***
Karıcığım; -----Senin kaç yaşında olduğunu ----------ne düşündüm şimdiye kadar ----------ne de bundan sonra düşüneceğim. -----Sen üç yaşındasın bebeğim ----------tombul pembe beyaz ----------şirret şirin ve yaramaz. Sen on sekiz yaşında sevgilimsin -----kocaman gözlü, ince bilekli geyik-- Sen anamsın, altmış yaşındasın. Sen yaşı ve cinsiyeti olmayan arkadaşsın; büyük kavgamda beraber dövüştüğüm; bana nasihatların en doğrusunu veren ve tehlikelerde kanatlarını üstüme geren. Senin kaç yaşında olduğunu -----ne düşündüm şimdiye kadar -----ne de bundan sonra düşüneceğim. Ve inanmıyorum bir kış günü dünyaya geldiğine. Sen mutlaka baharda doğmuş olmalısın -----toprak uyanırken. * 17.12.1940
MANİ
*******
Bursa'da cezaevi, Kapatmışlar bir devi, Ellerini ısıtsın, yüreğimin alevi. * MANİ ******* Bursa'da bir otel var İçinde bir güzel var. Gözlerimin önünde uzun,, beyaz bir el var. * (Sayfa: 80)
PİRAYENDE ********** Yepyeni ve çok güzel bir dünyanın insanları gibi sevişmesini bildiğimiz kadar biliyoruz -----sevişmesini ----------bugünkü bedbaht dünyadakiler gibi de. Sen ki güzelsin -----cesursun -----iyi ve akıllısın; artık kayboldu ''dün'', -----geri dönmez bir daha. Ve ey kalbimin sahibi; ''yarın'' içindedir ''bugün''ün -----koza tırtılındaki altın kelebek gibi. * Sevgilim; çekirdekler kabukla örtülüdürler. Sevgilim; yıldızlarımızın bahçesinden dal koparma, -----yemişlerini kesme dilim dilim. Koparılmış dal -----ve kesilmiş yemişler ölüdürler. * Sen ki cesursun -----güzelsin -----iyi ve akıllısın; bahçeyi görebilmektir bahtiyarlık -----durmadan kuruyup ----------durmadan ---------------yeşeren --------------------bahçeyi. Durmadan kuruyup ----------durmadan ---------------yeşeren --------------------bahçeden geçmez iki kerre aynı rüzgâr. Ve ey kalbimin sahibi bugünkü bedbaht dünyadaki insanlar gibi sevişmesini bildiğimiz kadar biliyoruz -----sevişmesini de ----------yarınki dünyadakiler gibi. * 25 Ağustos 1942 Bursa Hapisanesi (Sayfa: 81-82)
Hasretini, yokluğunu, sensizliği bir ateş yanığı gibi öyle acıyla duydum ki yüreğimin etinde, gitgide çoğalarak -----gitgide derinden işleyerek ----------öyle dayanılmaz oldu ki bu ---------------seni boğabilirdim senden kurtulmak için ---------------çünkü seni o kadar seviyorum. * 25-2-43 (Sayfa: 83)
*** Yıldızlar yandı sizi seviyorum. Gece uyandı sizi seviyorum. İki yüreğimiz iki insandı sizi seviyorum -----bizden ayrı iki insan. Ne kadar benziyorlar size ne kadar benziyorlar bana ne kadar bize benzemiyorlar. Bizden iyi -----bizden çocuk ----------bizden cesur. Biz yüreklerimizden çok akıllıyızdır, -----hesaplı ----------ve fitne fücur. Şüphe eden biziz, inanan biz, ihtimaller ve korkular bizim içindir -----hasret bizim için. Ve hattâ biziz ağlayan ve gülen. Yüreklerimize bühtan etmeyelim, sevmekten gayrı şey bilmez yüreklerimiz. * Gözümün nuru canım sultanım sizi seviyorum, Piraye hanım sizi seviyorum. * 25-2-43 (Sayfa: 84)
*** Geldi yıldızlarla birlikte hatıralar, yine gönlün bir pırıltıya etti rağbet. Bir dildâden var Nâzım Hikmet sesten ve ıtırdan ibaret.. * 1943 (Sayfa: 85)
*** Ne mutlu bana, ne mutlu, ışıklı rüyalarla dolu bir bahar uykusu gibiyim, akar su gibi umutlu -----ve buğday tanesi gibi cesurum. * 1943 (Sayfa: 85)
AYŞE'NİN MEKTUPLARI ********************* (..) (farkında mısın -----yalnız gözlerimiz değişmiyor, ve kalıyor hâtıralaşmadan orda -----iyi ve kötü çocukluğumuz.) (..) (Sayfa: 86)
***
8 * Şekerim o kadar inanıyorum ki sana -----sana benzemek istiyorum. Doğru dürüst beş sene beraber yaşadık, -----üst tarafını hapishanelerde geçirdin. Şikâyet etmiyorum, hayatımız böyle de güzeldi. Nerde olursan ol, -----uzak, yakın, insan senin iptilâna tutulur. Sen zatısın iptilânın, -----(ne tuhaf söz -----başında büyükbabamın fesi ----------çenesinde kıranta, çember bir sakal, ---------------ama, söz benim.) Görüyorsun ya, ey cânü tenim, -----(böyle denir mi.? ----------ama, içimden geldi) -----mektupla halimi arzetmesini bilmiyorum. Ağzımda sana söylenecek lakırdılar köpürüyor. Kalemi, kâadı bırak, yüz yüze gelip -----konuşmak seninle: sesinin yanında -----sesimi duymak. * Gözlerinden öperim, hayır, ellerinden. Son mektuplarımda ''Ellerinden öperim'' demiyorum galiba. Bak da, yaz. İçim burkuldu, -----nasıl olur da öyle demem.! (Sayfa: 94)
***
10 * Cemilânımın kedisi bizim civcivi kaptı. Leylâ sana bunun resmini yaptı, -----şimdi getirdi, -----o da zarfa konacakmış. Leylâ'ya göre en mühim hadise bu. * Belki, hele şükür, -----belki, ne yazık, -----insan oluyor kızımız artık. * Ellerinden öperim. (Sayfa: 94)
***
12 * Leylâ uyuyor. Bugünlerde pek iyileşti. Fakat dün ağzında değnekle iskemleye çıkmış -----düşmüş. Değnek battı damağına. Bu kadarla geçiştirdik. Gece yatakta benden gizli ağladı hep. Ölümden pek korkuyor. ''Ölür müyüm.?'' diye sorar hemen. Bu kızda bu ölüm korkusu neden.? Hem anlatsana bana: -----nasıl oluyor da çıldırmıyoruz ----------öleceğimizi bildiğimiz halde.? Yoksa, ben ölmem gibi mi geliyor insana. Dayım söylüyor: -----cephede herkes böyle düşünürmüş, ----------doğru mu.? Yoksa ölmeye de mi alışıyoruz -----ihtiyarlamaya alıştığımız gibi. Bence bunun sebebi şu: herbirimizdeki kısalığına rağmen yaşamak daha kuvvetli ölümden.. * Ellerinden öperim. (Sayfa: 95)
***
14 * (..) Sana dehşetli ihtiyacım var. Bugünlerde çıksan bana ne büyük iyilik edersin. Hiç bu kadar yapyalnız kalmamıştım. ''Ya annen, ağabeyin, yengen.?'' deme. Annem: kederim, yalnızlığım ötekiler. (Sayfa: 98)
***
16 * (..) Hitler altı haftada hepsini yenecek diyorlar. Zor yener. Eceli gelen köpek.. Ümit yenilir miymiş.? Mahpus karılarına, analarına sorsunlar bunu. Belki sendeler, düşer gibi olur, ama yenilmez. Meselâ, ben mahpusun karısı dehşetli acı çeker, hattâ sarsılabilirim, nitekim bu günlerde kötüye doğru gidiyorum -----doludizgin hem, fakat imkânı yok yenilmem. Sonra insanlığı düşün -----ve onun ümidini. (Sayfa: 99)
***
21 * (..) Bu günler belki gelirim sana. Konuşmak için değil -----sadece yüzüne bakmak için. Belki senin yüzünde bulurum aradığımı. Bütün gördüğüm yüzler lakayıt -----hissiz. Senin yüzün nasıl.? (Sayfa: 104)
***
23 * (..) Yağmur çamur -----üç gündür arıyorum Kartallı Kâzım'ı, -----gitmiş. Sana çiroz gönderemedim: -----bitmiş. Elbiseni burada satmaya imkân yok, herkes bir şeylerini satıyor ve zenginler ''bir şeyler'' değil, -----apartıman satın alıyor. (Sayfa: 105)
***
28 * (..) yeni odamda yeni bir hayatım olacak, yeniden yaşamaya başlayacağım, insanları unutup -----tekrar tanıyacağım yeniden, ya dost olacağım onlarla -----yahut hiçbir şey. (..) (Sayfa: 107)
***
37 * Her kadın saçmadır sevdiği zaman, bırak da içimden seveyim seni -----açığa vurmadan.
