12 Aralık 2022 Pazartesi

Virginia Woolf - Kendine Ait Bir Oda (Çeviren: Suğra Öncü)


Arka Kapak

*
Kadın hareketinin elden düşürmediği önemli kitaplardan biri olan Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf'un belki de en kolay okunan kitabıdır. Kolay okunur, çünkü konu çok somuttur: "Kadın ve edebiyat". Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları "ezeli" ve de "ezici" bir soru vardır: "Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz.
Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız.?"
İşte Virginia Woolf bu "yakıcı" soruya, tarihsel ilişkilerin kökenine inip kütüphane raflarında şöyle bir gezindikten ve de kısa bir kadın edebiyatı tarihçesi çıkardıktan sonra esaslı bir yanıt getiriyor. Ve şöyle sesleniyor kadınlara: "Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın.!"
**
**
''Hak ettiğinden daha onurlu bir sözcükle adlandırdığım aklım, oltasını nehre sallandırmıştı. Dakikalar birbiri ardından gelip geçtikçe, o da yansımaların ve yeşilliklerin arasında, kendini sulara bırakmış, bir batıyor, bir çıkıyor, bir o yana, bir bu yana sallanıyordu, ta ki -o tür bir zorlanmayı siz de bilirsiniz- sonunda ucuna bir düşünce takılana dek.'' (..) ''Çimenlerin üzerinde yürümeye, yalnızca üniversite öğrencilerine ve öğretim üyelerine izin vardı; benim yerim çakıllı patikaydı.'' (Sayfa: 7-8)
*
''..birden, koruyucu bir melek gibi, ama beyaz kanatlar yerine siyah bir cüppenin dalgalanmasıyla yolu kapayan kır saçlı, kibar ama bana küçümseyerek bakan bir beyefendi karşımda belirip eliyle geri dönmemi işaret ederek alçak bir sesle, hanımların ancak bir fakülteli eşliğinde ya da tavsiye mektubu ile kitaplığa kabul edilebileceklerini üzüntüyle belirtmek zorunda olduğunu söyledi.'' (Sayfa: 10)
*
''Duvara dayandığımda, üniversite gerçekten de bana, kumların üzerinde varolma savaşı vermeye bırakıldıklarında, kısa süre sonra yok olacak ender tipleri saklayan bir barınak gibi göründü.'' (Sayfa: 11)
*
''Suçu savaşta mı aramalıyız.? 1914 Ağustosu'nda silahlar ateşlendiğinde, kadınların ve erkeklerin yüzleri, birbirlerini bütün çıplaklığıyla görmüşlerdi de aşk ölmüş müydü.?'' (Sayfa: 18)
*
''..Oxbridge gezim ve yenen yemekler kafamda sürüyle soru oluşturmuştu. Neden erkekler şarap, kadınlarsa su içiyordu.? Neden cinsiyetlerden biri öylesine varlıklı, öbürü ise yoksuldu.? Yoksulluğun kurmaca yazın üzerindeki etkisi neydi.? Sanat yapıtlarının ortaya çıkmasında gerekli olan koşullar nelerdi.? Binlerce soru birden belirmişti.'' (Sayfa: 29)
*
''Bir yılda kadınlar üzerine yazılan kitapların sayısı üzerine hiç bilginiz var mı.? Bunlardan kaçının erkekler tarafından yazıldığını biliyor musunuz.? Kendinizin, evrenin belki de en çok tartışılan canlısı olduğunuzun farkında mısınız.? Ben buraya elimde bir defter ve bir kalemle, sabahı okuyarak geçirip, sabahın sonunda gerçeği defterime kaydedeceğim varsayımıyla gelmiştim. Ama bütün bunlarla başa çıkabilmek için bir fil sürüsü ya da örümcek yığını olmam gerekirdi, diye düşündüm, umutsuzca en uzun yaşayan ve en çok gözü olan hayvanlara gönderme yaparak.'' (Sayfa: 30-31)
*
''Samuel Butler neden ''bilge erkekler kadınlar üzerine düşündüklerini hiçbir zaman söylemezler,'' der.? Görünüşe bakılırsa, bilge erkeklerin bundan başka işleri yok. Ama, diye sürdürdüm, iskemlemin arkasına yaslanıp altında tek, ama artık yorgun düşmüş bir soru olarak durduğum koca kubbeye bakarak, ne yazık ki bilge erkekler kadınlar üzerine hiçbir zaman aynı şeyleri düşünmüyorlardı. İşte Pope:
Çoğu kadın kişilikten tümüyle yoksundur.
