23 Aralık 2020 Çarşamba

Emin Özdemir - Eleştirel Okuma

 Arka Kapak:

*
"Okuryazarlık"tan "Okur"luğa..
*
Hemen çoğumuz, okula başlayışımızdan kısa bir süre sonra, harfleri birbiriyle çatarak anlam çıkarma, başka bir deyişle okuryazarlık becerisini kazanırız. Ancak yaşamın akışı içinde bu beceriyi sürekli kullanma gereğini duymayız. Bu yüzden çoğumuz "okur" değil "okuryazar" sayılırız.
Peki, okuryazarlıktan okurluğa nasıl geçebiliriz.? İşte elinizdeki kitap böyle bir amaçla, okuryazarlıktan okurluğa giden yolu gösterme amacıyla hazırlanmıştır.
Okuyacağımız metinle sağlıklı bir iletişime nasıl girebiliriz.? Okur olarak sorumluluklarımız nelerdir.? Okurken neleri, nasıl göz önünde bulunduracağız.? Bunlar ve bunlara benzer soruların kılavuzluğunda "eleştirel ve yaratıcı okuma"nın gerektirdiği donanım, Emin Özdemir'in bu kitabında, örneklere bağlı olarak bütün yönleriyle gösterilmiştir.


*
Kimler içindir bu kitap.? Yazıyla, kitaplarla iletişim kurmak isteyen herkes için. Özellikle de orta ve yükseköğrenim öğrencileriyle, bu öğrencilere metin inceleme çalışmaları yaptıran Türkçe ve yazın öğretmenleri için.
Eleştirel Okuma, bilimsel bir asık suratlılıkla hazırlanmış, klasik bir yöntembilim kitabı değildir. Söylenilenler örneklere yaslandırılmıştır. Öğretici nitelikli metinler de, yazınsal nitelikli metinler de Türkçenin usta kalemlerinden seçilmiştir. Kitap bu yönüyle de bir seçki havası taşımaktadır.
Başta televizyon olmak üzere kitle iletişim araçları her geçen günle koyulaşan, nerdeyse okumaya karşı bir ortam oluşturuyor. Oysa bu ortamı değiştirmek, insanımızı okuryazarlıktan okurluğa geçirmek zorundayız. Çağdaş insan okuyan, okudukları üzerinde düşünen, kendini sürekli yenileyendir. Eleştirel Okuma'nın hazırlanış amaçlarından biri de bu gerçeği vurgulamaktır.
*
Emin Özdemir (Sayfa: 10)
*****
*
''Ünlü Alman ozanı Goethe'nin özdeyiş niteliği kazanmış bir sözü vardır. Der ki ''Okumayı öğrenmek sanatların en gücüdür. Ben bu işe yaşamımın seksen yılını verdim yine de tam olarak öğrendiğimi söyleyemem.''
Gerçekten de böyledir bu. Okuma, yaşamımızın belirli bir aşamasında ya da çağında başlayıp biten bir etkinlik değildir.'' (..)
''Okumanın yaşamımızda yeri yaşla sınırlı değildir. Her yaşın kendine özgü ilgileri, merakları, soruları vardır. Bunları karşılamak için insanoğlu her yaşta değişik kaynaklara yönelir, okumaya başvurur. Bu gerçeği yüzyılların ötesinden Montaigne ne güzel belirtiyor:
*
''Kitaplar, ömür boyu yanı başımda elimin altındadır. Yaşlılığımda ve yalnızlığımda avuturlar beni. Sıkıntılı bir avareliğin baskısından kurtarır, hoşlanmadığım kişilerin havasından dilediğim zaman ayırıverirler beni. Fazla ağır basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarımı törpülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan atmak için kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur, hemen beni kendilerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar.. İnsan hayatı denen bu yolculukta benim bulduğum en iyi nevale kitaplardır ve ondan yoksun anlayışta insanlara çok acırım.'' (Sayfa: 11-12)
*****
''Okuma yazma becerisini kazanan kişi, kendi dilinin yazısını, imlerden sesler, sesbirimlerden sözcükler çıkarmayı öğrenmiştir gerçi, ama bu temel beceri ancak sürekli işletildiği, geliştirildiği zaman bir değer taşır. Yoksa uygar bir dünyanın gündelik olaylarını, kültürel, politik, ekonomik gelişmelerini izlemeye yetmez. Okuma yazma becerisi üstüne, bir okuma alışkanlığının kurulabilmesi için en önemli koşul ise temeli sağlam bir anadil öğrenimidir.''
