1 Ocak 2023 Pazar

Grimm Kardeşler - Grimm Masalları I-II (Çeviren Kâmuran Şipal)

GRİMM MASALLARI I:


Büyülü Elma:

*
Freud'a göre, masallar, bastırılmış isteklerin düş olarak ortaya çıkması olarak açıklanır.
İsteklerimiz bastırılmasa, hayallerimiz gerçekleşse ve her şey masallardaki gibi olsaydı: masal anlatmaya, yazmaya gerek duyulmazdı.! Hayat, tadı bozulmuş çürük bir elmaya benzerdi.
Pamuk Prenses'e uzatılan elma, ne dünya meyvesidir, ne de cennet.!
O büyülü masal elmasıdır.!
*
İbrahim Yıldırım (Sayfa: X)
*
Rapunzel:


''Büyücü ters ters adamı süzerek: ''Sen nasıl benim bahçeme girip kuzukulaklarımı çalarsın bakayım.? Ben sana gösteririm.!'' demiş. Adam: ''Bağışlayın ne olur.!'' diye yalvarmış. ''Çaresiz kaldım, onun için yaptım bu işi. Karım, sizin bahçedeki kuzukulaklarını görmüş, canı o kadar çekmiş ki, ya bu kuzukulaklarından yerim ya da ölürüm diye tutturdu.'' Bunun üzerine büyücünün öfkesi biraz yatışmış ve adama şöyle demiş: ''Eğer dediğin doğruysa, benden sana izin, bahçemden dilediğin kadar kuzukulağı koparıp götürebilirsin. Ancak bir şartım var: Karının doğuracağı çocuğu bana vereceksin. Merak etme, evladınız yanımda rahat edecek, öz annesi gibi bakıp büyüteceğim kendisini.'' Adam, büyücü ne söylerse korkusundan peki demiş, kabul etmiş hepsini. Günler geçmiş, vakti saati dolunca karısı dünyaya bir kız çocuğu getirmiş. Hemen büyücü kadın yetişip Rapunzel adını vermiş kıza, Rapunzel de kuzukulağı anlamına geliyormuş; sonra çocuğu alıp götürmüş.'' (Sayfa: 88)

HENSEL VE GRETEL (SAYFA: 104-116)

Üç Yılan Yaprağı:
*
''..oğlan, prensesin güzelliğine öylesine vurulmuş ki, hiçbir şeye kulak asmayarak gidip kraldan kızını istemiş. Kral sormuş: ''Peki, vereceğin sözü biliyor musun.?'' Oğlan da: ''Biliyorum'' diye cevap vermiş. ''Kızınız benden önce ölürse kendimi diri diri onunla mezara gömdüreceğim..'' (Sayfa: 118)

KÜLKEDİSİ (SAYFA: 156-170)

KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ (SAYFA: 188-194)

BREMEN MIZIKACILARI (SAYFA: 195-203)
*
Akıllı Else:
*
''..annesi hizmetçiye seslenmiş: ''İn aşağı da bak bakayım, nerden kaldı şu Else.?'' Hizmetçi de kilere inip bakmış ki, ne görsün.? Else fıçının önünde oturmuş, ağlayıp sızlanıyor, feryat etmiyor mu.! ''Else, niçin ağlıyorsun.?'' diye sormuş hizmetçi. Else de şöyle cevap vermiş: ''Ah ah, ben ağlamayayım da kimler ağlasın.? Hans'la evlenirsek, bir çocuğumuz olursa, çocuğumuz büyürse; günün birinde kendisini bira alıp gelmesi için kilere yollarsak, ya bu keser yukardan başına düşer de çocuğumuzu öldürürse.!''..'' (Sayfa: 238)

PARMAK ÇOCUK (SAYFA: 261-268)

CÜCELER

''Ben ki bu kadar yaş yaşadım
Gördüm geçirdim pek çok şey
Yumurta kabuğunda su kaynatmak
Ne kadar da komik, güleyim hey.!'' (Sayfa: 278)

PAMUK PRENSES (SAYFA: 357-371)

''Aynam aynam, canım aynam, asılı duvarda
Söyle benden güzeli var mı bu diyarda.?''
*
GRİMM MASALLARI II:





''..şöyle cevap vermiş: ''Sen nasıl gerekiyorsa öyle davran, ben de çekmem gereken acıları çekeyim. Ama bir şeyi unutma: Tanrı hep aynı kişiyi cezalandırmaz; bakarsın bir gün gelir, sen de şimdi bana yaptığın kötülüklerin cezasını çekersin. Sana karşı ne suç işledim ki, bu kötülükleri bana reva görüyorsun.? İyi günlerimde neyim var neyim yok, seninle paylaştım..'' (Sayfa: 678)
*
AKILLI TERZİCİK:
*
''Bir işe cesaretle başlamak, onu yarı başarmaktır.'' (Sayfa: 725)
*
GÜNEŞ AYDINLATIR:
*
''Kötülük gizli kalmaz, güneş çıkarır meydana.'' (Sayfa: 728)
*
Tilki ile At


''Cimrilik ve sadakat, aynı çatı altında barınmıyor.'' (Sayfa: 816)
*
Çeşmedeki Kaz Çobanı
*
''..herkesin sırtlaması gereken bir yük vardır.'' (Sayfa: 981)
*
''Fakir olan düz yolda şaşırır
Zengin arabasını dağdan aşırır.'' (Sayfa: 982)

Mezar


''..servet ve zenginliğini gözden geçirirken ansızın güm güm diye bir ses işitmiş. Ama ses odanın değil, kalbinin kapısından geliyormuş.! Kalbinin kapısı açılmış derken, köylü bir sesin kendisine şöyle söylediğini işitmiş: ''Bu para pul, bu zenginlikle yakınlarının yardımına koştun mu hiç.? Gidip de yoksulların nasıl bir sefalet içinde yaşadığına baktın mı.? Ekmeğini paylaştın mı açlarla.? Kazandığım bu servet bana yeter artık dedin mi.? Yoksa hep daha fazlasına sahip olmayı mı diledin.?'' Yine kalbi, hiç duraksamadan cevap vermiş: ''Acımasız davrandım hep, kimsenin gözünün yaşına bakmadım. Yakınlarıma asla iyiliğim dokunmadı. Yoksul biri yanıma yaklaşsa görmezden geldim. Tanrıdan yüz çevirip yalnızca servetimi çoğaltmaya baktım. Bu yer yüzünde her şey benim olsa yine doymadı gözüm.'' (Sayfa: 1067)
*
Genç Kız Maleen
*
''Ben, bende sürekli kalmayacak mutluluğu neyleyeyim.!'' (Sayfa: 1081)

V. Diakov - S. Kovalev - İlkçağ Tarihi 1 (Çeviren: Özdemir İnce)

Bu kitap ve yazarlarla ilgili bilgi edinmek isteyenler şu siteyi inceleyebilirler:
*
http://bilimveaydinlanma.org/sergey-ivanovic-kovalyov-ve-vladimir-nikolayevic-dyakov-iki-sovyet-tarihci-ve-sovyet-tarihciliginde-iki-doneme-iliskin-belgeler/



