galip tanımaz.! Yüksek maviliklerden kanadını yaymış denize dalan ve dengesini sağlayan bir kuş gibidir.'' (Sayfa: 422)


''Benden uzaklara mı kaçıyorsun, sen ey yüreğimin saf kanı.! Sen ki, yerin kaburgalarımla ciğerim ardındaki şu yaralı yüreğimdir.!'' (Sayfa: 441)


''Kudreti elinde tutup hükmedenler bundan yararlanıp yetkilerini aşarak adaleti yaralar.! Bilmezler ki, verdikleri hüküm yakında boşa çıkar ve hiçlikte erir.!'' (Sayfa: 449)
*****
''Her insanın yeryüzünde payidar olacağı belli bir zamanı vardır. Bu süre geçince ölümü mukadderdir.!'' (Sayfa: 450)


*
''Bir dostum bana ''Aşk nedir.?'' diye sordu. Ona, ''Aşk bir tatlıdır ki, şurubu lezzetli, hamuru acıdır'' dedim.'' 
(Sayfa: 478)


''Sen ey dostum, benden yana bir kusur ve neden olmadan kendini sakınan gazel.! Bilmez misin ki, gazeller bile bakmak için başını çevirir.?'' (Sayfa: 479)
*****
''Ah.! Kendi yurtlarında emir bile olsalar, yabancılar gurbette ne kadar bahtsız oluyorlar.!'' (Sayfa: 494)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...