#AslıErdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#AslıErdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Temmuz 2022 Perşembe

Aslı Erdoğan - Bir Delinin Güncesi


Taş Bina:
*
''Gözü kara bir çocuktu, bir ''karanlık'' ile bir başkasının meleziydi.''
(..)
''Mutlak iyiden ve mutlak kötüden uzakta, ortalamaların güvenli uzaklığında, insan özgürlüğünün cehennemini kurgularlar.''
(..)
''İnsan daha ilk çığlığından insan olarak doğmaz mı zaten.? Ama bunu taşıması güçtür, yalnızca bununla yetinmesi de..'' (Sayfa: 23)
(..)
''Onun varlığı, hiçlik üzerine uzun bir şiirdir. Bazen, durup dururken, içinde kıymık kadar kalmış yaşam kabarır, kabarır, şeytansı, gölgemsi bir kahkahaya dönüşür. Deliliğin maskesi onu acıdan korumasa da taş binanın anısından korur.''
(..)
''Bir zamanlar birini sevdim. Sevgiye inanmış olmalıydım. Kimse bana insan ilişkilerinin bir iktidar biçimi olduğunu öğretmemişti.'' (Sayfa: 24)
*
Ali:
*
''Kendi düş ağacını budamış, dünyayla hesabını süresiz ertelemişti.'' (Sayfa: 32)
*
Zar:
*
''Savaş halindeyiz, herkes gibi, sevgiye karşı bile.!''
*
''Aşkın gerçeğinden vazgeçtik, tıpkıbasımlara da razıyız.''
*
''Senin yaptığın bir tür dilencilik aslında, yaralarına herkesten fazla sadaka istiyorsun.!'' (Sayfa: 36)
*
Yorumsuz:
*
''Bugünlerde ''öteki'' kavramına duyarlılıkla yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum, çünkü ''öteki''nin tanınmaması, dilsizleştirilmesi, reddedilmesi ve nesneleştirilmesi üzerine kurulan her ilişkinin bir tahakküm ilişkisi olduğuna ve kaçınılmaz biçimde zulüm içerdiğine inanıyorum.'' (..) ''Herhalde hepimiz barış istiyoruz. Ama yalnızca kendi koşullarında barış istemek, aslında barış istemek değildir. Kalıcı bir barış, adil bir barıştır, her şeyden önce. ''Herkes için barış, eşit koşullarda barış, herkes için adalet, eşit koşullarda adalet.'' Dile getirilmesi naiflik gibi görülen dileğim bu.'' (Sayfa: 40)
*
Cümleler:
*
''Şimdi mi anlamıştık ölümün fiyat kırdığını, nicedir seri üretime geçtiğini, sahnelenen kanlı oyun için hep figüranlar, insan bedenleri istediğini.? O aldırışsız, unutkan, açgözlü bakışın hiç mi suç ortağı yoktu.? Suskunlukla sarmalanmış mıydı işkence çığlıkları, işitmediğimize inanalım diye.?'' (..) ''En dipte yaşayanlardan, sokağın ruhunu eldiven gibi üzerine giymiş bir adam, uğradığı bir haksızlıkla alev alev tutuşmuş. Ciğerlerini yırtarcasına bağırıyor, karşı kaldırıma doğru atılmaya çalışıyor. Diğeri arkadaşını belinden yakalamış, yatıştırmak için uğraşıyor:
''Dur yapma.! Bırak.! Biz GARİBAN adamız.!''..'' (Sayfa: 49)
*
Gerçek, Erdem, Yaşam vb.
*
''(Kim olduğunu düşünmek zorunda kalmayanlar ya hep kazananlardır ya da gerçek vurdumduymazlar..)'' (Sayfa: 70)
*
''..tek tutkunun sahip olma tutkusu, tek özgürlüğün tüketme özgürlüğü sanıldığı bir dünyada, ''erdem'' uslu bir boyun eğiş, süregiden her şeyin onayı olarak sunulmaz mı.?'' (Sayfa: 71)
*
''Son söz: En korkunç yalan, yansımasını ötekinin gözlerinde gördüğümüz yalandır. İşte bu cehennemden kaçmalı. Koşmalı. Yalınayak, cebindeki paraların, kimliklerin, anahtarların ağırlığından kurtulmuş, günebakanlara, denize, yaşama doğru..'' (Sayfa: 72)
*
EY YURTTAŞ.!
*
''Ey, yurttaş.! Bilesin ki kanun karşısında herkesin boynu kıldan incedir, eşitçedir ve bu ormanda bundan böyle orman kanunu yürürlüktedir. Özgürlük her yurttaşın hakkı, kardeşlik görevidir. Özgürleşmek istemeyenler önce uyarılıp, sonra cezalandırılacaktır, çünkü özgürlük düzensiz olmaz. Her yurttaşımız kendini ifade hakkına sahiptir, dileyenin ifadesi süratle alınır. Her yurttaşımız kendine bildirileni bütünüyle bilme hakkına sahiptir. Her yurttaşımız pes etme ve çözülme hakkına sahiptir. Yabancı bir düşünürün tespit ettiği gibi (bizden olmayanlara da söz hakkı tanırız): Görüşlerinize katılmıyorum ama onları dile getirmek için canınızı vermenize hiç itirazım yok. Gerekli önlemler tamamlandığında ve dört duvar arasında kalmak koşuluyla, dileyen dilediğini dile getirebilir. Kendisine tanınan kimlik dışında, başka herhangi bir kimliğe, alt-kimliğe ihtiyaç duyanlar, dört fotoğraf ve seyahate engel durumu bulunmadığına dair doktor raporuyla başvurabilir. Ey yurttaş:! Geleneklerinden kopmamış, toprağa bağlı, özü sözü, fikri zikri bir, geçmişiyle gurur duyan, yanlışı olmayan, çağdaş teknolojiyi fizik güçle harmanlayan, işini hevesle yapan, tek bakışıyla dünyayı durduran, gözleri keskin, elleri titremeyen yurttaş.!