Sergey İvanoviç Kovalev - Vladimir Nikolayeviç Diakov



Ortadoğu - Uzakdoğu - Eski Yunan


BİRİNCİ BÖLÜM

*
GİRİŞ
*
''İlkel Topluluk Düzeni: Tarihin ilk bölümü ilkel topluluk düzeninin doğuşunu, gelişmesini, ortadan kalkışını inceler. Bu deyimle biz, ilk insan toplumlarının ortaya çıkışından, ilk devletlerin kuruluşuna kadar geçen uzun bir zaman dilimini adlandırıyoruz. Sınıflı (köleci, feodal, kapitalist) toplumun tarihinin beş bin yıllık bir zaman dilimini biraz aşmasına karşılık, ilkel topluluk düzeni yüz binlerce yıl yaşamıştır.'' (..)
''İlkel topluluk düzeninin belirleyici özellikleri nelerdir.? İlkel toplumda üretim ilişkileri, başta toprak olmak üzere, üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanmaktaydı. Bunun nedeni de gerekli varoluş olanaklarını insanların tek başlarına elde etmelerine izin vermeyen üretim güçlerinin düşük düzeyiydi. İnsanlar birlikte yaşamak ve çalışmak zorundaydılar ve bu ortaklaşa çalışma da üretim araçlarının ve emeğin ürünlerinin ortaklaşa mülkiyetine yol açıyordu. İnsanların özel mülkiyeti, insanın insan tarafından sömürülmesi ve sınıflar yönünde hiçbir düşünce söz konusu değildi.
İlkel topluluk düzeni, insanlık tarihinin bir evrensel evresidir. Bunun anlamı şudur: Her halk (ulus) bu evreden geçmek zorunda kalmıştır, sınıflı toplum durumu bir başlangıç olmayıp ilkel topluluk düzeninin yıkıntıları üzerine kurulmuş bir düzendir.
İlkel toplumun tarihi çok eski zamanları içerir ve bu dönemin incelenmesi, insanın kökeni, dinin doğuşu, sanatların ve bilimlerin ortaya çıkışı, sınıfların ve devletin oluşumu gibi çok önemli sorunların aydınlatılmasını sağlar. İnsanlığın aştığı o güç yolu, atalarımızın doğa karşısında verdiği kahramanca savaşımı inceler.
Her tarih gibi ilkel toplumun tarihi de bir bilimdir: Konusu ise ilkel topluluk düzeninin evrim yasalarıdır. Ve biz, bu yasaları, diyalektik ve tarihsel materyalizm sayesinde anlayabiliriz.'' (Sayfa: 11)
*
İlkel toplumun tarihinin evreleri:
*
''19. yüzyılın ikinci çeyreğinde, Danimarkalı arkeolog Ch. Thomsen, buluntuların sınıflandırılması konusunda üç ''çağ'' düşüncesini getirmişti. Aletlerin yapımında kullanılan temel maddenin niteliğine göre Taş Çağı, Bronz Çağı ve Demir Çağı. Tarih öncesini çağlara ayırmak için bu ilke kabul edildi. Daha sonra bu çağların her biri kendi içinde dönemlere ayrıldı: Örneğin, Taş Çağı, taşın işleniş tarzı ve aletin yapılış amacına göre, Paleolitik (''eski taş''), Mezolitik (''orta taş'') ve Neolitik (''yeni taş'') dönemlerine ayrıldı.'' (..)
''Başka bir sınıflandırmayı, Eski Toplum adlı kitabında, 1880'e doğru, L. H. Morgan önerdi. Bu sınıflandırma birinciden farklı olarak, teknolojik ölçütle yetinmez ve her dönemin maddi kültürünün genel özelliği üzerine oturur. Morgan, ilkel toplum tarihini iki döneme ayırır: Vahşilik ve Barbarlık. Birincisi ok ve yayın bulunmasıyla tamamlanır; ikincisi, çömlekçiliğin bulunmasıyla başar, tarım ve hayvancılığın doğuşu ve gelişmesini kapsar. Bu iki dönem de üç aşamaya ayrılır: Aşağı Aşama, Orta Aşama, Yukarı Aşama.'' (Sayfa: 14-15)
*
Tarih yazıcılığına toplu bakış:
*
''..Kolomb ve Magellan'dan başlayarak (özellikle Kracheninnikov, Pallass, Miller gibi kişiler) gelişmemiş halkların hayatını Avrupalı bilginlere tanıtan, XV. yüzyıldan XVII. yüzyıla kadar yapılan büyük coğrafi keşifler, etnogafyayı başlatarak ve ilkel tarihin üzerine düşünmeye yol açtılar. XVIII. yüzyılın başında, Kuzey Amerika Kızılderilileri arasında yaşayan misyoner Lafitau, bunların geleneklerinin Avrupalıların çok eski geçmişini açıklayabileceği düşüncesini ortaya atan ilk insan oldu. (..)
Dördüncü Zaman'ın başlarına ait hayvan fosilleri arasında (insan yapısı) aletleri ortaya çıkaran ilk arkeolojik kazılar (1830'lara doğru İngiltere'de McEnery ve 1840'a doğru Fransa'da Bocuher de Perthes), ilkel dünyanın arkeoloji ve antropolojisinin temellerini atmalarına, nazari varsayımlardan tarih öncesi topluma ilişkin ciddi belgelere geçişi sağlamalarına karşın, içten bir düşmanlık tavrıyla değilse bile inanmazlıkla karşılaştılar. Ancak Darwin'in bulgularından sonradır ki, bilginler McEnery ile Boucher de Perthes'in çalışmalarının gerçek değerini anladılar.'' (Sayfa: 16)
*
''Birçok burjuva etnografı, özel mülkiyetin, insanın insan tarafından sömürülmesinin, kadının ailede ve toplumdaki ast rolünün ve kapitalist düzenin birçok çirkinliklerinin sürekli ve değişmez niteliğini ''ortaya koydu''; onlara göre, insan toplumunun en eski aşamalarında da sınıflar vardır. Burjuva etnografyası kimi zaman sömürgelerdeki emperyalist baskıların haklı gösterilmesine hizmette bulundu.'' (Sayfa: 17)
*
''S. Tolstov, M. Kosven, D. Olderogge, S. Tokarev gibi etnografların çalışmaları, ilkel topluluk düzeninin incelenmesine önemli katkılarda bulundu: Tarım ve hayvancılığın kökeni, dinlerin doğuşu maddeci bir anlayış içinde kavrandı; anaerkinin insanlık tarihinin evrensel bir evresi olduğu kanıtlandı; klanlar düzeninin yıkılışının ve komşuluk topluluğunun vb. oluşumunun somut özellikleri biliniyor artık.'' (Sayfa: 18)
*
İKİNCİ BÖLÜM
*
İLKEL SÜRÜ
*
KLANLAR DÜZENİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
*
İnsanın ortaya çıkışı:
*
''Olgunun gerçekten bilimsel bir açıklaması, Maymunun İnsana Dönüşümünde Emeğin Rolü adlı yapıtında Engels tarafından yapıldı. Engels, ''Emek insanı yarattı'' diye yazar. Ama insanın bu işi nasıl başladı.? Maymunlar tıpkı Australopitheque'nın yaptığı gibi bir taşı ya da bir sopayı kullanabiliyorlardı, ama hiçbiri en ilkel aleti yapmayı başaramadı. İş, alet yapımıyla başladı.
İlkel aletlerin yapımı, ön ve arka üyelerin görevleri arasında bir farklılaşmaya yol açtı. Alet yapımı ön üyelerin özel görevi durumuna geldi ve bu da bunların yeteneklerini geliştirip el'e dönüşmelerine yol açtı. Bu nedenle el.. ''yalnızca iş organı değil, o aynı zamanda işin ürünüdür''
İnsanın elleri işin işlevinde uzmanlaştıkça, dikey durumda yürüme alışkanlığı giderek pekişti ve bu da iş için özgürleştirerek elin gelişimine katkıda bulundu ve öte yandan gırtlağın ve ses tellerinin gelişimini kolaylaştırdı. Fosil insanlarının kemiklerinin incelenmesi, kol ve bacakların farklılaşmasının kafatasının evriminden önce gerçekleştiğini göstermektedir; bu da Engels'in insanın ortaya çıkışında işin rolüne ilişkin düşüncesini çok iyi kanıtlamaktadır.'' (Sayfa: 20)
*
Fosil insanlar:
*
''Australopitheqque'den farklı olarak, fosil insanlar yalnızca nesneleri (sopa ya da kemik) kullanmakla kalmıyor, alet yapmasını da biliyorlardı. Bu nedenle, Sinanthrope'ların ve Neandertal insanların kalıntılarının yanında, taştan yapılmış ilkel aletler de bulunur. Birçok yerde, arkeologlar, bu aletleri insan kemik kalıntılarından ayrı da buldular.
Pithecanthrope'ların, Sinanthrope'ların yaşadığı döneme Erken Paleolitik dönem adı verilir.'' (Sayfa: 21)
*
Erken Paleolitik dönem:
*
''Erken Paleolitik dönem insanları ateş kullanmayı öğrendiler. Belki ilkin doğal ateşi koruyup yararlandılar, sonra iki çakmak taşını birbirine çarparak ya da iki sopayı birbirine sürterek ateşi elde ettiler. İşin güçlüğü insanları ateşi özenle korumaya yöneltti.
Ateşin kullanımı çok önemliydi: İnsanı soğuktan ve etobur hayvanlardan koruyor, yiyecekleri pişirmeye yarıyordu. Ateşin elde edilmesi ''..insana ilk kez bir doğa gücü karşısında egemenlik sağladı ve böylece onu hayvan dünyasından kesinlikle ayırdı.''..''*
*
* F. Engels, Anti Dühring (Sayfa: 22)
*
İlk insan topluluğunun gelenekleri ve toplumsal örgütlenme:
*
''Fosil insanlar iki nedenden dolayı hayatta kalıp başarı kazandılar: İlkin, çoktan alet yapabilen varlıklardı artık; sonra, daha başından itibaren toplu olarak hareket edebiliyorlardı.
Bir aletin yapımı da ancak ortaklaşa mümkündür; çünkü üretim alanında sonradan edinilen yetenekleri ve ilkel deneyimleri ancak topluluk koruyup güçlendirebilir ve kalıtsal iletimi o sağlayabilir. Avda, özellikle büyük hayvanların avında, hayvanlar ateşle ürkütülüyor ve taş atarak bir uçuruma ya da bataklığa sürülüyordu; bunu hep birlikte yapıyorlardı.
Erken Paleolitik dönem insanlarının topluluğuna ilkel sürü adı verilir.'' (Sayfa: 23)
*
Düşüncenin ve dilin doğuşu:
*
''..''..Dil, aynı şekilde başka insanlar için de var olan pratik bilinçtir, demek ki benim için de vardır, benim için de gerçektir. Ve dil de, tıpkı bilinç gibi, ancak gereksinimden, öteki insanlarla ilişki gerekliliğinden doğar.'' diye yazar Marx ve Engels.'' (Sayfa: 24)
*
Klanın kuruluşu:
*
''Üretici güçlerin aşamalı gelişimi ve yerleşik hayata geçiş insan topluluğunu pekiştirdi ve bu da ''hayvansal bireycilik''e engel oldu. İlkel sürü yerini, daha gelişmiş bir toplumsal örgütlenmeye bıraktı.
Sürünün yapısı başlıca üç yönde gelişti. İlkin, emeğin üretkenliğinin gelişimi insanlara, sayıları daha az topluluklar halinde birleşme olanağı sağladı, bunlar ilkel sürüden kopmuşlardı ama onunla olan ekonomik ilişkilerini sürdürüyorlardı. Bu topluluklar birbirlerini akraba gibi kabul ediyorlar, yardımlaşıyorlar ve birbirlerini karşılıklı olarak kendi av bölgelerine davet edebiliyorlardı.
Nihayet, ilkel insanlar söz konusu topluluk içinde evlilik ilişkilerini yasaklayacak noktaya geldiler. Dıştan evlenme (exogamie) adı verilen bu önlem ekonomik gelişmeye sıkı sıkıya bağlıdır. Evlilik artık yalnızca bir biyolojik olgu değil, kuralları toplumca saptanan bir kurumdur.'' (..) ''Başka ama belirli bir topluluğun üyeleri ile evlenmek zorunluluğu. İki akraba topluluğu artık karşılıklı evlenme geleneğiyle bağlanıyorlardı: Ancak kabul edilmiş bir topluluğun sınırları içinde evlenmeyi zorunlu kılan geleneğe içten evlenme (endogamie) adı verilir.'' (Sayfa: 26-27)
*
''İşin cinsiyete göre bölünmesi ancak Erken Paleolitik dönemin sonunda gerçekleşti: Erkekler, toplamayı kadın ve çocuklara bırakarak ava yöneldiler. Arkeolog P. Efimenko, Neandertal insanların aletlerinin iki değişik cinse ait olduğunu varsaymaktadır: Kesici çakmak taşını erkekler bıçak olarak kullanıyorlardı, çakmak taşı levhaları ise kadınların aletiydi.
Etnograflar, yaş ve cinsiyete göre işbölümünün çeşitli gelişmemiş toplumlarda bulunduğunu ileri sürüyorlar. Örneğin, Avustralya'da kadınlar ve çocuklar doğanın nimetlerini toplar ve balık tutarken, erkekler avcılıkla uğraşıyorlardı. Bunun sonucu olarak boyun kadın ve erkekleri arasında belli bir ayrım ortaya çıktı: Erkekler ayrı yerde oturuyorlar, aynı yemekleri yemiyorlar ve değişik bir lehçe konuşuyorlardı. Bunun dışında, işbölümü ilkesi, toplumsal deneyimlerin aktarıcıları olan bir bölük yaşlıyı boyun başına geçiriyordu.
Geç Paleolitik dönemin başında insan topluluğu ilkel sürü yapısını yitirdi: Üretici güçlerin ve işin bölünmesi geliştikçe, sürü yerini daha gelişmiş bir örgütlenmeye bıraktı: Klana (sop'a) dayalı topluluğun ilkel biçimi'ne.'' (Sayfa: 28)
*
Çağdaş insanın biyolojik tipinin oluşumu:
*
''Irklar sorunu çok derin bir ideolojik ve politik sorundur. Kapitalist dünyanın gerici bilginleri, öteki uluslara karşı yapılan saldırı ve uyruklaştırma eylemlerini haklı göstermek için ırk kuramına başvurdular. Aşağı ve üstün ırkların varlığını ileri süren sözde bilimsel kuramlarını savundular. Burjuva tarihçiler bu kuramı düzmece anlayışlarla ''açıklamaya'' kalkıştılar. Kimileri, ırkların her zaman var olduğunu ve Avrupa'da her zaman çağdaş tipte insanların yaşadığını ileri sürdüler ve Negroide'lerin ve öteki ''aşağı'' ırkların Pithecanthrope, Sinanthrope ve Neandertal insan gibi daha az gelişmiş türlerden türediklerini savundular.
İlerici bilimadamları, üç büyük insan ırkının (negro'ide, europo'ide ve mongolo'ide) ancak dış ve ikincil (derinin rengi, gözlerin biçimi, saçlar vb.) özelliklerle birbirinden ayrıldıklarını ortaya koydular. Kafatasının oylumu, ellerin yapısı, zihinsel ve fiziksel yetenekler üçünde de aynıdır. Hiçbir ırk ötekinden üstün değildir.'' (Sayfa: 29)
*
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
*
İLKEL TOPLULUK DÜZENİNİN EN YÜKSEK AŞAMASI
*
Anaerkil topluluğun temel özellikleri:
*
''Grup evliliği düzeninde ortaya çıkan ilkel klan topluluğu ancak anaerkil, yani ana yönünden akrabalık ilişkilerine dayalı bir topluluk olabilirdi. Birçok kadının birçok erkekle cinsel ilişki kurduğu grup evliliğinde babalık konumu belirsizdi. Çocuk annesini tanıyor ama babasını bilmiyordu. Dıştan evlilik gereği, akrabalar zorunlu olarak değişik klanlara ait olduğu için, çocuk her zaman annenin klanından sayılıyordu ve babanın akrabası sayılmıyordu.
Ana tarafının klanı, klan topluluğunun çıkış noktasıdır ve sonuç olarak, insan toplumunun evriminin kaçınılmaz bir evresidir. Anaerkil dönemde, kadın ekonomik ve toplumsal yaşamda erkeğe eşittir. (..)
Klanlar düzeninin en yüksek aşaması Mezolitik dönemde gerçekleşmiş ve Neolitik dönemde sürmüştür.'' (Sayfa: 31)
*
''Erken Neolitik dönemin başlangıcında (M.Ö. V. bin yıla doğru) balık avcılığı büyük bir önem kazandı. Kara ve deniz avcıları, deniz ve ırmak kıyılarına, göllerdeki adalara yerleştiler ve barınaklarını kıyı yakınlarında kazıkların üzerine kurdular. İnsanlar ağacın işlenmesini bu dönemde geliştirdiler: Sallar, tekneler, kütükten barınaklar yaptılar.
Buzullar geri çekildikçe, avcılar ve balıkçılar yeni bölgelere yerleştiler. Avustralya'nın ve Amerika'nın (Behring boğazından geçerek) nüfuslanması Mezolitik dönemde gerçekleşti; kuzeye doğru ilerleyen insanlar, Mourmansk yakınlarında Kuzey Buz Denizi'ne ulaştılar.'' (Sayfa: 32)
*
Klanlar düzeninin en yüksek aşamasında aletler ve silahlar:
*
''İlginç bir buluş da Avustralyalıların ve bazı Hindistan ve Kuzey Amerika halklarının kullandığı bumerang'dı: Bumerang havada dönerek giden ve kurbana birden darbe indiren kıvrık bir ağaç parçasıdır; atış boşa gittiği zaman avcıya geri dönenleri de vardır.
Ok ve yay bu dönemin en çok kullanılan silahlarıdır. (..) Değişik atış şekilleri vardı. Örneğin kuşlara nişan almak için avcılar sırtüstü yatıp yayı bacaklarının arasına alıyor ve kirişi elleriyle geriyorlardı. Birçok boy oklarını zehirliyordu. Kuzey Amerika Kızılderilileri yangın oku kullanıyordu.'' (Sayfa: 37)
*
Konut, kap kacak, giysiler:
*
''Çömlekçilik sanatını kadınlar yapıyordu. Bazı uluslarda, kadınların mutlak bir sessizlik içinde kaplarını yaptıkları kulübeye erkeklerin yaklaşmaları bile yasaktı. Demek ki çömlekçilik, işin cinsiyete göre bölünmesinde yer alıyordu.
Kilden kap kacağın ortaya çıkışı daha yerleşik bir yaşam tarzını göstermektedir, çünkü bu ağır ve kırılgan kapları sık sık taşımak olanaksızdı.'' (Sayfa: 39)
*
Üretimin örgütlenmesi:
*
''Klanlar düzeninin doruk noktasında, üretimin temel biçimi ilkel elbirliği (kooperasyon, ortaklaşa çalışma), yani klan üyelerinin ortaklaşa çalışmasıydı. Sürek avı, ağla balık avlama, örgütlü toplama gibi işler, ancak topluca yapılan işlerdi.'' (..)
''Kişisel eşyalar istenildiği gibi aktarılamazdı: Miras genellikle klanın içinde kalırdı; domuzunu boğazlayan biri akrabalarına et vermek zorundaydı; kimse bir şey biriktiremezdi, çünkü kamuoyu fazla olanın klan üyeleri arasında paylaştırılmasını isterdi.'' (Sayfa: 39-40)
*
Anaerkil klan:
*
''Grup evliliğinin kalıntıları, yasal zina, levirat (dul kadının ölü kocanın erkek kardeşiyle evlenme zorunluluğu) ya da sororat (dul erkeğe karısının ölümünden sonra onun kızkardeşiyle evlenmesi için tanınan hak) şeklinde devam ediyordu.'' (Sayfa: 42)
*
''Ev işlerinin yönetimini üstlenen, anaerkil büyük ailenin üretim etkinliğinin gerçek örgütçüsü durumunda olan kadına karşı büyük bir saygı gösteriliyordu; başkanlar bile kadınları dikkate almak zorundaydılar.
Klan örgütü tamamen demokratikti: Herkes klanda özgür ve birbirine eşitti. İlkel insanlar, haklar ve ödevler arasında bir ayrım yapmazlardı. Üretim, toplantılara ve sefere katılmak bir hak olduğu kadar ödevdi.'' (Sayfa: 43)
*
Klanlar düzeninin doruk noktasında tinsel kültür:
*
''İlkel müzik ancak etnografyanın verileri yardımıyla bilinebilir. En eski müzik aleti hiç kuşkusuz yaydı: Uçlarından biri, yankılanma kutusu görevi yapan ağıza sokuluyor, kirişe bir sopayla vurularak ses çıkartılıyordu. Daha sonra yankılanma için özel bir kutu yapıldı, bu da telli müzik aletlerinin doğuşuna yol açtı. İlkel insanın parmakla çalışan, telli, üflemeli ve vurmalı müzik aletleri de vardı. En yaygın müzik aleti tamtamdı. Müziğe, kimi zaman pandomime dönüşen danslar da eşlik ediyordu.
Sözlü gelenek (folklor) çok zengindi. Her tribünün, dünyanın ve ilk insanların kökenini, tribünün geçmişini, insanın doğayla savaşlarını, canavarlara ve devlere karşı kazandığı zaferleri anlatan efsaneleri vardı.'' (Sayfa: 46)
*
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
*
İLKEL TOPLULUK DÜZENİNİN DAĞILMASI SINIFLARIN VE DEVLETİN OLUŞUMU
*
''Gelişmiş tarım ve hayvancılık. Madenciliğin başlangıcı. Klanlar düzeninin dağılması ve sınıflara bölünmüş toplumun oluşumunun ilk nedeni, üretim güçlerinin ve özellikle ekonomik etkinliğin iki temel kolu durumuna gelen tarım ve hayvancılığın gelişimidir.'' (Sayfa: 50)
*
''..kadın ataları temsil eden ve temelde kadınlar tarafından yapılan ilkel tarımın koşulları içinde çok doğal olan anaerkini kanıtlayan kil heykelcikler vardı.'' (Sayfa: 51)
*
''..maden sanayiinin II. binin ortalarında gelişmesi, uzunlukları yüz metreyi bulan maden ocaklarının kazılmasına olanak sağladı. Bu dönemde bronzdan kazma ve orakların kullanılmasına karşın, bu alaşım da, tıpkı bakır gibi, taşı tahtından indiremedi.'' (..) ''Araba ilk kez çağımızdan 3000 yıl önce Yakın Doğu'da kullanılmaya başlandı. III. binin ikinci yarısından itibaren, Doğu Avrupa steplerinde biliniyordu: Dnyepr nehrinin sağ kıyısında bulunan bir kurganda, o dönemden kalma iki tekerlekli, ağaçtan yapılmış bir araba bulundu. Disk biçimli, kocaman, yekpare tekerleklerinde yuvarlak dingil delikleri vardı. Bu ağır araca öküzler koşuluyordu. Hızlı atların çektiği hafif arabaların yapımına olanak sağlayan parmaklıklı tekerlekler ancak II. binin başlarına doğru bulundu.'' (Sayfa: 52)
*
Ataerkil kölelik:
*
''Kölelik, insanın insan tarafından sömürülmesinin ilk biçimidir.'' (Sayfa: 54)
*
Tecimsel (ticari) üretim:
*
''Hindistan, İran Mezopotamya ve Mısır'da III. binden itibaren, kaplarını elle yapmak yerine bunları ''çömlekçi çarkı'' adı verilen bir döner disk üzerinde biçimlendiren meslekten çömlekçiler ortaya çıktı. Balkanlarda çark ancak II. binden itibaren kullanılmaya başlandı. Türkmenistan'da bulunan, çarkta yapılmış en eski kaplar aynı dönemden kalmadır. Çömlekçiler, toprak kapları pişirmek için özel bir fırın kullanıyorlardı.
Çömlekçilere, dökümcülere, demircilere daha sonra dülgerler, dokumacılar, cevahirciler ve taş yontucular vb. eklendiler. Böylece birçok iş kolu ev ekonomisinden ayrılıp, uzmanların eline geçti; zanaat, tarımdan ayrıldı.'' (..) ''Zanaatçı, ürünün değerini, bunu üretmek için harcanan emeğin niceliği ile ölçen ilk insandır.'' (Sayfa: 55-56)
*
Anaerki'nden ataerki'ne geçiş:
*
''Kadının, klanlar düzeninin en üst aşamasında, erkekle aynı haklara sahip olmasına, ilkel tarımcılarda aileyi yönettiği için daha üstün bir yeri olmasına karşın, hayvancılık ve tarımın temel ekonomik dallara ayrılması, çoban ve çiftçi erkeğe toplumda bir üstünlük sağladı. Kadının durumu ev işleriyle sınırlanacak duruma düştü, ki bu ev işlerinin birçoğu da meslekten, erkek zanaatkârların eline geçmişti. Böylece, ancak önemsiz birkaç ev işini elinde tutan kadın üretimden kesinlikle dışlandı. Öte yandan, ev işlerinde giderek daha çok köle kullanılması da kadının konumunu köleninkine yakın bir yere indirgedi. ''Evde bile, der Engels, yönetimi eline erkek aldı; kadın yerini yitirip köleleşti ve erkeğin zevkinin kölesi ve basit bir üreme aracı durumuna geldi.''..'' (Sayfa: 57)
*
''Kadının yerini yitirişi, kimi burjuva tarihçilerinin ileri sürdüğü gibi, erkeğin ''doğal'' üstünlüğünden ileri gelmedi; bu durum, ekonomik bir devrimin sonucudur. Bu nedenle Engels şöyle yazar: ''Kadının özgürlüğünün gerçekleşebilir olması için, kadının geniş bir toplumsal ölçekte üretime katılabilmesi ve ev işlerine pek az vakit ayırması gerekir.''..'' (Sayfa: 58)
*
Askeri demokrasi:
*
''Zenginlerin ve ileri gelenlerin üstünlüğü kendini kabul ettirdikçe, eski klanlar demokrasisi yerini bir siyasal üstyapıya bıraktı: Askeri demokrasi. Klan gibi o da bir başkan, bir yaşlılar kurulu ve halk meclisi tarafından yönetiliyordu. Ama bir başka özelliği vardı bu kuruluşların.
Büyük başkan, en zengin ataerkil ailelerin başkanları arasından seçiliyordu; daha sonra, bu görev, şu ya da bu ileri gelen ailenin sınırları içinde kalıtım yoluyla aktarılmaya başlıyordu. İktidarı kişisel saygınlıktan çok zenginliğe, akraba, köle ve haraç ödeyen insanların sayısına dayanıyordu. Otoritesini acımasız bir barbarlıkla destekliyordu.'' (Sayfa: 63)
*
''Savaş nitelik değiştirdi: Eskiden sınır çiğnenmesi olayının öcünü almak ya da av alanını genişletmek için savaşılıyordu, oysa şimdi savaşın amacı vurgun ve çapuldu; zenginleşme bir meslek durumuna geliyordu.'' (Sayfa: 64)
*
Devletin doğuşu:
*
''Sınıflar ve devlet değişik koşullar ve değişik evrelerde ortaya çıktı. Örneğin, sulama sayesinde, Nil vadisinde yaşayan insanlar, Bronz Çağı'ndan da önce, sınıfların oluşumuna olanak veren bir iş verimliliğine ulaştılar. Bu bölgede ve aynı şekilde Mezopotamya'da, M.Ö. IV. binlerin sonunda Eneolitik dönemde devlet ortaya çıktı.
Başka yerlerde, tarım ve büyük hayvancılığın evrimi, Hititlerde ve öteki Asya uluslarında olduğu gibi, toplumun sınıflara bölünmesini Bronz Çağı'nda gerçekleştirdi. Ama Avrupa, Asya ve Afrika'da yaşayan ulusların büyük bir çoğunluğunda, klanlar düzeninin yıkılması ve sınıfların oluşması ancak demirin işlenmeye başlanmasından sonra meydana geldi.
Yeni Dünya'nın durumuna gelince, Amerika'nın keşfi sırasında, tribülerin ancak küçük bir bölümü (özellikle Meksika ve Peru'da) klanlar düzeninin yıkılış sürecini tamamlamış ve ilk devletlerini kurmuşlardı. Ger kalan kesim henüz demiri bilmiyordu.'' (Sayfa: 66)
*
DOĞU
*
BEŞİNCİ BÖLÜM
*
GİRİŞ
*
''Doğunun eski ülkeleri: İlk devletler doğuda kuruldu. İlkçağ'ın Doğu'su, Mısır'dan Çin'e uzanan ve Asya'nın güney kesimi ile Afrika'nın kuzeydoğusunu kapsayan geniş topraklardır. Burada yaşayan ulusların tarihi bize ilkel toplumların sınıflara bölünmesine dayalı en eski köleci devletlerin doğuşu ve gelişimine ilişkin bilgiler verir.
Söz konusu ülkelerin özel doğal koşullarını verimli vadiler, geniş çöl bölgeleri ve sıradağlar oluşturur. Bu sulak ve büyük vadiler (havzalar) beş tanedir: Kuzey Afrika'da Nil vadisi; Asya'nın güneybatısında, Basra körfezine komşu Dicle-Fırat (Mezopotamya) havzası; Hindistan'da Ganj ve İndus havzaları ve Çin'de Hoang-ho. Nil havzası batıda Büyük Sahra çölü ile sınırlıdır; Mezopotamya batıda Arap çölüne, doğuda Zagros dağlarına sınırdaştır; Hoang-ho havzası kuzey ve kuzeybatıda Moğolistan çöllerine ulaşır.
Bu havzalar tarıma elverişlidir. Kabaran akarsular tarlaları bol bol sular, illim sıcak, toprak zengin ve işlenmesi kolaydır. Bu nedenle, sabanlı yerleşik tarım başka yerlere göre burada daha erken başladı ve daha çabuk gelişti.
Tarihin akışı içinde, İlkçağ Avrupa ülkelerinin evrimi üzerinde büyük bir etkisi olan en eski uygarlıkları Doğu toplumları yarattı. En etkili uygarlıklar Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları ile Filistin ve Suriye gibi ara ülkelerin uygarlıkları idi. Akdeniz bölgesinde bulunan bu ülkelerin, aralarında Avrupa'nın kıyı ülkeleri de olmak üzere komşularıyla ticaret ve kültür ilişkileri vardı; bu ülkelerde yaşayan tribüler ve halklar, Mısır, Mezopotamya, Filistin, Suriye ve Hindistan'dan kültür ögeleri aldılar. Bu alıntılar aşamalı bir şekilde Avrupa'nın modern halklarına da geçip Avrupa uygarlığının temelini oluşturdular.
Doğu'nun tarihi, köleci toplum ve devletin oluşumuyla, yani M.Ö. IV. binin sonunda başlar.'' (Sayfa: 69)
*
Doğu'nun eski tarihinin kaynakları:
*
''Herodotos'un yazılarının, XIX. yüzyıl başlarının yapıtlarına yansıya ciddi yanlışları vardır. Herodotos, Pers krallarının çağdaşıydı, ama Mısır ve Mezopotamya tarihinin başlangıç evreleriyle arasında 2.500 yıl vardı; bunun dışında, Doğu dillerini bilmiyordu. Perslerle ilgili olarak verdiği bilgiler gerçekten değerli olmasına karşın, Mısır üzerine anlattıkları yüzeysel, çelişkili ve masalsıdır. Herodotos'un yapıtı, ancak Doğu'nun eski tarihinin en son evresi için kaynak olarak kullanılabilir. Aynı durum daha büyük oranda, şu ya da bu soruna ilişkin olarak tek tek bilgiler veren daha yeni yazarlar (Strabon, Diodoros, Ploutarkhos) için de söz konusudur.'' (Sayfa: 71)
*
''XIX. yüzyıl sonları ile XX. yüzyıl başlarında yapılan kazılar Doğu'ya ilişkin bilgilerimizi daha da zenginleştirdi. J. de Morgan, Mısır ve Batı İran'da sınıflı toplumların doğuşundan önceki döneme ait yapılar ortaya çıkardı; İngiliz Flinders Petrie başta Kahun kentinin kalıntıları olmak üzereMısır'daki kentleri inceledi; Küçük Asya'da, Winckler ve Macridy Bey, Boğazköy yakınlarında Hititler'in başkenti Hattuşaş'ı ortaya çıkardılar.'' (Sayfa: 71-72)
*
''Eski Doğu dillerindeki metinler son derece çeşitlidir. Bunları belli başlı iki bölüme ayırabiliriz: Belgeler ve anlatılar. Belgeler yasalarla ilgilidir. XIX. yüzyıl bilginleri, İncil'de yer alan İsrail hukukunun dışında, İlkçağ Doğu devletlerinin yasalarını bilmiyorlardı. Babil kralı Hammurabi'nin yasaları 1901-1902 yıllarında bulundu. Daha sonra, bilim, Mezopotamya, Hitit ve Asur krallarının öteki yasalarıyla (genellikle parçalar) zenginleşti; son zamanlarda, Touna el-Cebel'de (eski Hermopolis) mülkiyet, kira ve mirasa ilişkin Mısır yasalarının parçaları bulundu.'' (Sayfa: 76)
*
ALTINCI BÖLÜM


