29 Eylül 2022 Perşembe

Vladimir Nabokov - Rus Edebiyatı Dersleri (Çevirenler: Yiğit Yavuz, Fatih Özgüven, Ayşe Nihal Akbulut)


Teslimiyetçi ellerin, şişkin devlet ahtapotu tarafından yönlendirilen itaatkâr dokunaçların, edebiyat denen şu ateşli, yaratıcı, özgür varlığı ne hale getirdiğini incelerken, istihzanın rahatlatıcılığından, hor görmenin lüksünden kaçınmak güç oluyor. Dahası da var: Duyduğum tiksintiye kıymet vermeyi öğrendim, çünkü biliyorum ki bu hissiyatımın şiddeti sayesinde Rus edebiyatının ruhundan ne kurtarabilirsem kârdır. Düşünce ve konuşma hürriyetinin sunabileceği en değerli armağan, yaratma hakkının yanı sıra, eleştiri hakkıdır. Siz böyle özgürlük içinde yaşarken, doğup büyüdüğünüz şu açık alanda, uzak memleketlere dair mahpusluk hikâyelerini, soluk soluğa kalmış firarilerin mübalağalı anlatımları olarak görmeye meyledebilirsiniz. Kitap okuyup yazmayı bireysel fikirleri seslendirmekle eş anlamlı kabul eden insanlar için, memleketin birinde neredeyse çeyrek asır boyunca edebiyatın, bir köle tacirleri şirketinin reklamlarını süslemekten ibaret kaldığına inanmak, hiç de kolay değildir. Böyle koşulları, mevcudiyetine inanmasanız bile, en azından kafanızda canlandırabilirsiniz; işte o zaman nihayet, özgür insanlar tarafından yine özgür insanların okuması için yazılmış kitapların kıymetini, yeni bir durulukla, yeni bir gururla idrak edebilirsiniz.

