18 Ağustos 2020 Salı

Platon - Devlet

Platon - Devlet
Önsöz'den
**********
Traduttore tradittore. Çevirene güven olmaz, der İtalyanlar. Ne var ki bir kitabı gerçekten atlamadan, dalga geçmeden okuyanlar da yalnız çevirmenlerdir. Okuyucunun anlar gibi olup geçtiği, dünya görüşüne ve gündelik kaygılarına göre çiğnemeden yuttuğu ya da bir kenara attığını evirip çevirmek, şu veya bu türlü açıklamak ve kendi anlayışının sorumluluğunu yüklenmek zorundadır; hele çevrilen kitap Platon'un Devlet'i gibi binbir süzgeçten geçip, binbir kalıba girmiş, iki bin dört yüz yıldır hallaç pamuğu gibi atılmış bir kitap olursa.!'' (Sayfa: VI)
***
*
''Bugün insanlık adı altında topladığımız değerlerin kaynaklarından biri de Platon'un Devleti'dir. Doğuda ve Batıda Hıristiyanlık ve Müslümanlıktan önce kutsal değilse bile, en önemli kitap Devlet'ti. Kaldı ki, ilk Hıristiyan ve Müslüman aydınları kendi din felsefelerini bu kitabın değişik yorumları üstüne kurdular. İdea kuramı, ki Platon'un hiç de kestiremeyeceği mistik ve metafizik dünya görüşlerine döküldü, en açık anlatılışıyla bu kitaptadır. Hıristiyanın da Müslümanın da gerçek-ötesi ve dünya zindanı 7. kitaptaki mağara benzetmesine bağlanabilir. Hüsn-i mutlak, hayr-i ulâ, fevk-attabia, ilkeler ilkesi, tek Tanrı kavramları Platon'dan gelme olduğu gibi, Descartes'ın: ''Düşünüyorum, öyleyse varım'' sözü Platon'un Devlet'te düşünülen, kavranan dünyayı, görülen dünyadan daha gerçek sayarken söylediklerinin bir özeti gibidir. Platon'un dinlere yiyecek olmuş yönü bir yana, bugüne kadar ortaya atılmış bütün devlet kurumlarının, komünizm ve Nazizm de içinde bütün toplum düzenlerinin Devlet'te ipuçları, hatta kaynakları bulunabilir. Rönesanstan bu yana politika alanında ne düşünülmüşse, Devlet'te çekirdek olarak vardır. Hele J.J. Rousseau'nun devlet ve eğitim üstüne düşündüklerini bu okuyacağınız kitapta daha da açık olarak görürsünüz. Devlet, insanlığın iliklerine işlemiş bir kitaptır. Böyleyken, ne tuhaftır, en az okunan kitaplardan biri de Devlet'tir.'' (Sayfa: IX)
*
''Atina'da demokrasi ile felsefenin sarmaş dolaş olduğu, ya da birbirini didiklediği yıllarda sofistler arasında iki düşünce çatışıyordu: Bunlardan birine göre, insanlar doğuştan iyi ve eşittirler; toplumun kötü düzeni onları bozuyor; güçlüler güçsüzleri eziyor; kanunlar güçlülerin elinde güçsüzlere karşı bir silah oluyor. Öteki düşünceye göreyse, insanlar doğuştan ne iyi ne de eşittirler. Yalnız güçlü ve güçsüzler vardır; güçlünün güçsüzü yönetmesi, ezmesi tabiat gereğidir ve doğrudur; insan haklı olmaya değil, kuvvetli olmaya bakmalıdır. Bu iki düşünceden biri daha çok Atina, öteki daha çok Sparta devletinden örnek alıyordu. Biri daha çok halkçıların, öteki daha çok aristokratların ya da zenginlerin ekmeğine yağ sürüyordu.''
