9 Haziran 2021 Çarşamba

Aziz Nesin - Zübük



''Bir tarihte bu adama her nasılsa üçyüz lira borç vermiştim. Daha o zaman evlenmemiş. Anasıyla da aramızdan su sızmıyor. Gece gündüz beraberiz. Derken bir de duyduk ki evlenmiyor mu.. Düğün hazırlıklarına başlamışlar. Anasına, ''Oğlun evlenmesini biliyor. Düğün dernek yapacağına kızımın üçyüz lirasını versin önce. Benim kızım, o parayı öğretmenlik maaşından bir bir biriktirdi,'' dedim. Biz dediğimizle kaldık. Parayı vermediler. Zübükzade de evlendi. Ne yapalım, Allah mesut etsin.. Lakin bizim para ne olacak.? Ben buna haber yolladım: ''Kızımın parasını verecekse versin, yoksa onu bütün memlekete rezil ederim.''

Benimkisi de akıl işte. Herif öyle rezilliklerden utanacak gibi değil. Hatta rezil edebilsek, ''Aman ne iyi, propagandamı yaptılar. Bir de üste ne versek de haklarını ödesek.!'' diyecek.'' (Sayfa: 15)

*****
*****

''Günlerden cumartesi.. Cumartesi oldu muydu, Zübükzade İbraam Bey, ilkin öğretmenler derneğine gelir. Biriki laf atar. Bizim de kafamız iyice kızdı yani.. Yahu, nedir bu herifin cakasından, şişinmesinden çektiğimiz.. Elin zibidi Zübük'ünün yanına salavatsız varılmıyor. Herifin namussuzluğunu cümlemiz bilmekteyiz. Velakin karşı karşıya geldik mi, her ne hikmetse, herif bizim ağzımızı dilimizi bağlıyor. Ağız mı açabiliyorsun karşısında.? En küçük lafı, vekil vükela.. Alçakgönüllülüğü tutarsa, vali sözünü ağzına alıyor. Validen aşağısına kendisi rütbe vermiş ki, hâşâ huzurdan, meclisten dışarı, söylenecek bir söz değil.'' (Sayfa: 30)

*****
*****

''Büyük adam sen ben gibi değil. Bir oturdular mı oturulan yerden kalkmazlar. Bir kapıdan girdiler mi, girdikleri kapıdan bir daha öldür Allah çıkmazlar. Usul böyle..'' (Sayfa: 55)



''Bu Zübükzade sağu sağlattı, bizi karılar gibi ağlattı. Hayır, bize kimseler etmedi, biz bize ettik.. Bilesin, hem de öyle oldu. Elin yaban kopuğunu, ''Beyim sen şöylesin, beyim sen böylesin,'' diyerek zorla başımıza bey ettik. Şimdengeri iş işten geçti. Nice yansak yakılsak boş.. Bizi yakıp kül edip, külümüzü yele savurmada namussuz.. Artık nice yansak yakılsak, bu kudurmuşun elinden amanımız yoktur.'' (..) Yahu, bu bizim bura insanında hiç mi zihin yok.? Bunların hepsi bilir ki, bu Zübükzade, tarihlerin yazmadığı bir namussuz. Tek ayak üstünde seksen yalan kıvırır. Uykusunda şeytan aldatmaya gelse, şeytanın ırzına geçip, ''Gözünün yaşını sil.!'' diye donunu da eline verir. (Sayfa: 80)

*****
*****

''Başımı iki elimin arasına aldım, derinlere daldım, düşündüm: Biz neden böyleyiz.? Öyle ya canım, bu anasının oğlu, babası bellisiz Zübük, başımıza getirmedik bela bırakmamış. Hepimizin ayrı ayrı canını yakmış. Biz her birimiz, bunun ipini çekmeye gönüllüyüz, öyleyken neden bu uğursuzu daha aramızda yaşatırız, neden yalanlarına inanmayız da, inanır görünürüz.? Benimkisi korkudan.. Korku dağları bekler, demişler. İnsan yüreği dağ olsa bunca yalanın saldığı korkuya dayanamaz.'' (Sayfa: 83)

*****
*****

''Tranasit yolundan geçenler Alman da olsa, İranlı da olsa, yanlarında Amerikan cıgarası bulunuyor. Buralılar Amerikan cıgarasını yalnızken içmiyorlar, toplu olunca içiyorlar; daha çok ikram cıgarası..

