#VedatTürkali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#VedatTürkali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2021 Cuma

Vedat Türkali - Güven 2

 

"Haktan bahseden namuslu insanları, yağmurlu bir Mart akşamı topladılar; karanlık mahzenlerinde şehrin, cellatlara gün doğdu.'' (Sayfa: 8)

*

''İstanbul Birinci Şube'de, falakalı, işkenceli soruşturma sürerken, dayağa yatırılmış avukat Münir Belen'in ağzından, İstanbul Ticaret Odası'ndan iki tüccarın, Cemal Kitaplı, İbrahim Baştımar'ın, kurdukları hücrede bülten alıp okudukları ortaya çıkıverince; iyice şaşkına dönmüştü tutuklamayı yürüten asker yargıç Mutlugil; ateş bacayı mı sarıyordu yoksa.! ''Nedir bu durum İbrahim Bey.? Sizi de mi tutuklayalım şimdi.?'' demişti. Yapacağından değil, söylüyordu işte. Kumaş tüccarı İbrahim Baştımar'la, TKP Merkez Komitesi üyesi Zeki Baştımar kuzen olurlardı ya, Halk Partisi'nin İstanbul'daki en güçlü kodamanının da varlıklı bir ''Baştımar'', Saffet Baştımar oluşu işin ağır basan yanıydı. Usulca örtbas edildi tüccarlar olayı. Reşat'ın yöresindeki kimi eski komünistlerle işçiler, öğrenciler, bir iki küçük memur, zanaatkâr ayakkabıcı, esnaftı kalan. İşçilerin çoğu da, Ortaköy, Kasımpaşa yöresindeki, babadan oğula aile boyu komünistlik sürdüren, Yunanistan göçmeni tütün işçileriydi. Bir yılı bile bulamayan bu devinime, hevesi kursağında kalmış atılım da denebilirdi. Ama, tohum topraktaydı; soyulan ülkenin emekçi sahipleri vardı demek. Onlar da bunlardı işte.! Hücrede, ayakları falakadan parçalanmış yatan tütün işçisinin başına dikilmiş Birinci Şube polisi, ''Beni sen mi yönetecen ulan.!'' diyordu. Çelik kasalı, tapulu soyguncular, kravatlılar, apoletliler yönetecekti elbet ülkeyi de, kanlı Birinci Şube görevlilerini de. Yok, doğru dürüst okuryazar bile olamayan bu sünepe herifler mi yönetecekti.!'' (Sayfa: 11)

*

''Yazı makinesinin, çoğaltma aygıtının, ev sahibi Mutena Gökper'le, Suat Derviş'çe götürülüp Kirkor Sarafyanlarda saklandığı soruşturmayla ortaya çıkıncaya dek de aygıtların yerini söyletemediler Reşat'a. Kim bilir kaçıncı falakadan sonra, çırılçıplak, kollarından çarmıha gerer gibi, arkası dışarıya dönük biçimde açık pencereye astılar. Kar yağıyordu sırtına. Bütün gövdesini kaplayan bir ter bastığını anımsıyordu sadece. Doktorların sonradan, ''yaşamını kurtardı,'' dedikleri ter. ''Artık ölürsün demiştik Reşat.!'' diye sırıtmıştı ertesi gün gelen Komiser Parmaksız Hamdi. Aslında Reşat da düşünmemiş değildi bunu. Ama inanç gücü yaşatıyordu işte.!'' (Sayfa: 12)

*

''Atsız iti, bir açık mektup daha yayımlamış Başbakan'a. Sadrettin Celal'i, Pertev Naili Boratav'ı, Sabahattin Ali'yi, Ahmet Cevat Emre'yi, devlete sinsice sızmış eski komünistler olarak duyuruyor, işlerine hemen son verilerek, onları üniversiteye, konservatuvara, bakanlıktaki göreve atayıp koruyan Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'in istifa etmesini, hükümet dışı bırakılmasını istiyordu Nihal Atsız.'' (Sayfa: 29)

*

''Asıl önemlisi namuslular susmuştur; korkuncu o.! İnsanoğlunun nice kazanımlarının yitirilmesi demektir.'' (Sayfa: 98)

*

''- Bak Rahmi Usta, dedi. Leningrad'da bulundum bir günler ben. Bir bölük partili gençler, Paris'ten gittik, Fransız Komünist Partisi'nden. İlk kez sana açıklıyorum bunu. Kısacık sürede o kadar çok Stalin duyduk, Stalin resmi gördük, Stalin sözü ettik ki, Paris'e dönünce bir ağırlık kalkmış gibi oldu üstümüzden.! Daha doğrusu ben öyle duyumsadım. Kimseye söyleyemiyordum:! Fransızlar durmaz; Sorbonne'da Felsefede asistan bir kız aldı bunu, tartışmaya getirdi. O da, onun gibi düşünen iki öğrenci de, Parti gençlik kolundan ''Troçkist.!'' denip atıldılar hemen. Hiç unutmam, karar bildirilince acılıkla güldü kız, ''Stalin'i biz sizden daha çok seviyormuşuz'' dedi.! O günler sustuğuma çok üzüldüm sonra ben. Ama en çok da, Komünist Partisi'nin tutumuna üzüldüm. Bu tutumla ancak mezarını kazar bir parti. Bunu ben söylemiyorum Rahmi Usta, Lenin söylüyor. Tarihte batan partilere üstünlüğümüz, otokritik yapabilmemizdir, diyor. Neyimiz kalır bu üstünlüğümüz gitti mi.? Herkes biliyor ki, Lenin böyle değildi.'' (Sayfa: 99)

