15 Ocak 2021 Cuma

Galina Serebryakova - Ateşi Çalmak, Fırtınanın Ortasında, 2. Cilt, Çeviren: Nurşen Özkan

 

*
''Friedrich, yaşadığı toplumun derinliklerine inmiş; kapitalist rekabetin, krizlerin ve sınıflar arasındaki ölümcül savaşların doğurduğu korkunç sonuçları görmüştü. Özel mülkiyetin egemenliği devam ettiği sürece, bilimin başarılarının bile, insanlığa kurtuluş yerine cehennem ve kölelik getirdiğini düşünüyordu.
Karl Marx, mektupları yazıları sayesinde, Friedrich'i daha yakından tanıyınca, onun güçlü bir zekâya ve birçok yeteneğe sahip olduğunu kesin bir şekilde anladı.'' (Sayfa: 9)
*****
*
''Biz inanıyoruz ki, dünyayı ve insanlığı değiştirme yüce görevini proletarya üstlenecek. Proletaryanın zaferi ise kaçınılmazdır.'' (Sayfa: 16)
*****
Karl Marx:
*
''Komünist işçiler, aralarında birleştikleri zaman, her şeyden önce eğitimi, propagandayı vs. hedeflerler. Ama aynı zamanda bunlar sayesinde yeni bir ihtiyaç da doğar: Sosyalleşme ihtiyacı. Ve araç olan şey, amaç haline gelir. Bu pratik hareketin, ne kadar parlak sonuçlar getirdiğini, sosyalist Fransız işçilerinin toplantılarında izleyebiliriz. Sigara içmek, içki içmek, yemek yemek vs. artık, insanların bir araya gelmesi için, orada, bir araç olarak kullanılmaz, bağlayıcı araçlar olarak kullanılmaz. Sosyalleşmek, bir birlik içerisinde birleşmek, sosyalleşme amacı taşıyan tartışmalar yapmak, onlar için yeterli olur; insanların kardeşliği, onların ağzında, boş bir laf değil, gerçek ve onların, çalışmaktan kabarmış olan yüzlerinden, bize doğru, insanca bir soyluluk parıldar.'' (Sayfa: 17)
*****
*
''İnsan, sosyal ilişkilerinin toplamıdır, toplumun sosyal gelişiminin ürünüdür.'' (Sayfa: 17-18)
*
''Rahatlıkla içini dökebildiğin ve bundan asla pişmanlık duymadığın, başarısızlıklarını ve sevinçlerini paylaşarak omuz omuza bütün bir hayatı birlikte yürüdüğün insan, dostundur. Dostluk.. Eski çağlarda birbiri için hayatını vermeye hazır olan, Orest ve Pilad için bir destan yazılmıştı. Sınanmalar, mücadele ve arayışlar onları, daha güçlü ve daha sağlam bir şekilde birleştirmiş ve zafer getirmişti.'' (Sayfa: 19)
*****
''Mutlu olalım bu toprakta.
Acı içerisinde yaşadığımız yeter.!
Çalışkan ellerin emeğiyle,
tembel karınları doldurduğumuz yeter.!'' (Sayfa: 26)
*****
''İnsan, bir kez kanını çarpıştığı barikata bulaştırmışsa, sonsuza dek devrimle kan kardeşi olmuştur artık. (..) Mutsuzluk, nasıl gerçek dostluğun sınama taşıysa, aynı şekilde hapishane de, devrimcinin sınandığı okuldur. (Sayfa: 27)
*****
''..''Kralın ağzı,'' diye cevap verdi, sakallı bir mobilyacı; Louis Philippe'in ''Benim ağzım'' dediği Guizot'yu kastediyordu. ''Fransız halkının refahı için konuşuyor, yalnız 'halk' derken, bankerleri, spekülasyoncuları ve dolandırıcıları kastediyor.'' (Sayfa: 33)
*****
*
''Dünyadaki tüm bayanların Lyon kadifesinden soğuduklarını öğrendim.! Akılsızlar.! Atkılarındaki dantellerden de bıkmışlar. Siz bana para verin, ben de size tüm müşterilerinizi geri getireyim. Nerede olurlarsa olsunlar; ister dondurucu Petersburg'da ister mümbit, zengin Madrid'te. Reklam -bu en yüce etkileme sanatı- Hint yogalarının hipnozundan daha güçlüdür. Modayı yaratan da dünyayı yöneten de odur. Gazete yazılarımla, kadınların en çirkinini bile, Lyon kumaşlarının onu orman perisine dönüştüreceğine, ipeklerin hışırtısının, erkeklerin kulaklarını ve gücünü altüst edeceğine ikna edeceğim.'' (Sayfa: 36)
*****
*
''Devrim, veba gibi tehlikeli. Aslında plebler, kaslarının gücüne rağmen, asla kazanamayacaklar. Onlar başsız bir vücut. Bay Proudhon'ları, Blanch'ları ve Blanqui'leri ciddiye alamam. Bizim gibi yüksek kültüre ve zekâya sahip insanlar basit halka gidemezler.'' (Sayfa: 41)
*****
''..''Her devrim, eski toplumu yıktığı için sosyal; eski rejimi devirdiği için politik bir devrimdir,'' diye yazdı Marx.'' (Sayfa: 48)
*****
"Tolstoy (Kont Yakov Nikolayeviç Tolstoy) yapmacık bir vurdumduymazlıkla konuştu:
"Karl Marx'ı duymuştum. Galiba şimdi o, gelecekteki muhtemel işçi ayaklanmalarının fonundaki en önemli insan; pleblerin yıldırım saçan Zeus'u. Fakat sizin gibi soylu bir Slavı nasıl etkiledi.?"
"Bakunin, Marx'ın özelliklerini saymaya başladı. Ona göre Marx, ilk defa tarihte benzeri olmayan tutarlı bir sosyo-politik sistem yaratmıştı. Bakunin, şimdi gerceği ve felsefeyi aramak için daha az dolaştığını ve cesaretle sosyalizmin yolundan yürüdüğünü ve bunu Marx'a borçlu olduğunu itiraf etti. Bakunin'in karışık zihnini, materyalist felsefeye doğru Karl Marx yöneltmişti." (Sayfa: 68)
*****
''..''Bir tanem, sevgilim,'' dedi Karl Jenny'ye ve parmaklarını saygıyla, şefkatle öptü.
''Karl, milyonlarca insan bilinçlenince dünyada birçok kötülük ve suç yok olacak değil mi.?''
''Değerli dostum, sen cehaletin ayrıcalıklı sınıfın elinde ustaca kullandığı bir silah olduğunu göz ardı ediyorsun. Prometheus için, ateşi tanrılardan çalıp insanlığa vermek o kadar kolay olmamış. Ama cehaletin, evimizin hemen yanıbaşında bile görebileceğimiz bir başka türü de var.''
''Ruge ve onun grubu,'' dedi Jenny.
''Evet, esnaf, önünde sonunda bir bakkal ruhuna sahip olduğunu gösterecek. O her şeyi, hatalarını bile ticaret konusu yapmaya hazır; yeter ki onları satın almak isteyen birileri çıksın. Bauerler, Rutenbergler için de bu geçerli. Çok gördük böylelerini. Bunların hepsi birer siyaset kısırı.''..'' (Sayfa: 74-75)
*****
''..''Sen sadece bir düşünür değilsin. Sen insansın.!'' dedi Stock Marx'a.'' (Sayfa: 85)
*****
*
''Sadece siyasi bir batıl inanç, günümüzde devletin burjuva toplumunu ayakta tuttuğunu düşünebilir. Oysa gerçekte tam tersidir, devleti ayakta tutan burjuva toplumudur.''