SUMER VE AKKAD
*
''Mezopotamya'nın Coğrafyası: Grekçe, ''ırmakların ortasındaki ülke'' anlamına gelen ve Dicle-Fırat havzasını kapsayan Mezopotamya, dünyanın en eski devletleri arasında yer alan devletlerin beşiğidir.
Dicle ve Fırat, Doğu Anadolu'nun dağlarından doğarlar. Başlangıçta birbirine yakın olan bu iki ırmak daha sonra birbirlerinden uzaklaşır ve bugünkü Irak'a girince tekrar yaklaşırlar. Mezopotamya adı verilen havza burada başlar. Bu havza ikiye ayrılır, Yukarı ve Aşağı Mezopotamya doğal koşullar bakımından farklıdırlar.'' (Sayfa: 82)
*
Aşağı-Mezopotamya'da sınıfların ve devletlerin oluşumu:
*
''Mezopotamya'nın en eski köyü, ülkenin kuzeyinde, Tell-Hassoun'da bulundu: Köy Neolitik dönemden, M.Ö. V. binlerden kalmadır. İlkel tarım yapılması için yeterli yağış alan bu bölgeye çiftçiler ve hayvancılar yerleşmişti. Birçok bilgin, bu insanların IV. binin başlarında Aşağı Mezopotamya'ya (Sumer) buradan girdiklerini ve Fırat'ın alt kesiminde bataklık toprakları değerlendirmeye başladıklarını düşünmektedir.
Sumer'in eski halkı su taşkınlarının erişemeyeceği yüksek yerlere yerleşmişti. Balıkçılık, kazma tarımı ve hayvancılıkla geçiniyor, boyalı seramik ve bakır aletler (zıpkın, bıçak) yapıyorlardı. İnsanlar kil ve kamıştan yapılmış kulübelerde oturuyor ve mezarlardan çıkan eşyaların benzerliğinin de kanıtladığı gibi toplumsal ve servetsel farklılıkları bilmiyorlardı. Bulunan birçok küçük kadın heykelleri, Sumer'de anaerkilin IV. binin ilk yarısına kadar sürmüş olduğunu gösteriyor.'' (Sayfa: 83)
*
Akkad krallarının egemenliği altında Mezopotamya:
*
''Sargon işe Akkad'ı birleştirmekle başladı. Kiş'in ve bütün Akkad devletlerinin kralı olunca, güneye birçok başarılı seferler yaptı. Lugalsaggisi'yi yenerek Ur ve Lagaş'ı ele geçirdi ve bütün Sumer'i boyunduruk altına aldı. Sargon ve onun ardından gelenlerin iktidarları döneminde ilk birleşik Mezopotamya Krallığı kuruldu.'' (Sayfa: 91)
*
YEDİNCİ BÖLÜM


BABİL
*
''Babil İmparatorluğunun kuruluşu: Eski Babil İmparatorluğu'nun yaşadığı dönem (M.Ö. 1894-1595 arası), Mezopotamya tarihinin önemli bir bölümüdür. Mezopotamya'nın güney kesimi, 300 yıl boyunca, ekonomik gelişme ve siyasal etki bakımından yüksek bir düzeye ulaştı. İlk Amorri kralları döneminde küçük, önemsiz bir kent olan Babil büyük bir ticari, kültürel ve siyasal merkez oldu ve bu yönetici niteliğini, uğradığı felaket ve talihsizliklere karşın, Helenistik döneme kadar korumasını bildi.
Babil iktidarı döneminde Mezopotamya'nın birleştirilmesi yüz yıl boyunca sürdü ve hanedanın altıncı kralı, ünlü Hammurabi zamanında gerçekleşti.'' (Sayfa: 94)
*
''Babil kralları, III. Ur hanedanının, İsin ve Larsa krallarının yönetimsel ve siyasal deneyimlerinden yararlandılar. Bu durum belirgin bir şekilde hukuk alanında görülür. Hammurabi yasası, Lipitiştar'ın yasalarının bazı maddelerinin tümüyle alınmasıyla yeniden oluşturuldu; alım-satım ve borç senetleri Sumer kalıp ve sözcüklerini koruyordu. Bununla birlikte, Hammurabi yasaları yeni kurumları da içermektedir.
Despotik devleti sağlamlaştırmak için yeni bir ideoloji oluştu. Bütün imparatorluğa yeni bir din yayıldı: Yüce Tanrı Marduk'un dini. Marduk eskiden Babil tanrısı idi. Rahiplerin yardımıyla, bu konuda mitler üretildi, bu mitlere gözden geçirilen eski Sumer efsaneleri de katıldı. Böylece Marduk yüce tanrı durumuna geldi.'' (Sayfa: 95)
*
''Hammurabi yasaları, Mezopotamya tarihinin çok önemli bir kalıntısı ve ayrıca, hangi toplumsal toplulukların kralları desteklediğini, öncelikle hangi çıkarları savunduklarını gösterdiği için o dönemin toplumsal yapısını açıklayan çok değerli belgelerdir.'' (Sayfa: 96-97)
*
SEKİZİNCİ BÖLÜM


