#RıfatIlgaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#RıfatIlgaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2020 Pazar

Rıfat Ilgaz - Yaşadıkça (Şiirler 1948)

 

Eli değnek tutar tutmaz
Çoban oldu;
Sardılar sırtına bazlamayı.
On altı yıl güne verdi karnını,
On altı yıl koyun güttü kavalsız.

*****

*

''Ama huy çıkar mı can çıkmayınca.!
Sakar öküz titretirken kuyruğu
Varıp başucuna sormuşlar,
Nedir son sözün diye;
Derimi yüzün de demiş, atıverin
Sarı ineğin üstüne..'' (Sayfa: 14)
*****
*
''Dedik ya bugün pazar
Belki bir genç arkadaşı
''İlk defa güneşe çıkardılar.''
İsteriz bütün dostlar aramızda olsun;
Kiminin Hanya'dan gelir selamı,
Kiminin Konya'dan.
Sandalımız geniş değil, ne çare,
Gönlümüz kadar.'' (Sayfa: 30)
*****
*
''Kerpiçtir evlerimiz,
Yatarız ahır sekisinde
Bir yanımızda karımız, çocuğumuz,
Bir yanımızda çiftimiz, çubuğumuz.
Tezek yakarız odun yerine;
Sac üstünde saman yakarız,
Gaz yerine.
Düğün olur, dernek olur,
Kâzım'ın gırnatasında aynı hava:
''Ankara'nın taşına bak''..'' (Sayfa: 34)
*****
*
''Nefes aldı ak gömlekli hekim,
Sonunu tatlıya bağlayacak;
Adamakla mal mı tükenir:
''Hepiniz kurtulacaksınız, çocuklar,
Döneceksiniz kanlı canlı evinize.
Gençleriniz asker olacak,
Doğacak nur topu çocuklarınız.
Kiminiz tarlasına dönecek,
Kiminiz tezgâhına.
Sanmayın şifası yok bu hastalığın,
Tıbbın elinden ne kurtulur.''
Biliyoruz, kurtuluş yok..
Yine de kesmiş değiliz umudu
Atomu darmadağın eden zekâdan.
İniyor ak gömlekli hekim kürsüden
Alkışlanır böyle vaat edenler,
Biz sade öksürüyoruz.'' (Sayfa: 41)
*****
*
''Sanma soyca hoşlanmıyoruz çiçekten;
Güle değil,
Gül düşkünlerine bizim hıncımız.'' (Sayfa: 55)
*
''Yaşamak için iştahını artıracak
Şiirler vereceğim sana
Ne istersen bulacaksın içinde'' (Sayfa: 56)
*****
*
''Uyu benim maviş kızım.
Dem geçecek, devran geçecek,
Keloğlan muradına erecek,
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.!'' (Sayfa: 60)
*****
*
''Yaşamaktayız aynı çatının altında
Daha mahzun, daha hesaplı.
Rahat günlerin işçisi olacaktık,
Rahat günlerin şairi:
Bir çift sözümüz vardı
Nar çiçeği, gül dalı üstüne.!'' (Sayfa: 66)
*****
*
''Komşuya düşer dedikodusu elbet
Kitap yüzünden yatanın;
Böylesi hiç geçer mi gazeteye,
Yıl 1944.'' (Sayfa: 68)
*****
*
1944 yılındasın, yanlışın yok,
Kıştı girdiğin, temmuz ortasındasın.
Emirle de olsa açıldı ya
İşte demir kapılar ardına kadar,
Dışardasın.!
*
Tepende ne zamandır unuttuğun güneş,
Liman bildiğin gibi yerli yerinde
Hazır Karadeniz seferine şu vapur,
Şu mavna Haliç'ten geliyor.
Poyrazdır bir uçtan bir uca esen
Çekebilirsin ciğerlerine.!
Bu ses fren gıcırtısıdır,
Durdu Beşiktaş tramvayı durakta.
Gidemezsin, elinde değil;
Emrindesin insanı hiçe sayanların.!
Bir liseli talebeyle vurulu bileklerin
Kırk mahkûmun sürüklediği zincire. *
Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak,
Kitaplar, suç ortağınız.!
1944 yılındasın, yanlışın yok,
Doğrudur dağıldığı esir pazarlarının,
Tek forsa kalmadı kalyonlara çakılı,
Roma sirklerinde atılmıyor köleler,
Aç aslanların ağzına.
Çoktan yerle bir ettiler Bastil'i
Kenar mahalleliler.
Özgürlük şarkısıdır söylenen Volga boylarında.
Ne Taif'tesin, ne Magosa zindanında,
Yalnız namı kalmıştır kaleme alanın
"Vatan Kasidesi"ni
Seviyoruz her zamandan fazla Fikret'i
Yeni anlaşıldı manası "Millet Şarkısı"nın
Aynı "Sis"tir memleketin üzerindeki.!
Bugün de vaktinde çıktı gazeteler
Geçti ilk sayfalara Beşiktaş cinayeti,
Ismarlama yazıları üstat kalemlerin,
Taksim'deki ziyafetten resimler.
Çeyrek saat uzaktasın, çok değil,
O meşhur Babıâli'den
Tek satır yok sayfalarda
Bu zincirleme tutsaklık üstüne.
Çekildi dış kapıdan demir sürgüler,
Tuttu süngülüler yolları,
Topyekûn himayesindeyiz zincirlerin.!
***
Dip Not: *Almanlarla siyasi münasebetlerin kesildiği günlerde, cezaevini boşaltmak için sık sık denemeler yapılıyordu. Bu deneme vesilesiyle vakitli vakitsiz, koğuşlarımızdan çıkarılıyor, cezaevinin daracık bahçesinde itile kakıla sıraya sokuluyorduk. Çift sıra dizilen mahkûmların arasına uzun bir zincir uzatılıyor; birinci sıradakiler sağ, ikinci sıradakiler sol bileklerinden, bu zincire bağlı kelepçelere vuruluyordu. Bu suretle birbirine bağlanmış 40-60 kişilik kafileler, süngülerin nezareti altında sokaklardan geçirilerek teşhir ediliyordu. Disipline riayet etmeyenleri, cezaevi müdürünün vurmaya salahiyetli (yetkili) olduğu, günlük emir olarak okunmuştu. İşin en garip tarafı, bu zincirleme kafilelerin komutanları, mevkuf (tutuklu) bulunan Turancı subaylardandı. (Sayfa: 74-77)

24 Ekim 2020 Cumartesi

Rıfat Ilgaz - Sınıf (Şiirler 1944)

 



Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak
Kitaplar suç ortağınız
*
Rıfat Ilgaz
*****
Rıfat Ilgaz'a reva görülen mahpusluk, toplam olarak, 
5 yıl, 5 ay, 25 gün.
Rıfat Ilgaz, ilk kez, 1944 yılının Mayıs ayının 24'üncü gününde tutuklandı. Yargılaması tutuklu olarak yapıldı. 
6 ay cezaya çarptırıldı. 
Bu cezanın nedeni Sınıf adlı şiir kitabıydı.
Bu şiir kitabına ilişkin ''Esbabı Mucibeli Hüküm'' yalnız her hukukçuyu değil, her aydını da düşündürecek nitelikte. Yalnız hemen belirtmek gerekir ki, hükmü veren mahkemenin bir üyesi hukukçu, öteki iki üyesi askerdir. (Sayfa: 6)
*****
*
''1940'lı yıllara varıldığında, bir ateş çemberi ile çevrili ve sosyal sorunların burgacında kıvranan Türkiye'de, Cumhuriyet şiirinin üç büyük odak noktasından biri olan ''millici şairler'', kuru bir yurt güzellemesinin sığlığı içindedirler; ikinci odakta Yahya Kemal, ''Hülya tepeler, hayal ağaçlar''la oyalanmaktadır. Üçüncü odağın başındaki Nâzım Hikmet, büyük bir çığır açmıştır ve düzeni sorgulamaktadır. Ne var ki, tehlikeli bir iştir yaptığı ve o yüzden toplumla ilişkisi koparılmıştır, hapishanededir.
İşte bu ortamda, genç şairlerin bir bölümü ''Garip çizgisi''nde, şairanelikten uzak, ''küçük adam''ın sorunlarına eğilirken; ''1940 Kuşağı'' adını alacak bir başka bölümü, Nâzım Hikmet'in açtığı yoldan ilerleyerek bir başka şiir dünyası yaratırlar: Sosyal yanı ağır basan ''toplumcu gerçekçi'' bir şiir anlayışıdır bu. A. Kadir, Niyazi Akıncıoğlu, Ömer Faruk Toprak, Suat Taşer, Cahit Irgat, Mehmet Kemal, Arif Damar gibi şairlerin oluşturduğu topluluğun en önemli adlarından biri de Rıfat Ilgaz'dır.''
(Sayfa: 22-23)
(..)
''Çekinmeden söylemeli de: Nâzım Hikmet'in arkasından, Türkiye'de ''İnsan Manzaraları''nı Rıfat Ilgaz'dan daha hünerli sürdüren ve zenginleştiren bir başka şair çıkmadı, diyebiliriz.
Akan zamanın edebiyattaki yasasıdır: En başta şiiri eskitir. Bu satırları yazmadan önce, şairimizi yeniden okudum. Eskimeyen bir şey var Rıfat Ilgaz'da. Gerçekliğin sürgit haklı çıkarmasında mı aramalı onu; yoksa şairin duyarlığında ve ''yürek işçiliği'' dediği
sanatsal gücünde mi.?
İkisinde birden, diyeceğim.'' (Sayfa: 24)
*
Strasbourg, 1 Ocak 2003
*****
''Dâva konusu şöyle bir fıkraydı: Sarhoşun biri Taksim-Talimhane arasında gidip gelirken sözde hükümete sövüyor ve içine bilmem ne yapacağını söylüyor. Bunu yakalıyorlar. Tabii başlıyor ben hükümete hakaret etmedim, demeye. İttihat Terakki hükümetiydi, yok Abdülhamit hükümetiydi diyerek kendisini kurtarmaya çalışıyor. Ama polisler diyorlar ki 'Ulan çok zorlanma, hangi hükümetin içine bilmem ne yapılacağını biz biliyoruz.' Mahkemede okunuyor bu yazım. Mahkeme heyeti ve stajyerler katıla katıla gülüyorlar. Ciddiyet kalkıyor. Bir tek savcı gülmüyor. Yazıda hükümete hakaret olduğunda direten savcının savını bir iki oturum sonra kabul ettim. Hakaretin iktidardaki hükümete yönelik olmadığını kanıtlayınca beraat ettim. Böylece karar ''emsal'' olarak kaldı.'' Sayfa: 26)
*****
*
Yoklama defterinden öğrenmedim sizi,
benim haylaz çocuklarım.!
Sınıfın en devamsızını
bir sinema dönüşü tanıdım,
koltuğunda satılmamış gazeteler..
Dumanlı bir salonda
kendime göre karşılarken akşamı,
naneşekeri uzattı en tembeliniz..
Götürmek istedi küfesinde
elimdeki ıspanak demetini
en dalgını sınıfın.!
İsterken adam olmanızı
çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
palto, ayakkabı yüzünden.
Kiminiz limon satar Balıkpazarı'nda
kiminiz Tahtakale'de çaycılık eder;
biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı,
tereyağındaki vitamini
ve kalorisini taze yumurtanın.!
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta,
çevresini ölçtük dünyanın,
hesapladık yıldızların uzaklığını,
Orta Asya'dan konuştuk
laf kıtlığında.
Neler düşünmedik beraberce
burnumuzun dibindekini görmeden
bulutlara mı karışmadık.!
''Hazan rüzgârı''nda dökülmüş
''hasta yapraklar''a mı üzülmedik.!
Serçelere mi acımadık, kış günlerinde
kendimizi unutarak.!
*
(1943) (Sayfa: 35-36)
*****
*
''Benim bilgili, becerikli çocuğum,
kalktığın zaman tahtaya
yüzünün kızarması neden.?
Ayağında sağlamca bir pabuç
sırtında bir ceket yok diye mi.?
Ne var bunda sıkılacak,
utanmak bize düşer çocuğum.!''
*
(1943) (Sayfa: 39)

22 Ekim 2020 Perşembe

Rıfat Ilgaz - Yarenlik (Şiirler 1943)

 


Arka Kapak:
*
''Çağın gerçekleri, sorunları içinde tarihsel görevinin bilincine varması gereken bir şairin eylemi söz konusudur bugün. ..Her yeni çağ aşağıdan yukarıya doğru itilerle oluşup gelişirken, toplumla içli dışlı olması gereken şair de gerçekçiliğin yeni biçimlerini yaratmaya itilmektedir. Şair toplumu değiştirme, oluşturma çabası içinde kendisini de değiştirip oluşturacaktır. Bu gerçeği Brecht'le birlikte yineleyebiliriz:
'Her yeni çağ gerçekçiliğin yeni biçimini ortaya koymak zorundadır.'
Şairin amacı, bu gerçekleri öğrenmekle bitmiyor. Bunları yapıtına bilgi olarak koymak, şairi sanat dışı gereksiz çabalara götürür. O, bu gerçekleri içeriğine uygun bir biçim içinde yansıtmak zorundadır. Şair, coşku ve hayranlık yaratan kişidir. Bu coşku ve hayranlık, benzer koşullar içinde yaşayanlar arasında mümkündür. Bir şiirin etkileyici ödevi, bu koşulların içindekilerle yüz yüze geldi mi başlar. Bu bakımdan şair yan tutan kişi sayılır."
*
Rıfat Ilgaz


Bu Saatte
*
Pencereler bizimdir bu saatte
uykumuzu işçilere bıraktık
uyandırmayalım erken kalkacakları.
Sahibiyiz bu saatte denizin,
gökyüzünü genişletmek elimizde
çıkmaz yıldızlar sözümüzden.
Herkes yatağından memnun bu saatte,
her zamanki ziyaretinde ölüler
-düşünmüyoruz onları şimdilik-.
Başka şeyler düşünülür bu saatte,
daha açık bahsedilir yaşamaktan.
*
(1940) (Sayfa: 7)
*****
Ayna Karşısında
*
Yabancı değiliz şüphesiz,
kadehlerin müjdelediği serinliğe,
bu akşam da içelim, kendimiz için.
Böyle bitmesini istemezdik günün,
bir beklediğimiz vardı aydınlıktan.
Gün sonudur, yabancı kalmayalım
huylarını değiştiren eşyaya.
Gel, değmeden birbirine ellerimiz,
sen günlük işlerinden konuş,
ben sana masallar anlatayım
gelecek günlere dair.
Sonunda anlaşırız dostum,
gecemiz beraber geçecek nasıl olsa,
hele gün silinedursun yüzünden.!
*
(1940) (Sayfa: 8)
*****
Yarenlik
*
Günümüzü gün etmek için
şöyle bir demlenelim deriz,
dert olur bize,
meyhanecinin kazanç vergisi
ve garson Nuri'nin
Nüfus'taki işi..
Tatlı tarafından açmak isteriz
söz döner dolaşır
işten el çektirilmesine dayanır
dokuz nüfuslu gümrükçünün.
İkinci şişede,
kızını baş göz etmek için
hayırlı kısmetler araştırır,
Heybeli'de yatan oğluna
çıkar çıkmaz iş buluruz
bir dikimevinde.
En küçük kızını
bizim kahvenin gediklisi
bir arkadaş tavsiyesiyle yazdırırız
yatılıya.
- Hep tanırız Maarif'teki
Mürteza Efendiyi..
Her kalem dönüşü,
orta şekerli kahve içer
bir de sermayesine nargile.-
Şişeler, irili ufaklı şişeler,
saf saf dizildikçe karşımıza,
sen, boşta gezen Ali Beye
İnhisar'da iş bulursun,
yahut şeker fabrikasında.
Bense kızının yaşını düzeltir
çıkarmadan kâğıtlarını askıya
bir gün içinde kıydırırım nikâhını
belediye tahsildarı Ahmet'le..
- Temiz çocuktur doğrusu.-
Bir miras işinden sonra
Evkaf'tan ayrılan Niyazi'ye
bir matbaa açtırır,
başlarız gazete çıkarmaya..
Kalemi kuvvetlidir Niyazi'nin
başmakale yazabilir,
sen gönül işleriyle uğraşır,
bense sütun sahibi olurum,
dünyanın gidişine boş verip
havadan sudan konuşmak için.!
Her ay mektebin yolunu
nedense değiştiren Reşat'ın,
1932'den kalma mesken bedelini,
hemen bir istida ile
Bolu'dan aldırıverirsin.
Girmişken işler yoluna
bırakmaya gelmez arkasını.
Hele sen garsona seslen
bir şişe daha getirsin,
sonra kapatsın şu radyoyu
sırası mı şimdi ajansın.!
*
(1941) (Sayfa: 10-13)
*****
Merhamet
*
İşte gittiğimiz günler
alacakaranlıkta,
kimseyi rahat yatağında uyandırmadık.
Bizi uyutmadıkları çok oldu
çaylarında, nişanlarında,
zorla caz dinledik,
kızmadık, mezhebi geniş insanlarız,
yine vaktinde bulunduk iş başında.
Yorgun döndüğümüz akşamlar
arabasında yer gösteren oldu,
utandık türkülerini söylemekten.
Nafakamızı sattılar önümüzde,
sakladılar yağımızı, peynirimizi,
rızkımızdan para kazandılar
hoş gördük.
Gün oldu
nar gibi kızarmış ekmekleri bekleyen
tezgâhtarı bile kıskanmadık.
Nar mı yetiştirmedik kavak ağaçlarında
-hem de kafamız kadar-.
Bir koyundan üç deri çıkardık,
minnete geçmedi.
Acıyan bulunmadı değil halimize
gazetelerde kaldı merhametleri,
kitaplara geçti;
bizim merhametimiz lâfta kalmayacak.!
*
(1941) (Sayfa: 14-15)
*****
İşte Böyle Azizim
*
Seninle sanatoryumda tanışmıştık,
- O günler bir türlü unutulmuyor-
ne tatlı sigara içerdik biliyor musun
hemşirelerden saklı.?
Sonra bir yolculuktan söz açar gibi
tatlı tatlı ölümden konuşurduk.
Gelmediği için o günlerde tahsisatın
az kaldı taburcu edeceklerdi seni;
sonunda para bulmuştun yatmaya
velâkin zaman bulamadın.
- Bir gün çıkarsın diye adresini de almıştım.-
Hani vaktinde gitmedin değil,
kötüleşti dünyanın hali,
En güzeli işin
peşinde çoluk çocuk bırakmadın.
Kış geliyor, karakış
ne soba var, ne bir dirhem odun
işleri sorarsan eskisinden sıkı
ve aldığımız para malum.!
Yaşamak zor azizim,
sağ olsaydın eğer
nasıl bulacaktın her gün,
sütü, taze yumurtayı, pirzolayı.?
Çok şükür bunlara kalmadı ihtiyacın.
Biz hâlâ öğrenemedik
senin kadar olsun,
etsiz, ekmeksiz,
parasız, pulsuz yaşamayı.!
*
(1941) (Sayfa: 16-17)


Alişim
*
Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim.!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zilelinin gitti ayakları.
Yazıldı onun da raporu:
"ihmalden.!"
Gidenler gitti Alişim,
boş kaldı ceketin sağ kolu..
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
Anlar işin iç yüzünü.!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
ağanın davarlarına geçer..
Kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğazı tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim
sol yanın sevdiğini.
Ama kızlar da, emektar sazın gibi,
Çifte kol ister saracak.!
*
(1941) (Sayfa: 20-21)
*****
*
Üç odalı bir ev kiraladığım gün,
kurtulacak kitaplarım
merdiven altındaki şeker sandığından.
Belki de gün geçtikçe,
tabanında halı döşeli
bir kitaplığım olacak.
Benden söz açıldı mı
önce kitaplarımın sayısı söylenecek
sonra baremdeki derecem..
Bense her şeyden uzak,
kitaplarımın ortasında kendimi unutacağım.!
Evde bulunmadığım günler
"Meşgul.!" diyecek beni soranlara
güler yüzlü hizmetçim.
Başka bir gün masamın başında
en kalın kitabımı okur görünürken
bastıracak misafirlerim..
En yakın dostumun bile
dalgın dalgın bakıp yüzüne
adını soracağım.!
Çıkarırken gözlüğümü
eski mahalle arkadaşıma
"Nerede tanıştıktı,
yabancı gelmiyor yüzünüz.?" diyeceğim;
dalgınlığım onları güldürmeyecek.
Sorarlarsa dünyanın gidişini
duvardaki büyük adam resimlerine bakarak
Eflâtun'dan satırlar okuyacağım.
*
(1941) (Sayfa: 33-34)
*****
*
Daha beş ay geçmeden
üstünden ilk istidamın,
nasıl oldu da girdik Heybeli'ye.!
Demek bu yıl da kendini gösterdi
yaprak dökümü,
erken boşaldı yataklar.!
Nerden de tutulduk bu derde,
ne kuruntuya verdim kendimi,
ne karasevda geçti başımdan.!
Temelimiz çürükmüş, anlaşıldı,
bu kadar dayanabilirdi sıkıntıya
seferberlik ekmeğiyle büyüyen..
İş girinceye kadarmış
ne çabuk da unutuldu
kalemden kaleme koştuğumuz günler
ve sıra beklediğimiz kapılarda..
Rahatız,
ne odun kömür derdi kaldı,
ne tarhana bulgur düşüncesi..
Kötü şeyler getirmeden aklımıza
bol bol öksürüyoruz.
İştahımız olmasa da,
yine bekliyoruz akşam yemeklerini.
Ve kuvvet şurubunu,
eski günleri hatırlayarak
çekiyoruz şifa niyetine.!
Bir hırkaya bir lokmaya kaldık,
hele dostlarım sabırlı olsun
şöyle sırtüstü yatarak
biraz da biz yaşayalım
ekmek elden su gölden.!
*
(1942) (Sayfa: 47-48)
*****
*
Her yeni çağ aşağıdan yukarıya doğru itilerle oluşup gelişirken, toplumla içli dışlı olması gereken şair de gerçekçiliğin yeni biçimlerini yaratmaya itilmektedir. Şair toplumu değiştirme, oluşturma çabası içinde kendisini de değiştirip oluşturacaktır.
Bu gerçeği Brecht'le birlikte yineleyebiliriz:
'Her yeni çağ gerçekçiliğin yeni biçimini ortaya koymak zorundadır.' (Sayfa: 49)
*****
*
''Sanatkâr, her şeyden önce muhitini, cemiyetini kavrayabilecek ileri bir düşünce sistemine sahip olmalıdır. Ancak bu seviyeye ulaşan sanatkârlar, kendinden beklenileni verebilir.''
*
(Yürüyüş, sayı 7-8, 9 Eylül 1942) (Sayfa: 51)
*****
*
''..Ilgaz bu şiirlerden hiçbirini kitaplarına koymaz. Hatta, üzerlerine sünger çeker: ''Belki üç kitaplık şiirim vardı. Bunların en mühimleri Oluş ve Varlık dergilerinde çıkmıştı. Bunları ne zaman derlemeye kalksam onlarda bir yapmacık taraf, bir bizden olmayan ve bizi ifade etmeyen tarafın mevcut olduğunu hissediyorum. Bu şiirler daha ziyade aylak sınıfın, geçim derdinden azade (hür) insanların hoşuna gidiyordu. Bizden olmayanların zevkine gayrışuuri (bilinçsiz) olarak yaptığım hizmetin reaksiyonunu geç de olsa duyabildim. Bazı burjuva münekkitlerinin (eleştiricilerinin) ve antoloji derleyicilerinin hoşuna giden bu şiirler, benim gözü bağlı yaşadığım yılların en canlı ifadesidir.'' (Baştan, 14.9.1948) 
(..)
''Günden güne bilinçlenmeye, kendi deyimiyle, ''artık kimin için ve ne için yazdığını fark etmeye'' başlar.
Bu bilinçlenme şiirine de yansır. Ilgaz, bireysel şiirden hızla toplumsal şiire geçer. Üstelik, bu geçiş tatlı bir dönüşüm biçiminde değil, keskin bir sıçrama biçiminde gerçekleşir. Ilgaz, geçmişiyle bağlarını koparır. Yeni bir görüş ve davranışla karşımıza çıkar. Sanatında enikonu bir devrim yapar.''
(..)
''...
Sessiz sedasız göçtün aramızdan;
Ne ölümün geçti gazeteye
Ne dokuz göbek soyun.
...
Bu parçada iki karşıt durum bir arada veriliyor: Bir yanda yoksul bir kişinin ilansız ve törensiz sönüp gidişi belirtiliyor; öbür yanda da varlıklı kişilerin gürültülü ve tantanalı ölüşü. ''Dokuz göbek'' deyimi bizi hem gülümsetiyor, hem de öfkelendiriyor. Ilgaz kendisi isyan etmediği gibi okurlarını da isyana çağırmıyor. Fakat, olayları o şekilde yansıtıyor ki, okurlar kötülüğe başkaldırmak gereğini duyuyorlar. Böylece, Ilgaz sanat anlayışına ve yaradılışına en uygun yöntemi bulmuş oluyor. Şiirini nutuk, nesir ya da öğreticilik (didaktizm) çukuruna düşmekten kurtarıyor. Bilindiği üzere, toplumcu şairler çokluk bu çukura düşmekten kendilerini alamaz ve şiiri yitirirler.'' 
(..)
''..Hasan İzzettin Dinamo, İlhami Bekir, A. Kadir, Suat Taşer, Ömer Faruk, Niyazi Akıncıoğlu, Enver Gökçe, vb. gibi o da Nâzım Hikmet'in açtığı toplumcu-gerçekçi yolda yürüyor. Ama, bu yolun kimi yolcuları gibi onun salt izleyicisi olmuyor. Kendine özgü bir tutum ve üslup yaratıyor. Bu bakımdan, denebilir ki, N. Hikmet'in etkisinde kalmayan ya da en az kalan iki üç şair varsa, bunlardan biri Ilgaz'dır.'' (Sayfa: 53-57)
*****
*
''Hemen bütün şiirlerinin mevzuu, kendi küçük dertleri, arzuları. Ama hayret.! Bunların hiçbiri sadece Rıfat Ilgaz'ın dertleri değil.. Hepsi, hepsi geniş bir kitlenin, bir insanlığın dertleri. Sosyal şiir nedir diyenlere bu kitabı göstermek lazım. En şahsi, en hususî (özel) şeyler nasıl cemiyetin (toplumun) malı olabilirmiş, insan kendi hasis (cimri) dertlerinin dışına nasıl çıkar ve onları nasıl biraz yukardan, dudaklarında hazin bir tebessümle (gülümseme ile) seyredebilmiş.. En basit kelimeler, en özentisiz tasvirlerle nasıl hayat dolu tablolar, koskoca bir cemiyet parçasını aksettiren manzaralar çizebilirmiş. Bütün bunları Rıfat Ilgaz'dan öğrenmek kabil (olası). (..)
Bana sanat heyecanı ile dolu saatler yaşatan, insanlığın dertleri hakkında gözümde yeni ufuklar açan şaire bütün kalbimle teşekkür ederim.
*
Yurt ve Dünya, Nisan 1943 (Sayfa: 65)
*****
*
''Bu toprakların eziyetlerini ve cefalarını kendininkilerden, ferdin hodbin (bireyin bencil) endişelerinden üstün tutan Rıfat Ilgaz, büyük bir vatanperverde bulunması gereken bütün vasıfları taşımaktadır.
Gerçek manasıyla şiir, yalnızca kafamızla değil, kalbimizle de sevmekten kendimizi alamadığımız şiir değil midir.? Öyle sanıyorum ki ''Yarenlik''in, alışılmış bütün estetik kalıpların dışında, insanı büyüleyen sihri buradan geliyor.''
(Sayfa: 69)
*****
*
''Rıfat Ilgaz; halk-şairi, köy-şairi olmak gayretinde değil, fakat kendisi halktan olduğu için, halkla beraber yaşadığı duyduğu için ve sanatının da ehli olduğu için şiirlerinde temiz, güzel bir dil, halkın dili beliriyor ve Rıfat Ilgaz ''halka inmek'' gayretinde olan, zoraki köy şiirleri yazan, halk şiirlerinin kalıbını alarak halk şairi olduklarını sananlardan çok daha fazla, onların erişemeyeceği kadar, bugünün halk şairi oluyor. Gerçekten bildiği, samimi olarak duyduğu mevzuları işleyen sanatkâr, eğer sanatkâr ise, mevzuuna en uygun şekli bulur ve bu şekil sadece bir kalıp olmaktan çıkar. Muhteva ile şekil ayrılmaz bir surette bütünleşir. Rıfat Ilgaz böyle bir şairdir.'' (Sayfa: 70)
(..)
''Rıfat Ilgaz müreffeh (varlıklı) bir zümrenin (kesimin) değil, fakat bir günden öbürüne yaşayabilmek için didişen, böyle üzüntülü günlerin akşamında, bazan, ''gününü gün etmek için, şöyle bir demlenen'' halkın şairidir. Onun için şiirlerinde gül, bülbül, berrak sema, mavi deniz, kalp ağrıları yok. Hayatın daha karanlık, daha hüzünlü taraflarının akisleri (yansımaları) var. Bununla beraber şiirlerinde hayatı kötümser bir ruh hali de sezilmiyor. Şair isyankâr da değil. Kendisini hadiselerden biraz uzağa çekiyor ve hayata karşıdan bakarak gülebiliyor; alaylı olmakla beraber halden anlayan, şefkatli, müsamahalı (sevecen, hoşgörülü) bir gülüş, acı, yakıcı bir istihza (alay) değil.''
*
Adımlar, Mayıs 1943 (Sayfa: 71)
*****
*
''Şair Rıfat Ilgaz, Babıâli'nin ne tıka basa doymuş etrafı toz pembe gören toklarından, ne de kendini darı ambarında sanan açlarındandır. O, halkla beraber çektiği ölüm kalım savaşının bütün mücadele safhalarını mısralaştırmakta, destanlaştırmaktadır. Onda hayat mücadelesi destanından pasajlar buluruz. ''Yarenlik'', içinde yaşadığımız devrin hakiki şiir örneklerinden biridir.'' (Sayfa: 74)
*****
*
''Halkın diliyle konuşan, halkın nüktelerini duyuran, bize her şiirinde, en acı şeylere karşı bile dudaklarındaki derin ve mânalı gülümsemeyle görünen Rıfat Ilgaz'dan çok şeyler bekliyoruz. Bize İstanbul'un her yerini ve her şeyini, pek iyi bildiği Anadolu'yu, Anadolu'nun acılarını, isteklerini sanırım ki çok güzel duyurabilir. O, bir saltanatın şiirini terennüm etmiyor (dile getirmiyor), halkın derdini dert ediniyor. Bütün memlekete yayıldığı gün, lâyık olduğu değeri bulacaktır. Bende bu köklü ümidi yaratan da bu küçük, büyük kitaptır, Yarenlik'tir. Rıfat Ilgaz'ı bu mazhariyetinden (erişmesinden), bu kudretinden (yeteneğinden) dolayı tebrik ederim.'' (Sayfa: 76)
*****
*
''Aylak sınıf şairlerinin çizdiği İstanbul tablolarıyla, Rıfat Ilgaz'ın İstanbul tabloları arasındaki tezatlar (karşıtlıklar) günde on dört saat alın teri döken kol ve kafa işçisinin -ki 15-16 milyonu bulmaktadır- sofrası ile mirasyedi vurguncu sofrası arasındaki tezatlara benzer.'' (Sayfa: 78)
*****
*
Elim birine değsin,
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım.!
*
19-XI-1991
Rıfat Ilgaz (Sayfa: 88)

16 Aralık 2019 Pazartesi

Rıfat Ilgaz - Karartma Geceleri

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Karartma Geceleri 1944'lerin İstanbul'unda, Alman faşizminin azgınlaştığı, dünyayı ateşe veren savaşın kapımıza dayandığı günlerde, hakkında iki tutuklama kararıyla İstanbul sokaklarına sığınan bir devrimcinin serüven dolu yaşamını anlatıyor.
Karartma Geceleri, Rıfat Ilgaz'ın anılarından kaynaklanır ama, bir anı-roman değildir. Anılar harmanlanıp bir zaman kurgusunda yeniden oluşturulmuştur.
Yurdumuzda ve uluslararası yarışmalarda birçok birincilik ödülü alan Karartma Geceleri'nin filmi de romanı kadar büyük bir ilgi görmüştür.

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Bunlar öyle küçük insanlıklardı ki, anlamını ancak bu cezaevlerinden gelip geçenler bilirdi. Sözgelimi, kapısız bir helanın önünde bir nöbetçinin arkasını dönüp dikilmesi bile bu tür insanlıklardan biri, belki de en önemlisiydi.(Sayfa: 8)
#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Sınırların ötesinde kalan uygar bir dünya, şimdi, aydınların boğazlandığı bir tutsaklar ülkesiydi. Bu topraklar üstünde kelepçe vardı, türlü işkenceler de vardı ama, henüz ölüm kampları, fırınlar, kurşuna dizilmeler yoktu. (Sayfa: 10)
***
"..Bir şair üzerine düşen işi yapmalı.
(..)
"..Aylığımız kaç lira bugün.? Seksen üç lira seksen beş kuruş.! Şurda, tramvay deposunun karşısında karnesiz ekmek satıyorlar, torbalar içinde. Tanesi.."
"Bir lira. Aldım geçen gün.!"
"Demek seksen dört ekmeğe öğretmenlik yapıyoruz."
"Buğdayımızı Almanlar'a veriyoruz, savaşa katılmamak için.."
"Savaşa girmemek için haraç.! Ama Hitler'i bize savaş açmaktan bu buğday alıkoymaz. Koşullar gerektirmesin yoksa.!" (Sayfa: 26)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

".. Ben henüz solcu olup olmadığımı bilmiyorum kesin olarak.Bildiğim bir şey varsa ezilen halktan yana oluşum. Halkın çektiği sıkıntıların benim çektiklerime tıpatıp uygun oluşu. Kurtuluşumu da halkın kurtuluşunda görüşüm. Bu birkaç düşünce kırıntısı solcu olmam için yeterse kendimi hiç de temize çıkarmaya çalışacak değilim." (Sayfa: 29)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Bilsem ki kimsenin parmağı yok
Bu sürüp giden işkencede,
Kılım bile kıpırdamadan bir sabah
Çekerdim darağacına kendimi
Bilsem ki suç bende.! (Sayfa: 42)

***
''(..) Sen yalnız sıradan bir öğretmen değilsin.! Şiirleri üzerinde durulan bir şairsin.! Sorumluluğun var.'' (..)
''Olumlu bir aydın olarak.. Bir şair, bir sanatçı.. Bırakalım bunları da kendi sağlığımdan sorumlu bir aydın olarak.. İnsan ileride utanmamalı, yaptıklarından.. (..)'' (Sayfa: 49)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''Ne üzerine yemin ettirdiler.?''
''Önce müslümanca yemin ettirdiler. Şeflerinden biri, bu adamların böyle yeminler nesine dedi, buna şerefi üzerine yemin ettirelim..''
''Ettin mi.?''
''Ettim.!''
''Demek haber vereceksin öyle mi.?''
''Söz verdim vermesine ama..''
''Eee.?''
''Sen şerefin üzerine söz vermiş olsaydın, ne yapardın.?''
''Orada şerefin bir anlamı var mı.? Şerefli bir kişi olman dayaktan kurtarabildi mi seni.?'' (Sayfa: 88)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''(..) Ama eğer sen önem verirsen şöyle de düşünebilirsin, bir şairin karısı olduğunu.! Bırak şairliğimi, halkın çilelerden kurtulmasını isteyen, onu seven, onun parasıyla okutulduğu için halkına, ulusuna karşı borcunu ödemeye çalışan bir öğretmenin karısı.. (..)'' (Sayfa: 96)
#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

Onları ancak ''Öz''e önem veren şairlerden sayarlardı, aylak sınıfın eleştirmenleri. Şu içinde bulundukları darboğazda önemli olanın, biçim değil söylenecek söz olduğunu onlar da bilmez değillerdi. Bir de sorun çıkıyordu biçim için. Konu halka indikçe, tekdüzeliğe gidiliyordu ister istemez. Alışılmış biçimlere başvurarak, anlatılacak olanı yadırgatmadan verme çabası başlıyordu sanatçıda. Biçimcilik, halkı beğenisine aykırı bir uğraşıydı.
Ortaya konulan ürün, yazılıştan ötürü değil, yazılandan ötürü değerli olmalıydı. Biçimin hiç mi önemi yoktu sanat ürünü için.? Olmaz olur mu.? Halkla ilişki kurulmaya kalkışıldı mı en iyi biçimde, onun yadırgamayacağı biçimde verilmeliydi.. Ta ki bıkana kadar.! Eğer yeni biçimlere geçilecekse, halkın beğenisine uyarak geçilmeliydi. Yenilik her zaman için gerekli değildi. (Sayfa: 101)

#RıfatIlgaz #KarartmaGeceleri

''Haydi dostum.! dedi, ''İçelim.! Bi daha nerde karşılaşırız belli olmaz.! Ama Tevfik Fikret ergeç haklı çıkacak.! Bir gün sabah olacaktır, mutlaka.!''
''Hocam.!'' dedi, ''Benim öyle büyük laflara aklım ermez. Ben iktisatçı olmak için yola çıktım. Bak, ''İşletme''ye çalışıyorum. Şu var ki, sabah kimileri için çoktan oldu. Sen halkın uyanmasını bekliyorsun, oysa o namussuzlar, geceyi uzatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu yüzden derim ki geceler çok uzun olacak buralarda. Savaşın sonu görünür gibi oldu. Bizim aracılar, savaş sonrası ürünlerinin kendilerine gönderilmesini bekliyorlar, keselerini şişirmek için.. Halkı, yalnız kendi adlarına soysalar canım yanmaz.! Başkalarının hesabına yapıyorlar bu işi, daha çok.!''
''Senin kitapların, söylediklerini açık açık yazıyor mu böyle.?''
''Yook, hiç yazar mı.! Ben çıkarıyorum satır aralarından.! Biraz da Nazım'ın şiirlerinden çıkarıyorum bunları.''
''Bu doğru işte.! Profesörden önce sanatçı söylüyor gerçekleri. Bir iktisatçının, bir hukukçunun çaktığı çiviyi, ertesi gün öbürleri, elinde kerpeten söküp çıkarır. Basın savcıları onlarda bir tehlike görselerdi, şairlerden önce onların peşine düşerlerdi.!''
''Yani sen sanatçıdan bekliyorsun uyarma görevini.!''
''Bekliyorum ama, gerçek sanatçıdan. Fikret bize hiçbir şey vermiyor artık. O, babamı yetiştirmiş o kadar. Bu mavi gök size bir gün acır, diyen sanatçıya inanmak biraz zor.! Bu mavi gök, bugüne kadar kimseye acımadı, İsa'sına bile. Hem halkın acınacak nesi var ki, hele emeğiyle uygarlıklar kurmuş halka acınır mı hiç.! Uyansın da kendi sırtından gökdelenler kuranlardan alsın hakkını. Ben önce edebiyat öğretmeniyim. Şairlerden çok şey bekliyorum. Asya, Afrika kıpırdanmaya başladı, yalnız sana şunu sorayım, endüstri çağına girdi de mi uyandı bu adamlar.? İşte böyle zamanlarda halkı atılımlara, devrimlere götürecek güçlü sanatçılara iş düşüyor önce, iktisatçılara değil.! Hadi içelim en büyük şairimizin özgürlüğüne.!''
Bursa cezaevinde yatan şair için bardak kaldırdıklarını anlamış olacaktı Nihat:
''Eğer, iş şairlerimiz, romancılarımızla olacaksa, çook Nâzım'lar gerekecek bize.!'' dedi, ''Çok aydınlar, çok sanatçılar, romancılar..'' (Sayfa: 105-106)

***
(..) Gerçekten bu, tam anlamıyla gazete değil, paçavraydı. Almanların yenilgileri, geri çekilmeleri bile bir zafer öyküsüne çevrilerek anlatılıyordu. İç sayfalarda Doğu cephesine gidip gelen bir generalin anıları vardı. Hele başyazı.. ''Yeni Nizam''ın yeryüzü düzeni için en elverişli bir nizam olduğunu, dünya uluslarının artık silahlarını bırakmaları gerektiğini sağlık veriyordu başyazar. İlginçti bu başyazı.! Savaştan yorulan, acaba dünya ulusları mıydı, yoksa salt Almanlar mı.? Haberin özetinden, işgal bölgelerinden Alman askerlerinin belli bir oranda geri çekildikleri, üzerlerine düşen görevi yerli ırkçılara bıraktıkları açıkça anlatılıyordu.
(Sayfa: 110)
***
Portakallarını göreceksin Dörtyol'un
Mersin silolarında bitlenen
Altın sarısı buğdayları.
Turfandadır diye el süremediğimiz
Çavuşları, kınalı yapıncakları
Yani bağı sorulmadan yenilen üzümleri
Salkım salkım. (Sayfa: 113)