(..) ''..gerçek okuryazarlık yetisi, okuduğunu kendi sözleriyle anlatabilmeyi de kapsar. Bu anlamda okuyan kimse başkalarına bağımlı olmadan, kendi okuma deneyleriyle, kendisi için bilgi edinmeye başlar, dünyaya, olaylara, insanlara bakışını, içgüdüsünü gitgide derinleştirir.'' 
*
Akşit Göktürk (Sayfa: 15)
*****
''..kitaplara ve bilgiye açılmanın ilk basamağı temel okuma becerisini, sürekli bir okuma alışkanlığına dönüştürebiliyor muyuz.? (..) ..alışkanlığa dönüşmeyen, kullanılmayan bir beceri zamanla yiter. Nitekim ''okumasını bilen ama hiç okumayan biri ile okumasını bilmediği için okumayan biri arasında bir fark yoktur.''..'' (Sayfa: 17)
*****
*
''Özgür insan, okuyan insandır. Çünkü, bilgisizliğin, kör inançların ve saplantıların her türlüsünü yenen bir güçtür okuma.''
*
Thomas Jefferson (Sayfa: 18)
*****
*
Öğrenim bizler için kıvanç, ruh güzelliği, yetenek kaynağıdır. Kıvancı, bir köşeye çekilip yalnız kalmaktır, ruha kattığı güzellik konuşmada belli olur, kazandırdığı yeteneklerin ise yargılar vermemizde, ilerimizi düzenlememizde yararı dokunur.'' (Sayfa: 20)
*
''Okuyorsan ne karşındakileri susturmak, bilgiçlik satmak için, ne her okuduğuna körü körüne inanmak, ne de konuşmalarına konu olmak için, ama incelemek, düşünmek için oku. Kitap vardır, ancak tadına bakılmak içindir; kitap vardır yutulmak, kitap vardır çiğnenmek, özümlenmek içindir..'' (..) ''Okumak insanı olgunlaştırır, konuşmak ustalaştırır, yazmak ise daha somut bir bilgi sağlar. Dolayısıyla az yazanın iyi bir belleği olması gerekir, az konuşanın keskin zekâlı, az okuyanın da bilmediğini bilir gibi görünebilmek için kurnaz olması gerekir. Tarih insanı bilge kılar, şiir iç zenginliği, matematik titizlik, doğal bilimler derinlik, mantık ile söz söyleme sanatı ise şaşırtma yeteneği kazandırır.
Evet, insan kafasının uygun bir öğrenim yardımıyla giderilmeyecek eksiği yoktur.'' (Sayfa: 21)
*****
*
''..Okuma tutkuların en soylusudur. Ekmek nasıl bedeni beslerse o da öylece ruhu besler. Alphonse Karr, okuma için 'tatlı tatlı kendinden geçme' demiştir. Büyük yazarlar ömürlerinin yarısını okumakla geçirmişlerdir. Montesquieu, 'Çeyrek saatlik bir okumanın gideremediği kederim olmamıştır' der. Bir kitap her zaman güvenilebilecek bir dosttur. Yas içinde bir ahbabına, Alphonse Daudet, 'Güzel kitaplar okuyun' diye yazmıştır.'' (Sayfa: 25)
*****
*
''Nasıl konuşmada bir konuşan ve konuşmanın alıcısı durumunda bir dinleyen varsa okuma eyleminde de konuşanın yerini yazar; dinleyenin yerini de okur alır.''
(Sayfa: 30)
*****
*
''Yazarlık nasıl bir yazma donanımı gerektirirse okurluk da bir okuma donanımı gerektirir. Bu donanım, öyle bir çırpıda kolayca edinilecek türden değildir. Değişik yapıda metinler üzerinde okuma deneyimi ister.'' (Sayfa: 33)
*****
*
''Fable'' türü her yönüyle yazınsal gelenek içinde yer almakla birlikte, kurmaca metinlerde gözetilen birçok koşulu yerine getirmez, çünkü bu türün örneklerinden çıkarılacak ''kıssadan hisse'', metnin yazıldığı günün toplumsal, tarihsel bağlamından nerdeyse soyut olarak, kesinlikle belirlenmiştir. Tek bir töre dersi vardır çıkarılacak, okur o dersi çıkarmak zorundadır. Metinle yaşam arasında çok yönlü kavramsal ilişkiler aramak değildir okurdan beklenen. (Sayfa: 45)