Şimdilik anlayabildiğim, Amerika, uygarlığını önce cıgarasıyla yaymaya başlamış.'' (Sayfa: 103)

*****
*****
''Burada herkesin ağzında bir Zübükzade İbraam Bey.. Herkes onu anlatıyor, onun sözünü ediyor. Merhaba der demez, arkasından Zübükzade şöyle yaptı, böyle etti diye başlıyorlar.

Adını daha tirendeyken duymuştum. Bir kompartımanda yolculuk ettiklerimizden iki kişi, hiç durmadan saatlerce Zübükzade İbraam Beyin zulmünden, kötülüğünden dert yandı. Onların uzun uzun yakınmalarını dinlerken, hiç sıkılmadım. Anlattıkları çok ilginç ama, inanılır şeyler değildi. Tirenden inince, ancak bir saat kadar kalabildiğim vilayette de, ondan bundan yine Zübükzade İbraam Beyin meraklı serüvenlerini dinledim. Kanarya sarısı kaptıkaçtıda da, yol boyunca yine o adamın sözü edildi. İşin şaşılası yanı, bu adamın serüvenlerini dinlerken insan hiç bıkıp usanmıyor. Destan gibi bir adam. Yalnız, kötü bir destan, yani yergi, taşlama.. Herkes anlatıp anlatıp, ''Allah belanı versin ulan Zübük.. Çilemiz dolmadı mı ki, seni Azrail hiç görmez,'' diye sözünü bitiriyor.'' (Sayfa: 107)



''Ah bre oğlum, ciğerimiz yanık. Bu #Zübükzade alçağından bizim bir çekmediğimiz mi kaldı.? Herif bizi eşşek yerine koydu da, hemi de yularsız, palansız güttü. Yok öyle değil, herifin günahını almayayım. Biz herifi, paçasından, yeninden, zorla çekip sırtımıza bindirdik. Eşşek bile eşşekken kafasını diker, tepmik atar, çifteler. Biz şu insanlığımızla onu bile yapamadık.'' (Sayfa: 109)

*****
*****

''Beygirler bile beygir aklıyla, canavarı gördü mü, baş başa verir birleşir de art ayaklarını canavara dönerler. Bizim de birleşme zamanımız.'' (Sayfa: 110)

*****
*****

''Bizde, yok yere ahbaplığı sıkıladın da canciğer göründün mü, arkasından bir alicengiz oyunuyla kazık atılacağını cümlemiz biliriz.'' (Sayfa: 111)

*****
*****

''Herkes, partimizde bir namussuzun olduğunda ve bunun aramızdan atılmasında birlik. Gelgelelim, hiçbiri de şu içimizdeki alçağın adını söyleyemiyordu. Bu bizim insanımızda yürek yok, yürek.. Ulan korkacak ne var.? Söylesenize şu herifin adını.. Tuh yüreksizler.! Herkes birbirine, ''Öyle değil mi.?'', ''Ne dersin.?'' diye sorarak belayı savuştura savuştura, dönüp dolaşıp gene bana geldi.'' (Sayfa: 113)



''Merkez, ya bu herifi partiden atar, ya biz toptan partiden istifa ederiz. Çünkü bu #Zübükzade ile aynı partide olmak şerefimize dokunuyor ve o partide oldukça hiçbir zaman seçimi kazanamayız.'' (Sayfa: 120)

