30 Eylül 2021 Perşembe

Fethiye Çetin - Anneannem

 

Arka Kapak:
*
Bu coğrafyada yaşayan herkesin şu ya da bu şekilde bildiği ama üzerinde konuşmamayı tercih ettiği saklı yaşamlar. Ermeni ve Hıristiyan iken Türk ve Müslüman olmuş binlerce çocuktan biri:
Heranuş ya da diğer adıyla Seher.
Torunu Avukat Fethiye Çetin anneannesi hakkındaki gerçeği yıllar sonra öğrendi. Anneannesinin akrabaları Gadaryanlara ise onun ölümünün ardından ulaşabildi. Konuşacak çok şey, sorulacak çok soru vardı.
"Yaşamı boyunca akla hayale gelmeyecek zorluklara göğüs germiş, çocuklarının ve yakınlarının karşısına çıkan engellerle baş etmiş bu kadın, gerçek kimliği söz konusu olduğunda neden kendini bu kadar çaresiz hissediyordu.? Neden ailesini ve kimliğini savunamıyor, isteklerinin arkasında duramıyordu.?
Anneannemin her acı hatırayı anlatıp bitirirken tekrarladığı cümlede gizli belki de bu soruların cevabı: O günler gitsin, bir daha geri gelmesin..
*****
*****
''Annem çok acı çektiğini anlatmak için elini sol memesinin üstüne koyar ve ''Tam şuram, tam şuramda bir yer, sızım sızım sızlıyor,'' derdi.'' (Sayfa: 9)

*****
*****

''Cami avlusunun en kuytu köşesine sinmiş kadınlarla bekleşiyoruz. Öyle çaresiz bekleşir ve yeni gelenlerle sarılıp ağlaşırken erkek kalabalığından biri, yanımıza hızla ve telaşla gelip sordu:
''Seher Teyzenin annesiyle babasının adı nedir.?''
Bu soruya hemen cevap gelmedi kadınlardan. Sessizlik ve karşılıklı bakışmalar dikkati çekecek kadar uzadı. Bir süre sonra sessizlik yine kadınlar arasında biri, Zehra Teyzem tarafından bozuldu:
''Babasının adı Hüseyin, annesinin adı Esma.''
Teyzem bu isimleri söyler söylemez bakışlarını, onay bekler gibi bana çevirdi ya da bana öyle geldi.
Soruyu soran adam, bu ketum kadın kalabalığından beklediği cevabı sonunda koparmış olmanın rahatlığı ve musalla taşının önünde birikmiş erkek kalabalığına yönelmişken yüreğimden kopup gelen ve sessizliği yırtan şu sözler, kendiliğinden ağzımdan döküldü:
''Ama bu doğru değil.! Onun annesinin adı Esma değil, İsguhi. Babası da Hüseyin değil, Hovannes.!'' (Sayfa: 10)

*

''ANNESİNİN ADI ESMA, babasının adı Hüseyin olmadığı gibi kendi adı da Seher değil, Heranuş'tu onun.'' (Sayfa: 11)

*****
*****

''Uzun kış gecelerinin en büyük eğlencelerinden biri dervişlerin gelişiydi. Köy ahalisi dervişlerin etrafında halka olur, onların şişlerle ve kızgın sobayla yaptıkları gösterileri korku, şaşkınlık ve hayranlıkla seyrederlerdi. Demir şişler bir yanaktan girip öbür yanaktan çıkardı ama bu şişlere bir damla bile kan bulaşmazdı. Kızgın soba kucaklanır ancak kucaklayan dervişlerin ellerinde kollarında yanıklar oluşmazdı. Heranuş bu işe çok şaşardı.'' (Sayfa: 15)


''BABAM ÖLDÜKTEN SONRA hiç oyuncağım olmadı. Oyuncağım olsun diye bir isteğim de. Ama bir müzik aletimin olmasını, bu isteğimi dile getirmesem de hep çok istedim. Akranlarım evcilik oynarken ben bulduğum tahta parçasının üzerine teller gerer, onlardan farklı sesler çıkarmaya çalışırdım. Bazen tellerin yanında çeşitli kalınlıkta lastikleri de tahtanın üzerine gerer, bunların gerginliklerini çıkan sese göre ayarlardım.
Sonra bir gün Mahmut Dayım, küçük dayıma, (Mesut Dayıma) bir mandolin aldı. Mesut Dayım o sırada Diyarbakır'da yatılı okulda okuyordu ve mandolini yanında götürdü. Tatili dört gözle beklemeye başladım. Mesut Dayım eve gelecek diye. Tabii en çok mandolini getireceği için.
Mesut Dayım, ''Tren gelir, hoş gelir'' türküsünü öğrenmişti ve eve geldiğinde bize bunu çaldı. Bütün dikkatimle onu izledim. Sonra elime mandolini aldım ve bu türküyü ondan dıuyduğum gibi çalmaya başladım.
Mandolini elime alır almaz nasıl çalabildim bilmiyorum ama ev halkı bunu görünce, mandolinin bana bırakılmasına karar verdi.'' (Sayfa: 30)


''Dedem bir ikindi namazından eve döndüğünde, yine mandolin elimde bir konser hazırlığındaydım. Geldiğini belli etmek için her zaman yaptığı gibi öksürerek, öksürüğe benzer sesler çıkararak içeri girdi.
Bu gürültülü patırtılı girişten amaç, dedemden gizli yapılması muhtemel şeyler için kadınlara, çocuklara toparlanma fırsatı vermekti. Örneğin, annem dedem hariç herkesin yanında sigara içerdi. Dedem bunu bilirdi, bilmezden gelir, onu utandırmamak için de her gelişi gürültülü olur, sigara içiyorsa anneme sigarasını söndürmesi ve izlerini yok etmesi için zaman tanırdı.
O gün de gürültülü giriş faslının ardından ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Sonra, bana bakarak, ve herkesin duyacağı şekilde:
''Bugün, camide hoca, bu mandolin üzerine vaaz verdi,'' dedi. Bütün dikkatleri üzerinde topladığına emin olduktan sonra devam etti:
''Mandolin çalmak günahmış. Hoca, çocuklarınıza mandolin alarak günaha girmeyin; mandolin kursu yerine onları Kuran kursuna gönderin, dedi.''
Anneannem tereddütsüz ve hiç vakit geçirmeksizin ortaya atılıp dedeme, ''Bunları hoca mı söyledi.?'' diye sorarak emin olmak istedi.
Dedemden ''Evet aynen böyle söyledi,'' cevabını duyduktan sonra, öfkeyle söylendi: ''Boynu altında kalsın o hocanın. Mandolin niye günah oluyormuş.? Kendisinin ya da çocuklarının mandoline istidadı olsaydı böyle demezdi.''
Sonra dedeme çıkıştı: ''O cahil hocaların aptal sözlerini bu eve getirme.'' Duruma zamanında el koyup dedemi susturduktan sonra başıyla da bana devam etmem için onay verdi. Anneanneme minnet duydum. Ancak, camide duyduklarına dedem de pek inanmamış olacak ki, sustu ve bu olaydan sonra, mandolin-vita kutusu konserleri hiçbir engelle karşılaşmadı.
Dedem ve anneannem namazında niyazında, dini bütün insanlardı. Ama anneannem, yobazlığa ve mantıksızlığa hiç gelemez, mantıksız bulduğu sözlere, bunu bir imam dahi söylemiş olsa cesaretle karşı çıkar, etrafındakileri de uyarır, etki altında kalmaya müsait dedemi de böyle sarsarak kendine getirirdi. (Sayfa: 32-33)

*****
*****

ÖLÜM İLANINI Agos'a verdim.
*
Onun adı Heranuş'du. Herabet Gadaryan'ın torunu,
Üskühi ve Ovannes Gadaryan'ın biricik kızları idi.
Palu'ya bağlı Habab köyünde dördüncü sınıfa kadar
mutlu bir çocukluk yaşadı.
Birden, ''o günler gitsin bir daha gelmesin'' dediği
acılarla dolu zamanlar yaşanmaya başlandı.
Heranuş tüm ailesini kaybetti ve onlarla bir daha
görüşemedi. Yeni bir ailesi, yeni bir adı oldu.
Dilini, dinini unuttu, yeni bir dili ve dini oldu, hayatı
boyunca bunlardan hiç şikâyetçi olmadı ama adını,
köyünü, anasını, babasını, dedesini ve yakınlarını
hiç mi hiç unutmadı. Bir gün onlara kavuşma,
onlarla kucaklaşma umuduyla 95 yıl yaşadı. Belki
bu umutla uzun yaşadı, bilincini son günlere kadar
yitirmedi. Heranuş nenemi geçen hafta kaybettik
ve onu sonsuzluğa uğurladık. Sağlığında
bulamadığımız yakınlarını (yakınlarımızı) bu ilan
vasıtasıyla bulmayı, acıları paylaşmayı umuyor,
''o günler gitsin, bir daha yaşanmasın'' diyoruz.
*
Fethiye Çetin, 11 Şubat 2000, Agos Gazatesi. (Sayfa: 79)

