#SelahattinDemirtaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#SelahattinDemirtaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Aralık 2021 Çarşamba

Selahattin Demirtaş - Leylan


Arka Kapak:
*
 “Bu hayatta her şeyiyle güvenebildiğiniz en az bir kişi olmalı. Yoksa kendinizi hep yalnız hissedersiniz. İnsanların çoğu yalnızdır o yüzden, yapayalnız. Yaşananlar kelepir bir hayatın ikinci el versiyonu gibidir. Yaptığınız hiçbir şey size ait değildir, benliğinize, özünüze. Hayatınız, tümüyle güvensiz bir ortamın mecburen size yaptırdıklarından ibarettir.

*
“Saf çocukluk halinizden geriye yüzünüzde ''memur gülüşü'', dudaklarınızda ''gammaz öpüşü'' kalır. Öptüğünüz yer kirlenir, güldüğünüz zaman herkes incinir. Elinizde etrafı yeşil dantelli beyaz bir mendil de yoksa temizleyemezsiniz hiçbir yerinizi.
*
“Ben Serap’ı böyle sevdim, en saf halimle, uzaktan.”
*
*
''Küçükken de Kürttük biz, hatta daha Kürttük. Okula başladığımızda sadece birkaç kelime Türkçe biliyorduk; o da ''analı bacılı'' küfürlerden ibaretti. (..) Beş yıl boyunca anlatılan derslerin çeyreğini bile anlamamıştık. Bunu sınıfın geneli için söylüyorum. Biz üçümüz o çeyreği de anlamamıştık. Yedi yaşındaki bir Türk çocuğunu İstanbul'un göbeğinde Çince eğitim yapan ilkokula gönderdiğinizde ne kadar matematik, hayat bilgisi veya Çince öğrenebilirse biz de o kadar öğrendik işte.'' (Sayfa: 16)
*
''Elinizde etrafı yeşil dantelli beyaz bir mendil de yoksa temizleyemezsiniz hiçbir yerinizi. Ben Serap'ı böyle sevdim, en saf halimle, uzaktan. Cinsellik, sevişmek aşkın değil, biyolojinin, kimyanın konusudur. Onu aşkın konusu yaparsanız yanıltır sizi, kandırır. Sevişmeyin demiyorum, sevişin. Ama en azından Cemal Süreya'yı dinleyin: ''Yoksuluz, gecelerimiz çok kısa, dört nala sevişmek lazım.'' Sonrası geriye kalan aşktır, baki kalan aşk. Aşk'ın Kürtçesi ''evîn''dir. Ve senin evin dünyadaki en güvenli yerindir.'' (Sayfa: 27)
*
''Dersteyken sık sık ''Kürtçe diye bir dil yoktur, hepiniz doğru düzgün Türkçe öğreneceksiniz,'' diyen ve alayımızı sıra dayağından geçiren Türkçe öğretmeni gut hastalığına yakalanıp iyice asabileşti. Sonra hastalığı ilerledi, bizim açımızdan ''very gut'' oldu. Erken emekli olup Kürt çocuklarının ''kîr''inden uzak bir sahil kasabasına yerleşti. Yerine gelen Türkçe öğretmeni bütün dünyamızı değiştirdi. O da Türktü ama bizi Kürtçe sevdi. Biz de en çok onu sevdik. İki dilli olmanın güzelliğini bize o öğretti. Ana dilinizi unutmayın diye tembihledi. İlk defa Kürt olmaktan utanmadan sınıfa girer olduk. Ama çok sürmedi. Dört ay sonra okulun önünde ensesinden tek kurşunla vurduklarında yirmi beş yaşındaydı.
Adı Feryat Mahir'di ve feryadın bütün dillerdeki karşılığı aynıydı. O gün hepimizin çocukluğunun son günüydü.'' (Sayfa: 28)
*
''Böyle boğulur gibi olduğum zamanlarda etrafı yeşil dantelli beyaz mendili arka cebimden çıkarır avucumda sıkardım. Beyaz mendilin saflığına, Serap'ın aşkının ateşine sığınırdım. Mendilin Kürtçe karşılığı ''destmal''dır, yani ''ele ait olan, elin malı''..'' (Sayfa: 29)
*
İkinci hırsızlığımda bir şiir çaldım. Diyarbakırlı büyük şair Ahmed Arif'in bir şiirini. Kitap dayımındı, ordan okumuştum. Altına kendi adımı ekleyip bir kâğıda yazarak Serap'ın defterinin arasına koydum. Bir ilan-ı aşk sayılır mıydı.? Hayır. Bir kızın kafasını iyice karıştırır mıydı.? Kesinlikle.
*
Serabın bir sonu vardır,
Ufkun, sıradağın sonu.
Uçarın, kaçarın bir sonu vardır
Senin sonun yok.
Mandaların, kavakların pazarı olur,
Senin pazarın olamaz.
Sensiz nar çatlamaz, bebek gıı demez.
Beni böyle şair, divane etmez,
Kızımın çatal göğsü.
Senin yüzün suyu hürmetinedir
Buğdaylara, cevizlere yürüyen
Kara toprağın ak sütü..'' (Sayfa: 30)


