29 Kasım 2022 Salı

Nâzım Hikmet Ran - Yusuf ile Menofis (Oyunlar 3)



İNSANLIK ÖLMEDİ YA:
*
''Köleliğin en korkuncu, köle olduğunu fark etmemektir..'' (Sayfa: 20)
*
EVLER YIKILINCA [1949]
*
''İnsan dediğin, karşısındaki insanın, fenalık edemeyecek kadar zayıf olduğunu bilirse, kurtken aslan kesilir..'' (Sayfa: 125)
*
''Ateş, barutun üstüne düşerse, arif olana yol görünür.'' (Sayfa: 128)
*
''İnsan insana karşı, düşündüğünü söylemezse, aradaki saygı değil, korkudur, baba.. Ben seni sayıyorum, ama senden korkmuyorum.'' (Sayfa: 149)
*
YUSUF İLE MENOFİS:


''Taşı, evet, sabırla, evet, akılla, evet, gerekirse kurnazlıkla, evet, ortalığı velveleye vermeden, evet, kendi kaderini yontar gibi, ama yanıbaşında kaderlerini yontan öteki taşçılarla beraber, fakat sevgiyle, hem taşı, hem kendini, hem başkalarını severek yontacaksın.'' (Sayfa: 175-176)
*
İKİNCİ KADIN: Ne iyi yürekli insansın. Dinlensinler diye paydos ettirdin işlerini.
YUSUF: Babam Yakup'un iki eşeği vardı. Birisine çok yük sarardı ve taşıyabileceğinden çok yük sarardı ve soluk aldırmazdı. Fakat ötekine taşıyabileceği kadar. İki eşekten biri beş yıl yaşadı ve öbürü on beş yıl. Hangi eşek daha çok yaşadı ve hangisi babama daha çok iş gördü.?
İKİNCİ KADIN: Akıllı adamsın. (Sayfa: 177)
*
ZELİHA: (Menofis'e) Söylesene, beni öldürür müsün.? Alacağınızı vermezsem beni öldürür müsün.?
MENOFİS: Seni öldürmek.. Seni.. hayır. Dedim ya, acemisiyiz bu işin. Fakat..
ZELİHA: Nil kenarında ördüğünüz duvarları mı yıkarsınız.?
MENOFİS: Onu o kadar sağlam ördük ki.! Biz namuslu duvarcılarız. Biz hilesiz çalışan duvarcılarız. Onu o kadar sağlam ördük ki yıkılmaz. Sonra.. yazık olur. O kadar sağlam ördük ki.!
ZELİHA: Ambarlarımdan birini yağma edersiniz. Bak, gözlerin parladı. Bunu nasıl olsa, sen bulmasan arkadaşların bulacaktı. Ambarlarımdan birine saldırısınız.
MENOFİS: Bunu yaparız belki. Evet, bunu yaparız. Hem öteki ambarlarını da ateşe veririz. Evet, bunu yaparız. Hem de bunu yapacağız. Alacağımızı vermezsen bütün ambarlarını yakacağız. Ben Menofis.. Biz arkadaşlar yani, yalan söylemeyiz, yapamayacağımız işe yaparız demeyiz. (Sayfa: 215)
*
''Belki bu kadar çok, bu kadar kolay öldürülemezdik, bu kadar unutkan olmasak.''(Sayfa: 220)
*
AVRUPALI ÖLÜ: Niye güldün.? Biz ölüyüz, unuttun mu.? Ölüler güler mi.?
ASYALI ÖLÜ: Aklıma gelen şey benim gibi, senin gibi, onun gibi, şunun gibi kaç kere, kaç kere, kaç yerde, kaç yerde kıtlıktan ölmüş ölüleri bile güldürür.
AMERİKALI ÖLÜ: Ne geldi aklına.? Söyle, biz de gülelim.
