1 Kasım 2020 Pazar

Bedrettin Cömert Hakkında Yazılanlar

 

Özdemir İnce - BEDRETTİN CÖMERT, TÜKENMEZ GÜZEL İNSANIN BAHARI
*
Çiçeklere sordum Bedrettin’i,
“O bir karanfildir,” dediler,
“kırmızı, yanık kokulu, durur çağımızın yakasında.”
*
Çağımıza sordum Bedrettin’i,
“Birken iki oldular, otuz, kırk oldular,
yüz oldular, bin oldular, çoğaldılar,” dedi,
“tükenmez güzel insanların baharı.”
*
Kurşuna sordum Bedrettin’i,
“Ben bir aracıydım,” dedi,
“bütün aracıları gibi yeryüzünün,
kimliksiz, kişiliksiz bir tutsak.”
*
Ölüme sordum Bedrettin’i,
“Gitti,” dedi, “ama yine gelecek,
bir gün tekrar geri dönecek,
ben istemedim, gönderdiler.”
*
Bedreddin’e sordum Bedrettin’i,
“Birlikte geleceğiz,” dedi, “sûr çalmadan,
etiyle, kemiğiyle,
soluğuyla halkımızın,
nasıl gittiysek öyle geleceğiz,
eksikli değil ama mutlaka fazla.”
*
“Sormam artık kimseye Bedrettin’i
Bedrettin böyle konuştuktan sonra,
Nasıl gittiyseler öyle gelecekler demektir;
Beden dağılmıştır belki yok olmuştur suret,
Ama tükenmez bir cevherdir onların baharı:
Etidir, kemiğidir, soluğudur halkımızın.”
*
(Ankara, Temmuz-Eylül 1978)
*****

Gülten Akın / Bedrettin Koçaklaması 
**************************************
Bir Türkmen kocası söyledi son kez
Hayattan değerli yoktur, bilesin
Ama körpenin, palazın kanıyla
Kanayan bir yol olduğunda hayat
Asma kendi ışgınını kuruttuğunda
Her Bedrettin ölümle uzlaşır
Uzlaşılacaksa
*
Erdem midir susma, öyle denildi
Ört kepenklerini sıkıca
Sana değmeyene karışma
Yüz alışılmışın sığ sularında
*
Bilim yumuşak bir döşekse
Bedrettin ayakta
*
Halk birikir cellat ölür
Zulum bir başına kalır
İp çürür, kurşun çözülür
Bedrettin yaşamakta
*
Onlar benlerinin kölesi oldular
Değiller
Bir kendi sözlerinin bile sahabı
Gülten çok dostu gördün
Kalsınlar sağlıcakla
*****

