#BarışBıçakçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#BarışBıçakçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2018 Cuma

Barış Bıçakçı - Baharda Yine Geliriz

'' Yolculuk..'' diyorum,
Mahir başını sallıyor, '' İçimizdeki taşlar yerine oturuyor'' diyor. (Sayfa: 9)
***
Herkes Masum
*
Üçüncü haftanın başında, eğitimden burunları, kulakları kıpkırmızı döndüklerinde duyulmuştu haber: ''Bulgar Askeri''nin cüzdanı çalınmıştı. Ona bu adı, yedek subay okuluna geldikleri ilk gün, berberdeki sıranın uzunluğu yüzünden saçını kestiremeden üniforma giydiğinde takmışlardı. Çocuğun sarıya yakın düz saçları şapkasının arkasından taşıp ensesine dökülüyordu. Çipil gözlü, açık tenliydi. Ama sonradan, ilk günkü görünüşüne zıt bir tutum sergilemişti: Kurallara hemen uyum sağlamıştı. Yürüyüşü, selam verişi kusursuzdu. Tekmil verirken, bütün varlığını belirsiz düşmenlere karşı savaşmak üzere orduya adamış gibi bağırıyordu. Her fırsatta, önceki dönemlerin eğitim, tören fotoğraflarının asıldığı panoyu inceliyordu. Ama ne olursa olsun o, ''Bulgar Askeri''ydi ve acemi eğitiminin daha ilk ayı dolmadan cüzdanı çalınmıştı.
Akşam yemeği içtimaından hemen önce ''Bulgar Askeri''nin koğuşunun önünde beş altı kişi toplanmıştı, her tarafı iyice arayıp aramadığını, cüzdanda neler olduğunu sormuşlardı.
''PARA VARDI AMA ÖNEMLİ DEĞİL O'' DEMİŞTİ ''BULGAR ASKERİ'' ''ASIL ÖNEMLİSİ KİMLİKLER. BİR DE İÇİMİZDE BÖYLELERİNİN OLDUĞUNU BİLMEK...''
Koğuşların sıralandığı uzun koridor boyunca eğilmiş botlarını bağlayanlar, koridorun koğuş kapıları dışında her yerini kaplayan çelik dolapların önünde durmuş palaskalarını takan, güneşten yanan yerlerine krem sürenler, olayı kulaktan kulağa duymuştu. Akşam güneşi koğuşların açık kapılarından koridora doluyor, herkes, her şey koyu bir gölge olarak görünüyordu.
''Bulgar Askeri''nin koğuşunun önünde toplananlardan biri, ''Şimdilik aramızda kalsın. Bölük komutanına söylemeyelim. Yemekten sonra konuşuruz'' dedi. Sesini bütün koridora duyurmak ister gibi söylemişti. Gölgeler yavaş hareketlerle koridoru boşalttı. Işık demetlerinin içinde tozlar oynaşıyordu.
Yemekten sonra ''Bulgar Askeri'' nin koğuşunda toplandılar. Bölüğün çoğu oradaydı. Bir kısmı ranzaların üzerine oturmuş, bir kısmı da kapının ağzında birikmişti. Dışarıdan nöbetçi subay görebilir diye geniş pencerenin önünü boş bırakmışlardı, yine aynı endişeyle koğuşun ışığı da açılmamıştı. Koridordan gelen ışık hepsinin bir yanını karanlıkta bırakıyordu.
Çeşitli öneriler vardı. Kantinde sürekli satranç oynayan işletme mezunu çocuk, bölük kıdemlisinin hırsızlığı bölük komutanına bildirmesini önerdi; satranççı arkadaşları da onu destekledi. Bu işi çözse çözse komutan çözerdi !. Başkalarını bilmiyordu ama, kendisi zan altında bulunmaktan hiç hoşnut değildi. Hemen itirazlar yükseldi. ''O zaman bütün bölük çekeriz cezasını'' dedi kepı aralığında erkete gibi duran biri. ''Dün nasıl süründürdü hepimizi!'' Mırıldanarak onayladılar. Ağustos güneşinin altında toprak futbol sahasını baştan sona sürünerek geçmişlerdi.
''Hafta sonu görüş iznini de kaldırabilir !'' Bunu söyleyen Ankaralıydı, her hafta sonu ailesi ve nişanlısı geliyordu onu görmeye. Son geldiklerinde kocaman iki kavun getirmişler, çocuk da bölük arkadaşlarına dağıtmıştı. Öteki Ankaralılar telaşla destek verdiler. Ankara'ya bu kadar yakınken, geceleri ışıklarını görüyorken, eşlerinden dostlarından mahrum kalmak istemiyorlardı.
'' BULGAR ASKERİ''NİN ÖNERİSİ OLAYIN ÜZERİNİ KAPAMAYA YÖNELİKTİ. SESİNE DUYGUSAL BİR HAVA VEREREK KONUŞTU. CÜZDANI, HAYIR ÇALAN DEMEYE DİLİ VARMIYORDU, CÜZDANI ALANI BÖYLE BİR ŞEY YAPTIĞI İÇİN HİÇ AFFETMEYECEKTİ. AMA CÜZDANINI GECE KOĞUŞ KAPISINA BIRAKIRSA OLAYI DAHA FAZLA BÜYÜTMEYECEKTİ. PARALARIN YERİNDE OLUP OLMADIĞINA BAKMADAN BU OLAYI UNUTACAKTI. ONA ASIL DOKUNAN ARALARINDA BÖYLE İNSANLARIN OLDUĞUNU BİLMEKTİ.''
Kendi ranzasında bulunmanın rahatlığıyla uzanmış yatan Çukurtümsek, '' Senin bu dediğin olmaz ki !'' diye itiraz etti, ''Bir gören olur korkusuyla hırsız senin bu dediğini yapmaz.'' Dişlerinin arasında kürdan varmış gibi konuşuyordı; kısık sesliydi, heyecanlı biriydi. Bölüktekiler soyadıyla dalga geçmek için ona Çukurtümsek diyordu. Bir gece ışıklar söndükten sonra Çukurtümsek koğuş arkadaşlarına, aralarındaki yakınlığın çok özel bir yakınlık olduğunu, onlarla birlikte olduğu sürece kurada güneydoğu çekse bile üzülmeyeceğini, aksine birlikte savaşmaktan mutlu olacağını söylemişti.
'' Doğru'' dedi bölük kıdemlisi '' gören olur korkusuyla bırakamaz cüzdanı... Bence en iyisi bütün koğuşları ve dolapları arayalım.''
Bu öneri üzerine koğuştakiler hep bir ağızdan konuşmaya başladı. Aramanın çok uzun süreceğini düşünenlervardı, bir grup da bunun onur kırıcı bir şey olduğunu söylüyordu.
İlk banyo gününde hamamda çıplak dolaşan birkaç kişiyi sert bir biçimde uyaran iri yarı çocuk, '' Bütün bölük, Kuranıkerim'e el basalım'' dedi yüksek sesle. Dini bir melodiyle söylemişti bu cümleyi ve yeşil gözlerinin soğuk parıltısı yarı karanlıkta bile seçliyordu.
Sonra kimsenin itiraz etmeyeceğinden emin bir biçimde göğüs cebinden küçük bir kitap çıkarıp ortaya doğru uzattı.
***
Şehir Rehberi
*
Şehrimizdeki yoksulların tam sayısını bilmiyoruz. Ama çoklar. Gecekondularda yaşıyorlar. BAYRAMLARDA ULAŞIM ARAÇLARI PARASIZ OLUNCA ORTAYA ÇIKIYORLAR. Caddelerde, alışveriş merkezlerinde dolaşıyorlar. Geçtiğimiz bayram, şehir tiyatrosunda onlar için ''TEMİZLİK İMANDAN GELİR'' adlı oyun, YİNE ÜCRETSİZ SERGİLENDİ. Konusunu yüzyıllar önce Anadolu'da yaşanan bir savaştan alan bu oyunda, TÜRK ASKERLERİNİN MİSVAK DALLARIYLA DİŞLERİNİ FIRÇALADIĞINI GÖREN DÜŞMAN GÖZCÜSÜNÜN, '' TÜRKLER BİZİ ÇİĞ ÇİĞ YİYECEK !'' DİYE BAĞIRARAK SAKLANDIĞI YERDEN FIRLAYIP KAÇTIĞI SAHNE, YOKSULLAR TARAFINDAN ÇILGINCA ALKIŞLANDI.
*
Bazen yağmur şimdiki bir yağmur olarak yağar şehrin üzerine, bazen de daha önceki bir yağmur olarak. Minareler, vinç kuleleri, çatılardaki antenler pusun ardında silikleşir. Her şey birbirine karışır. Çıkıp bir sokakta yürüsek, şehrin boğazına kaçmış gibi oluruz. Binalar, kaldırımlar, tabelalar, belediyenin işlek caddelerin kenarına diktiği cılız ağaçlar, püskürtmek istercesine üzerimize gelir. Evde kalsak, komşunun oğluna Türkçe dönem ödevi için yardım etmemiz gerekir. Zavallı çocuk bizim ağzımızdan, içinde ''UMARSIZ'' sözcüğü geçen bir dolu cümle yazar, sonra da umarsızlık içinde bir bize bir yazdıklarına bakar.
*
Milattan sonra 1884 yılında inşa edilen şehrimizin tek saat kulesi hâlâ ayakta. Ama kulenin yaklaşık bir metre çapındaki saati ne yazık ki 1977 yılında bozulmuş. O tarihten bu yana saati öğrenmek için şehir halkı olarak başka yöntemler geliştirdik. Sabahları işimiz kolay. Askeri bölgenin dikenli tel boyunca kırıtarak yürüyen mini etekli, fileli çoraplı ''askeri bölge güzeli''ne güveniyoruz. Saçları sarıya boyalı, yetmişine merdiven dayamış bu kadın, her sabah dokuzda yaptığı iç gıcıklayıcı yürüyüşüyle bizim için bir saat işlevi görüyor. Akşamlarıysa yoldan geçen birilerini durdurup '' Affedersiniz saatiniz kaç acaba?'' diye soruyoruz.
***
Anlamayan Kadınlar
*
''..Bir kitap yazmak istediğimi söylemiştim. ''İçinde öyle bir cümle olsun istiyorum ki, kitabı okuyan biri o cümleye geldiğinde kitabı birden kapatıp sımsıkı göğsüne bastırsın.'' Ağzından salyalar akan bütün yazar müsveddeleri gibi ben de okuyucu olarak bir kadını, onu düşlüyordum işte.!
''Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum'' demişti o. Sonra da bana dönüp sormuştu: '' İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir.?''
***
Pastanede
*
''..''Yıldızlar nasıldı.?'' diye sordu adam, kadının yardımına koştu. ''Geceleri ziyaretine geliyorlar mıydı?''
Kadın ıslak gözleriyle başını sallayıp gülümsemeye çalıştı. Salep fincanıyla ilgileniyor göründü. Sonra birden sırtını dikleştirdi, gülünç bir toparlama hareketi yaptı. Yıldızı bol bir gece iş arkadaşlarıyla sahilde oturup sabaha kadar konuştuklarını söyledi. Anlatmaya başladı. Adam, dört kişi arasında geçen bu konuşmayı ilgiyle dinliyor, kadının söylediği adları aklında tutmaya çalışıyordu. Sandviçinin son lokması elinde, sandalyesine yaslanmıştı.
Bir ara öne doğru eğilip, ''Ona mı.. Yani Meral'e mi söyledin.?'' diye sordu, kadının anlattıklarına bir hayli kaptırmıştı.
''HAYIR.!'' DEDİ KADIN OLANCA YUMUŞAKLIĞIYLA. ''ONA DEĞİL SANA SÖYLEDİM.. BEN.. YILLARDIR YALNIZCA SENİNLE KONUŞUYORUM.''
***
Şiir'dir az kelimeyle çok şey anlatma sanatı. Nesir'de şimdiye kadar böylesini okumamıştım. Belki vardır ama en azından ben bilmiyorum.
Barış Bıçakçı'nın kaleminde, insanı dinlendiren ama düşünmekten de alıkoymayan bir tılsım var sanki. Kitabın başından sonuna hep şu duyguyu yaşattı: ''Her halde devam edecek. Burada kalmaz ki..''
Alışmışız sanırım giriş-gelişme- sonuç bölümlerine. Çok küçük bir giriş, ondan biraz daha kapsamlı gelişme ama sonucu okuyucuya bırakılan yazılardan oluşuyor.
Kelime kalabalığından uzak, sade, dingin, samimi, incelikli yazılarıyla yüreğe dokunuyor. Yaşanan çevre içinde, çoğu atlanan, belki umursanmayan ya da üzerinde durulmayan olayları kaleme aldığı kısa yazılar... Hafiften Yusuf Atılgan'ı hatırlattı.
Kitabın arka kapağında yazılan:
''Şu gürültülü zamanda, gevezelikten ve ''farfara''dan gına getirenlerin sığınacağı bir kuytu köşe, Barış Bıçakçı'nın anlatıları. Minimalizmin duru güzelliği var onun her kitabında.'' sözleri özeti olsa gerek.

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...