Ayfer Düzdaş Min Bihisti Tu Nexweshe


''..Kemalettin yanık sesiyle Kürtçe bir şarkı söyledi:

''Min bihîstî tu nexweş e wêy lo
Çi bikim bextê min tim reş e wêy lo
Dilê min herdem dikule wêy lo
Carekî nebûye geş e''

Gençliğimde ilk defa orda ağladım.
(Sayfa: 32)

*
''Ev tek katlı, pencere yere yakın. Sıçrasam dudaklarım dudaklarına yetişir. Newton yerçekimini bulmamış olsa öpüşebiliriz azıcık. Ama asıl sorun Newton değil, sorunun en büyüğü Arşimet.! Ve ''suyun kaldırma kuvveti''.
Bir gün sokakta, pencerenin hizasında azıcık oyalandım. Daha yakından göreyim diye de Serap'a yaklaştım. Anası hayalet gibi kızın arkasında belirdi. Elindeki bir kova suyu başımdan aşağı boca etti. Öyle bağırdı ki bütün mahalleyi ayağa kaldırdı. Ben buna ''suyun kaldırma kuvveti'' diyorum, anasına da Arşimet.'' (Sayfa: 43)
*
''Bir defa da isimsiz mektup yazdım aşkıma. Tek cümlelik: ''Hiçbir hayal seni kurmaya yetmiyor.'' Cevap da tek cümle geldi: ''Yokluğunun gürültüsünden sağır olacağım.'' (..)
Sınırsız, hesapsız, çıkarsız sevmek, her gün yeni bir gerekçe yaratıp aşkını biraz daha büyütmek ve birkaç saniye bile olsa gözlerinin içine düşercesine bakabilmek.. Başka nedir ki aşk.?'' (Sayfa: 48)
*
''..bulduğun her yerde kitap senindir. Kitapların sahibi olmaz.'' (Sayfa: 50)
*
Arkasından ağlansın istemezdi, ağlamadım. İhsan Abi'nin şiir kitabını çıkarıp ''Buz Tutmuş Bir Şafaktı'' şiirini okudum, mırıldanarak:
*
Adına ağıtlar yüklenen şehir
Katli vacip sayıldı çok dönemde
Hep sırtından hançerlendi
Diyarbekir
Aktıkça kan ağladı Dicle
Püskürdü öfkesini Karacadağ
Her gelen hükümdar kavlince
Yasalar, yarasalar gece
Karanlığında
Yine de güller yeşerir ki hiçbir
Güle benzemez
Toprakla tohum baş başa
Kaldığında
Sesin ağlamaklı ama kâr etmez.
Kaç dine inansan ve kaç dili
Konuşsan
İmana da inkara da hiçbiri
Yetmez..'' (Sayfa: 58-59)
*
''Mehmed Uzun kanser tedavisi için yurtdışından Diyarbakır'a geldi. (..) Nitekim Diyarbakır'ın havası, suyu, sevgisi iyi gelmiş, sağlığı düzelmeye başlamıştı. Şansımı tekrar deneyip ziyaretine gittim. Odasında beş dakika kadar ayaküstü sohbet edebildik. Okuduğum ilk kitabından, Celadet Bedirxan'dan, tarihten ve roman zanaatından konuştuk biraz. O da çok sevindi, sevinçle ayrıldım ordan. Ancak hayat Rus ruleti gibidir. Nerde patlayacağını bilemiyorsunuz.
11 Ekim günü ölüm haberini duyduk. Ne kadar büyük ve ne kadar erken bir ölüm. Onca güzel eserden sonra belki de henüz yazılmamış en muhteşem romanını beraberinde götürdü. Ama her yazar için geçerli değil midir bu.? Yine de yaşarken ve ölürken dünyada bir şeyleri değiştirmeyi başardı. Milyonlarca insanda olduğu gibi bende de kaldı etkisi. Güle güle git Mehmed Uzun, hep güle güle.'' (Sayfa: 60-61)