Gün bizim, gece bizim, orman bizim.!'' (Sayfa: 75)
*
BÖLÜNMÜŞ BİR YAZI:
*
''Demokratik devlet, yönetilenlerin talepleri ve toplumsal onayla biçimlenir. Toplum karşısında bir meşruluk kaygısı, hesap verme yükümlülüğü taşır. Herkes için geçerli yasalar, devleti temsil edenlerin ''keyfiliği''ni engeller.'' (Sayfa: 78)
*
DİLSİZLİK:
*
''Ben bir özneyim, sizin kavramlarınıza sığdığım ölçüde varolmayı reddediyorum, üstelik kendi varlığımı dünyaya yansıtmak ve dünyayı kendi varlığımın bir ifadesine dönüştürmek istiyorum.''
(..)
''Kim(lere) oy vereceğimi açıklamamın pek anlamı kaldı mı, bilmiyorum. Üstelik güncel politika alanında kendimi hiçbir okurdan daha yetkin hissetmezken.. ''İyi şeylerin hiçbiri tek adamla yapılamaz'' der Kızılderililer. Pazardaki başarımıza göre değerlendirildiğimiz, zaferler-yenilgiler-rakipler dünyasında, dört elle sarılmamız gereken bir kavram var bence: dayanışma. Ben bunu ezilenin, susturulanın, dilsizleştirilenin (yerinden, özgürlüğünden edilenin, öldürülenin, kaybedilenin, linç edilenin) yanında durmak olarak alıyorum, onunla aynı gemide olduğumu hissetmek, gerekirse o gemiye binmek.. Oy vermenin anlamı, izin verilen seçenekler arasında en hoşgörülebiliri seçmek değil, bir reddin, direnişin örgütlenmesi olmalı.
Son söz: ''Özgürlük hiçbir şeydir, özgürleşmek her şey.'' (Sayfa: 89)
*
ORMAN DİYOR Kİ:
*
''İşte yüzün.! Kendi yansımana sadık kal, çünkü o senin yazgındır.''
(..)
''Yeniden dirilmeyi umuyorsan, toprağa gömülmen gerek, yalana değil. Bir ağaç gibi, köklerini derinlere sal ki karanlıkta büyüyebilesin.'' (Sayfa: 91)
*
''Orman diyor ki: ''Aşkı küllenmiş bir sözcük sanmıştım.'' Aşk bir cehennemmiş. Orman diyor ki: ''Cehennemden sakınanlar, onu yitirirler.'' Günü geldiğinde gidecek. Limanda dimdik duracağım, bir zamanlar elimi tuttuğu için dimdik.. Sonra kendimi yakacağım, güverteden dumanı izlesin diye..
Bir sırrım var benim: Bu gece dolunay çıkacak.'' (Sayfa: 92)
*
HERKES HERKESİN POLİSİ:
*
''Üniformalı bedenler, üniformalı ruhlarla doluydu kent ve herkes herkesin polisiydi.'' (Sayfa: 97)
*
GOLEM (1)
*
''Ve Camus'den bir alıntı: ''Ya devletin işlediği suçlar, bireylerinkini fersah fersah aşmışsa.?''..'' (Sayfa: 104)
*
SİZİN HİÇ OĞLUNUZ ÖLDÜ MÜ.?
*
''Anne Fadime Göktepe, baklava çalan çocukların 18 yıla çarptırıldığını hatırlatarak, '2Oğlumun baklava kadar değeri yokmuş,'' dedi.'' (Sayfa: 113)
*
''Siz hiç, birini, ''ona değil, bana yapın,'' diyecek denli sevdiniz mi.? Sizin hiç oğlunuz öldürüldü mü.?'' (Sayfa: 114)
*
DETE FABULA NARRATUR.!
*
''..beden, kendisine yapılanı unutmaz, onun apayrı bir belleği ve başkaldırısı vardır.'' (Sayfa: 120)
*
FIRTINA ÇİÇEKLERİ:
*
''..''İnsan'' olmanın anlamını öğrenmişlerdi, çok erken, çok korkunç, çok insanlık dışı biçimde..'' (Sayfa: 123)
*
BİR AŞK SENARYOSU:
*
''..''Narkissos öldüğünde en çok nehir ağlamış. 'Ona öyle aşıktım ki,' demiş nehir, 'çünkü gözlerinde kendi sularımın yansımasını görürdüm.'..'' (Sayfa: 131)
*
ORTAK ÇUKUR:
*
''Ama bu kez, bir kez daha, işkenceci sırtını dayadığı iktidara sarsılmaz güvenini, mutlak zaferini ilan ediyor. Süleyman Yeter'in kişisel yazgısı, kısacık yaşamı ve direnişi için ödediği ağır bedel, topyekûn vahşetin içinde eriyip gidiyor. Yakın tarihimizin kanlı karmaşasında, binlerce kişinin gömüldüğü ortak çukura karışıyor. Dehşet, isyan çığlıklarımızı gene içimize doğru atıyoruz. Onun son iki gününü hayal etmeye çalıştığınızda, cemevindeki cenaze fotoğraflarına, yakınlarının yüzüne yansıyan cehenneme baktığınızda, anlatılanla yaşanan arasındaki korkunç boşluğu dolduracak bir söz, yürekten gelen bir söz aradığınızda.. Anlıyorsunuz ki, bütün sözcükler o utanç dolu çukur tarafından yutulmaya yazgılı. Yazılıp, yazılabilecek her şeyin üzerine gece çöküyor.'' (Sayfa: 138-139)