*

''- Her duyduğuna senin gibi salaklar inanır Mithat, dedi. Yalan yok da yanlış var.!
Sustu bir an,
- Kızıl bayrak olsaydı keşke, dedi.
Gözlerini Sait'e dikmişlerdi. Biraz daha beklettikten sonra,
- Kocaman mahya gibi bir pano, dedi Sait. Adam boyu harflerle ''SARAÇOĞLU FAŞİSTTİR'' yazıyor üstünde. Kızıl bayrak diye biz çıkardık. (..)
- Kimmiş bunlar.?
Alaylı gülümsemeyle Mithat'a dönü Sait,
- Kimse kim, dedi. Sana ne.?'' (Sayfa: 104)

*

''- Evet Necla Hanım, dedi. Hitler zor durumda. Ama inananlar için çok önemli bir şeyi başardığı yadsınamaz. En ağır dersi o verdi komünistlere. İnsanlık bunu unutmayacak. Bolşevik sürüleri bugün Avrupa'ya koşturuyor. Ama bir duvara çarpacak sonunda. Bu duvarın temelini, Hitler'e bağlanan Almanlar attı.! Bunu da unutamaz insanlık.!
- İnsanlık mı.? Anlamadım, dedi Necla. Milyonlarca insanı doğradılar. Kitapları yakıp, bilim adamlarını kovdular. Kamplara yığdılar bir sürü düşünen başı. Yaktılar, yıktılar dünyayı, milyonlarca insana kıydılar. Hitler'i, itleriyle kuduz canavar sürüsü.! İnsan değiller ki insanlıkla ilgileri olsun bunların.
Gülümsemeye vurdu gene,
- Dilim varmıyor söylemeye, bağışlayın dedi Galip. Komünistler gibi konuşuyorsunuz diyeceğim nerdeyse.!
- Dediniz işte, dedi Necla. Hiç sevmem sinsiliği. Öyle diyorsanız öyle olsun.! Evet, önce komünistler söyledi bunları; şimdi dünya söylüyor. O ki inanıyorsunuz insanlık yolunda olduklarına, siz de ''faşistim'' desenize. Görüyorsunuz, zor durumda adamlar.! Dostlarından destek beklerler pek yerinde olarak. Siz de kromlarınızı satmak için İngilizlerden, Amerikalılardan öneri bekliyorsunuz. Yakışır bir yanı var mı bunun.?'' (Sayfa: 129)

''Pistte dans edenler vardı orta salonda. Küçük masalar çevresine yer yer koltuklar, kanepeler sandalyeler konmuştu iç salonlarda; yarı boştu; kadınlı erkekli çoğu kişi ayakta yiyip içmeyi, çene çalmayı yeğliyordu. Pamuk gibi bira francalalarından minik sandviçlerle, tavuklu, çirozlu, çeşitli peynirli kanepelerle dolu tepsilere uzanırken, elinde olmadan boğazında bir şey düğümleniyordu Turgut'un. Bir avuç çamur gibi ekmeğin karneye bağlandığı ülkeden, nerden bulmuşlardı bunları.? Bunca malı mülkü bulan bunları mı bulamayacak.!''
(..)
''Yiyin efendiler yiyin.! Tıksırıncaya çatlayıncaya kadar..'' (Sayfa: 189)
*
''Çocuk olmak güzel de, asıl, bir sürü çocuk bir arada olmak güzel. Büyüklerin yasasını çiğneyip kendi yasalarını koyuyorlar hemen.!'' (Sayfa: 190)
*
''Yaşamayı hak edenler ölüyor; ölümü hak edenler yaşıyor.!'' (Sayfa: 192)
*
Bahsedilen yazılar Hikmet Kıvılcımlı'nın Yazıları
*
''Tarihe çok yalan karıştırıldığından söz ederdi arada, kendine özgü alaylı diliyle. Alaturka musikiye konan yasağa kadar, devrimler adı altında yapılan reformlardan yana olmuştu, hele kadınlara verilen haklar konusunda. Yasak günlerinde radyoyu açmadı. Daha çok kanun çaldı evde. Okumaya düşkündü aslında; divan okurdu. Elinden düşürmedikleri Naili'yle Fuzuli'ydi. Sahirleri gösterdiği kâğıtlar da ilgisini çekmişti. Bir göz atayım deyip yanına altığı, Kürt sorununu inceleyen yazıların tümünü okumuştu Sahirler gelmeden. İlk sorusu, ''Kimindir bu yazılar.?'' oldu.
- Dedim ya, dedi Sahir. Anadolu'ya atanan tanıdık bir yaşlı öğretmenin. Götüremedi, emanet bıraktı bize.
- Ne öğretmenidir.?
- Tarih.
Başını salladı ağırdan; sağ başparmağıyla çenesini okşadı kaşır gibi,
- Kimseye göstermeyin bunları, dedi. Dert açar başınıza. Tekin değildir bu Kürt işi.
- Nasıl buldunuz.?
- Nasıl bulacağım evladım.! Söyledikleri doğru. Derleyip toparlayıp güzelce anlatmış. Komonist.! Namuslu bir adam. Kimsenin eline geçmesin yalnız.! Bu adamın adını da vermeyin sakın kimseye.! Bir sürü adam asıldı bu yüzden. Bizim bahçenin ötesindeki konak, biliyorsunuz, İsmail Müştaklarındır. İpe gidiyordu onlar da İstiklal Mahkemesi'nde; güç kurtardılar kellelerini. Ebuzziya Velid, Ahmet Emin, Ahmet Şükrü filan..'' (Sayfa: 201)