***
44 * Evimin içinde ayağının sesini duymak istiyorum, İstiyorum ki kapımı çalasın -----sana kendi elimle açayım kapımı. Fakat kunduralarını taşlıkta çıkar kuzum çamurluysalar, -----terliklerin seni bekliyor zaten. * Sana kendi elimle yemek pişirmek istiyorum, -----kendi elimle kurmak soframızı. Yalnız, bulaşığı yine eskisi gibi beraber yıkarız. * Seninle aynı kitapları okumak istiyorum, (elbet yine anlatırsın bana anlamadığım yer olursa). Kendi elimle yıkamak istiyorum çamaşırlarını -----ve söküklerini dikmek. Ve istiyorum ki kendi elimle alayım tozunu yazı masanın, (darmadağınıklığını bozmaya kıyamadan). Fakat artık -----sen de minderin üstünde unutmazsın yanar piponu ----------ve külünü dökmezsin döşemeye. * Çalıştığın yerde seninle yan yana çalışmak istiyorum, dövüştüğün yerde yine yan yana dövüşmek, (ekonomik istiklâl için -----ve ev işleri esirliğinden filân kurtulmak için değil) ----------burnunun dibinden ayrılmamak için. * Ve nihayet en dehşetli hakkımı seninle aynı yastıkta uyumak istiyorum -----ve çocuk doğurmak sana ----------en az daha iki tane.. (Sayfa: 117-118)
*** ''Dışarda kuşlar ötüyor. Dağlar kırmızı ve çıplaktırlar. Kavakların kılçıkları sarımtırak yaprakların altında kaldı. Deminden beri kocaman bir leylek -----sabırlı ve hamarat, önümüzdeki viranelikten çer-çöp topluyor yuvası için. Burdan bakılınca şehir: terkedilmiş gibi bomboş görünmektedir. Uzaktaki saat on biri çaldı. Bütün nikbinliğim, -----şu bitmez tükenmez ----------nevi şahsına münhasır hazinem ---------------dolup dolup taşıyor. Pek yakında kurtulacağız, diyorum, -----inadediyorum. Kestim mektubu. Saatler geçti. Avluya indim. Nefis bir güneş var. Ah, gözünü sevdiğimin bozkırı, zerre zerre sıhhat topladığını duyuyor adam. Arkadaşlarla hep seni konuştuk. Şu anda dünya -----iyi insanlarla ağzına kadar dolu gibi geliyor bana. Pek rahat, hatta mesudum biraz. Akşam oluyor, ne yapalım olsun..'' * 9.11.1943 (Sayfa: 124)
Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun.? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun -----içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin.. Fedakârlığımı anlıyorsun: vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan -----senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız külümün içinde külün, ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar.. Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz -----yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak: -----biri sen -----biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım. Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum -----bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde.? İçimden bir şey: belki diyor. * 18 Şubat 1945 Piraye Nâzım Hikmet (Sayfa: 125-126)
Dokuzuncu Yıldönümü
***
Dizboyu karlı bir gece, sofradan kaldırılıp, polis otomobiline bindirilip, bir tirenle gönderilerek bir odaya kapatılmakla başladı maceram. Dokuzuncu yılı biteli üç gün oluyor. * Koridorda, sedyede bir adam yüzünde uzun demirlerin kederi, açık ağzıyla sırtüstü ölüyor. * Akla yalnızlık geliyor, ------iğrenç ve tam, ------delilerin ve ölülerinkine yakın--, ilki yetmiş altı gün: -----sessiz düşmanlığında üstüme kapanan kapının; sonra, saç bir geminin baş altında yedi hafta. Lâkin yenilmedik; kafam: -----ikinci bir insandı yanımda. * Çoğunun yüzünü unuttum büsbütün; yalnız, çok ince, çok uzun bir burundur aklımda kalan, halbuki kaç kere karşımda oturup dizildiler. Bir tek kaygıları vardı, hakkımda hüküm okunurken: -----heybetli olmak. -----Değildiler. * İnsandan çok eşyaya benziyorlardı: duvar saatları gibi ahmak, -----kibirli, ve kelepçe, zincir filân gibi hazin ve rezildiler. * Evsiz ve sokaksız bir şehir. Tonla ümit, tonla keder. Mesafeler mikroskobik. Dört ayaklı mahlûklardan yalnız kediler. * Yasaklar dünyasındayım. Yârin yanağını koklamak: -----yasak. Çocuklarınla yemek yiyebilmek aynı sofrada: -----yasak. Aranızda tel örgü ve gardiyan olmadan -----konuşmak kardeşinle, ananla: -----yasak. Yazdığın mektubun kapatmak zarfını ve zarfı yırtılmamış mektup almak: yasak. Yatarken lambayı söndürmen: -----yasak. Tavla oynaman: -----yasak. Ve yasak olmayan değil, -----yüreğinde gizleyip elde kalabilen şey: ----------sevmek, düşünmek ve anlamak. * Koridorda, sedyede öldü adam. Götürdüler. * Artık ne ümit, ne keder. -----ne ekmek ne su, -----ne hürriyet ne hapislik, -----ne kadınsızlık, ne gardiyan, ne de tahta kurusu, -----ve ne de karşında oturup yüzüne bakan kediler, ----------bu iş, bitti, tamam. * Fakat devâm ediyor bizimkisi, sevmek, düşünmek ve anlamakta devâm ediyor kafam, dövüşemeyişimin affetmeyen öfkesi devam ediyor. ve sabahtan beri karaciğer sancımakta berdevam. * 20 Ocak 1946 (Sayfa: 131-133)
***
Yüklü yemiş dallarıdır kollarımız,
silkeler durur düşman, silkeler durur bizi,
ve yemişimizi daha rahat, daha kolay toplamak için
-----vurur pırangayı ayağımıza değil,
----------vurur pırangayı kafamızın içine.
*
[1946] (Sayfa: 135)
Beş Satırla
***
Annelerin ninnilerinden
-----spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.