Hayat Hep Yarımdır:
*
''Mutlu olmak için sadece mutlu olmaya karar vermek yetiyordu galiba.'' (Sayfa: 85)
*
''Ölüm yaşam kadar eski bir kavramken, yaşam kadar doğal ve kaçınılmazken, yaşamı hep kendimize, ölümü başkalarına yakın görürüz. (..) ..tarihte bile isteye ölüme gidenlerin sayısı az değil, ama dikkat ettiysen onlara da ''ölümsüzleşti'' deniyor. (..) Velhasıl ölmek garip şey. Bak aklıma Nevzat Çelik'in Şafak Türküsü geldi. Ahmet Kaya söylemişti yıllar önce:
..Toprak olmak ne garip şey anne
Ölmek ne garip şey anne
Uçurumlar ki sende büyür
Dağdır ki sende göçer
Ben yaprak derim çiçek derim
Çam diplerine açmış kanatlarını kozalak derim
Gül yanaklı çocuğa benzer
Yine de
Oğlunu yitirmek kim bilir
Ne garip şey anne'' (Sayfa: 123-124)
*
''Hayata anlam katmaya çalışırken hayatın kendisini yaşamayı unutuyoruz. Anlamlı bir yaşam uğruna mücadele ederken bazen işin öznesini, yani yaşamın kendisini araçsallaştırıyoruz. Mutlu olmayı ya unutuyoruz ya da mutluluğu anlamlı bir hayatın ''büyüsünü, kutsiyetini'' bozacak olan gamsızlık olarak düşünüp olabildiğince uzak durmaya çalışıyoruz. Kronik mutsuzluklarımıza umarsızca çözüm arayıp duruyoruz sonra Anlam ile mutluluğun bağını koparıp çırpına çırpına boğuluyoruz bunalımlarımızda.'' (Sayfa: 128)
*
''Belki de her insan bedeni tamamlanmamış anlamlar mezarlığıydı.'' (Sayfa: 132)
*
''Zulmün, sömürünün, savaşın olduğu yerde tarafsızlık diye bir şey yoktur. Ya ezenden yanasındır ya ezilenden, ortası yoktur. Faşizme yaranmaya çalışarak onunla baş edemezsin. Faşizm kimseyle uzlaşma aramaz, sadece biat ister veya yok eder.'' (Sayfa: 155)
*
''Hey gidinin Bedirhan'ı, ömrün anti-kapitalist mücadeleyle geçti, yıllarca herkese ücretsiz sağlık hizmetini savundun ama böyle giderse sağlık piyasasına yeni girecek ve muhtemelen ilk etapta sadece zenginlerin yararlanacakları bir cihazın sektöre kazandırılmasına bayağı katkı yapmış olacaksın. Bak Bedo, gerçekten de kapitalizm en çok solcuların beynini kullanarak büyüyor.'' (Sayfa: 170-171)
*