(Sayfa: 86)
*****
''İnsanın doğa, sanayi ve doğa bilimiyle olan teorik ve pratik ilişkisini tarihsel devinimden ayırarak bilime biraz olsun yaklaştığını mı düşünüyor eleştirel eleştiri.?'' ''O'' diye yazdı Marx, eleştirel eleştiri için, ''düşünceyi duygulardan, ruhu bedenden, kendi kendini dünyadan ayırdığı gibi, tarihi de doğa bilimi ve sanayiden ayırır ve onun için tarihin doğduğu yer, yeryüzünde yapılan kabaca maddi üretim değil, gökyüzünde dalgalanan sisli bulutlardır.''..'' (Sayfa: 87)
*****
''..''La Bruyere diyor ki,'' dedi Jenny, gardan çıktıklarında. ''Aşk ateştir, ayrılık ise rüzgâr. Derin duygular, rüzgârda alevlenir; yüzeysel duygular ise söner, sınamalardan geçemez.''..''
(Sayfa: 94)
*****
''İki yüzyıl önce, yiğit Guy Fawkes, ruhu satılmış parlamentoyu ve acımasız kralı rutubetli, karanlık mahzenlerde fıçıları barutla doldurarak havaya uçurmayı tasarlamış. Eylemi birlikte yapacakları arkadaşı tarafından ele verilmiş ve Tauer'in ölüm sehpasında şehit olmuş. Ama asi komplocunun hayaleti, uzun süre parlamento üyelerinin kâbusu olarak yaşamış. Ve o gün bugündür her çalışma dönemi öncesinde, parlamento binasının altındaki dehlizlerde yapılan geleneksel aramalar, Guy Fawkws için grotesk bir anma töreni oluyordu.'' (Sayfa: 108)
*****
''Ekmek konusundaki kanunlar, parlamentoda birkaç yıldır görüşülmekteydi. Oysa bu arada açlık, Büyük Britanya'nın kulübelerine girip, buralarda yaşayanları telef etmekteydi. Bu duruma korkunç ağıtlar yakılıyor ve hüzünlü şarkılar yazılıyordu.
Şair Ebenezer Elliots, ağızdan ağıza bir ilâhi gibi dolaşan ''Ekmek Kanunları İçin Şiirler'ini yayınlamıştı.
Geliyor Preston dokuma tezgahlarından
binlerce minik mahkûm.
Hüzünle gülümsüyor solgun dudakları,
sanki ölüm yaşamın eşiğinde.
''Bunlar çocuk mu ki.?'' -soruyor insanlar.
Ve korkunç, canlı bir nehir gibi.
Onlarla birlikte yürüyor, yaslanıyor erkekler.
Bitkin gölgeler ordusu.'' (Sayfa: 110)
*****
''Sınırsız bir kendini beğenmişlik, ırksal bir kibir, başarılı ulusların bilincinde yıllar yılı, tıpkı bir uyuşturucu etkisi gösterir.
Burjuvazi ve hükümetleri, işçi sınıfının gözünü boyamak ve hayırseverliğin çeşitli şekillerini denemek için her yıl milyonlarca paundu saçıp savururlar. Tabii ki bu miktar, Büyük Britanya burjuvazisinin vergi olarak aldığı paranın yanında hiç kalır.. İngiltere, paha biçilmez defineleri yağmalamış bir ülkedir.
Şoven çığlıklar, her zaman, oldukça zevkli, zengin ve pahalı bir öğlen yemeğinden sonra alınan tatlı liköre benzer. Oysa likör, boş mideler için iğrenç ve çekilmezdir.'' (Sayfa: 114)
*****
''Baba Engels, dediğim dedik bir adamdı; Luther'e ve bir o kadar da ticaret tanrısına fanatik bir bağlılığı vardı. Friedrch'in annesi ise mükemmel, şefkatli, duygulu, gözlem yeteneği gelişkin, çok okuyan ve çok düşünen ama her zaman kocasının iradesine boyun eğen bir kadındı. Friedrich, tüm kalbiyle annesini seviyordu.
''Eğer o olmasaydı,'' diyordu Jenny ve Karl'a, ''eğer onun yalvaran gözleri, onun çabucak bozulan sağlığı olmasaydı, cehenneme inanan, öbür dünyadaki cezalardan korkarak bütün yaşamını zehirleyen ve beni Hıristiyan kilisenin çemberine sokmak için inanılmaz hainliklerle ruhumu kollayan babama hiçbir şekilde taviz vermezdim. Şimdilik, anneme duyduğum sevgim kolumu bağlıyor.''..'' (Sayfa: 119)
*****
''..''Latince bir atasözü diyor ki,'' diye söze karıştı Friedrich: '' 'Nerede özgürlük varsa, benim evim de orasıdır'. Bu, Franklin'in en sevdiği sözmüş. Ya senin evin neresi şimdi, Marx.?''
''Amerika'nın özgürlüğü için İngilizlere karşı savaşıp İngiltereye gelen İngiliz Thomas Paine, Franklin'e şöyle demiş: 'Nerede özgürlük yoksa, oradadır benim yurdum' '' diye cevap verdi Marx.
''Paine'nin bu sözlerini daha sonra, Yunanlıların özgürlüğü için savaşmaya giden Byron da tekrarlamış,'' diye hatırlattı Jenny.'' (Sayfa: 120)
*****
*
''..hepsi ona ihanet etmişti ve sadece ondaki kadını değil, ondaki insanı kırmışlardı.''
*
Bahsi geçen, Anne Louise Germaine de Staël. (Sayfa: 132)
*****
*
''Napolyon henüz konsolosken, bazen etrafındaki insanların fikir ve itirazlarını dinlerdi. Ama bu despot, bütün Fransa'yı avucunun içine almayı başardığında, onun sözlerini bir yankı gibi tekrarlayan, iradesine ateşlice hizmet edenlere tahammül ediyordu sadece. Onun sarayında her tür ikiyüzlü ve solucan bulabilirdin.!'' (Sayfa: 133)
*****
*
''Napolyon'un diktatörlüğünden sonra, Restorasyon'un iğrençliğini görüyoruz. İktidarın keyfiliği, 'soyağacından' başka hiçbir şerefli özelliği olmayan aristokrasi, hiçbir hakka sahip olmayan cahil halk, basit bir mekanizmaya indirgenen ordu, sansürlü basın, tam bir özgürlük yoksunluğu. Polis ajanları ve yalandan başka hiçbir şey yok. Bourbonlar büyük bir zevkle, beni, yazarı, bu onlara kaça mal olursa olsun, sadece ve sadece yarattıkları karanlığı yüceltmem için satın alırlardı. Ama daha hiç kimse benim kalemimi satın almayı başaramamıştır.!'' (Sayfa: 134)
*****
*
*
''..''bilim neler düşünmüyor ki.. Ama dünyadaki her şeyi bilmelerine rağmen birçok bilimadamı neden yoksulluk içinde yaşıyor.''..'' (Sayfa: 147)
*****
''Baba, hiç yoksulların olmadığı bir dönem olmuş mu.? diye sordu küçük Johann.
''Hayır, şekerim,'' diye gülümsedi Stock, ''hatırladığım kadarıyla böyle bir dönem olmamış. Ama olacak.'' (Sayfa: 150)
*****
*
''..''Ciddi herhangi bir bakış açısı ve slogan ortaya koymadan halkı tahrik etmek, onu kandırmak anlamına gelir.!'' diye bağırdı. ''Ve bilmelisiniz ki, Weitling, günümüzde, kesin bilimsel bir fikir olmadan, sınanmış bir teori olmadan işçilere gitmek, sıradan insanları her şeye güvenen eşekler yerine koyan şerefsiz ve boş bir kahin olmak demektir.. Siz haklı değilsiniz, haklı değilsiniz.! Politik bir doktrine sahip olmayan insanlar, işçilerin başına çok bela getirmiştir ve şimdi sorumluluklarının farkında olmadan, soyundukları davayı bizzat yok etmekle tehdit ediyorlar.''..'' (Sayfa: 160)
*****
*
''Cehalet, şimdiye kadar hiç kimseye yardım etmemiştir asla.!'' (Sayfa: 161)
*****
''..''..ben yine de, birkaç, 'cüretkâr' kitap okumuş ve bir kadeh şarap içtikten sonra 'komünistim.!' diye bağıran iki fabrikatör buldum. Onlarla 'Alman İdeolojisi'nin üç baskısı için anlaştık. Ama bu ''Hakiki Sosyalistler', bu demokratlar, kitabın içeriğini öğrenince, -Weydemeyer derin bir şekilde iç çekti ve yanaklarını şişirdi- şöyle dediler: 'Marx ve Engels bizi kırbaçlamaya hazırlanıyor, siz ise donunuzu çıkarın ve kırbaç yemek için domalın diyorsunuz. Ve üstelik kendi paramızla..''''