*
''Kafka'nın insan yaşamının evrensel anlamsızlığını, genelgeçer nitelikte kesin anlamlarla işlev gören bir geleneksel metin türü görünüşünde dile getirmesi de, ayrıca ilginçtir burda. Yazar, başlığa bakıp hazır anlam bekleyen okuru, bu beklentisiyle çelişecek karmaşık anlamların eşiğine getirip bırakarak, karşıtlık yoluyla da bir etki sağlıyor. Bu yönüyle Kafka'nın metni, geleneksel benzerlerinden ayrı, bütünüyle kurmaca bir iletişim konumunda alımlanmayı gerektiriyor. Ancak, bir geleneksel hayvan öyküsünü de Kafka'nınki gibi, kurmaca düzeyde kavrayamayacağımız ortaya çıkıyor böylece.''
(Sayfa: 48-49)
*****
*
''..bir yazının değeri, konusundan gelmez. Çünkü konunun iyisi, kötüsü, güzeli, çirkini, değerlisi ya da değersizi yoktur. O konuyu ele alış, işleyiş önemlidir.'' (..) ''Şu ilkeyi bir kez daha anımsayalım: İyi okuyucu düşünerek okur, okurken düşünür.'' (Sayfa: 54)
*
''Yazar, nasıl yazısını oluştururken ilkin konuyu belirlemişse, okuyucu olarak biz de özellikle öğretici boyutlu yazılarda konuyu bulmakla okumayı sürdüreceğiz. (..) Anlayarak okumanın ilk adımı konuyu araştırıp bulmaktır.'' (Sayfa: 55)
*****
*
''Öğretici boyutlu yazılarda yazının düşünce yapısını kurmada ve oluşturmada bakış açısının payı büyüktür. Yazar, nasıl görüyor konuyu.? Sınırlı genel bir biçimde mi ele alıyor yoksa geniş bağlamda özel boyutlara kavuşturarak mı.? Yerel ya da ulusal bağlamda mı düşünüyor yoksa evrensel ölçütler içinde mi.? Onaylamacı bir tutum içinde mi yoksa eleştirel mi.? Bunlar ve bunlara benzer sorular bakış açısının yönünü, niteliğini saptayıp belirlemede bize kılavuzluk yapabilir.'' (Sayfa: 56)
*****
*
''Amacın yoğunlaştırılarak bir yargıya dönüştürülmesine, daha doğrusu bir önerme biçiminde yazıda belirmesine ileti (anadüşünce) diyoruz. Yazarın konuya bakış açısında göre ileti olumlu da olabilir olumsuz da. Kuşkusuz bu söylediğimiz, öğretici metinlerle ilgili bir olgudur. Yazınsal metinlerde ileti örtüktür; metnin dokusu içinde eritilmiştir.''
(Sayfa: 71)
*****
*
''İyi düzenlenmiş öğretici bir metinde her paragraf bir düşünce birimidir. Yazıda kaç paragraf varsa o kadar da düşünce var demektir. Öyleyse öğretici nitelikli yazıları okurken paragraf başları bizim için birer ipucu görevi görebilir. Çünkü her yeni düşünce öne sürülürken yeni bir paragraf yapılır. Paragrafların ilk cümleleri de genellikle öne sürülen bu yeni düşünceyi karşılar.'' (Sayfa: 73)
*****
*
''..bazı büyük eserler, adeta iki katlı gibidir. Üst kat, yani düzeydeki kat, çoğunun anlayacağı cinstendir. Eserin asıl büyüklüğünü, alt katın anlamını ise, herkes kolay kolay kavrayamaz.'' (Sayfa: 74)
*****
*
Tanık gösterme: Öğretici nitelikli metinlerde bir düşünceyi inandırıcı kılma ya da pekiştirme için kimi kişilerin düşünce ve sözlerine başvurulur. Okuyucu olarak bu da bizim içim bir uyarıcı olabilir. M. C. Anday'ın şu paragrafında olduğu gibi:
*
''Bilgelik, bir anlamda, bir insanın kendi düşüncesine bütün öbür düşünceleri hiçe sayarcasına önem vermesini hor gören bir tutumdur. Bilge insan, kendi düşüncesine, kendi düşüncesi olduğu için önem vermemesi, kuşkuyla bakması gereken insandır. Ne diyor Valery ''Bizim düşüncemize kendi düşüncemiz olduğu için inanmamayı öğrenmeliyiz. Tersine onu kuşkuyla karşılamamız gerekir.'' Ama politikacıların tutumu bunun tam tersi değil mi.? Hangi politikacı vardır ki kendi düşüncelerinin tartışma konusu yapılmasına göz yumsun.? ''Düşüncelerinin karşısındayım, ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim,'' diyen Voltaire'in bilgelik formülüne hangi politikacı varabilmiş bugüne değin.?'' (Sayfa: 77)