26 Eylül 2021 Pazar

Fırat Cewerî - Maria Bir Melekti (Çeviren: Muhsin Kızılkaya)

 

Arka Kapak:
*
"Gece yarısı kapımı çaldı. Uyuyordum. Pijamayla kalkıp kapıyı açtım ona. Titriyordu. Yüzü sapsarıydı. Yavaşça kolunu tutup içeri çektim. Tek gözlü evimin tek sandalyesine oturttum. Ben de karşısına, yatağıma oturup ona baktım. Gömleği kanlar içindeydi. Merakla sordum: "Daniel, ne oldu.?" Önce cevap vermedi, sanki soruyu ona sormamışım gibi. Gerçekten o Daniel değildi, bakışları ölüydü. Sanki gerçeğinden uzaklaşmış, başka bir kalıba bürünmüştü. Tekrar sordum: "Daniel, başına ne geldi.?"
*
Daniel'in başına neler geldiğini, nasıl bir ruh hali içerisinde kaybolan benliğini aradığını, travmalarıyla boğuşurken hayatındaki iki kadından birinin göğsüne saplanan bıçağın her şeyi nasıl değiştirdiğini gösteriyor Firat Cewerî. Göstermekle kalmıyor; çarpıcı biçimde hissettiriyor. Derin bir his bu, bireyin iç dünyası irdelenirken toplumsallığın hiç kaybolmadığı ima ediliyor Maria Bir Melekti'de.
*
Cewerî, Daniel'in şahsında 12 Eylül cehennemini, Kürt ve Ermeni sorununu, sürgünlük yaşamını ve aidiyetin esaslı sorularını, edebiyatı ve estetiği asla ihmal etmeden ustalıkla işliyor..
*
Hayatım karanlıkta gözlerini açıyordu bazen.
*
Tomas Tranströmer (Sayfa: 5)

*
BİRİNCİ BÖLÜM

*

"Kendimi, gençliğimi arıyorum," dedin.
"Gençliğin, kalbinde yaşıyor.." dedi. (Sayfa: 11)

*****
*****
''Ölüm uykusundan daha derin bir uyku yoktur. Belki daha huzurlusu da.. Huzursuzluk, ölünün ardında kalanların payına düşer.'' (Sayfa: 33)

*****
*****

''İnsanlar yaşarken birbirlerini üzüp kırsalar da, tekrar barışabilirler, barışmazlarsa da hayat ellerinden tutar her birini bir yola sevk eder nihayetinde. Ama ölüler için mezardan başka yol yok.'' (Sayfa: 55)

*****
*****

''Ona alışmıştın, seni hayata bağlamış, hayatının bir parçası haline gelmişti. Sadece yaşayanlar insanın hayatının bir parçası haline gelmez. Bazen bir alet, bir giyecek, bir ev, bir kedi insanın hayatının ortağı olup anlamsız hayatına bir anlam katabilir.'' (Sayfa: 67)

İKİNCİ BÖLÜM

*

Saqo Şelal:

*

''Daniel'e yaptıkları işkence bizimkinden de kötüydü. Müslüman olmadığı için daha çok üzerine gittiler. Hatırlıyorum, gözbağını çözüp, işkence yaptıkları büyük salonun ortasına attılar. O sırada üzerine atılıp onu cellatların elinden kurtarmak geldi içimden ama buna cesaret edemedim. Kısa boylu tıknaz olan cellat bağırarak ona, ''Ya, ya sünnetsiz gavur seni, göreceksin şimdi başına neler getireceğiz.'' dedi.
Başına neler getireceklerini biliyorduk. Bize yaşattıklarının yarısını yaşatsalar eğer, bu demektir ki sakat bırakacaklardı onu. Ama sen de biliyorsun, amaçları bizim bedenimizde yara açmak değildi, onların amacı oklarını kalbimize saplayıp, ruhumuzda derin yaralar açmaktı. İlk yara, büyük celladın Daniel'e indirdiği tekme sonucu kafasından üzerimize sıçrayan kanla oluşmadı. Bu hoş geldinizin başlangıcıydı.'' (Sayfa: 89)

*****
*****

''Gelip Daniel'in önünde durdu, önce yukarıdan baktı ona, sonra bakışlarını, ellerini bitiştirmiş, başları önlerine eğik bir halde emirlerini bekleyen tutsakların üzerinde gezdirdi, daha sonra da bakışlarını tekrar Daniel'in üzerine çevirdi. Sanki biraz sonra elindeki bıçakla boynunu kesecek gibi duruyordu. Ama yapmadı, elini kemeri daha önce çıkartılmış olan Daniel'in pantolonuna attı, diz çöküp aşağı indirdi. Hâlâ ne yapacağını bilmiyorduk. Donunu da indirdi. Orada hepimizin içinde anadan üryan kaldı. Utancından elleriyle apış arasını kapattı. Hâlâ incecik bir kan sızıyordu orasından. Geniş omuzlu cellat yavaşça ellerini orasından çekti. Daniel kafasını kaldırıp bakışlarını üzerimizde gezdirdi. Yardım istiyordu. Ama hiçbirimizin kendisine yardım edemeyeceğimizi biliyordu. Sanırım çarmıha gerilmiş İsa'yı getirdi aklına. Kendisine yardım edemeyen İsa onun imdadına yetişti, hiç olmasa güç verdi ona, kendisini kuvvetli hissetti. Ama cellat eliyle penisini tuttu, tutsaklara göstermek amacıyla salladı ve kahkahalarla güldü: ''Bakın şu günahkâra dikkat edin.! Belki de aranızda bunlardan çok var. Ama Allah'ın izniyle hepinizi doğru yola getireceğiz.''
Bu kez sol elinin baş ve işaret parmaklarını cımbız gibi kullanarak penisindeki deriyi çekti ve sağ elindeki bıçağı salladı. Derisi celladın elinde kaldı, kanı etrafa dağıldı. Daniel yere yığılıp bayıldı. Hepimiz öldü sandık. Yıllar sonra hep aynı şeyi tekrarladı: ''Keşke o gün ölseydim de tekrar ayağa kalkmasaydım.''..'' (Sayfa: 91-92)

Binbir Gece Masalları Cilt 3/2, Fransızcaya Çeviren: Joseph Charles Mardrus, Fransızcadan Çeviren: Âlim Şerif Onaran

 

ON BİRİNCİ KİTAP

*

Genç Nur ile Yiğit Frenk Kızının Öyküsü:

*

''Ey şarap yüklü, şerbet kadar tatlı ve karga kadar siyah üzüm salkımları, koyu yapraklar arasından sızan parıltınız, yeni kınalanmış kadın parmakları gibi gösterir sizi; ve kütüklerin üzerinde zarafetle sarkarak, her durumda, sarhoş edersiniz bizi ve ruhumuz güzelliğine hayran olur; çiğneme fıçısında öylece durur ve sarhoş eden bala dönüşürsünüz.'' (Sayfa: 418)


*****

*****

''Bak, ey tellal.! Doğanın düzenini alt üst eden şu adama bak.! Bu iri kuyruklu bir koyundur.! Ama kuyruğu çenesinde çıkmış.! Ve eminim ki, sen beni böylesine uzun sakallı ve dolayısıyla zekâsı kıt birine teslim etmezsin.! Çünkü bilirsin ki, zekâ ve akıl sakalın uzunluğuyla ters orantılıdır.'' (Sayfa: 433)

Alaaddin ve Sihirli Lamba Öyküsü (Sayfa: 510)

Harun Reşid'in Soytarısı Behlül:

''Anlatırlar ki, Halife Harun Reşid'in kendisiyle birlikte sarayda yaşayan, kederli saatlerinin sıkıntısını dağıtarak onu eğlendirmek üzere görevli, Bilge Behlül diye anılan bir soytarısı varmış. Halife, ona, bir gün ''Ya Behlül, Bağdat'ta kaç budala bulunduğunu biliyor musun.?'' diye sormuş. Behlül de ''Sultanım, bunun listesi biraz uzun tutar.!'' diye yanıt vermiş. Harun ''Seni bunu yapmakla görevlendiriyorum.! Tam bir liste olmasını da beklerim.!'' demiş. Behlül de uzun bir kahkaha atmış. Halife, ona ''Neyin var, Behlül.?'' diye sorunca; Behlül ''Efendimiz, ben, her türlü yorucu çalışmanın düşmanıyım. Bundan dolayı, seni hoşnut kılmak için, iyisi mi, ben, Bağdat'ta bulunan bilgelerin listesini çıkarayım sana.! Çünkü böylesi bir iş beni ancak bir yudumluk su içecek süre kadar uğraştırır. Ve pek kısa olacak bu listeyle, Tanrı tanıktır ki, saltanatının başkentindeki budalaların da sayısını öğrenmiş olursun.!'' demiş.