*
[1946] (Sayfa: 135)
YİNE DE İYİMSERLİK ****************** Kardeşim sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana * uçak sağ salim inebilsin meydana * doktor gülerek çıksın ameliyattan kör çocuğun açılsın gözleri * delikanlı kurtarılsın kurşuna dizilirken * birbirine kavuşsun yavuklular düğün dernek yapılsın hem de * susuzluk da suya kavuşsun ekmek de hürriyete * kardeşim sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana onların dedikleri çıkacak -----eninde de sonunda da.. * [1946 / 1949] (Sayfa: 136)
DÖRT SATIRLA ************* Biz bir inatçı bahçıvanız, siz, bizim, yedi yılda bir açan gülümüzsünüz. Erişilmez oluşunuz yıldırmıyor bizi, belki bilhassa bundan dolayı makbulümüzsünüz. * [1947] (Sayfa: 138)
ÖLÇÜ ***** Sevdiğin müddetçe -----ve sevebildiğin kadar, sevdiğine her şeyini verdiğin müddetçe -----ve verebildiğin kadar gençsin. * [1947] (Sayfa: 138)
*** Yani övünmek gibi olmasın ama, ben bir çırpıda bir kurşun gibi delip geçtim on yılını esirliğimin. Ve karaciğer sancısını bırakırsak bir tarafa, gönül yine o gönül, kafa yine o kafa. * [1947] (Sayfa: 139)
*** Yârimiz koynumuzdayken bile bir başımızayız. Fakat en bir başımıza olduğumuz zaman bile canlı cansız bütün halkıyla kâinatın kalabalığı ''Ben burdayım,'' der, dokunur omzumuza.. * (Sayfa: 139)
*** telgırafın tellerinde serçeler telgıraftan habersiz biçâreler bakarkör ettiniz milletimi yağlı urganlara gelesiceler. * [1947] (Sayfa: 139)
KELÂM ******** Boşlukta çürür kelâm -----topraktan gelmemişse -----toprağa dalmamışsa -----kökünü salmamışsa. * [1947] (Sayfa: 140)
LAKIRDI ******** Kabristan ölüyle dolu kadeh rakıyla ''Biz de doluyuz'' derler, bes doludurlar ağızlarına kadar lakırdıyla. * [1947] (Sayfa: 140)
*** Çömeldim bakıyorum toprağa otlara bakıyorum böceklere bakıyorum mavi mavi çiçek açmış onlara bakıyorum. sen bahar toprağı gibisin sevgilim -----sana bakıyorum. * Sırtüstü uzandım görüyorum gökyüzünü. ağacın dallarını görüyorum uçan leylekleri görüyorum sen bahar mevsimde gökyüzü gibisin sevgilim -----seni görüyorum. * Gece kırda ateş yaktım ateşe dokunuyorum suya dokunuyorum kumaşa dokunuyorum gümüşe dokunuyorum sen yıldızların altında yakılan ateş gibisin -----sana dokunuyorum. * İnsanların içindeyim seviyorum insanları Hareketi seviyorum düşünceyi seviyorum kavgamı seviyorum sen bahar içinde bir insansın sevgilim -----seni seviyorum. * [1947] (Sayfa: 142)
SULTAN HAMİT DEVRİNDE
************************* Sultan Hamit devrinde, Yemen'de on yıl askerlik etmemiş babam, yüksek memur sınıfından, paşazadeymiş kendisi. Ben sınıf değiştirip komünist oldum, dokuz yıl hapislik ettim ------ hem de yalnız bu sefer - ----------devri dilârâyı Cumhuriyet'te, ve bu vatan hizmeti -----daha ne kadar sürer ----------belli değil. * 1947 (Sayfa: 143)
YUMDUM GÖZLERİMİ ********************* Yumdum gözlerimi: karanlıkta sen varsın, karanlıkta sırtüstü yatıyorsun, karanlıkta bir altın üçgendir alnın ve bileklerin. * Yumulu gözkapaklarımın içindesin sevdiceğim, yumulu gözkapaklarımın içinde şarkılar. Şimdi orda her şey seninle başlıyor. Şimdi orda hiçbir şey yok senden önceme ait -----ve sana ait olmayan. * 1947 (Sayfa: 143)
HATUNUMUN GÖZLERİ ELÂDIR DA.. ********************************* Hatunumun gözleri elâdır da -----içinde hâreler var yeşil yeşil: -----altın varak üstüne yeşil yeşil meneviş. Kardeşlerim, bu ne biçim iş, -----şu dokuz yıldır eli elime değmeden, -----ben burda ihtiyarladım, -----o orda. * Kalın, beyaz boynu kırışan kızım, imkânsızdır ihtiyarlamamız bizim, etin gevşemesine bir başka tâbir gerek, zira ki ihtiyarlamak: -----kendinden başka hiç kimseyi sevmemek demek. * 1947 (Sayfa: 144)
YATAR BURSA KALESİNDE ************************** Sevdalınız komünisttir, on yıldan beri hapistir, yatar Bursa kalesinde. * Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar, en âlâ bir mertebeye ermiş yatar, yatar Bursa kalesinde. * Memleket toprağındadır kökü, Bedreddin gibi taşır yükü, yatar Bursa kalesinde * Yüreği delinip batmadan, şarkısı tükenip bitmeden, cennetini kaybetmeden yatar Bursa kalesinde. * 1947 (Sayfa: 145)
AĞLAMAK MESELESİ
* Nasıl etmeli de ağlayabilmeli -----farkına bile varmadan.? Nasıl etmeli de ağlayabilmeli -----ayıpsız, ----------âşikâre, ---------------yağmur misali.? * Neylersin alışkanlık için kan ağlarken yüzün güler -----dikilitaş gibi dinelirsin yine. Yavrum, erişmek ne müşgülmüş meğer, -----anneler gibi ağlamanın yiğitliğine.? * 1947, (Sayfa: 146)
EN MÜHİM MESELE * Yaprakları arslan pençeli çınarlar -----bin yıl yaşamakta, kestaneler üç bin ve serviler beş bin sene ayakta. Kavaklar bile yedi yüz yıl yeşil ve beyaz. Halbuki biz -----ne kadar az yaşıyoruz, kardeşlerim, ----------ne kadar az yaşıyoruz, ---------------ne kadar az. Beygirle bir ayardayız henüz -----bu en mühim meselede, hattâ onun kadar bile doyamıyor dünyasına -----beygirden çok yük taşıyan çoğunluğumuz. * 1947, (Sayfa: 147)
DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU * Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatın çoğu senin, canım kardeşim.! * 1947, (Sayfa: 148)
ULUDAĞ'A DAİR
* Yedi yıldır Uludağ’la göz göze bakışıp dururuz. Ne o kımıldanır yerinden, -----ne de ben, lâkin birbirimizi yakından tanırız. * Gerçekten yaşayan her şey gibi gülmesini ve kızmasını bilir.
Bazan,
-----hele kışın, hele geceleri,
----------hele rüzgâr kıbleden estiği zaman,
karlı senaberlikleri, yaylaları, donmuş gölleriyle
-----uykusunun içinde şöyle bir kıpırdanır,
ve orda, en yukarda, en tepede oturan keşiş,
-----uzun sakalı darmadağın
----------ve etekleri savrularak,
rüzgârın önünde haykıra haykıra iner ovaya.
*
Sonra, bazen,
-----hele Mayısta şafak vakitleri,
-----masmavi, uçsuz bucaksız, koskocaman,
----------hür ve bahtiyar
----------yepyeni bir dünya gibi yükselir.