*****
*
''..düşünmeyi bilen insan tipini yaratmadıkça, açtığımız okulların büyüklüğü, üniversitelere yerleştirdiğimiz gençlerin sayısı ne olursa olsun, eğitim sorununu çözmüş sayılamayacağız.'' (Sayfa: 80)
*****
*
''Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek
Ağaç dik, on yıl sonrası ise tasarladığın.
Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, halkı eğit.
Bir kez ürün verir ekersen tohum,
Bir kez ağaç dikersen on kez ürün verir,
Yüz kez olur bu ürün eğitirsen halkı.
Balık verirsen bir kez doyurursun halkı.
Öğretirsen balık tutmasını hep doyar kamı.
*
Yukarıdaki dizeleri, Kuan-Tzu adlı eski bir Çin ozanı yazmış. Kuan-Tzu, bu sözleri İ.Ö. binyıllarında söylemiş. Yüzyılları, binyılları aşıp gelmiş bu sözler, nice çağlar aşarak, nice sınırları geçerek.. Halk için yapılmış her iyi davranışın, halk yararına yöneltilmiş her sözün böylesine sonsuz anlamı vardır.'' (Sayfa: 82)
*
''Sözgelimi, bugün geniş toplulukları ilgilendiren Kelile ve Dimne'yi Beydeba, ileride yönetimi ele alacak olan prensleri yetiştirmek için yazmıştır. O çağlar, okulların yaygın olmayışı bir yana eğitimin toplumla ilgili oluşu da düşünülemezdi. Toplum ''efendi''ye hizmet etme yolunda koşullanmıştı. Geniş halk topluluklarının böylesine eğitici bir yapıttan yararlanmaları yüzyıllar, hatta binyıllar sonra gerçekleşmiştir.'' (Sayfa: 83)
*****
*
''Bir paragrafı anlayarak okuma, bir matematik problemini çözmeye benzer. Nasıl problemin çözümünde öğeleri değerlerine göre kullanma, aralarındaki ilişkiyi doğru kurma bir zorunluluksa, paragrafı oluşturan sözcükleri de doğru algılama, birbirleriyle ilişkilerini bulma, yansıttıkları düşünceyi ve düzeni görme de öylesine bir zorunluluktur.''
(Sayfa: 89)
*****
*
''Kimi cümleler vardır ki lokomotif niteliğindedir. Öteki cümleleri onlar çeker, içlerinde anahtar kavramları barındırır. Bir bakıma o sayfa ya da paragrafın anadüşünce cümlesi gibidir.'' 8Sayfa: 94)
*****
*
''Okulların en verimlisidir romanlar. Kurallar değil sevgiler, kesinlikler değil eğilimler, yasalar değil istemler kazanılır bu okulda. Herkes yorum özgürlüğünce yetişir romanlarıyla. Sizi bilmem ama ben romansız yaşayamam.''
(Sayfa: 106)
*****
*
''Olay örgüsünü kavrayabilmek için, merak duygusunun yanına zekâ ile belleği de katmamız gerekir.'' (Sayfa: 114)
*****
*
''Yaşar Kemal, bilerek bilmeyerek, Memidik'in kişiliğinde bir Hamlet, bir köylü Hamlet yaratıyor. Bu görev, giderek bir tutku haline gelen o öldürme saplantısı, bocalamalar, korkular, kaygılar, düşle gerçek arasında bocalamalar, kurtulmak için çabalamalar.. Memidik'i bize özgü bir Hamlet yapıyor.'' (Sayfa: 151)
*****
*