İşte bu Behlül, bir gün, halifenin tahtı üzerine oturarak, bu gözüpek davranışından dolayı, kapı kullarından epeyce sopa yemiş. Bu olay dolayısıyla kopardığı çığlıklar tüm sarayı heyecan içinde bırakmış, bizzat halifenin de dikkatini çekmiş. Ve Harun, soytarısının sıcak gözyaşları döktüğünü görerek onu teselli etmeye girişmiş. Ama Behlül, ona ''Ne yazık ki, ey Emirü'l-Müminin, benim acılarım teselli kabul etmez, çünkü ben kendime ağlamıyorum, efendim halifeye ağlıyorum.! Eğer, gerçekte, onun tahtını bir an işgal ettiği için bunca dayak yiyorsam, yıllar ve yıllar boyunca onu işgal edeni, ne büyük bir tehdit beklemektedir kim bilir.!'' demiş.'' (Sayfa: 724)


Sultan Nurü'n-Nehar ile Güzel Ecinniye Öyküsü (Sayfa: 774) 
(Uçan Halı)



''Hindistan'ın bu ülkesinin gerçekten  garip olan merak uyandırıcı şeyleri hayranlıkla izlemiş.(..) 
Ama bu, yıkılıp kahrolası mabedin  asıl çekici varlığı, som altından insan boyunda bir heykelmiş. Bu heykelin gözleri oynak iki yakuttan imiş. Ve bu gözler öylesine  bir sanatla yapılmış bulunuyormuş ki, âdeta canlı ve önünde bulunan kişilere bakar ve hareketlerini izler gibiymiş.'' (Sayfa: 780)

24 Eylül 2021 Cuma

Vedat Türkali - Fatmagül'ün Suçu Ne.? (Senaryodan Öyküleştiren: Sebahat Altıparmakoğlu)


 Arka Kapak

*
Fatmagül'ün dramı aslında hem büyük kentlerde hem kırsalda pek çok genç kızın, kadının yaşadıklarının bir aynası. Kadının ezilmişliğinin, çaresizliğinin öyküsü.
*
Güzeldir Fatmagül, âşıktır Mustafa'sına ve bir sığıntı gibidir abisinin evinde. Mustafa ile evleneceği günü heyecanla, sevinçle bekler. Ne var ki o gün gelmeden çok şey değişir hayatında; ummadığı anda, ummadığı yerde felaketi yaşar.
*
İstemeyerek de olsa sığındığı insan onun kurtuluşu olacak mıdır.? Zaman, nefret yüklü bir ilişkiye başka bir yön verecek midir.?
*
Fatmagül'ün Suçu Ne? usta yazar Vedat Türkali'nin hem filmiyle hem televizyon dizisiyle büyük ses getiren senaryosundan öyküleştirildi. Bir genç kadının dramı yanında bir ilçede oynanan siyaset ve seçim oyunları, küçük hesaplar, erkek dünyası da bu etkileyici öyküde ustalıkla yansıtılıyor.
*****
*****
Teşekkür
*
Fatmagül'ün Suçu ne.? televizyon dizisi olarak yayınlanmaya başladığı sıralarda, kitabını arayanlara çok rastladım. Bu senaryo, Vedat Türkali'nin Üç Film Birden adlı senaryolarından oluşan kitabında, Umutsuz Şafaklar adıyla yer alıyor. Ancak oradaki, son hali değil. Vedat Türkali, Londra'da bu senaryo üzerine tekrar çalışmış, önemli değişiklikler yapmış. Son hali yalnızca bilgisayarlarımızda vardı. Uzun zamandır bu senaryoları öyküleştirmek istiyorduk ama Vedat Türkali'nin vakti, benim de cesaretim yoktu. Cesaret gelince tam geldi. Fatmagül'ün Suçu ne.? film öyküleri dizisinin ilk kitabı olacak. Vedat Türkali'nin, bazıları filme çekilmiş bazıları çekilmemiş altı senaryosunda da benzer bir çalışma yapıp, film öyküleri dizisini tamamlayacağız.
Hem çok kolay hem çok zor oldu senaryoyu öyküleştirmek. Önümde belli bir hikâye vardı. Vedat Türkali'nin yazdığı senaryo, romanı aratmayacak özellikler barındırıyordu. Diyaloglar ve tarifler öyle özenle düşünülmüş, yazılmıştı ki yolumu fazlasıyla açtı. Bu bir Vedat Türkali eseri. Ben sadece parçaları birleştirdim. Ama bunun da kolay olduğunu söyleyemem. Vedat Türkali'nin cümlelerine cümle eklemek, özünü ve akışını bozmadan bir hikâye oluşturmak, Vedat Türkali okuyucularının da tahmin edebileceği gibi hiç de kolay olmadı.
Vedat Türkali, (bazı yakınları gibi ben de Kadir Amca derim) her zaman olduğu gibi kendi cesaretlendirdi, bana böyle bir fırsat verdi. Kadir Amca'ya, bütün yaşamını insanların daha güzel günler görmesine adamış, doksan üç yaşındayken herkesten genç olabilen Kadir Amca'ya, bu ülkenin en sahici aydınına, yazarına teşekkür ederim. Övgüden hiç hoşlanmadığını iyi bildiğim için bana nasıl kızacağını da iyi biliyorum. Ama madem fırsat verdi, kaçırmak istemedim.
Bu hem kolay hem zor çalışmada aklıyla, yüreğiyle yanımda olan, yardımcı olan sevgili Özgür'e, aileme ve dostlarıma teşekkür ederim.
*
Sebahat Altıparmakoğlu, Ekim 2011 (Sayfa: 5-6)

*****
*****

''..Her dost göründüğü gibi dost olmuyor Sezar.! Brutus'un kalbi bunu bilmekle inciniyor.!'' Shakespeare (Sayfa: 51)

20 Eylül 2021 Pazartesi

Ruhi Su - Türk Halk Oyunları

 

Sunu
*
Bir söz vardır, bilinir: ''O güzel insanlar, o güzel atlara bindiler, gittiler.'' Ruhi Su da o güzel insanlardandı işte. Yalnız güzel de değil, yüce gönüllü, sevdiği türküler kadar yalın ve duru üstelik.
*
Sevdiği türküler, dedim. Türkü her şeydi Ruhi Su için. Yaşama sevgisi, var oluşun anlamı, direnme gücü, insan olmanın bilinci, duyarlık ölçüsü, kısacası her şey.. Sesi ve sazıyla hayatını türkülere adadığı, türkülerle halkının acılarına, sevinçlerine ortak olduğu, özgürlük isteğini türkülerde dile getirdiği için başına gelmedik kalmadı. Ama ne yakındı bundan, ne de sızlandı, Doğru bildiği yolda, hiçbir ödün vermeden, başı dik yürüdü.
*
Gür sesiyle salt bir yorumcu değildi Ruhi Su. Biraz saz virtüözü hiç değil. Ama sesiyle sazı birbirini bütünleyen bir ustaydı. Saz, sese yol gösteren bir araçtı onun için. Ezgiyi sesin altına döşeyen bir araç.. Halktan aldığı, sanatçı kişiliğinin imbiğinden süzüp, bilinçle duyarlığın yeni bir bileşimi olarak sunarken, en iyiyi amaçladı hep.
*
Bu açıdan bakıldığında Ruhi Su, halka yönelişin bilinçli bir savunucusu olmanın yanı sıra, halkın kültür birikimini çağdaş bir yorumla değerlendirmesini de bilmiştir. Halkın duygu ve düşüncelerinin dışavurumu olan türküler, onun sazında ve sesinde yaşanan gerçekliği dile getiren bir sanat yapıtına dönüşmüştür.
*
Ona göre sanatın işlevi, dünyanın değişimine katkıda bulunmak, gerçekliği doğru yorumlamaktır. Bu nedenle türküleri olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi alır Ruhi Su. Çünkü türküler hayat koşullarının, toplumsal düzenin dışında düşünülemez. Sanat, hayatı yansıttığına göre, türküleri söylerken yapılması gereken de, kendi söyleyişiyle, ''ekmekten aşa kadar halkın yaşamak isteyip de yaşayamadığının, özlemini çektiği şeylerin neşesini, yaşama sevincini artıracak'' müziksel bir yoruma ulaşmak olmalıdır.
*
Ruhi Su, söylediği anonim türkülerden, halk ozanlarının deyişlerine, çağdaş şairlerimizin şiirlerine yazdığı ezgilerden, kendi bestelerine, böylesi bir sanat anlayışının somut örneklerini vermiştir. Ruhi Su'nun sanatsal eylemi, bu niteliğiyle, yaşanan halk kültürünün, sanatın değer ölçülerini göz ardı etmeden yeniden üretebileceğinin en somut göstergesidir.
*
Bir daha yineleyelim: Hayatını türkülere adamak ve halkının sözcüsü olmak.. Sanatçı Ruhi Su'yu, insan Ruhi Su'yu en iyi tanımlayan sözcüklerdir bunlar. Yalnız uzunçalarlar, kasetler dolusu türküler değil, elinizdeki kitapta bunun kanıtı.