''Bence mutluluk atmosferde sınırsızca ve özgürce dolaşan radyo frekansları gibidir. Belli bir yerde değildir, her yerdedir. Onu yakalamak için peşinden koşmana gerek yoktur, yapman gereken tek şey doğru frekansı bulmaktır. Seni mutlu edecek sesi dünyanın her yerinde bu şekilde duyabilirsin, peşinden koşmana gerek yok yani.'' (Sayfa: 202)
*
''- Ben hayatın amacının mutluluk olduğuna inanmayanlardanım galiba.
- Neymiş peki senin hayatının amacı.?
- Dünyadaki varlığıma kendimce bir değer katmaya çalışıyorum. Hayatımın anlamını kendim yaratmaya çabalıyorum. ''Yaşamak için bir sebebiniz varsa her şeyle baş edebilirsiniz,'' demiş Nietzsche. ''Anlamlı bir hayat zorluklar içinde geçse de son derece tatmin edici olabilir,'' diyor ayrıca. Bu, daha çok kafama yatıyor benim.'' (Sayfa: 213)
*
''Çalışanların yerini robotlar almayacak Sema, çalışanların kendisi bizzat robot olacak bu 'Cesur Yeni Dünya'da. Çünkü her halûkârda en ucuz maliyet gene insan ve emek unsuru olacak.'' (Sayfa: 270) * ''Sana veda etmeyeceğim aşkım, bir sona tekabül etmeyen hiçbir gidişe, veda gerekmez bence.'' (Sayfa: 271) * ''..şunu bil ki seninle yoldaşlık, seninle birlikte yaşam, seninle aynı aşkın içinde yanmak benim için onurdur Bedo. Gabar'ın asi çocuğu Bedo.!'' (..) ''Sana, ayrım kalmış bir mutluluk arayışını miras bırakıp ışıl ışıl gülümseyen gözlerinden yıldızları emanet olarak alıyorum Sema. Torosların simbil kokulu Sema.'' (Sayfa: 274) * ''Yani biz birbirimizi sevmekle mutlu olmayı vadettik derken anlamlı bir yaşam vadettik demek istiyorum. Anlamlı yaşamın tapusu da anahtarı da başkasının, hele hele sevdiğin insanın elinde olamaz. Düşünsene; ben seni seviyorum, o yüzden özgürlüğünü, mutluluğunu, yaşamının anlamını çelik kasama kilitliyorum. Bu nasıl bir sevmek halidir böyle.?'' (Sayfa: 277) * ''İnciyi seveceksen bir gerdanda sallanan kolyede değil, denizin en dibindeki istiridyenin içinde seveceksin.'' (Sayfa: 278) * Gözyaşlarıyla yıkamaya gittim hasret dolu busenin dağladığı yeri dudaklarımdan.. Gittim, yarım kalmak için bu şarkıda, gittim, söylenmeyen şeylerle şerefimi kurtarmaya * Fürûğ-i Ferruhzâd (Sayfa: 293)