Herkes güldü.
''Siz aptalsınız,'' dedi kaba bir şekilde Stok, ''galiba zenginlerin komünistliğine inanmışsınız. Kalıbımı basarım ki, yayıncılar ilerde de birçok sorun çıkaracak Marx'ın yapıtlarını yayınlamak istemeyeceklerdir. Ben bu cins adamları iyi tanırım. Onlar, ancak ölü bir komünistin cenaze masraflarını karşılarken cömert olurlar; burada ise söz konusu olan canlı bir kitap için para harcamak.''..'' (Sayfa: 167)
*****
*
''Aldanma, bakıp onun çatışmada şehit olduğuna.
İnsanlar için bugün bilinmez olduğuna.
Oh, varsın boğulsun sesi kahramanın.
Ve sadece muhbir görsün saygı.
Oh, varsın dolaşsın yenilmez mücadeleciler,
acımasız yabancı ülkelerde, soğuk zindanlarda,
düşsün yoldaşlar kesik damarlarla:
Yine de var insanda hak, özgürlük.!
Hak.! Özgürlük.!''
*
''Cesur birliklerin üzerinde dalgalanıyor bayrakları.
Hesaplaşılıyor altında tüm düşmanlarla.
Ne gam, varsın zafer bugün kaçsın bizden.
Yine gerçek, yarın düşmanı yere serecek.!'' (Sayfa: 169)
*****
*
''Bir insanın sevebilmesi için, kalbinin kapılarını sonuna kadar açması ve oradaki tüm çöplüğü atması gerekir.''
(Sayfa: 193)
*****
''..''Çocuk, saf olarak başlar yaşama, -bu, onun varoluşunun anlamıdır- daha sonra, büyüdüğünde kendisine yol açarken ve yaşamak için mücadele ederken saflığını kaybeder ve sonra yine gerçeğe ulaşıp, saklanacak bir yer bulmuş gibi tekrar sadeliğe geri döner. Büyük ruhlar bunu yaşar.''..'' (Sayfa: 199)
*****
''Karl, ertesi gün, Helene'ye emeğini karşılıksız olarak kullanmak istemediklerini, ama ona ödeyecek paraları olmadığı için tüm bağlılıklarına rağmen ondan ayrılmak zorunda olduklarını anlatmaya başladı. (..)
''Bana maaş veremiyorsunuz.?! Ama ben size hiç bunu hatırlattım mı veya böyle bir şeyi aklımdan geçirdim mi.? Zaten size verdiğim her şeyi bana parayla ödeyemezsiniz. Belki de, tümünüze karşı duyduğum sevgi sizin için hiçbir şey ifade etmiyor. Jennyhenn ve Laura'cığın başında geçirdiğim uykusuz geceleri, bana ödeyebilir misiniz.? Siz, Bay Marx, duygulu bir insansınız ama hiçbir kusuru olmayan bir kızın kalbini kırıyorsunuz. İşte, iyiliğe nasıl da kötülükle karşılık veriliyor.!''
''Bir dakika, ne kötülüğü.? Biz sana iyilik etmeye çalışıyoruz, bize gelince..'' diye söze karışmaya çalıştı Jenny.
Ama Lenchen, kontrolünü tamamen kaybetmişti:
''Para karşılığında mı size bağlı olduğumu sanıyorsunuz.? Tabii ki aptal olmayan herkes anlayabilir ki, dünyada Doktor Karl Marx kadar zeki başka bir insan yok ve ileride o zengin ve ünlü olacak. Ama o günleri görmek bana nasip olmasa bile, Jenny'yi ve iki küçük civcivimi bırakamam. Utanın, Bay Marx.! Ben bir köylü kızı olabilirm ama para yüzünden karınızı aşçı yapmanıza ve kendinizi de kapıcıya benzetmenize izin vermeyeceğim.''
Yumruklarını sıkarak Karl'a doğru yürüdü.
''Gitmeyeceğim.! Ben de sanmıştım ki, benim ailem burada,'' ve ağlamaya başladı. (..)
Karl, genç kızın içten inadını görünce ne yapacağını şaşırdı. Jenny, sevgi gözyaşlarını daha fazla tutamadı ve sadık dostuna güçlü bir şekilde sarıldı. Birbirine bağlı bu üç insanın ayrılık bahsi bir daha asla açılmadı.'' 
(Sayfa: 201-202)
*****
*
''Mary Wollstonecraft, biz kadınların, mekaniği, astronomiyi, doğa tarihini ve hatta felsefeyi öğrenip, bunun sayesinde bilgi bakımından erkeklerle eşit olmamızı, gerekirse, kendimizin ve çocuklarımızın ekmeğini kazanabilmemizi isterken, hepsinden daha büyük düşünmüştür.'' (..) ''Büyük hayranlık duyduğunuz Mary Wollstonecraft, zengin kadınların vahşilere benzediğini söylerken haklı. Onlar da vahşiler gibi akla değil bedene hitap eden süslere, zevklere, gereksiz üstünlüğe ulaşmaya çalışıyor ve tüm bunları yapmak için de her tür hileye başvuruyorlar. Binlerce yıldır, erkeğin otoritesine körü körüne boyun eğmeyi öğretiyorlar bize. Ama bana öyle geliyor ki, bu eşitsizlik, yoksullarda çok daha az.'' (Sayfa: 206)
*****
*
''Söyleyin matmazel, ''diye Liza'ya döndü Karl, ''biliyor musunuz ki, şu anda İngiltere'de, işçi kadınlar, kendileri ve çocukları için, hâlâ on iki hatta on dört saat olan işgünü yerine on saatlik işgünü hakkını kazanmak için amansız bir mücadele sürdürüyorlar. Ne dersiniz, acaba onların yaşamında çok sayıda süsler, zevkler ve buna benzer yabanıl sevinçler var mıdır.? 'Mavi Çoraplar' denen tüm bu bayanlar ve onların en zekisi Wollstonecraft, her zaman toktur. Onları tek eksiği, vatandaşlık hakları. Oysa zanaatkârların ve işçilerin karıları sefillik içinde yaşıyor ve erkeklerle birlikte, kendilerinin ve çocuklarının yaşam hakları için mücadele ediyorlar. İşçi, çalışma hayatında ve insan olma hakkını kazanma mücadelesinde kadının şahsında beliren yoldaşa saygı duyuyor ve sadece o, tüm zincirleri parçalayarak, kadının tam anlamıyla özgür olmasını sağlayacak.'' (Sayfa: 206-207)
*****
''..''Kitaplar benim kölelerim ve istediğim şekilde bana hizmet etmek zorundalar,'' diye sık sık şaka yapardı Karl ve haklı olduğuna duyduğu özgüvenle cümlelerin altını çizer, şu veya bu sözcüğü tırnakla işaretlerdi. Karl, yaşamının her alanında olduğu gibi, okurken de dikkatliydi.'' (Sayfa: 207)
*****
''Jenny, buna, ''yaratıcılık krizi'' derken haklıydı. Karl, gerginlikten ve uzun süre havasız ortamda çalışmaktan sararmıştı. Ama yine de olağanüstü bir hızla yazıyor ve Engels'i hayretlere düşürüyordu. Yaptığı işe titiz bir gayret gösteren Karl, yeni bir konuya derinlemesine eğilmeden önce hazırladıklarını tekrar tekrar temize çekerek bir kenara bırakıyordu.
Karl titizliğiyle, yüz çekmeceli bir masada yazdığı söylenen Ortaçağ şairine benziyordu. Şair, bir sone üzerinde yaptığı her değişiklikte onu bir sonraki çekmeceye aktarırmış ve sone, ancak yüz çekmece dolaştıktan sonra, şair onu bitmiş sayarmış.'' (Sayfa: 213)
*****
*
*
Marx - Georg Herwegh:
*
''Ben sallanan bir tek taht bile görmüyorum,'' dedi umursamaz bir tavırla.