Kitabın oluşum öyküsü ise Ruhi Su'nun anlatımıyla şöyle; ''1961-1965 yılları arasında bir bankanın halk oyunlarıyla ilgili tesisinde, halk oyunları müziğini önce bantlara, sonra da bantlardaki müziği, müzik kurallarına göre değerlendirip notaya alıyordum. Yani müzik yazısına geçiyordum. Bu notaya aldığım türkülü türküsüz halk oyunlarının içinden yüz tanesinin yayımlanmasına karar verildi. Bunları seçtim. Seçtiğim bu notalar Bülent Tarcan'la Halil Bedii Yönetken'e bantları dinletilerek denetimden geçirildi. Notaların, dinletilen bantlardaki müziğe uygun olarak yazıldığı saptandı. Sonra bu notalar Almanya'da bir nota basımevine gönderilerek, dizdirilip prova baskıları getirildi.'' (Cumhuriyet, 17 Temmuz 1975)


Ama bu arada, görevden ayrılır Ruhi Su. Yıllar sonra sözünü ettiği kitap yayımlandığında, halk danslarını derleyen ve notaya alanın Ruhi Su olduğu nedense belirtilmez kitapta. Yargı yoluna başvurduğunda ''bu hizmetin içinde adının bulunmasını ister yalnızca. Gerekçesi, tam da ona yakışır bir gerekçedir: ''Bizim de adımızdan başkaca bırakacak neyimiz var.?''
*
İşte ''Türk Halk Dansları'' adını taşıyan bu kitap, yıllar önce yayımlanan ''Yüz Türk Halk Oyunu'' adlı kitabın yeni basımı değil. Bir ustanın adını yaşatmak amacıyla, halk danslarımızın, onun olduğu saptanan müzik yazılarının toplandığı bir derleme yalnızca.
*
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
*
Atilla Özkırımlı (Sayfa: XI-XII)

HALK DANSLARININ ORTAYA ÇIKIŞ KOŞULLARI VE ANADOLU'DA GELİŞİMİ
*
İnsanın varlığını sürdürebilmesinde en önemli etken, doğa ile savaşımında doğaya yenik düşmemesi özelliğidir. İnsanın doğa ile savaşımında, kendi gücünü farketmesi; bunun insana kazandırdığı maddi ve manevi kültür değerleri, belli bir birikimi oluşturur. Bu birikim uygarlık tarihimizdir.
*
İlk insanların doğa ile ilişkilerinde kullandıkları araç ve gereçler çok ilkeldi. Doğa olaylarını algılayamıyor ve değerlendiremiyorlardı. Toplu yaşıyor ve bu yaşama biçiminden güç alıyorlardı. Davranışları ortak düşünceye, o topluluğun ortak çıkarlarına, isteklerine bağlıydı. Henüz birey olma bilincine erişememişlerdi.
*
Bu ilkel dönemlerinde insanlar doğa olaylarının neden-sonuç bağlantısını kuramadıkları için belli bir yaratıcı aramışlar; olguları somutlaştırmak, kişileştirmek eğiliminde olmuşlardı. O zaman da algılayamadıkları, bir nedene bağlayamadıkları olguları, mistik kuvvetlerle açıklıyorlardı. Somutlaştırdıkları varlıklara, nesnelere karşı bir saygı duyuyorlardı. Buna kült diyoruz. Bu külte bağlı olarak da tapınmalar, dinsel tören ve büyüler geliştirmişler; bunları gelenekselleştirmişlerdi.
*
Bu dönemde bilim öncesi bilim olan söylenceler, mitologya oluştu. Bu inanış ve değerlere bağlı sanat yaratımlarında da danslar, danslı törenler önemli bir yer tutuyordu. Bu dinsel törenlerin sözlü bölümü mitoslardan, somutlaştırılan kavramı anlatan nesne ve eylemler de ritüellerden oluşurdu. Böylece, bu geleneksel işlemler sanatlarına da yansıdı.
*
Zamanla toplumsal üretim gelişti. Bunun sonucu olarak doğal iş bölümü, teknik iş bölümü, toplu çalışma, tüketim farklılıkları oluştu ve ekonomik yapılanma belirginleşti. Bu değişim ve gelişmeyle birlikte sosyal ortamda karşılıklı görev anlayışı, toplumsal örgütlenme, gelenekler ve toplumsal alışkanlıklar, aile yapısı, akrabalık ilişkileri oluştu. Böylelikle toplumsal yapı mekanikleşti, bütün çabalar toplumsal yararı gözetmeye yönelik oldu. İnsanlar doğa olayları karşısında kendi güçlerini farkettiler ve bireyselleşme gerçekleşti.
*
Ekonomik yapılanma gelişir ve buna bağlı olarak toplumsal anlayış değişirken, insanların soyutlama yetileri gelişti. Artık doğa olaylarını algılayabiliyor, bir nedene bağlayabiliyor, nesneleştirdikleri doğaüstü güçlerle açıklamıyorlardı.
*
Bu gelişim süreci içinde günümüze gelindi. İnsanlar, doğal olarak ilkel dönemlerindeki yaşama özelliklerini değiştirdiler. Bu değişim eski yaşama biçiminden bütünüyle kopmak yerine farklılaşma biçiminde oldu. Artık ilkel dönemlerindeki büyüyü, dinsel törenleri ve bu geleneksel işlemlerin en önemli bölümünü oluşturan dansları; kötü ruh korkusundan değil, ortak iş yapmanın zevki olması, birbirlerinden güç kazanma, iş bölümünün sağlamlaşması, dayanışma ve bütün değerleriyle birbirini anlama.. gibi nedenlerle yaptılar. Artık halk dansları dinsel kökenli törenler olmaktan çıktı ve toplu coşkuyu simgeledi.
*
Anadolu folkloru da bu varoluş koşullarından ayrı düşünülemez. Anadolu insanı, Orta Asya'dan Anadolu'ya yerleşinceye değin ve Anadolu'da geliştirdiği uygarlıklar süresince birçok eski kültürden etkilenmiştir. Anadolu danslarında eski Anadolu uygarlıklarının etkisini bulabiliriz.
*
Zaman içinde bu etkilenmelerin kaynakları, dansları doğuş anlamları, amaçları unutulmuş ama danslar günümüze değin ulaşabilmiştir. Anadolu'da da dans geleneğinin çok eskilere dayandığını, eski uygarlıkların resimlerinden, heykel ve duvar kabartmalarından anlıyoruz. Metin And, Konya- Çatalhöyük kazılarında çıkarılan bir duvar resmindeki toplu dans sahnesini, Anadolu'da dans geleneğinin eskiliğine örnek gösterir. (MÖ. 5500-6500) Yine aynı konuda, o yörede kimi geleneklerin bugün de yaşadığını ekler. Ölüm ve dirilmeyi anlatan geyik tapınışının Hititlerde olduğunu, geyik-ölüm-güneş sembolü olan aynanın sonraki uygarlıklarda da değişik biçimlerde yaşadığını örnekler. Bugün hâlâ Alacahöyük'teki köylülerin ölü odasındaki aynaları ters çevirdiklerini belirtir.
*
Anadolu'daki danslarımızın belirleyici bir etkeni dinin yanı sıra dildir. Metin And, Orta Asya'dan, Şaman dininden halk danslarımızın büyük etkiler taşıdığına bir örnek olarak ''bar'' sözcüğünü verir. Bugün Doğu Anadolu'nun davul oyunlarının genel adı bu sözcük, geçmişte Şamanın davulunun tutağına verilen addır.
*
Sanatsal yaratılarda insanların ilkelerden günümüze kadar geçen süreçteki dinsel özelliklerden etkilenmeleri nedeniyle, Anadolu folklorunda da dinsel etkilenmelerin önemli yer tuttuğu söylenebilir. Mani, Şamanizm ve İslam dini değişik dönemlerden itibaren Anadolu folklorunda etkili olmuştur. İslam dini ile birlikte, Anadolu insanı dinsel açıdan ortak değerler yaratarak büyük bir manevi değerler bütünlüğü sağlamıştır.
*
İslamiyetin kadın ve erkek ilişkilerinde sınırlayıcı etkilerinin olması, köylü danslarını bu açıdan pek etkilememiştir. Metin And bu konuda ''.. İslam dininde karşı bir tepki sonucu olarak çıkan tarikat dansları da bu etkinin bir bakıma olumlu sonuçlarından sayılabilir.'' der. Bu yarı dinsel danslara sema'dan bozma semah (samah, zamah) dendiğini belirtir. İslamiyet etkisinde de kadınla erkeğin aynı oyunda yan yana oynamaları; toplum yapısının içe kapanık daha dar gruplarca oluşturulmasının, üretim ilişkilerinin aile topluluklarına dayalı olmasının, işgücüne önemli ölçüde gereksinim duyulmasının ve ortak üretimin sonucudur.
*
Halk danslarının dinsel birtakım öğelerle beraber hâlâ büyüsel niteliklerini korudukları da bilinmektedir. Bu dansların oynanış nedenleri içinde tapınış ve bolluk törenleri için oynananları çoğunluktadır. Anadolu'da bu bağlamda Dionisos şenlikleri, yerini bağ bozumu şenliklerine bırakmıştır. Yani mekanik toplum yapısından organik toplum yapısına geçişte bile bu dinsel kökenli törenler devam etmiştir.
*
Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan çeşitli ulusların kültürel etkileri, onlarla olan kültür etkileşimi de halk danslarımızı etkileyen önemli bir öğedir. Bu etkileşime Balkan ülkelerindeki Türk etkisini örnek gösterebiliriz. Bu etkileşim Türk halk danslarına da yansır.
*
Anadolu uygarlıkları büyük bir zenginlik taşır. İlk çağlardan beri varolan maddi ve manevi kültür değerlerinin oluşumunda önemli etkenler; coğrafi özellikler, iklim, yaşam koşulları, üretim ilişkileri, ekonomik ve toplumsal yapılanma, savaşlar, dil ve dindir. Toplum yapısının mekanik olduğu dönemlerde bilgi aktarımı yoğun olmadığı için maddi ve manevi kültür değerleri açısından etkilenme de yoğun değildir. Anadolu insanının geliştirdiği kültür değerleri; göçlerin, savaşların ve toplumsal örgütlenmenin sonucu farklılaşmalar göstermiştir. Oluşturulan topluluk ve örgütlenmelerin küçük aile toplulukları özelliği göstermesi, yerleşim bölgelerinin birbirinden kopuk olması, yoğun ekonomik ilişkilere girmemeleri, halkbilim değerlerinin yüzyıllarca korunmasına olanak sağlamıştır.
*
Kırsal toplum yapısından kentsel toplum yapısına geçişte, gittikçe gelişen iş bölümü tarımda makinalaşma, sanayileşme ve kitle iletişim araçlarının yaygın kullanımı, yoğun bilgi aktarımını ve uzmanlaşmayı geliştirmiştir. Bu gelişen toplumsal yapı içinde sanatsal yaratıların kaynaklandığı ortamların yok olması, günümüzde değer yargılarının da değişimine neden olur.
(Sayfa: 1-3)

