2 Şubat 2024 Cuma

Marlo Morgan - Sonsuzluğun Mesajı, Bir Aborijin Bilgeliği Romanı (Türkçesi: Türkan Gezgin)

 
''Onun halkı asla duygularını saklamaz ya da inkâr etmezdi. Onlar kendilerini nasıl hissettiklerinden sorumlulardı ve duygularına eşlik eden edimlerin tümünü disiplin altına sokmayı öğrenmişlerdi.'' (Sayfa: 10)
*
''Anne, anlamıyorsunuz, diye düşündü. Hatta anlamaya bile çalışmıyorsunuz. Topraklarımıza kendinizle birlikte, tıpkı kendiniz gibi zincire vurulmuş insanları getirdiniz. Ardından bize yolumuzun yanlış olduğunu söylediniz. İnsanlarımı tepelerden aşağılardaki sınıra, ölüme yolladınız, ya da çoğu, sizin hastalıklarınızla hastalandı ve öldü. Hayatta kalmayı başaranlar sizin dilinizi konuşmaya, sizin yaşadığınız şekilde yaşamaya zorlandı. Şimdiyse bana, bebeklerimi belirlememin bile önemli olmadığını söylüyorsunuz. Bunlar garip ve zor zamanlar ve siz anlamaya bile çalışmıyorsunuz.!'' (Sayfa: 22-23)
*
''Misyon, bir kilise arazisiydi. Burası ilk olarak, Avustralya kıtasının bu tanrının terk ettiği kısmına, kafir siyahi yerlilerin ruhlarını kurtarmak için gelen misyonerler tarafından ortaklaşa kurulmuştu. Daha sonra, hükümet tarafından vatandaşları bir örnek yapmak için uyguladıkları programın bir parçası olarak burası kullanılmaya başlanmıştı. Bu kıtanın ilk sahibi olan yerlileri hiçbir zaman gerçek birer vatandaş olarak kabul etmeye yönelik bir niyetleri olmamıştı; bunun yerine yasal olarak oy birliği ile Hayvan ve Bitki Topluluğu Kanununun içinde yer almaları kararlaştırılmıştı.'' (Sayfa: 25)
*
''Kendinle ilgili düşünme biçimini değiştirmeli ve başkalarının görüşleri her ne olursa olsun kendinden memnun olmalısın. Sen, kendinle gurur duyduğun ve temsil ettiğin şeyden memnun olduğun zaman, kaç tane arkadaşın olduğu farketmez.'' (Sayfa: 101)
*
''Ömründe ilk kez olarak ''korkak'' sözcüğüne yeni bir açıdan baktı. Belki, bazı koşullar altında, diğerinin kazanmasına izin vermek daha akıllıcaydı. Belki korkaklık bir çeşit korunmaydı. İki yön vardı, içe ve dışa doğru, bu durumun her iki yanını da düşünmek, hem içeriye kendine bakmak, hem de dışarıya duruma bakmak ve bilgece hareket etmek anlamına geliyordu.'' (Sayfa: 153)