*
DİPNOT: Anlaşıldığı kadarıyla 18 numaralı bu başlıksız sayfa, V.N.'nin Rus yazarlar hakkındaki derslerinin başına koyduğu giriş niteliğindeki bir incelemeden geriye kalan tek bölümdür. (Sayfa: 5)
*
GİRİŞ (FREDSON BOWERS)
*
''Vladimir Nabokov 1940'ta Amerika'daki akademik kariyerine başlamadan önce, kendi ifadesine göre ''Rus edebiyatı hakkında yüz adet -yaklaşık iki bin sayfalık- ders metni hazırlama sıkıntısına'' girmişti. (..) 1941'in sonbahar döneminde Nabokov, Wellesley College'da Rusça bölümündeki tek kişi olarak düzenli göreve başlamış ve önce lisan ve dilbilgisi derslerine girmiş, fakat çok geçmeden, Rus edebiyatı çevirilerinin incelendiği Rusça 201 dersine de el atmıştı. 1948'de Slav Edebiyatı doçenti olarak geçtiği Cornell Üniversitesi'nde Edebiyat 311-312, Avrupa Edebiyatının Ustaları, Edebiyat 325-326 ve Rus Edebiyatı Çevirileri derslerine girdi. (Sayfa: 11)
(..)
Nabokov, Ustalar dersinde genellikle Jane Austen, Gogol, Flaubert, Dickens ve -zaman zaman- Turgenyev'i anlatırdı; ikinci öğretim dönemini Tolstoy, Stevenson, Kafka, Proust ve Joyce'a ayırmıştı. (Sayfa: 12)
*
''..Çehov'a da insanlara dair birebir gözlemlerine toplumsal yorumları karıştırmadığı için, en yüksek takdirlerini sunar. ''Çukurda'' adlı hikâyede yaşam ve insanlar sanatkârane biçimde, oldukları gibi, böyle karakterleri üretebilen sosyal sisteme dair endişeler doğurabilecek tahrifatlar olmaksızın sergilenmektedir.'' (Sayfa: 13-14)
*
''Kavrayıcı bir okumanın önemini ısrarla vurgularken, başyapıtların işleyiş sırrını çözmek konusunda hiçbir anahtarın, okurun ayrıntılar üzerindeki hâkimiyeti kadar önemli olmadığını anlamıştı. Anna Karenin hakkındaki yorumlayıcı notları, okurun bu romanın iç yaşamına dair farkındalığını geliştiren bir bilgi hazinesidir.'' (..) ''Yaklaşımını şöyle özetler Nabokov: ''Akademik günlerimde edebiyat öğrencilerine, ayrıntılara, bu ayrıntıların bir duyusal kıvılcım meydana getirecek şekilde nasıl birleştirildiğine dair kesin bilgiler vermeye gayret ettim; söz konusu kıvılcım yoksa, kitap ölü demektir. Bu bakımdan genel fikirler önemli değildir. Bir ahmak bile Tolstoy'un zina hakkındaki yaklaşımını özümseyebilir, ama iyi okurların Tolstoy'un sanatının tadına varabilmeleri için, mesela Moskova-Petersburg gece trenlerindeki demiryolu taşımacılığı düzenini, yüz yıl öncekine uygun şekilde gözlerinin önüne getirebilmeleri gerekir.''..'' (Sayfa: 17)
*
Rus Yazarları, Sansürcüler ve Okurlar:
*
''Demokratik ülkelerde okurlar denen topluluğun isteklerini karşılamak için dergiler yazarlarına mali baskı uygular, polis devletlerinde ise münasip politik mesajlar versinler diye yazarlara daha dolaysız biçimde baskı yapılır. Bu iki baskı arasında yalnızca bir seviye farkı bulunduğu iddia edilebilir, fakat öyle değildir; çünkü özgür ülkelerde birçok sürekli yayın ve birçok felsefe vardır ama bir diktatörlükte, sadece bir hükümet bulunur. Bu bir nitelik farkıdır.'' (Sayfa: 29)
*
''Samimiyetle, cesaretle özgürlük ve eşitlikten yana duruyorlar, fakat sanatı güncel siyasetin buyruğuna vermek isteyerek kendi inançlarıyla çelişiyorlardı. Çarların gözünde yazarlar devletin hizmetkârıysa eğer, radikal eleştirmenlerin gözünde de kitlelerin hizmetkârıydılar.'' (Sayfa: 32)
*
''19. yüzyılın yirmili ve otuzlu yıllarında sanatçılarla eleştirmenler arasında yaşanan çatışmanın en iyi örneklerinden biri, Rusya'nın ilk büyük şairi Puşkin'in başına gelenlerdir. Başta Çar Nikola olmak üzere hükümet görevlileri son derece küstah, başına buyruk ve kötücül şiirler kurgulayan bu adama deli gibi öfkeleniyorlardı; ille de yazması gerekiyorsa eğer, bari devletin iyi bir hizmetkârı gibi davranarak basmakalıp erdemlere övgüler düseydi ya. Puşkin'in dizelerindeki özgünlükte, tensel hayallerindeki cüretkârlıkta ve irili ufaklı tüm tiranlarla dalga geçme eğiliminde, tehlikeli bir düşünce özgürlüğü kendini belli ediyordu. Kilise onun ciddiyetsizliğine esef ediyordu. Polis memurları, yüksek dereceli devlet görevlileri, hükümetten maaş alan eleştirmenler onun sathi bir şair olduğunu söylüyorlardı. Devrinin en iyi eğitim görmüş Avrupalılarından biri olan Puşkin, kalemini hükümet bürolarında sıkıcı belgeleri kopyalamakla kullanmayı katiyetle reddettiği için, Kont Zımbırtı tarafından bir kara cahil, General Zılgıt tarafından da bir mankafa olarak yaftalanmıştı. Devlet Puşkin'in dehasını boğmak için onu sürgüne göndermiş, yazdıklarını vahşice sansürlemiş, onu sürekli sıkboğaz etmiş, bir baba gibi kulağını çekmiş, nihayetinde şairi, kralcı Fransa'dan gelme lanet bir serüvenciyle ölümüne düello etmeye zorlayan dürzülerin sırtını sıvazlamıştı.'' (Sayfa: 32-33)
*
''Bir alıntı yapacağım: ''Sanatçının kişiliği özgürce, kısıtlama olmaksızın gelişmelidir. Lakin istediğimiz tek bir şey var: İnancımızın kabul edilmesi.'' Büyük Nazilerden biri olan, Hitler Almanya'sının Kültür Bakanı Dr. Rosenberg böyle demişti. Başka bir alıntı: ''Her sanatçının özgürce yaratma hakkı vardır; fakat biz komünistler, onu planımız çerçevesinde yönlendirmek zorundayız.'' Lenin de böyle demişti. Bunların her ikisi de metinlerden yaptığım alıntılardır; durum bu kadar üzücü olmasaydı, aradaki benzerliğe bakıp eğlenebilirdik.'' (Sayfa: 35)
''Eski, kültürlü Rusya'daki okur elbette Puşkin ve Gogol'le gurur duyuyordu, fakat aynı şekilde Shakespeare yahut Dante'yle, Baudelaire ya da Edgar Allan Poe'yla, Flaubert ya da Homeros'lada gurur duyuyordu; Rus okurunun gücüydü bu. (..) Okurlar özgür doğar ve özgür kalmalıdırlar.'' (Sayfa: 40)
*
NİKOLAY GOGOL (1809-1852)
*
Ölü Canlar (1842)
*
''İnsan görüşüyle bir böceğin çok yüzlü gözünün algıladığı resim arasındaki fark, en iyi filtreyle yapılmış bir yarımton resimle, sıradan gazete baskılarında gördüğümüz, iri taneli filtrelemeyle elde edilmiş resimler arasındaki farka benzer. Gogol'ün eşyayı görme biçimiyle, ortalama okur ve yazarların eşyayı görme biçimini de aynı kıyaslamaya tabi tutabiliriz. Onun ve Puşkin'in ortaya çıkmasından önce, Rus edebiyatı yarı kör haldeydi. Sadece aklın yönlendirdiği anahatları algılayabiliyordu: Renklerin kendisini göremiyor, bir köpek misali, Avrupa'nın antik dönemden kalma basma kalıp isim-sıfat bileşimlerini kullanmakla yetiniyordu. Gökyüzü maviydi, şafak kırmızı, yapraklar yeşil, güzelin gözleri kara, bulutlar griydi, vs. Sarıyı ve menekşe rengini ilk gören Gogol (ondan sonra da Lermontov ve Tolstoy) olmuştu.'' (Sayfa: 55)
*
''..bu ''ölü canlar'' sadece kadersizlik ve ölümle yüzleşmek üzere hayata döndürülmüş olsalar bile, onların yeniden dirilişi, Gogol'ün yazmayı öngördüğü ikinci ve üçüncü ciltlerde, dindar ve yasalara saygılı vatandaşlar yararına sahnelemek niyetinde olduğu hatalı ''ahlaki yeniden diriliş''e nazaran, elbette çok daha tatmin edici ve bütünlüklüdür. Ahlaki ve dini hesaplar, Gogol'ün hayal gücüyle yarattığı yumuşak, sıcak, şişman yaratıkları yok etmekten başka bir işe yaramamaktadır.'' (Sayfa: 68)
*
''Kendinizden bir şeyler katmaksızın, telefon numaranızı dahi verebileceğinizi sanmıyorum.'' (Sayfa: 79)
*
''Gogol bir ''gerçekçi''ymiş.! Böyle diyen ders kitapları var. Kuvvetle muhtemeldir ki, Gogol'ün kendisi de, kitabının mozaiğini oluşturacak parçaları okurlarının kendilerinden elde etme yolunda acınası ve beyhude bir çabaya girişmişken, çok akılcı tarzda hareket ettiğini sanıyordu.'' (..)
Kesintileri ve engelleri hoşlukla karşılıyordu (''engeller bizim kanatlarımızdır'' demişliği vardı) çünkü gecikmelerden, bu kesinti ve engelleri sorumlu tutabilecekti. Sonraki yıllarda geliştirdiği, ''gökler ne kadar karanlıksa, Tanrı'nın inayeti o kadar parlak olur'' gibi temel fikirler barındıran felsefesinin kaynağı, kendisinin o yarınları hiç göremeyeceğine dair hissiyatıydı.'' (Sayfa: 80-81)
*
''Palto'' (1842)
*
''Gogol tuhaf bir yaratıktı ama zaten deha hep tuhaftır; müteşekkir okura akıllı bir eski dost gibi gelen, hayatla ilgili fikirlerini güzelce geliştirmesini sağlayanlar, ikinci sınıf yazarlardır aslında. Büyük edebiyat akıldışılığın kıyısında dolanır. Hamlet, nevrotik bir âlimin çılgınca düşüdür. Gogol'ün ''Palto''su, yaşamın belirsiz örüntüsü içinde kara delikler açan, grotesk ve korkunç bir kâbustur. Yüzeysel okur bu hikâyede, maskaranın tekiyle ağır şekilde dalga geçildiğini düşünecektir; ağırbaşlı okurlarsa, Gogol'ün esas niyetinin, Rus bürokrasisinin dehşet vericiliğini ifşa etmek olduğuna kesin gözüyle bakacaklardır. Ama ne doyasıya gülmek isteyenler ne de ''insanı düşünmeye zorlayan'' kitaplara içi gidenler anlayacaktır ''Palto''nun mevzusunu. Yaratıcı okur beri gelsin; bu hikâye onun içindir.'' (Sayfa: 94-95)
*
''Çok yanlış olan bir şeyler vardır ve herkes, onlara çok mühim görünen meşguliyetlere sahip yumuşak huylu deliler iken, absürdce mantıklı bir kuvvet, onların beyhude işlerine devam etmelerini sağlamaktadır; hikâyenin gerçek ''mesajı'' budur. Bu apaçık beyhudelik, beyhude alçakgönüllülük ve beyhude tahakküm dünyasında, tutkuyla, arzuyla ve yaratıcı çabayla erişilebilecek en yüksek paye, terzileri de müşterileri de kendine hayran bırakacak yeni bir paltodur. Ahlaki meselelerden veya bir ahlak dersinden söz etmiyorum. Böyle bir dünyada ahlak dersi bulunamaz, çünkü ne öğrenci vardır ne de öğretmen: Bu dünya olduğu gibidir ve onu yok edebilecek her şeyi dışlar; öyle ki her tür düzeltim, mücadele, ahlaki hedef ya da girişim, bir yıldızın yörüngesini değiştirmek kadar imkân dışıdır. Gogol'ün dünyasıdır bu dünya; dolayısıyla Tolstoy'un, Puşkin'in, Çehov'un ya da benim dünyamdan tamamıyla farklıdır. Fakat Gogol'ü okuduktan sonra insanın gözleri Gogolleşebilir ve en umulmadık yerlerde, onun dünyasından parçalar görebilir. Çok sayıda ülkeye gittim; tesadüf ettiğim, Gogol'ü hiç duymamış bazı kişilerin tutkulu düşlerini, Akaki Akakiyeviç'in paltosuna benzer şeyler süslüyordu.'' (Sayfa: 97)
*
Çeviren: Yiğit Yavuz
*
İvan Turgenyev (1818-1883):
*
''Turgenyev Babalar ve Oğullar'da, 1840'ların iyi niyetli, beceriksiz ve zayıf insanlarıyla, devrimci yeni ''nihilist'' gençlik arasındaki ahlaki çatışmayı sergiler. Bu genç neslin temsilcisi olan Bazarov, saldırgan şekilde materyalisttir; onun için ne din ne de estetik ya da ahlaki değerler söz konusudur. ''Kurbağalar''dan başka hiçbir şeye inanmaz; onların da tek anlamı, kendi pratik bilimsel deneylerinin sonuçlarıdır. Ne ayıp ne utanç bilir. Tam anlamıyla etkin bir adamdır. Turgenyev Bazarov'u hayli takdir etse de, bu genç adam aracılığıyla pohpohladığını düşündüğü radikaller öfkeliydiler ve Bazarov'u, kendi karşıtlarını memnun etmek üzere çizilmiş bir karikatür olarak değerlendirmişlerdi. Turgenyev'in, tüm yeteneğini tüketmiş, bitik bir adam olduğunu beyan ediyorlardı. Turgenyev ne diyeceğini bilemez haldeydi. İlerlemeci topluluğun sevgilisiyken, iğrenç bir umacıya dönüşmüş olarak bulmuştu kendini. Turgenyev çok kibirli biriydi; sadece şöhret değil, şöhretin dışsal belirtileri de çok önemliydi onun için. Çok gücenmiş, hayal kırıklığına uğramıştı. O sırada yurtdışındaydı ve hayatının geri kalanını yurtdışında geçirip sadece arada bir, kısa süreliğine döndü Rusya'ya.'' (Sayfa: 108)
*
Çeviren: Yiğit Yavuz
*
Babalar ve Oğullar (1862):
*