HALK DANSLARININ GÜNÜMÜZ TOPLUMUNDA YERİ:
(..)
Yeni iletişim tekniklerinin ortaya çıkışından önce halkın kendine özgü gelenek, görenek, düşünce ve davranışları kendi çevrelerinde gizli olarak bulunuyordu. Bunlar iletişim teknikleriyle görünür biçime dönüşmüştür. Kitle iletişimi ile daha önce varolan kültür düzeyleri yaygınlaşmıştır. Böylece herkese aynı anda seslenebilme olanağı doğmuştur.
*
Kitle kültüründe, kültür standartlaşır. Sanayileşme sonucu yaratıcılığın sınırları dardır. Üretim ve tüketimdeki hız, seslenilecek kitlenin bütününü kapsayan bir beğeni düzeyini göz önünde bulundurma zorunluluğu, yaratmayı engeller. Ortak beğeni düzeyini yakalayabilme uğraşı içinde, olası en geniş kitleleri yakalama çabası, kâr amacı, sıradan yapıtlar verilmesine neden olur. Böylece kültür düzeyi düşer. Oysa halk kültürümüz, geçmişteki canlılığını kâr amacı gütmemesine borçludur.
*
Kitle kültüründe, bireyler kendilerine sunulanı, sunulduğu gibi algılarlar. Edilgenleştirme söz konusudur. Bu nedenle birey topluma yabancılaşır, uyumsuz olur. Oysa toplumların sanayileşme sürecine girmesinden önce, birey etkinliklere katılırdı.
*
Günümüz toplumunda ise boş zamanın değerlendirilmesi başlı başına bir sanayi kolu olmuştur. İzleyenin katılımı, oyunun önceden hazırlanmış olması ve belli bir ustalığı zorunlu kılması nedeniyle engellenmektedir. İzleyen, salt tüketici durumundadır. Halk dansları da günümüzde bu koşullar içinde algılanmaktadır. İzleyenin katılımını gerektirmez. Bu danslar yalnızca seyirlik sanatı olarak algılanır ve varoluş koşulları düşünülmez.
*
Kitle kültürü özellikleri taşıyan bireyin yaşamının her anında önceden belirlenmişlik vardır. Yaşamın önceden belirlenmişliği, bireyin varolanın ötesinde derinlemesine düşünmesini engeller. Varolanı bilinç düzeyinde algılamak yerine, olayları, dış gerçekliği neden-sonuç ilişkisi içinde bütünleştirmez, verileni olduğu gibi benimser. Günümüz bireyi için yaşanan an önem kazanır. Kendisine sunulan iletilerin asıl amacının farkına varmaz. Aslında kendi öz kültürünü yansıtan ''halk dansları''nı da bu düzeyde algıladığından kendi değerlerinden uzaklaşır. (Sayfa: 4-5)

BELİRLİ ÖZELLİKLERİNE GÖRE HALK DANSLARININ BÖLÜMLENMESİ:

(..) Halk danslarının kümelendirilmesinde bir yol olarak bölgesel dağılış ele alınabilir. Çünkü Anadolu'da kimi dans dalları bölgelere de adını vermektedir. Örneğin Ege, Batı Anadolu Zeybek Bölgesi; Orta ve Güney Anadolu Halay Bölgesi; Doğu Karadeniz Horon Bölgesi; Doğu Anadolu Bar Bölgesi; Trakya Hora Bölgesi adını almaktadır.
*
Ancak bu tür kümelendirmeyi kesin çizgilerle belirlemenin güçlüğü vardır. Öncelikle dansların bölgeler arasındaki geçişleri göz ardı edilemez. Sözgelişi halay ele alındığında Orta Anadolu'nun dışında Doğu'da, Kuzey'de ya da başka bölgelerde de rastlamak olanağı vardır. Dansların değişik nedenlerle bir bölgeden ötekine geçişleri sonucu bir dansı salt bir bölgeye özgü saymamız da olanaksızlaşır.
*
Bu koşula bağlı olarak halk danslarının bölgesel tür özelliğine göre dağılımını kümelendirebiliriz.
*
ZEYBEK: Aydın, İzmir, Muğla, Denizli, Bilecik, Eskişehir, Kütahya, Çanakkale, Katamonu, Uşak, Manisa, Balıkesir, Burdur..
*
HALAY: Bitlis, Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Kahramanmaraş, Gaziantep, Erzurum, Erzincan, Sivas, Mardin, Muş, Yozgat, Çorum, Adana, Ankara, Siirt, Hatay, Tokat, Şanlıurfa..
*
HORON: Trabzon, Samsun, Artvin, Ordu, Rize..
*
BAR: Erzurum, Kars, Ağrı, Artvin, Gümüşhane, Bayburt, Erzincan..
*
HORA: Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale..
*
KARŞILAMA: Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, İzmit, Adapazarı, Çanakkale, Bursa, Bilecik..
*
KAŞIK: Eskişehir, Afyon, Kütahya, Bilecik, Kırşehir, Konya, Mersin, Antalya, Bolu, Bursa..
*
BENGİ: Balıkesir, Manisa, Bursa, Çanakkale..
*
(..) Dr. Turhan Baraz (Sayfa: 6)