''Kulağını yere daya, Georg. Tahtlar kendiliğinden yıkılmaz. Altlarındaki toprak kaydığında devrilir.'' (Sayfa: 216)
*****
''Bir celladın da, göğsünde, kendi çocuklarını okşarken heyecanla atan, kalbe benzer bir şeyleri vardı. Bir hainin de, beğenileri ve çevresindeki insanların özelliklerini anlama yetenekleri olabilirdi.'' (Sayfa: 219)
*****
''..Hıristiyanlığın toplumsal ilkeleri; korkaklığı, kendinden nefret duymayı, aşağılanmayı, uysallığı, boyun eğmeyi, kısacası ayaktakımının tüm özelliklerini yüceltiyor. Ama proletarya için; kendisine ayaktakımı gibi davranılmasını istemeyen proletarya için, cesaret, özgüven, gurur ve bağımsızlık ruhu, ekmekten daha gereklidir.''
(Sayfa: 221-222)
*****
''Jenny'ye, Brüksel'de günler oldukça kısa geliyordu. Karl'ın el yazmalarını temize çekmek, diğer ülkelerdeki fikirdaşlarla günden güne artan yazışmalar, üyesi olduğu Alman İşçi Birliği'ndeki aktif görevi; tüm bunlar çok zaman istiyordu. Jenny, kitap temin ederek işçiler için bir kütüphane kurdu. Alman sığınmacılar için temel eğitim derslerinin düzenlenmesine de yardımcı oluyordu. Ve aynı zamanda, Karl'ın gereksinim duyduğu materyallerin seçilmesi için çalışmalıydı, ekonomiye ilişkin bazı istatistikleri, tabloları çıkarmak zorundaydı. Jenny'nin masası üzerinde, dağınık bir halde felsefe ve tarih kitapları, birkaç dilde bir yığın gazete ve daima Karl'a sesli bir şekilde okuduğu sanatsal kitaplar vardı. Okuduğu kitaplardan dikkatini çeken pasajları alıntılıyordu ve daha sonra Karl onları çalışmalarında kullanıyordu. Chamisso George Sand, Heine ve Balzac, Goethe ve Shakespeare, Jenny'nin çalışma masasından hiç eksik olmuyordu.''
(Sayfa: 222)
*****
*
Çiğler parlıyordu - bu sabah saatinde
şarkı söylüyordu çalıkuşu enginde
ve yoksul bir çocuk doğdu o zaman
kulübede, yoksul insanların yanında
*
Onaltısını bitirdiğinde, tanımadık
bir güç hissetti ellerinde
fabrikaya geçti solgun yüzüyle,
önlük ve elinde çekiçle
*
Korkusuzca deşiyordu demir sopalarla
ateş ocakların karnını
fışkırıyordu ışık ve duman içerisinde
kızgın metal akınlar
*
Silahlar döküyordu - dünyanın her tarafında
uğulduyorlardı deniz enginliği üzerinde,
gürültüyle getiriyorlardı ölüm Frenklere,
kana boğdular Hindistanı
*
Yoksul Çinlilerin kaburgalarına
nefretle saplıyorlardı sayısız mermiyi,
uğultuyla yayıyorlardı Britanya'nın ününü
dünyanın dört bir tarafında
*
Ve birçok sesli silah döktü
tasasız genç delikanlı -
ama el koydu ona ihtiyarlık, yoruldu
güçlü eli hemen
*
Güçsüz düştüğünde ise -
onu da buldu kötü kader:
dışarı attılar onu anında,
gezsin diye hasta ve sakatlarla
Gitti - hiddet ve acı dolu
göğsüne, orada sanki hayatı
boyunca döktüğü tüm namluların
korkunç yankısı birleşti.
*
Sessizce fısıldadı: 'Ziyanı yok,
gelecek hesaplaşmanın saati -
ve o zaman, beyler, yoksul
zevkine dökecek namlular.! (Sayfa: 228-229)
*****
*
''Aslında onlar, her şeyden önce komünizmin gerçekten ne olduğunu bilmek istiyorlardı.. Ben, son derece basit bir açıklama yaptım.
..Ben.. komünistlerin amacını şöyle tanımladım:
1) burjuvazinin çıkarlarına karşılık proleterlerin çıkarlarını güven altına almak;
2) bunu, özel mülkiyeti kaldırıp yerine ortak mülkiyeti getirerek gerçekleştirmek.
3) bu hedeflere ulaşabilmek için zora dayalı, demokratik bir devrimden başka yol olmadığını kabul etmek.''
(Sayfa: 232)


*
''..''Biz, ''diye konuşuyordu yavaş yavaş ve ciddi bir sesle Joseph Moll, ''ihtiyaçlarımızı asla tanımayan bilim doktorlarının narin elleri, işçilerin hangi nasırının sızladığını nasıl bilebilecekler diye düşünüyorduk. Ama itiraf edin, siz de bize güvenmiyordunuz. Biz kabalaşmışız ama kalınlaşmış bir deri de hassas olabilir, dişin de canlı sinirleri var. Bazıları bizi sadece gezgin kalfalar olarak görüyordu. Doğru, ekmeğimizi kazanmak ve gerçeği bulmak için gezginlik yaptık. İngiltere ve Chartistlerin mücadelesi, işçiye, ister Alman ister Amerikalı, çok şey öğretiyor. Biz Komünist İrtibat Komitesi'nin gönderdiği materyalleri okuyoruz, yazılarınızı inceliyoruz; sizden çok şey öğrendik ve birliğimize katılmanızı öneriyoruz; çünkü tüm bilimsel görüşlerinizi paylaşıyoruz. Bundan böyle, komünizm için birlikte çalışmak ve mücadele etmek istiyoruz. Kendi adıma değil, İngiltere'deki birliğimizin adına konuşuyorum. İşte vekaletnamem.''..'' (Sayfa: 234)
*****
Liza, Bakunin için:
*
''İnsanlar ne kadar güzel şeyler konuşuyorlar ama yaptıklarıyla söyledikleri arasında ne büyük bir uçurum var.'' (Sayfa: 238)
*****
*
''..''Dostlar,'' diye başladı, ''biz, nerede yaşarsak yaşayalım, hangi millete ait olursak olalım, kardeşiz. Ben, üç yıl boyunca, üç milyon İngiliz işçisinin yaşama hakkı ve özgürlük için verdiği mücadeleyi izledim. Aralarında birçok İrlandalı vardı. Size, 'Alman ve İrlandalı' adlı şiirimi okuyacağım:
*
İngiltere'de geceleri eser soğuk rüzgâr,
yakışıklı iki delikanlı, yürümüşler bütün gün
-İrlandalı ve Alman- bir araya geldiler karanlıkta
aynı saman yığınında yattılar karanlıkta
bakıştılar sessizce köhne samanlıkta
ve düşünüyordu her biri: ''Benim arkadaşım
düşkün bir evsiz bu ülkede,
başka topraklardan gelmiş yoksul bir göçmen.''
Ve ikisi de aynı anda konuştu:
''Onun yaşamı da keyif içinde geçmiyor,
ona getirmemiş kader avuntu,
o yüzden geziyor yamalı, lime lime elbiseyle.!''
Sonra da gülerek bağırdılar: ''Kardeş.!
Sen de görmeyeceksin sevinci bu dünyada.!''
Ve neşeli bir törenle selamlaştılar anında
Almanca, İrlandaca.
Ve anlamadan bu yabancı sözleri,
Sıkıca bir el sıkıştılar daha sonra,
dost oldular sevinçte ve kederde.
Yoksulları birleştirir güçlü dostluklar.''