*****
*****
''Yalvar yakar olduk, önüne yatıp yuvarlandık.
- Sayende İbraam Bey, şu kasaba şenlensin.. Gel bizi kırma. Belediyemize reisliği kabul et.!
Zübükzade İbraam Bey'in iki gözünden iki damla yaş süzüldü,
- Kabul ediyorum.. dedi, durdu.
Acaba gene ne gibi bir keramet buyuracak diye ağzının içine bakıyoruz.
- Velakin..
Gene durdu. Edepsizin ağzından laf dirhem dirhem çıkıyor.
- Buyur İbraam Bey, buyur. Velakin dedin durdun..
- Velakin bazı şartlarım var.
Çiftverenoğlu da gayrı belediye reisliğinin elden gittiğini anlamış, hiç değilse Zübük'le arayı açmayayım diye, o hepimizden ateşli,
- Her ne gibi şartın şurtun varsa, her bir buyruğun can baş üstüne.! dedi.
Zübükzade ahlaksızı zorla gözünden akıttığı iki damla yaş çenesinden süzülürken,
- Arkadaşlar, dedi, birinci şartım şu ki, hep insanız, beşer şaşar.. Yanılmak insanoğluna vergi. Evelallah belediye seçimini kazanırız. Ben de, madem istediniz belediye reisi olurum. Makam insanın başını döndürür. Eğer benim de başım dönre, yanlış bir iş yaparsam ve de sizler beni doğru yola getirmezseniz, namertsiniz..
Bey, bu Zübük'ün bir sesi var, beribenzer tiyatro oyuncusunda böyle ses bulunmaz. Yahu, herifin alçaklığını benden iyi bilen yokken, o sözleri dinleyince içim bir hoş oldu, gözlerim sulandı. Bu kez ağlama sırası bize geldi. Sesini titrete titrete, ''Beni doğru yola getirmezseniz, namertsiniz,'' demiyor mu, insanın hamiyet damarları kabarıp yaşlar gözpınarlarından taşıyor.
Çiftverenoğlu Hamza dürzüsü,
- Namerdiz.! diye bağırdı.
Tüccardan Emin Efendi yaşından başından utanmadan,
- Başka emrin.? diye sordu.
- Estağfurullah.. İkinci şartım şu ki, hiçbir kimseden dalkavukluk istemem. Çünkü, neden derseniz, bu alkışa, dalkavukluğa insanoğlunun yüzü yumuşak. Ola ki ben de şeytana uyar sapıtırım.
Hâşâ peygamberler gibi konuşuyor.
- Beni baştan çıkarmayacaksınız. Bana doğru yolu göstermezseniz alçaksınız.
Kendimi zaptedemedim,
- Alçağız.! diye bağırdım.
- Üçüncü şartım şu ki..
- Buyur İbraam Bey.!
- Dediğimden dışarı çıkmayacaksınız.
Aklı Evvel Bedir Hoca denen sakallı keçi,
- Çıkan, vicdansız.! diye bağırdı.'' (Sayfa: 136-137)
*****
*****
''Biz bu püsküllü belayı zorla başımıza aldık. Her ne çektiysek, kendi beyinsizliğimizden. Bizde bu kafa varken, bizim gibilerine bir değil, on Zübük az gelir.
Belediye reisi oldu, sonra da bize kan kusturdu. Kimse etmedi bize, n'ettikse kendi kendimize ettik. Yılanın başı küçükken ezilecekti. Şimdengeri ne desek boş, olan oldu..'' (Sayfa: 141)


''Bre Bey, nasıl vasfetsem, herif soluk alır verir gibi yalan kıvırıyor.'' (Sayfa: 142)



''Anlatılanlara bakılırsa, dünyanın en kötü adamı.. Ama dikkat ediyorum da söylediklerine, hiçkimseyi de kandırmamış. Kandırılanlar, zorla, yalvararak kendilerini kandırtmışlar. Sanki, Zübükzade'yi zorlaya zorlaya kötü yapmışlar.'' (Sayfa: 162)