Ve işte La Bruyere:
Kadınlar hep aşırı uçta gezinirler. Erkeklerden ya daha iyi ya daha kötüdürler.'' (Sayfa: 33-34)
*
''Birbirlerinin çağdaşı olan bu keskin gözlemcilerin arasında doğrudan bir çelişki vardır. Kadınlar eğitilebilir mi, eğitilemez mi.? Napolyon eğitilemeyeceklerini düşünüyordu. Dr. Johnson ise tersini. Ruhları var mıydı, yok muydu.? Kimi ilkeller, olmadığını söylüyor. Başkalarıysa tam tersine, kadınları yarı kutsal görüp bu nedenle onlara taparlar. Kimi ermişler kadınların kıt akıllı olduklarını; kimileriyse bilinçaltlarının daha derin olduğunu ileri sürerler. Goethe kadınlara hayrandı; Mussolini onlardan nefret ediyor. Nereye bakılırsa bakılsın, erkekler her zaman kadınlar hakkında kafa yordular.''
*
Dr. Johnson:
*
''Erkekler kadınların daha üstün bir rakip olduklarını bildiklerinden en güçsüz ya da en bilgisiz olanını seçerler. Böyle düşünmeselerdi, kadınların kendileri kadar çok şey bilmelerinden hiçbir zaman korkmazlardı.'' (Sayfa: 34)
*
''Nedeni ne olursa olsun, bütün bu kitapların benim amacım açısından değer taşımadıklarını düşündüm, masanın üzerindeki yığını gözden geçirirken. Başka bir deyişle, bilimsel açıdan değersizdiler, oysa insansal yönden yol gösterici bilgiler, ilgi, can sıkıntısı ve Fiji Adaları'nda yaşayan halkın alışkanlıkları üzerine acayip gerçeklerle doluydular. Bunlar, gerçeğin beyaz ışığı yerine duyguların kırmızı ışığında yazılmışlardı.'' (Sayfa: 37)
*
''Kadınlar yüzyıllardır, erkek görüntüsünü gerçek boyutlarının iki katında gösterebilen enfes bir güce sahip büyülü birer ayna görevini yerine getirmişlerdi. Bu güç olmasaydı, belki de dünya hâlâ bataklıktan ve sık ormanlardan ibaret olurdu. Savaşlarımızın parlak zaferleri bilinmezdi. Koyun kemiklerinin üzerine geyik resimleri çizip koyun derisi karşılığında çakmak taşı ya da gelişmemiş zevkimize yönelik herhangi bir süs eşyası alıyor olurduk.'' (Sayfa: 40)
*''Kadının eleştirisi karşısında duydukları tedirginliği ve bir kadının herhangi bir eleştiriyi, bir kitabın kötü, bir resmin yetersiz olduğunu ya da başka bir şeyi, aynı eleştiriyi getiren bir erkekten çok daha fazla acı vermeksizin söylemesinin olanaksızlığını da açıklar. Çünkü kadın gerçeği söylemeye başlarsa erkeğin aynadaki görüntüsü küçülmeye başlar; yaşam karşısındaki uyumluluğu yok olur. Erkek sabah kahvaltısında ve akşam yemeğinde kendini gerçek boyutlarının en az iki katında göremezse, kararlar vermeyi, yerlileri uygarlaştırmayı, yasalar koymayı, kitaplar yazmayı, özenle giyinip yemekli toplantılarda konuşmalar yapmayı nasıl sürdürecektir.?'' (Sayfa: 41)