(Sayfa: 242-243)
*****
*
''..''Bu akşam asla belleğimden silinmemeli,'' diye yazdı, ''ben, zenginlerin değerlendirmeyi beceremediği her şeyi; bilgiyi, küçük sevinçleri ve açık yürekli neşeyi zevkle tadan, sağlıklı ve ruhsal bakımdan tertemiz insanlar arasındaydım. Kim demiş işçilerin hilkat garibeleri olduğunu.? Bu ne iftira.! Tüm aşağılanmalara ve haksızlıklara, köleliğe rağmen hepsi de bu iftiradan ne kadar uzaklar. Spartaküs ve Robin Hood: İşte onların ataları. Kont ve kontesten, çarlardan ve efendilerden son derece iğreniyorum. Spinoza'nın sözüydü: 'İnsanlar bize zarar verdikleri için değil, yaptıkları haksızlıklarla ruhumuzun ışığını söndürüp içimizdeki kötülüğün başkaldırmasına sebep oldukları için korkunç.' Ama bazen de bunun tam tersi oluyor. Brüksel'de tanıdığım insanlar, karakterleri ve yaptıkları arasında uyumla ruhumuzda iyi olanı keşfederek içimizde parlak bir ışığın doğmasına neden oluyorlar.'' (Sayfa: 244)
*****
*


''Karl, Avrupa'da olup biten her şeyi dikkatle inceliyor, hızla yaklaşmakta olan devrim fırtınasının belirtilerini görüyordu. Bütün Batı Avrupa'da ticaret ve sanayi krizi derinleşiyordu. Kriz özellikle İngiltere, Almaya ve Fransa'da işçilerin yaşam koşullarını çok ağırlaştırmıştı. Küçük ve orta işletme sahipleri, iş yerlerini kapatıp işçilerin işine son vermek zorunda kaldılar. İşsizlik günden güne arttı. Avrupa'da 1847 yılında tarımsal üretim de verimsizdi; sefalet , yoksulları boğuyordu. Açlık ve ona bağlı olarak hastalıklar baş gösterdi. Almanya ve Fransa'da birçok köyün tüm nüfusu tifüsten ölüyordu. Fiyatlar yükseliyor, tüccarlar ve kapitalistler zenginliklerine zenginlik katıyorlardı, mülk sahibi olmayanlar ise ölmemek için savaşıyorlardı. Açlık sonucu isyanlar patladı. Halk fırınları basıyordu.
Büyük sanayi şehirlerinde, ayaklanmalara gebe grevler yapılıyordu.''
(Sayfa: 246)
*****
''Komünizm bir güç haline gelmişti ve hakkındaki iftiralara, uydurmalara karşı bizzat partinin programı ortaya konmalıydı ve komünistlerin, gizlice toplanan komplocular değil, açıkça mücadele eden kişiler olduğu belirtilmeliydi.
Londra'da bir araya gelen bütün komünistler, bu görevin ancak Karl ve Engels tarafından yerine getirilebileceğinde hemfikirdiler. Program konusundaki ateşli tartışmalar on gün sürdü. Marx ve Engels'e, komünizmin ilkelerini bir manifesto şeklinde açıklama görevi verildi.
Manifestoya isim olarak önerilen ''İman yemini'' ve ''Amentü'' reddedildi. Engels, bu temel belgeye 'Komünist Parti Manifestosu' adı verilmesini önerdi. Karl da onu destekledi.'' (Sayfa: 257)
*****
''Marx, bu sefer de Manchester'de kaldığı süre içerisinde çok sayıda kitap okudu. Godwin'in 'Siyasal Adalet'ini de inceledi. Owen, teorisini oluştururken bu kitaptan önemli ölçüde etkilenmişti. Çok iyi eğitim almış, cesurca düşünen Godwin, yaşamının büyük bir bölümünde, kendi özel yolunda yürüyerek yalnızlığa mahkûm olmuştu.
Onun 'Siyasal Adalet' kitabının fiyatı astronomikti: 60 şilin. Ama yine de Parlamento çevrelerinde bomba etkisi yaratmıştı. Kitabı okuduğunda William Pitt adeta kudurmuş, ancak ''fiyatı 60 şilin olan bir kitap, seslendiği kesimin zihnini bulandıramaz, çünkü bu kesimin maaşı üç şiline bile ulaşmıyor,'' kararına vardıktan sonra sakinleşmişti.
''Varoluş, bilinci belirler ve insan karakterini şekillendirir,'' diye yazmıştı ünlü kitabında, d'Holbach ve Locke'un öğrencisi Godwin.
''Erdem ve günah doğuştan gelen özellikler değildir; koşulların ürünüdür. İçgüdü ve kalıtım eğer varsalar bile insanların şekillenmesinde belirleyici bir rol oynamazlar..'' ''Birbirlerine bağlanan insanlar akıllarının buyruğuna göre davranmadıkları sürece evlilik ahlaki değildir..'' ''Nesneler, en verimli olacak ellerde olmalıdır.
Godwin'in bu olağanüstü düşünceleri Marx'ın hoşuna gitti.
Godwin de Thomas Paine gibi her iktidarı baskıcı olmakla suçluyordu ve sadece monarşiyi değil, her tür egemenlik sistemini reddediyordu. Godwin'e göre, ideal sistemi sadece komünizm temsil ediyordu ama onu da ancak mantıksal ve ahlaki bakımdan çok gelişmiş bir toplum gerçekleştirebilirdi.
Godwin'in kitabı yüksek fiyatına rağmen şimdiye dek görülmemiş bir tiraj yaptı.'' (Sayfa: 259)
*****
''İngilizlerin hiçbir şey söylemeyen, cüretkarlığa varan savunucu kibarlığının da ''koruyucu'' bir özelliği vardı.
Her iş veya rastlantısal görüşme, İngilizcede en sık kullanılan sözcükle -thank you- başlar ve yine onunla biterdi. Yemek dışında her şey için teşekkür ederler. Omnibüsteki kondüktör, yolcuya bileti uzatırken teşekkür eder; nine, otuz yıllık nasırına basan yolcuya aceleyle teşekkür eder; tezgahtar, hiçbir şey satın almamış olan müşteriye teşekkür eder; çocuk da kendini döven öğretmene. Bu duygusal tonu olmayan otomatik sözcük, İngiliz için ünlem işlevini görür, onu zor durumdan kurtarır ve yabancı bir müdahaleyi önler.
İngiltere, Kraliçe Victoria döneminde işte böyleydi.'' (Sayfa: 264)
*****
''..'' Bunları anlayacak kadar okumuş muydunuz.? Bana sanki orada yazılanlar Almanca değilmiş gibi geliyor,'' dedi Genevieve, sesinde belirgin bir saygınlıkla.
''Şimdilik tüm bunları anlamakta ben de zorlanıyorum,'' diye cevap verdi Liza. ''Galiba biraz çalışmamız gerekecek. Bazıları zengin olurken diğerlerinin iki yakayı bir araya getiremeyişlerinin nedenini bizim de öğrenmemiz gerekir.''..'' (Sayfa: 268)
*****
''En sonunda o unutulmaz an geldi; Jenny, Marx'ın el yazmasını temize çekme işlemini tamamladı.
''Avurpa'da bir hayalet dolaşıyor -komünizm hayaleti.'' diye okudu yüksek sesle Jenny, Manifesto'nun ilk sözlerini. ''Eski Avrupa'nın bütün güçleri, bu hayalete karşı kutsal bir sürekavında birleştiler: Papa ve Çar, Metternich ve Guizot, Fransız radikalleri ve Alman polisleri.''