''Durağan bir şey var bu toplumda. Kafalara hep üniforma giydirilmiş.'' (Sayfa: 207)
*
''Konuşmadan, yazmadan nasıl bulacağız doğruları.? Sopa kimin elindeyse o konuşacak; doğruları da o söyleyecek.!'' (Sayfa: 208)
*
''Bir yere varacağına inanman için, düştüğün yolun doğruluğuna güven duyacaksın.'' (Sayfa: 217)
*
''Onurlu kaldığına pişmanlık duyuyorsa biri, korkulur ondan.''
(..)
''- Çocuklar, dedi. Siz bizden çok biliyorsunuz belki; biz de sizden çok yaşadık, çok gördük. Ne aşırı güvenin insanlara, ne de umudunuzu kesin.! Bir çarktır dönüp gidiyor işte.! Uyanık olacaksınız.!'' (Sayfa: 224)
*
''Sorun sende; insanlarda değil. Yarıp içine bakmak istiyorsun insanların.! İçinde ne olduğunu, kendi bile bilmez. Bilir bilmesine de, ''hasır altı'' eder.! Bilinçaltı diyorsun.! Bilinçaltında ne olduğunu kim biliyor ki.? Senin bilinçaltında neler var, biliyor musun.?'' (Sayfa: 225)

*

''Benim yanılmam bana zarar verir. Yığınların tapar gibi bağlandığı birinin yanılması, benim yanılmama benzemez.'' (Sayfa: 243)
*
''Sermaye birikimi için tek olanak emekçi halkın iliklerine kadar soyulmasıydı. Ücretlerin en alt düzeyde tutulması için yedek işsiz ordusu gerekliydi. Yardımı olamadan yaşayamayacağını bildiği yabancı sermayeye dişe dokunur pay ayırmak için artıdeğer vurgununda ölçü tanınmamasıydı istediği. Bunlar oldu. Bütün bunlara karşı koyan tek siyasal örgüte, Komünist Partisi'ne yabanıl saldırısının asıl nedenleri bu. İşçileri bölüp parçalamak, örgütsüz bırakmak, satın alamayacağı bilinçli önderleri temizleyip başıboş sürüye döndürmek emekçileri; ya da kendi emirlerindeki önderlere bağlamaktı.'' (Sayfa: 253)

*

''Hapishanelerinde yattım / Köpekbalıklarıyla dolu denizlerine battım.!'' * Nâzım Hikmet (Sayfa: 289)
*
''Karı bağırıp çağırmaya başlayınca yan salona geçtim. Tutuklatmam gerekecek yoksa. Öyle şeyler söylüyor ki, komünist dersin.! Hırsız pezevenkler.! Soyguncu orospu çocukları.! Böyle bağırıyor. Yetmedi mi fakir fukaranın kanını emdiğiniz. Millet ekmek bulamıyor.! Bok yiyin.! Şarkınıza da sıçayım, ağzınıza da.! Yeri göğü inletiyor.!'' (Sayfa: 331)
*
''- Hoş geldin Halil Yoldaş.! dedi, çok da ciddi bir tonda.! Ses çıkarmamıştı Halil, - Nerde olduğunu biliyor musun.? Halil gene sessizdi. Ağır ağır aldı Nazif, - Önce şunu bil.! dedi. Öyle bir yerdesin ki, burda, ne insanlık var, ne yasa var, ne devlet var, ne Allah var.!'' (Sayfa: 406)

*

''- Hey, durun, dedi Nazif.
Nuri iverek masadaki öteberiyi toplarken yavaşça kayıp masa dibine düşen En'am takılmıştı gözüne,
- Bunu da alın, dedi.
Pabucunun burnu ile iteleyip beton üstünde kapıya doğru kaydırdı En'am'ı.
- Yanına koyun onu da, dedi. Öbür dünyada işine yarar belki.! Ölü çıkarılıp da kapı kapanınca durulur gibi oldu Galip.
- Eğitim zaiyatı.!
Nazif'e baktı anlamadan.
- Orduda bir deyimdir bu.! dedi Nazif. Kuşkulu bir er temizlendi mi, raporuna öyle yazılır.'' (Sayfa: 430)

*

''Ben kendimi bilirim.! İçimdeki çoğu güzellikleri yerle bir ettikten sonra geçip gitti o kasırga.!'' (Sayfa: 448)

*

''Karmaşık görünümünün çekiciliğine kaptırmadan, derinliğine eğilip baktın mı, dayanılmaz biçimde yalınkattı yaşam denen öykü.!'' (Sayfa: 459)