*
''Sekiz çocuk doğurmuş bir hizmetçi kadın dünyanın gözünde yüz bin pound kazanmış bir avukattan daha mı değersizdi.?'' (Sayfa 45)
*
''..Profesör Trevelyan'ın İngiltere'nin Tarihi'ni aldım. Bir kez daha ''Kadınlar'' maddesine baktım ve ''Kadınların Durumu'' konusunun bulunduğu sayfaları açtım. ''Evli kadınların kocalarınca dövülmesi erkeklerin yasal hakkıydı ve bu hak, yüksek sınıflarda olduğu gibi aşağı sınıflarda da utanç duymadan uygulanırdı.!'' diye okudum. Tarihçi şöyle sürdürüyordu sözü: ''Aynı biçimde, anne babasının seçtiği beyefendiyle evlenmeye karşı çıkan kız çocuk, kamuoyunda hiçbir tepki uyandırmadan odaya kilitlenip dövülebiliyor, yerden yere savrulabiliyordu. Evlilik, özellikle 'şövalye' (nezaket ve cömertlik) niteliklerine sahip yüksek sınıflarda, kişisel bir beğeni olayı değil, ailesel açgözlülük meselesiydi.. Evlenecek taraflara çokluk beşik kertmesi yapılır, evlilikse çocukluktan çıkar çıkmaz gerçekleştirilirdi.!'' 1470 yıllarında, yani Chaucer'ın yaşadığı çağın hemen sonrasında durum böyleydi.'' (Sayfa: 48)
*
DİPNOT: Kadınların neredeyse Doğu'ya özgü biçimde odalık ve köle olarak tutuldukları Athena'nın kentinde, tiyatro sahnesinin Clytemnestra ve Cassandra, Atossa ve Antigone, Phedre ve Medea gibi kişileri ve ''kadın düşmanı'' Euripides'in her bir oyununda öne çıkan tüm öbür kadın kahramanları yaratmış olması çok garip ve neredeyse açıklaması olanaksız bir durum olarak kalmaktadır. Ama gerçek yaşamda saygın bir kadının tek başına sokakta zar zor görülmesine karşın sahnede erkeğin eşiti olarak ortaya çıkması ya da ona üstün gelmesi hiçbir zaman doyurucu biçimde açıklanamamış bir paradokstur. Modern trajedilerde de benzer ağır basma durumlarına rastlanır. Her durumda, Shakespeare'in yapıtlarının şöyle bir incelenmesi, bu ağır basma durumunun, yani kadınların insiyatifi ellerinde tuttukları olgusunun Rosalind'den Lady Macbeth'e nasıl sürüp gittiğini ortaya çıkarmakta yeterlidir. (..)'' (Sayfa: 49)
*
''Düşsel yaşamda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır.'' (Sayfa: 50)
*
''19. yüzyıl kadar geç bir dönemde bile kadınların gerçek adlarını saklamaları, bekaret anlayışının kalıntılarıydı. Yapıtlarının kanıtladığı gibi içsel bir çatışmanın kurbanları olan Currer Bell, George Eliot ve Gerorge Sand erkek adı kullanarak faydasız yere kendilerini gizlemeyi denemişlerdir.'' (Sayfa: 57)
*
''Yazın, başkalarının düşüncelerine mantığın ötesinde aldırmış kimselerin enkazlarıyla kaplıdır.''