Jenny, artık yeni bir işle -İşçi Eğitim Derneği için yeni dersi hazırlamak- meşgul olan Karl'a yaklaştı ve elini omzuna koydu. Karl döndü ve onun ışık dolu gözlerine bakınca oradaki onayı ve hayranlığı gördü. Karl ve Jenny birbirlerine öyle yakındılar ki, bazen sözcüklere gerek duymuyorlardı -bakışlar daha fazlasını anlatabiliyordu-, Marx, karısının elini tuttu, gülümsedi ve onun ince, zarif parmaklarını yorgun başına değdirdi. Bu dokunuş, onu her zaman canlandırıyor ve sevindiriyordu.'' (Sayfa: 272)
*****
''Kral I. Leopold, kurnazlıkla ve en önemlisi geri adım atmak yoluyla tahttan düşmekten kurtuldu. Liberal bakanları, parlamentodaki temsicileri ve kent valilerini topladı ve eğer halkın iradesi buysa, buna hemen boyun eğerek tahttan feragat etmeye hazır olduğunu bildirdi. I. Leopold tüm bunları, boynu bükük bir şekilde söylerken öylesine dramatik iç çekişler yapıyor ve boyun eğmişliğini gösteriyordu ki, tören salonunda bulunan burjuva parlamenterleri acıma duygusuna kapıldılar ve ne özel olarak ona ne de Belçika'daki Kraliyet yönetimine karşı herhangi bir komplo hazırlığı içinde olmadıklarını bildirerek Kral'ı sakinleştirdiler
Bu duygusal sahne biter bitmez I. Leopold, şehir meydanlarında bir âfet hazırlığı içindeymişçesine toplanan halkı dağıtması için orduya emir verdi. Yanı sıra, polise dış ülkelerden gelen devrimci mültecilerin sıkı bir takip ve baskı altına alınmaları için emir verildi. Yetkililer, halk kitlelerinden ve özellikle işçilerden korkuyorlardı.'',
(Sayfa: 274)
*****
''Gece yarısından sonra, herkes kendi evine gidince, her zaman yaptığı gibi Karl, Jenny ile birlikte, uyuyan çocukları seyretmek için çocuk odasına geçti. Ama birden dış kapı sertçe çalındı. Mutfakta son bulaşıkları yıkayan Lenchen gidip kapıyı açtı. Bu arada Karl yine bavullarını yerleştirmeye koyulmuştu. Gün batımı ile doğumu arasında vatandaşlarının meskenlerinin dokunulmaz olduğunu bildiren Belçika kanununa rağmen başlarında bir polis komiseri bulunan silahlı polis ajanları, eve girdiler ve Marx'ın şehir hapishanesine kadar kendileriyle gelmesini emrettiler. Gözaltına alınması için hiçbir gerekçe gösterilmedi. Pasaportunda bir sorun olduğunu söylediler. Oysa Marx, Briksel'de oturma izni için gerekli belgeleri polise vermişti ve artık üç yıldır burada oturuyordu.
Ev halkı endişeye kapıldı. Sadece Marx, hiç istifini bozmuyordu ve heyecanlanan Jenny'i sakinleştirmeye çalışıyordu.'' (Sayfa: 275)
*****
''Jenny, Karl'ın peşinden yürüyordu ve sanki böyle yaparsa onun götürülmesini engelleyebileceğini sanıyordu. Şimdi bu evde, kocası olmadan, yapayalnız kalacağı düşüncesi, onu tamamen çaresizliğe sürüklüyordu. (..) Karl, ben sensiz yapamam.!'' diye tekrarlıyordu polisi iterek. Marx'ın bunu yapmaması için bütün yalvarmaları işe yaramıyordu. Ta ki polis merkezinin girişinde jandarma, kaba bir şekilde Jenny'i Karl'dan ayırana kadar.'' (Sayfa: 275-276)
*****
''..''Bayan Marx siz misiniz.?'' diye sordu birisi. ''Mükemmel.! Biz de sizi arıyorduk.''
''Kocam nerede.?''
''Bizimle gelin, onun nerede olduğunu göstereceğiz.''
Jenny öylesine yorgundu ki, ayaklarının üzerinde zor duruyordu. Gigot, polis karakoluna kadar ona eşlik etti.
Bir saat sonra Jenny'i pis kokulu bir yere götürdüler -Paslı demir parmaklıklarla kapatılmış küçük pencereli duvarları olan uzun, taş bir koridor-. ''Cezaevi,'' diye düşündü Jenny. ''Karl da buralarda bir yerde ve belki de ona çok yakınım.'' Öyle olmasını istiyordu.
Polisler onu cezaevi bekçisine teslim etmişlerdi. Bekçi, kötüye işaret olan ve gıcırtısı köpek havlamasını andıran kapı mandalını çekerek hücreyi açtı.
''Gir.!'' diyerek Jenny'i hafifçe itti.'' (Sayfa: 277)
*****
''..''Düşünmeyi ve hissetmeyi bilen bir insanın yaşamında, hiçbir şey boşa gitmez,'' diye düşünüyordu Stock.'' (Sayfa: 280)
*****
Sekizinci Bölüm
*
Tarihin Bayramları:
*
''..''Dikkatli olun, yurttaşlar.!'' diye sesleniyordu Blanqui. ''Devrim; emekçiler için bayram, zenginler ve despotlar için bir felakettir. Sürünerek yürüseler bile kaplanlara inanmayın. İndirin kralın bayraklarını, cumhuriyetin kızıl bayrağını yükseltelim.! 1830 yılının temmuz günlerini hatırlayın. O zaman biz, barikatlarda monarşi için değil; cumhuriyet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik için savaştık. Ne çok kan döktü Fransız halkı.! Ve ne oldu.? Bize, X. Charles'ın yerine Louis-Philippe'i verdiler. Bir yırtıcı hayvanın yerine bir başka yırtıcı hayvan geldi. Rothschildler, finans aristokrasisi ve bankerler kendi monarşilerini kurdular. Biz, 1830 yılında korumamız gerekeni geri alabilmek için on sekiz yıl mücadele ettik..''
Karl ve Jenny, orada bulunan herkes gibi, Auguste Blanqui'nin sözlerini büyük bir ilgiyle dinliyordu. Dinleyiciler onun ruhsal gücü ve inancı karşısında çarpılmışlardı.
Marx ve Jenny kol kola, meydandan geçtiler.
''Bu devrim emektarı, demir gibi bir adam,'' dedi Marx.
''Yıkılmaz bir kişiliği var.! Hayatını ideallerine adamış. Bütün yaşamı bir kahramanlıktan ibaret. Zavallı Bayan Blanqui, bu günleri görebilecek kadar gücü yokmuş..''..'' (Sayfa: 301)
*****
''Halkın benimsediği yeni marşın nakaratı; -''Halklar bizim için kardeştir, tiranlar ise düşman''-Paris sokaklarında her gün duyuluyordu.''
(Sayfa: 304)
*****
''..''Bornstedt'in hazırladığı mükemmel planı ben ve Bakunin destekliyoruz,'' diye başladı Georg Herwegh. Almanya'ya silahlı bir bölükle dalma saçmalığını anlatırken, Marx'ın yüzü gittikçe kararmaktaydı.
Şair bunu fark etti ve hemen parladı:
''Almanya'da devrimin patlak vermesi için bunun tek yol olduğu görüşüne katılmıyor musunuz.?'' diye sordu ateşli bir sesle.
''Böyle bir konuşmanın yeri ve zamanı değil,'' dedi Karl, canı sıkılarak.
Artık, 'Cumhuriyet' adını alan Comedie Française binasına yaklaşmışlardı.
''Hayır; bana, bu konudaki düşünceni şimdi hemen söyle,'' diye diretiyordu şair.
''Sizin planınız tamamen yanlış. Devrim ihraç edilemez. Sen ve Bornstedt, insanları anlamsız bir ölüme mahkûm ediyorsunuz. İyi silahlanmış olsalar bile birkaç yüz kişi, Alman krallıkları ve prensliklerinin ordusuna karşı ne yapabilir.?''
''Sen her zaman riske girmekten korkmuşsundur Karl. Sadece kafayla yaşanmaz, bazen kalbin sesini de dinlemek gerekir,'' diye ısrar etti Georg, Karl'ı tiyatronun girişinde tutarak.
''Eğer kafa yoksa, kalp, kötü bir danışman olabilir,'' dedi Marx, kurtulmaya çalışarak, şakayla.'' (Sayfa: 310-311)
*****
''..''Bornstedt ve Herwegh Fransa'dan Almanya'ya, devrim ihraç etmeyi öneriyorlar. Devrim; parfümeri malzemesi değildir, lüks tüketim eşyaları da değildir,'' diyordu Marx, kızgın bir ses tonuyla.'' (Sayfa: 316)


''..''Basın özgürlüğü, satılmışların ellerindeyse, yalanın silahıdır.''
''İşsizliğe çare bulun, işçilere yaşanacak ücret verin.''
''İşgününü kısaltın. İşçiler ağır iş yapmaktan bitkin düştüler.''
Halk kaldırımları ve sokakları doldurmuştu. Araba ile ilerlemek imkansızdı. Tolstoy uslu uslu, Üniversite sokağına doğru yürüdü.