29 Temmuz 2010 tarihli, Tekin SÖNMEZ yazısı:
*
Anılar da mektup tomarları gibidir! Aradan yıllar geçer ve kağıt tomarları bir arada olmaktan sıkılır ve sararır. Nereden bakarsanız bakın, geriye dönemezsiniz! Döndüremezsiniz!
Geriye dönmek! Anılar dağarında kalanlarla yetinmek zorundasınız bir kez. Bu da güvenilir değildir. Anılar kandırabilir de insanı. Her anı kimileyin, düşman mevzilerinden çıkan patlamamış mermilere benzer. Ellerinizde oyalanırken, patlayanlar olabilir de. Şimdi bir de bu patlama sahnesini düşünelim! Mektup tomarlarından çıkan solgun yapraklar, güvenilmez anılar arasına güz yaprakları gibi düşer.
Tuhaf bir şaşkınlık da yaşarsınız enikonu. Neden! Neden?
O an anıların getirdikleri, elinizdeki bir mektupla sarsılır. Mektup elinizden düşer yere. Anılar sizi şaşırtmıştır. Yüzünüz de biraz sararmıştır! Tam tersi bir fırtına eser, bu kez mektup yaprağı ile anılar arasında. Bakın işte bir yerde yanıldınız! Nerede yanıldınız? Fakat! Hayır! Evet!
Çoğu sözcüklerin, solgun harflerin ve okunmaz durumda olan tümcelerin yerine bir şeyler kondurmak de yetmez. Şunu şöyle söylesem, şu sözcük yerine daha bir başkasını seçsem olmaz mı,diye düşünmeniz de boşunadır.
*
Değerli İzleyici,
Burada özel bir insan çıkıyor karşımıza. Daha özü mektup ve insan karşımıza çıkıyor. Mektup insanı çıkıyor karşımıza. Mektuplarla soluk alıp veren insanlar ötekilerinden farklı mıdır, sorusu bir an şimşek gibi oturur göğsünüze.
Siz, evet! Siz mektup insanı mısınız? Mektuplarla soluk alıp veren insanlar var mıdır? Nasıl olur da onları daha yakından tanıyabiliriz şimdi? Fakat ok yaydan çıkmıştır bir kez!
Keşif masasına şöyle bir ölçüt gelir. Tek sözcük; Hüzün!
Bu biraz da sararmış tomarlar açılırken insanı sarıp sarmalayan ve içten saran duygu olur. Gözyaşları ırmağı olur kimi yerde. Kimi yerde göz kapaklarına kuru parmaklar uzanmıştır. Dipten bir savrulma sahnesini daha düşünelim şimdi! Elleriniz neden bu kadar kuru, parmaklarınız neden göz kapaklarınızı diken yumağı gibi çiteler? Sertlik nerede?
Şimdi bir teknoloji canavarı düşünelim! El sürer sürmez özel düzenekle kendi içinde ikinci kez patlayan ve binlerce mikro parçaya bölünen mermi gibi bir mektup düşünelim.
Mektuplarla soluk alıp veren insanın yıllar sonra düştüğü hüzün, işte Bedrettin Cömert'in mektupları.
Sevgi, içtenlik..
*****

Unutulan Adam: Bedrettin CÖMERT / Mustafa Şerif ONARAN
Papirüs, Aralık 1988, Sayı: 22
*****************************************************************
Edebiyattan anlamak ne demektir.? Bir edebiyat yapıtının tadına varmak, ondaki inceliklerin neler olduğunu bilmek, dil özelliklerinin ayırımını öğrenmek denirse, yeterince açıklanmış olur mu.? Belli bir birikim, belli bir beğeni anlayışına erişmeyen insan da kendisine göre tadına varabilir bir edebiyat yapıtının. Eskimiş, kullanılmış, alışılmış, artık değer olmaktan çıkmış öyle yapıtlar var ki, onların etkisinden kurtulamayan, onlardan başka değer ölçüsü tanımayan bir insana ‘’Edebiyattan anlar.!’’ denebilir mi.?

Bedrettin Cömert’in ‘’Edebiyatımızın zabıt kâtipleri.!’’ olarak andığı kimi yazarların adını açıklamak istemiyorum. Onlar çoktan göçüp gitti bu dünyadan. Bir kaç adı anımsamak neye yarar.! Hazır yargılarla yetinen içi boş iri sözlerle edebiyat yaptığını sanan öyle gereksiz yazarlar var ki, onlar da ‘’zabıt kâtipleri’’ değil mi edebiyatın.?

Yeniliklere açık olmalı bir yazar, kendinden sonra gelen değerleri anlamasını bilmeli. Hem kendini yetiştirir böylece, hem de yeni bir pencere açmış olur edebiyata.

Gene de Bedrettin Cömert’in ’’Edebiyatımızın zabıt kâtipleri.!’’ sözü nice yeteneksiz yazarı, ozanı kolayca tanımlayan anahtar bir söz gibi geliyor insana.

Bedrettin Cömert.. Bu adı iyi anımsayalım. Bellek unutkandır. Nice canlı anılar zamanla silinir gider. Hele Bedrettin Cömert gibi güzel bir insanı tanımamışsanız, yaşanmış bir anınız bile yoksa onunla, zamanın acımasız çarkı un-ufak eder, izi bile kalmaz onun.