''Her roman, öykü belirli bir zaman dilimi içinde geçer. Günün hangi saatinde, yılın hangi mevsiminde geçiyor anlatılanlar.? Ne kadar sürüyor.? Buna nesnel zaman diyoruz. Elbette okuduğumuz yazınsal metinleri algılayıp kavramada metne bu açıdan da bakmalıyız. Öte yandan bir de öyküleme zamanı vardır. Bir durumdan başka bir duruma geçişi gösterir. Geleneksel anlayışa göre öykülemede zaman A'dan Z'ye doğru bağlantılı bir gelişim çizgisi izler. Ancak kimi öykü yazarları bu çizgiyi sürdürmez. Bunun tersine öykü kişilerinin içinde bulundukları dramatik anı ya da noktayı çıkış yapar. Bu anı ve noktayı başlangıç olarak seçer; zamanın akış düzenini değiştirir. Sözgelimi A'dan başlamaz, bunun yerine dramatik noktayı gösteren K'dan L, M, N gibi bir sıra izledikten sonra geriye bir dönüşle başlangıca yani A, B, C'ye gelebilir.'' (Sayfa: 152)
*****
''..öykü ya da roman yazarı, anlattıklarının zihnimizde belli bir yere bağlı olarak belirli bir imge oluşturması için o yerle ilgili belirleyici ayrıntıları seçer. Anlatılanlardan tat almamız, onu zihnimizde tam olarak canlandırabilmemiz bu ayrıntıların belirtilmesindeki başarıya bağlıdır.'' (..) 
*
*
''Öykünün başında bir odanın duvarında asılı bir tüfekten söz edilmişse öykünün sonunda o tüfek mutlaka patlamalıdır.'' (Sayfa: 169)
*****
*
''Eskiden beri yazınsal metinler içinde şiire ayrı bir yer verilmiştir. Homeros ünlü destanı İlyada'da ''kanatlı söz'' diye adlandırır şiiri. Sözcüklerin ses ve anlam örgüsü yönünden oluşturduğu yapıya bakarak yapar bu adlandırmayı. Osmanlı Tezkirecisi Latifi de ''sözün ruhu'' der şiir için. Üzerinden yüzyıllar geçmesine karşın bu tanım ya da adlandırmaların geçerliğini yitirdiği söylenemez.''
(Sayfa: 195)
*****
*
''Şair hazır bulduğu şiiri kullanan değil, şiiri yeniden yapan adamdır. Duygulu anlarımızda dilimize gelen sözler çokluk başkalarının şiirleridir. Bunları kendimizin sanacak kadar benimsemiş, bizim sandıracak kadar yerinde kullanmış da olsak şair geçinmekle kalırız. Bu hal nice ünlü şairlerin de halidir.'' (Sayfa: 197)
*
''Düşünceyi içine almakla beraber düşünceyi aşan bir şey var şiirde; usta şairin bildiği, bilir olduğu, düz sözle anlatamayıp yalnız şiirler duyurabildiği bir üst-düşünce, bir üst-gerçek.'' (..) ''İnsan kendiliğinden, durup dururken , nerden geldiği bilinmez bir nefesle kemancı, terzi, filozof, mühendis olamazken ne diye şair olabilsin.? Hangi büyük şairin başarısı sadece istidadıyla izah edilebilir.? Hangisi kendinden önceki şairlerin ne yaptığını bilmeden, şiirin nasıl yapıldığını öğrenmeden sahici şiire varabilmiş.? Şöyle bir akşam üstü, esip söylenivermiş sandığımız nice şiirlerin arkasında bir kumaş tezgâhının takır tukur kargaşalığını, girift, renk renk ipuçlarını, kesme, kırpma, sarma, açma, kapamalarını andıran bir yapma gayreti saklandığını gittikçe daha iyi biliyoruz.''(Sayfa: 198-199)
*****
*
Dörtnala haberci ilkyazdan
Aşağıdan inceden beyazdan
Dumanı tüten sıcak tohum
Dolan kara toprağı dolan
Ulaş yeryüzüne ak tohum
*
Hay gücüne kurban olduğum
Dağ taş dinlemezim hey aman
Göster o gül yüzünü göster
Önce yeşil yeşil bak tohum
Sonra sarı sarı gülüver
*
Donansın donansın daneler
Kız oğlan kız, alaca kına
Tarlalar sebil tek bedava
Ver güzelim ver yiğitim ver
Pir aşkına fakir aşkına
*
Anladım farkı neden sonra
Tohumdan başka şeymiş bitki
Bu küçük deli fişekteki
Ne ki.? Ağaç mı allı pullu
Yoksa ayrık mı, başak mı ki.?
*
Kim bilecek.. kapalı kutu
Ama bulut, yağmur bulutu
Gelir kararır nerdeyse
Tohum altta nefes nefese
Kulağı gök gürültüsünde. (Sayfa: 200-201)
*****
*
''Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının.'' (Sayfa: 203)
*****
*
''Şu senin bulutsu sesin var ya
Uçtan uca ters yüz ediyor geceyi'' (Sayfa: 208)