BABİL UYGARLIĞI
*
Babil uygarlığının düzeyi: Babil uygarlığı deyimi Aşağı Mezopotamya uygarlığını da kapsamaktadır. Ülkenin tarihsel evrimi boyunca, M.Ö. IV. binle, eski Babil İmparatorluğu'nun sonu arasında kalan dönemde oluştu. Başlıca öğeleri, Sumerlerin önce Akkadlar, sonra Babilliler tarafından kabul edilen ve geliştirilen kültürel yaratılarıdır; bu nedenle bu uygarlığı Sumer - Babil uygarlığı adıyla tanımlamak daha doğru olur. Bu uygarlık Asur ve Kalde uygarlıklarına da temel oldu, ancak bu uygarlıklar tarafından aşılamadı. Babil uygarlığı, zamanımızdan iki bin yıl önce, komşu ülkeler üzerine büyük bir etki yaptı. Suriye, Fenike, Filistin ve Hurriler ile Hititler bu uygarlığın etkisinde kaldılar. Asurlular ve Kaldeliler döneminde, etkisi kuzeybatıdaki Ege denizi kıyısındaki ülkelere, kuzeye (Urartu) ve doğuya (İran) yayıldı. Babil uygarlığının İbraniler, Grekler ve Romalılar tarafından Avrupa uluslarına aktarılan önemli alıntıları modern Avrupa kültüründe günümüzde de sürmektedir. (Sayfa: 107)
*
Yazı: ''Çiviyazısının kurucuları Sumerler'dir. Akkadlar'dan başlayarak, sırayla Elamlılar, Babillilere, Asurlularave Hititlere geçmiştir. Fenikeliler kendi alfabelerini yaratmak için bu yazıdan yararlandılar. Aynı yazıyı Urartular da aldılar; bu yazı Mezopotamya'yı M.Ö. 530 yılına doğru ele geçiren Persler tarafından alınıp değişikliğe uğratıldı.'' (Sayfa: 108)
*
DİN:
*
''Babil dini, III. ve II. binlerin metinlerine göre, Sumer ve Sami ögelerinin bireşimidir. Bu nedenle bazı tanrıların çift adları vardır. En önemlileri, eskiden Sumer ve Akkad kentlerinin yerel tanrıları olan ''büyük tanrılar''dır. Bunlar, Sumerlerin en önemli tanrısı olan toprak tanrısı Enlil; Uruk tanrısı Anum; Eridu tanrısı Ea'dır. III. binlerden başlayarak rahipler Anum'a gökler krallığını, Ea'ya denizler ve yeraltı suları krallıklarını vererek bu üç tanrıyı Yüce Üçlü'de birleştirmişlerdir.
Bu Üçlü'nün dışında, bütün ülkede kabul edilmiş bir başka tanrılar topluluğu vardı: Güneş'in tanrısı Şamaş (Sippar'ın tanrısı), Ayın tanrısı Sin (Ur'un tanrısı) ve iki tarım tanrısı: Tammuz ve karısı İştar.
Tammuz ile İştar bitki örtüsü ve bolluk tanrılarıydılar. Her yıl Tammuz'un ölümü ve dirilişi kutlanırdı. Bu kutlamalar sırasında İştar'ın bulunduğu dinsel oyunlar oynanırdı: İştar kocasının ardından ağlar, ''dönüşsüz-toprak''a inip kocasını arar, karanlıklar ülkesinin tanrıçası Ereşkigal'la savaşır, Tammuz dirilir ve yeryüzüne çıkar. Komşuluk topluluklarında, bu bayramlar tarım çalışmalarının başını ve sonunu simgeliyordu; bir rahibin yönetiminde bütün topluluğun katıldığı dramatik ayinlerin amacı, ekimin başarılı ve ürünün bol olmasını sağlamaktı. Büyük kentlerde, halkın katıldığı törenler, sayısız kurbanın sunulduğu büyük bir ayinle sona ererdi.
Şamaş ve Sin, kırsal kesimlerde üretimle de ilgiliydiler: Şamaş kültü tarımla, Sin kültü hayvancılıkla ilgiliydi. Ama resmi pantheonda (tanrılar tapınağı) Şamaş adalet tanrısı görevini yüklenmişti. Sippar'daki baş tapınağı yüksek mahkemenin toplantı yeriydi ve yanında hukuksal sözleşmeler için bir ambar vardı.'' (Sayfa: 108)
*
Sumer-Babil edebiyatı: Babil edebiyatının en güzel yapıtlarından biri Gılgamış adlı epik şiirdir. Gılgamış adlı kahramanın serüvenlerinden söz eden ilk metinler Sumerceydi; hiç kuşkusuz rahip sınıfından olan Babilli yazarlar bu metinleri işleyip geliştirdiler. Böylece, her biri kendi başına bir bölümü kapsayan ve on iki büyük tablete yazılmış olan Gılgamış Destanı ortaya çıktı. Düşüncesi ve şiirsel nitelikleri bu yapıtı dünya edebiyatının başyapıtları arasına sokmaktadır.
Bu şiirin dinsel tören yapıtlarıyla bir ilgisi yoktur. Ne belli bir mitosa, ne de bir ayine bağlıdır. Yazarı hayat ve ölümle ilgili bağımsız bir yapıt yaratmak için yalnızca halk masal ve efsanelerinden yararlanmıştır. (Sayfa: 110)
*
''Bir Sabalı kadın yolunu keser ve ona boş bir amaç peşinde koştuğunu ve ölümsüzlüğün yalnızca tanrılara özgü olduğunu söyler. Kadın ona geri dönmesini ve hayatın tadını çıkarmasını öğütler. Ama Babil soylu sınıflarının doruklarında hiç kuşkusuz pek yaygın olan bu öğüt Gılgamış'ı kandırmaz. Yoluna devam eder ve Utanapiştim'e ulaşmayı başarır, ama o da Gılgamış'ın yüreğine su serpecek bir şey söylemez. Şuruppak kralı olduğu sırada, insanlara kızan tanrıların yeryüzüne tufan gönderdiklerini anlatır. Utanapiştim ve ailesi dışında bütün insanlar yok olurlar. Kendisini seven Ea felaketi önceden haber verdiği ve bir gemi yapmasını öğütlediği için kurtulmuşlardır. Tufan sona erince, tanrılar, kralı ve eşini huzurlarına kabul ederler ve onlara ölümsüzlük armağan ederler.'' (Sayfa: 112)
*
Bilimsel bilgilerin tohumları:
*
''Eski Babil İmparatorluğu döneminde, gündelik yaşamda ve ekonomide uygulanan bilimsel tohumlar vardı Aşağı-Mezopotamya'da. Bunlar özellikle astronomi ve matematikle ilgiliydi ve toprak ölçmenin, sulama şebekesinin düzenlenmesinin yanı sıra ticaret ve tefecilik işlerinde de kullanılıyorlardı.
Mezopotamya'da III binler ile II. binin başlarında başlayan ve bunlardan sonraki dönemlerde geliştirilen astronomi çalışmaları önce Greklerin, sonra Arapların astronomi çalışmalarının temelini oluşturdu, Avrupa astronomisinin de kaynağında Mezopotamya bulunmaktadır. Öyleyse modern astronomi biliminin çıkış noktası Babil astronomisidir.'' (Sayfa: 113)
*
''Yaşam gereksinimleri, II. binin başında, matematiğin belli bir gelişimine yol açtı. Babil matematiğinin önemli bir uygulaması ''durum sistemi'' adlı sistemdir. Sayının içindeki yerine göre aynı rakamın değişik değerleri olacağına ilişkin bilgi. Bu konuda, Babilonya eski Yunan ve Roma'dan daha ileriydi. Ama matematiğin gelişimi altmışlı sayılama yüzünden büyük ölçüde engellendi. Bunun gerçek kaynağı bilinmiyor: Belki de zamanın hesaplanmasının sonucu olan ''kutsal'' sayılar kategorilere bağlıdır: Ayın evrelerine göre gün sayısı olan 7 ve yılın ay sayısına göre 12, kutsal sayılardı. Bu sistemde 60 sayısının (60: 12*5) bulunması, ilkel dönemde geniş ölçüde kullanılan parmak hesabıyla yapıldığını göstermektedir. Matematik bilgisine gelince, II. binin başlarında Babilliler aritmetik dört işlemini, kare almayı ve karekök çıkarmayı, bunların yanı sıra yüzölçümü hesaplamak için gerekli geometri bilgilerini biliyorlardı. Geometri formülleri, toprak, tarla, bağ, bahçe ölçümünde kullanılıyordu. Üzerinde ilgili hesaplar bulunan planlar bulundu.'' (Sayfa: 114)
*
Plastik sanatlar:


''Alçak-kabartma ve heykelcik bu dönemin plastik sanat örnekleridir. Alçak-kabartma üslubu ilkeldir: Gövde karşıdan, yüz yandan, bacaklar yandan ve birbiri arkasına. Bütün insanların tipi aynıdır, ama Sumerlerin giysileri Akkadlarınkinden belirgin şekilde farklıdır. Patesi ve kralların heykelleri gövdenin iriliğiyle ayırt edilir, üzerinde daha özenle çalışılmış olan başlar bir canlılık izlenimi vermektedir.
hayvan tasvirleri daha doğal, daha zarif ve daha orantılıdır. Bunun nedeni, hayvan resimleri sanatı geleneğinin daha eski olması ve Erken Paleolitik dönemde başlamasıdır.'' (Sayfa: 115)
*
DOKUZUNCU BÖLÜM
*
ESKİ MISIR
*
Mısır'ın ilk halkı: ''Nil vadisi tribüleri değişik etnik topluluklardan geliyordu, Mısır'ın ilk halkını ortaya çıkaran antropolojik araştırmaların kanıtladığına göre bu topluluklar Libyalıların Zencimsilerin ve hatta Güney Filistin'de yaşayan Sami tribülerin akrabasıydılar.
Antroplojinin verileri, çeşitli gömme türleri bulunduğunu kanıtlayan arkeolojik belgelerle doğrulandı: Nil'in orta kesiminde yaşayan ve ''tasiyen'' adı verilen uygarlığın tribüleri ölülerini özel mezarlara gömüyorlar ve yanlarına yiyecek dolu kaplar bırakıyorlardı; oysa Kuzey Mısır'da (Heluan ve Merimde bölgeleri) oturan halk, ölülerini kulübelerinin zeminine gömüyordu, cesetleri yüzleri Nil'e dönük biçimde yan yatırıyorlar ve hiç kuşkusuz ölülerin ruhlarının canlıların yiyeceklerini paylaştıklarını düşündüklerinden olacak, yanlarına yiyecek bırakmıyorlardı. Nihayet, Eski Mısır dilinin çözümlenmesi -M.Ö. 3000 yıllarından kalan kalıntıların izin verdiği ölçüde- bu dilin Şamitik öğelerden başka Sami ögeleri de kapsadığını bir ölçüde kanıtlamaktadır.
Bütün bunlar, Mısır ulusunun batı, güney ve doğudan gelen tribülerin karışması sonucu Nil vadisinde oluştuğunu tahmin etmemize yol açmaktadır.'' (Sayfa: 118)
*
ON BİRİNCİ BÖLÜM
*
ORTA İMPARATORLUK MISIR'I
*
Toplumsal ilişkiler:
*
''Güçlüler, ezilmiş çiftçilerin, zanaatçı ve kölelerin isyanından korkuyorlardı. Toprağın, ayaklarının altından kaydığını, firavunun ''kutsal'' iktidarı inancının ve bizzat tanrılardan korkunun zayıfladığını hissediyorlardı. Çünkü resmi din, görkemli törenleri ve kalabalık rahipleriyle halka yabancıydı. Rahipler, köylü ve kölelerin zorunlu çalışmalarıyla ve tapınaklar yararına yükseltilen vergilerle geçiniyorlardı.
Bu gerilim, XII. Sülale'den pek az sonra, Orta İmparatorluğun yılmasına yol açan karışıklıklarla sonuçlandı.'' (Sayfa: 134)
*
MÖ. XVIII. yüzyılın ortalarında köylü ve kölelerin ayaklanması: (..) İki yazınsal metnin dile getirdiği olaylar belki de bu döneme aittir. Bunlardan biri, Neferti'nin Kehânetleri Leningrad Ermitage müzesindedir; Leyde'de bulunan Bir Bilgenin Uyarısı'nda yazar canlı betimlemelerle olayları krala ulaştırmayı amaçlamaktadır. (..)
Bir Bilgenin Uyarısı, köylülerin, zanaatçıların ve kölelerin bütün Mısır'ı saran kitle ayaklanmalarını anlatır. Asiler ellerinde avuçlarında hiçbir şey olmayan yoksullardır; asiler, kralı tutuklarlar, zenginleri saraylarından kovarlar, firavun mumyalarını mezarlarından çıkartıp atarlar, tapınakları işgal eder ve dinsel törenlere son verirler. Krallık, senyör ve rahiplerin ambarlarını işgal ederler, buldukları buğdayları ulusal mülk ilan ederler. Zenginlerin konutlarına yerleşen asiler efendilerinin giysilerini giyip takılarını takarlar ve onları kendileri için çalışmaya zorlarlar. İpoour'un deyimine göre ''dünya çömlekçi çarkı gibi dönmüş''tür. Asiler adalet sarayını işgal ederler, senetleri yırtıp atarlar, yasa tomarlarını sokağa fırlatırlar, ürün listeleriyle birlikte yazıcıları ortadan kaldırırlar. Kralın sarayı gelirsiz, tapınaklar sungusuz kalır. Kaynaklar, tahttan indirilen firavunların yerine nasıl bir iktidar kurulduğundan ne yazık ki söz etmiyorlar.'' (Sayfa: 134-135)
*
ON İKİNCİ BÖLÜM
*
YENİ İMPARATORLUK MISIRI
*
Fetihlerden sonra toplumsal ilişkiler: Fetihler toplumsal ilişkileri önemli ölçüde etkilediler. Önceliği iki kesim paylaşıyordu: Saray soyluları ile yüksek rahipler sınıfı. Yüksek rahipler sınıfı ele geçirilen ülke ve halkların sırtından müthiş zenginleşmiş ve üstelik mülklerinin genişlemesiyle gücünü artırmıştı. Topraklarının büyük bir bölümü üzerlerinde yaşayan insanlarla birlikte tapınaklara bırakılmıştı.
Böylece, tapınaklar büyük toprak sahipleri durumuna geldiler. (Sayfa: 139)
*
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
*
MISIR UYGARLIĞI
*
Yazı: Mısır yazısının büyük bir tarihsel önemi vardır. M.Ö II. binlerin ikinci yarısında 24 harften oluşan alfabetik Fenike yazısına modellik yaptı. (Sayfa: 148)
*
Teknik ve bilim tohumları:
*
''Tıp Mısır'da önemli ilerlemeler gösterdi. Dinsel töreye göre cesetleri mumyalamak için açmak zorunluluğu, anatomiyi öğrenmeye olanak sağladı ve bu da, fizyolojinin ve tıp bilimlerinin tohumlarını attı. Mısır hekimleri hastalıkların nedenini organların bozulmasına bağlıyorlardı, ama büyüden de vazgeçmiyorlardı; reçetelerinde büyüsel yöntemlerle katıksız tıbbi öğütler yan yana görülür.'' (Sayfa: 152)
*
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM


HİTİT İMPARATORLUĞU
*
Kaynaklar: Hitit İmparatorluğu, daha sonra Kapadokya adını alan Halys (Kızılırmak) havzasında kuruldu, Nil ve Fırat'a oranla daha küçük bir ırmak olduğu için ülkenin doğal koşulları sulamalı tarıma elverişli değildi. Hititler bağ ve bahçelerini sulamak için küçük kanallar açmayı öğrenmişlerdi ama tarım onlarda hayvancılıktan sonra geliyordu. Dağlardaki otlaklarda büyük at ve koyun sürüleri yetiştiriyorlardı: Bu bölge, M.Ö. III. binlerden bu yana üstün nitelikli yün üretir.
Kapadokya maden (özellikle gümüş) bakımından zengindi ve madencilerin üstün sanat yetenekleriyle de ünlüydü; dağlarda bol miktarda ağaç ve taş vardı.
M.Ö. III. binde, ülkeye adını veren Hatti tribüleri yaşıyordu; konuştukları dil (protohitit dili diyoruz) Kafkasötesi dillerle akrabaydı; zaten Hattilerin maddi kültürleriyle Kafkasötesi ilkçağ tribülerinin maddi kültürleri arasında sayısız benzerlikler vardır. Daha sonra, hiç kuşkusuz, III. ve II. binlerde, Küçük Asya daha başka ilkel topluluklar tarafından istila edildi: Hint-Avrupa dilleri konuşan Nesitler ve Luitler. Ama Hatti ülkesini işgal ettikten sonra kendilerine Hitit adını verdiler. (..)
Hattuşaş daha sonra Hitit İmparatorluğu'nun başkenti oldu. (Sayfa: 153)
*
''Hitit tarihinin başlangıç dönemi hakkında az şey biliyoruz. Bu az bilgiye göre, M.Ö. XVII. yüzyılın ikinci yarısında, köleler ve özgür insanlar arasında bir savaş çıktığını, ''kralın oğullarının köleleri''nin ayaklanarak efendilerinin evlerini yaktıklarını ve ''kanlarını döktükleri''ni anlıyoruz. Hiç kuşkusuz egemen sınıf şiddetli bir uyuşmazlıkla parçalanmıştı. Bu uyuşmazlık taht üzerinde hak iddia edenlerin arasındaki düşmanlıktan kaynaklanıyordu.'' (Sayfa: 154)
*
''M.Ö. 1200 yıllarına doğru Hitit İmparatorluğu yıkıldı. Hititler'in müttefiği olan Troya kenti aynı dönemde Akhalar'ın eline geçti. Akhalar ve öteki ''deniz ulusları'' Mısır kıyılarına saldırıya geçtiler ve Filistin'e çıktılar.'' (Sayfa: 159)
*
Hitit Uygarlığı:
*
''Hitit uygarlığı çok çeşitliydi: Halk değişik diller (protohitit, hatti-nesit, luit, vb.) konuşuyor ve iki yazı sistemi (Samiler'den alınan çiviyazısı ve hiyeroglif) kullanıyordu.
Hititler birçok tanrıya inanıyorlardı, ama bunların arasından üç tanesi özellikle önemliydi: Büyük Ana-Tanrıça, Fırtına Tanrısı ve Babil'in Tammuz'u benzeri ölüp dirilen Telepinu'' (Sayfa: 159)
*
''Kumarbi tanrıların kralıydı; ama öteki tanrılar onu iktidardan uzaklaştırmak istedikleri için, o, kendisine güvenebileceği bir yardımcı yaratmaya karar verir. Bir yiğide, güçlü kuvvetli bir ana yaraşacağı için, Kumarbi bir kayayla evlenir ve kaya ona Ullikummi adında bir oğul doğurur. Babası onu kimsenin haberi olmadan bir deniz mağarasında büyütür. Ama tanrılar onun varlığını öğrenirler ve baştan çıkarmaya karar verirler.
Takıp takıştıran, sürüp sürüştüren tanrıça İştar, kaya-devin karşısına geçip şarkı söyler. Ama bir sonuç sağlayamaz, çünkü Ullikummi hem gözsüz, hem de kulaksızdır. Umutsuzluğa kapılan tanrıça bütün mücevherlerini fırlatıp atar.
Bilginlerin kanısına göre, başta Zeus'un babası Kronos mitosu olmak üzere, Kumarbi efsanesinin Grek mitosları üzerinde etkisi olmuştur.'' (Sayfa: 160-161)
*
ON BEŞİNCİ BÖLÜM