''Babalar ve Oğullar, Turgenyev'in en iyi romanlarından biri olmakla kalmaz, 19. yüzyılın en parlak romanlarından da biridir. Turgenyev istediği şeyi, yaratılan kişinin kendi içgörü yoksunluğunu doğrulayan, bir yandan da göstermelik bir sözde-toplumcu tip olarak kalmayacak genç bir Rus erkek roman kişisi yaratma niyetini gerçekleştirmeyi başarmıştır. Hiç kuşkusuz, Bazarov güçlü biri ve yirmi yaşlarının ötesine geçebilse (onu tanıdığımızda okulunu yeni bitirmiş bir öğrencidir) romanın ekseni olmanın ötesinde, büyük bir olasılıkla önemli bir toplumcu düşünür, tanınmış bir doktor ya da etkin bir devrimci olurdu. Ama Turgenyev'in doğası ile sanatının ortak bir güçsüzlüğü vardı; erkek roman karakterlerinin, onlar için kurduğu varoluş durumu içerisinde zafere ulaşmalarını sağlayamıyordu.'' (Sayfa: 113)
*
''Bir izlekten ötekine aktarım sanatı bir yazar için üstesinden gelinecek en güç tekniktir; yazdıklarının en iyi örneklerinde olduğu üzere, Turgenyev gibi birinci sınıf bir yazar bile, böyle bir sahneden ötekine geçerken geleneksel teknikleri izlemenin çekiciliğine (düşlediği okur türü, belli yöntemlere alışkın ayakları yere basan bir okur türü yüzünden) kapılabilir.'' (Sayfa: 116)
*
Çeviren: Ayşe Nihal Akbulut
*
Fyodor Dostoyevski (1821-1881)
*
''Belinski, ''Gogol'e Mektup''unda (1847) şöyle diyor:
*
''..fark etmemişsiniz ki Rusya, kurtuluşunu mistisizmde, çilecilikte, dindarlıkta görmüyor; medeniyetin, aydınlanmanın, insaniyetperverliğin başarısında görüyor. Rusya'nın vaaza ihtiyacı yok (çok vaaz dinledi zaten), dualara da (nice dualar etti şimdiye kadar); ihtiyacı olan şey, asırlar boyunca çamurun ve gübrenin içinde kaybolmuş insan vakarı ve Klise'nin öğretileriyle değil sağduyu ve adaletle uyumlu hak ile hukuk; bu hak ile hukukun mümkün olduğunca sıkı şekilde uygulanması. Lakin Rusya insanın insanı sattığı korkunç bir ülke manzarası sergiliyor; Amerikan tarla sahipleri gibi, Zencilerin insan olmadığını söyleyerek kendilerini kurnazca haklı çıkaramazlar da; bu ülkede insanlar birbirlerine isimleriyle değil, Jack, Tom gibi (Vanka, Steşka, Palaşka) aşağılık takma isimlerle sesleniyor. Nihayet bu ülke manzarasında bir insanın vücudu, şerefi, mülkü için hiçbir garanti bulunmuyor, polis tarafından muhafaza edilen bir düzen de yok; sadece yönetimdeki çeşitli hırsızların, soyguncuların oluşturduğu muazzam kurumlar var. Şu anda Rusya'nın en ivedi güncel sorunları şunlardır: serf sahibi olma hakkının ilgası, bedensel cezanın kaldırılması, en azından zaten mevcut yasaların mümkün olduğunca sıkı şekilde uygulamaya konulması. Hükümet bile, beyaz zencilerimiz için aldığı faydasız, yarım yamalak önlemlerden anlaşıldığı kadarıyla bunu hissediyor (toprak sahiplerinin köylülerine neler ettiğinin ve her yıl kaç köylünün gırtlağının toprak sahipleri tarafından kesildiğinin farkındalar)..'' (Sayfa: 151-152)
*
''..edebiyata, sadece beni ilgilendiren tek bakış açısından yaklaşırım -uzun ömürlü sanat ve bireysel deha açısından. Bu bakış açısıyla Dostoyevski büyük bir yazar değil, hayli vasat bir yazardır.'' (Sayfa: 152)
*
''Dostoyevski sevinçten uçuyordu; İnsancıklar Nekrasov'un dergisinde basıldı. Muazzam bir başarı kazandı. Maalesef bu başarının devamı gelmedi. Dostoyevski'nin yazdığı en iyi şey olan ve elbette İnsancıklar'ı fazlasıyla aşan Öteki (1846) hiç ilgi uyandırmadı. Bu arada Dostoyevski şaşılası bir edebiyatçı kibrine bürünmüş ve naif, kaba, fakat adabımuaşeretten bihaber halleriyle, yeni edindiği arkadaşlarıyla münasebetlerinde kendini aptal yerine koymayı başarmış, nihayet onlarla ilişkilerini tamamıyla bozmuştu. Turgenyev onu, Rus edebiyatının burnundaki yeni bir sivilce olarak nitelendiriyordu.'' (Sayfa: 154)
*
''Edebiyatla uğraşmanın bir yönteminden daha bahsedeceğim; bu en basit ve belki en önemli yöntemdir. Bir kitaptan nefret etseniz bile, nefret ettiğiniz yazardan farklı ve daha iyi bir bakış açısı yahut daha iyi ifade biçimleri tahayyül ederek, yine sanatsal bir haz alabilirsiniz. Siz ödül almış ikinci sınıf bir kitabı, ayağınızı yere vurup inildeyerek okurken, oradaki vasat, sahte, poşlast -bu kelimeyi unutmayın- şeyler, en azından muzır ama çok sağlıklı bir haz almanıza yarayabilir. Ama hoşlandığınız kitapları da ürpererek, soluğunuz kesilerek okumalısınız. ''Pratik bir teklifte bulunacağım. Edebiyat, gerçek edebiyat, kalbe ya da beyne -beyin ki ruhun midesidir- iyi gelecek bir iksir gibi hemen yutulmamalıdır. Edebiyatı kırıp parçalarına ayırmak, iyice bir ezmek gerekir; o zaman edebiyatın güzel kokusu elin ayasında hissedilir, çiğnerken dilin üzerinde yuvarlamak suretiyle tadı çıkarılır. Ancak ve ancak o zaman edebiyatın az bulunur tadı gereğince anlaşılır, kırılıp ufalanmış parçaları beyninizde tekrar bir araya gelip, sizin de kendi kanınızdan bir şeyler kattığınız bir bütünlüğün güzelliğini açığa vurur.'' (Sayfa: 160-161)
*
''..doktorların incelemelerine başvurdum; Dostoyevski'nin karakterlerini zihinsel hastalıklarına göre aşağıdaki gibi sınıflandırmışlar:
*
1. Sara: Dostoyevski'nin karakterleri arasında dikkat çekici dört saralı vardır: Budala'daki Prens Mişkin, Karamazov Kardeşler'deki Smerdyakov, Ecinniler'deki Kirillov ve Ezilenler'deki Nelli. (Sayfa: 163)
*
2. Bunama: (..)
3. İsteri: (..)
4. Psikopatlar (..) (Sayfa: 164-165)
*
DİPNOT: Nabokov'un S. Stephenson Smith ve Andrei Isotoff'tan aldığı ruh hastalıkları tartışması. ''The Abnormal From Within Dostoevsky'' (''Anormallere İçeriden Bakış: Dostoyevski'') (Ekim 1939) (Sayfa: 163-166)
*
''Fare Deliğinden Notlar'' (1864)
*
DİPNOP: Özgün adı ''Zapiski iz podpolya'' olan roman, Türkçeye'de ''Yeraltından Notlar'' adıyla kazandırılmıştır. ''Podpolya'' gerçekten de ''yeraltı'' anlamına geldiği halde, Nabokov'un bu terimi ''fare deliği'' olarak çevirme konusundaki ısrarı ilgi çekicidir. (Sayfa: 171)
*
''Fare-adamımızın ikinci bölümde betimleyeceği hadiseler yirmi sene önceye, 1840'lara aittir. Kendisi o zaman da şimdiki kadar mahzundur ve arkadaşlarından aynı şekilde nefret etmektedir. Kendinden de nefret etmektedir ayrıca. Çevresindekileri küçük düşürme denemelerinden bahseder. Nefret etsin ya da etmesin, kimsenin gözlerinin içine bakamaz. Bunu denemiş -karşısındaki gözlerini kaçırana dek bakabilecek miydi acaba.?- fakat başaramamıştır. Bu onu müthiş şekilde endişelendirir. Korkağın teki olduğunu söyler, fakat çağımızda der, bir şekilde her namuslu adam korkak olmalıdır. Hangi çağda.? 1840'lar mı, 1860'lar mı.? Bu iki dönem tarihsel, siyasi, sosyolojik açıdan, birbirinden muazzam ölçüde farklıdır. 1844'te gericilik, zorbalık çağındayızdır; bu notların tutulduğu 1864 ise kırklı yıllardan farklı olarak değişim, aydınlanma, büyük reformlar çağıdır. Ama güncel göndermelere karşın Dostoyevski'nin dünyası, zihin hastalığının gri dünyasıdır; orada, belki bir askeri üniformanın kesimi dışında hiçbir şey değişemez; bu da bir noktada karşımıza çıkıveren, beklenmedik ölçüde özel bir ayrıntıdır.'' (Sayfa: 177)
*
Tolstoy, Anna Karenin (1877)
*
''İnsanı üzen, onun gerçekle yüz yüze geldiğinde kendi benliğini her zaman tanıyamamış olmasıdır. Şu öyküyü pek severim: Yaşlılığında, kasvetli bir gün, roman yazmaktan vazgeçişinden yıllar sonra, eline rastgele bir kitap almış, ortasından okumaya başlamış, ilgilenmiş, çok hoşlanmış romandan, sonra adına bakayım demiş ve görmüş ki; Anna Karenin, yazan Leo Tolstoy.'' (Sayfa: 202)
*
''Gerçekte ortalama okura çekici gelen, Tolstoy'un yazdığı kurmacaya, bizim zaman duygumuza tıpatıp denk düşen zamansal değerler katabilme yeteneğidir. Bu, dehânın övülesi bir özelliğinden çok, o dehânın fiziki yanına ilişkin esrarengiz bir beceridir. Sevgili okurun, Tolstoy'un son derece keskin durugörüsüne yakıştırmaya hazır olduğu ortalama gerçeklik duygusunu yaratan, yalnızca Tolstoy'a özgü bir zaman dengesidir.'' (Sayfa: 203)
*
Çeviren: Fatih Özgüven-Yiğit Yavuz
*
''İvan İlyiç'in Ölümü'' (1884-1886):
*
''Tolstoy'cu çözümleme şu: İvan kötü bir yaşam geçirdi, kötü bir yaşam da tinin ölümünden başka bir şey olmadığından, İvan yaşayan bir ölümü yaşadı; ölümün ötesinde Tanrı'nın yaşayan ışığı olduğundan, İvan yeni nir Yaşam'a öldü -büyük Y'li bir Yaşam.
Değineceğim ikinci nokta, bu öykünün 1886 Martı'nda, Tolstoy yaklaşık 60 yaşındayken ve yazınsal başyapıtları yazmanın günah olduğuna ilişkin Tolstoycu bir olguyu sapasağlam kurduğu bir devrede yazılmasıdır. Eğer bir şey yazacaksa bunların, orta yaşının büyük günahları Savaş ve Barış ile Anna Karenin'den sonra ancak, halka, köylülere, okul çocuklarına yalın masallar, eğitici dinsel fabller, geleneksel peri masalları ya da benzeri şeyler olabileceği konusunda kesinkes kararlıydı. İvan İlyiç'in Ölümü'nde oraya buraya serpiştirilmiş, bu eğilimi sürdürmeye çalışan gönülsüz girişimler vardır. Öyküde ara ara sözde fabl biçiminin örneklerini bulabiliriz. Ama bütününde sanatçının etkileri devreye girer. Bu öykü Tolstoy'un en sanatsal, en kusursuz ve en yetkin başarısıdır.'' (Sayfa: 320)
*
''Tolstoy'un biçeminin kendine özgü yanlarından biri 'el yordamıyla aranan saltçı' diyeceğim şeydir. Bir düşünceye dalışı, bir duyguyu ya da elle tutulur bir nesneyi betimlerken Tolstoy o düşüncenin, duygunun ya da nesnenin sınırlarını ya da çerçevesini, yeniden-yaratılışından, sunuşundan tümüyle emin oluncaya dek izler.'' (Sayfa: 321)
*
Çeviren: Ayşe Nihal Akbulut
*
ANTON ÇEHOV (1860-1904):
*
''Tüm okurları tapardı ona; bu Rusya'nın tamamı demektir, çünkü hayatının son yıllarında şöhreti çok büyüktü gerçekten. Ancak ve ancak olağanüstü girişkenliği, herkesle samimiyet kurmaya hep hazır bulunması, şarkıcılarla şarkı söyleyip sarhoşlarla sarhoş olması, yüzlerce, binlerce insanın yaşadıklarına, alışkanlıklarına, konuştuklarına ve uğraştıklarına şiddetli bir ilgi duyması sayesindedir ki, ''Çehov'un Hikâyeleri'' diye anılan, 1880'ler ve 1890'ların devasa, ansiklopedik ölçüde ayrıntılı Rus dünyasını yaratabilmişti.'' (Sayfa: 332)
*
''Çehov gibi gerçek bir sanatçıyla Gorki gibi didaktik bir yazar arasında fark vardır; sefil, yarı vahşi, sırrına erilmez Rus köylüsüne biraz sabır ve iyilikle yaklaşmanın meseleyi halledeceğini sanan şu naif ve coşkulu Rus entelektüellerinden biridir Gorki.'' (Sayfa: 333)
*
''Çehov'un dehası neredeyse istemsizce, aç, ne yapacağını bilemeyen, aşağılanmış, kızgın köylülerin Rusya'sındaki en karanlık gerçekleri, başka birçok yazardan, mesela kendi toplumsal fikirlerini boyalı kuklaların resmi geçidi içinde kibirle sergileyen Gorki'den daha fazla ifşa eder. Daha da ileri gidip, Dostoyevski ya da Gorki'yi Çehov'a tercih edenlerin asla Rus edebiyatının ve Rus hayatının temellerini, daha önemlisi evrensel edebiyat sanatının temellerini kavrayamayacağını söyleyeceğim.'' (Sayfa: 341)
*
Çeviren: Yiğit Yavuz
*
MAKSİM GORKİ (1868-1936):
*
''Gorki on yaşında hayatını kazanmak için çalışmaya başladı. Sırasıyla ayakkabı mağazasında çırak, gemide bulaşıkçı, teknik ressamlık stajyeri, bir ikona ressamının çırağı, eskici ve kuş yakalayıcısı oldu. Sonra kitapları keşfedip eline geçen her şeyi okumaya başladı. Başlangıçta ayrım gözetmeden okuyordu, fakat çok geçmeden hakiki edebiyata karşı güzel ve hassas bir algı geliştirdi. Öğrenim görmeyi tutkuyla istiyordu fakat Kazan'a gittikten sonra, üniversiteye kabul edilme şansının bulunmadığını kısa zamanda anladı. Beş parasız olarak bosyaki'ye (Rusçada ayaktakımı anlamına gelir) dahil oldu ve orada, daha sonra şaşkın sermayedarların suratında bomba gibi patlayacak paha biçilmez gözlemler yaptı. (..)
On dokuz yaşında kendini öldürmeyi denedi. Yarası tehlikeliydi ama iyileşti. Cebinde bulunan not şöyle başlıyordu: ''Ölümümden, kalbin diş ağrısını keşfeden Alman şair Heine sorumludur..'' (Sayfa: 394)
*