''..Nasıl oluyor da bunları yemenin tehlikeli olmadığını anlayabiliyorsunuz.?'' diye sordu.
''Değişik bir şeyle karşılaştığında bunun yenilebilir olup olmadığını anlamanın bir yöntemi vardır. Bu, koku alma duyusuyla başlar. Yalnızca bitkileri değil, her şeyi koklamayı öğrenmen çok önemlidir. Havayı, suyu, hayvanları, hatta başka insanları kokla. Yeterince karşılaştırma yaptığında, zehirli maddelerin çoğunlukla güçlü, kendilerine özgü bir kokusu olduğunu fark edeceksin. Eğer bir bitkide senin tanıdığın bir zehirin kokusu yoksa, bundan sonra bitkinin bir parçasını kırarak bedenine sürtmelisin. Bunun için gözkapakların, burun deliklerinin çevresi ya da kolunun altı gibi duyarlı bir yeri kullan. Herhangi bir acı, rahatsızlık ya da kaşıntı duyup duymayacağını, cildinde şişme ya da su toplaması olup olmadığını görmek için bekle. Eğer bunlar olmazsa, bitkinin tadına bakabilirsin, ama ağzının kenarını ya da üst dudağının altını kullan ve yine bedeninin vereceği tepkiyi bekle. Eğer hiçbir tepki yoksa, biraz daha büyük bir parçanın tadına bakabilirsin. Bitkinin suyunun bir bölümüyle gırtlağının gerisinde gargara yap ve bunu tükür, sonra yine bunu yutmadan önce neler hissettiğine bak. Bu ilk parçayı yuttuğunda, bunun karın ağrısına yol açıp açmayacağına ya da bedeninin seni bu parçayı ağzından geri çıkarmaya ya da altından dışarı atmaya zorlayarak reddedip etmeyeceğine bakmalısın. Bunun senin, düşünmeni ya da yürümeni etkileyip etkilemediğini görecek kadar uzun süre bekle.
''Tüm yeni karşılaşmalar birer testtir -yiyeceklerle, insanlarla, görüşlerle. Önce her şeyin kokusuna bak. Eğer birisi sana bir şey söylerse, onu kokla, sezgilerini kullan.! Eğer kokusu sana iyi geliyorsa, o zaman tadına bakmak için birazını dene, ama bunu her zaman çiğne. Yutmadan önce uzun süre çiğne. Sözcükler bile yutulmadan önce uzun süre çiğnenmelidir çünkü bir şeyi tükürmek, onu bir kez içine aldıktan sonra ondan kurtulmaktan çok daha kolaydır. Eğer sözcükleri kabul edip içine alırsan ve bu görüş senin için iyi değilse, bu senin için sorunlara neden olacaktır. Bu, sen onu dışarı atana kadar şişliklere, baş ağrılarına, göğüs ağrılarına, karın ağrılarına ve çürüyen yaralara yol açacaktır. Neyse ki, konu yiyecekler olduğunda kusmak ya da ishal olmak ve sorunu çözmek daha kolaydır. Görüşleri ve inançları kafadan çıkarmak bundan daha zordur.'' (Sayfa: 204-206)


''Sanırım yaşamının ilk bölümündeki deneyimlerin, senin nelere inandığını belirledi. Daha sonra, inandığın şeyler senin neleri deneyimlediğini ya da onları nasıl gördüğünü belirler. Her ikisi de bunu gerçek yapmaz. İnsanlar gerçeğin yerine inancı koyma eğilimindedir.'' (Sayfa: 210-211)