Bedrettin Cömert; yeleli saçları, kalemle çizilmiş gibi özenli yüzü, ince uzun bedeni ile Olimpos ilahlarına benzeyen bir güzel insandı. Kimi zaman altına keten pantolon ya da blucin çeker; ayağına sandaletlerini takar; üstüne yakası açık bir gömlek ya da tişört geçirir; kimi zaman kruvaze lacivert giyimli, kırmızı desenli kravatıyla İtalyan moda dergilerinden çıkan bir model gibi görünürdü.

Öldürüldüğü zaman 38 yaşındaydı. Türk Dil Kurumu kurultayına geleceği sabah, 11 Temmuz 1978’de vosfogeninde kurşunlamışlardı onu. Demek ki yirmi yıl geçmiş aradan.

O yılların kargaşa ortamını anımsamak gerek. 1970’lerin ikinci yarısıdır. 11 devşirme milletvekili ile ucu ucuna çoğunluk olan Ecevit, yönetimin başında görünmektedir.

Bülent Ecevit, özleşme dilinin güzelliğini rahatça kullanan az bulunur bir siyasetçi, içtenlikli bir ozandı. Türk Dil Kurumu’nun 8 Temmuz’da başlayan 16. Kurultayı’nda bir konuşma yapmış, Türk Dil Kurumu’nun Atatürk’ün açtığı yolda, dilimizin özleşmesine, gelişmesine nasıl katkıda bulunduğunu anlatmıştı. Kurumun üyesi olan Bülent Ecevit Kurultaya katılmış olmanın coşkusu içindeydi.

Bedrettin Cömert Kurultayın dördüncü günü, 11 Temmuz 1978’de, öldürülmüştü. O sabah; çalışmanın ilk saatlerinde, Kurumun üyesi olan, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi bu genç bilim-sanat insanının, Kurultaya gelmek üzere yola çıkarken kurşunlanarak öldürülmesi haberi, şaşkınlıkla karşılanan bir üzüntü yaratmıştı. Kurultay çalışmalarına kısa bir ara verilmiş, daha sonra toplanıldığında saygı duruşunda bulunulmuş, Bedrettin Cömert’le ilgili görüşler, duygular dile getirilmişti.

Türk Dil Kurumu’nun üyesi Başbakan Bülent Ecevit o gün yeniden Kuruma gelmiş, Bedrettin Cömert’in öldürülmesi üzerine bir konuşma yaparak Kurultay’da şunları söylemişti:

‘’Ülkemizde birkaç yıldan beri insanlıktan uzaklaştırılmış ve cinayet aracı haline getirilmiş bazı kimseler var. Bu kimseler yıllar boyunca kendilerine işletilmiş olan suçların tutsağı haline gelmişlerdir. Kendilerine suçlar işletile işletile belki de çaresiz duruma düşürülen bu kimseler cinayet tertipçilerinin elinde her şeye alet edilebilen birer insanlık dışı robot durumuna dönüştürülmüştür. Ülkemizde hiç kuşkusuz Türk Devleti’ne karşı, demokrasimize karşı, ulusumuza karşı bir ihanet çemberi vardır. Bu ihaneti düzenleyenlerin, kışkırtanların kimler olduğu yıllar boyunca artık büyük ölçüde anlaşılabilir hale gelmiştir.’’

Bülent Ecevit sözlerini şöyle tamamlamıştı:

‘’Türk toplumu kendisini bölmek, devletini yıkmak isteyenlerin karşısında etkinliğini gösterecektir. Çağımızda faşist rejimler, bir avuç gözü dönmüş insan karşısında, toplulukların pasifize olmasından doğmuştur. Türk toplumu, bu oyuna, bu tuzağa düşmeyecektir.’’

Ecevit’in konuşmasından kısa bir bölümü buraya aktarışımın nedeni günümüz koşullarına da ışık tuttuğu içindir. Bu ‘’ihanet çemberi’’ günümüzde daha da genişlemiş, devlet içine sızan çetelerle etkisini daha da artırmış, ‘’faili meçhul’’ cinayetler sürüp gitmiştir.