ASYALI ÖLÜ: Biz burda böyle konuşuyoruz ya, biz burda böyle konuştuğumuz için, bizi burda böyle konuşturan adama propagandacı diyecekleri aklıma geldi.
AFRİKALI ÖLÜ: Fakat biz kıtlıktan öldük. Yalan mı.? Kaç kere, kaç kere, kaç yerde, kaç yerde.
AMERİKALI ÖLÜ: Kıtlıktan öldük.! Yalan mı.?
HAHAM: (Yüksek sesle.) Ve Yusuf parayı Firavun'un evine getirdi. (Sahne yavaş yavaş kararmaya başlar.) Ve Mısır diyarında ve Kenan diyarında para tükenince bütün Mısırlılar Yusuf'a gittiler ve dediler.
(Kararır.) (Sayfa: 221-222)
*
YUSUF: Sana ekmek ve buğday vereceğim.
MENOFİS: Kimin ekmeğini ve buğdayını, kime veriyorsun, Yusuf.? (Birdenbire arkaya, halka döner.) Burda bu adam oturmuş, etrafında kâtipleri, muhafızları, kimin ekmeğini, kimin buğdayını, kime veriyor.? Ambardakiler, ekmekler, buğdaylar ve yiyecekler kimin toprağından ve bahçesinden ve kimin elleriyle ekildi ve biçildi ve toplandı.?
YUSUF: Menofis, bu söylediğin nedir.? İnsan ağzında ses, ses olalı ve ses söz olalı böyle bir söz duyulmuş mu.? (Sayfa: 235)
*
MENOFİS: (Yusuf'a) Sen Yusuf, Firavun'a, Yusuf, Sen Firavun'a babanın torunlarını da kendi çocuklarının çocuklarını da sattın. Sen Firavun'a sevdiklerini de sattın. Gün gelecek, onlar angarya memurlarının kırbacıyla çalışacak ve tarlada ve her çeşit işte, harçta ve kerpiçte, ağır işte hayatları acı olacak ve doğurma iskemlesi üzerinde kadınları erkek çocuk doğurursa o çocuk öldürülecek. Sen Firavun'a kendi çocuklarını, çocuklarının çocuklarını da sattın, Yusuf.!
YUSUF: (Muhafızlara) Götürün, söyletmeyin.
MENOFİS: Haydi, gidelim, kuşlar etimi yesin. Halbuki yaşamak güzel şey. (Muhafızların arasında sendeleye sendeleye giderken durur ve Yusuf'a döner.) Yusuf, sen Tevrat'a göre yüz on yaşında öleceksin ve ben oynadığımız oyunu yazana göre kırk yaşında ölüyorum. Sen daha altmış, yetmiş yıl yaşayacaksın. Tevrat'ın hesabına göre. Bense, oyun icabı, yarım saat sonra öleceğim. Halbuki o kadar da sürmeyecek sanıyorum. Demin şurama, böğrüme bir bıçak attı muhafızların. Barsaklar kesildi galiba. Halbuki yaşamak, ölmemek.. ölmemek, yaşamak. Yusuf, sen de ben de binlerce yıl yaşayacağız daha. (Sayfa: 237-238)
*
İVAN İVANOVİÇ VAR MIYDI, YOK MUYDU.? (1955)


''Bir komünistin, başka bir komünist için, bir üçüncü komünistten iltimasta bulunmasına taraftar değilim. Kasabada mesken buhranı var.. Bu buhranın ağırlığını herkesten önce partililerin taşıması gerek.. Kaldı ki, çoğu da taşıyor bunu, kimseden iltimas dilenmeden..'' (Sayfa: 247-248)