*
ÇAĞRI:
*
''İdam sehpası yalnızca bir ölüm makinası değil, aynı zamanda sadece insana özgü olan kendi ahlaki yıkımını isteme eğiliminin de en eski ve en müstehcen simgesidir.''
*
Koestler (Sayfa: 141)
*
''Sıkça karşılaştığım iki soru: Senin çocuklarını öldüren birinin ipini çekmez miydin.? Sana işkence yapan birine, eline fırsat geçse aynısını yapmaz mıydın.? Hayır, yapamazdım. Belki beni kendisine dönüştürecek bir işkenceciyle karşılaşmayacak denli, şanslıydım (ayrıcalıklıydım) ama insan, cellatlar ve kurbanlar arasındaki yol ayrımında nerede durduğunu iyi bilmeli. İnsanlığın en derin uçurumuyla en yüce doruğu arasındaki kaygan, keskin, tehlikeli sınırda içimizdeki ''öteki''ni korumak gerekiyor.''
*
''İnsanlığın tek gerçek dayanışmasının ölüm ve acı karşısında olabileceğini hatırlamak için daha kaç ölüm istiyoruz.?'' (Sayfa: 142)
*
BEYAZ ÇİZGİ:
*
''..insanlığın derin acı kuyusundan benim payıma da bir küçük kadeh karanlık düşmüştü işte. ''Bırakın ağlayayım. Bu bir yaşama arzusu.''..'' (Sayfa: 153)
*
''..''Ruhun içinde, mutlak kötülüğün kardeşlikle çakıştığı noktayı arıyorum,'' der Malraux.'' (Sayfa: 154)
*
NOT DEFTERİ:
*
''Yazarın elindeki ''güç'' -her ne kadar ödünç alınmış, itibarını kaybetmiş de olsa- onu, ahlaki konuları gündemde tutmak, baskıyı, haksızlığı saptayabildiğinde dile getirmek, sessiz kılınanın sözcülüğünü üstlenmek, maskeleri düşürmek, bölük pörçük sunulan gerçekliğin çizgilerini belirlemekle yükümlü kılmaz mı.?'' (Sayfa: 159)
*
''- (Kişisel not) Ötekilik ilişkisinin en acılı, en derinlemesine yaşandığı ''duygusal ilişkiler alanına'' öte taraftan bir bakış denemesi: Kadın, iki özne arasında dolayımsız bir ilişkinin kurulabileceğine dair safdil inançla, gerekli ve tehlikeli bir yanılsamayla arzular ormanına yalınayak dalar. ''Aşk'' adı verilen duyguların arasından yalnızca bir tekiyle onu sarmalar. Adam: Sahiplenme arzusu. Kanserli bir doku gibi büyüyen ötekinin arzusuna, vazgeçilmez olmanın getirdiği zafer duygusuyla zarifçe teslim olur kadın. Varlığı, yokluğunun yarattığı korkuya indirgenene değin.. İşi tamamdır artık. Tam o noktada, nesneleştirilmesinin sonuna gelinmiştir, artık kolayca bir diğeriyle değiş tokuş edilir. Kimi kez umutsuzca çırpınır. Kişisel özelliklerini, erdemlerini, geçmişini ortaya çıkarır. Çocukluk fotoğrafları da sürülür bu vahşi pazara, en derin travmalar da. Dokunaklı bir biçimde, ''ben de insanım'', demektedir. Yeniden ormana dalacak cesareti toplaması görkemli bir unutuşu gerektirir.'' (Sayfa: 160)
*
UÇURTMA VE KASATURA:
*
''Hüzünlü bir ses, ''uçurtmayı vurdular'', diyor telefonda. Uçurtmayı kasaturayla delik deşik ettiler.'' (Sayfa: 163)
*
UÇURUMUN DİBİNDEKİ KAHKAHA:
*
''..herhangi bir gelecek varsa, ''vicdan'' ve ''adalet'' gibi sözcüklerinin içeriğinin boşaltılmadığı bir dünyada biçimlenir.'' (Sayfa: 166)
*
BOŞLUĞUN RESMİ:
*
''(Oysa herkes kendi sahiciliğinden, başkalarının yapaylığından öylesine emin. Ben değilim.)'' (Sayfa: 170)
*
''..bedenle konuşan yazıları yeğlerim: Gırtlağa çökenleri, mideye bir yumruk sallayanları.. Karanlığı yadsıyanları değil, karanlıkla birlikte, onun tam içinden yazılanları.. Gerçeğin dalgalarına batmamak, yüzeyde ustaca sörf yapmak mümkün, oysa dünyanın çıplak gerçeği bir boğulmuşluk hissi uyandırıyor. ''Ya umut.?'' diyorsunuz. Benim peşinde koştuğum umut, en korkunç umutsuzluğun ortasında ayrıkotu gibi kendi kendine büyüyen umut.'' (Sayfa: 171)
*
ELLİNCİ YAZI:
*
''Yaralar çoğu kez dilsizdir, ama bir konuştular mı, sesleri korkutucudur ve yalan söylemeyi beceremezler. Ellinci yazıyı da buruk bir gülümsemeyle bırakıyorum: Gitsin. Söz de uçar, yazı da.. Geriye kalan ne.? İnanın bilmiyorum.'' (Sayfa: 175)