Ona öyle geliyordu ki, Konavnsiyon döneminde bile Tuileries'nin çevresinde böylesine kalabalık görülmemişti.
''En azından iki yüz bin kişi,'' diye hesapladı Tolstoy. ''Bu züğürtler korkunç çoğalmışlar. Saymak mümkün değil.''..'' (Sayfa: 340)
*****
''Siz, yurttaş Louis Blanc, bize 'gidin ve çalışın' diyorsunuz,'' dedi gürleyen bir sesle Etienne Cabien. ''Bize bunu tavsiye ederken hiç düşündünüz mü.? Bütün bunlar, isteseniz de istemeseniz de bir kandırmacadan ibaret. Sizi kim anlayabilir ki.? Siz, bizi kandırmalarına yardımcı oluyorsunuz.! Yoksa yurttaş Louis Blanc bilmiyor mu ki, bizim, ne üzerinde çalışabileceğimiz tarlamız ne ev yapmak için odunumuz ne dövmek için demirimiz var. Bahçelerden meyve toplamak, vahşi hayvan avına gitmek veya orman serinliğinden zevk almak bize yasak.! Payımıza ne yeterince iş ne de yaşamın nimetleri düşüyor. Bu dünyaya geldiğimizde baktık ki, artık her şeyin bir sahibi var. Bizi acımasızca kaderimize terk eden kanunlar, bizsiz çıkarılmış. Ne diye, gelecek hakkında güzel şarkılar söylüyorsunuz.? Biz, hemen bugün, yaşamak ve babalarımızın ve ellerimizin yarattığı her şeyden kendi payımıza düşeni almak istiyoruz. Sahibi olamayacağımız evleri neden inşa edelim.? Biz bodrumlarda yaşarken inşa ettiğimiz evlerde, genellikle kocaman evlerde, iki-üç kişi keyif çatıyor. Yeryüzündeki her şey, insanların onları eşit olarak paylaşmaları için verilmedi mi.? Bizzat siz, kitaplarınızda böyle yazmıştınız. Oysa gerçekte, üretim araçları çoğunluktan alınarak seçilmiş azınlığın eline bırakılmıştır.'' (Sayfa: 353)
*****
''Güçlü bir karakter ve gözü kara bir yiğitlik, her zaman keskin bir zekâya ve derinlikli düşüncelere tekabül etmez.'' (Sayfa: 354)
*****
Johann Stock:
*
''Küçük ve büyük burjuvalar, parti düşmanlığı uğruna her tür pisliği yapabilirler.'' (Sayfa: 359)
*****
''Blanqui, kendini, ailesinin hatıralarına kaptırmıştı.
''İnsan dünyaya bir kere gelir, ve ancak bir kez sevebilir,'' dedi,
karamsardı. ''Hiç kimse, kaderin bize bahşettiği o biricik kadının ve annemizin yerini tutamaz. Yaşasa da yaşamasa da, ona ihanet etmek, benim için, sonsuza dek sadık kalacağım ideale ihanet etmekle aynı anlama geliyor.''..'' (Sayfa: 360)
*****
''..''Dinle Johann,'' dedi Marx, ''sen, şimdilik Paris'te kalıyorsun. Almanya'da mutlaka yayınlayacağımız gazetenin buradaki temsilcisi olmanı öneriyoruz.''
Stock, bu çekici teklife şaşırdı ve ne cevap vereceğini bilemedi. Kendisini yeterli bulmuyordu. Ama Marx ve Engels, önerilerini reddetmemesi için onu ikna etmeye çalışıyorlardı.
''Yaşam hakkında bir şeyleri kitaplardan öğrenmiş birçok insanı, bitirdiğin hayat okuluyla kıskandırabilirsin. Ki kitapların öğrettikleri, her zaman doğru olmayabilir.'' (Sayfa: 367)
*****
Dokuzuncu Bölüm
*
İLK HABERCİLER:


''..''Unutuyorsunuz ki, ben artık yetmişine merdiven dayamış biriyim. Kalabalıkta ne yapacağımı şaşırıyorum. Zavallı beynim şimdi bile şaşkın. Sayınız oldukça fazla. Ben sadece parlamento koltuğundan değil, akademideki koltuktan da vazgeçtim. Bu, bir yazar için onur değil de nedir.! Ama bu eski ve bitkin dostunuzu anlayın ve affedin. Otuz yıldan fazla bir süredir, acılarınızın ve umutlarınızın yankısı olmadım mı yoksa.? Ama yankı, ormanların, ovaların ve suların sessizliğinden doğar. Yalnızlığımdan koparıp almayın beni. Orada, sizin için daha yararlı olabilirim, dostlarım.''
''Ne o, sen kaçıyor musun.?'' diye bağırdı, demirdöküm fabrikasında çalışan genç bir işçi.
Stock, ona yaklaştı ve kolundan tuttu.
''Sus delikanlı. Beranger'nin beyaz saçlarına ve titreyen ellerine bak. Varsın, proletaryaya kendisini en rahat hissettiği yerde hizmet etsin.'' (..)
Devrimci kenar mahallelerin en çok sevilen şairinin sözü, coşkulu haykırışlarla kesildi.
''Konuş, Pierre. Biz, türkülere ve şiirlere değer vermesini ablak suratlı burjuvalardan daha iyi biliriz.''..'' (Sayfa: 384)
*
''..''Teşekkür ederim, kardeşler.! Size, yazdığım bir ezginin sözleriyle yanıt vereceğim:
Duyduklarında ismimi yoksul insanlar,
varsın minnetle fısıldasınlar:
''Övgüler ona ki, ilk defa getirdi
şiiri yoksul köşemize.''..'' (Sayfa: 385)
*****
''..''Hayatta olan herkes yaşıyor anlamına gelmez,'' dedi Blanqui ve delici bir bakışla Cabien'e sordu: ''Ya sen, dostum, mücadeleye hazır mısın.?''
''Ben işçiyim. Daima işçi önlüğü giyen benim gibi insanlarla birlikte oldum ve hayatımın sonuna kadar da olacağım,'' dedi kararlı bir ifadeyle çıkrıkçı.
''Sağol kardeşim. Cesaretini yitirme. Gelecek, emekçilerin olacaktır. Ve eğer ölmemiz gerekirse, 'zafer bizimdir' inancı tesellimiz olacak.''
(..)
''Unutma Etienne, gelecekte acımasız çatışmalar, ölümcül savaşlar bizi bekliyor. Cesur ol. Ölüm korkusunu aşmak, hayvanlıktan çıkıp insan olmak anlamına gelir. Korkuyu yenmek, delinmez bir zırha sahip olmakla eşdeğerdir. Gericiler, Fransa'yı uçuruma sürüklüyor. Halk onların iğrenç komplolarını etkisizleştirmezse yurdumuzun üstüne yıllarca sürecek bir karanlık çökecek.'' (Sayfa: 408)
Ferdinand Freiligrath

''..''O gerçek bir devrimci ve tümüyle dürüst bir insan. Böyle bir övgüyü çok az sayıdaki insan için yapabilirim,'' diye yazmıştı Karl, Weydemeyer'e; ve devamında, şairlerin, şiir yazabilmek için çocuklar gibi övülmeye ihtiyaçları olduğunu hatırlatıp Freiligrath'a karşı iyi davranmasını da rica etmişti.'' (Sayfa: 433)
*****
Karl Marx:
*
''Devrimde belirleyici olan ırklar değil, sınıflardır.'' (Sayfa: 437)

Neue Rheinische Zeitung - Yeni Ren Gazetesi

''Bir seferinde Köln'deki mücadele organının bürosunda, ''gazetenin redaktörlerine ve İşçi Birliği'nin Liderlerine'' hitabıyla başlayan bir mektup alındı:
''Biz, 34. Piyade Alayı'nın askerleri, 'Yeni Ren Gazetesi'nin saygın redaktörlerine, en içten ve derin minnettarlığımızı bildirmeden yapamazdık.. İnanın ki, Marx, Schapper, Engels, Wolff isimleri belleğimizden asla silinmeyecektir. Dahası biz öyle umuyoruz ki, bu baylara duyduğumuz minnettarlığı göstereceğimiz zaman gelecektir.''