*****
*****
''Askeriye muzıkası vurmaya başladı, ağırdan bir makam.. Cami avlusuna varıldı. Şehit tabutta.. Aklı Evvel Bedir Hoca cenaze namazını kıldırdı. Tabutu aldık yürüdük. Önde muzıka vuruyor. Şehit kabristana gömüldü. Arkadan nutuklar başladı. Velakin Ankara'nın adamı dehşetli nutuk çekiyor. Ankara nutukçusunun dediğinden hiçbişey anlaşılmıyor, velakin bir nutuk ki insanı ağlatıyor. Ben ağladım.. Baktım, Çiftverenoğlu da ağlıyor, Emin Efendi de ağlıyor. Ağlamayan yok canım.. Erkek kısmı ağlar mı.? Elin oğlu ağlatıyor Bey. O nutku duyup da ağlamamak olamaz.
Çiftverenoğlu,
- İyi nutuk çekiyor ya, dediklerini bir anlasaydık.. dedi.
Benim anlayabildiğim bir ''Vatan seması..''
Mezarın başına geçen,
- Vatan seması.. diye başladı mı, gözyaşı zapt olmuyor.
Emin Efendi,
- Yahu, ben ağlamaktan öldüm, dedi, bir insanda bu kadar gözyaşı mı olurmuş.? Demek insanın içi, bir gözyaşı torbası.
En sonunda bizim Aklı Evvel Bedir Hocamız çıkıp duaya başladı. Ne dersin Bey, bizim Bedir Hoca, hepsini bastırdı. Evet, Bedir Hoca alçağında iş varmış. Onun duasının yanında nutukçuların ses titremesi on para etmez.
Kalaycı Kör Nuri yanı başımda belirdi,
- İyi ki, dedi, gözümün biri yok.. Öbür gözüm de olaymış, içimin suyu hep akacakmış da kuruyacakmışım. Bu ağlamaya tek göz yetmez oldu.
Kör Nuri'de laf çok, durup durup yumurtluyor:
- Emmi, ben bişey keşfettim.
- Nedir oğlum.?
- Yahu, bu insanoğlu anlamadığı bir laf oldu mu ağlıyor demek.. Bak, demin efendiler, Allah razı olsun, nutuk çektiler. Anladık mı.? Yok.. Gelgelelim ağladık. Şimdi de Arabi üzerine dua okur. Ne anladık.? Hiç.. Velakin ağlamaktan gözpınarlarım kurudu, ötey gözüm de kör olacak.. Demek bu beni beşer, anlamadığı söze ağlıyor, he mi.?
- Besbelli öyle olacak..'' (Sayfa: 170-171)
*****
*****
''-Bu memleket.. şehit şüheda yüzü suyu hürmetine yaşıyor..
- Ona ne şüphe İbraam Bey..
- Vatan için canını verenlerin..
Sesi titriyor, sözü hıçkırıklardan kesiliyor.
- Vatan için ve memleket için ve de millet için ve de..
Hüngür hüngür, sarsılarak ağlıyor.
- Aman İbraam Bey, ölenle ölünmez kardaş..
- Bir koç yiğit, öyle bir koç yiğit..
Boğazıma bir yumruk geldi, tıkandı. Ben yüreği dayanıksız, gözü yaşlı bir adamım. Gözlerim bulandı. İçimden, ''Aman oğlum İhsan, tut kendini.!'' diyorum kendime, ne mümkün.. Şurama bir düğüm geldi oturdu, başıma da bir ağrı saplandı. Ağlasam açılacağım ya, ayıp olur diye kendimi tutuyorum..
- Bu vatanın her bir karış toprağı mübarek şehit kanlarıyla sulanmış olup..
İki gözü iki çeşme ağlıyor. Gözyaşlarını sildiği çevre, ıslanmış da bulaşıkbezine dönmüş.
Gözpınarlarım gevşedi. Ağlarken beni görüyorlar mı diye Emin Efendiyle Hamza Beye baktım. Hamza Bey, ceketinin yeniyle gözlerini siliyor, Emin Efendi zavallısı da burnunu çekiyor.
- Bir millet.. Şehitlerinin.. Her karış vatan toprağı.. Aklıma geldikçe kendimi tutamıyorum. Biz millet yolunda, vatan uğruna..
Gayrı tutamadık kendimizi, biz de bir hüngürtüdür tutturduk. Ağla gözüm ağla.. Minderlerin üstüne kapanıp başladık ağlamaya.. Gözlerimizden kanlı yaşlar gidiyor, gözyaşı sel olmuş.
Hem ağlıyorum, hem de kendi kendime,
- Yahu, tut kendini. Bu da Zübük itinin yeni bir numarası işte.. Bizi kazıklayacak besbelli.. Ağlayacak ne var.? diyorum ama olmuyor.
Sesini titrete titrete ağladıkça, karşısında mezar taşı olsa cana gelir de ağlar.'' (Sayfa: 179)
*****
*****
''- Kasabamıza bir cami yaptıracağız ki, beribenzer bir cami değil, vilayette bile eşi olmayacak.. İki minareli ve her minaresinde üçer şerefeli ve sekiz kubbeli ve ramazanda mahyalı ve kubbe içi altın yaldız bezeli ve içi mermer döşeli ve kapıları ince iş oymalı ve sedef kakmalı ve mihrabı halis somaki taşı ve mimberi nakışlı ve Kâbe örtülü ve ayrıca, ''Sakal-ı Şerif''li ve kürsüleri cevizden.. Ve de kasabamızın şerefine layık, Müslümanın göğsünü kabartan bir cami.. Karşısına geç bak, seyrine doyum yok.. Salkım salkım kandilleri nurlu..
Herifin ağzından bal akıyor. Anlattı, anlattı,
- Nasıl, istemez misiniz böyle bir cami.? diye sordu.
- Aman istenmez mi İbraam Bey, bir de sorarsın..
- Öyleyse hemen kasabamızda bir cami yaptırma derneği kurulacak..
Yahu, şimdi durup dururken bu cami de nerden çıktı.? Anlaşılan, kabristanda nafile namazı kılmak Zübük'ün hoşuna gitmedi de, cami yaptıracak..
Camiye hep sevindik. Ençok sevinen Aklı Evvel Bedir Hoca..
Satılmış Bey,
- Sormak ayıp olmasın ya, bunun parası nerden çıkacak.? dedi.
Zübük,
- - Parası kolay, dedi, Müslüman isterse, bir cami yapar ki, tüm kasabamız kubbesinin altına girer.'' (Sayfa: 190)
*****
*****
''Arkadaşlar, darphane bile Zübük İbraam gibi para basamaz. Adam durduğu yerde icat çıkarıp bir para kaynağı buluyor. Bugüne dek biz hangi ramazanda davulcudan para alırdık. Zübük'teki akla bak sen, ramazan davulculuğunu artırmaya çıkardı da, milleti birbirine düşürüp, ramazan davulculuğunu beşyüz pangınota kiraladı, belediyeye gelir sağladı. Şu kasabada kaç kişiyiz, hangimizin yaşayıp hangimizin ölü olduğu belli bile değil. Zübükzade, muhtara verdiği akılla, kayıtta kimini ölü, kimini diri gösteriyor. Herifteki akla bak ki sen, ölüleri diriltti, dirileri öldürttü.. Vergi borcu geleni öldürtüyor, hazineden alacağı olan ölüyü diri gösteriyor. Ölü diri birbirimize karıştık be..'' (Sayfa: 206)