21 Aralık 2021 Salı

Selahattin Demirtaş - Devran


Arka Kapak:

*
Toz duman kenarlardan, taşradan ve kuytulardan, memleketten yoksulluk halleri. Utananlar, üzülenler, âşıklar, yevmiyeciler, küçük kasabalar, hazin ve uzakta kalan hayatlar.
Devran, inatçı neşesiyle geçip giden zamanın çarpıklığını anlatıyor. Umut umut, cümle cümle.. Evvela mahsus selam ediyor doğan güne.
Selahattin Demirtaş, yaralıların, umarsızların, kalbi hızla çarpanların hikâyecisi. Sofrasında konuk ağırlayan, durup durup konuşan…
*
*
Doksanların başı, ziraat fakültesini yeni bitirmişim, iş güç yok henüz. Günün çoğunu evde iş projeleri ve gelecek planlarıyla geçiriyorum. Dile kolay, her gün elli tane iş kuruyorum kafamda. Hemen para kazanmaya başlamam lazım diyorum. Acayip zengin olasım gelmiş, yerimde duramıyorum. Fakirlik içinde büyümüşüz, fakir fakir okuyup üniversiteyi de bitirmişiz. Ama her şeyin bir sonu olduğuna göre fakirliğin de bir sonu var değil mi.?
*
*
Gün Olur Devran Döner Öyküsü:
*
''Salim Bey yüzüne bakmadan, bakamadan sordu Hasan'a: ''Niye geldiğimi, kim olduğumu sormayacak mısın.?'' Yaşlı adam, ''Bizde misafire niye geldiği, ne zaman gideceği sorulmaz Beg'im. Kim olursa olsun evimizin eşiğinden içeri giren herkesin başımızın üzerinde yeri vardır,'' diye cevapladı.'' (Sayfa: 18-19)
Sultan Reşat'ın Torunu Öyküsü:
*
''De here kurê kerê, hûn dibêjin qey inşaat yuksek mihendisî ye, endezyarê mêrgê,'' (De git eşşoğlu, sanırsın yüksek inşaat mühendisidir, çayır çimen mühendisi). (Sayfa: 34)
*
''Urfa'ya düğüne gideceğimi anama söyledim. ''Git oğlum, davet etmişler, gitmesen ayıp olur,'' dedi.
Yatak odasından bir altın getirip avucuma bıraktı, ''Mühendissin oğlum, bi şey takmasan ayıp olur,'' dedi. ''Bu nedir.?'' dedim, ''Çeyrektir,'' dedi. Benzetemedim. ''E bu çok küçüktür,'' dedim. Sahiden de minicik bir şeydi, eski beş kuruşlara benziyordu. Hayatımda ilk defa elime altın alıyordum, ne bileyim, hiç işim olmazdı. ''O yüzden adı çeyrektir oğlum, büyük olaydı adı Reşat olurdu,'' dedi.'' (Sayfa: 35)
*
''Bakmayın, ben de erkek tarafı sayılırdım ama düğün salonunun arka kısmındaki tarafsız masalardan birine oturtulmuştum. Birleşmiş Milletler Gözlem Gücü gibidir buralarda oturan genç erkekler, düğündeki bekâr kızları gözlerler. Tehlikeli sınıfından oldukları için güvenli bölgeye alınırlar hep.'' (Sayfa: 36)
*
''Ulan koca salonda tek çeyrek ben miydim.! Gelinle damadın üstünde anamın ''Reşat'' dediğinden bile yoktu ki ben de ''torunu'' niyetine Reşat'ın yanına iliştirseydim.'' (Sayfa: 39)

Kapkaç Öyküsü:
*
''Gençlik yoz kültürün parçası haline getirildi. Kapitalist düzenin çarkları arasında en çok da insani değerler öğütülüyor.. Gençler yoksulluğun pençesinde sömürü düzeninin..'' (Sayfa: 46)
*
''Yoksulların duygu dünyası zengindir, yürekleri bonkör.'' (Sayfa: 50)
*
Tazminatsız atılan işçilerin grevi..
*
''Biri Sevtap'ın saçlarından tutup çekti yukarıdan, bir tutam kumral saç polisin elinde kaldı. Silkeledi elini bana doğru, Sevtap'ın yolunmuş saçları üstüme geldi. Döve döve soktular içeri, ben sadece izledim, korkarak, hiçleşerek, tükenerek. Sevtap içeri sokulunca, iki büklüm bir haldeyken polislerin arasından bana baktı, göz göze geldik. Gülümsedi acı acı, gamzesini gördüm. Dünyanın en derin çukuru gibiydi, içinde düştüm, kayboldum. Bir daha da o çukurdan çıkamadım.'' (Sayfa: 54)
*
''Ezik bir fizik öğretmeni ne öğretebilir ki çocuklara; ''Direnmek güzeldir çocuklar, bu da bir fizik kanunudur,'' diyecek halim yok.
Gurur duyacağınız bir şey yoksa da, utanç duyacağınız bir şey olmasın hayatınızda. Yoksa bu şey, taşıyamayacağınız kadar ağır gelir ve onun altında ezilirsiniz.
Hah, bu fizik kanunudur işte.'' (Sayfa: 55)