10 Ocak 2022 Pazartesi

Aslı Erdoğan - Kırmızı Pelerinli Kent


".."Yalnızlığımı asla yenemedim," diye düşündü, "ama sanki ondan dışarıya doğru büyüdüm - onu sarıp sarmalayacak denli büyüdüm. Bir cenin gibi içimde artık, bir madalyon gibi de göğsümde.".." (Sayfa: 21)
*
''Bütün saatler onundu; ama kullanılmak için değil, içerdikleri sonsuz boşluğa bir ceset gibi yayılıp kalmak için.'' (Sayfa: 28)
*
''İnsan, gerçekte gereksinim duymadığını tüketmeye bir türlü doyamıyordu.'' (Sayfa: 31)
*
''Yalnızca tek bir şey adına güvenli suları terk eder, kendi köklerimizi keseriz. Âdem'in uğruna ölümsüzlüğü teptiği tek şey adına: BİLİNMEYEN.'' (Sayfa: 54)
*
''..İsa'nın çarmıhtaki son sözleri. Baba, baba, beni niye terk ettin.?''
''Benim o tarakta bezim yok kızım. Tanrılarımı burada, içimde taşıyorum.'' (Sayfa: 71)
*
''Çoktan unutulmuş bir ilkgençlik aşkının, on yıl sonra bile hafifçe can yakan acısı.. Ama sanki o acının ortasında bile bir mutluluk vardı. Bir zamanlar, yeryüzünde bir kişi tarafından sevilmiş olmanın mutluluğu..'' (Sayfa: 73)
*
UZAKLAR:
*
Cehennemin bir fersah ötesi cennet
Cennetin bir adım ötesi cehennem.
*
İran Atasözü (Sayfa: 76)
*
''..eline kalem alan herkes şu soruyla fazlasıyla boğuşmak zorundadır: Gerçeğin ne kadarına DAYANABİLİRİM.?'' (Sayfa: 77)
*
''..''İnsanı tanımak için uzaklara gitmek gerekir,'' demişti bir yazar. Oysa Özgür, ancak uzaklara geldikten sonra Latinleri anlayabiliyordu. ''No ire foras..'' ''Uzaklara gitme, gerçeklik senin içindedir.''..'' (Sayfa: 81)
*
YOKUŞ AŞAĞI:
*
''İnsan hayatını har vurup harman savuran bu kentte, hiç kimse tanrısız sağ kalamıyordu.'' (Sayfa: 85)
*
Karnaval:
*
''Ceza suç işlemenin verdiği zevki pekiştirdiği gibi, onu şehitlik mertebesine ulaştırmıştı.'' (Sayfa: 97)
*
''Bir kez tadına bakmıştı jaca'nın. Dile değdiği anda mürdüm eriğini andıran bir tat bırakıyor; ama ilk diş darbesinde acı, keskin, sidik kokulu bir özsuyu salıyordu.. Birçok şeyin simgesi olmaya dört dörtlük bir adaydı bu meyve: Aşkın, yaşamın, gerçekliğin..'' (Sayfa: 99)
*
"Sıfır Noktası'na varan herkesin bildiğini o da biliyor artık, insanın yoluna çıkan bütün cesetler, onu tek bir yerinden, en zayıf yerinden vurur: Kendi içindeki cesetten." (Sayfa: 139)

2 Ocak 2022 Pazar

Aslı Erdoğan - Bir Kez Daha

TOPLU DENEMELER - 2
*
BİR KEZ DAHA



 Münzevinin Ruhuyla Sohbeti (1)

*
"Bilirsiniz, kendini üzerinde çoktandır hiçbir bitkinin yetişmediği bir toprak gibi hissetmeyi.. Çünkü gerçek, düşlerin buğusu arasından ansızın parıldamıştır, keskin bir diş gibi." (Sayfa: 11)
*
"Herkes hoşnut mu.? Kendinden.? Dünyadan.? Gaddarlığın önünde diz çökmüş bu dünyadan hoşnut mu gerçekten.?" (Sayfa: 12)
*
"Oysa belki de gerçek öykün tökezlediğin taşta yazılı. Eğilip bakmalısın ona, bir aynaya bakar gibi." (Sayfa: 13)