''Yüzlerce yoksul çocuk için bir Noel partisi tertip etti; işsizler ve evsizler için kütüphanesi, piyanosu olan bir gündüz barınağı açtı; dergilerden kesilmiş resimlerin yapıştırıldığı defterleri köy çocuklarına göndermek için bir hareket başlattı. Ayrıca devrimci çalışmalarda aktif olarak yer almaya başladı. Böylece St. Petersburg'daki gizli bir matbaa için Nijni-Novogrod devrimci grubuna bir teksir makinesi kaçırdı. Bu ciddi bir suçtu. Tutuklanarak hapse tıkıldı. O sıralarda çok hastaydı.'' (Sayfa: 396)
*
''..''Tek silahı konuşma özgürlüğü olan Rusya'nın önde gelen yazarlarından biri, zorba hükümet tarafından, yargılanmaksızın sürgün ediliyor,'' diye yazmıştı Lenin.
Gorki'nin hastalığı -Çehov gibi veremdi o da- mahpusluğu sırasında kötüleşmişti. Tolstoy'un da aralarında bulunduğu dostları hükümete baskı yapıyorlardı. Gorki'nin Kırım'a gitmesine izin verildi.'' (Sayfa: 397)
*
DİPNOT: ''Volga'nın Kıyısından'' kitabından - D. L. Fromberg
*
''Sal Üstünde'' (1895):
*
''Gorki sanatının fakirliğini ve fikir karmaşasını telafi edecek bir şey bulma ihtiyacı hissederek, hep çarpıcı konuların, karşıtlıkların, çatışmaların, şiddetli ve sert şeylerin peşine düştü. Kitap tanıtımcılarının ''güçlü bir öykü'' dedikleri şey hassas okurların dikkatini dağıtarak takdir güçlerinin önüne geçtiği için, Gorki önce Rusya'daki, sonra da yurtdışındaki okurlarının üzerinde güçlü bir egzotik etki bırakmıştı. Zeki insanların, fos ve duygusal bir hikâye olan ''Yirmi Altı Adam ve Bir Kız''ı bir başyapıt olarak nitelediğini duydum. Bu yirmi altı sefil, toplum dışına itilmiş adam, yeraltındaki bir fırında çalışmaktadır. Kaba saba, küfürbaz adamlardır hepsi ve her gün ekmeğini almak için fırına gelen genç kıza adeta tapınmaktadırlar. (..) Bu yeni bir şeymiş gibi görünür, ama yakından inceleyince hikâyenin, duygusal ve melodramatik yazarlık ekolünün en kötü örnekleri kadar geleneksel ve düz olduğu ortaya çıkar.'' (Sayfa: 404)
*
Çeviren: Yiğit Yavuz
*
KİTAP HAKKINDAKİ YORUMUM
*
''Kelebek Koleksiyoncusuna''
*
Rus Edebiyatı Dersleri adı altında, bir anti komünizm propagandası da diyebiliriz bu kitaba. Rus asıllı Amerikalı yazar. Şöyle bir özgeçmişine baktığımızda: * ''1899'da St. Peterburg'da aristokrat bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Annesi Yelena İvanovna iyi eğitimli, babası Vladimir Dmitriyeviç ise entelektüel bilgiye sahip bir avukattı. Yetiştiği aile ortamı ve ailesinin imkanları Nabokov’a iyi eğitim imkanı sağladı. Özel eğitim gördü ve küçük yaşta İngilizce öğrendi. Ekim Devrimi ile birlikte Bolşeviklerin iktidara gelmesi üzerine ailesi ile birlikte 1919 yılında Rusya'dan ayrılarak önce Londra'ya geçti. Öğrenimini Cambridge Üniversitesi, Trinity College'de birincilikle tamamladı. (..) Kendisi gibi "göçmen" kategorisine girenlere karşı acımasız bir dil kullanmıştır. Göçmenlerin hissettiği kaybetmişlik duygusuyla kendisini yazmaya iten duygunun aynı şey olmadığını vurgular ve onların duyduğu nostaljiyle kendi hisleri arasındaki farkı ifade eder. Bu konuda şu ifadeleri kullanır: * "Sovyet diktatörlüğüyle eskiden (en azından 1917'den) beri devam eden kavgamın kaybedilmiş mallarla hiçbir ilgisi yok. Para ve topraklarını ‘çaldıkları’ için ‘Kızıllardan nefret eden’ göçmen tiplerden tam manasıyla iğreniyorum. Bunca senedir hissettiğim nostaljinin sebebi hafızamda orantısız bir şekilde büyüttüğüm, kaybedilmiş çocukluğumdur, kaybedilmiş paralara duyulan özlem değil." der.. Kaynak: Vikipedi * Aptal bir kişinin söylemleri, insanı en fazla güldürür, ancak, kurnaz ve bilgili bir kişiyse konuşan, elbette çok yönlü bakmak gerekir. (Benim adıma) sorun Komünizm karşıtı olması değil, eleştirmesi hiç değil.. Muhtemelen verdiği derslerin kitaplaştırılacağını bilmiyordu. İşin acı tarafı gençlere verdiği bu derslerde kullandığı dil. Ve bunu bilinçsiz yaptığına ya da tarafsız yaptığına inanmamam için yığınla sebep var notlarında. ABD ve Batı'nın ve hattâ Çarlık Rusyasının bile daha özgür olduğunu ifade edip; sorunu Marx, Lenin, Stalin ve dolayısıyla Komünizm üzerinden irdelemesi. Daha doğrusu döndürüp dolaştırıp sözlerini onlarla taçlandırması.!!! * Bir örnek: ''Bir alıntı yapacağım: ''Sanatçının kişiliği özgürce, kısıtlama olmaksızın gelişmelidir. Lakin istediğimiz tek bir şey var: İnancımızın kabul edilmesi.'' Büyük Nazilerden biri olan, Hitler Almanya'sının Kültür Bakanı Dr. Rosenberg böyle demişti. Başka bir alıntı: ''Her sanatçının özgürce yaratma hakkı vardır; fakat biz komünistler, onu planımız çerçevesinde yönlendirmek zorundayız.'' Lenin de böyle demişti. Bunların her ikisi de metinlerden yaptığım alıntılardır; durum bu kadar üzücü olmasaydı, aradaki benzerliğe bakıp eğlenebilirdik.'' (Sayfa: 35) * Nazilerin Üstün Irk tezi ile Lenin'in ''Sınıf Bilinci'' oluşturma çabasını aynı kefede değerlendirmesi. Dünyadaki asıl sorunun tam da ''Sınıf Sorunu'' olduğunun en güzel delillerinden biridir Nabokov. Çünkü sınıfının kalemşörlüğünü çılgınca yapmaktadır.. * Özgürlük yanlısı olarak lanse ettiği Abd'nin ve Avrupa'nın, insanlığın bütün gelişim sürecinde sömürgeleştirdiği ülkelere hiçbir noktada değinmeden -ki, Tom Amca'nın Kulübesi'ni 'bile' eleştirmesi bana çok şey ifade ediyor- doğrudan saldırısını Komünizme yapması, ''Bunca senedir hissettiğim nostaljinin sebebi hafızamda orantısız bir şekilde büyüttüğüm, kaybedilmiş çocukluğumdur, kaybedilmiş paralara duyulan özlem değil." sözlerinin, ne denli iki yüzlü ve kurnazca olduğunu apaçık ortaya koyuyor. * Bir diğer örnek: ''..''Duygusal'' ile ''duyarlı''yı ayırt etmemiz lazım. Duygusal bir boş zamanlarında gayet gaddar olabilir. Oysa duyarlı biri asla zalim değildir. İlerlemeci bir fikirden bahsederken ağlayabilen duygusal Rousseau, öz çocuklarını çeşitli düşkün evlerine dağıtmış ve hiç de içi sızlamamıştır. Duygusal bir ihtiyar kadın, papağanını şımartırken yeğenini zehirleyebilir. Duygusal politikacılar Anneler Günü'nü unutmazken, hasımlarını acımasızca ortadan kaldırabilir. Stalin bebeklere bayılırmış. Lenin operada, bilhassa Traviata'da ağlarmış. Bir asır boyunca yazarlar yoksulların basit hayatını methetmişlerdir, vs. Unutmayın ki duygusallıktan ve bu kapsamda Richardson'dan, Rousseau'dan, Dostoyevski'den bahsederken, aşina olduğumuz duyguların, okurda otomatik olarak geleneksel acıma duygusunu uyandırmak amacıyla sanat dışı biçimde abartılmasını kastediyoruz.'' (Sayfa: 158) * Sadece edebiyat üzerinden kitapları incelemiş olsaydı samimiyetine inanabilirdim. Ama öyle değil.. Tuzu kuru, hayata bir sıfır, galip başlamış, ağzında pipo, elinde onlarca kitapla, entelektüel görünümündeki kurnazların, bu dünyanın asıl sorunu olduğunu düşünüyorum. Cahil kesimin bir şeyleri anlamamasını anlarım. Onlar da ''bilinçli şekilde cahil bırakıldıklarını'' bilselerdi, zaten durum çok daha farklı olurdu. Kendileri ekmek kuyruklarında beklerken, bir kesimin saltanatları içinde ahkâm kestiği bir dünyada, ''NEDEN.?!'' ve ''NE HAKLA.?!'' sorularını sorabilmek için, önce bilmek gerekir.! Dünya tarihine baktığımız zaman, bütün o gösterişli sarayların sefalet içindeki yoksulların sırtlarında yükseldiğini ve içlerinde yaşanan hayatın kıyısından köşesinden o yoksulların geçemediğini görürüz. İşte bunu görememeleri ve o soruları soramamaları için yoksul halkın okumaması ve bilmemesi ve dolayısıyla soruları sorabilecek kadar zihninin gelişmemesi, bu entelektüel (!) takımı için önemlidir. Okusalar bile, tam da Nabokov'un yaptığı gibi, taraflı eğitimi alttan alta gençlere zerk ederek, ''kendileri gibi'' entelektüellerin yetişmesi yegâne amaçları oluyor. Edebiyat âşığı bir insanım. Elimden geldiğince okuyup anlamak gayretindeyim. Konu siyasi mi.? Evet siyasi.! Edebiyat adı altında işlenen bir propaganda. Bu yüzden bu cümleleri sarf etmem gerekliydi.! Gelelim Nabokov'un Rus yazarlarına bakış açısına. Aslında benzer bazı söylemleri Bedrettin Cömert'in Eleştiriye Beş Kala Kitabı'nda da görmüş ve müthiş haz almıştım. Ki, benim için ''en iyi şair'' olan Nâzım'ı bile eleştiriyordu, ondan sonra Nâzım'ı okurken bir de o gözle okumaya başladım. Ve hak verdim. Sorun, Nabokov'un eleştirmesi değil, taraflı olması. Merkeze ''edebiyatı'' almamış olması. Kaldı ki, her ne hikmetse (!) Tolstoy'a gösterdiği ilgi ve övgüyü konu alan sayfalara bayıldım. İlgi ve övgüsünden dolayı değil elbette.. Tam bir edebiyatçı gibi incelenmiş muhteşem bir çalışmaydı. Şu satırları bu notlara alabilmesi de Nabokov gibi bir kişinin ne denli yanlı olduğunu gösteren bir işarettir bana göre: * ''İnsanı üzen, onun gerçekle yüz yüze geldiğinde kendi benliğini her zaman tanıyamamış olmasıdır. Şu öyküyü pek severim: Yaşlılığında, kasvetli bir gün, roman yazmaktan vazgeçişinden yıllar sonra, eline rastgele bir kitap almış, ortasından okumaya başlamış, ilgilenmiş, çok hoşlanmış romandan, sonra adına bakayım demiş ve görmüş ki; Anna Karenin, yazan Leo Tolstoy.'' (Sayfa: 202) * Bu satırlar birebir Dostoyevski veya Gorki için yazılmış olsaydı, Nabokov böylesine övgüyle alır mıydı notlarına diye düşünmekten de alamadım kendimi. İnandırıcılığını sorgulamadan.! * Dostoyevski başta olmak üzere, tüm Rus yazarlarının, aile yaşamlarından, ruhsal rahatsızlıklarına kadar inceleyip, ardından yarattıkları kahramanları birer birer irdelemesi ve bu hastalıklarla bağlar kurmasını okudukça hep şunu düşündüm: Evet, deha olarak nitelendirilen hiçbir insanın normal olmadığını zaten biliyoruz. -''Normal'' kime ve neye göre, bu da tartışılabilir.- Ve elbette, bütün edebiyatçı ve sanatçılar, kendi yaşamlarından damıttıklarıyla o eserleri ortaya çıkarıyorlar. ''Bunun benimle alakası yok, tamamen kurgudur'' gibi bir düşünceye inanmak için saf olmak gerekir. O halde öncesinde okuduğum Nabokov'un Lolita'sını da, bu gözle incelediğimde nasıl bir sonuç çıkar ortaya.? Tam da Nabokov tarzında incelediğimde.?! Bel altı mı oldu.? Eh, bel altına bel altı.! Dostoyevski'nin sosyalistlerle birlikte olduğu dönemde aldığı hapis ve sürgün sıralarında: ''Petro ve Pavel Kalesi'nde yargılanmayı bekledi; kalenin komutanı, atalarımdan General Nabokov'du.'' (Sayfa: 155) söylemiyle de zaten o ''çocukluk acılarının'' nerelere dayandığı anlaşılmayacak gibi değil.! Ayrıca ''Kelebek Koleksiyonu'' yapmak öyle basit bir şey değil. Kibrit kutusu ya da kartpostal koleksiyonuna benzemez. Bu da incelenebilir örneğin.! Ya da ''Vietnam Savaşı''nı desteklediği söylencesi.. Ne ilginç değil mi, bir akademisyenin ''savaş'' çığırtkanlığı yapması.! * Kitaptan faydalandım mı.? Elbette. Ve bundan sonraki Rus Edebiyatı okumalarımda da başvuracağım tekrar. Tam da kendisinin söylediği gibi: * ''Edebiyatla uğraşmanın bir yönteminden daha bahsedeceğim; bu en basit ve belki en önemli yöntemdir. Bir kitaptan nefret etseniz bile, nefret ettiğiniz yazardan farklı ve daha iyi bir bakış açısı yahut daha iyi ifade biçimleri tahayyül ederek, yine sanatsal bir haz alabilirsiniz.'' (Sayfa: 160) Bu cümleleri, elbette üzerinde konuştuğu eserler için sarf etmiş. Eh, şimdi dünya üzerinde Rus Yazarların okunma oranlarına bakıp -ki, o bu okuyucuları ''vasat'' olarak nitelendirse de- insanlığın, çektiği acılara tercüman olan kalemlere ne denli ihtiyacı olduğunu anlamak da, zor olmasa gerek. Nedir, Nabokov ve türevlerini rahatsız eden.?! İnsanların açlığı, yoksulluğu siyasi bir konudur ve bunun edebiyata yansıması, ''edebiyat'' üzerinden değil de ''siyaset'' üzerinden eleştirilirse, ''katmanlı siyasi edebiyat eleştirisidir'' demek de benim hakkımdır.! Sayın ''kelebek koleksiyoncusu.!''.!!!