Ivan Shishkin - Çam Ormanında Sabah

''Sevdikten sonra elbette deli gibi sevecek, akıllı gibi sevmek de sevda mı sayılır.?'' (Sayfa: 249)
*
İVAN İVANOVİÇ: (Kasketliye) Hani gönül acısı en büyük felaketti..
KASKETLİ: Öyledir.. Ve lakin bir çok acılar gibi o da şifa bulur çok şükür..
İVAN İVANOVİÇ: Bana öyle bir acı lazım değil.. İşime gelmiyor.. Bana şifa bulmayan bir acı lazım, kanser gibi..
KASKETLİ: Onun da şifası bulunacak..
İVAN İVANOVİÇ: Bana şifası hiçbir zaman bulunmayacak bir acı lazım..
HASIRŞAPKALI: (Gelir.) Şeref acısı.. Hele haksız yere çiğnenmişse şerefi.. (Sayfa: 252)
*
İVAN İVANOVİÇ: (..) Sözümü kesmeyin.. Biliyorum nurlu yollar, yılmaz mücahit, oy birliğiyle tasvip, muazzam başarılar gibi formüllere aleyhtarsınız.. Güzel.. Ama bu formüller cümlelerin tekerlekleridir. Takıverirsin dördünü beşini, cümle yürüyüverir, düşünceler de kolaylıkla ifadelerini bulur. Herkesin kullandığı, adeta sosyalist mülkiyet haline gelen bu tekerleklerden niçin faydalanmamalı.? (Sayfa: 265)
*
İVAN İVANOVİÇ: (Toparlanarak.) Dediğim şu, otoritenizi ve havanızı vakit geçirmeden süratle ve planla, yaratmak lazımdı.. Sizin şahsınız bahis konusu değil, bahis konusu olan her şeyden önce, yani bütün bir Sovyet kasabası, tekmil Sovyet insanları, hatta bütün ileri insanlıktır.. İşte portreleriniz her şeyden önce, yani bunun için asılı, Sergey Konstantinoviç.. (Sayfa: 267)

Viktor Vasnetsov (Üç Bahadır ya da Bahadırlar)
*
*
*
NÂZIMIN SESİ: Boşuna, İvan İvanoviç.. Benim de zayıf taraflarım tümenle, ama yakalayamadın onları.. Senden dolu dizgin nefret ettiğim, Petrof'u dolu dizgin sevdiğim için yazacağım bu piyesi.. (Sayfa: 294)