*

''- Din konusunda önemli işler yaptı Kemalistler. Güç bir iş bu.! Çözümü kolay değil. Sorunu çözmekten çok azdırırlar bunlar da.! Bizim Doktor Hikmet, bir karikatür çizmiş Diyarbakır'da. Falakanın altında kafasında şimşekler çakan adam, ''Allah.!'' diye bağırıyor acıdan. Vuran pezevengin dediği de, ''Bakın görüyor musunuz gericiyi; ''Allah.!'' diyor.'' Acıdan umarsız kalmış insan başka ne bok yiyecek.? Soygunla birlikte yoksulluk, karanlığın en bitek toprağı. Öyle geliyor ki bana, bu ülkede din muhalefeti, bizim ilerici muhalefetimizden ne yazık ki, çok daha güçlü.'' (Sayfa: 511)

*

''Fransız Devrimi, burjuvayı da, işçiyi, köylüyü de yanına almış; kiliseye, dine de karşı devrim. Varına yoğuna el koymuşlar kilisenin. Sen benden iyi bilirsin bunları.! Büyük burjuvazi kiliseyle anlaşmış sonunda derler ama, temel sağlam oturmuş, maya tutmuş baştan.! Bizim burjuvazinin ideolojisi yamalı bohça; yıllar yılı Nazilerden akıl aldılar. Aslında da da ite kaka, gönülsüz başlamış işe; Kemalistlerin zoruyla.! Kemalistler de şaşkın bugün. Temel ne durumda belli değil.! Aynı bir yanımız da var. İslamlık yalnız egemen sınıfların dini olmamış; ezilen sınıfların, köylülüğün muhalefetine de ideoloji üretmiş, destek vermiş.! Babai başkaldırmaları, Baba İlyas, Baba İshak, Bedrettin, Pir Sultan, ne bileyim, bir sürüsü. Nâzım'ın da destanı var, biliyorsun.'' (Sayfa: 512)

*

''Kırmızı ibiğimizi saklasak da, sesimizden tanıyor herifler.!'' (Sayfa: 514)

*

''..Doktor Nurettin'i alıyorlar. Kalabalık bir odada Sahir'le yüzleştiriyorlar. Doktorun bir şey sakladığı yok ki. ''Ben Kürt'üm, bize yaptıklarınızı da bağışlamam; isterseniz asın beni.!'' diyor, Sahir'i gösterip, ''Kafası bana hiç uymuyor ama, içinize nasılsa, namuslu bir adam karışmış, ona da dayanamıyorsunuz.!'' diyor. Sille tokat girişiyorlar Sahir'in önünde. Sahir'e vurmamışlar.! Fakat Sahir'ciğim, dayanamıyor ondan sonra.! Bağırmalara başlıyor hücrede. Anlamsız sözler filan.! Anlıyorlar bozulduğunu. Bakırköy'e gönderdiler.'' (Sayfa: 533)
*
''..neyi aradığını bildiği kadar, seçmesini de biliyordu artık. Anahtar elindeydi.!'' (Sayfa: 536)
*
''- Doktor Nurettin'e, söylemeyi göze aldığı bir çift söz için, kuduz köpek gibi saldırdılar, dövüyorlar önümde.! O anda hemen aklıma gelen, bana da vurup vurmayacaklarıydı.! Adamı dövmelerine başkaldırmak değil.! Doğal.! Korunma güdüsü. Korkuyla, önce kendini düşünüyorsun.! Bana dokunmadan getirip hücreye kapatıldığımda, kendimle baş başa kalınca anladım asıl çirkin gerçeği.! Nedendi o tavrım biliyor musunuz.? Çünkü, Doktor'un gerici olduğuna inanıyordum. Düşüncelerine kızıyordum adamın. Dövenler bir şovenliğe karşı çıkmış oluyorlardı.! O koşullarda bile, beni onlardan ayırmıştı Kürt Doktor.! İçinizde bir adam var, diye beni göstermişti.! Öyle sanıyordu demek.! Yoktu oysa.! Ben de o saldıranlardan biriydim.! Bizim bu ülkede ilerici kafamız bu işte.!'' (Sayfa: 540-541)
*
''- Ne derdimiz varsa, pasaklı karıların süprüntüsü gibi, el çabukluğuyla, kilimin, hasırın altına ittik. Hasırlar, kilimler kalkınca ne olacak bakalım.?'' (Sayfa: 542)
*
''Marx ne diyor.? ''Tarih öldüreceklerinin önce gözlerini kör eder.!''
(..)
''- Bizim tarihe yenik yanımız da bu, dedi. Niye biliyor musun.? Üstünde korkusuzca konuşamıyoruz çünkü.! Biz burdan yıkılacağız diye korkuyorum.!'' (Sayfa: 543)
*
''Acısı etine değmeden, kimse görmez doğruları.!'' (Sayfa: 545)