*
Sonra bazen, gün olur,
-----gazoz şişelerindeki resimlerine benzer,
Ve ben anlarım ki, görmediğim otelinde
-----kayakçı bayanlar kanyak içerek
-----kayakçı baylarla dalga geçmekteler.
*
Ve gün olur,
şalvarı sarı pırpıt bezinden, kara kaşlı dağlılardan biri
Mukaddes Mülkiyetin mihrabında kesip komşusunu
-----misafir gelir bize,
-----71’inci koğuşta on beş yıl yatmaya.
*
1947, (Sayfa: 150-151)
MAZERET
* Şu kara toprağın üzerinde -----yıldızların arasında ----------yolculuğumuz ---------------ne kadarcık zamanın işi ki.! Elimizde ateşin sönmeden yanışı, taş baltamızın yabanöküzünü yenişi, alnımızın genişleyip aydınlanışı, hele, güzelin karşısında başımızın dönüşü -----daha dünkü mesele. Hısım akraba içinde zaten -----en azınlık değilsek de -----------herhalde fillerin sayısı bizden az- ---------------en genç galiba biziz, bugünkü halimiz de galiba bu yüzden. Siz çok daha yaşlısınız bizden, gün görmüş, umur görmüşsünüz, -----dağlar, taşlar ayıplamayın bizi, -----kurtlar, kuşlar bizi ayıplamayın, -----bizi ayıplamayın komşular; öfkeden ağlanasıya sersem, gaddarcasına bedbahtız fakat asla umutsuz değil. * 1947 (Sayfa: 152)
BİZ **** kulede bir başına bir adam oturur önünde milyonlarca düğme var düğmenin birine bastı mıydı bizlerden biri ya kolunu kaldırır -----ya adam öldürür -----ya çişini eder * tereci tere satar biz vatan satarız * biz kurşuna dizeriz düşünceyi hiçbir şey düşünmiyeceksin hattâ hiçbir şey düşünmediğini bile * bir ilâcımız var bizim şırınga ettik mi insana istediğimizi söyletiriz * biz insan eti yeriz pek güzel oluyor nohutlu yahnisi * ucu kurşunlu kırbaca pek meraklıyız * kapıya şapkanı as gir içeriye yat karımızla biz görünce şapkayı döner gideriz rahatsız olmayın diye * çocuklarımız kıçlarına etiket yapıştırılır piçhanelerde yetiştirilir * yatağa yatmadan yastığın altına bak oraya girmiş olabilir bizlerden biri * geçenlerde güneş tutuldu ya bu fesatlığı da biz yaptık propaganda kuvvetiyle * en iyisi bizi asmak bizi kesmek hapislere atmak bizi bizi atomlamaktır * 1947 (Sayfa: 156-157)
SABAH TÜRKÜLERİ *********************** I * Bir kömür şilebiyle yapılıyor yolculuk. Rıhtımlarında dövüşülmedik liman mı, -----türküsü söylenmedik keder mi kaldı; her sabah karşıda görünen ufuk -----her akşam bırakılmadı mı arkada; denizlere sürünerek yıldızlar mı gelip geçmedi; ve her seher vakti -----akan suyun üstünden ----------şavkı vurmuyor mu büyük hasretin.? * 1947 * II * Kara taştan bu kalenin yapısı, aralandı kapısı, kızıl kızıl kestanelik karşı dağın tepesi. Pırıltı ibrişimde, bir şenlik var içimde, burnuma geliyor dışarının kokusu. * 1945 (Sayfa: 158)
İBRAHİM BALABAN'IN ''BAHAR TABLOSU'' ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR. * İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban'ın. İşte şafak vakti, Mayıs ayındayız. İşte aydınlık: ---akıllı, cesur taze, diri, insafsız. İşte bulut: ---kaymak gibi lüle lüle. İşte dağlar: ---hem de mavi, hem de srin. İşte sabah seyranı tilkilerin: ---uzun kuyruklarında ışık, ---sivri burunlarında telâşları.. İşte seyreyle gözüm: ---işte karnı aç -----tüyleri diken diken -------ağzı kırmızı -----------işte dağ başında kurdun biri. Kendinde hiç duymadın mı sen ----------aç kurdun öfkesini sabah vakitleri.? İşte seyreyle gözüm: kelebekler, arılar, İşte kıvıl kıvıl devranı balıkların. İşte bir leylek: ---Mısır'dan yeni gelmiş. İşte bir geyik: ---daha güzel bir dünyanın hayvanı. İşte seyreyle gözüm: ---inin önünde ayı, ---uyku sersemi henüz. Sen aklından geçirmedin mi hiç ---toprağı koklayarak, ---ayılar gibi dalgın yaşamayı, ---bala, armuda, yosunlu loşluğa yakın -----insan sesinden, ateşten uzak.? İşte seyreyle gözüm: sincaplar, tavşanlar, işte kertenkele, işte tosbağa, işte üzüm gözlü eşeğimiz. İşte seyreyle gözüm: bir ağaç pırıl pırıl, ---güzellikte insana en çok benzeyen. İşte çayır çimen: İşte, kokla burnum: nane, kekik. İşte sulan ağzım: labadalar, ebegümeçleri.. Ellerim, ellerim dokunun, okşayın, avuçlayın. İşte anamın sütü, karımın eti, gülüşü çocuğumun. İşte sürülen toprak.. İşte seyreyle gözüm, işte insan: dağın, taşın, kurdun, kuşun efendisi, işte çarıkları, işte poturunda yamalar, işte karasaban, işte sağrılarında kederli, korkunç oyuklarıyla öküzleri.. * 1947 (Sayfa: 159-160)
DON KİŞOT ************** Ölümsüz gençliğin şövalyesi -----ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına, bir Temmuz sabahı fethine çıktı -----güzelin, doğrunun ve haklının: önünde mağrur, şirret, aptal devleriyle dünya, -----altında mahzun, fakat kahraman Rosinant'ı. * Bilirim, hele bir düşmeyegör hasretin halisine, hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek, yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok, yel değirmenleriyle dövüşülecek. * Haklısın, elbette senin Dulsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün, sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu alaşağı edecekler seni bir temiz pataklayacaklar. Fakat, sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun, sen, bir alev gibi yanmakta devâmedeceksin -----ağır, demir kabuğunun içinde ve Dulsinya bir kat daha güzelleşecek.. * 1947 (Sayfa: 161)
YAŞAMAYA DAİR 1
Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın -----bir sincap gibi meselâ, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, -----yani bütün işin gücün yaşamak olacak. * Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani, o derecede, öylesine ki, meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut, kocaman gözlüklerin, -----beyaz gömleğinle bir laboratuvarda -----insanlar için ölebileceksin, -----hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, -----hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, -----hem de en güzel en gerçek şeyin ----------yaşamak olduğunu bildiğin halde. * Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin, -----hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, -----ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, ----------yaşamak, yani ağır bastığından. * 1947 (Sayfa: 162)