Cahit Irgat - Irgatın Türküsü


Cahit Irgat Üzerine

*
Selâhattin Hilâv:
*
1940'lı ve 50'li yıllar.. Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve hatta bu düzeyi aşmak iddiası güden asker-sivil bürokrat iktidarın, özgürce bilgilenmeyi, düşünmeyi, hayal kurmayı, bir başka yaşam özlemeyi kesinlikle engellediği yıllar.. Belli birtakım olayların ve sözcüklerin ağza alınmasının olanaksız ya da hapse atılmanız için yeterli olduğu yıllar.. Başka bir deyişle, insan varlığının, bir şablona göre kesilip biçilerek çok küçük bir ölçekte yeniden üretilmeye çalışıldığı yıllar.. Kısacası, özgürlüğün kim bilir kaçıncı kez katledildiği yıllar.. Cahit, işte böyle bir ortamda şiir yazmaya, tiyatro yapmaya çalıştı: Savaşa karşı çıktı, insanların gereksiz yere birbirini öldürmesinin anlamsızlığını ve zavallılığını anlatmak istedi; yoksulluğu, terk edilmişliği, ezilmeyi, baskıyı, emeğin hor görülmesini, açlığı, kurulu düzenin akıldışılığını şiire dökmeye çalıştı. Biraz çocuksu, ama duyarlı ve tedirgin bir yüreğin içtenliğini her zaman taşıyan şiirleri yüzünden kovuşturmalara uğradı ve sürekli olarak çelmelendi. Barışı savunuyordu ve bu tutum, ''evlad-ı vatan''ı kan içmekten caydırmak olarak görüldüğü için, iktidardaki ''ilericiler'' ve ''uygarlıkçılar'' tarafından sakıncalı ve tehlikeli bulunmuştu. O yıllarda, aynı anlayış ve duyarlıkla şiirler, romanlar ve öyküler yazanların da başına buna benzer gaddar ve hazin durumlar geldi.
*
Cumhuriyet dönemi resmi ideolojisinin İttihat Terakki'den devraldığı ve kökü çok daha gerilere giden tepeden inmecilik, buyurganlık, doğu faşizmi, evrensel yasaklama eğilimi, kitap korkusu ve fikir düşmanlığı, 40'lı ve 50'li yılların temel özellikleridir ve kasvetli bir gelenek olarak günümüze kadar sürmüştür. Genellikle toplumsal, siyasal ve kültürel alanda, özellikle edebiyat ve şiirde kendini gösteren bu inanılmaz baskılar, Nâzım Hikmet gibi bir büyük şairin ''yaşamdan ve edebiyattan sürülmesi'' sonucunu vermişti. Böylece ''küçük insan'' şairlerine bir alan açılmış oldu. ''Anlayana sivrisinek saz'' düşüncesine dayanan ve ''tebdil gezen'' bir şiir yaygınlaştı. Batı şiiri örnek alınıyordu, ama bu şiirin geçirmiş ve geçirmekte olduğu evrim pek bilinmiyor ya da gerektiği gibi kavranamıyordu. Geleneksel Türk şiirindeki besleyici öğeler, resmi ideolojinin aldatıcı ''ilericilik'' yorumu dolayısıyla küçümseniyor ve algılanamıyordu: Nitekim bu gelenek içinde önemli bir yenileştirme deneyi gerçekleştiren Yahya Kemal de, sağcılar tarafından ''vatan-millet edebiyatı'' çerçevesi içinde değerlendiriliyor ve ''solcular'' tarafından göz ardı ediliyordu. Bu kopukluklar, 40'lı ve 50'li yılların Türk şiirinde bir ''çölleşme dönemi''ne yol açmıştır. Vezin ve kafiyenin atılması, lirizmden yüz çevirme, imge kullanılmaması, günlük dilin olduğu gibi devşirilmesi ve ''eda'', bu yıllarda, şiirde yenilik sayılıyordu. Garip akımının poetikası, bilindiği gibi ''eda''ya dayanır. Ne var ki, eda sözcüğü, ''tarz'', ''Üslup'' ve ''deyiş''ten başka bir anlam taşımaz ve dolayısıyla herhangi bir şiir yeniliğinin temeli de olamaz. Çünkü ''eda'', her gerçek şiir ürününde gördüğümüz evrensel bir belirlenimdir. Nitekim Nef'i, ''Var mı bir bencileyin şair-i pâkize edâ'' diyordu. Ama 40'lı ve 50'li yılların toplumcu şairleri (Cahit de bunların arasındadır), şiirsel geleneğin ve kaynakların hem Doğu hem Batı yönünde bu biçimde kurutulmuş olduğunun pek farkında değillerdi ya da ister istemez bu hava içinde yazmak zorunda kalmışlardı. Hatta bu küçültme ve kurutmayı, bir ''başkaldırı'' ve ''ilerici davranış'' olarak benimsedikleri bile söylenebilir. Bu şairlerin içinde düştüğü çelişki, kendi toplumcu dünya görüşlerini, bunun tam tersi olan ve şiirde egemenlik kuran bir poetika içinde vermek zorunda kalmalarından kaynaklanmıştır. Toplumcu bir görüş, insanı bütün yanlarıyla (düşünce, hayal, özlem, bilinçdışı, başkaldırı, eleştiri) ele almak zorundadır. Oysa bu şairler, kuşa döndürülmüş bir şiirsel araçla bu işi yapmaya çalıştılar. Bundan ötürü, yetenekleri ne olursa olsun, amaçları ile araçları arasındaki oransızlık, onları kısıtladı ve şiirlerinde yansıdı. (Sayfa: 5-7)
*
BU ŞEHRİN ÇOCUKLARI
*
Dünyamız