28 Eylül 2022 Çarşamba

Turgut Uyar - Büyük Saat


Arka Kapak:

*

Türk şiirinin en yalnız, en mutsuz, en umutsuz..

bu yüzden de -mutlu değilse bile- en kalabalık, en umutlu şairinden kısa sürmüş uzun bir yolculuğun tüm konakları.! Öncü bir dil, sevgiyi bile acıtan bir duyarlık ve ''bütün mümkünlerin kıyısı''nda yaşanan çaresizliğin son sığınağı:
*
''Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum''
*
ya da
*
''Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız''
*
Arz-ı Hal'den Dün Yok mu'ya bütün kitapları ve (unutulmaları ya da elenmeleri nedeniyle) kitaplarına girmemiş bütün şiirleriyle, Turgut Uyar külliyatı. 
*
ARZ-I HAL
*
SONNET
*
----------Yalnızlık için
*
Çekemezsin bir yere sineden başka.
Biliyorum günler hep böyle geçecek.
Ne akşamleyin komşu, ne bir akraba,
Ne bir dost, oturup karşılıklı içecek.
*
Yalnızlık sade şurda burda değil,
Düşüncede, hatırada ve dilekte.
Hangi taşı kaldırsan, nerde ''of.!'' çeksen,
Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte.
*
Bilmem rengi nasıldır, boyu ne kadar.
Biçen her kimse yıllardır yanlış biçiyor.
Bir elbise ki, alabildiğine dar..
*
Nedir bir türlü sırrını anlamadık,
Kimdir bizimle böyle şaka ediyor,
Hangi cebini karıştırsan yalnızlık.. (Sayfa: 23)
*
TÜRKİYEM
*
Turnam, Bir Gün Bırakmıyacağım..
*
''Hiçbir zaman dertsiz kalmadı gönlüm
Bir çift gözden, bir yapraktan, bir kuştan.
Daima daha taze, daima yeni baştan
Turnam bir gün bırakmıyacağım peşini,
Sen nereye, ben oraya, adım adım
İnsan sevdikçe iyileşiyor artık anladım..'' (Sayfa: 44)
*
KADERE VE GÖNLÜME DAİR
*
İşte ben hep böyle bildiğin gibi:
Kaderi öpüp başıma komuşum,
Gülüşüm, oturuşum, konuşuşum,
Belli efendim, besbelli
Yaşamaktan soğumuşum.
*
Yaz yağmurları misali yıllarca
Yağmış durmuşum kendi içime.
Zaten dünya öyle dünya ki kim kime
Herkes kendi derdine anca,
Herkesin yüreği lime lime..
*
Halbuki hayatı sevmem gerekirdi.
Acımayı, sevmeyi oldukça bilirim
Zamanla bir iş tutmayı da öğrendi ellerim,
Hem hayatıma bir de Havva kızı girdi,
Ama gel gör ki bu kaderim..
*
İşte ben böyle bildiğin gibi,
N’apalım bizi bir kez mimlemiş kader
Her zaman böyle, yağmur bulutundan beter.
İşte böyle hilafsız, gözümün elifi
Her zaman bir romantik portreye benzer..
*
Ben zaten bu dünyada tek başınayım, hey..
Bir sevdalı gönül bütün varım
Eğer o da olmasa ne yaparım,
Kimbilir hey
Ne yaparım.. (Sayfa: 62)


AKŞAMÜSTÜ RÜYASI:
*
''- Gidin gemiler, gidin
Vardığınız yerlere selâm edin
Gün olur bütün kaygılardan uzak
Ben de gelirim..'' (Sayfa: 74)
*
BİTMEMİŞ ŞİİRLER VI:
*
''Sen kadınsın, en tatlı çağında,
Ben en sevdalı yaşında erkek.'' (Sayfa: 101)
*
SEVDA ÜSTÜNE:
*
''Bu şiirde sevda sevda üstüne
Senelerdir veda veda üstüne
Yareli yüreğimde dağ dağ üstüne
Vakit Nisan ortasında bir akşam.
Mehtap ettiğinden bîhaber
Kuşlarla, çiçeklerle, balıklarla beraber
İki tel kumral saç olsa avucumda şimdi
Ağlayıp ağlayıp avunsam..'' (Sayfa: 109)
*
DÜNYANIN EN GÜZEL ARABİSTANI
*
GEYİKLİ GECE


Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
*
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabanî uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
*
Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Glâdyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık
*
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
*
---"Geyikli gecenin arkası ağaç
---Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
---Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli
*
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor
*
Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında
*
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı
*
Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk
*
---"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
---İmdat ateşleri gibi ürkek telâşlı
---Sultan hançerleri gibi ayışığında
---Bir yanında üstüste üstüste kayalar
---Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
---"Halbuki geyikli gece ormanda
---Keskin mavi ve hışırtılı
---Geyikli geceye geçiyorum"
*
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum. (Sayfa: 113-115)
*
TEL CAMBAZININ TEL ÜSTÜNDEKİ DURUMUNU ANLATIR ŞİİRDİR


Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
*
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
*
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırılpırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim dizboyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız (Sayfa: 121)
*
GÖĞE BAKMA DURAĞI
*
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
*
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
*
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Suların ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım (Sayfa: 135)
*
(BİR KANTAR MEMURU İÇİN) İNCİL:
*
''Ben yokum desem kimse bırakmıyor
Yokum diyorum inanmıyorlar
Yokum diyorum bulup çıkarıyorlar
Yokum'' (Sayfa: 152)
*
Yangın Toplantısı:
*
''Ben örneğin ben
Deli örümcekler gibi yalnızlığa vurgun
Yeni geceler kuruyorum
Pencereleri nasıl kapıyorum görseniz
Suları sürüyorum ekinleri düşünüyorum
Horasanla örülmüş surlarca heryerlerim sımsıkı
Ama bir yerden yine sızıyorlar
Bir şehir bir elbise çarşısı bir öbek çiçek bir başkasının isteği
Yine sızıyorlar
Çaresiz kuşanıyorum başkalarını''
*
''Ama onun yalnızlığı başka ürkütücü
Midyeler gibi kapanıyor mutluluğa ister istemez.'' (Sayfa: 158)
*
''Dağ başı yalnızlığı değil su kenarı yalnızlığı değil bir şehir yalnızlığı, boşluğu, ancak istekle takılan gerdanlıklar gibi boyunda göğüste pırıl pırıl, bizi yiyen geliş gidişlere sokak gecelerine kötü aşklara karşı kuşanılmış bir yalnızlık, yeniden doğurganlığımızı hazırlayan hatırlatan kırgın belki ama gitgide bizi hem kendimize hem insanlara iteleyen bir yalnızlık'' (Sayfa: 159)
*
Ara Parça
*
Kalkın davranın doğrulun
Bu boş oda birazdan dolacak
İnsanca yaşaması insanın
En güzel kalıtı atadan oğulun
İstekli ellerin avuçların
Verilen sıcaklığı araması
İlk canlıdan süregelen bu gerdek
Biz uygun gördük siz de kınamayın
Kolların bacakların istekle sarması
Vakit yok birazdan hepinize
O önüne durulmaz gece olacak
Sevmek bir bütün nereden baksan
Ne ayıp ne günah ne uygunsuz
Kolların da ağzın da yüreğe katılması
Tersi yarım tersi yalan tersi yapma
O umulmaz buğuyu yaratıyor
Sevginin soydan soya sürmesini
Bir küçük tohumda iletilen aşk
Saçların birbirine karışması
Biz o susturulan ağzı kişilerin
Gizliden güvendiğiniz düzensizlik
Nasıl belli bize hak verdiğiniz
Ne güzel eğik alınlarınızın
İnandığınız kuşkularla buruşması
Kalkın davranın doğrulun
Vakit yok birazdan her yerde
O önünde durulmaz gece olacak (Sayfa: 167)
*
TÜTÜNLER ISLAK
*
Yakıntısı:
*
''Ey bilene bilene tükenen bıçak.!
Bir şeyler yap,
Eskimeden gökyüzünün kutlu maviliği..'' (Sayfa: 210)
*
BİR BARBAR KENDİN TARTAR
BİR BARBAR AŞAĞLARDA,


EY Sussam.! EY KARANLIK.! EY Borçlarını Ödemeyenler.!
sen o ses misin en aşağılardan gelen.!
karıştırın bütün otları o aşağlarda
yıkın benim güvenimi,
soğuk bir at olsun seslendiğim ses, yıkın.!
*
ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam..
*
Ey Her şey.! EY Beni Gülünç Eden Bitki Sapları.!
Sessiz katlanmalarıyla.. İçimde ölmüş çocukları sallayan
vazgeçilmez uğursuz şarkının salıncağı.!
Ben durmadan en utandırıcı şeyleri hatırlasam
nasıl camsı gürültülerle olacak her şey,
ve sularla,
ve nasıl artık arınamaz kirlenmiş olurum o zaman, yıkın.!
*
ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam
*
EY Bütün Kadınlar Uzak.! Güneşi övmüyorum. Ve
kanım ne güzel akıyor.. ıslak taşlıklarda. Sanki her şey,
sanki her şey.! katıyürekli kârcıların, yani büyük
tecimenlerin
uzaklardan getirip sunduğu kanlı pahalı bir tabak..
Ey Yanan Bir Şey,
yanan ve içilen bir şey,
karanlıktı kanım bir şey,
güneşe baş kaldırmıştı kanım (...) sanarak.
Ben artık büyük kıyıları boylasam.
*
ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam..
*
Ey Kimse Yok.! Ey Bir Mavinin Unutulmasından
Arta Kalan.!
EY Sen Var Mısın.?
EY Olma.!
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak
Ah, yağmur başlayacak,
*
gece olsa da sussam..
*
ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam..
*
Ey Sür Atlarını Bacaklarımdan Bağlayıp Karışık ölümsıkıntııslakgülünçlüğü renkleri camların.! Bir göl bulacağız sonunda
develerin suyunu içip tuzunu bıraktığı,
kirli ayakparmak aralarını yıkadığı cünüp adamların, burunları kıllı..
Benim kanım gülünç ve kahraman lekeler bırakacak
öbürkülerin yanında,
camlar nasıl olsa kırılacak
sonra yatacağı geceye gidecek herkes
*
ben ne yapsam ne yapsam ne yapsam..
*
Senden Haber Ver, Ey Yaralı Kahraman Atlar.! Ey Büyütüp Yaralarını Yalayan Atlar.! Otoburlukla kana karışmayan atlar.!
arabanızı çekiyordunuz,
aygırlarınızı iştahla uyandıran kalçalarınızda büyük yaralar..
Kuyulara eğiliyoruz, ve büyük övgüsünü yapıyoruz küçük yıkıntısının soğuk ışıklı kulüplerin, ve kara küplerin ve etekleri kısa, koltukları tüylü kadınların ve kötü dükkânlar
karanlığının..
*
eğilmiş çiçek toplayan bir çocuk bulsam..
*
ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam.. (Sayfa: 214-216)
*
HER PAZARTESİ (62-67 MNOTLARI)
*
SON ÜÇÜ BEŞ