A'nın Güncesi:
*
"Bir hücrede yaşadığımın, anahtarların cebimde olduğunu bile bile, yalnızca kilidi denemeye korktuğum için cebime el atamadan yaşadığımın farkındayım." (Sayfa: 15)
*
"(Çünkü insan kendinden bir parçayı öldürmeden, başkasını öldüremiyor.)"
*
"Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum." (Pavese) (Sayfa: 16)
*
Gündelik Yazı:
*
''GAZETE: Tam sayfa ilk yazının başlığı, Evrenin Sırları. Öteki sayfadaysa İnsanın Sırları. Merakla çeviriyorum, ''hayatın sırlarını'' bulamıyorum.
(..)
İnsanın sırrı neymiş, unutmadan yazayım: DNA'' (Sayfa: 19)
*
Kötü Bir Gece:
*
''Gece uzun, onu iyi tanıyanlar için daha uzun, mahkûmlar, hastalar, zenciler, körler için daha da uzun, hata kaldırmıyor. (..) Yalnızlık, odak noktası belirlenemeyen bir ağrı gibi yayılır bedene, geçmişin tüm acıları, topluiğne başı gibi bir noktaya saplanır.'' (Sayfa: 22)
*
Şaşkın Melek:
*
"Son söz: Sanatçının yüzünü ilk kez görünür kılan Rönesans'tır. Otoportre, Rönesans'ın getirdiği gözü kara bireycilikle başlar. Artık sanatçı, başkalarına yaptığını kendine de yapmaktadır. Ancak o, aynaya kendi imgesine hayran olmak için eğilmez. " Ben kimim.?" diye sormak için eğilir. Haddini bilen hiç kimsenin küçümseyemeyeceği bir soru ya da tersinden bakarsak, " haddini" öğrenmeyi başlatan soru." (Sayfa: 25)
*
Hayat Bir Kitaptır:
*
''Orta yaşlı bir hanım, besbelli uzun bir arayıştan sonra, soluk soluğa geliyor, son günlerin popüler romanını soruyor: ''Yani neyi anlatıyor bu kitap.?'' Aslında ikinci bir tür okur var ki, benim de dahil olduğum bu topluluk, daha da zor. Sekiz ayrı yerden referans almadan, yerli yerine oturtulmuş, klasikleşmiş, test edilip onaylanmış kitaplar dışında hiçbir şeye el sürmeyenler.. Sanırım, birincileri bir kütüphaneye, ikincileriyse dilini, işaretlerini bilmedikleri bir yağmur ormanına salmak iyi gelebilirdi. Kaybolmanın ve keşfetmenin hazzını öğrensinler diye.
''Hayat bir kitaptır. Okuyabilene..'' (Bir cezaevi hücre duvarından).'' (Sayfa: 28)
*
Islah edilmiş:
*
''Şimdi, her ne kadar izleyicisi olmasam da, benim bile -elbet teorik düzeyde- televizyona eleştirel yaklaşmaya hakkım var. Gerçeğin çarpıtılması, vahşetin perdelenmesi, meşrulaştırılması, resmi gerçek gibi cümleler sıralayabilirim. Ne yazık ki, klişelere karşı çıkışlar bile kendine ayrılan raflara yerleştirilmiş, klişeleşmiş. Neyse, ne şekilde ne kadar muhalif olacağınız, neye el sürüp, neye diş geçirebileceğiniz.. O altın diliniz, ne denli altın, ne denli sivri olursa olsun, hangi tanrılara tapıp, hangi şeytanları lanetleyeceğini biliyorsa, -isterse bir tek kendi ''cemaatimizinkiler'' olsun- uslu çocukluktan kurtulamazsınız.'' (Sayfa: 33-34)
*
İki Mektup, İki Mesel:


''..''Bir adam, diğerine dedi: Uzun zaman önce, sular yükseldiğinde kumun üzerine bir satır yazmıştım, insanlar hâlâ durup onu okurlar ve hiçbir şeyin unutulmamasına özen gösterirler. Ve öbür adam dedi: Bir zamanlar ben de kum üstüne bir satır yazmıştım, ama sular alçalmıştı ve engin denizin dalgaları onu sildi, geçti. Ama söyle bana, ne yazmıştın sen.? Ve ilk adam yanıtladı ve dedi: Şunu yazdım: 'Ben varolanım.' Ya sen ne yazmıştın.? Ve diğer adam dedi: Şunu yazdım: 'Ben bu ulu okyanusun bir damlasıyım yalnızca.'..''
*
Halil Cibran, Gezgin (Sayfa: 36-37)

''ÖTEKİLİK'' OLARAK HASTALIK:
*
''Migrene gelince.. Zihinselliği ona bir tür saygınlık kazandırsa da, nevrotik, kadınsı bir imajı da var. Hani irade zayıflığı, şımarıklıktan kaynaklanırmış gibi. Oysa o da metaforlarını hak ediyor. Beynin, yanıp tutuşana dek gerçekliğe yapışması.. Aniden fiziksel bir ağırlık kazanan düşüncenin, korkunç bir güçlükle yuttuğu dış dünyayla tek ve aynı şeye, salt acıya dönüşmesi.'' (Sayfa: 39)

ŞU ÖLÜMLÜ DÜNYADA:
*
''İki dünya savaşı görmüş bir yüzyılda doğduğunuz söylenmiştir size, sırtını Doğu'ya, yüzünü Batı'ya dönmüş bir kentle -ki bir zamanlar dünyanın en büyük kentiymiş, hangi ırka, ulusa, sınıfa ait olduğunuz.. Bir nüfus kâğıdı verilmiştir -bir tay ayakta durmayı nasıl öğrenirse, bu şiddet dünyasında ayakta durmayı öğrenmeniz gerektiği söylenmiştir- sigorta sicil numarası, diplomalar, sabıka kayıtları.. İnsanoğlunun en yalnız çağında yaşadığınız söylenmiştir, dil gibi yapılanmış bir bilinçaltınız olduğu, kromozomlarınız, bir tarihiniz, efsaneleriniz, masallarınız, kahramanlarınız.. Evrenin fizik yasalarınca yönetildiği söylenmiştir size, termodinamiğin ikinci yasasının sizi hiçliğe mahkûm ettiği, ömür boyu kendinize zincirli yaşayacağınız, içinizdeki çöle çoktan alıştığınız, sürüngenlerden evrilip ayağa kalktığınız.. Her şeyin metalaştığı bir dönemde, kendinize ve yaşama yabancılaşmaya yazgılı olduğunuz söylenmiştir size, yaşamın artık yaşamadığı, her şeyin bir bedeli olduğu, söylemek istediğiniz her şeyin sizden önce söylendiği..
***
''Gerçek dünya bir ''anlam''a indirgenecektir nasılsa, hem de tam istediğiniz anlamda. Ne fazla, en eksik.'' (Sayfa: 42-43)