YAŞAMAYA DAİR 2 *********************** Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, -----bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz -----en son ajans haberlerini. * Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, -----diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün -----yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, -----fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz -----belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. * Diyelim ki, hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla -----yani, duvarın arkasındaki dışarıyla. * Yani, nasıl ve nerede olursak olalım -----hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak.. * 1948 (Sayfa: 163)
YAŞAMAYA DAİR 3 *********************** Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, -----hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, -----yani, bu koskocaman dünyamız. * Bu dünya soğuyacak günün birinde, hattâ bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak -----zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. * Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya -----''Yaşadım' diyebilmen için.. * 1948 (Sayfa: 164)
ANGİNA PEKTORİS ************************* Yarısı burdaysa kalbimin -----yarısı Çin'dedir, doktor. Sarınehre doğru akan -----ordunun içindedir. * Sonra, her şafak vakti, doktor, -----her şafak vakti kalbim -----Yunanistan'da kurşuna diziliyor. * Sonra, bizim burda mahkûmlar uykuya varıp -----revirden el ayak çekilince -----kalbim Çamlıca'da bir harap konaktadır ----------her gece, ---------------doktor. * Sonra, şu on yıldan bu yana benim, fakir milletime ikrâm edebildiğim -----bir tek elmam var elimde, doktor, ----------bir kırmızı elma: ---------------kalbim.. * Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis, işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden -----bende bu angina pektoris.. * Bakıyorum geceye demirlerden ve iman tahtamın üstündeki baskıya rağmen kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor.. * Nisan 1948 (Sayfa: 165)
AŞI
* 1 * tarla hazırdı koyu esmer eti anadan doğma çırılçıplak tarla hazırdı şişkin ıslak dudaklarını açmıştı yarı yarıya uzun sürmedi bekleyiş sabah aydınlığında canlı küçük kurtlar gibi yukardan saçılıp aktı tohum hazla ürperdi toprak içine çekti akanı açılıp kapanarak açılıp kapanarak sonra da mahmur bir kat daha güzel terli kabarık gerindi ben ölümden kuvvetliyim diyebilirdi gebeydi artık * 2 * arılar fırladı güneşe doğru en önde kızoğlankız yeni beyarı nazlı bir vızıltıdır zar gibi ince şeffaf kanatları beli koptu kopacak altın tüylü süzme karnında da üç kızıl kuşak yetişip önledi onu erkeklerin en güçlüsü sonra yukarda boşlukta güneşin orda dikenli incecik bacaklar karıştı birbirine bir saniye sürdü aşı silkinip kurtuldu dişi düştü erkek içinden kopan elleriyle toprağa * 3 * odalarının penceresi ormana açık ağır yaz bulutlarının altında orman bir yumurtalık gibi de nemli ılık erkeğin yüzünde aşağıdan kadının gözlerinden vuran ışık ormanın üstüne yağmur boşandı ansızın yeşil ela gözlerini yumdu kadın yarı açık ağzında ıslak dişleri berrak duru içinde taa yüreğinin kökünde sıcak sıcak duydu yağmuru *
4
atan bir damar gibi akıyor nehir
acı yemişleri dikenli dallarıyla duruyor ağaç
duruyor kıraç yabani
güneşte bir şarkı gibi parladı balta
kesildi ağacın gövdesi orta yerinden
ihtiyardı esmerdi ıslaktı makta
kanayacaktı da âdeta
aşı bıçağıyla açıldı yarık
sokuldu ucu kalemin
bu kesik
bu yabanı gövdede müjdesi vardı artık
dikensiz dalları
ince kabuklu tatlı yemişleri
geniş yapraklarıyla gelecek olan
yepyeni bir âlemin.
*
1948 (Sayfa: 166-167)
***
İlerleyen aydınlığın içindeyim, ellerim iştahlı, dünya güzel. * Doyamıyor gözlerim ağaçlara: öyle ümitli onlar, öyle yeşil. * Güneşli bir yol gidiyor dutlukların arasından, hapisane revirinde penceredeyim. * Duymuyorum ilâçların kokusunu, bir yerlerde karanfiller açmış olacak. * İşte böyle, karıcığım, işte böyle, mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele.. * [Mayıs 1948] (Sayfa: 168)
*** Bu işte insafsız olacaksın, birazcık da kibirli, ne kahır, ne keder, ne zulüm, seni ancak ölüm -----teslim alabilmeli. * [1948] (Sayfa: 168)
BEN BENİ BİR DAHA ELE GEÇİRSEM * Ben, beni bir daha ele geçirsem, -- âbıhayat içersem demiyorum -- kapılar bir daha açılsa -----ben bu haneye bir daha girsem yaşardım yine böyle kanrevan içinde -----yine böyle aşk ile sersem, ben, beni bir daha ele geçirsem.. * [1948] (Sayfa: 169)
SEN
Sen esirliğim ve hürriyetimsin, çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, sen memleketimsin. * Sen elâ gözlerinde yeşil hâreler, sen büyük, güzel ve muzaffer ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin.. * [1948] (Sayfa: 170)
YİNE SANA DAİR ********************* Sende, ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini, sende, ben, kumarbaz macerasını keşiflerin, sende uzaklığı, sende, ben, imkânsızlığı seviyorum. * Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine ve kan ter içinde, aç ve öfkeli, ve bir avcı iştihasıyla etini dişlemek senin. * Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, fakat aslâ ümitsizliği değil.. * [1948] (Sayfa: 170)
MEŞGALE ************* Öküzlerimin boynuzlarında aydınlanırken ortalık toprağı sürüyorum sabırlı bir kibirle. Çıplak ayaklarımda toprak nemli ve ılık. * Pazılarımda pırıltılar, demir dövüyorum öğleye kadar, kırmızıya boyanıyor karanlık. * Yapraklarında yeşilin en güzeli, zeytin devşiriyorum ikindi sıcağında üstüm başım, yüzüm gözüm ışık. * Her akşam mutlaka misafirim var, kapım bütün şarkılara -----alabildiğine açık. * Geceleyin suya diz boyu girip çekiyorum denizden ağları: yıldızlarla balıklar karmakarışık. * Benden sorulur oldu -----dünyanın hâli artık: İnsan ve toprak, karanlık ve aydınlık. * Anladın ya, işim başımdan aşkın, anladın ya, gülüm, ben sana âşık olmakla meşgulüm.. * [1948] (Sayfa: 171)