''Yaratılışın yasaları zamanla değişmez ve kesinlikle erkekler ya da kadınlar için farklı değildir. Her insana özgür irade armağanı verilmiştir. Bu hiçbir zaman geri alınamaz. Onun için herbirimiz kendi yolumuzda gitmekte, kendi alın yazımızı aramakta, kendi üst benliğimizi keşfetmekte özgürüz.'' (Sayfa: 211-212)
*
''Bizim çocuklarımıza, bir öğrenciye, bir bilgi verildiğinde, bu, bir tek öğretmen tarafından yapılmaz. Bu, bir grup öğretmenin olduğu bir toplulukta yapılır. Böylece hiçbir şey unutulmaz, hiçbir şey eklenmez ve hiçbir kimsenin yorumu bir gerçek olarak öğretilmez.'' (Sayfa: 218)
*
''Bir şeyi yazıya döktüğünde, onu anımsamana gerek kalmadığına inanma eğilimi gösterirsin, çünkü ona daha sonra bakabilirsin. Yazık ki, bu, zihni tembelleştirir. Senin gücün, bir kâğıt parçasına devredilmiştir. (..)
Halkımızdan yüz yaşında olanlar elli yaşında sahip olduklarının iki katı bilgiye sahiplerdir. Biz bilgiyi yazılı olarak aktarma yoluna nadiren başvurduk. Bizim için bu ne gerekliydi ne de uygundu. (..)
Biz binlerce yıldır mesaj sopalarımızın üzerine simgelerle yazılan yazıyı kullandık ve gelecekteki yolculara notlar ilettik. Bizim mağaralarda ve koyaklarda kaydedilmiş bir tarihimiz var, ama bizim halkımız her zaman yaşamlarını maddi şeylere değil ruha dayalı olarak yaşadı. Biz doğayı ya da unsurları kontrol etmeyi ya da kendimizi üstün insanlar haline getirmeyi asla düşünmedik. Dünya evrimini henüz tamamlamadı. İnsanın buradaki en iyi yaratık olduğuna karar vermesi akla uygun bir şey değil. Bitkiler hala uyum sağlıyorlar, hayvanlar hala gelişiyorlar ve insanların ruhsal farkındalıklarının eşyalara verdikleri önemi yakalaması için katetmeleri gereken uzun bir yol var. Biz bunun yerine, kendi yolumuzu geliştirdik, çünkü bizim isteğimiz uzun ömürlü olmak ve tüm yaşamın uyumlu olması.'' (Sayfa: 218-219)
*
''Benala çantasındakileri dışarı çıkardı: böğürtlenler, yapraklar ve yumurta kabuğu. Teker teker hepsini ezerek toz haline getirdi. Karışıma hamı-ur haline gelene kadar su damlaları ekledi. Sazları örerek bir kap yaptı ve hamuru bunun içinde koydu.'' (Sayfa: 223)
*
''Beatrice şimdi o gün yollarına çıkacak her şeyin -her yaratığın, her insanın, hatta hava durumunun bile- var olmasının kendine özgü bir nedeni olduğunu anlamıştı. Onun amacı olup bitenleri anlamak değil, bunları kabul ederek saygı göstermekti. Avusturalya'nın vahşi doğasındaki yaşam karmaşık değildi. Bu, Büyük Ruh'un amacına saygı duymaktan ibaretti.'' (Sayfa: 227)
*
''Yaşam değişimdir. Bazıları büyük, bazılarıysa küçüktür ama değişim olmaksızın gelişme olamaz. Ve değişimle gelişme acı ya da fedakârlık değildir.'' (Sayfa: 259)
*
''Avrupalıların gelmesinden ve kabileleri kendi ülkelerini terk etmeye zorlamalarından beri, modern yerlerde doğan yeni Aborijin nesilleri, sorumluluk ve onuru artık kültürlerinin bir parçası olarak saymamaya başladılar. Sorumlu olmalarını gerektiren hiçbir şey yoktu. Beyaz adam onlara, temsil ettikleri her şeyin yanlış, aptalca ve kötü olduğunu öğretti. Birinin kalbi ve zihni böyle ayaklar altına alındığında, onun onurlu olması kesinlikle söz konusu olamazdı.'' (Sayfa: 263)
*
''Bir armağan senin, birisinin istediği bir şeyi vermendir, onların sahip olması gerektiğini düşündüğün ya da senin kendini vermek zorunda hissettiğin bir şeyi vermek değil. Yalnızca, bir insan onu istediğinde ve sen onu verebilecek durumda olduğunda bu bir armağan olur.'' (Sayfa: 265)
*
''..sana bizim, her annenin oğluna ''hoşça kal'' demeye zorunlu olduğu bir törenimiz olduğunu söyleyebilirim. Bu çok duygusal bir törendir çünkü, bir oğlan, annesine sarılarak ona ''hoşça kal'' der ve birkaç gün sonra onun bedeninde bir erkek geri döner. Bu, çocukça şeylerin sonudur, oğlan ölmüştür. Bir yaşamın içinde birçok yaşam vardır. Çocukluk bunlardan yalnızca ilkidir.'' (Sayfa: 272)
*
''Hiçbir hayvan korku içinde yaşamaz. İnsanların aslında korku duyacakları hiçbir şey yoktu. Onlar kendilerinin Sonsuzluk olduklarını biliyorlardı. Onlar herhangi bir acı ya da rahatsızlığın, geçici olduğunu biliyorlardı. Şimdiyse korku, gezegenimizi çevreleyen temel bir enerji gücü haline geldi. Korkunun içimizde yol açtığı zarar işte böyledir.'' (Sayfa: 277)
*
''İnsan yaşamı bir spiraldir, bizler Sonsuzluktan geliriz ve daha yüksek bir düzeyde oraya geri dönmeyi umarız. Zaman bir dairedir ve bizim ilişkilerimiz de birer dairedir. Bizler Aborijin çocukları olarak, yaşamın ilk yıllarında her bir daireyi, her bir ilişkiyi kapatmanın önemini öğrendik. Eğer bir anlaşmazlık varsa biz bu çözümlenene kadar uyanık kalırız. Biz, yarın ya da ileriki bir tarihte çözüm bulmayı umarak gidip uyumayız. Bu, daireyi, uçları kırılabilir bir halde açık bırakmak olur.'' (Sayfa: 180)
*
''Doğmadan önce yaşamayı kabul ettiğimiz şey herkesi sevmekti. Bunu yapmak kolaydır. Tüm insanlardaki sonsuzluğu sev ve enerjini, bilinci seninkine benzeyenlere ver. Bir başkasını etkilemenin tek yolu, ona örnek olmaktır. Kimse hazır olmadıkça değişmeyecektir. Ve unutma ki bu normaldir.'' (Sayfa: 282)
*
''Hafif bir yağmur yağmaya devam ederken, Googana düz çıkıntının önünde ayağa kalktı, yüzünü göklere doğru kaldırdı ve ağzına giren yağmur suyunu yuttu. Ateşin yanına döndüğünde Beatrice'e, ''Bana yağmurun tadına bakmayan insanlardan söz et. Onların tüm yaşamları boyunca böyle şanlı bir biçimde ayakta durmadıkları doğru mu.? Onların, bulutlar açıldığında koşuşturduklarını ve kafalarının üstünde bir sopanın ucundaki bezi tuttuklarını duydum. Bunu neden yapıyorlar.?'' diye sordu.'' (Sayfa: 287-288)
*
''Eğer kendi duygularına saygı duymazsan, bir başkasınınkilere saygı duyman olanaksızlaşır.'' (Sayfa: 318)
*
''Yanılsama, onu görenin gözlerindedir. Korunma, kendinin korunmaya gereksiniminin olduğuna asla inanmamaktan gelir.'' (Sayfa: 322)
*
''Zamandan üç biçimde söz edilebilir. Geçmiş, dün ve geride bırakılan zaman. Düz bir çizgi gibi olan gelecek, yarın ve önümüzde uzanan zaman vardır. Sonra zaman çemberi gelir. Bizler Sonsuzluktan gelir ve ona döneriz. Bana gelince, benim zamanla olan ilişkim bir nokta tarafından betimlenir. Geçmişi değiştiremezsin. Geleceği garanti altına alamazsın. Onun için bizim sanatımız noktalarla doludur; bunların her biri zamana karşılık düşer. Önemli olan tek zaman şimdidir, her bir an, her bir noktadır. Eğer her günü elimizden gelen en iyi biçimde yaşar, her şeyi en yüksek bütünlük düzeyimizde yaparsak, bu yolculukta birer insan olarak başarılı oluruz.'' (Sayfa: 325-326)