Baran'ın Beşiği Öyküsü:
*
''..yoksulluk yoksulluğu besliyor, suya battıkça ağırlaşan paçavra misali, dibe doğru gittikçe çıkış imkânsızlaşıyordu. Bu bir kader değildi elbette..'' (Sayfa: 63)
*
''Akşam ana haber bültenlerinde kısaca söz edildi onlardan.
''Adana'ya çalışmaya giden mevsimlik işçileri taşıyan minibüs tırla çarpıştı. Kazada minibüste bulunan altısı çocuk on dokuz kişinin tamamı yaşamını yitirdi.''
Bu kadarcık.
Ertesi gün Diyarbakır milletvekillerinden biri meclise kazayla ilgili soru önergesi verdi.
Hayat devam etti.'' (Sayfa: 66)

AVM Öyküsü:
*
''Ben mi.? Ben ilkokulu bitirdim. Daha okumak ister miydim.? Yok, bu kadarı yetti bana, biraz okuma yazma, biraz da çarpım tablosu, daha ne olsun. Ha, okula gitmeden doktor olunabilseydi, doktor olmak isterdim. Gülmeyin, beyaz önlük, şık olurdu, yakışırdı; neyse, olmadı işte, gri önlükle idare edeceğiz artık. Anam fukara, ev kadını, yatalak babama bakar evde. Beş altı yıl oldu, babam ''iş kazasında'' sakat kaldı. Ne iş yapardı.? Hırsızdı kendisi ayıptır söylemesi. Girdiği evin üçüncü kat balkonundan düşmüş garibim. Mesleğini evde icra ediyor artık. Anama bıraktığımız harçlıkları çalabilmek için evde çocuklara aratmadığı delik yok. Parayı bulunca da çocuklara bakkaldan bira aldırıyor. Seviyorum yine de babamı, arada anamdan gizli bira parası veriyorum. İyi adamdır aslında, yoksul mahallelerde hırsızlık yaptığı görülmemiştir. Zenginden alıp cukkaladığını kimselerle paylaşmayıp direkt kendisi yediği için sadece ''Robin'' desek de olur.'' (Sayfa: 77)
*
''Serhat çok iyi çocuk mesela.. Sanki biraz da yakışıklı. Tamam, Allah kahretsin, çok yakışıklı bizim bu Serhat. Ama içine kapanık, sessiz bir çocuk. (..) Hüzünlü bir ciddiyeti var adamın, Halil Sezai'nin yakışıklı olanı.'' (Sayfa: 78)
*
''..''Merhaba Serhat, rahatsız etmiyorum inşallah,'' dedim. ''Tabii ki rahatsız etmiyorsun,'' dedi dünyanın açık ara en birinci gülümsemesiyle.
''Seninkisi biraz garip değil mi.? Bütün molalarını burada geçiriyorsun,'' dedim.
''Dışardan garip göründüğünün farkındayım,'' dedi, gözlerime de baktı bu arada, doğrudan gözlerimin içine. O nasıl bir bakış Yarabbim. Otoparkın loşluğunda böyleyse bu bakış, güneşin altında, 35 derecede kim bilir nasıl yakıcı olur.''..'' (Sayfa: 79)
*
''..sanırım isyan etmiş köle görmeye pek tahammülünüz yok. Alışsanız iyi olur ama, daha şimdiden sayımız ikiye katlandı; ben ve Serhat. Kim bilir belki bir AVM'nin yemek katında karşılaşırız sizinle.'' (Sayfa: 82)