Hoş geldin, kadınım benim, hoş geldin. Yorulmuşsundur, nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını, ne gül suyum ne gümüş leğenim var. Susamışsındır, buzlu şerbetim yok ki, ikram edeyim. Acıkmışsındır, sana beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam -----memleket gibi esir yoksuldur odam. * Hoş geldin, kadınım benim, hoş geldin.! Ayağını bastın odama -----kırk yıllık beton çayır çimen şimdi. Güldün, -----güller açıldı penceremin demirlerinde. Ağladın, -----avuçlarıma döküldü inciler; gönlüm gibi zengin -----hürriyet gibi aydınlık oldu odam. * Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin. * 1948 (Sayfa: 172)
*** Haydi güle gülü gülüm haydi güle güle.. Hani ağlamak yoktu.? Ağlama kızım, gözüne batacak sürmelerin. Taksiye bindin işte, işte hapisanesinde yattığım şehrin -----geçiyorsun içinden. Şoför belki ben yaşta bir adam dikiz aynasından bakıyor sana anlıyor bu güzel kadının ağlamasını. Belki onunda içerde yatanı vardır, belki tanır beni, belki kendisi de bizdendir. Biliyorum: Demirlerden seyrettiğim bu şehir kaplıcalar -----türbeler ----------ipek fabrikaları ve kocaman bir çınardır. Ve sahici insanları -----benim insanlarım ----------nasıl da perişan.. Fakat yüzlerine güneş vurmuş gibi olmuştur -----sen gözyaşları arasından ----------onlara baktığın zaman. Sen bu şehre bundan önce de geldin demek.? Sen bu şehre gelesin de beni aramayasın.! Öyle mi.? Ağla gülüm.! Hem de hüngür hüngür ağlamalısın. Hayır ağlama, Allah belâmı versin benim ağlama.! Etrafına bak: Ben ve şehir çoktan arkada kaldık^. Fakat ikindi aydınlığında: -----benim aydınlığımda ortalık. Artık elimden kurtulmanın imkânı mı var.! Senin de böyle bir şey istediğin yok zaten. İşte seninle ben -----işte ikimiz gülüm işte ikimiz ----------işte ikimiz en güzel şeye ----------dağlardan denize iniyoruz. * (Sayfa: 173-174)
GÜZ ****** Günler gitgide kısalıyor, yağmurlar başlamak üzre. Kapım ardına kadar açık bekledi seni. -----Niye böyle geç kaldın.? * Soframda yeşil biber, tuz, ekmek. Testimde sana sakladığım şarabı içtim yarıya kadar bir başıma -----seni bekleyerek. ----------Niye böyle geç kaldın.? * Fakat işte ballı meyveler dallarında olgun, diri duruyor. Koparılmadan düşeceklerdi toprağa biraz daha gecikseydin eğer.. * (Sayfa: 176)
Ben Bir Yolculuk Yaptım
*
Uzakta, çok uzakta, geceleri gökyüzüne -----beyaz bir yangın gibi aydınlığı vurdu hava meydanlarının ve kaçırdığım tirenler benden bir şeyler alıp -----pırıl pırıl daldı karanlığa, ben bir yolculuk yaptım. * Ben bir yolculuk yaptım, insanların gözleri bembeyazdı, leş kokuyordu çürümüş sular. Yalanın ve ahmaklığın bataklığını geçtim -----adam boyu sazlıklarda kaybolmadan.. * Ben bir yolculuk yaptım, yumrukları sıska karınlarında ve iki büklüm oturan yahut da rüzgârın önünde yalnayak koşan kadınlarla; ölülerle birlikte harp meydanlarında ve barikatlarda unutulmuş olanlarla. * Ben bir yolculuk yaptım, asfaltı sabah aydınlığıyla ıslak -----şehirlerin içinden ----------mahpusları taşıyan ---------------kamyonlarla geçerek.. * Ben bir yolculuk yaptım, ne senin beyaz dişlerinde ezilen üzümlere doyabildim, ne de kapalı bir yaz ikindisine benzeyen yatağına. * Ben bir yolculuk yaptım, yepyeni yapılar vardı şantiyelerde, genç bir çam gibi yemyeşildi ümit, ve bin metre yerin altında -----insanların alnında yanıyordu grizu lambaları. * Ben bir yolculuk yaptım, ayışığında, günışığında, yağmurun ışığında, dört mevsimle ve bütün zamanlarla birlikte, böceklerle, otlarla, yıldızlarla birlikte ve en namuslu insanlarıyla yeryüzünün, yani bir keman gibi şefkatli, henüz konuşamayan bir çocuk gibi merhametsiz, henüz konuşamayan bir çocuk gibi cesur, yani bir kuş kolaylığıyla ölmeye de -----bin yıl yaşamaya da hazır..
*
(Sayfa: 177-178)
Oğlum Memet Fuat'a
*
MELODRAM
*
Oynayanlar: Ben, Kızıl Saçlı Bacım ve Siz
*
Prolog
*
En ümitsiz mâcera:
-----yedi yerden yara almak değil.
En ümitsiz mâcera:
-----ipin ucunu kaybetmek elinden
ve gözlerimiz koyun gözü gibi mahzun,
bıçağın altına kendiliğinden
-----bıçağın altına bıkkın ve uzun
----------yatıvermesi boynumuzun.
***
Birinci Perde
*
Demirden ve betondan bukağım.
Ve mevsim bütün dişiliğiyle sonbahar.
Uzakta bir yerlerde pırıldayan su..
Azgın bir teke gibi belden aşağım,
kıl içinde
ve beynime vuruyor ekşi ekşi kokusu..
Ağır, beyaz elini koy alnıma,
bir şafak seyreder gibi seyredeyim seni.
Beni yalnız bırakma kızıl saçlı bacım,
yoksa ben bir haltlar karıştıracağım..
***
İkinci Perde
*
Bu iş böyle olmayabilirdi
-----size dair bir şeyler hatırlarsam.
Halbuki yüzünüz bile aklımda değil.
Siz sadece bir rivayetsiniz.
Durup dinlenmeden işliyor kafam,
durup dinlenmeden yaratıyor sizi.
Ve ben dokunamayan ellerimle giydiriyorum
çıplaklığınıza yeşil entarinizi.
***
Üçüncü Perde
*
Yola bakan pencerede durmaktan,
malta boylarında volta vurmaktan
-----kara sular indi ayaklarıma
-----ve dokundum size nihayet.
Böyle bir bahçeye hiç girmemiştim,
hiç görmemiştim gibi geldi bana
-----ışığın böylesini.
Ve siz olduğunuz gibi karşımdayken
sizi yaratmakta devam etti kafam.
***
Dördüncü Perde
*
Bu akşam, belki şimdi, şu dakka sen
-----arkadan bıçaklandın bacım.
-----Hem de ben bıçakladım seni,
kanın damlıyor ellerimden.
Görüyorum: işte sen içine gömülürken karanlığın
-----hayretle açılan gözlerinde
-----durgun bir su gibi parlıyor hâlâ
-----bana güvenen rahatlığın.
*
Elimde sırtına saplanan bıçak,
ve ağzımda müthiş bir yemişin tadı,
seni öyle yüzükoyun kapaklanmış bırakıp
kaçıyorum yanından ağlayarak.
***
Beşinci Perde
*
Ölü ayak izleri var
-----güneşli kumun üstünde.
Gidenler büsbütün gitmedi henüz,
kalanlar öfkeli bir merhametle bakıyor yüzüme
ve henüz dönüp gelmedi çağrılanlar.
Söndü ansızın şehrimin ışıkları,
alaca aydınlığındayım masamda yanan mumun.
Kollarım kan içinde dirseklerine kadar.
Dışarda vekarlı, engin rahatlığı yıldızların,
dışarda sessiz, beyaz haşmetiyle kar.
İçerde yeşil, ıslak yılanlar
-----çöreklenmiş karanlığında uykumun.
Ben bu dertten kurtulmak için
-----meydan yerinde yıkamalıyım
-----kirli çamaşırlarını ruhumun.
***
Epilog
*
Bu melodram
-----burda biter.
Tek kepaze aktörü bendim bu oyunun.
Oğlum Memet,
-----müjdesini ver
belki bana bir daha dönmeyecek olan kızıl saçlı bacıma:
Bizimkiler,
------bizimkiler nerdeyse Nankin'e girecekler.