ÇİFT BEYAZ GÜVERCİN (Erzurum)
*
Çift beyaz güvercin olsam
Çadırın başına konsam
Güzellere yoldaş olsam
Çirkinlere tuzak kursam
*
Bağlantısı:
*
Gel gel karanfilli gelin
Eli deste güllü gelin
Beli ipek şallı gelin
Yanakları ballı gelin
*
Karanfil buldum derede
Sordum evleri nerede
Ha burada ha şurada
Karanfilim oymak oymak
Olur mu hiç yare doymak
Dili tatlı kendi kaymak
*
Bağlantısı:
*
Gel gel karanfilli gelin
Eli deste güllü gelin
Beli ipek şallı gelin
Yanakları ballı gelin (Sayfa: 16)


ÇİMEN ÇİÇEK (Erzurum)
*
Çarşıda üzüm kara
Ah çimene gel çimene gel Güloğlan
Çimen çiçek deste biçek
Çit yelekli Güloğlan
Salkımı düzüm kara
Ah çimene gel çimene gel Güloğlan
Çimen çiçek deste biçek
Çit yelekli Güloğlan
*
Gideceğim o yare
Ah çimene gel çimene gel Güloğlan
Çimen çiçek deste biçek
Çit yelekli Güloğlan
Elim boş yüzüm kara
Ah çimene gel çimene gel Güloğlan
Çimen çiçek deste biçek
Çit yelekli Güloğlan (Sayfa: 17)


BEN BİR KAVAK (Erzurum)
*
Ben bir kavak yol üstünde biterem
Gelen geçenlere gölge ederem
*
Bağlantısı:
*
Irgalanma kavak seni de budaram
Budar budar odun eder sataram
*
Güneş vurmuş boz tepenin başına
Yeni girmiş onüç ondört yaşına
*
Bağlantısı:
*
Irgalanma kavak seni de budaram
Budar budar odun eder sataram
*
Uzun kavak ne uzarsın boyuna
Ben vuruldum komşumuzun oğluna
*
Bağlantısı:
*
Irgalanma kavak seni de budaram
Budar budar odun eder sataram
*
Uzun kavak ne uzarsın boşuna
Hiç sevdalar gelmedi mi başına
*
Bağlantısı:
*
Irgalanma kavak seni de budaram
Budar budar odun eder sataram (Sayfa: 18)


ATIN ÜSTÜNDE EĞER (Erzurum)
*
Atın üstünde eğer
Bilmem ağam ne giyer
Altında melez gömlek
Üstünde kutnu yelek
*
Kutnu yelek yırtılmış
Yeniden aşlanacak
Bu oyun oyun değil
Yeniden başlanacak
*
Ayağında çorabı
Beyaz koyun yünüdür
Başıma gölge düştü
Sandım yarin koludur
*
Sandım yarin koludur
Piyadeler yoludur.
*
Çembere bastım yol aştım
Kırmızı güle dolaştım
Deyme güle konmazdım
Çakır dikene düştüm
*
Çakır dikene düştüm,
Çakır dikene düştüm. (Sayfa: 19)


DELİ KIZ (Erzurum)
*
- Deli kız sinin geliyor
- Sinide neler geliyor.?
- Ayağan papuç geliyor
- Haniya neden gelmedi.?
- Geldi de geri döndüler
- Ne kusurumu buldular.?
- Ayağan topal dediler
- Kurbaniz olim bir bakın
Heyraniz olim bir bakın
Haniya bunun topalı
*
Not: Türkü, ''Beline kambur dediler, koluna çolak dediler,
gözüne şaşı dediler'' diye devam eder. (Sayfa: 20)


MADIMAH (Sivas)
*
Madımah oylum oylum
Geliyor civan boylum
Civan boylum gelince
Şen olur benim (de) gönlüm
*
Bağlantısı
*
Oy madımah madımah
Teke tüke sakalı oy madımah
Evliki yemlik oy madımah
Kuşu kuşu yemlik oy madımah
*
Madımah bişer oldu
Tencerem taşar oldu
Günde yediğim şamarlar
Biriken beşer oldu
*
Bağlantısı:
*
Oy madımah...
Madımah biçim (de) biçim
Ölüyom senin için
Madımah toplar iken
Başımdan düştü çitim
*
Bağlantısı:
*
Oy madımah... (Sayfa: 26)


ÇORUM HALAYI (Çorum)
*
- Atalım mı arkadaşlar.?
- Atalım
- Ne atalım.?
- Nara.!
- Kime.?
- Herkes sevdiğine.!
- E hey.! (Sayfa: 27)


İĞDELİ GELİN (Çorum)
*
Kız pınar başında testi doldurur yar
Testinin kulpuna şahin kondurur
Kız senin bakışın beni (adam) öldürür yar
*
Derdimin dermanı iğdeli gelin
İğdesin aldırmış sevdalı gelin
*
Kız pınar başında yatmış uyumuş yar
Elâ gözlerini uyku bürümüş
Herkes sevdiğini almış yörümüş yar
Derdimin dermanı...
*
İğdenin dalları yerde değil mi yar
Benim sevdiceğim burda değil mi yar
Derdimin dermanı... (Sayfa: 29)


ÇEKİRGE (Tokat)
*
Çekirgeyi heylemeden gelirler
Çekirgeye güle güle ölürler.
Eğri butlu sivri butlu çekirge
Eğri başlı sivri butlu çekirge
*
Çekirgeyi heylediler (hayladılar) yazıya
Ot kalmadı koyun ile kuzuya
Eğri butlu sivri butlu çekirge
Malımın ortağı mısın çekirge
*
Not: Aynı deyişler Çorumun (Çekirge) oyununda da vardır. (Sayfa: 37)


BURÇAK TARLASI (Yozgat)
*
Elimi salladım değdi dikene
İnkisâr eyledim yâr yâr burçak ekene
İlahi kaynana ömrün tükene
*
Ah ne yaman da zor imiş burçak yolması.
Burçak tarlasında yâr yâr gelin olması
*
Sabahleyin kalktım ezan sesi var
Ezan sesi değil yâr yâr burçak yası var
Sorun şu adama kaç tarlası var
*
Ah ne yaman da zor imiş burçak yolması.
Burçak tarlasında yâr yâr gelin olması
*
Elimin kınasını ezdirmediler
Gözümün sürmesini süzdürmediler
Burçak tarlasında gezdirmediler
*
Ah ne yaman da zor imiş burçak yolması.
Burçak tarlasında yâr yâr gelin olması
*
Sabahtan kalktım da sütü pişirdim
Sütün köpüğünü yâr yâr yere taşırdım
Kaynanamdan korktum aklım şaşırdım.
*
Ah ne yaman da zor imiş burçak yolması.
Burçak tarlasında yâr yâr gelin olması (Sayfa: 38)


KÜŞTAHLI (Yozgat)
*
Çırçır hande burhanda
Hep güzeller bir yanda
*
Sallan dedenin gelini
Göster odanın yolunu
Bir tas katığın gelini
Göster odanın yolunu
*
Dam başında yatıyor
Yer yorganı atıyor
Öte git kuru gelin
Kemiklerin batıyor
*
Sallan dedenin gelini
Göster odanın yolunu
Bir tas katığın gelini
Göster odanın yolunu
*
Ey küştahlı küştahlı,
Dünkü de bundan iştahlı
At olur da tepmez mi.?
İt olur da kapmaz mı.?
*
Sallan dedenin gelini
Göster odanın yolunu
Bir tas katığın gelini
Göster odanın yolunu. (Sayfa: 39)