O zamanlar ara seçimleri yitiren Ecevit, Yönetimi Demirel’in azınlık hükümetine bırakarak çekilmişti.
zamanlar ‘’Umudumuz Ecevit’’ ti o.! Bu umut kararmaya mı başlamıştı.? O zaman ki sosyal demokrat kimliğiyle yönetimde kalmanın olanaksızlığını anladığı için mi yeni bir ‘’sol’’ arayışına girişti.? O yıllardaki Ecevit’in yalnız bırakılmışlığını, içten içe yıkılmışlığını iyi bilmiyoruz. Yeni bir planlamaya geçişin arkasında kim bilir bilmediğimiz daha neler var.!

Aradan yirmi yıl geçmiştir Bülent Ecevit Başbakan Yardımcısı olarak yine yönetimin başındadır. Daha da genişleyen ‘’ihanet çemberi’’ kırılamamıştır. Ecevit biraz daha yorgundur. O ozanca coşkunun yerini biraz daha ölçülü olmak gereksinimi almıştır.

Bedrettin Cömert niye öldürüldü.? Demokrasimize, ulusumuza, cumhuriyetimize karşı düzenlenen bu ihaneti kışkırtanların kimler olduğu büyük ölçüde anlaşılabildiği halde neden yok edilmiyor.?

Bedrettin Cömert cinayet örgütlerinin üniversitedeki eylemlerini soruşturan bir kurulda mı görev almıştı.? Karşıtları için sakıncalı olabilecek bilgiler mi edinmişti.? Bu nedenle mi öldürülmesi gerekiyordu.?

Artık bu soruların yanıtı alınamayacak. Öldürüldükten sonra Bedrettin Cömert’le birlikte gömüldü bu sorular.

Yara almış demokrasi gemimiz yalpaya yalpaya hangi kıyıya doğru sürüklenmekte.?

Ama bu sorular hep sorulacak. Önce kendimizi, sonra çevremizi sorgulamadıkça iç erincine ulaşamayız. Önce kendimizde kusur bulmamız gerekmeli. Şükrü Erbaş’ın şiirine kulak vermeli, ‘’Kimse temizim demesin’’ diye kendindeki yanlışı araştırmalı.

Kalküta’daki bilge kadın ne diyordu öteki insanı aramaya çıkan hekime.?

‘’Ya gerçeklerden kaçarsınız, ya bir köşede durur öylece bakarsınız, ya da savaşıma girişirsiniz.’’

Bir bakıma durup bakmak da, kaçmak anlamına gelmez mi.? İnsan o zaman temiz kalabilir mi.?

Bedrettin Cömert belki de olayların üzerine yürüdüğü için öldürüldü.

Zamanla bu sis dağılır, gizli ilişkiler ortaya çıkar, ortalık aydınlanır. Biz kendi gerçeğimizi Bedrettin Cömert’in gönül penceresinden görmeye çalışalım.

Bedrettin Cömert 1940 yılında Vezirköprü’de doğmuştu. Liseden sonra Roma Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmişti. Suut Kemal Yetkin sahip çıktı ona, oğlu gibi sevdi. Bedrettin’le konuşurken yüzü aydınlanır Suut Hoca’nın, içine sevinç dolardı. Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’ne girdi, orada doçent oldu.

Bedrettin Cömert edebiyat eleştirileri, inceleme yazılarıyla ilgi çekti. ‘’Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’’ ın Mandıralı Roman Ödülü’nü kazandığı törende, Nisan 1978’de, Aziz Nesin üzerine kapsamlı bir konuşma yapmıştı. Şimdiye dek Aziz Nesin üzerine böylesine dizgeli, ayrıntılı bir çalışma yapılmamıştı.

Sanat tarihçisi olarak dilimize kazandırdığı önemli yapıtlar var. Bunlar arasında 1977 Türk Dil Kurumu çeviri ödülünü kazandığı Gobrich’in ‘’Sanatın Öyküsü’’ adlı yapıtını özellikle anmak gerek.

Şiirleri ile kimi yazıları ölümünden sonra kitap haline getirildi. Şiirleri 1979’da ‘’Ellerim Sizlerden Uzak’’ adı altında toplandı. Yazılarının bir bölümü ‘’Sanat Edebiyat Üzerine’’ adıyla, 1991’de, Damar Yayınları arasında çıktı.