Can Yücel - Rengâhenk

Beynin Pîrî Reisi
Gazi Yaşargil'e


*
Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
*
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeye başlayınca rüzgâr
Çıplağında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabî eşkiyalar
*
Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var.? (Sayfa: 1)

ŞEY GİBİ


*
Toz
Toprak
Çer
Çöp
Ve yağmur eskisi
Ve altındayken böyle
Sana karşın seni sevmenin..
Cumadan beri
İstesen de sen
Ölmek
Cumadan beri
Ölmek,
Nerdeee
Neerde ölmek
Çimleniyorum sevgilim
*
Ve böbreğimde bişey
Çim çim çim
*
Ben galiba böyle, Güler,
Sana yeşillenerek öleceğim (Sayfa: 5)


*
Günlerdir körköstebek nefsimle öyle hırlı
Ve öylesine harlı ki
-----esrik nefesim
Bir kibrit tutsam parlayacak.
Bir sarnıç gemisi diyecekler alev almış
Boğazın iki yakasından
*
Oysa bir gaz tenekesiyle bir şişe mavi
Gelişi güzel mi güzel bir ocak
Suların ortasında sevgili öfkemle benim
Yanacak bahar erişinceye değin
Soğuktan morarmış kanatlarını
-----ısıtsın diye martılar
*
Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin (Sayfa: 8)


*
Sene 1966
Kayınvaldenin evinde oturuyoruz Kınalı'da
Gözü yaşlı bir sonbahar günü
Güler sökük dikiyor pencerenin önünde
Ben odanın gerisinde masa başında
Hatırımda kalmamış kimden
Çeviri yapıyorum harıl harıl
Telifini parça-buçuk alacağımı bile bile..
Yau diye seslendi Güler
Bir adam geçti önümüzden. Tam bir eski tüfek..
-----Bu kadar olur ama.!
Demeğe kalmadı zır kapı.!
Gittim açtım,
Karşımda bizim Enver.! (Sayfa: 13)


*
Ben de dedim ki bazıları
Ayçiçeği diyorlar günebakana
Bazısı da günebakan diyor ayçiçeğine
*
Ben günebakanı yeğliyorum
Belki de güne yöneldiğim için yine
*
Ama siz de bilirsiniz ki
Gün aydındır gece de gece
*
Ama ne zaman diyeceğiz birbirimize günaydın.?
*
Ben de onu diyorum ya işte
Bak kardeş şimdi üslûp meselesini düşünmeye başladın
(Sayfa: 14)


*
Yakın gözlüğümü yitirdim
Yitirince seni Kadın -
-----Doğumun ardından
Çatladı kapı sanki
*
Öyle uzak bir doğu ki her şey
Görünmüyorum burnumun ucundan
*
Çiğnenecekmişim gibi geliyor hep
Geçerken kıtadan kıtaya
*
Ters bir dizeye rastladım demin
Taburcuymuş, öyle dedi
Çıkışını yaptırıyormuş acundan
*
Lâf.!
*
Ne sen ne ben sevgilim
Öldükse ölümden değil
Sevişmenin acından (Sayfa: 15)

*
Gözlerimi aldılar elimden, geri vermiyorlar bana
Ne kayıp, sizi dünya gözüyle görmemek bi daha.! 
(Sayfa: 19)


*
''Bu deniz, düştükçe düşen nabzım terim benim
Beyler gayrı beni sarı defterinizden silin
Nem varsa definem ipim kefenim
Hepsi sizin hepsi sizin, hapsinizin.'' (Sayfa: 23)