''Son çamaşırları ipten aldılar,
çorapları ve patikleri ipten aldılar.
Nasıl olsun.? Onlara göre değil.
Bu böyle bir karanlık -iyi. Her şey ölü.!
Gibi.
Çizmelerin ve pudraların düşkün göründüğü
ve ay-altında alım satımın.
Üstelik,
Çocukların bile diabetis mellitüs'ten
öldüğü.
Ey yaşlı kararsızlık, anla tenhalığını,
korkunç sessizlik,
ve işte son akşam saati
yıldızlara geç kalmış olmanın.''
*
Hepsi geldi - yerlerini aldılar - memesini tutan bir kadın-
çocuksuzluğunu ve memesizliğini tutan bir kadın
çocuklarını andı ansızın - başkaları katlanır metrelerini cepleri-
ne koydular - ölçtüler biçtiler- öyle koydular- gök onlardan-
dı - Toplantı üçe kadar sürdü - yani üçe kadar toplandılar-
belki de üçü geçiyordu - ama onlar üçe kadar sandılar-
Karşılıklı olmak yoktu - karşılıklı değildiler- tek-
ya olmak ya olmamak - yoktular- yok gibi vardılar-
Artık su geçmişti - (bir anı sanılan su) yapılar
bitmişti - Ah, çirkin sonuç
olağan ve çirkin akustik yetersizlik -ve son akşam saati-
hurmaları, uzun ovaları -uzun ovaları- her şeyin bugüne olduğu-
kır resimlerini -Yalnız Pan- andılar-ve-
ölülerini -sonra Akdeniz- bütün bir şey- sonra bir deniz- sonra-
ve - gömecek olduklarını andılar-
*
(Kıyılardan gelen gelin, ne güzelsin.!
Ne güzel bir alayın var ardında. Ne güzelsin.!
Gelişin, o sonsuz biçim.! Seni övmeli.! Yaşadığımızsın,
gizlice..
Göklere, dumanlara, sertliklere karşı, seni övmeli.!
Mutlu gemilerin son akşamı, son dirlik.!
Son belli belirsiz umutsuzluğu yaralı kalplerimizin..)
Son bayrak - Hurmaları- ölülerini ve gömecek olduklarını andılar-
Oturum üçte bitti -yani tam üç'e kadar toplandılar-
Ah, yaralı kalpler-
-belki de üç'ü beş geçiyordu -ama-
onlar üç'e kadar sandılar-
*
''Birden. Çamaşırları ütülemediler, buruşuk.
Artık nehirler mi kapandı.. Ne yazık.!
Sahi,
bir resimden. Artık. Mutluluğun ayıp göründüğü
birden geçip yiten son eski zaman.
Son akşam saati. Son buğu. Her şey
ölü. Öfkenin sonsuz bir anlam gibi
göründüğü. Çocukların bile öldüğü..
Son.''
*
Oturum nehirlerden konuşularak bitti -üçte- evet- belki-
üçü beş geçe -belki üçü beş geçe-
radyolar yazmadı -gazeteler söylemedi-
evlerde - üçte - kalktılar-
zaten ayaktaydılar -oturum sözgelimi-
söz istemediler - evliliklerini yaşadılar sadece.
(Ah, kolkola gece saatleri, daha ileri saatler,
saatleri o vakte kurmalar. Her şey ne kolayken
pazar gömlekleri kolalıyken,
arada bir, birbirine anlamlı dirsek vurmalar
öldüğümüzü, çocuksuzluğumuzu bir hatırlamasalar..
*
Nehirler,
kapanınca saat kaç.? Üçü beş.!
Bu son muydu.? Üç'ü beş.? Ne yazık üç'ü beşe..
Bir daha yok mu üç'ü beş.?
Demek, bu, son üç'ü beş.!
-Senin salatanı seviyorum sevgilim,
geceni de,
Demek bu son üç'ü beş.? Geç kalmayalım, çabuk
olalım.!)
Ne yaptılar.? Ah sonsuz sonuçsuzluk -yaşlı kararsızlık-
ne yaptılar - ne yapardılar-
Oturum üçte bitti -Belki üç'ü beş geçe -Ne-
oturdular-
söz istemediler -yakındılar -inandılar-
*
''Sakin akşam kimi olsa götürürdü
bir yüzün,
bir diri hüznün ağır ağır öldürüldüğü
kimin öldürüldüğü.
Son akşam saati. Bitmez sevecenlik.
Yıkanmış çamaşırları giydiler
giydiler.
kadehler ve çatal -bıçaklar, kunduralar ve
bir şeyin sadece kendi anlamında görüldüğü..''
*
Gece geldi -gelmişti- sevindiler -oturum bitti -bitmişti-
söz istemediler -söylemişlerdi çünkü,
Kim.?
(Sen ne iyisin, dediler.
o kadar dediler.) (Sayfa: 237-239)
*
(AHD-İ ATİK) göç:
*
uzakta. Kimsenin ölmediği o yerde
Uzakta. Hayvanat Bahçesinde
doğurur kendine aykırı fil
yıkanmaya su dağıtılırdı, herkes,
kendi akşamını çıkarırdı karanlıktan.
*
Kargış, o güzel bitki, ona tapardık.!
Kalabalık ölülere, dirilere bölünürdü
Uzakta. Çok kesilen kağıtlar ülkesinde..
*
sular o yanlış kökleri çürütürdü.
*
ve kimsenin hiç görmediği yerde
onun bir kan tadı idi sesinde
benzin ve banka dağıtılırdı, herkes,
göçen, yerleşen bir şey değil
herkes kaçışandı yalnızlıktan
Kadınlar erkeklerle idi, yalnızlıktan
herkes herkesle idi yalnızlıktan..
*
Kargış, o güzel bitki.!
*
ve sonra duvarları dibinde ölünürdü.
Ölüm idi kolayca yenen kişiyi,
uzakta. Hayvanat Bahçesinde.
bir çocuk, bir öyküde, bir düşü yürütürdü. (Sayfa: 247)
*
ATLARI SEVEN ÇOCUK:
*
''..''Siz bize hiç inanmadınız ki, hiç inanmadınız ki, hiç
Oysa bir aktır karaya dönen, oysa çocuklar daha lirique'dir
Shakespeare'den. Sonra,
Makedonya falanjistlerinden daha kahraman.'' (Sayfa: 253)
*
KADIRGA
*
Kendisi
*
Bir şafak artığı gibi sanki yoktu. Kullanılırdı.
İçkisi ve eti kötüydü, Tanrı
Çabuk kocaltırdı kadınını.. (Sayfa: 255)
*
tükenmez kafiyenin kazandırdığı:
*
''Karanlık yaşıyor bizi, belki biraz korkuyorum, benim
her şeyim biraz su içer gibi öyle kolay, biraz da
işer gibi, sonsuzluğa.
Halbuki ben sonluluğa.'' (Sayfa: 262)
*
''Deniz uzar şimdi mavi haritalarda, uzamalıdır.
Oysa ne gereği var ölümden konuşmamanın, biraz
Böylece biraz daha yoğun yaşar olmanın, biraz
kafiyeli. Ne var.?
Sadece korkuyorum biraz, yani korkağıyım
Bir güzel sonuca uygun olmanın..'' (Sayfa: 263)
*
FREDERICO GARCİA LORCA İÇİN ÜÇ ŞİİR


Sessiz akan sulara gazel
*
Ah işte her şey orda..
Ben severim omuzlarımı bir gün
Sırmaları, apoletleri olmasa da.
*
Ben severim omuzlarımı bir gün
Göçen bir maden direğinin altında
*
Su akar kendir tarlalarından
Ah her şeyim..
Ben severim omuzlarımı bir gün
Savaşta, bir başka omuzun yanıbaşında
Yatakta bir ince omuzun yanıbaşında
*
Yol uzun, hava sıcak
Kırbaçlarım atımı varırım Kurtuba'ya..
*
İndiğini görürsem bir gün sığırcıkların
ve sürüler halinde, ovaya
İnsanların dünyayı bölüştüklerini hatırlarım
Bir daha..
*
Sevişirim ölürüm, savaşırım ölürüm
Doldururum çantama kara ekmek ve peynir
Varırım Kurtuba'ya..
*
saat beşte akşamleyin
*
Ah ellerim ve kalbim
Her şey orada kaldı.
Keçeler keçeler ve portakallar
Kireç döktüler yere. Kara gözlüm, kalbim,
Halkımın fakir akşamlarıdır, biliyorum
Kanlı bir mendil diye bağlanan gözlerime
Kireç döktüler yere,
Bir duvarın dibinde
Bir deppoy'un önünde
Kiraz ağaçlarına ve sığırcıklara karşı..
..................................
Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde
Ölüm nasıl söylenirse öyle
İspanyol dilinde
ve her dilde..
*
obras
completas
*
Artık kat'iyen biliyoruz;
Halk adına dökülen kan
Sapı güldalı güzelliğinde bir bıçaktır.
Dişlerin arasında..
İspanya'da
ve her yerde.. (Sayfa: 301-302)
*
(tomris'e ağıt):


''Beni bir yanlışlık bağlar rıhtıma
Birisi olmasa ben ne olurum'' (Sayfa: 318)
*
HER İKİ ADIMDA BİR UYGUNSUZLUĞUNU (YALNIZLIĞINI) ALGILAYAN BİRİSİNE GAZEL:
*
''Ben neyim varsa taşırım neyim varsa taşırım
Bir marangoz gibi kulağımın arkasında
Ah benim güzel cahilliğim
Ağaçlar enikonu bir silâh olmadıkça
*
Belki bir kuruntudur yaralayan kalbimi
Her insan bir uyumsuzluktur ölü olmadıkça'' (Sayfa: 329)
*
DİVAN
*
münacat:
*
''seni bağışlamam çünkü ben büyük bir dirim taşırım
çünkü ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri
*
biz bir aşk nedir biliriz seninle, biz biliriz
ey kim varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri'' (Sayfa: 344)
*
iyimser bir sonuç'a
*
ben bir gün giderim ki neyim kalır
eksik bıraktığım her şeyim kalır
*
yaz günü kim ister ki öldüğünü
eksik bıraktığım her şeyim kalır
*
yaşamam bir beyazlık gibi sanki
eksik bıraktığım her şeyim kalır
*
genişlerim dağılırım beyazım
ben bir gün giderim ki neyim kalır
*
ben bir gün giderim ki ey diri at
elbette benim de bir şeyim kalır (Sayfa: 350)
*
karışık saatler'e:
*
''adın bir güzelliğe yakışır elbet yakışır
bir intiharda mı, bir şiirde mi bilmiyorum'' (Sayfa: 353)
*
sonsuz biçim'e:
*
''oysa son provasını yapıyoruz bir büyük destanın
sonsuz bir biçim olacak herkes katılınca'' (Sayfa: 356)
*
su yorumcuları'na I:
*
''bir sürekli kaşınmadır yaşadığım
törelere ve alışkanlığa karşı'' (Sayfa: 357)
*
bağırma'ya:
*
suyun çekirdeği nedir elbet yine bir sudur
insanın gözü ve gözyaşı engine bir sudur
*
bağırdık neler beslenmedi ki sesimizden
ki bizim böyle bağırmamız yangına bir sudur
*
gül aldı geldi hazdan yelpazesini tavşan ürktü
bağırdık ama bağırmamız tavşan yüreğine bir sudur
*
bağırdık sokak ve kır kesimleri kulak verdiler
bağırmamız çünkü bir herifin tüfeğine bir sudur
*
bunca yıl karşılaştık ama yetmedi demek bize
çünkü sandık ki herkes kendine bir sudur
*
eşikleri öğrendik sonra aştık koskoca yapıları
bağırmamız bir karşı koymanın çeliğine bir sudur
*
hoşgeldin başlangıçsız dönem yakıştın kendine
şu bizim bağırmamız senin dengi dengine bir sudur (Sayfa: 361)
*
baharı bekleyen'e:
*
''şu. hiç kimse durmazsa her şey yürür, bu aşk demektir
her şey kullanılmazsa dirim bir ihanettir ölüme'' (Sayfa: 366)
*
beklemiş bir paket cıgaranın son umudu'na:
*
''bir çiçek bahçesinin elinden tutarız biz, biz olmazsak kim ne
kim pundunu bulup paralara kötü pazarlıklara böyle sövecek
*
ey eski camekân ey diri çiçek
biz olmasak şunlara bunlara kim sövecek'' (Sayfa: 371)
*
salihat-ı nisvandan saffet hanımefendi'ye:
*
''herkes ne zaman ölür elbet gülünün solduğu akşam'' (Sayfa: 388)
*
anneler kaçar gibidir:
*
''saçlarımı hep kestim tutacak kadar kalmasın dedim
çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur'' (Sayfa: 390)
*
çokluk senindir:
*
''ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir'' (Sayfa: 396)
*
gemi, gemi:
*
''- bir çocuk neden korkar, yaşayamamaktan
bir kadın çocuğunun başını kaşıyamamaktan'' (Sayfa: 397)
*
TOPLANDILAR (70-73 NOTLARI)
*
BİR YILIN EN SOĞ UK AKŞAMINDA AŞK ÖVGÜSÜ:
*
''hem insan ne kadar taşıyabilir şuncacık yüreğinde
bunca gemiler bunca tirenler bunca gazeteler
oradan oraya taşırken en kötü haberleri.'' (Sayfa: 410)
*
KAVŞAKTA:
*
''ilâç milâç bok püsür
şuramda bir şeyler var
sahiden bir şeyler var
haykırmadan anlatamam.'' (Sayfa: 418)
*
ACININ TARİHİ:
*
''ben şimdi diyorum ki
buna inanmak gerek
bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu
ve direnmek
hep direnmek devam etmek adına
*
diyorum ki acılığı eksilmesin ağzımızdan
boyuna tükürmek için
boyuna'' (Sayfa: 426)
*
HAYRİ BEY