ŞİRİN NAR (Gaziantep)
*
Nurganada bal erik
Dallarını eğerik
Bize Antep'li derler
Biz güzeli severik
*
Şirin nar dane dane
Gel güzel döne döne
Gül olup koklamadım
Felek ayırdı yine
*
Giderim dur diyen yok
Kebap oldum yiyen yok
Ben yarime kavuştum
Gözün aydın diyen yok
*
Şirin nar... (Sayfa: 40)


LEYLİM (Gaziantep) * Git kaleden kar getir -----Hele yâr yâr yâr Mendiline koy getir -----Hele yâr yâr yâr Mendilin tersi kokar -----Hele yâr yâr yâr Altın tasa koy getir -----Hele yâr yâr yâr * Tarladan gel tarladan -----Hele yâr yâr yâr Altın dişi parlatan -----Hele yâr yâr yâr O altın diş değil mi.? -----Hele yâr yâr yâr Bekârları aldatan -----Hele yâr yâr yâr (Sayfa: 41)


ÇOBAN (LEYLİM) (Kayseri)
*
Karşı dağdan gelen atlı
Terkisinde kilim katlı
Leylim çoban garip oğlan
*
Hem anamdan hem babamdan
Hepisinden çoban tatlı
Leylim çoban oğlan
*
Karşı dağın eteğine
Hem itine köpeğine
Leylim çoban garip oğlan
*
Yediği helva topağına
Leylim çoban garip oğlan (Sayfa: 44)


ÇAYDA ÇIRA (Elazığ)
*
Çayda çıra yanıyor canım nanay vay nanay
Nanay güzel nanay nanay gülüm nanay
*
Ayda yılda yanıyor hanım nanay vay nanay
Nanay güzelim nanay nanay gülüm nanay
*
Yavaş yörü sevdiğim hanım nanay vay nanay
Nanay gülüm nanay nanay güzelim nanay
*
Engeller uyanıyor hanım nanay oy nanay
Nanay güzelim nanay nanay sevdiğim nanay
*
Karşıda oturanlar hanım nanay vay nanay
Nanay güzelim nanay nanay gülüm nanay
*
Az derdim azdıranlar hanım nanay vay nanay
Nanay sevdiğim nanay nanay güzelim nanay
*
Başıma akıl koyun hanım nanay oy nanay
Nanay gülüm nanay nanay sevdiğim nanay
*
Sevdadan kurtulanlar hanım nanay uy nanay
Nanay sevdiğim nanay nanay gülüm nanay (Sayfa: 45)


GÜVERCİN (Elazığ)
*
Güvercin vurdum kalkmaz
Kanı sel oldu akmaz
Küçükten (bir) yar sevdim
Şimdi yüzüme bakmaz
*
Güvercin havadadır
Eletme yuvadadır
Bir elim yar koynunda
Bir elim duadadır. (Sayfa: 52)


KAYALCA'NIN TAŞLARI
*
Kayalca'nın taşları
Sarı da sarı saçları
Kefenimi ıslattı
Elâ gözün yaşları
Mehmet sen vurdun beni
*
Gençliğime doymadan
Al gelinler olmadan
*
Kayalca'dan geçtin mi
Soğuk sular içtin mi
Mehmet oğlanı görünce
Sen kendinden geçtin mi
Mehmet sen vurdun beni
*
Gençliğime...
*
Üzüm koydum sepete
Keklik öter tepede
Öldüğüne gam yemem
Şan oldu memlekete
Mehmet sen vurdun beni
*
Gençliğime... (Sayfa: 75)


EVLERİ VAR (Dursunbey)
*
Evleri var üst başta
Mendilim kaldı taşta
O yar beni bıraktı
Akıl kalmadı başta
*
Evleri yol üstüdür
Kemeri bel üstüdür
Her gün uğra bir kere
Ko desinler dostudur
*
Evleri var boyalı
İçi bülbül yuvalı
Böyle sevda görmedim
Ben anamdan doğalı (Sayfa: 76)


KOCA KUŞ (Dursunbey)
*
Koca kuşun yüksektedir oyunu oyunu
Değme bir şahine vermez payını
Yarim senin nerelerin vay vay
Harabolmuş gül gibi tenin
*
Bağlantısı:
*
Allı şalvar aman
Petekde bal var aman
Gelirse al gel aman
Gelmezse dön yine yalvar aman
*
Kara kuşun kanadını eğerler aman eğerler
Güzellerin hatırına değerler
Yarim senin nerelerin aman vay
Harabolmuş gül gibi tenin
*
Bağlantısı:
*
Eğmelendir yarimi
Sürmelendir yarimi
Düğmelendir yarimi aman aman (Sayfa: 77)


ZEYBEĞİ (SATI ZEYBEĞİ) (Bodrum)
*
Yeni (de) camide öğle ezanı okundu
Satıların Ali'sine kanlı da kama sokuldu
*
Kanlı da kama ince yılan dilimi
Öldürüverdiler benim de Kaptan Ali'mi
*
Aman aman tepecikde kum kaynar
Satıların Ali'sinin kamasından kan damlar (Sayfa: 80)


GÜN GÖRÜNMEZ
(GÜN GÖRÜNMEZ MELENGİCİN DALINDAN) (Bodrum)

*
Gün görünmez aman melengicin dalından aman
Kimse bilmez ben fakirin halından
Yattım yarin dizine
Baktım elâ gözüne
Oğlan haklı uyanamadım
Ufacık tefecik civan da boylum yosmam senden ayrılamadım
Aklı yokmuş sana gönül verenin aman
Hayalinle gece gündüz dönerim
Yattım yârin... (Sayfa: 81)


AYVA DİBİ (Bodrum)
*
Ah alıverin aman aman ah tabancamı
-----(yavrum da) doldurem
Ah doldurem de aman aman ah kendimi
-----(yavrum da) öldürem
Ayva dibi serin olur yatmaya aman aman yatmaya
Kızlar gelmiş aman aman ah sürü sürü bakmaya
Ah varın bakın kabir de bana dar geldi
Bu gençlik de aman aman ölüm bana
-----ah aman zor geldi (Sayfa: 82)


ŞAHBOYLUM (Bodrum)
*
Gidene bak gidene aman aman
Gül sarılmış dikene efendim
Haydi benim şahboylum
Şahboylum şebboy çiçek başında
Benim sevdiğim onüç ondört yaşında
*
Gide gide yoruldum aman aman
Bir güzele vuruldum efendim
Haydi benim şahboylum
Şahboylum şebboy çiçek başında
Benim sevdiğim onüç ondört yaşında (Sayfa: 82)


BİLÂL'IM (Bodrum)
*
Hana vardım han değil Bilâl'ım
Penceresi cam değil Bilâl'ım
Yarim bana darılmış Bilâl'ım
Ayrılacak can değil
*
Bağlantısı:
*
Bilâl'ım Bilâl'ım sen misin
Bilâl'ım sen benim değil misin
*
Çaya vardım çayladım Bilâl'ım
Çayda balık avladım
Ben yarimi görünce Bilâl'ım
Oturdum da ağladım
*
Bağlantısı:
*
Bilâl'ım Bilâl'ım sen misin
Bilâl'ım sen benim değil misin
*
Çaya indim çizmeyinen Bilâl'ım
Yar bulamadım gezmeyinen
Çok mektepli kandırdım Bilâl'ım
Gıyısı oyalı mendilinen
*
Bağlantı.. (Sayfa: 83)


AFŞAR ZEYBEĞİ (Giriş-Bozlak) (Burdur-Aziziye Köyü)
*
Adını sevdiğim Afşar beyleri of of
Sana bir vezirlik yakışır durur hey hey
Topla dizginini tanı gözet kendini
Dostunan düşmanın bakışıp durur heey (Sayfa: 84)


TEKE ZORTLATMASI (Burdur-Aziziye Köyü)
*
İlimonum çiçeğim
Yol verin ki geçeyim
O kız bana darılmış
Ağular mı içeyim
*
Bağlantısı:
*
Ben sana gelme dedim
Akşama kalma dedim
Koca kapı dururken
Bacadan girme dedim
*
Iraftaki siniler
İnim inim iniler
Gurbetteki yarimin
Kulakları çiniler
*
Baplantısı:
*
Ben sana gelme dedim
Akşama kalma dedim
Koca kapı dururken
Bacadan girme dedim (Sayfa: 85) 