''Gökyüzünün çakır gözlerinden
Düşmüş bir damla, bir deniz feneri
Işınlarıyla şile bezlerinin
Güdüyor çobansız kalmış tekneleri'' (Sayfa: 26)


*
''Bu kadar güzel olmamalıydı yeryüzü
Dayanamıyorum dayanamıyorum
Şıp dedi güneşin ilk gözyaşı
Şıp dedi damladı denize
Beni tutmayın artık tutmayın'' (Sayfa: 27)


*
O bir saksıydı siperde
Her sabah sulanırdı hizmetçilerde
Yağmuru gördü ya şimdi
Aklı orda hep:
Dindi
Dinmedi
*
O bir saksıydı siperde
Gökten inenleri gördü de
Anladı gayrı
Yağmur yemek nerdeee
El elinden sulanmak nerde (Sayfa: 28)

*
------------------------------Fethi Naci'ye
*
''Ah sen ölüm denen topal köfte
Buluştuk bak cenabette
*
İçim rakı dışım su
Bu mahmur cinayette
*
Çocuklar çocuklar çocuklar
Sizlen doğmamış mıydık biz birlikte'' (Sayfa: 30)


*
Kulağım sende Server
Nasıl beklediysem doğacak çocuğumun haykırışını
Senin sağlık haberini de öyle bekliyorum
Sanki bir tel gerilmiş aramıza, bir saz
En püften bir işaret kıprar kıpramaz
Ötmeye başlıyor nabzımın kızıl serçesi
Şakaklarımda
*
Geçerken gördüm demin Küçüksu’yun ordan
Mezarlığın yamacında bir erguvan açmış
Senin resmin tıpkı, çıktı ya gazetelerde
Ak sedyenin içinden koşturuyorsun baharı
Kana kana kanayarak ölüme karşı
*
Bu toprak var ya can verdiğin senin,
Bu toprağa düşman baltalarla budanarak
Üstüne yığıldığın toprak var ya hani
O toprak işte seni ayağa kaldıracak..
Onun için sıkı dur, kardeşim, sık dişini
Ve ateşten ölüp ölüp dirilen semendercesine
11 Mayıs’ta Taksim’e yetişmeye bak
Taksim’de birleşmeyle birleşmeye.!
BEKLİYORUZ HAA, GECİKMECE YOK.! (Sayfa: 34)


*
Tırnakları uzuyor İstanbul'un
Kirli bir masmavi
Ama ne kadar yaraşıyor yarabbi
Bu tırnaklar bu deli parmaklara
Ve ortayla işaret arasında mütemadi bir cigara
Giderek minareler oluyorlar
*
Yaşlı bir köprüye rastladım demin
Bir diyeceğim yok dedi martılara
Başımı döndürmeseler
Başımı döndürmeseler böyle
*
Ben de dedim ki Allah'a
Feriştâhın gelse yaradamaz bu güzelliği
Sen bir turistsin amcabey.! (Sayfa: 38)

*
Ayaklarıyla ezip fıçıya mı bastılar seni
Neftî kasnaklı bir fıçıya,
Aldırma, kara üzüm.!
Seni o Kırmızı Şarabına doğru
İçten içe
Harıl harıl
Çalışmana bak, iki gözüm.! (Sayfa: 40)

*
Paşabahçe'de oturuyordu kendisi
Rakı Fabrika'sının ta şakağında
Öyle sulandırıyorlar ki ağbey dedi bu zıkkımı
Çakırkeyf bilem olamıyor Çakır'ın kör kedisi
Bir tek fare yeter alimallah bir tek fare
Dağıtmak için şu sizin meclisi
Sonum olsun, vallaha da billaha da, bu son
İçersem bi daha bu rengi bozuk anasonsuzunuzu.!
(Sayfa: 41)


*
Karşı masadan çağırdılar, buyrun dediler
Keyfim yok dedim bağışlayın, başımı dinleyeceğim biraz
Sen misin diyen, bir curcunadır koptu
Ne kalabalık, ne kalabalıkmış yarab başım.!
Bunca ayıp, bunca kayıp, bunca ölüm.!
*
Attım kendimi dışarı, karıştım Şarlo'nun yalnızlığına
Uçuyorum şimdi Barbaros Bulvarı'ndan aşağı
Üstümde insanlar, ne güzel,
----------ve ayaklarımın altında deniz.!
*
Sana da söylüyorum hep, Teo,
Başını dinleyeceğine, al başını git uçmağa.! (Sayfa: 43)