17 Kasım 2021 Çarşamba

Vedat Türkali - Güven 1

BİRİNCİ KİYAP
*
Savaş Yılları

 ''Kim yazarsa yazsın; suç mu Bağımsızlık Savaşı şiiri yazmak.? Suç olmayan ne var bu ülkede.? Niye yıllardır cezaevinde Nâzım.? Şiir yazdığından mı.? Komünist olduğundan. Ozanlığı ile Komünistliğini nasıl ayırırsın Nâzım'ın.? Bir Harbiye Davası, bir Donanma Davası, otuz yıl.. Kızgınlıkla karışık önleyemediği bir ürperti gezindi içinde. Daktiloyla ince kâğıtlara yazılıp çoğaltılmış İstiklal Savaşı Destanı onlardaydı birkaç haftadır. Refik getirmişti, bugün de alacaktı. Üstünde Nâzım'ın şiirleriyle yakalanmak hiç de öyle küçümsenecek olay değildi. Daha yayımlanmamış, gizli.  Anasını ağlatırlar adamın.'' (Sayfa: 10)


''Göz, hasmını tanır.'' (Sayfa: 13)


''Mallarına bile saygı duymak zorundasın burjuvaların.! Burjuva mı bunlar.? ''Finans kapitale satılmış ulusal kahramanlarımız bunlar monşer.'' (..) Monşer, finans kapital.. Aynı soydan olmalarına karşın şu iki sözcük bile uymuyor birbirine.'' (Sayfa: 15)


''Açlığı tanımak için acıkmak yetmiyor. Sen biliyor musun.? Ötesi, tüm yoksulluğu biliyorum, bir süre açlık ne ki onun yanında.! Bir çocuğun en doğal gereksinimlerini umutsuz özleme çeviren beş parasızlığı kim benden daha acı yaşamıştır.? İlaçsız, doktorsuz kişiler arasında kıvranıp durmanın ağırlığını iliklerimde duydum, insanı aşağılayan bir umarsızlıkla, hem de bomboş bekleyişler içinde.'' (Sayfa: 15-16)


''Nâzım Hikmet'ten söz ediyorlar ikide bir, büyük ozan diye.. Komünistmiş o da.! Atatürk çağırmış bir gün, ''Gelsin, bir şiir okusun'' demiş. ''Ben okur Efdalya Hanım değilim'' demiş, gitmemiş Nâzım Hikmet. Atatürk de ''İşte insan bu'' demiş yöresindekilere, ''siz değil.''..'' (Sayfa: 50-51)


''Yaptığı işin üstesinden gelmeli devrimci. Hem de elinden geliyorsa en iyisini yapmalı. Küçümsemeden. Üniversitede öğrenci olmak, hele bizim ülkede az şey mi.? İyi öğrenciler olmanızın devrimciliğe ne zararı var.'' (Sayfa: 66)

*****

''Beşiktaş tramvay durağına doğru yürürken fırının önüne birikmiş kalabalığa baktı; ekmek çıkmasını bekliyorlardı. Karneyle alacakları kapkara, üç yüz gram ekmek içindi bu sessiz, sabırlı bekleyiş. Ekmekleri için katlanmasını biliyor insanlar. İçinde umudu taşıyordu aslında bu ağızsız, dilsiz, sıkıntılı görünüm. Hem de, günü geldi mi nasıl olsa patlayacak olan devrim umudunu.'' (Sayfa: 80)


''Nâzım'ı tanıdım, Doktor Hikmet'i, Hasan Ali Ediz'i.. Tutturmuşlar bir Nâzım muhalefeti. Nedir, ne değildir demeden, Harbiye tutuklaması, ardından Donanma.. Alıp götürdüler iki Hikmet'i de. Hasan Ali'ler kaçacak delik arıyor. Bize de sinmek düştü. İçkiye o zaman alıştım. Reşat Fuat'la da içki masasında tanıştık. İyi içer o da. Doktor Hikmet ağzına koymazdı. Devrimcinin gövdesi vakıf olmalıdır, kendi mülkü değildir; koruyacaksın onu.! Sık sık dediği buydu onun. Doktorluğundan mı derdi, devrimciliğinden mi, bilmem. Yoksa ölçüsüzlüğünden mi.? Bazı düşünürüm de, sızı duyarım içimde. Bize zorla hain dedirttiler Nâzım için. En çok da bu Hasan Ali Ediz. Hain bir parti düşmanıymış Nâzım.! Dedik biz de.! Partili olmuşuz, ne yapacağız başka.? Düşünüyorum bugün de, kim hain.? Hain olmayan kim.? Koyun belli değil, kurt belli değil diyor ya ozan. Bize hain dedirttiler, şimdi de Reşat Fuat, Parti'nin genel sekreteri biliyorsun. Dinamo Nâzım'dan büyük ozandır diyenleri azarlayıp paylıyor. Kendi anlattı; Suphi Taşhan'ı bir haşlamış; ''Bu saçmalıkları sürdürürseniz Küllük Kahvesi'nin dibine batar kalırsınız; partiyi martiyi görmezsiniz. Parti Nâzım'ı tutuyor bugün'' demiş.'' (Sayfa: 131-132)

*
''Kimileri yakınlarını, en son görürmüş, gözü açılsa da. Sevdiklerine uzun süre toz kondurmak istemezmiş. Bilincin epey gelişmesi gerekirmiş, oraya varması için.'' (Sayfa: 135)