FENİKE VE FİLİSTİN
*
Fenike devletlerinin kaynağı:
*
Fenike adı, Suriye'nin Tyr'den Ugarit'e uzanan ince kıyı şeridini simgeler. Doğuda ormanlarla kaplı Lübnan sıradağları uzanır. (..)
Fenikeliler gözüpek denizci, çalışkan tüccar özellikleriyle tanınıyorlardı.
Grek tarihçilerinin kullandıkları ''Fenikeliler'' adı saymaca bir deyimdir; bu yörenin yerlileri bu adı kullanmıyorlardı. Ataları III. bine kadar Filistin'in güneybatısında yaşıyorlardı. Sami dilleri konuşan birçok boylara bölünmüşlerdi. III. binlerde Akdeniz kıyısı boyunca kuzeye doğru ilerlemeye başladılar.
Bu boylar Suriye kıyısında ilk yerleşim yerlerini, gelecekteki Ugarit, Gebal (Grekçe Byblos) ve Sidon kentlerini kurdular. Tsor (Grekçe Tyr) daha sonra kuruldu. (..)
Klan topluluklarının komşuluk topluluklarına dönüşmesiyle, toplumsal sınıfların doğuşu ve Fenike devletlerinin kuruluşu arasında bir bağlantı vardır. Bu süreçle ilgili elimizde hiçbir bilgi yok; bir efsaneye göre, Sidon'un kurucusu ve ilk kralı kendisine ait bir ordusu olan Keret'ti; Sidon'da boyların tanrılarının onuruna yapılmış tapınaklar vardı.'' (Sayfa: 162)
*
Fenike krallıklarının ekonomik, toplumsal ve siyasal düzeni:
*
''Fenike hükümdarları kendilerine bir kutsallık mâl edinmişlerdi. Örneğin Sidon kralları soylarını tanrılara bağlıyorlardı (Ünlü Kral Keret kendini tanrı sayıyordu); Gebal'in kurucusu sözümona tanrı El'di, Tyr'in en önemli tanrısının adı Melkart'tı (Fenike dilinde ''kentin kralı'') Resmi dinin örgütlenmesi bu teokratik ideolojiye uygun düşüyordu. Gebal, Ugarit, Tyr ve Sidon kralları, aynı zamanda, kentlerinin büyük tanrılarının rahipleriydiler ve dinsel törenlere bizzat başkanlık ediyorlardı. Ama Babilonya ve Mısır hükümdarları kadar mutlak despot değildiler.'' (Sayfa: 164)
*
FENİKE UYGARLIĞI:
*
''Devlet dini ile halkın dini bir noktada birleşiyordu: Bitki örtüsü ve bereket tanrıları inancında. Her krallığın Baal ve Baalat'ı yalnızca ülkenin koruyucuları değiller, aynı zamanda, bitki örtüsünün ve bereketin tanrılarıydılar. (..)
Halk dininde en önemli yer, ''iyilikçi'' yağmur, toprağın bereketli, çift sürme ve ekim, hasat, ürün, buğday ve şarap ''tanrıları''na adanmış olan tarım dinlerindendi. Halk mitolojisine göre, tarla çalışmaları mevsimine göre bu tanrılar ya ''doğarlar'' ya da ''ölürler''di; ekim mevsiminden önce gelip kuraklık tanrısı Môt'yu yenen, yağmur yağdırıcı ''denizin oğlu'' Aleyin için de durum aynıydı. Çift sürme ve ekim, hasat ve meyve toplama, başarılarını ''güven altına alan'' büyü törenleri eşliğinde yapılıyordu.''
*
''Mitolojik şiirlerden başka, tarihsel edebiyat da vardı. Ugarit kazıları sayesinde, Sidon'un efsane kralı Keret'in destanını öğrenmiş bulunuyoruz.''(Sayfa: 166)


''Fenike uygarlığının en büyük başarılarından biri alfabetik yazının bulunması oldu. Denizcilik ve ticaretin gelişmesi, çivi ve hiyeroglif yazılarından daha basit, daha kullanışlı bir yazı gerektiriyordu. (..) Fenike harfleri daha sonra Grek, Arami, Latin, Rus alfabelerinin oluşumuna kaynaklık etti. Bilindiği gibi alfabe sözcüğü, Fenike alfabesinin ilk iki harfinden oluşmuştur: Alef (Boğa) ve beth (ev), bu harfler Grekçeye ''alfa'' ve ''beta'' olarak geçtiler.
Sesliler için işaretlerin bulunmayışı Fenike alfabesinin kusuruydu, ki aynı ilkeyi günümüzde İbrani ve Arap yazısı da benimsemiştir.'' (Sayfa: 166-167)
*
''Yahuda boyundan olan Davut'un komutasında savaş tekrar başladı. Yahuda kralı ilan edilen Davut, Kenan'ın güney ve orta kesimlerinde yaşayan İsrail boylarını kendi yönetimi altına aldı. Bu devlet İsrail ya da Yahuda adıyla tanındı.'' (Sayfa: 168)
*
''Süleyman'ın geniş şantiyeleri, sarayının bakımı, sürdüğü görkemli yaşam, uyruklarının zorunlu çalışmalarından ve soyulmalarından kaynaklanıyordu. Bu nedenle, saltanatının sonlarında, Filistin'de durumun çok gergin oluşu hiç de şaşırtıcı değildir. Kral, kuzey boylarının çıkarlarını umursamadığı ve yalnızca Yahuda aristokrasisini kayırdığı için bu gerginlik daha da artıyordu. Bu hoşnutsuzluk en büyük İsrail boyu olan Efraim'in isyanıyla noktalandı. Ayaklanma bastırıldı, ama Süleyman'ın ölümünden sonra tekrar başlayan ayaklanma, devletin M.Ö. 935 yılında iki krallığa (Yahuda ve İsrail) bölünmesiyle sonuçlandı.
İsrail krallığı iç savaşlarla altüst oldu. Elli yıl süren düşmanlıktan sonra taht halk milislerinin komutanı Omri'nin eline geçti (M.Ö. 890). Onun yönetim dönemi krallığın tarihinin en parlak dönemi oldu. (..) Bu hükümdar ve ardılları Fenike ile sürekli ilişkideydiler ve İsrail'i boyunduruk altına almak isteyen Damas'ın (Şam) Suriyeli krallarına karşı başarıyla savaşıyorlardı. Ama içerde durum karışıktı. Ağır vergilere, uzun bir kuraklığın ardından gelen açlık eklenmişti. Köylüler ayaklandılar, ayaklanma orduya da sıçradı. Omri'nin saltanatı yıkıldı ve krallığın durumu kötüye gitmeye başladı.''(Sayfa: 169)
*
İsrail ve Yahuda'da toplumsal düzen ve sınıf mücadelesi:
*
''Bir toplumsal devrime yol açmayan halk hareketleri, köleci aristokrasi için ciddi bir uyarıydı. Krallar, yoksulların durumunu yumuşatacak önlemler almak zorunluluğunu duydular. Bir yasa borç yüzünden köleliği altı yılla sınırlandırdı; savaş döneminde sayıları çok artmış olan dul ve yetimlerin ve ücretlilerin haklarını savunmak amacıyla yasalar çıkartıldı.'' (Sayfa: 172)
*
İsrail ve Yahuda uygarlığı:
*
''Yahova dini ''mezmurlar'' adı verilen birçok ilahi ve duanın ortaya çıkmasına yol açtı. Nihayet, özdeyişler, halk şarkı ve masalları toplandı. Bir düğün şarkıları derlemesi olan ''Neşideler Neşidesi'' bütün dünyada ün kazandı. Bilinmeyen yazarlar; M.Ö. I. binlerin sonlarında yaşamış olan Yahudalı tanrıbilimciler bunları Yahuda-İsrail tarihinin değişik kişilerine, efsane komutan ve peygamberlerine mal ettirler. Bu tanrıbilimciler, krallık dönemi yazınsal yapıtlarını ayıklayıp düzelterek, daha sonra Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitabı olan İncil'in (Eski Ahid) belli başlı bölümlerini oluşturdular. Kralların çıkardığı bütün yasaları, Yerüşalim tapınağında gözlemlenen bütün kurban, büyü ve bayram törenlerini Musa'ya mal ettiler.'' (Sayfa: 174)
*
Arabistan ve Suriye:
*
''Fenike ve Filistin'in doğu ve güneydoğusunda uzanan ovalarda Sami dilleri konuşan göçebe hayvancılar yaşıyordu, Klanlar düzeninin, hatta ataerkinin kalıntıları buralarda M.Ö. I. binin sonuna kadar devam etti.
Ama bazı bölgelerde köleci devletler kuruldu. Arabistan'ın güneyinde M.Ö. II ve I. bin dolaylarında kölelik ortaya çıktı; birçok krallık kuruldu: Mineem, Saba ve öteki krallıklar. Toplumsal ve siyasal düzenleri pek bilinmiyor; bununla birlikte Arapların M.Ö. I. binde, başta Filistin olmak üzere Yakın Doğu devletleriyle ekonomik ve siyasal ilişkiler kurmuş olduklarını biliyoruz. IX. yüzyılda, Arap birlikleri, Suriye ve Filistin krallarının Asur'a karşı giriştikleri savaşa katıldılar.
Devenin evcilleştirilmesi Filistin ve Mezopotamya ile yapılan ticaretin gelişmesini kolaylaştırdı; aynı zamanda Güney Arabistan tüccarları Hindistan ve Afrika'yla ticaret ilişkileri kurmuşlardı.
II. binlerin sonuna doğru, Arabistan'ın hayvancı Arami boyları Suriye'ye girdiler. Asurluları geri püskürttüler ve birçok küçük köleci devlet kurdular; bunlardan en önemlisi Damas'tır (Şam). IX. yüzyılda Damas, Asurlulara karşı inatçı bir savaş sürdürdü: 854 yılında, Damas, İsrail ve Arap boylarının birlikleri, Suriye'yi işgal etmiş olan Asur ordularını Karkar'da bozguna uğrattılar. Bu ülkenin kuzeyinde Hatti-Arami Prenslikleri kuruldu.
Hepsi birbiriyle savaşan bu küçük devletler, Asur'un saldırılarına uzun süre karşı koyamadılar ve M.Ö. VIII. yüzyılda onun boyunduruğu altına girdiler.'' (Sayfa: 174-175)
*
ON ALTINCI BÖLÜM


ASUR, URARTU VE GELDANİ BABİL
*
Asur halkının kökeni:
*
''Yakın Doğu'nun en eski insanları, hiç kuşkusuz, Urartular'la akraba olan Hurriler'di. III. binlerde Orta Fırat dolaylarında bulunan bölgelere Akkadlar gelmeye başladılar ve buralarda birçok yerleşim yerleri kurdular. Bunlardan biri, boyun ve tanrısının adını alan Asur kentidir. Asur, Dicle kıyısında, Babil'in 350 km kuzeyindeydi. Burada çok önemli yazıtlar bulundu. Bunlardan en önemlileri, Hammurabi'nin çağdaşı Asur Kralı Şamşi Abad'ın tanrı Asur'a adanan bir tapınağın yapımından söz eden yazıtlardır.'' (Sayfa: 176)
*
''M.Ö. XIV. VE XIII. yüzyıllarda, özel toprak mülkiyetinin gerçekleştirdiği gelişmeleri yasallaştıran ve onu kutsallaştıran ilk Asur yasası ortaya çıktı. Bu yasalar, mirasın eşitsiz bölüşümünü de düzenliyordu. Büyük oğul, biri kendi seçtiği, öteki kura sonucu belli olmak üzere iki pay alıyordu mirastan. Mirasın geri kalan bölümü, sayıları kaç olursa olsun öteki erkek kardeşlerin arasında eşit olarak bölüştürülüyordu.'' (Sayfa: 179)
*
Milattan önce I. binde Asur askeri devleti:
*
''Daha sonra bir başka düşman çıktı. Van gölü çevresinde ve daha kuzeyde yaşayan boylardı bunlar. Asurlar bu boylara Urartular adını verdiler.'' (Sayfa: 179-180)
*
''Asur ordularında bir çift atın koşulduğu arabaları kullanan mızraklı askerler, arabalı birliklerin iki katı süvari, kalkan ve mızrakla donanmış ağır bir piyade yer alıyordu. (..) Savaş arabasını Hiksoslar ve Mısırlılar da biliyorlardı ama düzenli olarak süvari kullananlar ilkin Asur kralları oldu.'' (Sayfa: 180)
*
''..Truşpa'yı ele geçirmeyi ve Urartu'yu ortadan kaldırmayı başaramadı. Sargon'un istilasıyla çok zayıf düşmüş olmasına karşın, bu krallık, M.Ö. VI. yüzyıla, Medler'den son öldürücü darbeyi yiyinceye kadar ayakta kaldı. (Sayfa: 181)
*
Asur'un yıkılışı:
*
''Asur'a komşu bir ülkede, İran'da, Medler'in krallığı kurulmuştu. Med kralı Kyaksares, Babil'i işgal etmiş olan Kalde prensi Nabopolassar'la bir antlaşma yaptı. Birleşik kuvvetleri 612 yılında Ninova'yı ele geçirdi ve Asur ordusunun kalıntılarını 605 yılında Karkamış'ta ortadan kaldırdı. Bailonya'da Kalde (Geldani) sülalesi kurulurken, Asur da Med krallarının egemenliği altına giriyordu.'' (Sayfa: 184)
*
''Van'da bir kayanın üzerine kazınmış olan ve Horhor'un Kroniği adı verilen devsel yazıttan, yaptıkları bütün savaşları öğrenmekteyiz. O dönemde Urartu'da köle durumuna gelmiş sayısız savaş tutsakları vardı.'' (Sayfa: 186)
*
Urartu Uygarlığı:
*
''Urartu sanatının en iyi örnekleri arasında, bir tahtın kalıntıları yer almaktadır: Üzerinde kanatlı bir tanrı resmi bulunan bir ayak ile kanatlı boğalarla süslü direklikler; ayrıca olağanüstü güzel bronz şamdanlar vardır. Bronz kap kacak kanatlı kadın figürleriyle süsleniyordu; oturan bir tanrıça heykelciği de bulundu. Kilden yapılmış eşyalar da aynı ustalığa tanıklık etmektedir. Büyük kalelerin taş kalıntıları bunları yapanların ustalıklarını kanıtlamaktadır. Mimari yapıların en dikkat çekenleri, Erivan dolaylarında, Karmir-Blur ve Arine-Berd tepeleri üzerine yapılmış kalelerle Turuşpa kalesidir.'' (Sayfa: 188)
*
Kalde ya da Yeni Babil İmparatorluğu:
*
''VI. yüzyılın ortasında İran'da yeni ve güçlü bir imparatorluk, Pers İmparatorluğu kurulmuştu. Kralı, Kyros, Medya ve Asur'u fethederek boyun eğdirmişti. Babil kralı Nabunaid ordusuyla onun karşısına çıktı, ama yenilip kaçtı. Per boyunduruğu altına giren (538) Babilonya bağımsızlığını sonsuza dek yitirdi.'' (Sayfa: 190)
*
ON YEDİNCİ BÖLÜM