DEPREMLERLE KESİLEN YAZI:
*
''..''Umarım ilginç bir çağda yaşarsın.!'' Yeni öğrendiğim bir Çin sözü bu: Bir beddua..
(..)
''(Zaten suç olmaması gereken şeylerin, söz gelimi düşüncelerin, suç sayıldığı, gerçek suçları işleme ayrıcalığının birilerinin tekeline bırakıldığı bir ortamda kim, neyi, neden ''affediyor.?'')'' (Sayfa: 44-45)

AÇIKLAMA:
*
''Aşk, çoğu kişi için ebedi bir yuvadır,'' der Walter Benjamin, ''kimisi içinse ebedi bir yolculuk.'' Bense, yalnızca aşkı değil, yazıyı da, hayatı da bir yolculuk gibi gören göçebelerdenim. Çünkü insan, nasıl evinin kıyısını köşesini hemen keşfederse, aşkın güvenli koylarını da, yazının saklanacak köşelerini de pek çabuk keşfediveriyor. (Oysa Âdem, ölümsüzlüğü tek bir şey adına bırakmıştı: Bilinmeyen.)'' (Sayfa: 49)
*
ADA:
*
''(Bilinen ilk Kızılderili-Beyaz çatışması, Kariblerle Kolomb'un adamları arasında, St. Croix Adası'ndaki Oklar Körfezi'nde yaşandı. Son ferdine dek yok olan bu halktan geriye bütün adalara takılan ad kaldı: Karayibler. Kendi abartılı profilini madeni paraların üzerinde seyretmek zorunda kalan Kızılderililer denli hüzünlü İnfante'nin de aktardığı efsane oldukça bilinir. Bir Kızılderili reisi yakılmak üzeredir. İyilikseverliği, yüce gönüllülüğü dehşetine ağır basan bir papaz yaklaşır yanına. İsa'nın yolunu seçmek için son bir fırsat sunmakta, karşılığında cennet vaat etmektedir. Şef kırık dökük İspanyolcasıyla sorar: ''Kimler var cennette.? Senin gibiler mi.?'' ''Elbette,'' der papaz sevecen bir sesle, ''iyi insanlar''. Şef yakıcı dumanın arasından ağır ağır konuşur: ''O zaman cehenneme gideyim, daha iyi.''
*
''..belki kölelerin gerçek sesini ulaştıran müziktir. Tüketilmiş, yağmalanmış, kamçılanmış kölenin toprak zeminli kulübelerde yarattığı müzik.. İnfante gravürlerden, eski ve kanlı fotoğraflardan, küçük, kişisel, korkunç anılardan, kapkara imgelerden, duvar yazıları ve halk şarkılarından bir Küba tarihi kurar. Son noktayı hep alaycı ölümün koyduğu sayısız (gerçek) öykü anlatır.'' (Sayfa: 51)
*
''Ve zorbalığın bulunduğu her yerde ayrıkotu gibi filizlenen, yalnızca kendi yaşama arzusuyla beslenen, boy atan başkaldırı, direniş, umut.. ''Ve ada hep orada olacak. Hep öyle güzel, hep öyle yeşil, hep öyle ölümsüz, hep öyle sonsuz.''..'' (Sayfa: 52)
*
KADINLIK DURUMU:
*
''Yıllarca Kızılderililerle yaşamış bir antropolog, kabileye sormuş: ''Artık dilinizi konuştuğuma inanıyorum. Sizce de yeterince öğrenmiş miyim.?'' Yanıt şöyle: ''Bizim dilimizde KADIN'ı tanımlayabildiğin gün, kendini öğrenmiş say.'' Antropolog daha uzun zaman kabileyle kalmış.'' (Sayfa: 53)
*
KENDİNE HAYRANLIK:
*
''John Berger'in Görme Biçimleri, ne yazık ki Tekvin'den alıntıyla açılıyor, yüzyıllar boyunca, dünyanın bana, benim kendime nasıl baktığımı ortaya koyuyordu: Seyredilen, kendini seyreden, varlığı ancak başkasının bakışıyla biçimlenen.. Şu alıntı anlamlı: ''Çıplak kadın resmi yapılıyordu, çünkü çıplak kadına bakmaktan zevk duyuluyordu; kadının eline bir ayna veriliyor ve resme 'Kendine Hayranlık' deniyordu.'' Akıl'ın, Tanrı'nın, Söz'ün temsilcisi Erkek, kendi varlığını, değerlerini dayatırken kadını nesneleştirip dilsizleştirmiş, hem de mitlerle, imgelerle kuşatmıştı.'' (Sayfa: 57)
*
Endişeler:
*
''..insan gerçeğin tarafında olmak istiyorsa, yalnızca yanıtları değil, kendi sorularını da bulmak zorunda.'' (Sayfa: 82)
*
Hafiflik:
*
''Usta, öğrencinin başını uzun zaman suyun altında tutar; yavaş yavaş su kabarcıkları seyrekleşir, son anda usta öğrenciyi çıkarıp yeniden canlandırır. Gerçeği, havayı istediğin gibi istediğin zaman, evet, işte o zaman bileceksin onun ne olduğunu.'' (Sayfa: 86)