(Sayfa: XIII)
*
Sabahattin Eyüboğlu 
***
BİRİNCİ KİTAP:
*
''Ölçülü, uysal olana ihtiyarlık dert olmaz. Öyle olmayana ise gençlik de bela olur, ihtiyarlık da.'' (Sayfa: 4)
***
*
''Öyle bir eğrilik düşün ki, onu yapanı mutluluklara ulaştırıyor. Gördüğü haksızlığa rağmen, onu yapmayanı sefil, perişan ediyor. İşte böylece sonuna varan bir eğrilik, zorbalık dediğimiz düzenin ta kendisi olur. Zorba, başkalarının mallarını azar azar değil zorla, toptan alır. Bu mallar ister Tanrıların olsun, ister devletin. Oysa ki, herhangi bir adam onun yaptığı eğriliklerin birini yapacak olsa, cezasını görür. Rezil kepaze olur. Ona, eğriliğinin cinsine göre, mabet soyguncusu, insan bezirgânı, duvar delen, yağmacı, hırsız derler. Ama yurttaşların mallarına el sürmekle kalmayıp onları köleliğe de sürükleyen kimseye bu çirkin adlar verilmez.'' (Sayfa: 25)
***
''..bu yüzden iyiler, ne para için yönetmeyi üzerlerine alırlar ne de şeref için; yönetmelerine karşılık, ücret isteseler, kendilerine ücretli uşak, yönetmenliklerinden faydalanarak gizlice para çekecek olsalar hırsız derler diye korkarlar. Şeref için de razı olmazlar bu işe; çünkü, düşkün değildirler şerefe. Bu yüzden yönetmeyi üzerlerine almak için karşılarında bir zor, bir ceza bulunması gerekir. Belki de, bir kimsenin yönetme işine zorlanmadan, kendiliğinden atılması bu yüzden ayıp sayılmıştır. Burada cezanın da en büyüğü, kendimiz yönetime karışmayınca daha kötü birinin yönetimine girmiş olmaktır. Bence en değerli insanlar, bundan korktukları için yönetmeyi ele alırlar; yoksa bir nimete konmak, rahatlarını sağlamak için değil. Yönetimi verecek kendilerinden daha değerli, hiç değilse kendilerine eş değerde kimseyi bulamadıkları için ister istemez yönetimi alırlar üzerlerine.'' 
(Sayfa: 29)
***
''Doğru insanların daha akıllı, daha iyi, daha becerikli olduklarında anlaştık. Eğrilerse, birlikte iş göremez, dedik. Biri çıkar da, eğrilerin bir araya gelip iş gördükleri de olur derse, gene de tam doğru bir şey söylemiş olmaz; çünkü, onlar büsbütün eğri olsalardı birbirlerini gözetmezlerdi. Düşmanlarına kötülük ederken birbirlerine de kötülük ederlerdi. Bunu önleyen, onları ortak amaçlarına ulaştıran bir şey var demek.'' (Sayfa: 37)
***
İKİNCİ KİTAP:
*
''..hem kendisi hem de verdiği sonuçlar iyi olan şey, mutlu olmak isteyenin aradığı şeydir doğruluk.'' (Sayfa: 42)
***
''..eğriliğin son kertesi, doğru olmadan doğru görünmektir. Eğrinin ustasına, tam eğrilik gerekir. O, en büyük haksızlıkları yaparken, en büyük doğruluğun verdiği üne bürünebilmeli; bir yanlış yaparsa, gücü yetmeli düzeltmeye. İşlediği haksızlıklardan biri sızarsa dışarı, duyanları kandıracak kadar güzel söz söylemesini bilmeli; zor kullanmak gerekirse, yüreğine, gücüne, edindiği dostlara ve paraya güvenerek kullanabilmeli zoru.'' (Sayfa: 46)
***
''İnsanlar kötülüğe akın akın gider,
Kolay ulaşır ona.
Yolu düz, yeri yakındır kötülüğün.
İyiliğin önüneyse, alın terini komuş Tanrılar.'' (Sayfa: 49)
***
''başlı başına bir doğruluk ve eğrilik vardır. Tanrılar ve insanlar görsün görmesin, insanın içindedir.'' (Sayfa: 52)
***
''..insan başka işlerle uğraşacağına, yaradılışına uygun olan işi zamanında görürse, iş gelişir, hem daha güzel hem daha kolay olur.'' (Sayfa: 56)
***
''..Şimdi bunlar, toplumun içinde emeklerinin verimini aralarında nasıl paylaşacaklar.? Asıl bunun için kurmuştuk toplumu.'' (Sayfa: 57)
***
''- Otlaklarımız, tarlalarımız bize yetmez olunca, komşularımızınkini ele geçirmek isteyeceğiz. Onlar da bizim gibi zorunlu gerekler sınırını aşıp sonsuz bir mal edinme hırsına kapılmışsalar, bizim toprağımızı almak isteyecekler.
- İster istemez.
- Desene savaş başladı Glaukon.? Yoksa başka çıkar yolu var mı.?
- Yok.
- Savaştan iyilik mi gelir, kötülük mü.? Bunu şimdilik bir yana bırakalım. Savaşın nasıl ortaya çıktığını gördük. Savaş, teklerin hayatında olduğu gibi, toplumun hayatında da kötülüklerin kaynağı olan şeyden, başkalarından çok mal edinmek hırsından doğuyor.'' (Sayfa: 60-61)
***
''Çok büyük laflar ettiğimi sanıyorsun da ondan anlamıyorsun. (..) .. aldanmış insanın içindeki bilgisizliğe gerçek yalan deseler, çok doğru olur..'' (Sayfa: 72)
***
ÜÇÜNCÜ KİTAP
*
''- ..''İçinde ölüm korkusu olan adam yiğit olabilir mi dersin.?''
- Olur mu öyle şey.?
- Peki, Hades'in ülkesinde olup biten korkunç şeylere inanan biri, nasıl olur da ölümden korkmaz.? Savaşta yenilmekten, esir düşmektense, ölmeyi nasıl göze alabilir.?
- Alamaz.
- Öyleyse, Hades üstüne söylenenlere de göz kulak olmak gerek; anlatılan korkunç şeyler, doğru olmadıktan başka, iyi bir savaşçı olmaya da engeldir. Hades'i övsünler kötüleyeceklerine.'' (Sayfa: 75)
***
''- Öyleyse gerçekten ayrılma yetkisi yalnız devleti yönetenlerde olmalıdır. Devletin yararına, düşmanlarına ya da yurttaşlarına yalan söyleyebilirler. Bunların dışında kimse böyle bir yola başvuramaz.'' (Sayfa: 79)
***
''Beden ne kadar iyi durumda olursa olsun, kendi iyiliğiyle, insanın içini iyi edemez. Tersine, insan, içi iyiyse, bedenini az çok iyileştirebilir.'' (Sayfa: 97)
***
''..hekimliği yalnız bedenleri doğuştan sağlam olup da, geçici bir hastalığa tutulmuş insanlar için kullandı. Bu hastaları ilaçla, bıçakla iyi ederken, onları gündelik işlerinden, yaşayışlarından ayırmıyordu. İçini hastalık sarmış olan bedenleri kan alma, kusturma, içini temizleme gibi yollarla iyi edeceğim diye, kötü bir hayatı uzatmaya uğraşmazdı. Böylelerinin kendilerine benzeyecek çocuklar yapmalarını doğru bulmazdı. Tabiatın verdiği ömrü yaşamaya gücü yetmeyen adamı iyileştirmenin, ne o adama ne de topluma fayda vermeyeceğine inanıyordu.''
(Sayfa: 101)
***
''..iyi insanlar gençliklerinde saf olurlar, kötülere çabuk kanarlar, çünkü içlerinde kötülerin davranışlarını anlamayı kolaylaştıracak örnek yoktur.'' (..) ''..içi temiz olan iyi adamdır. Tersine, kötülüğü sezmekte usta olan, türlü haksızlıkları kendisi de işlemiş olduğu için, her çeşit yalan dolanı bilen adam, kendine benzeyen kişilerle karşılaştı mı onlardan korunmasını da bilir; içinde örnekler vardır.''
(Sayfa: 103)
***
''..kötülük, hem kendi gibisini hem de iyiliği tanıyamaz. İyilikse, eğitimle zenginleşerek, bilgi yoluyla hem kendi gibi olanı hem de kötüyü tanır. Bilgili olmaksa, kötü adamın değil, iyi adamın harcıdır.'' (Sayfa: 104)
***
Fenike masalı:
*
''- Demin, gerekli bazı yalanlardan söz etmiştik. Böyle güzel bir yalan bulup, hem önderleri hem de yurttaşları buna inandırabilir miyiz dersin.?
- Nasıl bir yalan.?
- Yeni bulunmuş bir şey değil, bir Fenike masalı; şairlerin dediklerine göre birçok yerlerde olmuş bir şey, ama bizde olmamış, belki de hiç olmayacağı için inandırılması güç. İnsan çok usta olmalı.
- Ne olduğunu söylemekten çekiniyorsun sanki, söylesene.!
-Söylersem, çekinmekte haklı olduğumu anlarsın.
- Haydi çekinme, söyle.
- Peki söyleyeyim. Nasıl bir cüretle ve ne kelimelerle konuşacağımı bilmem, ama önce önderleri ve yardımcıları, sonra da bütün şehri şuna inandırmaya çalışacağım; kısaca diyeceğim ki: ''Biz sizi bazı ilkelere göre yetiştirdik ya, bunlar bir çeşit rüyaydı. 
Gerçekte siz, silahlarınız, bütün eşyalarınızla birlikte yerin altında yetiştiniz, yoğruldunuz. Toprak, bir ana gibi, iyice büyüttükten sonra yeryüzüne çıkarttı sizi. Üstünde yaşadığımız bu toprak sizleri büyüten, emziren ananızdır. Ona saldıran olursa korumak boynunuzun borcudur. Yurttaşlarınız da aynı topağın çocukları ve sizin kardeşlerinizdir.''
- Doğrusu boşuna çekinmemişsin bu yalana başvururken.!
- Evet.! Evet ama sonunu dinle: ''Bu toplumun birer parçası olan sizler, diyeceğim, birbirinizin kardeşisiniz. Ama, sizi yaratan Tanrı, aranızdan önder olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Onlar bunun için baş tacı olurlar. Yardımcı olarak yarattıklarının mayasına gümüş, çiftçiler ve öbür işçilerin mayasına da demir ve tunç katmıştır. Aramızda bir hamur birliği olduğuna göre sizden doğan çocuklar da herhalde size benzeyeceklerdir. Ama arada bir altından gümüş, gümüşten de altın doğduğu olabilir. Bunun için Tanrı, her şeyden önce önderlere, doğan çocuklara iyi bekçilik etmelerini, içlerine bu madenlerden hangilerinin katılmış olduğunu dikkatle araştırmalarını buyurmuştur. Kendi çocukları tunçla ya da demirle katışık doğmuşlarsa hiç acımayıp, hamurlarına uygun işlere koyacak onları; çiftçi ya da işçi yapacak. Çiftçi ve işçi çocukları arasından mayaları altın ve gümüşle katışık doğanlar olursa, onları gözetecek, kimini önderliğe kimini bekçiliğe yükseltecek; çünkü mayasında demir ya da tunç katışık olanların önderlik edeceği gün şehrin yok olacağını Tanrı buyurmuştur.'' Şimdi, sen yurttaşları bu masala inandırmanın bir yolunu bulabilir misin, onu söyle.!
- Kendilerini nasıl inandırırız bilmem ama oğullarını, torunlarını inandırmanın bir yolu bulunabilir.
(Sayfa: 110-111)
***
DÖRDÜNCÜ KİTAP
*
''Öteki devletlere daha geniş bir ad bulmak gerek. Çünkü, onlarda bir değil, bir sürü devlet iç içedir. Şu bildiğimiz devlet oyunundaki gibi, ne türlü olursa olsunlar, her birinde en az iki yan vardır. Biri zenginler, öteki yoksullar yanı. Her iki yanda da ayrıca bir sürü bölümler daha vardır. Sen bunların hepsini bir bütün diye alırsan aldanırsın, belki de yan tutarak saldırır da bir yanın varlığını, hatta adamlarını öbür yana vereceğini söylersen, senden yana olanlar çoğalır, sana saldıracaklar da azalır. Senin devletinse, demin kurduğumuz gibi, iyi bir düzenle akıllıca yönetilirse, binden çok savaşçısı olmasa da, yalnız önce değil, gerçekten de büyük devlet olur.'' (Sayfa: 119)
***
''- İşte bence bekçilerimizin nöbet tutacakları yer burasıdır: Müzik alanı.
- Gerçekten de bu alanda yasalar, sinsice ve daha kolay çiğnenir, kimse de varmaz farkına.
- Evet, dedim; kimse bir eğlencenin zararlı olabileceğini düşünmez.
- Öyle oluyor, doğru. Kanuna saygısızlık buradan başlayıp yavaş yavaş gelenek, göreneklerimize sızıyor, sonra daha da güçlenerek insanlar arasındaki davranışlara geçiyor, oradan da küstahça devletin anayasasına..'' (Sayfa: 121)
***
''..bunu yapan devletler var. Hiç de iyi yönetilmedikleri halde, düzeni değiştirmeye kalkan yurttaşları, ölüm cezasıyla korkuturlar. Buna karşılık bu kötü düzen içinde rahat eden kişileri öveni, onlara yaranmaya, istediklerini sezinleyip yerine getirmeye çalışanı iyi yurttaş, büyük devlet adamı sayar, onu şana, şerefe boğarlar.'' 
(Sayfa: 123)
***
''- ..Yalnız bunlar arasında kendi kendilerini aldatanlar, halk alkışladı diye kendilerini büyük politikacı sananlar da vardır ki, bunlar ayrı.'' (Sayfa: 124)
***
''- Bilgece karar vermek bir bilgi işidir. İnsanlar bilgisizlikleriyle değil, bilgileriyle doğru karar verirler.''
(Sayfa: 126)
***
''- Peki, kurduğumuz devlette yurttaşların şu ya da bu işini değil de, bütün toplumu düşünen ve bu devletin başka devletlerle ilişkisini düzenleyen bir bilgi var mıdır.?
- Vardır elbet.
- Nedir o bilgi ve kimlerde bulunur.?
- Bu bilgi koruyuculuk bilgisidir. Demin en iyi koruyucu dediğimiz devlet adamlarında bulunur.
- Öyleyse, öyle bir bilgisi olan devlete nasıl bir devlet dersin.?
- YERİNDE KARARLAR VEREN, GERÇEKTEN BİLGE BİR DEVLET.'' (Sayfa: 126)
***
''Kanun koyucu, eğitim yoluyla, neden korkulup, neden korkulmayacağını aşılamıştır insanlara.'' (Sayfa: 127)
***
''- Kendine hâkim olma tuhaf bir deyim değil mi.? Kendine hâkim olan, kendinin kölesi olmuş olmuyor mu.? Kendinin kölesi olan, kendinin efendisi de demektir. Aynı adam hem köle oluyor, hem efendi.
- Sahi öyle.!
- Bana kalırsa, bu deyimi şöyle anlamalı: Bir insanın içinde iki yan vardır: Biri iyi, biri kötü. İyi yan, kötü yanı buyruğuna aldı mı, buna kendine hâkim olma diyoruz, bunu yapanı da övmüş oluruz. Tersine, kötü eğitim görme, kötülerle düşüp kalkma yüzünden iyi yan zayıflar da, kötü yanın buyruğuna girerse, böyle birine de kendinin kölesi deriz. Buysa kötüleme olur.'' (Sayfa: 129)
***
''Hikâye şu: Aglaion'un oğlu Leontios Pire'den yukarı gelirken kuzey surlarının dibindeki işkence yerinde cesetler görmüş. Bir yandan bunlara bakmak ister, bir yandan da görmemek için başını çevirirmiş. Bir süre görme isteğini yenip yüzünü kapamış, ama sonunda dayanamamış, gözlerini dört açıp ölülere doğru gitmiş ve bağırmış kendi gözlerine: ''Haydi kör olasılar.. Alın doya doya seyredin bu manzarayı.'! ..'' (Sayfa: 141)
***
''- Haksız olduğunu anlayan mert bir insan göreceği cezaya kızmaz değil mi.? Açlığa, susuzluğa uğrasa, soğukta da kalsa, bunları ettiği haksızlığın yerinde bir karşılığı sayar.
- Doğru.
- Ama tersine, bir haksızlığa uğradığını görürse, o zaman kızar, karşı kor, hak bildiği şey için savaşır; yılmadan türlü cefalara katlanır; aç susuz kalır, ya kazanır, ya ölür sonunda. Yahut da aklı onu yatıştırır, çobanın köpeğini çağırıp susturduğu gibi.'' (Sayfa: 142)
***
''- Kaç çeşit devlet şekli varsa, o kadar da insan hali vardır.
- Peki ne kadar.?
- Beş devlet şekli, beş de insan hali.
- Söylesene nedir bunlar.?
- Bunlardan biri bizim kurduğumuz devlet şeklidir. Ama ona iki ad verebiliriz. BAŞTAKİLERDEN BİRİ ÖTEKİLERDEN ÜSTÜNSE, BUNA MONARŞİ; BAŞTAKİLER BİRBİRİNE EŞİTSE ARİSTOKRASİ, YANİ EN İYİLERİN YÖNETTİĞİ DEVLET.
- Doğru.
- Bence bu ikisi bir yola çıkar; çünkü, baştakiler çokta olsa, tek de olsa bizim çizdiğimiz yolda yetişmişlerse, devletin anayasasını değiştirmezler.'' (Sayfa: 148)
***
*
''İşte benim iyi ve doğru dediğim devlet şekli budur. Onun benzeri insana da iyi ve doğru diyorum. İyisi bu olunca, öteki şekiller kötüdür, bozuktur. Kötülükleri yalnız toplumun düzenini değil, tek tek insanların işlerini de bozar.'' (Sayfa: 149)
***
''..Düşünen insanlar için ölçü bütün bir ömürdür..'' 
(Sayfa: 150)
***
''..kötülükten başka şeyi gülünç bulanlar, çılgınca tutkulardan, kötü alışkanlıklardan başka şeyi alaya alanlar, boş insanlardır..'' (Sayfa: 154)
***
''..şu tek başına gezinirken kendi hayalleriyle yetinen avare kişiler vardır, onlar gibi. Bu türlüleri herhangi bir isteklerini gerçekleştirmek yolunu aramazlar, bu gayret sıkar onları, istedikleri olabilir mi, olamaz mı diye araştırmanın yorucu bir şey olacağından korkarlar. İşe olmuş gözüyle bakar, istedikleri olunca neler yapabileceklerini düşünüp keyfederler. Böylece içlerindeki avarelik büsbütün artar.''
(Sayfa: 161)
***
''Bence, evlenecekleri, kurnazca tertiplenmiş kurallarla seçmeli.. Böylece cinsleri iyi olmadığı için seçilmeyen mutsuz yurttaşlar devlet adamlarına değil, kaderlerine küsmüş olurlar.'' (Sayfa: 164)
Platon - Devlet
''- Hele devlet bir tek insan gibi olursa.! Örneğin, bir insan parmağından yaralansa, canı ve bedeni onları yöneten başla birlikte bu yaranın acısını duymaz, parçanın derdi bütünün derdi olmaz mı.? İnsanın parmağının ağrıması bu demek değil midir.? Ne kadar küçük bir parçamız olsa, onun derdiyle dertli, onun keyfiyle keyifli olmuyor muyuz.? O iyi olunca, iyileştik demiyor muyuz.?
- Böyle söylüyoruz gerçekten.. Onun için de tek bir insana benzeyen devlet en iyi yönetilen devlettir diyebiliriz.''
(Sayfa: 167)
***
''- Yiğitlik gösteren biri olursa, seferde silah arkadaşları, delikanlılar ve çocuklar gelip sırayla başına çelenk taksınlar önce, iyi olmaz mı.?
- İyi olur bence.
- Sonra da elini sıksınlar.
- O da iyi.
- Ama bir şey daha söyleyeceğim ki, ona iyi demeyeceksin belki.
- Nedir.?
- Herkesi birer birer öpsün, herkes de onu öpsün.
- Tersine, çok iyi olur derim. Ben olsam şunu bile eklerim: Bütün sefer boyunca da, her istediğini öpebilsin. Çünkü bir savaşçı bir erkeğe ya da bir kadına tutulursa yiğitlik payına kavuşmak için daha atılgan olur.'' (Sayfa: 175)

***
''- Sence bir ölüyü soymak çirkin bir açgözlülük değil midir.? Bir cesede düşmanca davranmakta kancıkça bir küçüklük yok mu.? Çünkü karşısındaki düşman değildir artık, kendi uçmuş, yalnız cenkteki kalıbı kalmıştır ortada..''
(Sayfa: 177)
***
''- Filozoflar bu devletlerde kral ya da şimdi kral, önder dediklerimiz gerçekten filozof olmadıkça, böylece aynı insanda devlet gücüyle akıl gücü birleşmedikçe, kesin bir kanunla herkese yalnız kendi yapacağı iş verilmedikçe, sevgili Glaukon, bence bu devletlerin başı dertten kurtulamaz, insanoğlu da bunu yapmadıkça tasarladığımız devlet mümkün olduğu ölçüde bile doğamaz, kavuşamaz gün ışığına.'' (Sayfa: 182)
***
''- Şan, şeref düşkünlerine gelelim: Bir yerde baş olsunlar da ne olursa olsun, ister büyük, ister küçük, kendilerini üstün kişilere saydıramazlarsa düşkün, abuk sabuk kişilere saydırmakla yetinirler. Akılları hep sivrilmektedir.''
(Sayfa: 184)
***
''- Biraz önce bilimle sanının aynı şey olmadığını kabul etmiştin.
- Aklı başında bir adam, yanılmayanla yanılabileni nasıl birbirine karıştırabilir.?'' (Sayfa: 188)

***
''- Demek ki, bir sürü güzel şeylere bakıp da yalın güzelliği göremeyen, onu görenin ardından gidemeyen, bir sürü doğru şeylere bakıp doğruluğun kendisini göremeyenlerin her şey üstüne sanıları vardır diyeceğiz, ama sanıların arkasındaki gerçeği bilmezler.'' (..)
''- Bunlar bilimin konusu olan şeyleri kavrar, sever diyeceğiz. Ötekiler de sanının konusu olan şeyleri. Hatırlarsan bu sonuncuların güzel sesler dinlemekten, güzel renklere, biçimlere bakmaktan hoşlandıklarını, ama öz güzelliğe gerçek bir varlık olarak yanaşmadıklarını söylemiştik.
- Hatırlıyorum.
- