#KemalBayramÇukurkavaklı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#KemalBayramÇukurkavaklı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2024 Perşembe

Kemal Bayram Çukurkavaklı - mezopotamya ''IRAK GEZİ NOTLARI''

 

Arka Kapak
*
''Kemal Bayram Çukurkavaklı'' uzun soluk isteyen adıyla, her ne kadar İspanyol soylularını andırıyorsa da, öyle değil, o yoksul bir emekçi köyün çocuğudur. 1950'de İvriz Köy Enstitüsü'nde okurken, yerel dergilerde -gazetelerde yazdığı şiir ve yazılar, fincancı katırlarını ürküttüğünden Haruniye- Düziçi Köy Enstütüsü'nde de, içinden çıktığı emekçi halkın sorunlarını yansıtan sanat ve düşünce çalışmaları yapmaktan geri durmadı. Bu yüzden, şimdilerde artık her gün rastlanan, ama o dönemde ''olağanüstü bir olay'' olarak karşılanan faşist bir tertiple karşı karşıya geldi. Linç edilmekten zor kurtuldu. Ağır yaralı ve bir ''GOMONİST'' olarak hapishaneye atıldı. Sırayla Bahçe, Adana, Çumra hapishanelerinde yattı. Böylece daha çocuk yaşında yıllarını içerde geçirdi. Ekmek parasını kazanmak için garsonluk, inşaat işçiliği, otel kâtipliği, gazete muhabirliği yaptı. Sonra büyük bir İstanbul gazetesinin İstanbul, Adana ve Ankara bürolarını yönetti. Şimdi Ankara'da gazete genel yayın yönetmeni olan Kemal Bayram, sanat ve düşün çalışmalarını sürdürüyor.
*
''Binbir gece masallarının yaşandığı tarihin bu en eski uygarlıklarına sahne olmuş ülkesinde, şimdiye kadar yüzlerce kavim hayat bulmuş ve silinmiştir.'' (Sayfa: 16)
*
''Fırat ve Dicle Bağdat yakınlarında birbirlerine selâm durur adeta. Bu selâmlaşma sahasının güneyinde kalan bölgeye asıl Irak, Kuzey tarafına ise EL-CEZİRE denir.'' (Sayfa: 17)
*
''Irak toplumunu Araplar, Türkler ve Kürtler oluşturmaktadır. Çoğunluğun Araplarda olması ülke yönetiminde bir etkinlik sağlamamaktadır. Baas Arap Sosyalist Partisinin diğer partilerle kurduğu birleşik cephe yönetimde eşitlik ilkesini benimsemiştir.'' (Sayfa: 17)

NOT: Görseller kitapta mevcut değildir.

''Milattan önce 8. yüzyılda Musul'un 32 kilometre ötelerinde imparatorluk kurmuş Nemrut'un efsanevi kanatlı boğalarından başlayarak diğer köşeleri incelemeye devam ediyorum.
Devam ediyorum, çünkü on binlerce yıl önceki insanların kinini, sevgisini, kavgasını ve korkusunu taşlara nakış yapar gibi işleyip, ölmezlik sağlayan bu ellere saygı duyuyorum. İnsan onurunu yücelten, gerçek sanat eserleri bunlar. Sahiplerinin yüzyıllarca önce yaşaması, kavimlerinin yitip gitmesi bu saygımızı azaltmaz, üstelik daha da çoğaltır.
İlk kanunların yapıldığı, tekerleğin icat edildiği, gökyüzünün, yıldızların gözlenip sonuçlar çıkarıldığı insan toplulukları, insanlık devam ettiği sürece, canlı olarak devam etmez mi.?
İnsan hak ve hukukunun korunması için çıkarılan ilk yasalar, örneğin, Milâttan Önce 2750 yıllarına kadar uzanırsa ve bu yasaların günümüz hukuk anlayışından çok daha ilerlerde olduğu söylenirse ilginç olmaz mı.?
Urgakina bakın ne diyor, Milâttan Önce 2750 yıllarında çıkardığı yasada: ''ÜLKEMDE SUİSTİMALLERİN KÖKÜNÜ KAZIDIM, KENDİ HALKIMI HIRSIZLIKTAN , SEBEPSİZ YERE ÖLÜMDEN, HAKSIZ SATAŞMALARDAN KORUDUM. ZAYIFLARI KUVVETLİLERİN EZMESİNDEN KORUDUM. ÜLKEMDE BU HEP BÖYLE GİDECEKTİR..''
(Sayfa: 21-22)
*
''Sümerler, sanata, edebiyata, dile, yontu resime de çok önem verirlerdi. Büyük Tanrıları ENLİL için yazdıkları bir ilâhi şöyle:
*
..BÜYÜK TANRI OLAN ENLİL OLMASAYDI,
ŞEHİRLER YAPILMAYACAKTI, YÜKSEK RAHİP DOĞMAYACAKTI.
İŞÇİLER NE VALİ, NE DE BAKAN OLABİLECEKTİ,
IRMAĞIN KABARAN SULARI TAŞMAYACAKTI,
DENİZİN BALIĞI KAMIŞLIĞA YUMURTALARI BIRAKMAYACAKTI,
GÖĞÜN KUŞLARI DÜNYADA YUVA KURMAYACAKTI,
OALARIN GÜZELLİĞİ OLAN OTLAR VE YEŞİLLİKLER BÜYÜMEYECEKTİ,
TARLADA VE ÇAYIRDA ZENGİN ÜRÜN ÇİÇEK VERMEYECEKTİ..'' (Sayfa: 23)
*
''Üçüncü Ur Sülâlesinin Sümerlileri en iyi iktisadi yaşam koşullarına ulaştırdığı bu sülâlenin başında da ''Yedi İklim Hükümdarı'' unvanını alan ŞULGİ'nin bulunduğu bilinir. Bayındırlık çalışmalarına, kanal yapımına, tapınaklar kurulmasına ve sulama işlerine önem veren bu Hükümdar, tarihin derinliklerinden şöyle seslenmektedir:
*
BEN ŞULGİ, DOĞDUĞUMDAN BERİ GÜÇLÜ ADAMIM,
BEN EJDERDEN DOĞAN VAHŞİ BAKIŞLI BİR ASLANIM,
SİYAH BAŞLI SÜMERLERİN, ÇOBANLARIN ÇOBANIYIM,
DOĞRULARI SEVERİM, İYİLİKTEN YANAYIM,
FENALIKLARDAN NEFRET EDERİM,
DÜŞMANCA GÖZLERE KİN BAĞLARIM,
YOLLARIN UZUNLUĞUNU SAPTADIM,
ARALARDA KALELER KURDUM, GÜVENİLİR İNSANLARI ORALARDA OTURTTUM,
AŞAĞIDAN YUKARIDAN GELEN DÜŞMANLAR
ONUN HEYBETİNDEN KORKMALI,
YOLA ÇIKANLAR GECE DE GİTMELİ GÜNDÜZ GİBİ,
KRALLIĞIMIN KUVVETİNİ ARTTIRDIM,
YABANCI ÜLKELERE BAŞ EĞDİRDİM,
HALKIMI EMİN OLARAK YAŞATTIM,
DÖRT BİR YANDA HALKIM
UZUN ZAMAN YALNIZ BENİM ADIMI SÖYLEYECEK.'' (Sayfa: 23-24)
*
''Benderoğlu sanat anlayışını şöyle belirtmektedir: ''Bence şiir dünyayı değiştiren, insanlar arasında dostluk ve kardeşlik bağlarını yaratan bir araç olmalıdır. Şiirin tüm haksızlıklara bir barut gibi kullanılması gerekir. Şiir, sözcükleri yan yana sıralamak değildir. Ozan, çağından, çağının tüm sorunlarından, ülkesinin sorunlarından ayrı kalamaz. Şairin yüreği bu sorunlar ve sosyal olaylar içinde bir barometre gibi ve tüm hassasiyetiyle atmalıdır. Şiir, insanların içinde olan devrimci düşünceyi koruyan önemli bir korugandır. Şiir, özgürlükleri uğrunda kavga veren halkların, bu kavgalarını yansıtan, parlak ''Güzgü'' -Ayna- olmalıdır. Şiir insanın özünü okşamazsa, insanda heyecan yaratmazsa şiir değildir. Ben şiir yazarken bütün insanları düşünürüm. Ve şiiri, bütün iyi duygu ve düşüncelerin, halk kitlelerine ulaşım aracı olarak görürüm.''..'' (Sayfa: 27)
*
''Hasan Hüseyin Korkmazgil ile telefonda yarım saate yakın konuştuk. Ertesi gün Tanıtma Bakanlığı'nda Abdüllâtif Bendreoğlu'nun yanında buluşmak üzere randevulaşıp telefonu kapattık.'' (Sayfa: 36)


''Şoför Dicle Nehri'nin kenarlarından şehrin batısına doğru hızla yol alıyor. Tell Agar Guf, milattan önce 1530-1160 yıllarında bölgeye hakim olan Kassit'in bir parçasını teşkil etmek üzere kurulmuş. Kassit Kulesi'nin ve oymalarının kalıntıları az çok kendisini gösteriyor. Pek enteresanlığı kalmamış ama ovanın sessiz derinliği içinde yükselip duruyor. Bağdat'a 20 km mesafede. Restoresi için hızlı bir çalışma var. Etrafını en iyi şekilde ağaçlandırmaya başlamışlar.
Irak'ta turistin görebileceği her kalıntının, her tarihi yerin başında üniformalı bir Turizm Polisi var. Dil bilen ve bulunduğu yerin tarihi devrelerini değerlendirip korumasını sağlayan, turiste yardımcı bir Polis.'' (Sayfa: 51)


''El Savra Gazetesi'nden ayrılmadan önce, bir gözü arızalı olan ve gazetede çalışan Adil Abdülcebbar yanıma yaklaştı bir şeyler sordu. Tarık o sırada Cemalettin ile birlikte başkalarıyla konuşuyordu. Söyledikleri Arapça olduğu için bir anlam veremiyor karşılıklı bakışıyorduk. Iraklı dost kelimelere bastıra bastıra tekrar konuştu. Dikkatle dinledim, söylediklerinin arasında ''Hassan Hüseyin'' geçiyordu ama sorduğu neydi.? Hasan Hüseyin'e küfür mü ediyor, övüyor mu, yoksa onunla ilgili başka bir şeyi mi anlamak istiyordu.? Belli değildi.
Hemen gidip Tarık Abdülbaki'nin kolundan yakalayıp getirdim. ''Bu arkadaş bana çok önemli bir şey soruyor ama anlayamadım'' dedim. Karşılıklı konuştular. ''Hasan Hüseyin nasıl bir ozan.? Kaç tane kitabı var.? Bugüne kadar ozan olarak adını hiç duydunuz mu.? diye soruyor dedi.
''Hasan Hüseyin Türkiye'nin önde gelen ozanlarındandır. Şiirleri yüzünden takibat geçirmiş, hapsedilmiş, çile çekmiştir. Aynı zamanda bizim gazetenin yazarıdır. Hasan Hüseyin'in kitaplarına halkımız gerekli ilgiyi gösterdiği için yayınevleri de kendisini tutmaktadır. Bu güne kadar 15 civarında kitabı yayınlanmıştır. Halkımızın öz sorunlarını, açmazlarını ve çözüm yollarını bilen bir ozandır. Çok saçlı ve pos bıyıklıdır. Kalabalıkların ozanı olan bu güldür güldür insan, aynı zamanda çok duyarlı öz yapıya sahip bir kadın kadar hassastır'' dedim.
Soruyu soran genç, konuştuklarım Tarık Bey tarafından çevrilince tatlı tatlı güldü ve fısıldar gibi:
- Kavgadan kurtuldunuz, dedi.
- Ne kavgası.?
- Bir insan, bir tek şiiriyle, bu kadar sevilebilir. Kaç gündür Hasan Hüseyin'in şiirinin etkisi altındayım. ''Mezopotamya 74'' adlı bir şiiri var. Bilmem okudunuz mu.? Merbet festivalinde okuduktan sonra televizyonlar, radyolar üst üste yayınladılar. Bugünlerde bizim sanat çevrelerinde konuşulan tek konu Hasan Hüseyin'in şiiri. Bir tek şiiriyle sevdiğim bu insan için ''Hiç tanımıyorum'' ''Bizde pek ünlü değil'' gibi sözler söyleseydiniz hem sizinle, hem kendimle kavga edecektim. Ancak söylediklerinizle doğruları ortaya koydunuz.
- Doğruların hepsini değil ama.
- Olabilir. Ancak kafamda Hasan Hüseyin şimdi daha da büyüdü. Tam bir bütünlük kazandı.
- Kendisiyle tanışmadınız mı.? Şu anda Bağdat'ta olduğuna göre Ambassador Otel'de kalıyor. Gidip görüşün.
- Bir defa görüştüm ama soramadım bunları. Size çok teşekkür ederim.
- Rica ederim.'' (Sayfa: 65-66)
*
''Sahnenin sol tarafındaki tavan aralığında bir güvercin var. Ara sıra gözüm takılıyor. Alkışlar ortalığı çınlatmaya başladığı zaman başını sağa sola çevirip bir ürküntü geçiriyor. Ama şiirler okunurken sessiz ve kınalı gagasını hafifçe oynatarak dinliyor. İçimden ''İlhami Soysal bu güvercini, bu Mihrican Şiir Festivali'nde görseydi, mutlaka ''Venedik'te San Marko Meydanı'ndan dinleyici olarak gelmiş, şiir okumadı ama Arapçayı, Türkçe ve Kürtçeyi biliyordu o güvercin'' derdi diyorum.'' (Sayfa: 101)
*
''Iraklı dostlarımız gezimizin bitmesine bir-iki gün kala Bağdat'ın kenar mahallelerinde kurulmuş bir Halı Fabrikası gezdirdiler. Bu fabrikada dünyanın en pahalı, en güzel halılarını altı ile 12 yaşları arasındaki kimsesiz çocuklar dokumakta idi. Karşımıza usta emekçilerin çıkacağını beklerken, yüzlerce mini mini okul çocuğunu görünce, doğrusu hayretler içinde kaldık. Bu minik eller halıcılıkta adeta şaheser yaratıyorlardı. Binlerce desenin, çiçeğin ve Doğu stili nakışın en küçük kusura olanak vermeden işlenmesi görülmeye değer, övülmeye değer bir düzen içinde yürütülüyordu. Mezopotamya mavisinin en güzelini, hurma sarısını, nar çiçeğini, Türk, Afgan ve Çin örnekleriyle zenginleştirip melezleştiren ve yepyeni bir halı karakteri çıkaran bu küçük sanatkarlar için fabrika Müdiresi şöyle diyor:
''Bunlar yoksul ve kimsesiz çocuklarımızdır. Her birinin küçük yaşta bir sanat yeteneğine ulaşması gerekiyordu. Ayrıca okumaları da önemliydi. Yarım gün burada okula gidiyorlar. Okuldan sonra da çalışıp, gördüğünüz gibi dünyanın en ünlü ve satış değeri çok yüksek halılarını dokuyorlar. Bu çalışmalarından dolayı kendilerine ücret tahakkuk ettiriyoruz.''
- Peki, bir çocuk ne kadar sürede öğrenebiliyor dokuma işini.?
- En çok iki hafta içinde.
- Halı dokumacılığında büyüklerle küçükler arasında herhangi bir yarım söz konusu olabilir mi.?
- Evet, küçüklerin eli daha yatkın. Bu işi sanki bir oyun oynuyormuş gibi yapıyorlar. Hem de kendilerini hiçbir şekilde yormadan. Yaptığı oyuncakların önemini düşünerek.'' (Sayfa: 103-104)
*
''Komşumuz Irak'ın milli hudutları içindeki bu topraklarda, şimdi bu ülkenin temel yapısına etken olan Araplar, Kürtler ve Türkmenler yaşamaktadır. Doğal zenginliğin özünde, sanayi e teknolojinin itici gücü olan petrol vardır. Çağdaş emperyalizm dünyadaki sömürü ağını, önemli ihtiyaç maddelerini karşılayabildiği yerlere kurduğu için, bu bölgeye de egemen olmuş, Araplar, Kürtler ve Türkler geri kalmışlığın mutsuzluğunda birleşmiştir.
Emperyalizmin işbirliği yaptığı gerici yerli yönetimlerin ortadan kaldırılması çağdaş bir sorundur. İçeriğinde çelişkiler, zorluklar ve her şeyden önce toplumsal bilincin yoksunluklarından güç alan açmazlar vardır. Ayaklarını havada hisseden gerici yönetim ve ona destek olan emperyalizm bu defa ya kanlı bir faşizme çağrı çıkarmakta ya da aynı ülkede yaşayan halkları birbiri aleyhine kışkırtarak savaş ocakları açmaktadır.'' (Sayfa: 115)

6 Aralık 2021 Pazartesi

Kemal Bayram Çukurkavaklı - Bir Kök Bin Damar


ARKA KAPAK
*
Kemal Bayram Çukurkavaklı, 1934 yılında Konya'nın Dinek bucağına bağlı Apasaraycık Köyü'nde doğmuştur. Yoksul bir emekçinin oğludur. Küçük yaşında ana ve babasının ölümüyle kimsesiz kalmış ve önemli yaşam zorluklarıyla karşılaşmıştır.İçinden geldiği acı koşulları, sert bir dille kaleme alan ozan, bu yazı ve şiirleri nedeniyle okumakta olduğu İvriz Köy Enstitüsünden, Düziçi Köy Enstitüsüne sürülmüştür. Çukurkavaklı'yı bu sürgünlük de yıldırmamış, bozuk düzenin ve ona bekçilik edenlerin daha çok üstüne gitmiştir.Fakat bu öfkeli ve tek boyutlu savaşım ona iki linç olayını ve hapishaneyi getirmiştir. Henüz 17 yaşında bir çocukken yaralı olarak cezaevine girmiştir. Adana, Bahçe, Çumra cezaevlerinde yatan Kemal Bayram, içerden çıktıktan sonra, otel kâtipliği, garsonluk, gazete muhabirliği, inşaat işçiliği yapmıştır. 1954 yılından sonra çeşitli gazete ve dergilerde çalışmıştır. Evli ve iki çocuk babası olan Kemal Bayram Çukurkavaklı, 15.04.1992 tarihinde Ankara’da yaşamını yitirmiştir.


Zaman
*
Geri dönmüyor sessiz akışından
hızlı gürültüleri emzirse de
terketmiş yatağını mermi
kızıl yelesinde köpük köpük
fırtınaları oluşturur bir Arap atı
geri dönmüyor dört nala gidişinden
belki odur değişimlerin ölçülü anahtarı
doğayla güreş tutan terli yiğit
belki odur içine sığındığımız evrensel boşluk
sürer insan varsa bu sessiz akış
sürer zamanın değişmez saltanatı..
*
Siz ona uydunuz
-----bu yanlış mı
siz onunla varsınız
-----bu doğru mu
o alıyor su başlarının yeşilliğinden sizi
o veriyor nar kırmızısı sonbaharları
soluğunuz duman duman acı
geçişiniz duman duman yorgun
siz mi eksildiniz bu uğultularda
eskiyen yoksa zaman mı.? (Sayfa: 7-8)


YIL OLDU
*
Bunlar ölü günler
-----uğraşılarda can veremediğimiz,
----------var saymayın elin ayağın
-----voltaları birbirine ekleyen
özgür gibi
-----mutlu gibi
bir sonrayı umut edip bekleyen
öksüz kıpırdanışlarını..
*
Kısır döngü
-----ne namussuz bir yaşam
kısır döngü
-----yaşanmayan bir zaman
içimizde çadır kurmuş bin insan
-----bağırıyor vura vura
-----çırpınıyor çılgın çılgın
----------dürtüyor
susku göllerinde boğuluyor durmadan..
*
Sabır gül oldu, gül oldu
öfke göl oldu, göl oldu
mahpushane, gündüzü yitik gece
mahpushane,
-----yılgınlığın bekleyişte yaşam bulan durağı
----------günler yıl oldu, yıl oldu.. (Sayfa: 9-10)


GİTME
*
Anan mı bu kararmış kütük
-----pınarından böyle sular fışkıran
----------kızın mı bu, izbedeki okulsuz
-----bu kadın kim çocuk,
----------eli yüzü yokmuş gibi oturan.?
*
Ötesi düne uzanır eksikliklerin
-----gel gitme
----------burası harman yerindir
-----yorulur göz iç çekişlerde
bir ince tül aklığını yitirir
-----sarı ışıkları topaç yapar yalnızlık
kıvranırsın
-----arzu arzu duyarak
-----aranırsın
----------hiç bulmadan yanarak
erir damla damla özgül ağırlık
gel gitme çocuk..
*
Vitrin olur açık pazarlara yollanır
depo olur
-----ardiye olur görkemli iskelelerde
ihanet eder bu güç, bu emek
-----silah olur ellerinde
durur bir gün sana karşı
-----gel gitme çocuk.. (Sayfa: 11-12)


YERİNE GEÇ.!
*
Göğe direk
-----denize kapak
----------ölüme çare
-----istemedim senden
Şırvan şahlar sarayında baş değilsin ki,
-----yalana kucak
----------suçsuza tuzak
---------------açma diyorum
açma, kan sızan yaramdaki kabuğu
-----onlardan olma
-----anla beni, bu keşmekeşte kızgınım
-----duy beni, yalnız değilim, kırgınım
sivriltilmiş kaç boyutlu öfke varsa bu fabrikalarda
hızla çekilmiş ne kadar bıçak varsa bu kavgalarda
ben onları boşaltmış kınım
bil artık, taş değilsin ki..
*
Sol göğsümde bir ferman var yazılı
-----kuşum-karıncam yorgun
kan-ter içinde insanım
bu fermandan sızılı
bir yanımda derisi yüzülür öldürülmeden
Bağdatlı Seyyid-i Nesimi'nin
üşür bir yanım buzlu Ağustosunda Şilinin
ateşlere yanar Nerudam
aysız bir gecede Aras nehrinde boğulur
bir yanımla, Samed Behrengi olurum.
*
Suçlu değilim, hayır geleneğim bu
Maydos'da İngiliz silah depolarını basan
gıcırtılı kağnılarla kurtuluşa uzanıp
Anadolu'ya silah yollayan benim
- İsmin ne senin.?
- Affan Hikmet
- Yoldaşların kimler.?
- Lütfü, Necdet, Hilmi oğlu Hakkı, Etem Nejat
ve Kütahya kentinde yıldızlı bir bozkırın
-----keven atlarının duldasında uykusuz
----------bir gönüllü Alayında erim ben
Zinetullah Nevşivan
Tersaneli Ahmet usta
Fatma bacı, Cemile kardaş
var bizim fermanda sözleri
bir sıcaklığı sürüklerler Kafkaslardan
yırtar zamanı delik deşik
yırtar da eskimez öfkeleri.!
*
Göklere direk
denizlere kapak
-----ölümlere çare istemiyorum senden
-----yerini bil bu yangının içinde
-----yerine geç
-----sen onlardan değilsin. (Sayfa: 13-14)


YARGI OLURUM
*
Buğdayım ben
-----un olurum
-----kaya iken
-----kum olurum
-----varsa tanrılığa gücün
-----inanır, kul olurum.
*
Dayanamam kötülüğe
-----patlarım
-----vurgun olurum,
sonsuz uykularda gibi
-----yalnız, kuytularda gibi
-----susarım
-----dargın olurum.
*
İçim dışım ateş yangın
-----bu yangına batar süngün
------gözlerim yaralarsa seni
-----yarana sargın olurum.
*
Çiğdim Yunus gibi piştim
bir yüceldim
-----bin kez düştüm
-----susuyordum gelip deştin
artık dilinde yargın olurum. (Sayfa: 15-16)


AVUÇLARIN MAHPUSHANE.!
*
Bu tedirgin us
aygıtlarıyla oynuyor zamanın
ölçülere vuruyor atar damarlarını
süzgeçlerden geçiriyor eksiksiz
yürüyen sensin kendi aydınlığına
oturan sensin, ölü bir gölde durgunluk
kolunu kaldırıyorsun yendiğin korkulardır
susuyorsun
gül bitmiyor suskuda
göstergeler sana bağlı yiğidim
göstergeler ak emeğin terden ıslak ürünü.
*
Bir soluk ışımasın bu değişmedi
ırmaklara daldın çırılçıplak karanlıklarda
bu değişmedi
yedi katlı yapılarından Babil'in
ateşler düştü yüreğine yıldız yıldız
Sibir'de
apış aralarından yapıştı buzul
Alacahöyükte ve Ehramlarında Mısır'ın
bu değişmedi.
*
Altın uzantıda ipekli ışıltılar
seni eğiriyor iplik iplik
seni çürütüyor yumak yumak
sancılar çoğul
sancılar zorlu
değişimlerin karşı konuşmaz titreşiminde
kendi dilimlerini bölüp çarparak
zaman sana getiriyor çağın ağırlığını
varlığını var gibi
yokluğunu yok sayarak.
*
İşte us, işte aygıtlar
İşte hiç alınmayanın, uyku
ve
gerinmelerindeki ibre atması
bir de yiğidim
üzgün bir kız çocuğu gibi
avuçlarında ışıltılı yarınların
mahpus yatması.! (Sayfa: 17-18)


BEN-ZAMANI İDRİS GİBİ ÖLÇEMİYORUM
*
Ağaçlar da aldanıyor
-----suç güneşin
----------çiçekler de aldanıyor
-----suç ağacın
karanlığın arkasında kar fırtınası
zamanın koynunda kıpırdayan bir şey var
insan da aldanıyor
suç bakışın
-----doğru bilinen çizgiler eğri
-----duldur yeni sanılan nice umutlar..
*
Elle tutulanı okşa hele
-----gözle görüleni kokla hele
-------uzak gibi bilinse de öyle değil
---------içindeki seslerdir yüz vermediğin
-----------içindeki sessizlik duyamadığın
-------------o istasyon güç pınarı
---------------o son durak
-----------------o iskele..
*
Sen yarama bakma, aldırma
baksan da pek bir şey göremiyorum
uyumsuz belki
-----belki de ezik
-----öfkeyle çekilmiş bir ince tetik
-----ben zamanı İdris gibi ölçemiyorum.. (Sayfa: 19-20)


SEN DE YAN
*
Adana'dan güneş aldım biraz
-----Ceyhan'dan sıcak getirdim
Çumra'dan kavun aldım biraz
----Bozkır'dan bıçak getirdim
bir kız buldum dağ gölgesi gibi serin
selçuklu mahzeni gibi sıcak
boğma rakısı vuruculuğunda
kaçak aldım vallah
kaçak getirdim.
*
Sarı altın mısın kuşum
sarı kavun musun gülüm
Alan köyünden Küpeli efe
bir istasyon bir kelepçe
oğuz boylarının eskitmediği
köpük köpük bir at, acı bir öfke
*
Güneşimi bulamadım aldılar
kavunumu göremedim çaldılar
yaktın beni mahpushane kuruttun
ucun ucun, oda oda, sen de yan
sen de yan.. (Sayfa: 21-22)


NE SÜRDÜN.?
*
Kırmız böceği mi
bir alıcı kütlenin, el uzanmayan
-----billurdan yığınağı mı
----------nasıl da kırıyor ışığı iğne iğne
----------aydınlığı çılgın bir arzuyla karıştırıp
-----nasıl da sürüklüyor kendisine
-----elmas desem ona
-----diyemem ki
-----civa'nın cevheri desem
-----bilemem ki
Ödemiş mi bunun yurdu yatağı
haydi söyle,
Konya mıdır yeri durağı,
-gele kerem eyle-
''Zencefre'' mi ismi kadınım
ne sürdün dudağına.?
*
Dalları ince de, boyu kısacık
çiçekleri konca güle göz atar
uzak asyalıdır Zencefil
çekik gözlü kızlar gibi vurucu
çekik gözlü kızlar gibi kokulu
taç yaprağın altındadır, erkek organı
acıdır
----uyarıcıdır
----------ısırıcıdır
---------------zencefil mi kadınım
-------------------zencefre mi kadınım
----------------------ne sürdün dudağına.? (Sayfa: 23-24)


GÖZ SUYUNUN BUHARI
*
İzinsiz aldım yerinden
bu dayanılmaz maviyi
hurma sarısıyla izinsiz karıştırdım
dili damağı kuru
----------eli yüzü paramparçaydı toprak ananın
-------------rüzgârsız yağmurlar istiyordu
---------------bulut istiyordu çizgisiz gök
------------------bozkırda öbek öbek kara yangınlar
---------------------donuktu ağlamasız
------------------------sessizdi acıda
----------------------belki de hiç görünmeyen
------------------sinmişliğin ötesinde dal budak
----------------özlem vardı
--------------sıcak güneşlerin el atıp yeşerttiği
------------belki de bir baş kaldırı
---------kutsal
-------öfkeli
----derin
yaşanmış uzun acılardan ağrılı.!
*
Halı dokuduk çizgi çizgi
halı dokuduk kader kısmet
kırmızıyı bilirsiniz ateş gibi
yeşili tanırsınız çimen gibi
salt gök yüzünde değil ki mavi
Makedonyalı
----------------------ak saçlı ve ihtiyar
-----------------bir kadının gözlerinden alındı mavi
--------------Karaman'da
------------------demirci ustası Kadir'in ortanca kızı
--------------Nurten'in gözlerinden alındı mavi.!
Sesin de zamanın da içinde
bozkırda mavi, bir yamandır şimdi
halılardan artırdığımız
göz suyunun buharı gibi
anlamlı
-----sıcak
----------ve alışacağınız.! (Sayfa: 25-26)


DAYANAMADIM BU ÇILGINLIĞA
*
Ne Osmanlıya saklanmış Ermeni kini
ne terli yorgunluğumuzda artan çizgiler
sonsuz bir gökyüzü gibi içimizde umut
yastığı yorgana sardık
''Marsilya'' dedik bir kez bacanak
bu iş olacak..
*
Dört ay bile kalamamak bir yerde
bir dala konamamak
uygun bulmadılar mı bu gölgeli kenti bize
neden Kuveyt'e sürdüler bacanak.?
*
En yakın su alın terindir
caddeler yanıyor, evler çok sıcak
çocukları size gönderiyorum bu yangından
yollamazsam, üçü birden
inan ki çıldıracak..
*
Bir çift papağanım var şimdi
Hindistan dağlarından tutsak
Arapça konuşuyorlar
-----Türkçe sövme öğretiyorum
-----emir bu kez de Beyrut'a çıkmış
-----savaş var Beyrut'ta biliyorsun
-----savaş çok kötü bacanak
-----silah seslerini hiç sevmiyorlar
-----kuşlarım
-----kuşlarım ne olacak.?
İçimiz içimize sığmıyor
pencereler siyah örtü kapalı
zindan zindan odalar
bugün arabamızı bombaladılar bacanak
kan içinde ateş içinde Beyrut
rastlantıya kaldı yaşamak..
*
Gözünüz aydın, gözümüz aydın
bir yılda, Marsilya, Kuveyt, Beyrut, Şam
Fransızca
-----Arapça
-----papağanca
-----Kem hedi
-----hedi şekil
-----ahır kelam
-----ladömö komelya
-----mersi bokum
-----ne kötü kimseye bir şey anlatamamak
-----ne kötü uçup da konamamak
bizi Beyrut'ta Şam'da arama
Belgrad'dan ara bacanak..
*
Usta Nişka caddesinde Belgrad'ın
ev tuttuk, peşin verdik kirayı
sözcük sözcük
-----söke söke
-------yeni bir dil harmanı
-------kitap gibi önümüzde
-----bir yaşamın ormanı
-------''Burası son durak'' dediler
-------''bize inan, bize güven'' dediler
-------kış bastırdı Avrupayı, yollar kar
-------ama buluyor bizi bacanak
-------''Viyana'ya geçin'' diyen mektuplar.!
*
II
*
Dayanamadım bu çılgınlığa
çaldım Ankaranın elli yıllık mutluluğundan
çaldım Hitit güneşinin o ateşli yüzünü
Viyana'ya yolladım
ellerimin yarası güneşi tuttuğumdan
üşümüşse pürenle Taner
Güven ısıtsın diye.! (Sayfa: 27-30)


SEN MİSİN.?
*
Struga'da akşamdı, Ohri gölüne karşı
süzüldü karanlığa bu ışık
---ürperdi durgun sular
-----ses ateş oldu
------dürtü oldu bir yangının üstüne
--------sustuk mu, donuk donuk
----------düşündük mü, ölçü ölçü
------------silkinip zincirlerini koparan
--------------kanayan ne idi içimizde.?
*
İrkutsk'te ve Leningrad'da
Ruhi Su.!
Çumra'da ve orta bahçesinde Harbiye'nin
Ruhi Su.!
bir gölge tutsak, bir ses özgür
ulu salkım söğüdüm
---uzatmış da sonsuz boşluğa dallarını
-----ışıltılı güneşlerle öpüşür şimdi
-------ince mavi yapraklarında
---------kuraklığımıza, tomur tomur su.!
*
Ses misin
---ateş misin
---mağmadan kopup gelen al yumak
---söyle, sen misin.? (Sayfa: 31-32)


AL KANIMA GİREN ATAŞ
*
Güldeki özü vuran
---kanda ateşteki bu,
-----çocuğun gözlerini ilk kez
-------söküp karanlıktan kurtaran
---doğarken sabah sabah aydınlık
batarken akşam akşam alımlı
güneşteki bu.!
*
Alın
---götürün
-----gözümde yok
---sarılarla sarmaş dolaş
yeşillerle kucaklaşın
al kanıma giren ataş
kırmızıyı verin bana.. (Sayfa: 33)


YİTMEK
*
Terk edilmiş bir dağ evi ormanda
ürpertiye eşlik ediyor zaman
tutkularını yontuyorsun içlenerek
boşluğa büyüyen uğultularda.!
*
Beklentiler kır kekiği acısı
durgunluğun akışında eriyen;
umut
bir kanala aktarılmış su
ince ucunda
---altın güneşlerin yandığı
-----mavi salkım dallar bu suya uzanmıyor
-------oynamıyor gölgeler akıntıda.!
*
Çok ses var
---bilinirliği aşan
---nice çağrı,
buğday tarlasında vurulmuş serçe kuşu
samanyolunda eski
---sönük bir yıldız oysa
---artık uzanırlığı olmayan.
*
Büyüsün diye öbek öbek
yeşersin diye kır bayır daha
buraya mı sakladın göz yaşını
yitmek çok mu iyi uğultularda
yitmek bu sonsuz ormanda.? (Sayfa: 34-35)

PARÇALANMIŞ BİR AYNA
*
Sis mi yoğundu
-----biz mi özlemlere çarpıldık
---hangi bant'tı Türkiye'yi buralara uzatan
---gökten yanar taş mı düştü
-----toprak mı sarsıldı birdenbire
yoksa dipsiz bir kuyuya mı girdik Halit
ay nerde
-----bu karanlık ne.?
*
Ah dedik
-----aman dedik yıllarca
---aha da amana da
---dayanalım dedik yıllarca
---çalıştık çırpındık dile kolay
yedi yıl
---sekiz ay
-----yirmidört gün
---dile kolay
nedir bu başımıza gelenler Halit
otomobil yitik
yol yitik
ah dedik de Halit
aman diyemedik..
*
Al bu kanlı yağmurluğu üstümden Halit
bu kırık dökük eşyaları anama götür
resimler
---kasetler
---sıcaklığı değişmeyen mektuplar
kim dağıttı bunları Yugoslav toprağına
kaldır tümünü de ortadan
yol üstünde durmasın
parçalanmış bir aynayı yarim ne yapsın
anam ne yapsın.? (Sayfa: 36-37)


NEVRUZ
*
Saçaklarda ince uçlu buzlar yok
kar'a kar yağmıyor
---------------------deniz rüzgârsız
-----------------------dal uçları tomur tomur
-------------------------------mavi inciler düğümlemiş
----------------------------------toprak buram buram bugün
---------------------------------toprak gebe kadın gibi nazlı
-----------------------------------geriniyor
---------------------------------donanıyor
--------------------------------gülüyor
------------------------------uzun bir uykudan silkiniyor doğa
-----------------------------Melik Şah'ın kuramını bozmuyor
---------------------------Nevruz'u sultanlar bugün ehlibeyt
--------------------------seyahat'ı dervişandır bugün
------------------------sümbül sumak
----------------------sebze sarmısak
--------------------inancı kucaklayan kitap
------------------aydınlığın belirtisi ayna
yedi''sin'' var bugün soframızda ehlibeyt
soframızda sıcak terin ak ekmeğin simgesi
soframızda Halil İbrahim bereketi var.
*
Gözlemine uyduk müneccim başı
ulu bir alanda üç kez
-----ateşlerden atladık
----geceyi gündüz yapan doğaya uyduk
-----dünü bugün yapan dürtüye uyduk
----attık eskiyi, bir şarap vurgunluğu üstümüzde
---eskide yaşam bulan
yeniye başladık.
*
Nevruz'u sultandır bugün ehlibeyt
güneş koç burcuna girer bugün
yoksulun yolunmuşluğu biter bugün
adsızın unutulmuşluğu biter bugün
canlıların yaşamaya hakkı var
Nevruz bunun bilinmesidir
bir kadınla bir erkekten yaratılmış insanlar
kötülükler işlemiştir kanlı
kötülükler işlemiştir yakın ve acı
bu onun silinmesidir ehlibeyt
dünyamızdan kötülüklerin silinmesidir Nevruz.! (Sayfa: 38-40)


BASTONUMU VER BANA
*
Alma bu yıldızı, bu ışığı elimden
bırak bu boşlukta asılı dursun
karalara karşı durdum yorgunum
belalara boş geçmedim yorgunum
anla biraz, konuşayım, dokunma
öğren biraz sesleneyim dokunma
dokunma ne olursun.!
*
En azgın çayları
-----geçtim de geldim
sevgi pınar oldu
-----içtim de geldim
yandım Yunus gibi, Nazım gibi özledim
engellendim adım adım
---yadırgandım yalnız yalnız
-----öfke öfke suçlandım
-------nice bodur devler pusu kurdu yoluma
---------aştım da geldim..
*
Bu değirmen san un öğütmüyor
bu gürültü uykunu dağıtmıyor
nerde sıcak sevgilere kul olan başın
yazgılarla çoğalttığın sayılar
yalan-yanlış, birbirini tutmuyor.!
*
Yıldızı da al, ışığı da
kucakla yengiye biraz inandıysan
ses senin, öfke de senin aslında
karalara karşı dur da yorulma
yaprak yaprak soysalar da, kırılma
bastonumu ver, biraz donandıysan
bastonumu ver, artık yorgunum.! (Sayfa: 41-42)
DELENE KADAR
*
Yüzleri yüz mü, duvar mı
nereden edinmişler bu korkuları
gör de anla yüreklerini
gör de anla
bakışlarında kararan zamanı
oysa, akrebin de sıcaklığı var kendine göre
nasıl sürüklerler bu soğuk korkuyu
nerelerden akıp gelir bu kin
bak-bak
---ne güzel dikilmiş urbaları Şahin..
*
Yaralı kuşum,
---anasını ememeyenim
-----seni götürüyorlar
-------babasını göremeyenim
---Sema'yı Abdullah'ı hiç düşünmeden
-----yasaklanmış kitap götürüyorlar kamyonlar dolusu
sulu sepken yağıyor üstümüze şahin
alaca karanlıkta
Ziya Gökalp Caddesinden..
*
Apasaraycık'ta bitli, sıtmalı ve aç
Çumra ovasında gök yüzünü yorgan edinen
biti yasaklamadılar ki Şahin
açlığı yasaklamadılar ki bize.
*
İvriz'de kovalanmış bir uykunun cezası bu
Düziçi'nde tekmelenmiş bir korkunun cezası bu
onüç yaşındayken yasakladılar okulları sana
senden dört yaş büyük
''hapis olmak'' yasak değildi bana.
*
Sürer bu salkım saçak kötülükler
sürer bu kaynağı kuruyası acı
şimşek gibi bir el bu karanlığa girene kadar
sürer daha açlığımız, kitapsızlığımız
korkularla soluk alır yasaklar
şimşek gibi bir el, binlerce el
bu pis karanlığı delene kadar.! (Sayfa: 43-44)
GÖZLER
*
Git ara bakalım o kaynağı
yüreğinden başka yerde bulacak mısın
gözlerden geçer ilk acımasız oku vurgunluğun
gözlerin yarasıdır bu kan bu çocuk
gözlerin ürünüdür selvi boylu sevgiler
bir de bu duru ışık
içini parçalayan nice durgunluğun..
*
Sessizlik fırtınaları büyütür
---yangınları gecede
-----yanan kim, el mi ayak mı
---nasıl uzatırlar bunları kural diye
-----doğru diye bakışsız engelleri nasıl çoğaltırlar
kimdir bu sönmüşlüğün ustası önü karanlık
---inanma zamansız eskiyenlere
-----gözlere bak
---bakışsız baş gibi duranlara inanma
-----gözlere bak.!
*
Gözlerden geçer
-----yangınların çılgınlık fırtınası
---gözlere vurur
-----hava su ışık
git ara bakalım o kaynağı o gözü
belki de yüreğine yapışık.! (Sayfa: 45-46)

ÖLÇ
*
Uzan da ölç bu anlaşılmaz uğultuyu
---suskuda yeşeren derinliğe var
---zorun
-----bencilliğin
-------ve yalnızlığın tekmelediği
----------süslü bulvar adamlarının
-------nazik ikiyüzlülüğünde tokalaşan
-------diş yarası almış mutlulukları düşlemiyorsan
-----ölç derinliğini yaşama yürüyen özsuların
---ölç de yanılma.
*
Koşu atlarının burun derinliğinde yer bulan öfke
geceyi yırtan karşı konulmaz ışık
büyütme kara fırtınası boğuntuları
bir Şili dramını getirme önümüze
ölç derinliğini
---işliklerin
-----atölyelerin
--------fabrikaların
kaba görüntüsünde geleceği saklayan
ölç bilinmeyen gerçek derinliğini
bu karınca çokluğundaki adamların.
*
Göstergeler çatlamasın
-----bu aysız bozkırda
---ekranlar bozulmasın
-----bu kanlı acılardan
---iyi ölç yiğidim
-----gözümün bebeği
---kavruk çokluğum
yeniden kuşlar uçur Serez'in çarşısından
---yaralı kanatları çınar ağaçlarını boyamasın
dağlardan
---ovalardan geçsin yavruları
Karadenizde vurulmuş on beşler gibi
Taksim'de
bir Mayısta kırılmış kardeşler gibi.
İhanet fırtınalarına yakalanmasın. (Sayfa: 47-48)

AV
*
Sıcak sancıların uzağında kalanlar
alın bu sesi saklayın
bir av sürüyor yıllardır bu karanlıkta
oklanan sizsiniz canevinizden
gelin de bu avı yasaklayın
gelin de
bu karanlığı aklayın.!
*
Çözümsüz kaçışların bayramıdır sanılan
düşsel yalnızlıklara gömülmüşsünüz
soluğunuz yetişmiyor
-----uzayan sözcüklere
-----gök tanrı yerinde yok
---yer tanrı yer kollamış ölçünüz kadar
----çünkü siz hiç dünyası olmayan
yaralanmış bir av görünürsünüz.!
*
Durmuyor kan
-----ışığın buharladığı
---el
-----ayak
-------göz
-------uyar bu kaçınılmaz devinime
---kabuklar düşer
-----tüyler telekler düşer
ovadan dağdan gelir bir ince dürtü
yavru palaz anaç olur
kim karşı durabilmiş bu değişime.?
*
Sürek avıdır bu, sürer gider
avcılar yorulmaz, tazılar ürer gider
atmazsan kuytularda seni saklayan korkuyu
nice gözü pek
-----arzunun sarhoşu avcı
kuytularına girer gider.! (Sayfa: 49-50)

YANGIN
*
Bu nasıl yangın çocuklar
-----sulardan güçleniyor
-------kimler ekmiş bu tohumu
-----görünmeden büyüyor
---kaypak sözcüler içi boş kum torbası
-----yalancı gülücükler alevlerde belirgin
bu nasıl yangın çocuklar
------işliklerde izbelerde sarmaşık
----sahillerde kan portakalı
---volkandan mı kopup gelmiş
güneşe mi yürüyor
bu nasıl yangın çocuklar
içimizde yerleşip
dışımızda büyüyor..
*
Uykulu ahtapotum
-----arala şu kapakları da
---öyle bak
-----kararmış kömür ktüğüm
-----al bu ateşi de
---öyle bak
bitkin orospular mutluluk aramasın bu yangında
öyle bak
acıların deldik yüreğini öfke yaptık
öyle bak
öfkeyi doğurttuk bozkırın ortasında inim inim
karanlık izbelerde büyüttük oğul oğul
kırlarda koşturduk yana yana
sınıf yaptık
böyle bak
parti yaptık
böyle bak..
*
Bu nasıl yangın çocuklar
bu nasıl tohum
-----bu nasıl öfke
sarıyor dünyamızı görünmeyen dürtüler
sarıyor dünyamızı az bilinen sevgiler
bir alaca şafağı yaşıyoruz bir ırmağın önünde
geleceği örüyoruz tükenenin içinde
bu nasıl yangın çocuklar
görünmeden büyüyor
ilik ilik, damar damar
erkek erkek, kadın kadın
kav mı atmışlar eskimiş kütüklerden
yeni ocaklarda korlaşan gözler
yeniden yangınlara dökülüyor.. (Sayfa: 51-53)


NARİN KIZ
*
Ben doymadım, hiç doymadım
çocukları açlıklara siz yolladınız
bir adam yoklukları ölçüyordu
çok öfkeliydi
görünmeyen silahlarla gece vakti vurdunuz
kadınlar kınalı gagalı kuşlar gibi serpilmişti
buğday başaklarını topluyorlardı tarlalardan
yabani otlara eğilmişlerdi
---------------açtılar
ben gördüm, iyi gördüm
-----bir yürek acıyı nasıl duyarsa
---------------------öyle gördüm
kızarmış demir suya nasıl değerse
---------------------öyle gördüm
kurt düştü dört yaşındaki yeğenim
---------------------Narin kızın ağzına
çocukları bitmez açlıklara siz yolladınız
kurtlara böceklere siz yolladınız
doymadım ben
hiç doymadım
kanınızda hakkım var
suskunluğumuz sisli ağlayışlarda uzadı
aldırmadınız
mutfağınızda
mutluluğunuzda hakkım var.
*
Ben gördüm, Apasaraycık'lılar gördü
Alkaran'lılar belkisiz iyi bilir
Altın Ahmet ak süt emmiş altın gibi adamdı
usanmadınız
-----utanmadınız
yedi gün yedi gece bir izbede tuttunuz
yedi gün yedi gece aynı soruyu sordunuz
sedyeyle çıktı sağlam girdiği yerden
kan kustu
---yıldızları aradı gün ortasında
---ben gördüm
---iyi gördüm
---acı gördüm
kan kusmaya kan işemeye
açlıklara çocukları siz yolladınız
*
Ben doydum acıya, bunu hiç unutamam
çok doydum bencil yalnızlığa dostlar
bunu da unutamam
coşku sözcükleri beklemeyin
---çoğaltamam
---yalnızlık istemeyin
---kaçamağı emziren
sizden kopamam.
*
Lades değil mi umutsuzluk
hani şu korkunun anası
-----hani şu
---duyarlı yerlerimizi elleyen
çoğa akan ulu nehir sularında dinlenmediniz mi
Kerem gibi, Yunus gibi
yanık sevgilere vurmadı mı başınız
bu ırmaklardan beraberce aksak diyorum
bu değirmenlerde
---un ufak olmasak diyorum
oysa tuz pınarlarımız iğnelenmiş yara
oysa herkes bağırıyor
-----diğerini duymuyor
Narin kızlar yanıyor
---kimse duymuyor
onlar gönderiyor çocukları açlıklara
onlar el atıyor
bizim olan yıldızlara. (Sayfa: 54-56)

YILLARIN İÇİNDE
*
Bir odada bir kişi görüyorsunuz
su girmiyor, hava girmiyor
-----görüyorsunuz
''bu adam'' diyorsunuz ''kötülüğün sıtması''
istenmeyen bir ipi germiş iki duvar arasına
yasak ağaçları taşlamış
-----ölümü pahasına.
*
Okşuyorsunuz
suyu sağlam verilmiş
-----soğuk duruşlu
-------çelikten bir aracı
---siz misiniz şimdi vurmaya hazır
-----kan düşkünü
---siz misiniz şimdi vurduğunu düşüren
büyük avcı.?
*
Ne bir kuş konuyor pencereye
ne kapıda tomur tomur bir çiçek
neden siz oluyorsunuz içerdeki
beklemek neden yitiriyor
tel örgüler
soğuk duruşlu çelik araç
neden yitiriyor
yılların içinde anlamını.? (Sayfa: 57-58)