Kobay Öyküsü:
*
''Maaşım yokken daha iyiydim sanki. İnsan biraz para kazanınca eskisinden de fakir oluyormuş.
Hiç para her şeye yetiyordu, biraz para hiçbir şeye yetmez oldu.''
(..)
''Güvenlikçiyle evlendim. Boş yere geri dönüp bakmayın, güvenlikçinin cinsiyetini söylememiştim size. Ortada ''güvenlik'' sorunu varsa aklınıza ''erkek'' gelmesi normal tabii.'' (Sayfa: 85)

Şeftren Öyküsü:
*
''..hiçbir kalp, ayrılık acısına hazırlayamıyor kendini.'' (Sayfa: 89)

İnsan Kalabilmek Öyküsü:
*
''Uzayın boşluğuna savrulup yok olmuyordu acılar. Nereye gidiyordu peki bunca acı, bunca yaşanmışlık neyi değiştiriyordu.? Biz insansak bunlar kimdi.? Bunlar insansa biz kimdik.? Hepimiz insansak.. Hayır, hepimiz birden insan olamazdık, insan türü dışında yeni bir tür oluşuyordu muhakkak. İnsan türünü küçümseyen, hor gören yeni bir canlı vardı artık, kendini yarı tanrı gibi gören bir tür belki de. Konforlu küçük saraylarını ''ötekilerin'' üzerine inşa eden uyduruk, sahte tanrılar. Yarı tanrı olmakla ezilen olmak dışında, bir seçenek yok muydu artık.?'' (Sayfa: 133)
*
''Deniz daha adil bir dünyaydı sanki; burada olmak, denizin koynunda, daha güvenliydi. ''Boğulmak nasıl bir şeydir acaba.?'' diye geçirdi aklından. Sonra Ege'de boğulan binlerce mülteciyi hatırladı, çocukları, bebekleri, Alan Kurdi'yi. Hayır, deniz de adil değildi, burada da eşitlik yoktu.'' (Sayfa: 134)

28 Nisan 2019 Pazar

Selahattin Demirtaş - Seher



Arka Kapak:
*
Seher'deki hikâyeler, heveskâr işi değil insana ve yaşama duyulan derin sevginin ince bir mizahla harmanlandığı has yazar işi metinler. Karşımızda, tutsaklık günlerinde vakit doldurmak için yazan biri değil, bugüne kadar ortaya çıkmamış, okura ulaşmamış bir edebiyatçı var.
Demirtaş'ın hikâyelerini okuyunca, keşke halkına, ülkesine, dünyaya karşı duyduğu sorumluluk ağır basmasaydı da yazar olsaydı diye hayıflandım. Sonra, edebiyat-sanat damarımın bencilliğinden utandım: o zaman, edebiyat bir yazar kazanacak ama Türkiye Demirtaş kalibresinde bir siyasetçiden, geleceğin önemli bir liderinden, barış ve özgürlük umudundan yoksun kalacaktı.
*
Oya Baydar
*
Siyaset ve sanat disiplinleri birbirine benzemez. Siyaset; doğru zamanda siyasi açıdan doğru olanı söylemek ve gerçek düşünceleri saklamak ilkesine sahipken, sanatçı deyim yerindeyse yüreğini kazıyarak en gizli duygularını en büyük kitleyle paylaşmaya koşullanmıştır. Bu açıdan Selahattin Demirtaş'ın değerli öykülerini özel bir yere koymamız gerekir diye düşünüyorum. Acılar karşısında duyarlı bir yüreğin çığlığını yansıtan bu öyküler, siyasetten çok daha derin bir insani damara dokunuyor.
Kitabın özenli ve akıcı bir Türkçeyle yazılmış olması, hem estetik hem de toplumsal açıdan övgüye değer. Bu ülkedeki herkesi birleştirecek olan ortak payda sanatın büyülü yaratıcılığında gizli. Çünkü sanat, vicdanın dilidir. Selahattin Demirtaş da bu dili konuşuyor.
*
Zülfü Livaneli

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...