Mektubun altında 1700 imza vardı.'' (Sayfa: 443)


''..''Neden.? diye bağırıyorlardı konuşmacıya. ''Devrim davamız neden yenilgiye uğruyor.? Bir tek şeyi okuyor ve dinliyoruz: Napoli'de Prag'da, Viyana'da, Paris'te işçiler yenildi. Frankfurt'ta da böyle oldu.''
Bu soruyu, kendine özgü bir ayrıntı zenginliğiyle yanıtlamıştı Engels: ''Bunu şöyle açıklayabiliriz; tüm partiler, her uygar ülkede hazırlanan mücadelenin şimdiye dek gerçekleşen öteki devrimlerden ne kadar farklı, ne kadar çok önemli olduğunu biliyor. Çünkü Viyana'da, Paris'te ve Berlin'de olduğu gibi; Frankfurt'ta ve Lyon'da olduğu gibi, Milano'da olduğu gibi -burjuvazinin politik hâkimiyetini yıkmak söz konusu. Bu öyle bir darbedir ki, en uzak sonuçları bile tüm büyük spekülasyonla uğraşan burjuvazinin yüreğinde dehşet uyandırıyor. Birbirine kardeşlik bağıyla bağlanan Avrupa proletaryasının mücadele sembolü olan kızıl bayrağın, son beş ay içinde, barikatlarında dalgalanmadığı herhangi bir devrimci merkez var mı ki daha dünyada.?
Frankfurt'taki, birleşmiş junkerlerin parlamentosuna ve burjuvaziye karşı verilen mücadele de kızıl bayrağın altında sürdürülüyor. Çünkü şu anda gerçekleşen her ayaklanma doğrudan, burjuvazinin politik durumunu ve dolaylı olarak da toplumsal konumunu tehdit ediyor; işte bütün yenilgilerin asıl nedeni budur.
Çoğunluğu silahsız olan halk, sadece, burjuvazinin eline geçen örgütlü memur ve asker devletinin gücüne karşı değil aynı zamanda bizzat silahlı burjuvazinin kendisine karşı da mücadele etmek zorunda. Örgütlenmiş ve iyi silahlanmış tüm sınıflar, örgütsüz ve kötü silahlanmış halkın karşısında duruyor.
İşte böylece halkın yenilgiye uğramasının nedenleri açıklığa kavuşuyor.. Ordu, ya bir savaşta düşmanları tarafından ya da kendi saflarındaki çatlaklar yüzünden zayıf düşürülmemişse ve karşılaştığı büyük bir sorunda çaresizliğe kapılarak mücadele etmek zorunda kalan halk, düşmanları üzerinde moral bozukluğu yaratmamışsa yenilgi kaçınılmaz olur.'' (Sayfa: 451-452)

Pierre Dupont

Pierre Dupont:
*
sosyalizm vardır iki kanadı-
üniversiteliler ve işçiler
ve o sınır tanımaz uçuşunda,
tanımaz son.! (Sayfa: 476)
*****
''Bu, kendini koruma içgüdüsünün verdiği bir tepki miydi, yoksa aksine, ruhunun önemli bir bölümü ölmüş müydü.? Elinde iğnesiyle dikiş dikmeye oturduğunda durmadan bu soruyu soruyordu kendine. Ara sıra parmağı delindiğinde fiziksel acı duyabilmesine seviniyordu.
''Yine de bir şeyler hissediyorum'' diyordu içinden.
Terzinin çalıştığı, bir kenar mahalledeki bakımsız atölye çok pisti. Köşelerde, kocaman, kara örümcekler sallanıyor; Johann onları izlemeyi seviyordu. Ona göre, örümcekler de kendisi gibi yalnızdı ve hoşsohbet değillerdi. Terzi çalışmaktan yorulan gözlerini kaldırıp saygı ve sevgiyle bu çalışkan dokumacıları takip ediyordu. Yalnızlık her zaman bir ağ gibi çevrelerini sarmıştı. Küçük bir top haline geçerek saatlerce ve günlerce yalnızlıklarıyla başbaşa kalıyorlardı. Stock'un içi titriyor; o zaman yalnızlığın en korkuncunun hapishane hücresinde yaşanmadığını fark ediyordu.
Devrimin yenilgisinden sonra yalnızlığın tüm nüanslarını olanca somutluğuyla tanımıştı.
Şimdi Stock, insanlara hayretle bakıyor, gürültü yaptıklarında, güldüklerinde, memnun ve neşeli göründüklerinde şaşırıyordu.
''Ne yaptıklarını bilmiyorlar,'' diye düşünüyordu terzi, kalabalığın arasından geçerken. ''Tek yaşamsal doğrunun sadece bir avuç insanın değil bütün insanların mutluluğu olduğu tartışılmaz gerçeğini ne zaman ve nasıl anlayacaklar.? İnsanlar sadece umursamaz davrandıkları için kan gölünde boğuldular.''
(..) Anımız üç nesilden fazla yaşamadığına göre, sadece insanın ruhunu daha iyi ve hayatı daha mutlu kılanlar ölümsüzdür''
(Sayfa: 493-494)
*****
Sotck ve Lessner:
*
''..''İnsan bilgiliyse daima iyi bir konuşmacı olur diye düşünüyorum. Bazıları ise, boş kafalarıyla kürsüye çıkıyor, ellerini savuruyor, başlarını sallıyor ve dinleyicileri sözcük bombardımanına tutuyorlar. Öyle bir ne kadar çok çaba harcarsa harcasın, en fazla, bir uyurgezer gibi konuşur. Oysa Marx, Engels ve Wolff gibi insanların emekçiye söyleyecek bir şeyleri daima oluyor.''
''Haklısın Stock. Onları kaç kez dinlediysem hep, bunca düşüncenin bir kafaya nasıl sığdığına şaşırmışımdır. Onların beyinleri, masaldaki iğ gibi hiç durmadan düşünce eğiriyor.''..'' (Sayfa: 497)
*****
BLANQUI:
*
''Büyük suçlular var; ama aralarında en kötüleri, yüzlerinde, onların güzel konuşmalarına kanan halkın kendi kılıcını ve kalkanını gördükleridir. Halkın coşkuyla, kendi geleceğinin temsilcisi olarak ilan ettikleridir.
Eğer halk gelecekteki zafer gününde, zayıf ve kötü hafızası ve hoşgörüsü nedeniyle kendi sözlerine ihanet eden bu adamlardan bir tanesini bile iktidara getirirse çekeceğimiz var demektir; devrim ikinci kez yok edilir.!
Varsın işçiler bu lânet isimlerden oluşan listeyi sonsuza dek hatırlasınlar; ve eğer sadece birisi, evet, eğer sadece birisi bir gün devrimci hükümette görülürse, varsın herkes bir insan gibi bağırsın: ''İhanet.!''
Çünkü o zaman konuşmalar, yeminler, programlar yine sadece bir kurnazlık ve kandırmacadan ibaret olur; aynı hokkabazlar, ancak yine aynı sihirbazlıkları yapmak için dönerler; bu, daha da acımasız bir gerici faaliyet zincirinin ilk halkası olur.!
Eğer yine ortaya çıkma cüretini gösterirlerse, onlara lânet olsun.! Eğer aptal kalabalık tekrar onların ağlarına düşerse, utansın, yazıklar olsun.!'' (Sayfa: 500)
*****
''..''Bu alçak, ağır yaralı numarası yapıyor,'' dediğini duydu aşağılayıcı bir kadın sesinin Stock.
Stock büyük bir çaba sarfederek gözlerini araladı. Meşalelerin ışığı gözlerini yakıyordu. Muhafızlar onu faytona doğru sürüklerken Stock, Boneparte'ın tanıdık yüzünü gördü.
''Yaşasın komünizm.!'' diye bağırdı Johann, kalan son gücünü kullanarak.
Louis-Napolyon öfkeden çılgına döndü, tabancasını çıkardı ve bütün vücuduyla ileriye doğru uzanarak terzinin kocaman, çıkık alnına ateş etti.'' (Sayfa: 518)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...