*
''..Shakespeare üzerine bu denli az şey bilmemizin nedeni, duyduğu kinlerin, kızgınlıkların ve nefret ettiği şeylerin bizden saklanmış olmasıdır. Bize yazarı anımsatan herhangi bir açıklama ile yolumuzdan alıkonmuyoruz. Karşı koymak, yol göstermek, bir haksızlığı açığa vurmak, bir şeyin öcünü almak, bir güçlüğe ya da acıya dünyanın tanıklık etmesini sağlamak arzusunun tümü onun bedeninden kovulmuş ve hazmedilmiştir. Bu yüzden dehası hiçbir engelle karşılaşmadan, özgürce ortaya dökülebilir. Yeryüzünde yapıtını eksiksiz dile getirebilmiş biri varsa o da Shakespeare'dir, diye düşündüm..'' (Sayfa: 64)
*
''..elden düşme kitap satan dükkânlarda, bir elma bahçesindeki üzerleri kabarcık dolu hastalıklı elmalar gibi etrafa saçılmış yatan kadın yazarların kitaplarını düşündüm. Onları çürüten tam orta yerlerindeki aksaklıktı. Kadın yazarlar kendi değer ölçütlerini, başkalarına uymak adına değiştirmişlerdi.'' (Sayfa: 83)
*
''Kişinin kendisine: ''Yazını da satın alamazlar ya, yazın herkese açıktır. Din görevlisi de olsanız, beni çimenlerden uzaklaştırmanıza izin vermeyi reddediyorum. Kitaplıklarınızı istediğiniz kadar kapatıp kilitleyin; ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur,'' diyebilmesi için bir ateş parçası olması gerekirdi.'' (Sayfa: 84)
*
''Yeniden kitaplığa giderek, peki ama kadınların ruhsal durumu üzerine, bir kadın tarafından yazılmış o ayrıntılı incelemeyi nerede bulacağım diye sürdürdüm düşüncemi. Futbol oynamaktaki beceriksizlikleri nedeniyle, kadınlar tıp okumaktan alıkonulacaksa..'' (Sayfa: 87)
*
''Kişi, kadının ve erkeğin birlikteliğinden en büyük doyumun, en katışıksız mutluluğun doğduğu kuramından yana, akıldışı ama çok derin bir içgüdüye sahiptir. Ama taksiye binen iki kişinin görüntüsü ve bunun bana sağladığı doyum, aynı zamanda beni, bedenlerdeki cinsiyet farklılığı gibi zihinlerde de iki ayrı cinsin varolup olmadığını ve katışıksız bir doyum ile mutluluğu sağlamak için onların da bir araya gelmek isteyip istemediklerini sormaya yöneltti. Ve amatör bir anlayışla, ruhun, biri eril biri dişil iki gücün içinde bir arada varolacağı bir tasarım çizmeye koyuldum. Erkeğin aklında, erkek kadına baskın çıkıyor, kadınınkindeyse, kadın erkeğe baskın çıkıyor. Her ikisi bir arada uyum ve tinsel işbirliği içinde yaşarlarsa normal ve rahat bir ruh hali ortaya çıkar. Kişi erkekse, aklının kadın olan bölümü de etken olmalıdır ve bir kadın da aynı ölçüde içindeki erkekle ilişkide bulunmalıdır. Belki de Coleridge üstün bir aklın çifte cinsiyetli olduğunu söylerken bunu kastetmişti. Ancak bu iç içe geçme gerçekleştirilirse akıl tam anlamıyla verimli olabilir ve tüm gücünü kullanabilir.'' (Sayfa: 109)
*
''..bir kitap ikna etme gücünden yoksunsa aklın yüzeyine ne denli güçlü çarparsa çarpsın, içlere sızamaz.'' (..) ''..bir bedende iki baş, yaşam süresini uzatmaz.'' (Sayfa: 115)
*
''..demokrasimizle böbürlenebiliriz ama gerçekte, yoksul bir çocuğun İngiltere'de, büyük yazınsal yapıtları doğuran zihinsel özgürlüğe kavuşma bağımsızlığını elde etmekte ancak Atinalı bir kölenin oğlundan biraz daha fazla umudu vardı.'' (Sayfa: 120)
*
''Kısaca ve açıkça, kişinin olduğu gibi görünmesinin her şeyden daha üstün sayılacağını söylüyorum. Coşturucu bir biçimde söylemesini bilseydim, başkalarını etkileme düşleri kurmayın derdim. Her şeyi kendi içinde olduğu gibi düşünün.'' (Sayfa: 123)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...