Ateş Kutsaması
*
Ateş düşüncelerimizde olsun,
Onları doğru, iyi ve adaletli kılsın.
Ateş, bizi, bundan daha azını kabul etmekten korusun.
Ateş gözlerimizde olsun.
Ateş, yaşamdaki güzellikleri paylaşmamız için gözlerimizi açsın.
Ateşten, bizleri, haketmediğimiz şeyleri almaktan korumasını diliyoruz.
Ateş dudaklarımızda olsun ki
Gerçekleri kibarlıkla söyleyebilelim,
Başkalarına hizmet edip onları yüreklendirebilelim.
Ateş kulaklarımızda olsun ki
Derin dinlemeyle,
Suyun akışını,
Ve tüm yaratılışı
Ve rüya görmeyi duyabilelim
Dedikodudan ve
Ailemize zarar verebilecek
Ve onu bölecek olan şeylerden korunalım.
Ateş, kollarımızda ve ellerimizde olsun ki
Hizmet edebilelim ve sevgiyle dolabilelim.
Ateş tüm varlığımızda,
Bacaklarımızda ve ayaklarımızda olsun ki,
Yeryüzünde saygı ve dikkatle
İyiliğin ve doğruluğun yolunda yürüyebilelim
Ve doğru olandan uzaklaşmaktan korunalım.
*
Minendie arkadaşlarının ışıldayan yüzlerine bakarken, ''Bu çok güzel,'' dedi. ''Halkımızın, misyonerler cehennemin ne kadar kötü bir yer olduğunu söylediklerinde ve orayı sonsuz bir ateş çukuru olarak tanımladıklarında, o kadar hayret etmelerine şaşmamalı. Aynı şeyin, iki ayrı grup tarafından iki karşıt uç olarak görülmesi çok ilginç. (Sayfa: 341-342)


''Onun adı ornitorenk, Mapiyal.''
(..)
Birisi, ''Neden Mapiyal.?'' diye sordu. ''Bize kalbindekileri söylesene.''
''Çoğu zaman iki dünyayı, değişime uğramış olanlarınkini ve bizimkini düşünüyorum. Ornitorenk, suyla kara arasında gidip gelir. O, suda kendini daha bir evindeymiş gibi hisseder ve yaşamını sakin, durgun sularda geçirir, ama hep suyun altında kalamaz. Karayı ziyaret etmelidir, havayı soluyabilmek için güvenliği bırakmalıdır.'' (Sayfa: 345)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...