YANLIŞ GİDİYORUZ
*
İlçe ortaokulunun Almanca öğretmeni bir arkadaşına şu mektubu yazıyordu:
*
''Büyük şehirlerde oturup, halk için düşünmek ne kolay.. Buraya gelmeden önceki iyi niyetli aptallığımı düşünüyorum, içimi bir halk dalkavukluğu kaplamıştı. Bizi nasıl kandırdılar, aldattılar, sonunda halk dalkavuğu yaptılar. Halk bilir, halk herşeyi bilir, halkta büyük bir sezgi vardır.
Yalan, hepsi yalan.. ''Halk herşeyi bilir'' demek dalkavukluğu bile, halkı kendilerinden ayrı, bambaşka, umacı, koskocaman bir dev yaratık görmek değil de nedir.? Yalandan halkı sever göründükçe, halka dalkavukluk ettikçe, bu yalanlara gerçekten inanan benim gibi tek tük kişiler, bilgisizliğin, görgüsüzlüğün, geriliğin kızgın, sonsuz çölüne sızan cılız sular gibi kuruyup, bitip gideceğiz.'' (Sayfa: 226)


''Halkı ilkin kandıran şehir aydını değil, kasaba aydını. Kasabalı aydın, halkı şehirli aydının kandırmasında yardımcılık, aracılık ediyor.'' (Sayfa: 227)
*
''Bu köylünün hepsi de İstanbul hanlarında, apartmanlarında kapıcı durmuşlar, o hanların, apartmanların kaloriferli, mavi, pembe, beyaz fayans döşeli helalarını yıkayıp tamizlemişler. Kullanmışlar da.. Ama köylerine dönüşlerinde kendilerine hela yapmamışlar.
Neden.? Neden böyle, diye hiç düşünüyor muyuz.?
Görgüsüzlük desen, değil, işte helanın en güzelini yıllarca görmüşler, temizlemişler, kullanmışlar da.. Ama yine de kendilerine hela yapmıyorlar. Görmek, tek başına bir işe yaramıyor. Kişinin, o gördüğünü alacak, benimseyecek bir düzeye yükselmesi gerekiyor. O yere yükselmedikçe, ne görse boş.. Bunlar, yıllarca temizledikleri helaların, kendileri gibi insanlar için değil, yalnız kapıcı odacı durdukları han ve apartmanlarda yaşayan insanlar için olduğunu sanıyorlar.
İşte biz bu halka ''akıllı, bilgili, anlayışlı, sezgili'' diyoruz. Yalan. Onları da, bizi de kandırmışlar, aldatmışlar. Biz de o yalanlara aldanıp körü körüne halk dalkavuğu olmuşuz. Acı gerçekleri öğrensek, öğretilmeden, eğitilmeden, halkın bilgili, anlayışlı olamayacağını kavrasak, o zaman ne yapmamız gerektiği üzerinde düşüneceğiz. Ama, ''Halk bilir, anlar,'' deyince düşünceye yer kalmıyor artık.'' (Sayfa: 230)


''Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük'te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.
Bu zübükler her yerde var, biz zübükler nerde varsak, onlar da orda.. (..)
..biz önce kendimizi kandırıp, onları da bizi kandırsınlar diye zorluyoruz. Kendi içimizdeki zübüklükleri biriktirip, birleştirip zorlaya zorlaya zübük yaratıyoruz. Gerçekte, zübük biziz, benim, sensin.. Karşımıza bir zübük çıkıyorsa, onun zübüklüğünde bizim de bir parçamız var.'' (Sayfa: 268)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...