*
YÜREK VE BAKIŞ:
*
''İnsanı tüm yüceliği ve küçüklüğüyle kapsayacak bakış, zıt uçlara uzanır, karanlık uçurumlarda -kendininkiler de dahil- dolaşır, hem acımasızlığı, hem sevgiyi, hem çamuru, hem güneşi taşır. (İnsan olmak düşmektir.'' Kalkmaktır da..) Korkuncu, kendi içindeki korkuncu ve korkuncun içindeki kendini görebilen, ona dayanabilen, onunla yüzleşebilen, suçluluğunu duyabilen, gene de sonuna dek daha iyi bir dünyaya bağlı kalabilen bakıştır.'' (Sayfa: 96)
*
ORADA OLMAK
*
KIZILDERİLİLER ÇOK UZAKTA:
*
''Görüntüye indirgenen beden, arzunun ahlâkçılıktan bile tehlikeli düşmanı.'' (Sayfa: 119)
*
GARP MASALLARI:
*
''İster gerçek, ister düşsel, ister yazınsal olsun, her yolculuğun hedefi bu değil mi.? Döndüğünde yaşamaya daha değer bir dünya bulmak, keşfetmek, yaratmak. Dünyayı yaşamaya değer bir yere dönüştürmek.'' (Sayfa: 123)
*
''KORKAKLAR ANITI:
*
''Zaten özünde iktidar arzusu barındırmayan hangi insan eylemi bugüne dek yüceltildi ya da ufak bir saygı gördü.? (Buna yazı da sanat da dahil.)'' (Sayfa: 129)
*
SAFLIK:
*
''Sıra bana geldiğinde, sinmiş, uysal, işbirlikçi bir ruh haline girmiştim. Arkamdakilerin zamanından fazladan bir saniye bile çalmamak için canımı dişime takıyordum. Kutuları, şişeleri torbaya bir sihirbaz hızıyla tıkıştırırken, bir yandan hesabı kolluyor, para çantamı hazırlayıp gerekecek miktarı denkleştirmeye çalışıyordum. Konserve kutuları devriliyor, meyvalar bağlanmamış torbalardan düşüyor, bozuk paralar ortalığa saçılıyordu. Sonunda, her iş tamamlandıktan sonra, aklıma geldi: ''Bir de.. sigara alacaktım.'' Kasiyer kız, istediğim markayı uzattı, fişe ihtiyacım olup olmadığını sordu. ''Evet,'' dedim, olmadığı halde, saki onu reddedersem kabalık yapmış olacaktım. Fişi kesti, uzun uzun bir şeyler yazmaya koyuldu. Yüreğim daraldı. Beklenmedik bir sorun mu çıkmıştı.? Fişi aldım, ancak kapıda okudum. ''San mutlu bir gün ve bir yaz dilerim,'' yazıyordu İngilizce. Bir de gülümseyen bir güneş resmi çizilmişti. Nasıl anlatmalı, bilmem. Belki yıllardır gülümsemediğim gibi gülümsedim, ışıl ışıl, mutlulukla dolu, aynı anda gözlerimden yaşlar boşandı. Fişi öpüp cüzdanıma sakladım ve neredeyse dans ederek odama doğru yola koyuldum. İşte, dünyanın ezen-ezilen ilişkilerinden, çıkar çatışmalarından, pazarlıklardan ibaret olmadığına inandığım ender anlardan birini yaşıyordum. Sevgi, dört bir yanımdan kuşatıyordu beni, kayadan fışkıran kırılgan çiçekler gibi. Bu konuda büyük, büyük beyinlerin ne dediği umurumda değildi. İnsandaki karşılıksız verme isteği üzerine gönül indirip birkaç söz söylemişler miydi, onu da bilmiyordum. Ve sonra, yazının, bütün o ''yüceltme, narsisizm'' söylemleri arasında güme gitmiş yanını, en güzel, en kutsal yanını düşündüm: Paylaşma isteği, karşılıksız verme isteği.. Kendi saflığıma, bir anda doğmuş, ölümlü saflığıma gülümseyerek, ıslık çala çala yazmaya koyuldum.'' (Sayfa: 137-138)
*
ERMENİSTAN'DA TÜRK YAZAR OLMAK.!
*
''Belki de, bütün kimliklerin, hatta varoluşun kendisinin bile bir konukluk olduğunu kabullenememektir bunca acının nedeni.'' (Sayfa: 144)
*
YALINAYAK ZAMAN:
*
Ağacın içindeki öze, sonsuzluğa bakmak:
*
''Ağaçlara da, çocuklara da kimse büyümeyi öğretmez, kendi kendilerine büyürler.'' (Sayfa: 155)
*
PARMAK İZLERİ
*
YAZMAK BİR AYİN:
*
''Bugün, yazmak bir ayin diyebiliyorum en fazla, belki yaşamadan çok bir ölme ayini, hayatla ölümün bir ve ayrı olduğunu anlamak için katıldığımız bir ayin. Sözcüklerin bize yalnızca ödünç verildiği bir ayin'' (Sayfa: 162)