ESKİŞEHİR
*
Sultan seccadesini de yaymış köşeye amanın beyler köşeye
Benden selam olsun nazlı Ayşeye amanın beyler Ayşeye
-----Olsun olsun yar güzel olsun
-----Kalem kaşlı inci dişli olsun olsun
-----Vurun da sazlara düğünler olsun
Evlerinin önü de yüksek kaldırım aman beyler kaldırım
Kaldırımdan düştüm beni kaldırın aman da beyler kaldırın
-----Olsun olsun.. (Sayfa: 87) 


GENÇ OSMAN (Bozkır-Konya)
*
Heey.. Genç Osman oturmuş taşın başına
Bağlar poşusunu bağlar başına
Yeni girmiş Osman onüç yaşına
Üzengiler al ganlara
Boyandı vay aman aman
*
Heey.. Genç Osman dediğin bir küçük uşak
Beline bağlamış ibrişim kuşak
Askerin içinde birinci uşak
Allah Allah deyüp geçer
Genç Osman vay aman aman
*
Heey.. Askerin bir ucu göründü Van'dan
Kılıncın kabzası görünmez gandan
Bağdadın içinde tozdan dumandan
Toz duman içinde galdı
Genç Osman vay aman aman
*
NOT: Genç Osman, yurdun dört bucağına yayılmış, hikaye ve türküleriyle bir efsane kahramanı olarak bilinir.
Bu hikaye ve türküler, yakılmalarını etkileyen olay ve anlatış tarzı bakımından aynı 'tema'yı işlemekle beraber, çok çeşitleri (varyantları) vardır.
En yaygın hikayesi, Sultan IV. Murad'ın Bağdat seferine körpe bir çocuk olarak katılmış, ''Bağdad'ın kapısını Genç Osman açtı'' diye türkülerinde geçen büyük kahramanlıklar göstererek bu savaşta şehit düşmüştür. Düşman tarafından başı kesildiği halde ''Kelle koltuğunda üç gün savaşması'' onu efsaneleştirmiştir. Türkülerinde bu savaşın hikayesi anlatılmaktadır. Hikaye ve türkülerinin 'varyant'ları Safranbolu'lu Kul Mustafa'nın dile getirdiği uzunca bir destandan alınmış parçalardır. (Sayfa: 88)


SALLAMA HAVASI (Silifke)
*
Açıl ey ömrümün varı aman badı sabah olmadan yar yandım
Has bahçenin gonca gülü aman sararıp da solmadan ben yandım
*
Bağlantısı:
*
Eşim eşim gel gel uğrun uğrun gel gel
Can yoldaşım gel..
Yürü dilber yörü (aman) saçın sürünsün Arslanım ben yandım
Aç beyaz gerdanı (aman) sinen görünsün ben yandım
*
Bağlantısı:
*
Eşim eşim gel gel uğrun uğrun gel gel
Can yoldaşım gel.. (Sayfa: 89)


SİLİFKENİN YOĞURDU (Silifke)
*
A hey..
Silifke'nin yoğurdu
(Ah) seni kimler doğurdu
Seni doğuran ana
Balınan mı yoğurdu
*
Bağlantısı:
*
Beşiği çamdan
(Ah) yuvarlandı damdan
Keşke sevmez olaydım
Usandırdı bu candan
*
(Ah) kale kaleye bakar
Kaleden kanlar akar
Delikanlı dururken
Kocadama kim bakar
*
Bağlantısı:
*
Beşiği çamdan
(Ah) yuvarlandı damdan
Anası pilav pişirir
Oğlu durmaz aşırır (Sayfa: 90)


YAYLA YOLLARINDA (Silifke)
*
Yayla yollarında göç kater kater
Eşinden ayrılmış bir palaz öter
Ötme palaz ötme seni tutarlar
Tutarlar da dar kafese kaparlar
*
Aşıp aşıp gider yaylanın yolu
Sahile dayanmaz dağların gülü
Gayet güzel olsa yiğidin yari
O da gelir bin bir iki nazilen
*
Yayla yollarında gördüm evimiz
Düştü birbirimize sevimiz
Kız seninle böyle miydi kavlimiz
Kavil yerlerine gel görüşelim (Sayfa: 91)


KEKLİK (Silifke)
*
Yar yar.. Nereden gelirsin Silifke kalesinden
Ne gezersin açlık belâsından
Nerde yatdın beyin konağında
Ne varmış kupkuru yerde hey kekliğim hey
*
Bağlantısı:
*
Kekliği düz ovada avlarım
Kanadını kanadına bağlarım
Şıkıdık mıkıdık, şıkıdık mıkıdık oynarım
*
Yar yar.. Buyrun arkadaşlar davetim var benim
Herkes kesesinden yesin içsin saltanatım var benim
Aslı yok yaylasında binbeşyüz koyunum var benim hey
----------------------------kekliğim hey
*
Bağlantısı:
*
Kekliği düz ovada avlarım
Kanadını kanadına bağlarım
Şıkıdık.. (Sayfa: 92)


KÖROĞLU, yaşadığı çağın kötü idaresine karşı kılıcı ile olduğu kadar şiirleri, türküleri ile de özgürlük savaşı yapmış bir halk kahramanı olarak bilinir. Türküleri, (Yiğitleme, Koçaklama, Güzelleme) diye adlar alan ve kahramanlıklarını, savaşlarını anlatan ince ve anlamlı deyişlerdir.
Türkülerinin yurdun dört yanına yayılmış (sözlü ve sözsüz) birçok 'varyant'ları vardır. Verdiğimiz örnek davulla oynanan bir Bolu varyantıdır. (Erzurum varyantına bakınız.)
Ünlü türkülerinden bir parça; Maraş varyantıdır.
*****
*****
Hay haay.. Benden selam olsun Bolu beyine
Benimle uğraşmaya dev gerek
Unvan para etmez harp meydanında
Doğrar eğri kılıç bilek zor gerek
*
Hay haay.. yine de hay haay..
*
Zabah olur oğlum gör olur neler
Babayiğitler meydanda goç gibi meler
Yere düşer garpuz gibi kelleler
Selevat çekmeye çetin dil gerek
*
Hay haay.. yine de hay haay..
*
Alçaklarda olur altından inme
Eğer goç yiğitsen sözünden dönme
Çokluk para etmez mala (mülke) güvenme
Gurnaz adam iflâh olmaz bön gerek
*
Hay haay.. yine de hay haay..
*
Goç Köroğlum öğüdünden yorulmaz
Kesilen kelleden hesap sorulmaz
Boş lâf atmayınan meydan alınmaz
Asıl yiğit er meydanında dev gerek (Sayfa: 100)


HEYAMOL (ÇARDAK OYUNU) (İnebolu)
*
Solo.. Bismillâhi başlayalım
Koro.. Helessâ helessâ
Solo.. Ayva Turunç taşlayalım
Koro.. Helessâ yelessâ
Solo.. Biz bu işi işleyelim
Koro.. Helessâ yelessâ
Solo.. Bu yıl burda gışlayalım
Koro.. Helessâ yelessâ
*
Koro.. Heyamolâ yessa yessa (hooop..)
Molâ heyâmo
Yâ mo heyâmo
Molâ heyâmo
Helessa sellim yessa.. yessa yessa..
Haa.. Heyâmo.. Ya mo heyâmo
*
Mola heyâmo yâ mo heyâmo
Mola heyâmo yâ mo heyâmo
Mola heyâmo yâ mo heyâmo
Mola heyâmo (Sayfa: 101)


ESKİ MENGİ (Silifke-Kırtıl Köyü)
*
Sen bir bezirgân ol da vay vay ben de bir esir
vay vay ben de bir esir
Yollarına kurban dost dost Şamınan Mısır
Bin kırmızı versem de vay vay ne kalır kusur
Dost dost ne kalır kusur
Söyle fiyatı ne de dost dost bahanen nedir
Arabaya kodum teker
Yara yolladığım şeker
Dayımoğlu kahrım çeker
Suna yosmam sorsun seni vay vay
Hah.. hah.. hah.. hah hah hah.. (Sayfa: 102)


KEKLİK MENGİSİ (Silifke-Kırtıl Köyü)
*
Keklik olsam yuva yapsam
Ben de bağlere bağlere
Ben yarimi alsam çıksam
Yüce dağlere dağlere
*
Yüce dağ başında bubayım
Kar mı yemeli yemeli
Olura olmaza bubayım
Yar mı demeli demeli
*
Yüce dağ başının bubayım
Karı ben olsam ben olsam
Yarim çiçek olsa bubayım
Arı ben olsam ben olsam (Sayfa: 103)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...