''Daha savunduğumuz ideolojiyi bile bilmiyoruz doğru dürüst. Ne okuduk Marks'tan.? Engels'ten.? Lenin'den.? Temel kitapları diyorum. Yanlış yorumlama sakın. Kuşkum filan yok tuttuğumuz yolun doğruluğundan. Ama yeter mi bu kadarı.? Bir iş yaptığımız yok, çeviri yapsak ya bari. Yok, yasakmış.! Nâzım'ın şiirleri de yasak, okunuyor işte, pek iyi. Korkaklık iyice beceriksiz etmiş; diyorum ya, midem bulanıyor benim artık bu boşluktan. Fakültesinin de içine. Bırakmayı bile geçiriyorum bazı. Yapmacık her şeyimiz. Halide Hanım'ın doğru dürüst bilmediği İngiliz edebiyatını ben öğreneceğim de başım göğe erecek.! Her şey iğreti bu ülkede. Minik bir sürü karınca, balon üstünde geziniyor.'' (Sayfa: 141)

*

''Halk çok acı çekiyor. Pahalılık canavar gibi. Doğanın eli açık, yoksa neylerdi yoksullar.? Balık bol, sebze bol. Kuzu gibi toriği bizim işyerinin önünden sürüyüp götürüyordu adam. İyi-kötü işi varsa karnını doyurabiliyor. O doğa, kavgayı da soğutup geciktiriyor ama. İş bulmak kolay mı.? Balığın ucuzluğu ondan. Pekmeziyle, bulguruyla, tarhanasıyla yuvarlanıp gidiyor ülke. Bizim atölyede bile çalışanların çoğunun yeygileri köyden geliyor. Gel de sınıf kavgasını anlat. En güç değişen kafa, kentteki köylü kafası.'' (Sayfa: 199)

*

''Kendimizi eleştirme gücümüz körelirse, neyimiz kalır.? Felsefemiz olmamış, ordan geliyor kafamızdaki darlık. Saplantıdan kurtulmanın yolu, kuşku; eleştiri de ilk adımı onun.'' (Sayfa: 203)
*
''Her türden tuzaklarla, boğulup gideceğin kuyularla doluydu yollar. Bir matbaa odasında, eski koltuk üstünde, yoksul, yapayalnız ölüp giden Şinasi'yi, Tanzimat'ın yenilik öncüsü Şinasi Efendisi'ni düşünürdü. O dönemler kapanıp gitti sanıyoruz. Nâzımlara matbaa odasını bile çok gördüler, zindanda öldürüyorlar. Ne güç iş insanlara yeni şey öğretmek bu ülkede.'' (Sayfa: 204)
*
''Geçmişte iyi şeyler bulup çıkaracaksın (var, olmaz olur mu.?), günlük kavganı yürüteceksin o mutlulukla.! Itrî'yi de dinleyeceksin, Bach'ı da. Marks'ı da bileceksin, Bedrettin'i de. Nâzım'ın şiiri olmasa nerden bilecektik Bedrettin'i.? Niye yalan söyleyeyim, adını bile duymamıştım. Başka nelerimiz var, kim bilir.?'' (Sayfa: 209)

İKİNCİ KİTAP
*
Kara Duvarın Gölgesinde
*
''Kıskanmasında bile bir dostluk, bir sıcaklık var bu oğlanın; arkadaş sevgisi var. Yüceltip onurlandırıyor insanı. Çoğun sertçe kapışmaları, kendine en yakın bulduğu kişi olmasına gölge düşürmemişti hiç.'' (Sayfa: 267) * ''Almanlar Kafkasya'ya inmişlerdi. Türkiye'nin tüm faşistleri sevinç içindeydiler. Peyami Safa ''Kaf Dağı'nda Bayrak'' adlı bir yazıyla kutluyordu olayı. Stalingrad'a dayanmış Almanlar, işin bittiğini yayıyorlardı.'' (Sayfa: 270)
*
''Dimitrov'un bir sözü var. Anahtar söz: Bir komünistin diyor, ne biçim komünist olduğunun tek ölçüsü bugün, Sovyetler Birliği'ne karşı tutumudur.'' (Sayfa: 274)
*
''Ne diyordu Lenin, yalnız sindirim saatlerinde değil tüm yaşamının her ânında düşüneceksin devrimi.'' (Sayfa: 283)
*
''- Beni seviyor musun.? dedi.
- Çok.. Sen.?
Bu kız niye hep böyle kısa kısa konuşur.?
- Çok çok çok seviyorum. Büyük kavgamı sevdiğim gibi seviyorum seni.'' (Sayfa: 284)
*
''Devrimciler için kavga günleri arife günleridir Hocam.! Bayram bizim sokağımıza da gelecek.'' (Sayfa: 306)
*
''Kişiler kim olursa olsunlar kendilerini kuşatmış toplum yargılarının elverdiğinden öte, kanatlanıp uçamıyorlardı kolay kolay.'' (Sayfa: 334)