*
Son
*
[Şubat 1949] (Sayfa: 182-185)
***
Olamadığım yerlerde olabilmenin hasreti midir -----bende bu keder.? bu güneşli kış günlerinde: -----meselâ, İstanbul’umda köprünün üzerinde, -----meselâ, Adana’da arasında ırgatların, -----meselâ Yunan dağlarında, meselâ Çin’de, -----meselâ, beni artık sevmeyenin ----------başucunda. * Yoksa, bir oyunu mu bu -----karaciğerin.? yoksa, bir rüya mı düşürdü bu hale beni, yoksa, yalnızlık yine çullandı da üstüme, yoksa, elliye dayadık da merdiveni ondan mı.? * Bende bu keder, bende bu kederin ikinci faslı -----ayaklarının ucuna basıp ----------geldiği gibi gider: -----yeter ki bitireyim bu yazıyı, -----yahut, uykum biraz düzelsin, -----yeter ki, bir mektup gelsin, -----yahut, radyoda bir haber.. * [1949] (Sayfa: 186)
*** Sevgilim yalan söylersem sana -----kopsun ve mahrum kalsın dilim: ----- ''Seni seviyorum'' demek bahtiyarlığından. * Sevgilim yalan yazarsam sana -----kurusun ve mahrum kalsın elim -----okşayabilmek saadetinden seni. * Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim İki nâdim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar -----ve göremesinler seni bir daha.. * [1949] (Sayfa: 187)
Bir Nehre Atılan Cenaze * Hapisliğimin on ikinci yılındayım üç aydan beri de -----canlı cenaze halindeyim cenaze olan ben -----serilmiş yatıyordu canlı olan ben -----onu ibretle seyrediyordu -----başka bir şey de gelmiyordu elinden cenaze yiyordu kendi kendini yapyalnızdı bütün cenazeler gibi de ihtiyar bir kadın gelip durdu kapıda -----annem ana oğul cenazeyi kaldırdık ben ayaklarından tuttum o başucundan -----ağır ağır indirdik -----attık Yang-tse nehrine kuzeyden akıyordu ışıl ışıl ordular * [1949] (Sayfa: 188)
AYDAN ASFALTA DÜŞEN TAVUŞAN * Ay doğdu içinde tavuşanıyla ben bir şey düşündüm yüreğimin kanıyla terini sildi o şey ceketinin yeniyle o şey tepeden tırnağa süzdü beni bastı gaza aldı virajı debriyajdayken ezip geçti aydan asfalta düşen tavuşanı. * [1949] (Sayfa: 188)
TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ * Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte. * Meselâ bir barikatta dövüşerek meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken meselâ denerken damarlarında bir serumu -----ölmek ayıp olur mu.? * Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. * Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı.? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden.? * Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. * (Sayfa: 189)
HAPİSTE YATACAK OLANA BAZI ÖĞÜTLER
*
Dünyadan memleketinden insandan
-----umudun kesik değil diye
-----ipe çekilmeyip de
-----atılırsan içeriye
-----yatarsan on yıl on beş yıl
-----daha da yatacağından başka
sallansaydım ipin ucunda
-----bir bayrak gibi keşke
----------demeyeceksin
yaşamakta ayak direyeceksin.
*
Belki bahtiyarlık değildir artık
boynunun borcudur fakat
-----düşmana inat
-----bir gün fazla yaşamak.
*
İçerde bir tarafınla yapyalnız kalabilirsin
-----kuyunun dibindeki taş gibi
fakat öbür tarafın
-----öylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığına
-----sen ürpermelisin içerde
dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa.
*
İçerde mektup beklemek
yanık türküler söylemek bir de
bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
tatlıdır ama tehlikelidir.
*
Tıraştan tıraşa yüzüne bak
unut yaşını
koru kendini bitten
-----bir de bahar akşamlarından.
*
bir de ekmeği
-----son lokmasına dek yemeyi
bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
*
Bir de kim bilir
sevdiğin kadın seni sevmez olur
ufak iş deme
yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir
-----içerdeki adama.
*
İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena
dağları deryaları düşünmek iyi
durup dinlenmeden okumayı yazmayı
bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana
bir de ayna dökmeyi.
*
Yani içerde on yıl on beş yıl
-----daha da fazlası hattâ
geçirilmez değil
-----geçirilir
-----kararmasın yeter ki
-----sol memenin altındaki cevahir.
*
[Mayıs 1949] (Sayfa: 190-191)
KORKU
Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson kartal kanatlı kanaryam inci dişli zenci kardeşim türkülerimizi söyletmiyorlar bize. * Korkuyorlar Robeson şafaktan korkuyorlar görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar yağmurda çırçıplak yıkanır gibi ağlamaktan sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhad gibi sevmekten (Sizin de bir Ferhadınız vardır, elbet Robeson -----adı ne.?) tohumdan ve topraktan korkuyorlar akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar ne iskonto, ne komisyon, ne vâde isteyen bir dost eli sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine ümitten korkuyorlar Robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten, korkuyorlar, kartal kanatlı kanaryam türkülerimizden korkuyorlar Robeson. * [Ekim 1949] (Sayfa: 192)
NİNNİ ******** Ruhum gözlerini yumuşacık yum ve gömülür gibi suya çıplak ve beyaz giriver uykuya rüyaların en güzeli bekliyor seni -----ninni.. * Ruhum gözlerini yumuşacık yum, kucağımdaymışsın gibi bırak kendini -----ninni, * uykunda unutma beni -----ninni.. Gözlerini yumuşacık yum -----yeşil elâ gözlerini ninni ruhum -----ninni. * (Sayfa: 193)
*** Sen yukarda yemişli dalların içindesin, yeşil gözlerin güneş dolu, dudakların bala bulanmış. Ben ağacın dibindeyim, bir ayağım çukurda.. Ben senden çok önce gideceğim, sen bensiz kalacaksın ihtiyarlığında.. * 1949 (Sayfa: 193)
ELLERİNİZE VE YALANA DAİR ********************************** Bütün taşlar gibi vekarlı, hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli, bütün yük hayvanları gibi battal, ağır ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz. * Arılar gibi hünerli, hafif, sütlü memeler gibi yüklü, tabiat gibi cesur ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizliyen elleriniz. * Bu dünya öküzün boynuzunda değil, -----bu dünya ellerinizin üstünde duruyor. * Ve insanlar, ah, benim insanlarım, yalanla besliyorlar sizi, halbuki açsınız, etle, ekmekle beslenmeğe muhtaçsınız. Ve beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya, göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan. * İnsanlar, ah, benim insanlarım, hele Asyadakiler, Afrikadakiler, -----Yakın Doğu, Orta Doğu, Pasifik Adaları ----------ve benim memleketlilerim, yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu, elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız, elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz. * İnsanlarım, ah, benim insanlarım, Avrupalım, Amerikalım benim, uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi, ellerin gibi tez kandırılır, -----kolay atlatılırsın.. * İnsanlarım, ah, benim insanlarım, antenler yalan söylüyorsa, yalan söylüyorsa rotatifler, kitaplar yalan söylüyorsa, duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa, beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların, dua yalan söylüyorsa, ninni yalan söylüyorsa, rüya yalan söylüyorsa, meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa, yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı, ses yalan söylüyorsa, ellerinizden geçinen -----ve ellerinizden başka her şey ----------herkes yalan söylüyorsa, elleriniz balçık gibi itaatli, elleriniz karanlık gibi kör, elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun, -----elleriniz isyan etmesin diyedir. Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız -----bu ölümlü, bu yaşanası dünyada ----------bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir. * [1949] (Sayfa: 194-195)
İBRAHİM BALABAN'IN ''MAPUSANE KAPISI TABLOSU'' ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR * Altı kadın vardı demir kapının önünde , beşi toprağa oturmuş, ayakta biri; * sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi. * Altı kadın vardı demir kapının önünde, ayakları sabırlı, ellerinde keder, * sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, cin gibi bakıyor kundaktakiler. * Altı kadın vardı demir kapının önünde, sımsıkı gizlemişler saçlarını, * sekiz çocuk vardı demir kapının önünde, biri kavuşturmuş avuçlarını. * Bir jandarma vardı demir kapının önünde, ne dost ne düşman, nöbet uzun, hava sıcak. * Bir beygir vardı demir kapının önünde, nerdeyse ağlayacak. * Bir köpek vardı demir kapının önünde, burnu kara, tüyü sarı, * kamış sepetlerde yeşil biber vardı, torbalarda kömür, heybelerde soğan sarmısak.