***
Şiir yazmak dünyanın neresinde suçtu, faşist ülkelerden başka.? (Sayfa: 119)
***
(..) Bu ülkeler onu bir gün buyur bile etseler kendi halkını kaderiyle baş başa bırakıp nereye gidebilirdi.? Bu halkın çocuğuydu, kurtuluşları da birlikte olmalıydı.! (..) Bu toprakların her ülkeden çok kendi aydınlarına gereksinimi vardı. (Sayfa: 120)
***
İşte şu en üst baştaki kitap da onun suçlanmış kitabıydı. Utanır gibi pembeleşmiş kapağıyla, Faris'in yazdığı kılıç gibi harflerle içeriğini belirtmeye çalışıyordu. Dört formalık kitaptan bile korkuyorlar, diye düşündü. Ne vardı içinde sanki.? Belirtmeye çalıştığı sınıf gerçeğinin en yalın dizelerle verilişi değil mi.? Gerçeklerden neden korkuyorlardı bu kadar.? Emekçinin uyanışından mı, yoksa işçinin uyanıp belli bir sınıfın adamı olduğunu benimsemesinden mi.? Peki, uyanırlarsa ne olurdu.? Hemen kendilerini sırtlarından silkeleyebileceklerine mi inanıyorlardı.? Bu, o kadar çabuk, o kadar kolay mı olacaktı.? (Sayfa: 159)
***
Halka dönük bir yazar oluşum çiziyor toplumsal kaderimi. (Sayfa: 161)
***
Şöyle bir sayfalarını çevirdi. Gözü Sabahattin Ali'nin adına takıldı satırların arasında.. Böyle bir dergide Sabahattin Ali'nin adı herhalde hayırla anılmayacaktı. Okudu:
''Bu hezeyanları yazan Sabahattin Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkiinde Marif Vekili Hasan Ali'nin şahsi sempatisi sayesinde Türk milletinin parasıyla rahatça yaşamaktadır.''
Batırmak istediği Türk milleti haaa.! Hangi toplumcu, Türk milletinin mutluluğu için işkencelere göğüs germekten yılmıştır bugüne kadar.? Hele Sabahattin Ali.. Pırıl pırıl yazılarıyla hep halkının geleceğine ışık tutmayı düşünmedi mi.?
Bilgisizlikten kurtulup insan gibi yaşaması için savaşmadı mı.?
Sayfaları şöyle hızla öfkeyle çevirdi. Başta Nâzım olmak üzere birçok toplumcu adlar karalanıyordu. Türk milletini batıran bu değerli sanatçılardı haaaa.! Gözlerini kırpmadan Almanların safına katılıp ulusun kaderini Hitler'in deliliğine teslim etmek isteyenler, ulusu soyup İsviçre bankalarına yatıranlar değil de, milleti batıranlar öyle mi.? Halkı için kafalarının ürünlerini ortaya döken aydınlar, sanatçılar, gazeteciler.. Çıkardıkları dergilerde ''Kelle kessem, kan içem.!'' diye şiirler yazıp, sen Çerkez'in, o Arnavut'tur, şunlar Laz'dır diyerek kendi halkını aşağılayanlar, sen bizdensin, bizim gibi Türkçü'sün diye zamanın Başbakanı'na açık mektuplar yayınlayıp Milli Eğitim Bakanı'nı solcu diye rapor edenler en değerli profesörleri, en seçme öğretmenleri isim isim jurnal edenler.. (Sayfa: 185)


Doğdun doğalı ne oyun gördün, ne oyuncak.!
Uyu benim maviş kızım
Dem geçecek, devran geçecek,
Keloğlan muradına erecek
Sökülecek hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek.! (Sayfa: 186)
***
Alman ırkının üstünlüğüne inanan bizim yerli ırkçılarımız, kendi ırklarına bile güvenemedikleri halde nerden alıyorlardı bu coşup taşma hızını.? Biz yeryüzünde üstün ırk tanımıyor, kendi ırkımızı değil de kendi ulusumuzu hiçbir ulustan üstün görmesek bile, hiçbir ulustan da aşağı görmüyorduk. Eğer bir ulus bugün başka bir ulustan daha üstünse, bunun nedeni, ne kafa çevresinde ne de kanındaki alyuvarlarındaydı. Bu, bir ulusun egemen olma tutkusundan ileri gelmiyor muydu.? Afrika'yı, Asya'yı, biraz da Avrupa'yı sömürü düzenine zorla sokmuş bir ulusun kölesi olmaya özenmek övünülecek bir şey miydi.? (..)
''Biz..'' diyordu Mustafa, ''Halklar arasında, sınıflar arasında sömürünün sürüp gitmesini eleştiriyor, bir olanak eşitliği yaratılmasını istiyoruz. Onlar bizim bu kardeşçe isteklerimizin karşısına, kişiler nasıl eşit olabilirmiş diye kendi bencillikleri için çıkıyorlar.'' (Sayfa: 188)
***
''Her şair, biraz horoz değil midir, ötmesini bildiği için..''
''Evet. Vakitsiz öten bir horoz. Bu vakitsiz öten horozları tutarlar..''
''Beslemek için bir kümese kapatırlar..''
''Ama, sevimli bir kuş kümesin kapısını açıp salıverir. Sonra horoz, döner dolaşır, kendi çöplüğüne gelir, kanatlarını çırpa çırpa dolaşır..'' (Sayfa: 195)
***
''(..) İnsan, gireceği kavganın çapı kadar iyi olma gereğini duyuyor. Eğer insanın içinden geliyorsa kavgaya girmek, hazırlığı da o ölçüde başarılı oluyor.'' (Sayfa: 198)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...