Gölgem mi şu meydanda uzanmış yatan.?
Yokluk fışkırıyor tabanlarından
Ama şiir söylüyor, yaşadığı besbelli.
*
Gazete satan çocuk
Bulutlara uzatmış ağzındaki çiçeği,
Ayıptır, aç mı tok mu sorulmaz.
*
Duvar dibindeki orospu
İş bekliyor, aşikâr,
Aşikâr utandığı böylesine yaşamaktan.
*
Neden mahzun şu evine dönen memur
Şu meydanda taş kesilmiş abide
Şu marangoz, şu ihtiyar dilenci.?
*
Malum dünyamızın hali.. (Sayfa: 17)
*
Peşinden Söylenen Şarkılar III


Mirasını paylaşıyor çocuklar
Darağacını son uykuya salıncak yapan
Mağrur gözlü mahkûmların. (Sayfa: 18)
*
Korkuyorum


Her yerde aynı hava, aynı koku, aynı dert
Korkuyorum.
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni,
Gökler bile değişiyor lahzada.
Ardından geliyor bak
Güneşiyle bulutuyla gökyüzü
Bütün şehir, bütün deniz, yeryüzü.
Sen de kaçma bu şehirden
Yalnız bırakma beni,
Ben fakir bir sahilin
Kahır yüklü çocuğu,
Korkuyorum. (Sayfa: 23)
*
Ağaç


I
*
Bir ağaç ki düşünür
Bütün ömrünce,
Bir ağaç ki ağlar
Yağmur yağdıkça,
Derdi sorulmaz
Gölgesiyle yatılır
Koyun koyuna toprakta,
Meyvesi yenilir
Dalı kesilir üstelik.
Ve ben şimdi ağlarım
Yağmur yağdıkça.
*
II
*
Çıldırtmağa kalkma beni
Çıldırmam.
Nasıl olsa benimsin
Yıldız yüklü ağaç. (Sayfa: 33)
*
Kahvaltı


Yıldızların hepsi birer muamma,
Hepsi ayrı âlemmiş.
Neme gerek.?
*
Sen gündüzden haber ver.
Gün doğsun
Kahvaltımız senden olsun
Güneş reçeli. (Sayfa: 37)
*
Dertliyim Apostol
*
Kadehimi son damlasına kadar içirdiler
Günahların kefareti ödendi
İnsan için nem varsa felaketlere verdim
Akşamın hayrolsun
İndir kepenkleri
Sabahlara kadar dertleşelim Apostol. (Sayfa: 39)
*
Memnunum Diyemem
*
Memnunum diyemem yaşadığıma,
Bana bir şey söylemiyor
Bu deniz parçası, bu taka.
*
Gün bitti, yollara düştü kahır
Ötme vapur, gelemem
Dört duvarla sarılmışım.
*
Sarmadı gitti beni
Bu yandan çarklı dünya;
İki yakam bir araya gelmiyor
Ivırı zıvırı caba.
*
Parmak parmak çürüdü
Bir karış ömrüm,
Yalan şeyleri özlemişim nâfile,
Nâfile şiir yazmış, kahırla yıkanmışım,
Gülmüşüm söylemişim, boş vermişim her şeye,
Senin için yaşamışım insanoğlu, nâfile.! (Sayfa: 54)
*
Bilen Bilir


Bir gemi kalktı rıhtımdan
Sen de içinde misin.?
Yağmur yağıyor rahat rahat
Ağzıma, gözlerime
Ve bütün şehre.
*
Bilen bilir kadrini
Mürdüm gözlüm, yağmur saçlım
Taşını toprağını mı öptün ki yerin
Kokun geliyor bahçelerden. (Sayfa: 56)
*
Bu Şehrin Çocukları


Usanç geldi arpa boyu sevinçten,
Bu dert bize yakışmıyor
Biz bu şehrin çocukları
Bu dünyanın mayası
Ekmeğinin kölesi
Ekmekten aziz insan,
Bu dert bize yakışmıyor. (Sayfa: 71)
*
RÜZGÂRLARIM KONUŞUYOR 1


İthaf
*
Niçin yaşadığını, öldüğünü bilmeyen
Dert çeken dost
Çürüyen dost,
Sizin için söylüyorum
Milyonlarca harp ölüsü adına
İyiliğin, kardeşliğin, ümidin
Aynı hakkın, hürriyetin
İnsanlığın şarkısını. (Sayfa: 75)
*
III
*
Bu şehrin insanları fakirdir
Sizin için dile geldik fakirler
Biz on parmak kadar dostuz sizinle.
*
Şehrin havasında homurdanma var,
Duy ve katıl şarkısına bu şehrin
Sen dünyayı omuzunda taşıyan
Sen yeraltı
Sen yeryüzü insanı,
Bir lokmaya bütün sabır
Bir lokmaya bütün kahır
Canlarını dişlerine takmış insanlar
Bir lokmaya.
*
İşsiz güçsüz
Evsiz barksız
Dili yok kalabalık
Sokaklar, caddeler, meydanlar dolusu
Biz şehirde, biz denizde
Biz tarlada, fabrikada
Satılıyoruz,
Haraç mezat
Bir lokmaya. (Sayfa: 80)
*
IV
*
Çıldırmak işten değil
Ağzımızdan dilimizi çaldılar
Cebimizden paramızı
Alnımızdan terimizi
Ve renk renk ayırmadan
Gözlerimizi.
*
V
*
Sizin için dile geldik fakirler
Sizin için dönüyor bu değirmen
Tez olun dostlar, tez olun
Herkesin dolaştığı bir bahçeye girelim
Arpa boyu zaman kaldı
Şehrin çıldırmasına.
*
Sabır zehir ömürlüm
Arpa boyu zaman kaldı. (Sayfa: 81)
*
XII
*
Yalan söylemiyor bu dünya
Dostlarımı ensesinden vurdular,
Bazımız kırbaç altında öldü
Bazımız harp meydanında
Ve bazımız gün doğmadan az önce
Heykel gibi
Saf saf
Darağaçlarında. (Sayfa: 85)
*
RÜZGÂRLARIM KONUŞUYOR 2
*
IV


Selam alın teriyle ekmek yiyen herkese
Selam bu günü hazırlayan ölüye
Selam saçlarından asılan
Tabanından çivilenen diriye.
Selam seksen ayak merdivenli
Kara yüzlü binanın
Üst katından atılan
Berrak gözlü
Paramparça cesede. (Sayfa: 90)
*
VIII


''Seni de seviyorum
ipimi çeken cellat
Biliyorum ekmeğin var
Boynumdaki ilmikte.'' (Sayfa: 92)
*
X
*
Belediye reisinden emir var*
Mezarını herkes kendi kazacak.
*
Şimdi mevsim sonbahar
Çoğumuzun sünger çekti üstüne
Açlık, kıtlık, kolera.
*
İyi bilir ellerimiz
Kazma kürek tutmasını,
Kardeş yüzü sevmesini.
*
Karşımızda kara kış var
Mezarını herkes kendi kazmalı.
*
* Dipnot: Londra 11. A.A. - Bugün Berlin'den alınan haberlere göre, Almanya'daki belediye başkanları bu kış soğuktan ve açlıktan ölmeye mahkûm olan yüz binlerce insan için şimdiden mezarlar kazdırtmak emrini almışlardır. (Gazeteler) (Sayfa: 94)
*
XIII


Anne girmem bu oyuncak dükkânına *
Orda toplar, tayyareler, tanklar var.
*
Seviyorum söğüt dalı atımı
Tekme atmaz, ısırmaz.
*
Ben yaşamak istiyorum
Ağaç gibi sessiz, rahat.
Karınca kararınca değil
Serile serpile boylu boyumca.
*
Anne girmem bu oyuncak dükkânına
Orda toplar, tayyareler, tanklar var.
*
* Dipnot: İkinci Dünya Harbi'nde Yahudi çocuklarına savaş oyuncaklarıyla
oynamaları yasaklanmıştı Almanya’da. (Sayfa: 97)
*
ORTALIK
*
Yaşamak


KALBİMİZİN ORTASINDA GÜVERCİN
GÜVERCİNİN KURSAĞINDA BİR KURŞUN
KEFENİMİZ ARŞIN ARŞIN
PARASIYLA PEŞİN PEŞİN (Sayfa: 107)
*
Sen Ölmüşsün
*
Sen ölmüşsün, ölmüşsün,
Tabancasız tüfeksiz.
Sen ölmüşsün çocuğum,
Evsiz, barksız, ekmeksiz.
*
Şarkılarım denizdendir, güldendir
Şarkılarım insandandır çocuğum.
Çamurdandır, hamurdandır, sudandır,
Mayadandır, ekmektendir, sendendir.
*
Kaderindir yaşayan,
Sen ölmüşsün çocuğum. (Sayfa: 113)
*
IRGAT'IN TÜRKÜSÜ
*
Adam Olana Çok Bile


Ekmeğimi gözyaşıma bandım da yedim. (Sayfa: 142)
*
Bacak
*
Yakacak odun kalmadı sobada
Kör olası gözüm tahta bacakta
Seni de sarsın alev
Kül etsin ocak
Yan tahta bacak (Sayfa: 142)
*
İnsan


Allah'ı şimdi gördüm,
Ağlıyordu.
İki gözü iki çeşme, elinde fener
Diyojen'i arıyordu. (Sayfa: 143)
*
Halk
*

Halkın azını aldatırsınız
Her zaman,
Halkın çoğunu aldatırsınız
Zaman zaman,
Ama halkın tümünü.?
Hiçbir zaman,
Hiçbir zaman. (Sayfa: 143)
*
Sevmek:
*
''Dağ dağa kavuşur, insan toprağa
At sırtında kırbaç, insan sırtında ağa
Ve ayırmak karaları, akları
Ve sevmek ve okşamak yalınayakları.'' (Sayfa: 158)
*
Ellerin


Ekmek gibi ellerin var
Sıcacık
Seni niçin sevmeyeyim.? (Sayfa: 160)
*
Dar


Mezarların en büyüğü dar
Sığmayacak Allahlar.. (Sayfa: 165)
*
YAŞADIM
*
Memleket - Ahmet - Mehmet
*
Almış başını kaçmış
Mutsuzmuş umutsuzmuş
Küsmüş küstürülmüş bıkmış
Kimin köyü kimin evi
Haram sofralarda yenmiş
En karamsar, münzevi.
*
Ak martı bu havada yaylanan
Donmuş kölelikte kan,
Yok böylesine güzel memleket
Yok böylesine aç ahmet - mehmet.
*
Ağla insanım ağla
Rüzgâr zehir kent zehir
Zengin cenazeleri çelenklerden bellidir
Ahmet -mehmet bölüşmüş son rızkını Allah'la.
*
Zinalar aşkla değil, günahla
Taş kesilmiş insan
Taş kesilmiş orman
Ağla insanım ağla
Boşal ferahla..
*
Yok böylesine güzel memleket
Yok böylesine aç ahmet - mehmet
Ağla ahmedim ağla
Ağla mehmedim ağla. (Sayfa: 191)
*
YAŞADIM
*
Kimlik:


''Acı insan soyulunca kabuktan
Öldürsem kendimi hiç acımadan
Karanlık bir avluda kalın duvarlı
Babacan bir ağaçta yüce boyumdan
Görsünler gittiğimi bu bok dünyadan.'' (Sayfa: 210)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...