Bre ağalar bre beyler paşalar
Şöyle dağlar kimlerin dağlarıdır
Ölenler ulu Tanrının kulları
Kalanlar bu dünyanın sağlarıdır
*
hey hayri bey hayri bey
bir gelin aldın soylu bir evden
elinde gül gölgesinden mendili
sandığında sedefli nalını
su içerken görkemli
ayışığında ince
ve soğuk pencerelere dayamış alnını
senin suyun işkodra'da falan ısındı
varsın artık selânikte soğusun
sen ki salıpazarlı bir kerimin oğlusun
*
''hatırla hayri bey hep
hep yalnız kaldığımız.
bu dünya kimin olsa bizim
değildir. uzaktır bize.
bizim olmadıkça tepeden tırnağa.''
*
hey hayri bey hayri bey
bir elinde dikiş iğnesi öbür eli acemi
alıp götürdüler bir dalgınlığa
bir dalgınlığa o güzel gülü
büyük anısını yaşıyamadan
dünyaya utkuyla geldiği günün
davul sesleri tiren sesleri top sesleri
kocamustâpaşa'da şurda burda
arnavut çalımınla bir kuşağın sonusun
*
''oradan oraya taşınan kanları hatırla, kılıçları.
hatırla yemen'leri, içkileri veresiye aldığımızı
hatırla. hatırla hep en son gidenleri. kimin nesiydi
götürdüğün. taşıyıp getirdiğin kime. bir
bayram gecesinde lime lime. üniformanda sıcak,
pera'da buz gibi, tabancanla. ve soğuk ikliminde
aşksızlığın, sana bir tarih gibi geldiğini
hayri bey.''
*
hey hayri bey hayri bey aslında
yüreğin akıntıda bir balık gibi diri
uzar durur bir yemin gibi karanlıkta
bıyığının çekiştirdiğin her teli
serin mart geceleri nemli koğuşlarda
avanos testileri gibi terler durursun
*
hey hayri bey hayri bey
sen bu gidişle harbiyeden kovulursun
ya da bir gün bir miralay olursun
korursun ara sokakları ahşap evleri
yıldızlar ağır ağır gelirken geceleri
ay gibi taptaze atlarla uzaktan
ve dağlar ve mavzerler ve kurşunlar
hey hayri bey hayri bey
bir eli kurşundan hızlı
öbürü daha yavaş
bak şu utkulu savaşların ettiğine
kaçınırsan ettiğini bulursun
*
Bre ağalar bre beyler paşalar
Yağız atlar kıraç yeri eşeler
Vuruşmaya gel gel eder köşeler
Durmak değil dövüşmek çağlarıdır
*
hey hayri bey hayri bey
osmanlıda kolağası hayri bey
ayışığında kırbıyıklı güneşlerde deli
eli her silâha yatkın ayakları çizmeli
hey hayri bey hayri bey
hey gözleri yaradılıştan sürmeli
tophane karakolunda isyandan maznun
seni bir de elâziz'de filân görmeli
*
''iklim bozuldu, yenilendi belki. akşamın vakti erken
tiren iki günde geliyor van'dan. sular
hemen ısınıyor. soğuk artık ayışığında daha görkemli.
her şey biliniyor ve hiçbir şey kalmadı hatırlanmayan
hayri bey. gemileri kıyıya çektik hayri bey,
susuzları sulamadık hayri bey. meşrutiyet rakısı
ve hareket ordusu hayri bey. uzun bir gerinmenin
gözyaşartan sonrası hayri bey.
veliaht prens reşat. sadrazam prens halim.
hayri bey, bir karanlık
bir karanlık.
aldığım bir avuç deniz suyu bir boğucu göl oluyor
elimde. sanki kimsesizim.''
*
hey hayri bey hayri bey
tabancan fransız çıplağı
bıyığın alman
esnafın biraz selçuk biraz ermeni
tüccarın galatadan camilerin mahyalı
kalk hayri bey hayri bey
seslendir bir yerinden bu suskun ormanı.
*
Bre ağalar bre beyler paşalar
Su üstünde yüzüp durur şişeler
Bu durgunluk yazımızı kışeyler
Bu buğular öfke buğularıdır
*
hey hayri bey hayri bey
bir eli bomboş, birinde dikiş iğnesi
kendisi hep kendisi, değişen güveyisi
solgunluk ve hatırlanmayan bir şey
artık hatırlanmayan
sonu çok değiştirilmiş bir masal gibi
bütün bunların en iyisi
ben bu gece ölürüm
gider yastığımı bulurum.
*
''biliyorum her şeyi birlikte gördük, yaşadık.
hürriyet delisiyle tütün rejisi. eşkıya
denenleri dağda ve şehirde. sonraları şehirde.
uzun boylu adamların atlara binişi. sonraları
senin bir elinde zeynelabidin'in cümbüşü.
bir elinde sabah kahvesi. kendine biraz aykırı
ama çok çok kırmızı. ovalardan getirilen bitkilerden
sulardan damıtılan.
içine akışını bilmediğin bir katı sızı
ipek yüklü bir kervanın dağlı moğolların
eline düştüğünde, keçi saçlı moğolların,
duyduğun öfke. hayri bey
ve durmadan hepyek gelmesi bir zarın.''
*
hey hayri bey hayri bey
artık ne olursa bu gece olur
sinekler siner
solgunluk allığını bulur
bütün bunlar olmazsa ne olur
en iyisi ben bu gece ölürüm
hey hayri bey hayri bey
bu gece mutlaka ay tutulur
bu gece mutlaka ay tutulur
ben bu gece ölürüm
ben bu gece ölürsem hayri bey
senin gibi ölürsem
ölünce seninle yaşıt olurum
*
''hatırla her zaman yalnız kaldığımızı.
bir gemi kalksın, senin uysal
başkaldırmanı götürsün. draç'tan beyrut'a
bir gemi navlunsuz götürsün.
anılman her zaman bir sızı olsun uzakta.
çok uzakta. tabancalı hayri bey
çok uzakta.
hep yalnız kaldığımızı.''
*
Bre ağalar bre beyler paşalar
Sizin mi hep bu sevinçler neşeler
Bir gün olur kırılırsa şişeler
Dağlar bildik celâlî dağlarıdır (Sayfa: 441-445)
*
ELLİ İKİ HANE


su gelir çiçeklenir
yazmalar çarşılanır
türküyle karşılanır
bizim orda kaysılar
oy farfara farfara
su verin çayırlara
*
ay durur menziliyle
herkese ak yüzüyle
sen aysan açık davran
ya ondan ya bizimle
*
oy farfara farfara
ateş düşer çarşılara
*
ve bir gün şunu buldum
aşka benzer neşesi
yalnızdım çok yalnızdım
aşk başka mavi başka
*
oy farfara farfara
herkes düştü yollara
*
ve karpuzlar ve bostan
kırk gün yaşanan destan
su da önemli ama
ateştir benim ustam
*
oy farfara farfara
ateşli silahlara
*
ben seni kaç yıl sevdim
aya kattım ve sevdim
yalnızdım çok yalnızdım
ay başka mavi başka
*
oy farfara farfara
öldüm yalvara yalvara
*
oy farfara farfara
ateş düştü şalvara
hadin ağalar dedim
hadin herkesler dedim
öldüm yalvara yalvara
öldüm yalvara yalvara
öldüm yalvara yalvara (Sayfa: 447-448)
*
AÇLIK ÇOĞUNLUKTADIR
*
gülü çiğdemi filân bırak
sardunyayı karidesi filân bırak
acıyı ve ölümleri bırak
oy pusulalarını ve seçimleri bırak
evet
seçimleri özellikle bırak
çünkü açlık çoğunluktadır
*
her kişinin ukalâ ömrü
yeter sanılır çiçeklenmeye
ve dünyanın karanlığından
bir aşk bahanesiyle kurtulmaya
kaçıp giden baharların anısı
elden ele devredilen bir gençlik duygusu
laleler sümbüller bütün öbür boklar püsürler
hakkım var mıdır bunları söylemeye
-vardır
güneş doğarken ve batarken
yazdan kışa girerken ve kıştan çıkarken
ve dağda ve kırda
hakkım vardır-
çünkü en azından dünyadan
dölsüz katırlar geçer
yüklü vagonlar geçer
demir yüklü şilepler geçer
yedenleri işletenleri ve tayfalarıyla
ve onların karıları ve çocuklarıyla
ve bilinmez sanılır geleceği
bir demiryolu makasçısının
oysa kesinlikle yazılmıştır
her sevgi kitabında
asıl olan açlıktır
çoğunluktadır
*
sevişmek o yüzden gereklidir
evet açlık, yok olsun bütün incelikler
mendiliniz var mı, kabak ograten
bof strogonof mantar fileminyon
güneş görmemiş midye
midye görmemiş güneş
ve soygun halindeki otel malzemeleri
ve altın arayıcılar
ve istedikleri yerlerde
yüksek graviteli petrol bulanlar
hem thames kıyısında
hem mekong deltasında
bir kalça fotoğrafına bunlarla birlikte bakanlar
çoğunlukta değildir
açlık çoğunluktadır
*
artık her şeyi yaşadık
ve birlikte düşündük
ve düşündük ki her şey cehennem
bir bakışta
ve cehennem
başarılmamış bir savaştır
dünyanın ortasında kullanılmamış bir su
cehennem, insanın kendi ciğeri
at sırtında taşınan ölü
kundağa girmeyen bebe
karanlıklarda açan çiçeklerin
bir insanın ölümüne dönüşü
bir insan ölümü olmaya
çünkü açlık çoğunluktadır
*
-işte o zaman diyorum ki-
gelişin şen olsun senin
her şey esirgesin seni
çünkü açlık çoğunluktadır
ve ezecektir gücüyle dünyayı
-ikimize bir aşk elbette yetmez
türlü şeylerin savunulduğu-
diriliğe eşitliğe tokluğa
artık ayıp olan tokluğa
çünkü açlık çoğunluktadır
Açlık. (Sayfa: 463-465)
*
BİR ŞEYLE MUKAYYETİZ SERBEST DEĞİLİZ EFENDİM:
*
''şaştım, senin hançerin bu kadar mıydı
vurmadı yüreğime'' (Sayfa: 470)
*
FERİDE'YE NİNNİ
*
feridenin simidini aldılar
ninni de feridem ninni
feridemi gül dalında buldular
ninni de feridem ninni
gül dalı nerde kalsın
bıraktığımız yerde
ninni feridem ninni
uyu feridem ninni
ölümden korkma ninni
*
kimin de hakkı var ninni
soldan sağa saymaya
ninni feridem ninni
uyu feridem ninni
sokaklar orman gibi
uyu güzelim ninni
kimin hakkı var ninni
ninni feridem ninni
bir kasket ormanı ninni
trampet borazan ninni
yirmiüç nisanlarda bunları aldatmaya
ninni bebeğim ninni
ölümden korkma e mi
*
elinde naylon torba
Vakko markalı, ninni
üstelik de taburda
nesi var torbasında:
okuma kitabıyla değişmez fakirliği
ninni de feridem ninni
ölümden korkma ninni
ben ölüyüm feridem
benden mi korkarsın, ninni
eski ağabeyinden ninni
evet de feridem ninni
*
sokakta kalma diye
horlanma diye ninni
ölüp gitmez mi bir ağabey
ninni feridem ninni (Sayfa: 477-478)
*
KAYAYI DELEN İNCİR
*
YAPI