Bize sanat tarihinin önemli yapıtlarını çeviren Bedrettin Cömert’e ‘’Çeviri yapmaya neden gerekseme gördüğü’’ sorulduğu zaman anlamlı bir yanıt vermişti.

O yanıtı bir kez daha dinlemek yararlı olacak:

‘’Ben de birçok insan gibi, sahip olduğum iyi ve güzel şeyleri başkalarıyla paylaşmaktan haz duyarım. Hele bu başkaları dostlarım, sevdiklerimse, duyduğum hazzın ölçüsü yoktur. Armağan vermeyi çok severim. Armağan verme olayı, benim iç dünyamda, basit bir alıp verme eylemi değildir. Vereceğim armağanın ilkin benim beğenimi doyurması gerekir, ilkin kendime yakıştırmalıyım onu. Bu yüzden, gücümün yettiğince, vermek istediğimin en iyisini seçip armağan etmeye çaba gösteririm. Çaba sözcüğü de pek yakışmadı aslında. Çünkü azıcık da olsa bilinçli bir davranışı içeriyor. Oysa benim en güzel armağanı seçip sevdiklerime sunuşumda doğal bir kendiliğindenlik, güdüsel bir endişe vardır. Evimin mutfağında güzel bir yemek mi yapılıyor, hemen en çok sevdiklerim gelir usuma. O yemeğin lezzetini dostlarımla birlikte tatmak isterim. Güzel ve iyi bir şeyi başkalarıyla birlikte yaşamak, mutlulukların en özgecisi, en katıksızı olsa gerek.

Çeviriye de aynı duyguyla yaklaşıyorum. Bildiğim yabancı dilde okuduğum, beni duygulandırıp coşturan ya da yepyeni duygularla donatan yapıtları, orada, oldukları yerde, tek başına bırakmaya gönlüm razı olmuyor. O güzelliklere bu kez yalnız dostlarımı değil, tüm başkalarını ortak etme hummasına giriyorum. Hazların en güçlüsü, en insancası oluyor bu tutku benim için. Ne yazık ki insan ne her okuyup sevdiği yapıtı çevirebiliyor, ne de bir yapıtın yazıldığı dilde taşıdığı sanatsallığı ya da düşünselliği yeterince aktarabiliyor. Ama bütün güçlüklerine ve engellerine karşın çeviri yapmak, tanıdığım tanımadığım tüm dostlarıma, yüreğimden süzerek ilettiğim bir armağan gibidir benim için: Aydınlık bir merhabadır örneğin, bir bardak taze çaydır, bir dizi renk renk boncuktur, köstekli eski bir saattir, kardeş payı edilmiş bir parça ekmektir, kanımda ısıtılmış kırmızı bir güldür.’’

Bedrettin Cömert böyle içten duygularla yaklaşıyor çeviriye. Bu emekleri Türk Dil Kurumu’na seçilmesine yol açıyor.

Toplumsal sorumluluğu olan bir yazar için yaşamın anlamı, inandıklarını yazmak, diye yorumlanmalıdır. Bedrettin Cömert çeviri yaparken de bu sorumluluğu duymaktadır. Yaşamın göstergesi olan eylemin yazmak anlamına geldiğine inanırken; sevdiklerine bir armağan verir gibi, aydınlık bir merhaba der gibi, iyi bir şeyi başkalarıyla yaşamak ister gibi çeviri yapar; bir başka dildeki güzellikleri dilimize kazandırmayı özendirdi.

İşte yirmi yıl önce böyle güzel bir insanın canına kıyıldı. Daha 38 yaşındayken kurşunladılar.
Bu yüzden mi canına kıydık Bedrettin Cömert’in.?