İRAN
*
Ülke ve nüfus:
*
''İran boylarının ilk devlet kurduğu topraklar Mezopotamya'nın doğusundadır. Bu toprakların büyük bir bölümünü, batıda Zagros dağları, kuzeyde Hazar Denizi, güneyde Basra Körfeziyle sınırlı geniş İran yaylası kapsar; doğuda ise İndus'a kadar uzanır. Coşkun ırmakları, güzel vadileri ve gür ormanlarıyla yaylayı dört bir taraftan çevreleyen dağlarda, tarım ve hayvancılığa elverişli topraklar vardır. Bu durum, nüfusun yerleşik hayat tarzına erkenden geçmesinin belirleyicisi olmuştur. Yaylanın ortasına doğru ilerledikçe koşullar birdenbire değişir, akarsular ve göller kaybolur, iklim karasallaşır. Kışlar çok soğuk, yazlar çok sıcaktır, yağmur çok az yağar, toprak tarıma pek az elverişlidir, bitki örtüsü yoksuldur.
İran yararlı maden bakımından zengindir. Dağlık bölgelerde, bakır, demir, kurşun, altın, gümüş, beyaz ve renkli mermer, başta lacivert taşı olmak üzere değerli taşlar çıkartılıyordu.'' (Sayfa: 191)
*
''İran yaylasının güneybatısında, Elam kenti Sus (Susa) ve Persopolis'te yapılan kazılar, yerel uygarlığın neolitik dönemden itibaren geçirdiği gelişmeleri göstermektedir. (..)
III. binlerde, pigtografiden türeyen çizgi yazısı ortaya çıktı. Elam uygarlığının kalıntıları, yazının büyük ölçüde Sumer ve Akkad etkisinde kaldığını kanıtlamaktadır.'' (Sayfa: 192)
*
''İlkçağ İranlıların kutsal kitabı Avesta bize onların toplumsal düzenleri hakkında bir fikir vermektedir. Ataerkil klan daha o zamanlar çöküş dönemindeydi. Klana dayalı topluluklar boylar (tribüler) halinde birleşiyorlar, boylar da seçimle gelen bir başkanın komutası altında birlikler oluşturuyorlardı. Toplumun sınıflara bölünmesi daha bu dönemde başlamıştır. Sayısız sürülerin sahibi olan doğuştan soylular ve rahipler, aile topluluklarını, klanları, boyları ve boy birliklerini yönetiyorlardı. Kölelik de başlamıştı, ama bu dönemde pek az gelişmişti ve ataerkil özellikler taşıyordu.'' (Sayfa: 192-193)
*
Med Krallığı:
*
''Asur kronikleri, IX. yüzyıldan itibaren iki İran boyu uygarlığının adını anarlar: Medler ve Persler. Medler, İran yaylasının kuzeybatısında, Hazar Denizi'nin güneyinde yaşıyorlardı. Asur belgelerinin çok kısa verileri ve Herodotos'un verdiği bilgiler, M.Ö. VIII. ve VII. yüzyıllarda, Medler'in klan döneminin çöküş döneminde olduklarını düşünmemize olanak sağlamaktadır. Zanaatlar gelişmeye başlarken, ekonominin temel dalları tarım ve hayvancılıktı.
Medler, bakır, bronz, altın ve elektrum (altın ve gümüş alaşımı) işlemeyi biliyorlardı. Asur krallarının yazıtları, Medlerle yapılan savaşlardan, daha zonra köleleştirilen sayısız zanaatçı savaş tutsağından söz ederler. Hayvan yetiştiricilikleriyle ünlü Medler, disk biçimli tekerleği olan arabaları çok erken zamanlarda kullanmaya başlamışlardı.
Hayvancılık giderek daha çok önem kazandı. Medlerin öteki İran boylarından daha çabuk gelişmelerinin nedeni, Asur ve Elam'la ve Zagros dağlarından geçerek Mezopotamya'yı Hindistan'a bağlayan büyük ticaret yoluyla olan ilişkileridir.'' (Sayfa: 193)
*
Pers İmparatorluğu. Kyros ve Kambtses'in fetihleri:
*
''Med Krallığı'nın gelişimi Pers boyları tarafından durduruldu. Daha önce de belirtildiği gibi, Asur kronikleri Persler'in adını M.Ö. IX. yüzyıldan itibaren anarlar. Persler, Medler'in akrabasıydılar. Elam'ın Asurlular tarafından ezilmesinden sonra, kuzeyden Basra Körfezi'ne komşu dağlık bölgelere doğru ilerlediler. Gelişmişlik bakımından Medler'in gerisindeydiler.'' (Sayfa: 194)
*
Darius İmparatorluğu:
*
''Hem ticareti geliştirmek ve satraplıklar arasındaki ilişkileri yakınlaştırmak, hem de stratejik amaçlarla, büyük yol yapımlarına girişildi. Bunların en önemlisi, Dicle ve Fırat'ı geçerek Ephesos'u Susa'ya bağlayan 2.400 km. uzunluğundaki ''kral yolu''ydu. Bir başka yol Babil'i Hindistan'a bağlıyordu. Yollara özenle bakılıp korunuyordu. Her 20 kilometrede, yanlarında hanlarıyla birlikte bir konak yeri vardı. Darius'un, eskiden Mısır kraliçesi Hatşepsut'un buyruğu üzerine kazılan ve Akdeniz'i Kızıldeniz'e bağlayan bir kanalın onarımıyla ilgili bir yazıtı bulunmaktadır.'' (Sayfa: 197)
*
''Orta Asya uluslarının ve İran'ın dini üzerine yapılacak incelemeler bağlamında elimizde kutsal kitap Avesta, Herodotos ve Plutarkhos'un yazıları ve Akhaimenidler döneminden kalma bazı yazıtlar var. İlkel İran dini, doğayla yaptığı savaşta insanın güçsüzlüğünü yansıtıyordu. (..) Önemli tanrılarına gelince, bunlar doğa güçlerini simgeliyorlardı. En yaygın tapınma, toprak, gökyüzü, su, ateş kültlerine yönelikti. Ateş kültü, İran boylarının Ahuramazda (Grekçe ''Ormuzd'') dinine sıkı sıkıya bağlıydı.'' (Sayfa: 200)
*
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM


HİNDİSTAN
*
Ülke ve Halk:
*
''Hindistan, öteki ülkelerden, dünyanın en yüksek sıradağları olan Himalayalar ve başka uluslarla ulaşımı güçleştiren denizlerle ayrılır (..)
İlkçağda yalnızca İndus ve Ganj nehirlerinin (ve kollarının) bir ekonomik değeri vardı. Öteki akarsular sulama ve ulaşımda yararlı olmuyordu. (..)
Doğal engeller (dağlar, balta girmemiş ormanlar) Hindistan halklarının kendi aralarında ilişki kurmalarına engel oluyordu, bu nedenle, gelişmeleri çok değişik biçimlerde ve hızla gerçekleşti. Hindistan'ın değişik bölgelerinin insanları birbirlerinden dış görünüşleriyle de ayrılırlar. Bölgesel diller de çok farklıdır, Hindistan'da iki dil ailesi vardır: Hint-Avrupa ve Dravit. Birinci grubun dilleri genel olarak Hindistan'ın kuzeyinde, ikinci ailenin dilleri güneyde konuşuluyordu. Kuzeydeki halkların dil bakımından sınırın ötesindeki uluslarla akraba oluşu, genellikle, Hint-Avrupa dilleri konuşan ilkel toplulukların Hindistan'a göçleriyle açıklanmaktadır. Kuzeybatı Hindistan'ın ''Ariler'' adı verilen halkları, genellikle, işgalci olarak kabul edilir. Ama bilim dünyası ülkeyi ne zaman istila ettiklerini, köklerini ve istilalarının karakterini henüz saptamış değil.'' (Sayfa: 202)
*
Harampa uygarlığı:
*
''Hintliler bronz metalurjisini biliyorlardı; bu metalle iş araçları (orak, balta, çapa, testere), silah (hançer, ok temreni, mızrak), günlük eşya (bıçak, kap kacak, ustura, ayna) yapıyorlardı. Öteki zanaat dalları (yün eğirme, iplikçilik, dokumacılık, tuğlacılık, çömlekçilik, kuyumculuk, mücevhercilik, vb.) yüksek bir düzeye ulaşmıştı. İthal edilen hammaddelerden üretilen terazi taşları mühürler ve değişik eşyalar Hindistan'ın öteki bölgeleriyle olduğu gibi, yabancı ülkelerle de ticaret ilişkileri olduğunu göstermektedir.
Hiyeroglif kakmalı 2000'den fazla mühür bulundu. Bütün çabalara karşın bu yazı ne yazık ki henüz çözümlenemedi.''
Harappa uygarlığının en önemli merkezleri kentlerdi. İndus vadisinde, M.Ö. 4000 yıllarına ait onlarca kentin kalıntıları bulundu. Bu kentlerin en önemlileri, uygarlığa adını veren Harappa ve Mohendjo-Daro idi.'' (Sayfa: 203)
*
M.Ö. II. binin ortalarından I. binin ortalarına kadar Hindistan:
*
''Daha önceki dönemin incelenmesi için elimizde maddi kalıntılar olduğu halde, bu dönemle ilgili kaynaklar yazılardır: Bunlar, dinsel düşünceleri kapsayan metinler (Vedalar) ve epik şiirlerdir (Mahâbhârata ve Râmâyana). Bu iki tarihsel dönem arasında doğrudan bir bağıntı hissetmiyoruz. Zaten, yazınsal kaynakların verileri özellikle öteki bölgelerle (Ganj'ın yukarı havzası ve Himalaya'nın etekleri) ilgilidir.'' (Sayfa: 204)
*
Budizm:
*
''Yeni din Budizm (Budizm sözcüğü Buda'dan gelmektedir. Buda ''Aydınlanmış'' söylenceye göre, yeni dinin teme yasalarını koyan vaizin lakabıdır.), M.Ö. VI. ve V. yüzyıllarda vardı; köleliğin gelişmesinin, kölelerin sömürülmesine dayalı despot devletlerin ortaya çıkmasının, toplumsal eşitsizliklerin ağırlaşmasının yol açtığı karışıklıkların giderek şiddetlendiği bir toplumda ortaya çıkmıştı. Buda dinine göre, insanların ruhlarından başka kaygıları olmamalıdır, toplumsal ilişkileri değiştirmekle ilgili bütün girişimlerinden vazgeçmek zorundadırlar.
Budizm, ruhgöçü anlayışlarını yeniden ele aldı. Ona göre, hayat kötülüktür, yaşamak acı çekmektir. Bu nedenle, ruhun sürekli doğuşu sürecini durdurmak, Nirvana'ya, yani ruhun yok oluşuna ulaşmak gerekir. Ruhun yeniden doğuşu, yaşarken yapılan eylemlerin niteliğine bağlıdır. İnsanın davranışı kendi arzularının bir sonucudur. Öyleyse insan isteklerinden vazgeçerek Nirvana'ya erişebilir. ''Kurtuluş''a kavuşmak isteyenler, dünyanın hiçliklerinden uzaklaşmalı ve keşiş olmalıdır.'' (Sayfa: 207)
*
Moryalar İmparatorluğu:
*
''Budizm Asoka'nın döneminde, Moryalar İmparatorluğu'nun ideoloji temeli durumuna geldi. Asoka Budizmi kabul etti ve bu dinin Hindistan ve başka yerlerde yayılması için çalıştı; dinsel örgütünü sağlamlaştırmasında katkıda bulundu. Asoka'nın kayalar ve sütunlar üzerine yazılmış olan yazıtları, bu dönemle ilgili önemli tarihsel bilgileri içermektedir. Bu yazıtlarda, Budizmin ahlak ilkelerine uyulmasına ilişkin buyrukları da yer almaktadır (yöneticilere itaat, saygı, düşüncelerde saf olmak ve günahtan kaçınmak zorunluluğu, vb.).'' (Sayfa: 209)
*
Köleliğin bunalımı ve feodalitenin doğuşu:
*
''..topluluk üyeleri olan özgür insanların köleleşmesi eğilimi belirdi: Bu feodalite'dir. Devlet, mal ve para borçlarını giderek ödememekte, ama bunun yerine köleci soylu sınıfa, rahiplere ve yüksek görevlilere toprak vermektedir; topluluklardan alınan vergiler artık devlete değil, kendileri için devletin haklarından vazgeçtiği bireylere gitmektedir. Bu kişiler yavaş yavaş, edindikleri toprakların özel mülkiyetini güvenlik altına almakta ve özgür köylüleri kendilerine bağımlılaştırmaktadır.'' (Sayfa: 211)
*
''Geleneksel inançlarla uzun süre iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşamak ve politik bölünmelere tanık olmak zorunda kalan Budizm yavaş yavaş değişti. Kurtuluş yolunu gösteren insan olan Buda, Mahâyâna'da onuruna görkemli tapınaklar dikilen kâdiri mutlak bir tanrı durumuna geldi; içeriğine cennet ve cehennem gibi kavramlar getirildi, görkemli ayinler örgütlendi, vb.'' (Sayfa: 212)
*
İlkçağ Hint Uygarlığı:
*
''Dünya uygarlığının hazineleri Hint uluslarına çok şey borçludur.
Matematikçileri, günümüzde evrensel olarak kabul edilen bir sayı yazma sistemini (rakamın değerinin sayı içindeki yerine göre değişmesi sistemi) getirdiler; önce Yakın Doğu uluslarının aldığı ve Avrupa'da biraz değişik şekliyle ve ''Arap rakamları'' adıyla bilinen bazı rakamları (özellikle ''sıfırı'') buldular. İlkçağ Hintlileri, kare ve küp kök almasını, ''pi sayısını'' oldukça doğru hesaplamasını biliyorlardı; trigonometrinin temel yasalarınıntemel bilgisine sahiptiler. Ortaçağ Avrupa ulusları cebirin ögelerini Araplardan aldılar, ama Araplar da bunları Hintlilerden öğrenmişlerdi.'' (Sayfa: 213-214)
*
''Erken bir dönemde (muhtemelen M.Ö. I. binin yarısından itibaren), Hindistan'da, tanrıbilim ve idealizmle mücadele eden maddeci bir felsefe doğdu. Bu felsefenin yandaşları, bu dünyanın gerçekliğini savunuyor ve duyular yoluyla gelen algının, bilginin biricik kaynağı ve kanıtlamanın tek olanağı olduğunu ileri sürüyorlardı. Ruhun ölümsüzlüğünü, ruhgöçünü ve öteki dünyayı yadsıyor, ayin ve kurbanları alaya alıyorlardı.'' (Sayfa: 214)
*
ON DOKUZUNCU BÖLÜM


ÇİN
*
''Çin topraklarında en eski zamanlardan itibaren insan yaşıyordu. Pekin yakınlarındaki Şu-Ku-tien mağarasında, fiziksel görünümü Pithecanthrope'a benzeyen Sinanthrope'un kalıntıları bulgulandı. Ama Sinanthrope ateş kullanmasını biliyor, taştan kaba aletler yapıyor ve büyük hayvanları avlıyordu.
Aynı mağaranın üst katmanlarında, Pe-Quen-çing, bizim fiziksel özelliklerimize sahip, M.Ö. 25-50 binlerde yaşamış insanların kalıntılarını buldu.
Nihayet, Yang-şao Neolitik kültürünün kurucuları hiç kuşkusuz Çinlilerin atalarıydılar.
Kalıntıları Şu-Ku-tien mağarasının üst katmanlarında bulunan insanların uygarlıkları Geç Paleolitik döneme aittir.'' (Sayfa: 217)
*
Çin'in eski tarihinin değişik evreleri:
*
''Çin toplumunun, kölelerin sömürülmesine dayalı bir üretim biçiminden geçerek, ilkel topluluk düzeninden feodaliteye dönüştüğü yadsınmaz bir biçimde ortaya kondu.
Ne var ki bilimin bugünkü durumu, dönemlerin kesin tarihinin saptanmasına henüz olanak vermiyor. Birçok Çin bilgini Han ve Çeu toplumlarının feodal niteliği üzerinde direniyorlar. Bununla birlikte, Çeu ve Ts'in dönemlerinin köleci düzenin doruk noktasını yaşadığını, buna karşılık Han döneminin köleci düzenin çöküşüne ve feodalitenin doğuşuna tanıklık ettiğini düşünmek için nedenler var.'' (Sayfa: 221)
*
''Şi-king'in bir şarkısı, olağanüstü güzel dizelerle, köylülerin ürünlerinin üzerine fareler gibi atılan sömürücülere ve memurlara karşı kinini yansıtmaktadır:
*
''Fareler, fareler, kemirmeyin has buğdayımızı,
Tam üç yıldır yaşıyoruz yasalarınız altında,
Bir tek iyiliğinizi görmedik bu kadar zamanda,
Sizi bırakıp uzaklara gidiyoruz.
Gidiyoruz mutlu bir ülkeye,
Mutlu bir ülkeye, mutlu bir ülkeye,
Hak ve adaleti bulacağımız yere..''
*
Kölecilerin zorba yönetimi sık sık halk yığınlarının ayaklanmasına yol açıyordu.'' (Sayfa: 223)
*
''Engels, Anti-Duhring'de şöyle yazar (s.213): ''Eski topluluklar, nerede yaşıyorlarsa, binlerce yıldır en bayağı devlet biçimi olan Doğu despotizmine temel oluşturmuşlardır..''
M.Ö. I. binin başında Çin'in parçalanmasından sonra ortaya çıkan devletler, orduları ve birçok yönetim örgütleri yardımıyla topluluklar ve köleler üzerinde yönetici sınıfın egemenliğini kuran despotların himayesi altına girmişti. Eski Çin devletlerinin, tıpkı öteki İlkçağ Doğu Devletleri gibi, Marx'ın deyimine göre, üç görevi vardı: ''Yerli halkların soyulması, komşu ulusların soyulması ve o olmaksızın hiçbir üretim etkinliğinin yapılamayacağı sulama işlerinin düzenlenmesi.''..'' (Sayfa: 224)
*
Tsi'nin İmparatorluğu (M.Ö. 246-207):
*
''Ts'in orduları Yang-tseu ırmağını geçtiler ve güneydeki geniş toprakları fethettiler. Vietnam bile Tsi'in'in egemenliğini kabul etmek zorunda kaldı. Ülkeyi göçebelere karşı savunma ve onlarla aralarındaki ilişkileri bir düzene sokmak için, İlkçağ'ın en görkemli yapılarından biri olan Büyük Çin Seddi yapıldı. Çin Seddi, Çe-li körfezinden bugünkü Kan-su eyaletinin sınırlarına kadar uzanıyordu. Ts'in'in başkenti Hienyang'da (Si-an yakınlarında) önemli çalışmalar yapıldı.'' (..)
''Büyük Çin Seddi'nin yapımında, söylenceye göre, 300.000 askerin gözetimi altında 2 milyon köle ve angarya yükümlü köylü çalışmıştı. Bu ağır yük, toprak bakımından yoksullaşma, köleleşme tehlikesi, haksız vergi ve zulüm, bütün bunlar, köylülerin ayaklanmalarına yol açtı.'' (..) ''Çeng Şeng adında yoksul bir köylü, kuzey sınırının istihkâmcılık çalışmalarına gönderilen 900 köylüyü ayaklandırdı. Bunun üzerine köylü ayaklanmaları bütün Çin topraklarına yayıldı. Egemen sınıfın temsilcileri onlarla birlik olup, iktidarı ele geçirmek için silaha sarıldılar. (..) Mücadele sırasında Hiang Yu ile Lieu-Pang geçici bir anlaşma yaptılar; iktidarı ele geçirmek isteyen başkalarına boyun eğdirdikten ve köylülerin yardımıyla Ts'in monarşisini yıktıktan sonra, köylülerin ayaklanmalarını bastırdılar. Çeng Şeng öldürüldü.'' (Sayfa: 225-226)
*
Eski Han İmparatorluğu (M.Ö. 206 - M.S. 24):
*
''Çin orduları birkaç kanlı savaştan sonra Hunları kuzeye doğru püskürtmeyi başardılar ve M.Ö. 104 yılında, Taklamakan çölünü ve Tiyenşan dağlarını aştıktan sonra Fergana havzasına girdiler. İlkçağ'ın Büyük İpek Yolu adıyla tanınan ve Çin'i Roma İmparatorluğu'na, Partlar Krallığı'na ve Hindistan'a bağlayan en önemli ticaret yollarından biri böylece açılmış oldu. Çin, ipek, demir ve zanaat ürünlerini buradan ihraç ediyor, değerli eşyaları ve özellikle atları bu yoldan ithal ediyordu.'' (Sayfa: 229)
*
Hanlar İmparatorluğunun bunalımı. Wang-Mang'ın reformları. ''Kırmızı Kaşlılar''ın ayaklanması:
*
''Ts'ien Han şu, M.Ö. I. yüzyıl Çin köylü sınıfının durumunu şöyle anlatıyor: ''Güçlülerin toprakları binlerce mu'yla (yaklaşık olarak bir mu 0,06 hektar) ölçülüyordu, oysa yoksulların bir çuvaldız batıracak kadar bile toprakları yoktu. Babalar, çocuklar, kocalar, karıları bütün yıl toprakta çalışıyorlar ama emeklerinin karşılığı olan kazançları karınlarını bile doyurmaya yetmiyordu. Zenginlerin köpek ve atları kendilerine verilen bütün darı ve bezelyeleri yiyemezken yoksullar kepekle idare etmek zorunda kalıyorlardı.''..'' (Sayfa: 229)
*
''M.S. 17 ve 18 yıllarında, Honan, Hu-pei ve Şan-tung eyaletlerinde bir köylü ayaklanması başladı. Asiler, birer adları ve şefleri olan müfrezeler halinde örgütlenmişlerdi. Bunların en güçlüleri, Şan-tung eyaletindeki ''Kırmızı Kaşlılar'' müfrezeleriydi. Kaşlarını boyadıkları için kendilerine bu ad verilmişti. Wang Mang, bu ayaklanmayı silahla bastırmayı başaramadı. Asiler 23 yılında İmparatorluğun başkenti Çang-ngan'ı ele geçirdiler ve Wang-Mang'ı öldürdüler. Han imparatorluk ailesinin Wang-Mang tarafından iktidardan uzaklaştırılmış olan üyeleri ayaklanmadan yararlandılar. Aralarından biri imparator ilan edildi. Daha sonra, yandaşlarının birlikleri isyancılara karşı çıktı ve ayaklanmayı kanla boğdular.'' (Sayfa: 230)
*
''Köylü sınıfının yıkımı ve devlet örgütünün çökmesi, tarihte ''sarı külahlılar''ın ayaklanması olarak bilinen büyük bir köylü sınıfı hareketine yol açtı. 184 yılında, Şan-tung eyaletinde başlayan bu ayaklanma ''kırmızı kaşlılar''ın ayaklanmasına kesinlikle benzemiyordu. Bu ayaklanma, önderleri halka amaçlarını uzun uzun açıkladıktan sonra başladı. Önceden müfrezeler kuruldu ve saldırı günü saptandı. Ayaklanma Taocu düşüncenin etkisindeydi.
Ayaklanmanın başında bulunan Taocu vâiz Çang-kio, mevcut düzenin (bu düzene ''gri gökyüzü'' adını veriyordu) tamamen ortadan kalkmasını ve yeni ve haklı bir düzenin (bu düzene ''sarı gökyüzünün krallığı'' adını veriyordu imgesel bir dille) kurulmasını söylüyordu; ''t'ai p'ing tao'' (büyük barışın ilkesi) gerçekleştiği zaman bu yeni düzen gelecekti.
Ayaklanma planı bir hain tarafından yöneticilere ihbar edildiği için, saldırıyı öne almak gerekti. Ayaklanma çabucak bütün ülkeye yayıldı. Asiler köleleri serbset bıraktılar, nefret ettikleri memurları öldürdüler, ele geçirdikleri değerli eşyaları aralarında paylaştılar. ''Sarı külahlılar''ın ayaklanması yaklaşık olarak çeyrek yüzyıl sürdü ve güçlükle bastırıldı. Zaman aşımına uğramış bir sömürü biçimini, yani köleliği sürdüren Han İmparatorluğu savaşların ateşi içinde yıkıldı ve yerini feodal düzene bıraktı.'' (Sayfa: 231)
*
Eski Çin'in uygarlığı:
*
''Pergeli bulmak onuru da Çinlilerindir. Sağlam matematik bilgileri vardı, kare ve küp kök kullanımlarını özellikle biliyorlardı.'' (Sayfa: 232)
*
HELLAS ESKİ YUNAN


YİRMİNCİ BÖLÜM
*
GİRİŞ, BİLGİ KAYNAKLARI VE TARİH YAZICILIĞI
*
''Arkeolojinin yeni bulguları, İlkçağ Yunan toprağında yaşayan tribü ve ulusların tarihinde, Grek uygarlığının (Girit, Myken ''Mykenai'') doğduğu çevreye yeni bir boyut getirdi. Sonra, ilkel toplum yıkılırken sınıflara bölünmüş toplumun temel niteliklerinin ortaya çıktığı, eski Yunan'ın evrimine doğrudan bağlı ve ''Homerik Çağ'' adıyla anılan dönem gelmektedir. ''Köleci toplumun ve devletin oluşumunun, koloni kurma eylemi önemli bir an olan kent devletin (polis, site) (M.Ö. VIII-VI. yy) kuruluşunun devrimci süreci, tarihin bu evresini kapsadı.
Grek köleci toplum ve uygarlığının gelişmelerinin en yüksek düzeylerine ulaştığı ve bu topluma özgü karşıtlıkların yoğunlaştığı ''klasik'' dönem (M.Ö. V-VI. yüzyıllar) eski Yunan tarihinin merkezinde bulunmaktadır. Nihayet, çok önemli ve tarih bilimindeki işlevi giderek büyüyen bir dönem. Grek tarihinin kısmen doğu tarihiyle birleştiği ve köleci toplumun tümüyle doruk noktasına eriştiği Hellenistik çağdır (M.Ö. III-II. yüzyıllar).'' (Sayfa: 237)
*
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM
*
EGE UYGARLIĞI
*
Bronz Çağı:
*
''Ege uygarlığının ikinci dönemi, Avrupa'nın güneydoğusunda Bronz Çağı'nın gelişmesini kapsar. Bu dönem, Mısır (Orta ve Yeni İmparatorluklar) ve Mezopotamya'da benzer bir gelişmeye denk düşmektedir. M.Ö. 2100'den 1400'e uzanan bu dönem, Girit kültürünün doruk dönemidir. (Evans'a göre, Orta Minoen ve Yeni Minoen'in ilk yarısı).
Girit o sırada İlkçağ'ın uygar ülkeleri arasında birleştirici köprü görevi yapmaktadır. Aristotales Politika'sında Girit'in elverişli durumunu belirtmektedir. Homeros da aynı düşünceyi şu sözcüklerle dile getirmektedir:
*
Girit denen bir toprak var şarap rengi denizin ortasında,
denizle çevrilidir, güzeldir ve de semiz,
çok insan var içinde, sayamazsın, doksan tane de kenti,
Karışmıştır burada bir dil öbür dile..
*
(Odysseia, Bölüm XIX, 172. dize ve sonrası.) (Sayfa: 256)
*
İLKÇAĞ HELLAS'ININ GELENEKLERİ VE TOPLUMSAL DÜZENİ
*
Myken (Mykenai) Uygarlığı:
*
''M.Ö. 1450 yılına doğru, Akhalar Girit adasını istila ettiler ve Knossos hükümdarlarının saraylarını yıktılar. Akhalar ve onlara bağlı tribüler bir süre sonra bazı adalara (Rodos, Kıbrıs'ın bir bölümü) ve Küçük Asya'nın kuzeybatı deniz bölgesine yerleştiler. Bu olaylar büyük bir olasılıkla, Homeros'un İlyada'sına dahice aktarılmış olan Troya Savaşı (M.Ö. 1180 dolaylarında) destanına esin kaynağı oldular.'' (Sayfa: 261)
*
Dorların istilası. Homerik Çağ. Demir çağının başlangıcı
*
''İlyada'nın temel içeriği, or istilasının sonu VIII. yüzyılın başı arasındaki dönem Hellas'ını, yani ''homerik çağ'' Hellas'ını belirginleştirir. Bu nedenle demir silahlar, bronz silahlardan on dört kez daha az anılır İlyada'da. Bundan, demirin artık bilindiği, ama ozanın, bu madddenin ancak bir merak konusu olduğu zamanı betimlediği sonucu çıkar. Odysseia, Troya Savaşı kahramanlarının geri dönüşünü, barış dönemi gündelik yaşamını betimler. Odysseia'da demir İlyada'ya oranla üç kez fazla anılır, ama bakır ve bronz, demire göre dört kez fazla geçer. Nihayet, bazı bölümler sınıflara bölünmüş köleci toplumun oluşumundan söz ederler, yani bu bölümler daha sonraki bir dönemle ilgilidirler.'' (Sayfa: 263)
*
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM
*
M.Ö. VIII. Yüzyıldan VI. Yüzyıla Grek Kolonizasyonu
*
M.Ö. VII. ve VI. yüzyıllarda Hellas'ta toplumsal mücadele:
*
''Aristokrasinin yandaşı, Megaralı şair Theognis ağıtlarından birinde, ülkesini felakete uğramış bir tekneye benzetir:
*
''İyi insanlara ciğeri beş para etmez herifler buyruk veriyor, alçaklar ayağını kaydırıyor. Korkarım ki bu gidişle tekne batacak.'' Asilerin acımaksızın ezilmelerini istiyor. ''Toğuğunla ez kafasız halkı, üvendirenin sivri ucunu hissettir ona, ağır boyunduruğa vur boynunu.''..'' (Sayfa: 277)
*
YİRMİ ALTINCI BÖLÜM
*
SPARTA
*
''Dorlar, fethettikleri toprakları ve üzerinde yaşayan köylüleri ortak mülk ilan ettiler ve toprağı aile sayısına göre eşit olarak (kleros) paylaştılar: On bin dolaylarında bulunan ailenin her birine 20 hektar toprak düştü. Böylece istilacılar, fethedilmiş nüfus üzerindeki egemenliklerini sürdürmek için topluluk düzenini koruyarak, bir yönetici sınıf oluşturdular. IX. yüzyılda, vadinin en geniş yerine, Sparta ya da Lakedaimon adı verilen askeri merkezlerini kurdular ve kendileri de Spartalılar adını aldılar.'' (Sayfa: 281)
*
YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM
*
M.Ö. VII. VE VI. YÜZYILLARDA ATTİKA
*
Solon Reformları:
*
''Solon şiirlerinden birinde reformu dile getirir: Bunu yaptığı için Toprak Ana tarafından kınanmaktan korkmaz, ''..her yanına gömülmüş taşları söküp çıkardığım, Olymposluların kutsal anası Toprak; eskiden köleydi, özgür şimdi. Satılmış birçok insanı, tanrıların kurduğu yurtlarına, Atina'ya getirdim.. korkunç zorunluluklar yüzünden sürgüne gitmek zorunda kalmış insanları.. burada bile aşağılık bir köle hayatı yaşayan ve efendilerinin öfkesi karşısında titreşen insanları özgürlüklerine kavuşturdum.'' (Aristotales, Atina Anayasası, XII, 2).'' (..) ''Solon her fırsatta meslekleri destekliyor ve yabancı sanatçıları Attika'ya çekiyordu. Oğulların, kendilerine bir meslek öğretmemiş olan babalarına bakmamasına izin veren bir yasa çıkardı. Tutumluluğu zorunlu kılan, aşırı lüksü ve soyluların düğünler ve cenaze törenleri için yaptıkları yararsız masrafları yasaklayan yasalar çıkardı.
Solon'un önemli bir önlemi de doğuştan soylu sınıfın yürütme erkini kaldıran ve vergi yükümlülüğü ilkesini, eskilerin deyimiyle, ''timokrasi''yi getiren siyasal reformuydu; yurttaşların siyasal yaşama katılmaları artık kökenlerine değil, servetlerine, gelirlerine ve servetlerine göre yer aldıkları sınıfa bağlıydı.'' (Sayfa: 291)
*
''Solon'un kurduğu düzen büyük bir ilerici rol oynadı: ''Öyleyse burada anayasaya (yönetim biçimine) yepyeni bir öge giriyordu: Özel mülkiyet. Devletin yurttaşlarının hakları ve görevleri, toprak mülklerinin büyüklüğüne göre değerlendirildi ve mülk sahibi sınıfların etkisi arttığı oranda eski kandaşlık toplulukları önemini yitirdi; gentilice örgütü yeni bir yenilgiye uğradı.'' (F. Engels)'' (Sayfa: 292)
*
YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM


MED SAVAŞLARI, ATİNA DENİZ KONFEDERASYONU'NUN KURULUŞU
*
''Med Savaşlarıyla ilgili temel bilgilerin toplandığı kitap, savaşların bitiminden 40-50 yıl sonra olayları anlatan Herodotos'un Tarih'idir. Bu yapıtın amacı, Herodotos'un dediğine göre şudur: ''İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulmasın ve gerek Greklerin, gerek barbarların meydana getirdikleri harikalar bir gün adsız kalmasın.. Bir de bunlar birbirleriyle neden dövüştülerdi diye merakta kalınmasın..'' Bununla birlikte Herodotos, Atinalılar'ı Hellas'ın kurtarıcıları olarak yücelttiği için hiç de nesnel değildir (beşinci kitaptan itibaren).'' (Sayfa: 300)
*
Kserkses'in seferi:
*
''Salamin savaşına katılmış olan şair Aiskhylos, Persler adlı trajedisinde savaşın çarpıcı bir tablosunu çiziyor:
*
''..Her şey birbirine karıştı sonra. İlk hamleyi bizim donanma yaptı; dar boğaza sıkışmış olan sayısı çok gemilerimiz birbirine yardım edemiyordu; parçalandı çoğunun kürek takımları; manevra yapabilen Grek gemileri dört bir yandan saldırıp batırıyordu gemilerimizi; tekne parçalarından, cesetlerden deniz görünmüyordu; kıyı ve kayalıklar cesetlerle kaplandı. Düzensiz bir şekilde kaçmaya başladı bütün filo.'' (Aiskhylos, Persler, 411. dize ve sonrası).'' (Sayfa: 308-309)
*
OTUZUNCU BÖLÜM