H. Turgut Uyar'a
*
bir çocuk -adı Hayri'ydi onun
bir çocuk için hayli büyük bir ad
ama büyüyecekti nasılsa
severdi adını ayrıca
-görmediği dedesinin adıymış-
Hayri çocuk
bir apartmanın yapılışını izliyordu
evlerinin karşısındaki arsayı iyice
kazdılar önce
bir sürü adamlar gelip
bir kamyonun üstünde
sarı bir kamyonun
sonra kocaman bir araç getirdiler
kazmaya adamların gücü yetmeyince
bir adam ölçtü biçti güzelim arsayı
bir başkası imli bir sırık tutuyordu elinde
birden aklına geldi Hayri'nin
bir atın artık acıkmış olabileceği
örneğin
geçen yaz yağmurlarının yağdığı dönemde
Kınalar köyünde gördüğü ıslanmış atın
derisinden buğular çıkan atın
-bir keresinde kendi de
yağmurda ıslanıp çok acıkmıştı
birinde de annesiyle babası
uzak bir yere gittiklerinde
ama ne kadar uzak kimbilir
ama sonra ne sevinmişti
akşam olmadan döndüklerinde
babaannesini hatırlamıştı o zaman
hiç görmediği babaannesini
ama yine de çok sevinirdi
ondan söz edilince-
*
hemen evine koştu Hayri
atın acıkmasını düşleyip
kendi açlığını duydu belki
kendi vücudunun ülkesinde
tıpkı atın acıktığı gibi
*
ertesi gün bahardı
yani her yerde kirazlar vardı
Hayri uyup kendi vaktinin ölçeğine
geçti arsanın karşısına yine
arsa oyulmuştu -ya da kazılmıştı-
kazılan yerlere uzun demirler atılmıştı
bir kişi kaldıramayınca bir demiri
onun yardımına koşuyordu öbürü
sonra üçü beşi derken hepsi
yeniyorlardı demiri
demir ve toprak yenildikçe
pazularının sertliğini duyuyordu Hayri
geçmişte yaşadığı bir gün gibi farkediyordu ama
pazular tek tek değil
hep birlikte ve hepsi
çileğin çilleri
bileycinin kıvılcımları
kuşların kış sıcaklığı gibi
bir gün annesinin dedesi de
böyle şeyler duymuştu belki
biraz uykuya benzeyen
kiraz tadında bir şey sanki.
*
biraz uzundu galiba
biraz zordu
sahipli ağaçlara benziyordu
buğusu ve her şeyi kendine bağlı
iki adam ellerinde teskereyle
-babasından öğrenmişti teskereyi
askerlik tezkeresi değil
inşaat teskeresi elbet-
karılmış harcı taşıyorlardı yukarı
tam bu sırada suların aktığını
bir çocuğun dondurma yediğini düşlüyordu Hayri
her şeyin en tazesi dururken içinde
*
ertesi gün yazdı
artık ne demeli
Hayri duramazdı
bir adamın sendelediğini görünce
koştu
teskerenin koluna yapıştı
sağ kolunda pazusu olanca güçlü
sol kolu onu geçme çabasında
katıldı
katılmanın sevincine ulaştı
sonra birden
eski evler ve eski çarşılar
bir daha eskidiler
*
pek abartma olmasın ama
Hayri akşama kadar çalıştı
asılsız bir hüzündü vardığı
varlığı
varla yok arasında
kiremit gibi bir duygu turuncu
kiremit taşıdı kum taşıdı
yoruldu çocuk uykusunda
*
-simit ve balon
ağacında zeytin
babasının kaşları
kumla kireçle karıştı-
*
hiç de kötü sayılmazdı oysa
dünyada bir şeylerin birbirine benzerliği
örneğin sendeleyen adamın yerini
bir başkasının hemen alıverdiği
sular da benzerlerdi birbirlerine
bazan ağaçlar da
*
bütün halılardaki güzelliği
bütün örgülerdeki güzelliği
uykusunda gördüğü bir çiçekle
farkediverdi birdenbire
*
-bu çiçek yarın açacak
koskoca bir tarih olacak
koskoca bir yatak
koskoca bir halı-
*
Hayri o halıda yuvarlandı durdu
-annesi uyandırmasa ne olurdu-
dördüncü kat bitti
adamlar -Hayri işçiler sözünü bilmiyor daha-
borular çıkardılar yukarı
sular kesildi
güneş çöktü
Hayri ansızın bir yunusu hatırladı
kendi derisi içinde terleyen
kendi derisine dar gelen
beşinci kata çıktı
beşinci kata çıktı
onikiye kadar saydı orda
doğruydu
gökyüzü dünya ve sokaklar
işte apaçıktı
*
tam
bilinen bir bilmece gibi
Hayri'nin önünden tirenler gemiler
elele çarçabuk hiç durmadan
hiç durmadan
bir limon gibi kendiliğinden
bir elma gibi tatlanarak
bütün elmalar gibi tatlanarak elbirliğiyle
Hayri'nin önünden
ertesi gün kıştı
sevgiye bir güzellemeydi yıl
bitmişti
Hayri yapıya baktı.
tek başına ama
sevgilerle yüklü:
kapılar ve pencereler takıldı
sıvalar ve boyalar yapıldı
yıldızlar ve bulutlar da takıldı
gün bir sevinç olarak bitti
Hayri de sevinçle )titredi derinden
anladı
bu yapıda
onu yapanlar
oturacaktı (Sayfa: 535-539)
*
Acıyor
*
Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor
*
Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak
*
En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
ötede beride yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı firengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
Bütün söz vermelerin tarihçesi
sevgim acıyor
*
Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
o kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar
*
Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
Kış geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazan yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse
*
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar (Sayfa: 548-549)
*
ALINTILARLA
*
“insan en çok sabahları arar sevdiği kadını” 1
diyor birisi, katılıyorum o sabahlara
öğleler kaba yaşanır, kalındır
akşamüstleri ince hüzünlü
çiçekler alınıp verilebilir
sabahtır yalnızlık
nasıl sabah nasıl yalnızlık
ve şiirsel hiçbir yanı yok sanılır
var mıdır, vardır
vardır, ama çiçeklerle değil
kendi başına
zımpara taşı gibi acımasız
*
ne aklıma gelse bir bakıyorum unutmuşum
tren penceresinden bir tarla
eskiyip atılmış bir gömlek - hiç unutmam
*
“hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmam” 2
diyor birisi, yineliyorum
hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmam
çünkü hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmayın
insan nasıl direnir başka
“hiç unutma”
*
bir zamanlar Kars’ta bir otel odasında
bir gezgin kokucunun bana verdiği
bir alüminyum şişeyi unutmuyorum
*
“ölümü geciktirmek sonsuzluğu kısaltmaz” 3
diyor birisi, evet ama
hayatı uzatır sanki
sanki ama ne adına
-hayatın kendisi adına
sonsuz bir törenle susuyorum
sonsuz dirim için, o sonsuz adama
*
sonra duyguya, ele benzer şeyler giriyor hayatıma
el midir duygu mudur
evet bazı kişiler kararsız ama
benim seçmediğim sanılır hayatımda
*
“el altından el ilânı dağıtıyor” 4
birisi, almıyorum allahaşkına
alamam, neden alamam
biliyorum hiçbir şey yapamam kendi başıma
biliyorum beni kendi başıma sanan birisi
durmadan hata yapıyor
serçeye kumruya öküze sormadan
*
insanın kendi seçtiği toprak
-doğrusu, toprağın kendi seçtiği insan-
dirimin geleceğini doğruluyor durmadan

“her şeyden biraz kalır” 5
diyor birileri, çoğulluk haklılıktır
kavanozda biraz kahve
kutuda biraz ekmek
insanda biraz acı
insanda biraz mutluluk
ama en geçerli söz
(1) numaranın söylediğidir
Türkiye’de ve Dünya’da 
*
1 - John Gordon Davies
2 - Metin Eloğlu
3 - Lucretius
4 -Turgut Uyar
5 - Bir İtalyan Atasözü 
(Sayfa: 572-573)
*
DÜN YOK MU
*
SONSUZ VE ÖBÜRÜ


en değerli vakitlerinizi bana ayırdınız
----------------------sağolunuz efendim
gökyüzünün sonsuz olduğunu bana öğrettiniz
----------------------öğrendim
yeryüzünün sonsuz olduğunu öğrettiniz
----------------------öğrendim
hayatın sonsuz olduğunu öğrettiniz
----------------------öğrendim
zamanın boyutlarının sonsuzluğunu
ve havanın bazan kuşa döndüğünü öğrettiniz
----------------------öğrendim efendim
ama sonsuz olmayan şeyleri öğretmediniz
----------------------efendim
baskının zulmun kıyımın açlığın
bir yerlere kıstırılıp kalmanın susturulmanın
aşk mutluluğunun ve eski hesapların
aritmetiğin bile
*
bunları bulmayı bana bıraktınız
----------------------size teşekkür ederim (Sayfa: 598)
*
Son Şiirler
*
SİZE OLMAYAN:
*
''sana olmayan özlem bir şeye benzemiyor'' (Sayfa: 630)
*
BAHARDA:
*
''evet önümüz bahardır biliyorum
leylâklar açacak biliyorum
kiraz da çıkacak yakında
iyi şeyler söylemek de gerek biliyorum
sevgilim güzelim birtanem biliyorum da
şimdilik beni bağışla.'' (Sayfa: 634)
*
DENİZ KENARINDA:
*
''Nasıl olur, bu koca yuvarlak ortasında
Ben kendi kendime, tek başıma, yapayalnız'' (Sayfa: 677)
*
Erkenci Ağıt
*
Bir adam balık tutuyordu
Sait Faik gördü
Bir kız adamakıllı güzeldi
Sait Faik gördü
Bir sokakta bir avuç güneş vardı
Sait Faik gördü
Bir güzel deniz yayılırdı
Sait Faik gördü
Yosma bulutlar vardı bilmezsiniz
Sait Faik gördü
Bir güzel yaşamak vardı bilmezsiniz
Sait Faik gördü
Şimdi sokaklar boş kaldı
Şimdi temiz defterler boş kaldı
Sait Faik öldü
Demek öldü. Öldü dediniz öyle mi
Sait Faik ölmüş anladınız mı
Sait Faik ölmüş anladınız mı
Ben anlamadım.
*
(Varlık, S. 408, Temmuz 1954, s. 9) (Sayfa: 684)
*
BİR AVCININ SON GÜNÜ:
*
''Giderayak boktan şarkılara dayanıyorum''
*
(Soyut, S. 82, Ağustos 1976, s. 20-21) (Sayfa: 717)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...