‘’Sanat uzun, yaşam kısa’’ diyor bir Latin sözü: ‘’Ars longa, vita brevis’’. Bedrettin Cömert’in ‘’zabıt kâtibi’’ diye nitelendirdiği edebiyatçılar yüksek sözler söylemekle nasıl kofluğunu örtemiyorsa, ama hep onların sözü geçiyorsa; bağnaz düşüncelerinin arkasında çıkarlarını korumaya bakan, ‘’ihanet çemberi’’ oluşturan insanların düşmanlığı da kırılamıyor.

Cumhuriyetle gelen Anadolu ayaklanmasının karartılmasına izin verilmemelidir.
*****

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Sonuçsuz Bir Telefon Konuşması
(Bedrettin Cömert'e)
*********************
Bak Bedri dinle beni,
Dinle beni ikigözüm kardeşim
Yücel diyor ki Bedri
(kapı çaldı bi dakka
...................)
Hayır Zeki değilmiş,
Akın'mış gelen.
Akın diyor ki Bedri,
'Haltetmesin gelsin' diyor.
'Gelsin de söyleşelim,
dadılık bitsin' diyor.
Kabarmış müzik damarı yine bizim Gürler'in.
Dalgaların, durakların dumanını attırıyor
Bağırıyor minör minör, barok dedikçe
Ve gülüyor majör majör,
dokundukça tellerine enformasyonun.
*
Bırak şimdi çalışmayı, Hacettepe'yi
Kemal'i de yatır artık be kuzum,
Yatsın kerata.
Sen dünyanın en iyi,
Sen dünyanın en doçent,
Sen dünyanın en baba
babasısın be Bedri.
Bilmez miyim ben seni.!
Bak şimdi dinle beni,
Agostina kızmaz bana boş lafı bırak
Hem kızacak ne var bunda be Bedri,
Kadın değil, kumar değil be gözüm
Biraz müzik,
Biraz sanat,
Biraz da laklak
Hepsi bu.
Geleceksin değil mi.?
Geliyorsun değil mi.?
Gelmelisin mutlaka.
Bırak şimdi gülmeyi de 'evet' de.
Hadi Bedri 'evet' de.
Çok da güzel çay demledim tam senlik,
vallahi çiçek gibi.
Bir de güzel peynir var ki, harika.
Bilmiyorum, ablan bulmuş,
Kaçtan almış sormadım.
Sormak neyi kurtarır ki be Bedri.!
Sele gitmiş değirmenin,
şakşağı mı aranır ki.!
Ekonomi filan değil bu bizimkisi,
Çürük yangın merdiveni be Bedri.
Geliyorsun değil mi.?
Geleceksin değil mi.?
Gelmelisin mutlaka.!
*
Domates, yeşil biber, maydanoz,
diri diri, kütür kütür
tam senlik.
Ekmek de taze Bedri,
Ekmek de be kardeşim ekmek de.!
Biz rakıya vuracağız besbelli.
Sen çaya yumulursun.
Ne yaparsın be Bedri,
Arada bir çekmeden de olmuyor.
Olmuyor be kardeşim olmuyor.!
Şu dinine yandığımın dünyası,
baka baka içine gözlerimizin,
ediyorlar içine günlerimizin.
Hidrojen sallasan gıkı çıkmıyor.
Sabır kayası da, sabır kayası..
*
Hadi, hadi atla gel, bekletme bizi.
Yücel'i bilmez misin be Bedri,
Doktor değil mübarek,
gecikmiş tanrı.
Çay devirir bardak bardak, üstüne rakı.!
Anlatırken sanırsın ki incesazdan Hüseyni,
Ak gömleği geçirmesin sırtına, 'Hipokrat Andı'.
Bir de bahar bahar gülmez mi sana,
Al başını çık dağlara.
Yücel'i bilmez misin be Bedri,
safi tümör celladı.
'Kızdırmasın, gelsin' diyor,
'Bin kelleyi bir cidaya dizerim
kızarsa beynim' diyor.
Gürler'se çoktan yerleşti enformasyon füzesine,
yıldızlar arasında mekik dokuyor.