Altı kadın vardı demir kapının önünde
ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim;
altı kadından biri sen değildin, ama
beş yüz erkekten biri bendim..
*
28.12.1949
Bursa Hapisanesi (Sayfa: 196-197)
BALABAN'IN ''HARMAN TABLOSU'' ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR
Seçköyü’nden Feyzioğlu Ali’nin kızı, harman yerinde su döküyor dombaylara. Dombaylar kapı gibi, dombaylar kızgın tuğladan dombaylar kırmızı kara. Ben de dombaylar gibi, eydim kafamı toprağa. Su dök.! serinleyeyim.! * 1950 (Sayfa: 197)
HAPİSTEN ÇIKTIKTAN SONRA * 1 - Uyanış * Uyandın Nerdesin.? Evinde. Alışamadın hâlâ -----uyanır - uyanmaz -----evinde olmaya. On üç yıl hapiste kalmanın -----sersemliklerinden biri de bu. Yanında yatan kim.? Yalnızlık değil, karın. Uyuyor melekler gibi mışıl mışıl. Yaraştı hatuna gebelik. Saat kaç.? Sekiz. Demek ki akşama kadar emniyettesiniz. Çünkü teamüldendir -----polis ev basmaz güpegündüz. *** 2 - Akşam Gezintisi * Hapisten çıkmışın, çıkar çıkmaz da -----gebe koymuşun karını, takmışın koluna -----geziyorsun akşamüstü mahallede. Karnı burnunda hatunun. Nazlı nazlı taşıyor mukaddes yükünü. Sen saygılı ve kibirlisin. Hava serin. Üşümüş bebek elleri gibi bir serinlik. Avuçlarına alıp onu -----ısıtasın gelir. Mahallenin kedileri kasabın kapısında ve üst katta kıvırcık karısı yerleştirmiş pencerenin pervazına memelerini -----akşamı seyrediyor. Alaca aydınlık, tertemiz gökyüzü, duruyor orta yerinde çoban yıldızı -----bir bardak su gibi pırıl pırıl. Bu yıl uzunca sürdü pastırma yazı, dut ağaçları sarardıysa da, -----incirler hâlâ yeşil. Mürettip Refik'le sütçü Yorgi'nin ortanca kızı -----çıkmışlar akşam piyasasına, -----parmakları birbirine dolanmış. Bakkal Karabet'in ışıkları yanmış. Affetmedi bu Ermeni vatandaş -----Kürt dağlarında babasının kesilmesini. Fakat seviyor seni, çünkü sen de affetmedin -----bu karayı sürenleri Türk halkının alnına. Mahallenin veremlileri, yataklara düşenler, -----bakıyor camların arkasından. Çamaşırcı Huriye'nin işsiz oğlu, -----omuzlarında keder, -----kahveye gidiyor. Ajans haberlerini okuyor radyosu Rahmi Beylerin: Uzak Asya'da bir memleket, sarı ay yüzlü insanlar -----beyaz bir ejderha ile dövüşmekteler. Oraya gönderildi seninkilerden -----dört bin beş yüz tane Memet, -----kardeşlerini katletmeğe. Kızarıyor yüzün -----öfkeden ve utançtan ve umumiyetle filân değil -----sırf sana ait -----ve eli kolu bağlı bir hüzün. Karını arkadan itip yere yuvarlamışlar da -----düşürmüş gibi çocuğunu, yahut yene hapisteymişin de karakolda yine dövülüyormuş gibi -----köylü candarmalara köylüler. Ansızın bastırdı gece. Bitti akşam gezintisi. Bir polis jipi saptı sizin sokağa, karın fısıldadı: ----- - bizim eve mi.? *** 3 - Gecenin Saat Biri * Masanın örtüsü mavi basma, üstünde yalansız, güler yüzlü, cesur, -----kitaplarımız durur. Esirlikten dönmüşüm, anacığım, -----kendi memleketimde düşman kalesinden. Gecenin saat biri, lambayı söndürmedik. Yanımda karım yatar: Karım beş aylık gebeliğinde, etim etine değende elimi karnına koyanda -----bebek kıpır kıpır kıpırdar. Dalda yaprak, -----suda balık, ----------rahimde insan yavrusu, yavrum. Yavrumun pembe yünden zıbını, anası ördü. Bedeni benim karışımla bir karış, -----kolları şu kadarcık. Yavrum, Kız olursa tepeden tırnağa anasına benzesin -----istiyorum, oğlan olursa, boyu posu bana. Kız olursa elâ elâ baksın, oğlan olursa maviş maviş. Yavrum. Kız olsun, oğlan olsun, -----kaç yaşında olursa olsun, yavrum düşmesin istiyorum hapislere, güzelden, haklıdan, barıştan yana diye. Fakat malum, kızım yahut oğlum, gecikirse suların ışıması -----dövüşeceksin. ----------ve hattâ.. Yani haylıca müşkül bir zanaatmış bizde bugün -----babalık zaanatı da. Gecenin saat biri. Lambayı söndürmedik. Belki yarım saat sonra, belki sabaha karşı yine basılabilir evim, beni alıp götürürler -----kitaplarımızla beraber. Yanımda birinci şubeninkiler -----dönüp bakarım: durur kapıda karım -----eşiğin üzerinde, uçar entarisi sabah rüzgârında. Yüklü ağır karnında, -----bebek kıpır kıpır kıpırdar. *** 4 - Doğum * Anası bir oğlancık doğurdu bana; kaşsız, sarı bir oğlan, masmavi kundağında yatan bir nur topu, üç kilo ağırlığında. * Benim oğlan -----dünyaya geldiği zaman, çocuklar doğdu Kore'de, sarı ay çiçeğine benziyorlardı. Mak Artır kesti onları, gittiler ana sütüne bile doymadan. * Benim oğlan -----dünyaya geldiği zaman, çocuklar doğdu Yunan zindanlarında, babaları kurşuna dizilmiş. Bu dünyada ilk görülecek şey diye -----demir parmaklığı gördüler. * Benim oğlan -----dünyaya geldiği zaman çocuklar doğdu Anadolu'da, mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi. Bitlendiler doğar doğmaz kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden. Benim oğlan -----benim yaşıma bastığı zaman, ben bu dünyada olmayacağım, ama harikulâde bir beşik olacak dünya, siyah, -----beyaz, ----------sarı bütün çocukları -----sallayan mavi atlas döşekli bir beşik. * 1950 (Sayfa: 202-206)
BİR HAZİN HÜRRİYET
* Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan yoğurursun -----bütün nimetlerin hamurunu. Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı Karun etmek hürriyetiyle hürsün.! * Sen doğar doğmaz dikilirler tepene, işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan -----değirmenleri, büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün -----vicdan hürriyetiyle ----------hürsün.! * Başın ensenden kesik gibi düşük, kolların iki yanda upuzun, büyük hürriyetinle dolaşıp durursun, işsiz kalmak hürriyetiyle -----hürsün.! En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, meselâ, Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber, -----hava üssü olmak hürriyetiyle -----hürsün.!
Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in,
günün birinde, diyelim ki, Kore'ye gönderilebilirsin,
büyük hürriyetinle bir çukura doldurabilirsin,
meçhul asker olmak hürriyetiyle
-----hürsün.!
Bir âlet, bir sayı, bir vesile gibi değil
insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetiyle
-----hürsün.!
Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında,
hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.
Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.
*
1951 (Sayfa: 210-211) |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder