#ToniMorrison etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#ToniMorrison etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ekim 2022 Cumartesi

Toni Morrison - Sevgili (İngilizceden Çeviren: Güner Fansa)


Arka Kapak

*
Toni Morrison'ın yazarlık çizgisini izleyenler 1993 Nobel Edebiyat Ödülü'nün günümüz Amerikan edebiyatının bu seçkin temsilcisine verilmesine şaşırmadılar. ''Sevgili'', yayınlarımız arasında daha önce ''Süleyman'ın Şarkısı'' adlı yapıtı yayınlanan Toni Morrison'ın 1988'de yayınlanan ve yazara ''Pulitzer'' ödülünü kazandıran romanıdır. Bebeğini kölelikten kurtarmak için onu öldüren bir zenci annenin acılı yaşamının öyküsü olan bu roman yayınlandığı dönemde bütün Amerika'yı sözcüğün tam anlamıyla sarsmış, alışılmamış ölçüde büyük tirajlara ulaşmıştı. Henüz Nobel Edebiyat Ödülü'nü almadan önce de hakkında yapılan değerlendirmelerde, ''Morrison bir yıldız, hatta şimdiden efsane haline geldi'' denilmekteydi.. ''Sevgili'yi okurlarımıza kıvançla sunuyoruz.
*
''Kavmim olmayana kavmim,
sevgili olmayana sevgili, diyeceğim.''
*
(İncil, Romalılara mektup, 9.25) (Sayfa: 7)
*
BİRİNCİ BÖLÜM:
*
''Ölmüş zencilerin kederleriyle çatısına kadar dolu olmayan bir ev var mıdır dünyada.?'' (Sayfa: 13)
*
''Kendimi ne kadar kötü hissedersem, o kadar iyi görünüyorum.'' (Sayfa: 15)
*
''Ocakta yemek pişirirken giysisini beline kadar indirmişti. Nasıl oluyor da hâlâ yarı giyiniktiler.! Belki de Bebe Suggs'ın her zaman dediği gibi erkek erkekti. Önce ağırlığını ellerine bırakman için yüreklendirirler, sen tam kendini hafiflemiş ve rahatlamış hissederken yara bereni inceler, dertlerini deşerler; sonra Paul D'nin yaptığı gibi, çocuklarını dışlar ve evini darmadağın ederlerdi.'' (Sayfa: 28-29)
*
''Bebe Suggs, ''Erkek erkektir,'' derdi. ''Ama erkek evlat.. İşte o özel biridir.''..'' (Sayfa: 29)
(..) Bebe'nin ve Sethe'nin yaşamı boyunca beyazlar, kadınlar ve erkeklerle dama taşı gibi oynamışlardı. Bebe Suggs'ın tanıdığı ya da sevdiği herkes kaçmamış ya da asılmamışsa, ya bir yere kiralanmış, ya ödünç verilmiş, satın alınmış, ipoteklenmiş, çalınmış ya da kaçıp yakalanmıştı. Bu yüzden Bebe'nin sekiz çocuğunun altı değişik babası vardı. Dama taşı gibi insanlarla oynamanın çocuklarını da kapsadığını öğrendiği zaman geçirdiği şoktan sonra yaşamı iğrenç bulmaya başladı.'' (Sayfa: 29-30)
*
''Evi bir bina olarak değil de hep insan gibi görmüştü. Ağlayan, iç geçiren, titreyen, kızıp bağıran bir kişi gibi.'' (Sayfa: 35)
*
''Zaman hakkında konuşuyordum. İnanması o kadar zor ki. Bazı şeyler geçip gidiyor, bazıları kalıyor. Önceleri belleğin bir oyunu sanırdım. Yani bazı şeyleri unutup bazılarını anımsamak gibi. Ama iş öyle değil. Eğer bir ev yanarsa, biter kül olur, ama yeri, yerin resmi yalnızca aklında değil, yeryüzünde de kalır. Bütün anımsadıklarım, kafamın dışında bir yerlerde dolaşıp duruyor. Düşünmesem de, hatta ölsem bile, bütün yaptıklarım, bildiklerim ya da gördüklerimin resmi bir yerlerde duruyordur. Tam oldukları yerlerde.'' (Sayfa: 40)
*
''En iyisi her şeyi azıcık sevmekti. Öyle olunca, çocuğun boynunu kırıp çuvala tıktıklarında, ondan sonra doğacak çocuk için bir parça sevgin kalabilirdi.'' (Sayfa: 48)
*
''Bir keresinde on dört yaşında bir çocuğa rastladı. Tek başına ormanda yaşıyordu; başka bir yerde yaşadığını anımsamadığını söylemişti. Aklını kaçırmış zenci bir kadın görmüştü. Kadın, çocukları sandığı ördekleri çaldığı için hapse atılmış ve asılmıştı.'' (Sayfa: 67)
*
''Beyin her şeyi kabul ediyordu. Acılar, pişmanlıklar, nefret dolu resimler içeri giriyor ve orada kalıyordu. Obur bir çocuk gibi her şeyi yalayıp yutuyordu. Bir kerecik olsun, ''Teşekkür ederim. Artık yeter. Bir lokma daha alamam.'' diyemez miydi.?'' (Sayfa: 70)
*
''Başkaları aklını oynatıyordu da, neden onun aklı başında kalmıştı.? Başkalarının beyni duruyor, sonra dönüp yeni bir şeye takılıyordu.'' (..) ''Dudakları yana çekip ağıza gem vurulduğu zaman erkeklerin, delikanlıların, küçük kızların ve kadınların gözlerinde beliren delice bakışları anımsadı. Demir parçası ağızdan çıkarıldıktan sonra, ağız kenarına kaz yağı sürülürdü. Fakat dili rahatlatmak ya da gözlerdeki o bakışı silmek için bir şey yapılamazdı.''(Sayfa: 71)
*
''Geceden o kadar korkmuyordu, çünkü derisiyle aynı renkteydi. Fakat gündüzleri attığı her adım bir silah sesine ya da insan avcısının kollarına düşmesine neden olabilirdi.'' (Sayfa: 77)
*
''Irmak kıyısında oyuklar içinde büyüyen eğrelti otu tohumları suya doğru gümüş mavisi çizgiler halinde uzanırlar. Onları ancak yakınlarına gelirsen, güneş ışınları alçaldığı zaman görebilirsin. Çoğunlukla böcek sanılırlar, ama onlar geleceklerine güven duyarak uyuyan bir kuşağın tohumlarıdır. Bir an için her birinin içeriğiyle birlikte programlandığı kadar yaşayacağına inanmak kolaydır. Belki de bu düşünce tohumdan daha uzun yaşayacaktır.'' (Sayfa: 83)
*
''Her şey ne kadar bildiğine ve nerede duracağını anlamana bağlıdır.'' (Sayfa: 85)
*
''..Şu beyazlar, elimde avucumda ne varsa, hayallerimle birlikte alıp götürdüler,'' demişti. ''Kalbimi de kırdılar. Dünyada beyaz insanlardan başka kötü talih yoktur.''..'' (Sayfa: 87)
*
''..''Burada kaç tane kilise var.? On yıldan beri hiç kiliseye adımımı atmadım.''
''Nasıl oldu bu.?''
''Civarda kilise yoktu. Tanrı artık beni unutmuştur.''
''Peder Pike'ı görün. Sizi tekrar Tanrıyla tanıştırır.''
''Ona ihtiyacım yok. Kendim de tanışırım. Asıl istediğim çocuklarımla tanışmak.'' (Sayfa: 141)
*
''Paul D., gazete kupürünü Stamp'ın avucundan aldı. Yazılar ona bir şey demediği için bakmadı bile -Başını hayır anlamında sallayarak resime baktı -Hayır. Ağıza hayır. Karalamalar ne diyorsa, onlara da hayır- ve Stamp Paid ne öğrenmesini istiyorsa -ona da hayır- Bir zencinin yüzünü gazetede görünce yüreğin korkudan hoplardı. Çünkü zencinin sağlıklı bir bebeği olunca, bir sokak kavgasından kurtulunca, öldürülünce, yaralanınca, yakalanınca, yanınca, hapse girince, kırbaçlanınca, tahliye edilince, ezilince, ırzına geçilince ya da dolandırılınca adı gazetelere geçmezdi ki -olağan dışı bir şey olmalıydı- beyazların ilginç bulacağı bir şey, onlara değişik gelen ve bir iki dakika şaşkınlık sesleri çıkartacak bir şey-'' (Sayfa: 148-149)
*
''..kumruların sesini dinlerdi. Onlardan hoşlanmaya bile hakkı yoktu, çünkü orada sis, kumrular, güneş ışığı, bakır, toprak, ay, her şey eli silahlı adamlara aitti. Bazısı iri yarı, bazıları ufak tefek adamlardı. Onları istese bir dal parçası gibi kırabilirdi. O adamlar erkekliklerinin yalnız ellerindeki silahlarda olduğunu biliyordu. Onlar ay ışığını ve kumruları sevmene engel olabiliyordu. O yüzden kendini korumak için azıcık sevgiyle yetinmek zorundaydın. Uyumadan önce kendine küçük bir yıldız seçebilirdin, kertenkele, örümcek, ağaçkakan, böcekler ve karıncaları sevebilirdin. Daha büyük şeyler olmazdı. Bir kadın, çocuk, kardeş sevgisi seni paramparça edebilirdi. (..) İzin almadan istediğini sevmek özgürlük demekti.'' (Sayfa: 154)
*
''Sevgi ya vardır ya yoktur. Az sevmek diye bir şey yoktur.'' (Sayfa: 156)
*
İKİNCİ BÖLÜM:
*
''1874 yılındaydılar ve beyazların acımasızlığı bitmemişti. Bütün şehirler zencilerden temizlenmişti, yalnız Kentucky'de bir yıl içinde seksen yedi linç vakası olmuş; dört zenci okulu yakılmış, kocaman adamları çocuk gibi dövmüşler, çocuklar da yetişkinler gibi dayak yemiş; zenci kadınların ırzına geçilmiş, zencilerin malları ellerinden alınmış, boyunları kırılmıştı. Stamp'ın burnuna insan eti ve taze kan kokusu geliyordu, linç edilerek ateşte yakılan insan etinden çok kan kokusu etrafa sinerdi. (..) ..kendi kendine söylendi ''Bunlar ne biçim insanlar.? Söyle bana Tanrım bunlar nedir.?''..'' (Sayfa: 169)
*
''..''Senin aklın fikrin hayaletlerle dolu. Nereye baksan onları görürsün.''
''Sen de benim gibi bilirsin ki kötü biçimde ölenler, toprağın altında kalmaz.''
Bunu yadsıyamadı. Öyle ya Hz. İsa da kalmamıştı.'' (Sayfa: 176)
*
''Onlar anasının sütünü kurutmuşlar; sırtına dayakla bir ağaç kondurmuşlardı. Karnı burnundayken onu ormana sürüklemişlerdi. Beyazlardan gelen her şey kokuşmuştu. Onlar, Halle'nin yüzünü tereyağına bulamışlar; Paul D'nin ağzına demir koymuşlar; Sixo'yu yakmışlar ve annesini asmışlardı. Artık beyazlardan gelecek hiçbir haberle ilgili değildi.'' (Sayfa: 177)
*
''..''..Peki sence bu hırsızlık değil mi.?''
''Hayır, efendim. Değildir.''
''Öyleyse nedir.?''
''Size ait olan malı geliştiriyorum, efendim.''
''Nee.?''
''Hayvanı iyi beslemek için Sixo çavdar ekti. Daha iyi ürün alabilmeniz için Sixo toprağı sürdü. Sixo daha iyi çalışabilsin diye Sixo'yu besledi.''
Akıllı ve hazır cevaptı ama Öğretmen ona kimin efendi kimin köle olduğunu göstermek için dövdü.'' (Sayfa: 179)
*
''Beyazlar, zenciler ne kadar terbiyeli olursa olsun, kara derilerinin altında vahşi orman var sanırlardı. (..) Karaderililer beyazlara nazik, yumuşak, insancıl ve akıllı olabildiklerini kanıtlamaya uğraşırken, onların tavırlarına karşılık, içlerindeki vahşi dürtünün arttığını bilirlerdi. Siyahların geldikleri yerlerden getirdikleri vahşi orman önemli değildi. Asıl beyazlar, siyahların içine vahşet tohumlarını ekiyordu. Tohumlar büyüdü. Etrafa saçıldı.'' (Sayfa: 186)
*
''Paul D sırtının ürperdiğini hissetti. İliklerine kadar üşüyünce, dizlerini elleriyle sıkıştırdı. Bu üşümenin nedeni hangisiydi.? Kötü viski mi, mahzende geçen geceler mi, domuz humması mı, ağza takılan demirden gem mi, gülümseyen horozlar mı, ateşte yanan ayaklar mı, ölürken gülen adamlar mı, yağmur mu, hışırdayan otlar mı, elma ağacı çiçekleri mi, boyna geçirilen demir gerdanlık mı, mezbahadaki Judy'mi, tereyağına bulanmış Halle mi, hayaletin gezindiği beyaza boyanmış merdivenler mi, yabani kiraz ağacı mı, kurdeledeki broş mu, kavak ağaçları mı, Paul A'nın yüzü mü, domuz sucuğu ya da kaybolan kırmızı yüreği mi.?
''Söyle bana, Stamp,'' dedi. Gözleri buğuluydu. ''Tek bir şey söyle. Bir zenci daha ne kadar yük kaldırabilir.? Ne kadar.?''
''Kaldırabildiği kadar'' dedi Stamp Paid. ''Kaldırabildiği kadar.''
''Niçin.? Niçin.? Niçin.? Niçin.? Niçin.?''..'' (Sayfa: 223)
*
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
*
''Beyazlar seni yalnızca çalıştırmaz, öldürmez ya da yaralamazdı. Seni kirletip bırakırlardı. O kadar ki artık kendinden iğrenir, kim olduğunu unutur, ne yapacağını bilemezdin.'' (Sayfa: 238)
*
''..eskiden yapılan hatalar ne olursa olsun, bugünü mahvetmeye hak kazanamazdı.'' (Sayfa: 243)
*
''Bazı yalnızlıklar, sallayarak uyutulabilir. Dizleri yukarı çekip kolları kavuşturarak bu hareketi, gemi sallanışının tam aksine, tekrarlaya tekrarlaya sallanabilir ve huzura kavuşabilirsin. Bu içten gelen bir şeydir -deri gibi sıkıca sarar seni- Ama bazı yalnızlıklar dolaşıp durur. Sallayarak onu yerinde tutamazsın. Kendi başına canlıdır. İnsana kendi ayak sesleri uzaklardan geliyormuş gibi çevreye yayılır.'' (Sayfa: 261)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...