''Nâzım'ın ''Çar'a dokunma.!'' öyküsü hiç çıkmazdı aklından. Eski Bolşeviklerden biri anlatmış: Çarlık döneminde bir bölgede tutuklayıp jandarmalara vermişler bunu, ille götürecekler. Jandarmalar mujik. Yolda acıyorlar buna. Sıkı emir var; elinde kelepçe, ayağında zincir. Ne yaptı da böyle davranıyorlar bu okumuş adama.? ''Ben,'' diyor adam, ''kasabanın ileri gelen hükümet memurlarına hırsız dedim,'' diyor. ''Doğru demişsin,'' diyor mujikler. ''Hepimiz biliyoruz hırsızlıklarını.!'' ellerindeki zincirleri gevşetiyorlar biraz, acıyarak. Ertesi gün gene duruyorlar üstünde, onlara hırsız demekle başa gelmez bunlar. Bolşevik diyor ki, ''Vali de hırsız,'' dedim. Başlarında da bakanlar, nazırlar var bunların, hepsi hırsız.'' ''O da doğru,'' diyorlar. Ayaklarını da gevşetiyorlar biraz. Epey bir zaman sonra gene yokluyor jandarmalar. ''Hükümetin hırsızlığını bilmeyen mi var.? Sana nasıl kıydılar.?'' deyince, Bolşevik, ''Bakın,'' diyor, ''O hırsızları biliyorsunuz ya, hepsinin başında da Çar var,'' diyor. ''Onu söyledim ben.!'' Jandarmalar fırlıyor, ''Hah,'' diyorlar, ''Şimdi anladık senin ne namussuz herif olduğunu. Kutsal Çar babamıza söversin ha.!'' Bütün zincirleri eskisinden daha ağır biçimde sıkıyorlar. ''Ülkene gidiyorsun Nâzım'' demiş eski Bolşevik. ''Sakın Çar'a dokunma.!''..'' (Sayfa: 423)


''- Halk acınacak koşullar içinde. Savaş var deyip uyutuyorlar milleti. Hele şu son bir yıldır soygun, vurgun gırla. Halk perişan. Ama örgütsüz. Hırsızlarla ortaklarının eline kalmış ülke. Aydınlar dersen, herkes kendi dümeninde. Zaten aydın denecek kaç kişi var ya..'' (Sayfa: 451)
*
''Gelen sıkıp duruyor mengeneyi. Böyle batırdılar bizi; hep de ''kurtarıyoruz'' diye diye.'' (Sayfa: 461)


''Size şu kadarını söyleyeceğim; gazeteci hiçbir gün, korkusuzca, şöyle bir oh demedi bu ülkede.'' (Sayfa: 463)
*
''- Bakın Sahir Bey, dedi. Benim bir ortağım vardı, Allah rahmet eylesin, Şükrü Bey. Atatürk'ün hastalık günleri.. Bir yazı çıktı gazetede, Ata'nın sağlık durumuyla ilgili. Ertesi günü, bir telefon; Ankara'ya çağırdılar Şükrü Bey'i. Kalkıp gitti rahmetli. Güpegündüz, elektrikle aydınlatılan karanlık bir odaya almışlar; tam üç saat sorgu. Ne maksatla yazıldı bu yazı.? Sordukları bu.! Ağır sözler edip ağır bir gözdağıyla da bırakmışlar sonunda. Bir ay sonra inme indi sağ yanına Şükrü Bey'in. Bir yıl sonra da öldü..'' (Sayfa: 464)

''Okumak, kitaplara sığınmak yetmiyordu artık. Çözüm getirmiyor, bir ışıklı yol açmıyor, birkaç adım olsun attırmıyorsa, ne yararı var o yaptığın işin.? Kitapların aydınlığı saklı kalmamalıydı içinde.'' (Sayfa: 466)
*
ÜÇÜNCÜ KİTAP
*
Daldaki Kiraz
*
''Ağzı süt kokan bir kız olarak değil, ayırıp değerlendirmesini bilerek onu seçmiş olmasının üstünlüğünü nasıl göremiyordu, öyle büyük savlarla ortaya çıkan biri.'' (Sayfa: 503)


''Toprağın altına sinmiş tohum gibi yapayalnız yaşamasını bileceksin böyle bir dünyada, çürümeden.'' (Sayfa: 553)


''- Para almam ben, dedi.
Adamın bir şey demesine kalmadan,
- Para kazanmak için başka iş bulurdum kendime, dedi.
Karanlık sokakta dönüp baktı Mihail,
- O zaman da para kazanmak için iş yapmış olurdunuz efendim, dedi. Komünist olmazdınız.!'' (Sayfa: 556)

''- ..Baksana şuraya: Adam Kürt, Kürt'üm demeye korkuyor.
Kötü bozulmuştu, taş gibi bakıp duruyordu Nedret. Veysel ne diyeceğini bilmeden sallanıp kımıldadı bir iki,
- Korkmuyorum Hocam da, dedi, çekingen bir sesle, yani ben şoven değilim.
- Türk'üm deyince olmuyorsun da, Kürt'üm deyince şoven oluyorsun öyle mi.? Terslik yok mu burda.?'' (Sayfa: 571)
*
''..o gece, yemekte karşı çıkmıştı Doktor Nurettin'e; ama belki de doğruydu adamın dedikleri. Binlerce, on binlerce köylü; kadın, erkek, çoluk, çocuk ya makineliyle taranmış ya da süngülenip Murat suyuna atılmış. Subaylardan bile delirenler olmuş dayanamayıp. Tam bir canavarlık Dersim'de.'' (Sayfa: 572)