*
Zeus güya, rüzgâr
Koşuyor karşıki ağacın ardından
Yakalayamıyor ki ama
Daphne değil çünki o yeşil kızın adı
DEFNE
*
Oh olsun Zeus pezevengine.!
Apollon olsan ne lâzım gelirmiş gibisine.. (Sayfa: 47)


Bir yılan düştü vapurda yanıma
Sarıldım denize (Sayfa: 49)


*
Şu ölen çocuklar var ya
Sana bana dünyaya..
*
İlikleriniz donduğunda kışın
Bir kaşık umut gerektiğinde
O şişe gelecek aklınıza
Pencerenin önünde duran
Güneşte
Gelincik.. (Sayfa: 53)



''Olmuyor allah kahretsin
Şu arabaların cayırtısı yüzünden..
İlhan Erdost'un nasıl öldüğünü
Kaç gündür aklımdan çıkaramadığım gibi..'' (Sayfa: 55)



Galata Köprüsü tir tir titriyor
Bunlar beni de asma körü yaparlar diye
*
Yüreğinin dubalarını geniş tut, ihtiyar.!
Sen böyle nice dayılar gördün bugüne kadar
Hepsi de yedeklerinde sürüye sürüye ayılarını
Senin üstünden azamet-i böbrekî ve kalpak-ı pöstekiyle geçip
Tarih'in hayvanat bahçesini boyladılar (Sayfa: 56)



Fransız feylosofu Proudhon'un ünlü bir sözü vardır
Mülkiyet hırsızlıktır diye.
Milletçe daha da ileri gidiyoruz biz
Mal diyoruz uyuşturucu maddeye,
Mal sahibi de, yani mâlik
Esrar kaçakçısı gibi bişey oluyor demek.
Ha bakın, felaket bununla da kalsa iyi
Bizde sermaye denirdi eskiden fahişeye
Buna göre sermayedar da..
E, siz çözün artık bu ayıplık bilmeceyi.! (Sayfa: 58)


*
Gün gelir bu işe bu millet de şaşar
Tam kurşun işlemez deminde karanlığın
Bir ateş böceğidir başlar (Sayfa: 61)


*
Güneş gözlükleri gökyüzünün kırılmış
*
Kırkindilere düşüyor iş
*
Gayrı siz ağartacaksınız çocuklar
Işığın yüzünü
*
Toprağı öpe öpe öpe öpe
Damlalar siz
Açacaksınız körün gözünü (Sayfa: 64)
*****
*
Evde oturmaya öyle alıştı ki millet
Sokağa çıkma yasağı yasaklandı (Sayfa: 79)
*****
*
Köprü altındaydım geçen gün
Bi balık bi balık bi balık
İstavrit sarı kanat çinekop
İşte dedim Marx'ın meram ettiği bolluk (Sayfa: 82)

*
Bir teneffüssün sen sevgilim
Yurt Bilgisiyle Kimya arasında (Sayfa: 98)

*
Hıyar diyorum
Yoo, ben turşuyum diyor (Sayfa: 103)

*
Anamın ipiyle indim gökdelen damınızdan
Kelebek gibi girdim kelebek camınızdan
Taksinize, mülkünüze, dairenize..
Heceleyerek üzerinde ayak ve el uçlarımın
Belledim seyyârenizi ve kelimelerinizi..
Gözlerinize baktım, mukaddes ciltlerinize, büfelerinize
Vesairenize..
Şiir fenerimle de baktım, son çığlık.!
Aşk yokmuş sizde beş paralık.!
Gidiyorum ben boşçakallar
Sıçmışım ortalık yerinize
Kıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık (Sayfa: 111)

*
Güneşin tutuklandığı gün
Hem de bayram arifesi (Sayfa: 121)
*
*
Köpek, mülkün sahibi değil
Köpeğidir (Sayfa: 129)

*
Ne hayır gelir öğüttüğü undan, sunmadığı somundan
Taşıma suyla dönen değirmenin (Sayfa: 131)

*
''Bir de insanca yaşama denen hak
Hele bir ayağa kalksın nasıl
Nasıl yer yerinden oynayacak'' (Sayfa: 134)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...