PERSLER'E KARŞI KAZANILAN ZAFERDEN SONRA HELLAS'TA DEMOKRATİK HAREKETİN GELİŞMESİ
*
470-460 YILLARI ARASINDA ATİNA'DA SİYASAL MÜCADELE
*
''Göçmüş bir aristokrat aileden gelen ve Sophonides'in oğlu olan Ephialtes ''devlete bağlı olduğu kadar namuslu'' bir insandı. (Aristotales, Atina Anayasası, 25,1). Serveti bakımından toplumun alt katmanlarına yakın olan Ephialtes, kendisini bir savunucu (''demos'un prostates'i'') olarak kabul eden yoksulların dostuydu. Onun gözünde, halk (yurttaşların aşağı katmanları) devletin gerçek efendisiydi. Demokrasi düşmanları ondan nefret ediyor ve ''ağzına kadar dolu, saf özgürlük kadehini halk yığınına sunmak ve onu sarhoş etmek''le (Platon) suçluyorlardı. Halkın parasının har vurup harman savrulmasına, çalınmasına karşı amansızca mücadele etti. 462 yılında, ihtilas ve zimmetine para geçirmekten sanık memurlara karşı birçok davalar açtırdı. Kamuoyunu Areios Pagos'un (Yaşlılar Meclisi) yeniden düzenlenmesi düşüncesine hazırlayarak bu kuruluşun üyelerini bile bağışlamadı.'' (Sayfa: 326)
*
''Ephialtes'in reformları, demokratik hareketin gelişmesine katkıda bulundu. Halk meclisi daha sık toplanıyordu. Beşyüzler Meclisi çalışmalarını iki katına çıkardı. Ephialtes hiç kuşkusuz büyük toplumsal reformlar tasarlıyordu, ama bunları gerçekleştirmeye zamanı olmadı. Soylular ondan nefret ediyorlardı. 461 yılında geceleyin alçakça öldürüldü.'' (Sayfa: 327)
*
OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM


PERİKLES'İN YÖNETİMİ
*
Atina'nın deniz imparatorluğu:
*
''Ephialtes'in öldürülmesinden sonra, demokratik parti onun tilmizi ve çalışma arkadaşı Perikles'in yönetiminde iktidarda kaldı. Parti on beş yıl boyunca temelde emperyalist bir politika izledi. Bu süre, Atina devletinin bir deniz imparatorluğu olmak ve Hellas'ın egemenliğini sağlamak için, öteki Grek devletleriyle (özellikle Peleponnesos Birliği) ve Perslerle sonu gelmez savaşlara giriştiği bir dönemdir. Ephialtes'in ölümünden sonra, Atina demokrasisinin belli başlı desteği halk katmanı değil, zengin ortası sınıf katmanlarının temsilcileriydi.'' (Sayfa: 328)
*
Perikles'in Yönetimi:
*
''Dostları arasında bilginler, şairler, yetenekli sanatçılar vardı: Düşünceleri materyalizme yakın olan filozof Anaksagoras, Sokrates, trajedi şairi Sophokles, o sırada Atina'da yaşayan ''Tarihin babası'' Herodotos, heykeltraş Phidias ve başkaları. Perikles'in Halk Meclisi'nde büyük bir etkisi vardı. O sıralarda pek rağbette olan tartışma sanatında başka bir eşi bulunmayan büyük bir hatip olarak kabul ediliyordu. Savaşta birleşik birlikleri komuta ediyordu. Kimon kadar olmasa da iyi bir komutan sayılıyordu.
Özel yaşamında, ilerici ve önyargısız davranıyordu. Miletos kökenli ve ski bir kibar fahişe olduğu söylenen Aspasia ile evlendi. Aspasia güzel, zeki ve bilgili bir kadındı. Politik yaşamın çalkantısı içinde, çevresine çağının en aydın kişilerini toplamıştı. Perikles'in dostları onunla konuşmaktan hoşlanırdı. Aspasia saygıdeğer bir eş, gerçek bir dost ve Perikles'in danışmanıydı.'' (Sayfa: 330)
*
''Seçimle gelinen görevle gündelik ücret ödenmesinin kurumsallaşması Perikles'e mal edilir. Jüri üyeleri örneğin iki obolos, arkonlar dört obolos, Beşyüzler Meclisi üyeleri beş obolos alıyorlardı. Bunlar yüksek ücretler değildi, bazen bir zanaatçı daha fazlasını kazanıyordu: Örneğin, bir taş kırıcı günde bir drahmi yani altı obolos kazanıyordu. Günün fiyatlarına göre bu ücretler düşük sayılmazdı.'' (Sayfa: 331)
*
OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


M.Ö. V. ve IV. YÜZYILLARDA GREK UYGARLIĞI
*
Okul, tiyatro, plastik sanatlar:
*
''..''İnsanlığın gelişme tarihinde başka hiçbir ulusun erişemediği bir yeri, evrensel yetenek ve etkinliğiyle kazanmış olan bu küçük ulusun yaratılarına, başka birçok alanda olduğu gibi, felsefede de başvurmak zorundayız..'' diye yazıyordu Engels.'' (Sayfa: 351)
*
''M.Ö. V. yüzyılda Atina yurttaşlarının hemen hemen tümü okuma yazma biliyordu.
15-18 yaşları arasındaki gençler, özel kişilerin ve devletin paraca desteklediği okullarda gymnasium'larda (spor okulları) öğrenim görüyorlardı. (..) Okulların ve beden eğitimi okullarının çocuklarının, ruhsal, yazınsal ve sanatsal gelişmeleriyle uğraşmalarının dışında, Atina yurttaşlarının bütün yaşamı, gerektiği gibi düzenlenmiş eğitsel etkinliklerin etkisi altındaydı. Yalnızca Atina yurttaşları değil, ama hemen hemen bütün özgür insanlar boş zamanlarını filozof ve hatiplerin sık sık konuşmalar yaptıkları, ateşli tartışmalara giriştikleri kemeraltlarında ve koklarda, önemli kişilerin söylev verdikleri Halk Meclisi gibi genel yerlerde geçiriyorlardı. On binlerce seyirci, aynı zamanda büyük bir sanat ve politika okulu olan tiyatroda bir araya geliyordu.'' (Sayfa: 352)
*
''Perikles döneminde bir dahi sanatçılar topluluğu tarafından yaratılan Akropolis topluluğu, Hellen mimarisinin en önemli anıtıdır.'' (Sayfa: 356)
*
Felsefe ve Bilim:
*
''İonya'nın en önemli kenti Miletos, kendiliğinden maddeciliğin (spontane materyalizm) babası olan ilk Hellen filozofu Thales'in (600'e doğru) yurduydu. (..) Anaksimenes, canlı ve cansız doğanın, yoğunlaşarak katı ve sıvı cisimleri oluşturan havadan kaynaklandığını, ateşin ise havanın yoğunluğunun azalması sonucu ortaya çıktığını öne sürer. Anaksimandros ''sonsuz'' deyimiyle tanımladığı maddenin, dünyanın temeli olduğunu savunur: Canlı varlıkları bu maddenin yarattığı kanısındadır. ''İlk insanın başka insanlardan türediği''ni savunarak, bir ölçüde, Darwin'in evrim öğretisini önceler. (..)
Pythagoras (M.Ö. VI. yüzyılın ikinci yarısı) idealist felsefenin babasıdır.'' (Sayfa: 357)
*
OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM


MAKEDONYA'NIN BÜYÜYEN GÜCÜ BÜYÜK İSKENDER'İN SAVAŞLARI
*
Makedonyalı İskender'in imparatorluğu:
*
''Makedonyalı İskender (M.Ö. 336-323) İlkçağ'ın en ünlü kişilerinden biridir. Ege Denizi'nden İndus Vadisi'ne, Libya Çölü'nden Hazar Denizi'ne yayılan imparatorluğunun büyüklüğü ve bunun yanı sıra bütün fetihlerini gerçekleştirdiği çok kısa zaman kesiti (on yıl kadar) çağdaşlarının belleğinde silinmez bir iz bıraktı ve birçok efsanenin kahramanı yaptı.'' (..)
''İskender tahta 20 yaşında çıktı. Philippos'un özeniyle aldığı Grek eğitimi onu kültürlü bir insan yaptı. 343 yılından 340 yılına kadar öğretmeni olan Aristotales ona geniş bir bilgi vermekle yetinmedi; ona Hellen uygarlığı sevgisi de aşıladı. İskender, daha çocukluğundan itibaren otoriter ve tutkulu kişiliğiyle dikkati çekiyordu. Makedonya'nın Hellas'ta üstünlük elde ettiği ve Philippos'un bütün çevresinin emperyalist iştahlarının kabardığı dönemde büyüdü. Bu da İskender'in aşırı tutkularının gelişmesinde etkili oldu.'' (Sayfa: 375)
*
''İskender, 331 yılında, Suriye'den geçerek Mezopotamya üzerine yürüdü. Burada, Dicle kıyısındaki Asur kasabası Gaugemela yakınlarında, belki de bütün seferin en kanlı savaşı oldu. Persler, küçük görünen Grek-Makedonya ordusuna oranla çok büyük bir ordu toplamışlardı. Ama, Pers birlikleri arasında birlik bulunmaması, askerlerini savaşın ortasında terk eden Darius'un şaşkınlık ve korkaklığı İskender'in zaferini kolaylaştırdılar. Persler ordularının büyük bir bölümünü yitirdiler ve imparatorluklarının gücü kesinlikle yok oldu.'' (Sayfa: 377)
*
OTUZ ALTINCI BÖLÜM
*
HELENİSTİK DEVLETLER
*
İskender İmparatorluğu'nun parçalanması:
*
İskender'in Doğu seferi, Romalıların Küçük Asya ve Mısır'ı fethetmelerine kadar sürecek olan ve Hellenistik adı verilen dönemin başlangıcını belirler.
Hellenizm, Doğu'nun birçok bölgelerine yayılan Grek köleci toplumunun daha gelişmiş biçimlerini sunar; Akdeniz ekonomi ve kültür çevresine bağlı olan Doğu ülkeleri bunların gelişmesine katkıta bulunmuştur. İskender İmparatorluğu'nun toprakları üzerinde, Doğu ve Grek temel ilkelerinin tuhaf bir karışımını sunan büyük, bağımsız devletler kuruldu. Bunlar, yönetici katmanı Grekler, Makedonyalılar ve Hellenleşmiş yerli aristokrasiden oluşan Doğu tipi merkezî monarşilerdi; Hellenleşmiş yerli aristokrasi, ayrıcalıklı konumuyla, yabancı istilacının ezdiği yerli halk yığınlarının karşıtıydılar. Ulusların sömürülmesi ve vurgun savaşı, Hellenistik hükümdarların, ekonomik ve kültürel hayatta giriştikleri büyük çalışmaların maddi temelini yaratmalarına izin veriyordu. Küçük Asya, Orta Asya, Arabistan, Hindistan, Çin, Akdeniz ülkeleriyle ticaret yapıyordu. Maddi hayatın büyük bir gelişme gösterdiği bazı Hellenistik devletlerde, Grek bilimi büyük ölçüde ilerledi ve teknik düzey üzerinde büyük etki yaptı.
Doğu ülkeleri ve Grek devletlerinin ekonomik ilişkileri, kültürlerinin karşılıklı etkileşimini sağladı.'' (Sayfa: 381)
*
''..İskender'in ölümünden yirmi yıl sonra, İmparatorluğu kesin olarak dağıldı. Ptolemaios, Slevkos, Lysimakhos ve Kassandros, yüce iktidar savında olan Antigonas'a karşı birleştiler. Kesin savaş 301 yılında, Büyük Frigya'da (Phrygia), İpsos'ta (Şuhut yakınlarında) oldu. Hindistan'daki topraklarından vazgeçen, bu nedenle de Hint Kralı Çandragupta'dan bir şükran simgesi olarak aldığı 400 kadar fili savaşa sokan Slevkos ortak zafere en büyük katkıyı yaptı. Antigonos bu savaşta öldü, oğlu Demetrios donanmasının bulunduğu Ephesos'a kaçtı. Hellenizm tarihinin dönüm noktası olarak kabul edilen İpsos muharebesi, üç Hellenistik büyük devletin kurulmasıyla sonuçlandı: Ptolemaiosların yönettiği Mısır, Slevkosların yönettiği Suriye ve Antigonosların yönettiği Makedonya.'' (Sayfa: 382-383)
*
Ptolemaioslar Krallığı (M.Ö. 30):
*
''Dünya çapında önemli bir kent olan İskenderiye, başa geçti. Strabon ''Coğrafya'' adlı yapıtında İskenderiye'yi anlatır. İki Grek mimarının, Rodos'lu Dinokrates ile Knidoslu Sostrates'in hazırladığı plana göre yapılmış büyük bir kentti. İki ana yolla kesilen geniş ve düz caddeleri vardı (en önemlisi 6 km uzunluğundaydı). Sokaklar, kanalizasyon, sokak aydınlanması, parklar, revaklar, tiyatrolar, hipodromlar, stadyumlar, zengin ve iyi düzenlenmiş bir Hellenistik kentin özel niteliklerini oluşturuyordu. Krallık saraylarının bulunduğu mahalle özel görkemiyle kendini belli ediyordu; kentin üçte bire yakın bölümünü kapsıyordu. Her kral yeni bir saray yaptırıp, şatafat bakımından kendisinden öncekilerle yarışıyordu. Bahçeler, ender hayvanların bulunduğu hayvan koleksiyonları, görkemli hamamlar, hizmetçi kalabalığının konutları, hükümdarın sarayının yanında bulunuyordu. Aralarında İskender'inki de olmak üzere kral mezarları da buradaydı. Müze ve ünlü kütüphane de bu mahalledeydi. İskenderiye Müzesi büyük bir sanat ve bilim merkeziydi. Kraldan maaş alan bilginler, tıpkı Atina'da olduğu gibi, revakların altında ve gölge sokaklarda ders veriyorlarddı. Kütüphanede yüz binlerce el yazması vardı. Büyük sayıda görevli bunları kopya ediyor ve inceliyordu. Ptolemaioslular, bilgilerini ve bilim ve sanat koruyuculuklarını sergilemeyi seviyorlardı. Bu alanda da, ekonomik hayattaki merkezileşme ve denetim söz konusuydu. Eski bir yazar, müzeyi bilginlerin kuşlar gibi beslendiği kafese benzetiyor. (Athenaios, 1,4).
İskenderiye'nin ekonomik önemi çok iyi düzenlenmiş iki limanından kaynaklanıyordu. Pharos adasında bir kayanın üzerine yapılmış olan fener, İlkçağ harikalarından biriydi. Yüz metreden daha yüksek, mermerle kaplı bir kuleydi fener. Geceleyin tapasinde yakılan odun ateşinin aydınlığı, madeni aynalarla uzaklara yayılıyordu. 800 talant gibi büyük bir harcamayla yaptırılan bu yapı, Ptolemaiosların efsanevi zenginliklerine ve deniz güçlerine tanıklık ediyordu.'' (Sayfa: 385-386)
*
Selevkosların (Selevkidai) devleti:
*
''Antiokhos Epiphanes (175-164) döneminde, Filistin'in bağımsızlık için verdiği uzun mücadele, ezilen ulusların direnmesinin bir örneğidir.
Antiokhos Epiphanes'in İbrani dinini yasaklaması ve zorla Hellenleştirme girişimi, bu hareketin başlamasına neden oldu. Makkabaios (Makkabe; büyük olasılıkla ''çekiç'' anlamına gelen İbranice makkabet sözcüğünden gelmektedir) lakabıyla anılan, Mathathias'ın oğlu Yahuda (Judas), zorba yabancılarla birleşen soylu sınıf temsilcilerine karşı girişilen şiddetli bir mücadeleyle yoğunlaşan halk hareketinin başına geçti. Kudüs mücadelenin merkezi oldu. Başlangıçat, isyancılar büyük bir yenilgiye uğradılar ve kral korkunç bir kırım yaptı: Erkekler öldürüldüler, kadınlar ve çocuklar köle olarak satıldılar, Kudüs'ün surları yıkıldı. Ama Yahudilerin direnci kırılmadı: Hareket büyüdü ve Yahuda'nın tüccar ve zanaatçı katmanlarına ulaştı. 142 yılında, Simon Makkabaios (Yahuda'nın kardeşi) Kudüs'ü geri aldı ve bağımsızlığı yeniden kazandırdı. Savaş devam etti, çünkü Selevkoslar Filistin'in yitirilmesine razı olamazlardı. Ama burayı yeniden fethetmeyi başaramadılar.'' (Sayfa: 389)
*
Pergamon (Bergama) Krallığı:
*
''133 yılında, Pergamon bir Roma eyaleti oldu ve ''Asya Eyaleti'' adını aldı.'' (Sayfa: 392)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...