ŞİMDİ AĞLARSANIZ AYIP
*
Ağzının kenarında kuru kan
zamansız akışta dondurulmuş su
gözleri yok
gözleri bilinmezliğin içinde yitik
uyanmıyor kolları bacakları
alınmıyor ne yapsan geceden
öyle anlamsız bir olgu
öylesine derindeki uykusu..
*
O değildi uçurtmanın ipini tutan
çığlıkların içindeki eski yaramaz
o değildi babası işçi olan
umutsuzluğun kollarında Askerlik dönüşü
yaralı ve aç kurt gibi kıvranıp
bu fabrikada iş bulan.
*
Hızlı çarkların bilediği bıçak
yokların kavurduğu acılarda duranlar
sessiz bir yağmur gibi indi
derinden bir su gibi aktı zaman
ölülere ağladınız
---yüreğiniz kuş
---korkulara uğradınız
---temmuzunuz kış
---yitikleri çekti bir karanlık ip
---şimdi ağlamayın artık
-----işiniz var, işiniz zorlu
---kavganın burasında ağlarsanız, ayıp.. (Sayfa: 59-60)

BİTİRECEĞİZ
*
Bu metal gıcırtı
---boncuklanan ter
-----kamçı gibi uzanıp üstümüze
-----şaklayan sesler
-------bir şey istiyor
---bir şey götürüyor yüreğimizden
teke çoğuz
---yüksünmüyoruz ama
dönüyor zamanın eskiyen yuvasında
geceye boğulmayan bir ışık
---bizden yana dönüyor
pırıl pırıl yeni dişliler.
*
Bu fabrika, bu makinalar
---bir keskin göz ucu
-----hep iyi bakan
---bir becerikli el ki
-----hep iyi tutan
üretirken hırslı, sıcak ve terli
konuşurken açık
---aydınlık ve dilli
ana gördünüz mü
---ana gibi
oğul gördünüz mü
---oğul gibi
tek kişiye çalışırken ürkek karaca
ihanet etmiş sevgili gibi.
*
Bu gece vardiyası bitecek biliyoruz
belki yorgun ulaşacağız güneşli bir sabaha
öfkeyi türkü yaptık
suskun seslerimiz uzadı işliklerden kırlara
kaçamağın ve yanlışın
---çiçekli mutluluğunda değiliz
---bitireceğiz bu gece vardiyasını heyy.!
bitireceğiz.. (Sayfa: 61-62)

BİR GÜN
*
Uçlu bucaklı Karadenizde
Cide'dir biraz
uçsuz bucaksız sevgilere açık
kocaman yüreğinde güneşler açan
şu bizim Rıfat Ilgaz.
*
Maviyle kara
denizle koklaşan rüzgâr
yeşili avucuna almış Cide
defneler içinde yüzüyor
yoksunluk simgesi sarı yazmalar.
*
Tutun soluğunuzu içinizde
tutun yalnızlığınızı içinizde
ay Ağustos işte
---mevsim yaz
---gömülse de ucu karanlık bir yoksunluğa
silkinir acısından Cide'ler
güler bir gün Rıfat Ilgaz. (Sayfa: 63-64)

AĞRILARDA YİTEN SES
*
İzin vermeseydin bu sensizlere
enlemimiz böyle yoksunlaşmazdı
ökse otları çoğalmaz
tuzaklar alabildiğine artmazdı
erguvan kırmızısı tomurcuklardan
vurulmuş bir karacanın soluğu
kana bulanıp böyle akmazdı.
*
İzin vermeseydin bu sensizlere
eylemin ürünüdür derdik saygıya
varlığımızı tohumlayan güçtür derdik saygıya
eşitliğe ve erdeme varıştır
barışa, özgürlüğe uzanıştır derdik saygıya.
*
İzin vermeseydin bu sensizlere
şiiri bölüşürdük
ortak olurduk yaşamı çoğaltan sevgiye
evrensel insanı yoğururduk çağrılarımızda
yitmezdi bu çağlayan gürültüsü boşlukta
yitmezdi bu sesler ağrılarımızda. (Sayfa: 65-66)
MAHMUT
*
Sesleri duymuyorsun seni konuşuyorlar
gözlerin ışıklara yasak bölge mi
bir damladan göl yapmışsın
damar damar gül yapmışsın tartışmıyorlar
bu deniz hiç yalancı değil ama neden dalgasız
ağlamalarda duraksız ağlamalarda haydut
sen sürüklemedin mi bu öfkeyi uzak bozkırlardan
sen öğütmedin mi bu lavları Mahmut..
*
Güneş sarısı topraklarda oluşan asma
ovadaki buğday, bayırdaki ot
bilinmezliklerden yeşertti bir gücü
sana getirdi
okşadı sıcak sıcak, büyüttü yüceliğinde
sana getirdi bu patlamayı aman sıkı tut
sesleri duymuyorsun seni konuşuyorlar
kalk artık silkin artık uykucu Mahmut..
*
İguigue ocağından altı bin grevci işçi
altı bin patlamaya hazır dinamit
uykudayken öldürülür aysız bir gecede
yetişmez tahta ustalarının gücü, bunca tabut
nedensiz ellemiyorum ki ciğerlerini
nedensiz uzanmıyorum ki kan uykulara
aç gözlerini aç Mahmut.. (Sayfa: 67-68)

AYDINLIĞIN VAR SENİN
*
Alıyorum yüzünü ellerini geceden
sana bir seviyi çoğaltıyorum
zaman duruyor gibi neden
çocukların özgür ağlamasına
bir ırmak
---dağ yamacında sessiz
---bir yol
ulaşmıyor yalnızlığın dumanlı doruğuna
üstüne geliyorum
---soluğum orman uğultusu
---üstüne geliyorum
-----bu özümün tutkusu
boşluğa çivilenmiş bir ay uzatıyorum.
*
İtme beni
---geç kalsam da üşenmem
---böyle kırma
---her acıda neden seni çoğaltıyorum
---yitiklerin, o hiç tutulmayan kuş
---o hiç erişilmeyen gezgin uçurtma
---İsa kim, İsadan başlar
---yılgınlığın isimsiz bilmecesi
---itmelerine acınmıyorum inan
---kırmalarına ağrımıyorum inan
---en sivri yerlerine uzanıp
---ben o tırtılı kemiriyorum.
*
Sonu olmalı bu ıssızlığın
bu kör kuyunun bir sonu olmalı diyorum
hergün
---kaç yıldız sönüyor avuçlarında
yapraklarında
---bakırdan güneşlerin ışıdığı
bu umut selvilerini koparmak neden
itme beni gün uykuda acılıyım
kırma beni
---çok işim var
-----geç kaldım
süs olsun diye sivriltmedim bu bal öfkeyi
alıyorum bu ölü gövdeni geceden
üstüne geliyorum öfkem bıçak
üstüne geliyorum sevgim sıcak
seni sensizliğin içinden alıp
senin aydınlığına götürüyorum.! (Sayfa: 76-77)


BİR KÖK BİN DAMAR
*
İnsan sevdiği sürece insandır
bunu bil,
sevmediği zaman
---yol kenarındaki ot gibidir
-----bunu bil,
sevgiye son yok
---sınır yok
-----bir köktür insanoğlu
-------aşı tutmuş bin damar
yasak varsa sevmelere
---insan da yok
------bunu bil.! (Sayfa: 90)

Sohrâb Sepehrî (سهراب سپهری) (Sohrâb-i Sipihrî) - Sekiz Kitap, Bütün Şiirleri (Farsçadan Çeviren: Mehmet Kanar)

Rengin Ölümü (1951)   GECENİN KATRANINDA * Nicedir bu yalnızlıkta Suskunluğun rengi dudakta. * Bir ses çağırıyor beni uzaktan Ama ayaklarım ...