27 Temmuz 2020 Pazartesi

Aslı Erdoğan - Taş Bina ve Diğerleri

Aslı Erdoğan - Taş Bina ve Diğerleri

''Zaten insanlar demir parmaklıkları içlerindeki karanlık dışarı sızmasın diye icat etmediler mi.?''
*
''..insan gecede izlediği yolu unutmaz..'' (Sayfa: 15)
***
''Ağaçlar, ağaçlar, ağaçlar.. Yaşlı, ulu, vakur, yüksek, gür, buyurgan ağaçlar.. Yeryüzündeki her mucizeyi ve suçu görmüşçesine ağırbaşlıydılar. Zamandan bile daha yaşlı.. Derinlere salmışlardı köklerini, gökyüzünü, sadece gökyüzünü hedefleyen yolculuklarında, sağa sola savrulmayı, özgürlük sanmayacak denli ilerlemişlerdi.'' (Sayfa: 28)
***
''Yarın düşüncesi olmayan biri, hangi yöne bakarsa baksın, bilinmeyeni değil, yalnızca tanıdık olanı arar.'' (Sayfa: 40)
***
''Koyu, acılı, derin bir yalnızlıktı onunki. Hep en ummadığı, en dokunulmaz sandığı yerden, belleğinden vururdu. Yalnızlığını kollamış, büyütmüş, kanıyla beslemişti, artık çok çaresiz kaldığında ondan besleniyordu.'' (Sayfa: 48)
***
''Taş binaya baktı. Onca büyüklüğü, loşluğu, heybeti, ciddiyeti içinde bekliyordu. Gece boyunca çözülüp dağılmamış, karanlığa katran gibi sızmamıştı. Sarsılmazdı, dokunulmazdı, yok sayılamazdı. Gene de, Tanrı'nın sözcülüğüne soyunan herkes gibi dünyeviliğini gizleyemiyordu. Buyruklarını daha da katlanılmaz kılan buydu. Bir idam hükmünü, bir saman kâğıdından okumak..'' (Sayfa: 51)
***
''..''Gerçeği söylemiş olur gölgeden söz eden.'' Hakikat, gölgelerle konuşur.''
(Sayfa: 59)
***
''Binanın içinde dev bir avlu, avluyu çevreleyen merdivenlerde insan boyunu aşan tel örgüler.. Kimse kendini aşağı atamasın diye. Çünkü insan hayatı, taşlarda parçalanmayacak kadar değerli son bir-iki yüzyıldır.'' (Sayfa: 60)
***
''Sonuçta her insan hayatı bir yenilgidir, ama bazılarınınki daha görkemli bir yenilgi.''
(Sayfa: 62)

Aslı Erdoğan - Taş Bina ve Diğerleri

''Bir zamanlar birini sevmiştim. Gözlerini bende bırakıp gitti. Bırakacak başka kimsesi olmadığı için. Sevmek.. Yüreğin döküp saçtıklarını, bunca karanlığı eşeleye eşeleye bulduğum bir sözcük. Kimse bana ''Herkes sevdiğini öldürür'' dememişti ki.!''
(Sayfa: 63)
***
''Görme yetisinden feragat etmiş gözlerine bir bakan olsaydı, dünyayla dolan bir ayna görürdü orada, o kadar.'' (Sayfa: 71)

Aslı Erdoğan - Taş Bina ve Diğerleri

Taş binanın çocuklarıydılar bunlar. Kara-kuru, öldüresiye değilse de kıyasıya dövülmüş suçlu çocuklar. Nesiller boyunca işlenen suçları devralmış, soğuğa ve aşağılanmaya bizden daha alışkın, kemikleri daha hızlı kaynayan.. Acımasız sokakların, terk edilmiş pazar yerlerinin, ranzaların, birbirinden ayırt edilemeyen vesikalık fotoğrafların, kolay kolay ölmeyen, trajedinin kendine layık bulduğu, belki birkaçını 'ıslah edebileceğimiz' çocukları..''
(Sayfa: 79)
***
''Sözcük sözcük dışarı akmışsındır kendi öykünden, külrengi bir rahim gibi uzayıp giden taştan gecede pıhtı pıhtı dağılmışsındır.'' (Sayfa: 82)

Aslı Erdoğan - Taş Bina ve Diğerleri

''Hiçbir şey korktuğun kadar kötü değildir, derlerdi, insan soyunu tanımayanlar, acının bir başlangıcı bir de sonu olduğuna inananlar.. Hep aşina uçurumların tepesinde dolandıklarından, Korkunç'un sonsuz çemberlerine yakalanmayanlar.. 'Eninde sonunda şafak söker,' derlerdi. Hem geceden başka nerde bekleyebilirdik şafağı.?'' (..)
''Keşke bir tanrın olsaydı, beni niye terk ettin, diye seslenebileceğin.!'' 
(Sayfa: 83)
***
''Benim gibi adamların ellerini bağlarlar, ölüme değil de birbirlerine yarenlik etsinler diye.'' 
(Sayfa: 93)
***
''Dünyanın haksızlıkla, zorbalıkla tıka basa dolu olduğunun sanki önceden farkında değil miydim.? Bu taşlar, bu rezil, pis hücreler, nereye açılacağını bilmediğim bu kapılar olmadan da dünya yeterince berbat, yeterince korkunçtu, ama işte bir tek burada avluyu çevreleyen teller insan boyunu aşıyordu.'' 
(Sayfa: 97)
***
''Suçla masumiyetin çoktan aynı küle karıştığı bu yangın yerinde hangi çığlığın bir karşılığı, yanıtı, sonu olabilirdi.?'' (Sayfa: 123)
***
''..ta kendisi olduğumuz uçurumda, belki en baştan her şeyi yitirmiştik.''
(Sayfa: 124)
***
''Aklımın erdiği pek çok şey var, ama hayat bunların arasında değil. Ellerim benden daha iyi anlar hayatı, belki bunun için hep susarlar, kabuk kabuk susarlar.'' (Sayfa: 127)
***
''Katillerin, kurbanlarının gözbebeklerinde sonsuza dek yakalandığına inanırdı o.'' (Sayfa: 132)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...