''Nâzım, o günler edebiyat alanında parlamış yıldız Türkiye'de; komünizmin de simgesi olmuş. Özellikle aydınlar, öğretmen, avukat, doktor, mühendis gençler arasında, kimi bürokrat katlarda bile, geniş hayran yığını var.! Asıl önemlisi de komünizme yakınlık duyan işçiler, emekçiler arasında taparcasına seviliyor. Ayakkabıcısı, marangozu, demircisi akşam oldu mu, usta topluyor tezgâhın başına çırağı, kalfayı; bir şişe de rakı açıp başlıyorlar Nâzım'dan şiirler okumaya.! Ben de kendimden geçiyorum o günler Nâzım şiirlerini okurken; Bahri Hazer, Salkımsöğüt, Piyer Loti, Berkley, Emperyalizm. Nasıl geçmeyelim; edebiyatta ilk kez bizim sesimiz bu şiirlerle çıkıyor ortaya, adam yerine konuyor işçi.! Tarihsel maddeciliği, devrimi anlatıyor bizlere.! Çoğu bugün de belleğimdedir. ''Şarktan geliyorum - Şarkın dertlerini haykıraraktan geliyorum,'' diyen bir şiiri vardır. Komintern'in 25 Plenium'da, Lenin'in önceki tezlerine dayanarak devrimci atılımın Doğu'ya kaydığını bildiren kararlarını anımsatıyor.! Hep bir şey öğretiyor bize yani.! KUTV'da, Doğu İşçileri Komünist Üniversitesi'nde çevirmenlik yaptı Moskova'da Nâzım. Doktor'la, özellikle de Baytar Cevdet'le ilk çalışmaları da orda başlamış, başıboş ozan tavrı, parti disiplinine ters görülüyor. Bir de, o günlerin aydınlarını çok etkilemiş olan Troçki'yi seviyor; o da süzme aydın çünkü. Ama Troçkist değilim, diyor Nâzım.'' (Sayfa: 625-626)
*
''Bir kadını sever insan.! Ona da kavuşamaz çoğu kez.!'' (Sayfa: 661)
*
''Dini, imanı da bu, aşkı da. Kimseye düşmanlığa kalkışma boşuna.! Parayı sen de seviyorsun çünkü.'' (Sayfa: 664)
*
''Bir Köy enstitüleri çıkardılar İnönü'yü kandırıp, komünist yuvası diyorlar onlar için de. Batıracaklar devleti.!'' (Sayfa: 729)
*
''- Valla anlamıyorum, ayıp değil ya, dedi. Hepimiz biliyoruz, isteseydin bakandın. Ne bileyim, genel müdürdün, müsteşardın belki.. Yani, bu olmayacak yolu tutup da, böyle..
Gerisini Reşat'a bırakmış gibi, kesti sözünü.
- Ben, fukara halkımın yanında olmaktan mutluyum, dedi Reşat Fuat sessizliği pek uzatmadan.
Birden doğruldu Sait, patlamış gibi yüksek perdeden bir sesle,
- Biz de o fukara ulus için çalışıyoruz Reşat Bey, biz de, dedi. Bu fukara ulusu Atatürk kurtardı. O yoldayız biz de.
Bu coşkulu sözlere alaylı bir gülümseme oldu ''Reşat Bey''in ilk yanıtı. Aynı güvenli ağırlıkla aldı yavaşça,
- Verilen emirleri yerine getirmekle yükümlü biri olarak şuraya oturtulmuş görevlisiniz siz, dedi. Soyulan halkın yararına olan önerilere niye karşı çıkıyorlar, sorsanıza yukarıya, fukara ulus için çalışıyorsanız. Kaç kez önerildi bu onlara; neden yanaşmıyorlar.?
Beklemediği bir engele çarpmış gibi duraladı Sait; Galip'e baktı, ''Görüyor musun.?'' gibisine. Reşat'a kızmasına karşın, Sait'in şaşkın bakışına gülecek oldu Galip. Versene yanıtını herifin, geri zekâlı, ne bakıyorsun bana.?
- Neymiş o öneriler.?
- Gördünüz yazdıklarımızı. Halkın acılarını biraz olsun dindirmek için düşünülmüş önlemler hepsi de. Hırsızlık, vurgun, talan, karaborsa önlesin, halk soluk alsın biraz. Halkın demokratik hakları tanınsın. Ülkede..
Sözü böldü Sait,
- Moskof'la birlik olalım; Bolşevik gelsin kurtulalım.! Acımız böyle dinecek.!
Sait'in kızgınlıkla giriştiği alaylı saldırganlığı sessiz karşıladı Reşat Fuat. Kuru, soğuk bir sesle,
- O yazılanları okuyup da böyle anlamışsanız, neyi anlatabilirim ben size.? dedi.''
(..)
''- Niye bırakmadın, konuşsun.?
Duraladı Sait; ciddi mi söylüyor gibi baktı bir,
- Konuşulmaz bunlarla oğlum, dedi. Valla şeytanı bile kandırır.
Tutamayıp güldü Galip. Bizi de kandıracağından korktun demek.!
- Askeri yargıç dalga geçiyor geçende: Yahu bunların ağzından bal akıyor. Okuyun şu yazıları.! Biz niye bunların yanına geçmiyoruz Sait Bey.? diyor.! Şaka maka kandırır insanı bunlar.!'' (Sayfa: 743)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...