Yüreğimi çıkartmış koymuş masaya,
beynimi çıkartmış koymuş masaya,
insan denen karmaşığın dibini kurcalıyor.
hayır hayır,
buz koymuyor rakısına filozof doktor,
DNA kullanıyor.
Bana öyle geliyor ki azizim,
DNA da az gelecek böyle giderse,
bizimkinin hızına..
Gürler'i bilmez misin be Bedri,
alıyor da yüreğini insanın,
yerine bülbül yerleştiriyor.
Bu hekimsel coşkunluğa gülüyor Akın,
'Allah be' diyor.
Akın'ı bilmez misin be Bedri,
simyacılık uzmanı,
lokman çömezi.
Yeni dönmüş dağlardan güneş kokuyor.
Bol bol ot toplamış, keyfi yerinde
'lokmancılık oynuyoruz aman be abi'
deyip deyip emiyor aslan sütünü,
anasonla koklaşıyor kadehinde.
Of be, of be.!
Amma da sakızlattık sözü be.!
Pavez de senin olsun,
Maronetti de..
Hadi artık, bırak artık, bırak şu çalışmayı.
Kant da kalsın bu gecelik,
Sasür de,
Della volpe de..
Yahu bırak Kroçe' yi Bedri be
Çaydanlıkta su kalmadı kardeşim,
Bitirdi rakıları bu Doktor Gürler.
*
Alooo.!
Sesin gelmiyor Bedri.!
Kemal sen mi oynadın bu telefonla.?
Banyoda mı baban yavrum,
Dönmedi mi dedin daha,
Dönmedi mi Beytepe'den.!
Kemal yavrum, babanı istiyorum.
Baban yavrum baban yok mu.?
Baban Kemal,
Baban yavrum,
nerde babacan.?
*
Bak Bedri dinle beni
Akın diyor ki bedri
alooo.?
Yücel diyor ki
aloooo.?
Gürler diyor ki bedri
aloo.?
Sesin gelmiyor bedri
Bedri sesin gelmiyor
sustur şu gürültüyü
sustur şu asansörü
şu radyoyu, şu müziği
şu kenti sustur Bedri.!
*
Alooooo.!
Alooooo.!
Kemal sen çık aradan.!
Ergun oğlum baban nerede.?
Ben Hüseyin, Agostina
Agostina, ben Hüseyin.!
Kuzum neden yoksunuz,
Neden kimse konuşmuyor bu telefona.
*
Sıfırbirr dinle beni,
Sıfırüç dinle beni,
Heey ptt nerdesin.?
Sıfıriki nerdesin,
Bozukluk var nerdesin,
Konuşmuyor nerdesin.?
Sıfırsekiz, sıfırdokuz
Ahmet, Mehmet, Roma, Berlin, Moskova,
Ses vermiyor Ankara
Ses vermiyor nerdesin.!
Sen bakıver Gürler şuna,
Sen bakıver Yücel şuna,
Akın, şuna sen bakıver kardeşim,
Ses vermiyor bütün dünya,
Ses vermiyor nerdesin.!
*
Yoruldum be çocuklar.!
Bunaldım bağırmaktan
Kocaldım be çocuklar.!
Unuttum neresiydi,
Bilmiyorum nerdedir,
Nasıldır bilmiyorum.
Bir yerler vardır elbet,
bildirin bir yerlere çocuklar.
'Geceler bozuk' deyin,
'Gündüzler bozuk' deyin,
Yaşamak be çocuklar
'yaşamak bozuk' deyin.
Bildirin bir yerlere çocuklar,
Aylara, yıldızlara, mars'lara, merih'lere
bir bilen yok mu sorun,
bir gören yok mu sorun,
sorun Bedri kardeşi.!
*
Ne de güzel çay yapmıştım,
Ne de güzel peynir vardı,
Ekmek de taptazeydi..
*
(11.07.1979 - Ankara)
*
O akşam beş kişiydik orada / Biri Gürler İliçin'di biri O /Biri Yücel Kanpolat'tı, biri O / Biri Akın Çubukçu'ydu, biri O / Biri bendim, biri O.
O akşam dört kişiydik orada / beşinci yoktu / Bedrettin yatıyordu
Karşıyaka'da / Kurşun yemiş, karnı toktu.

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...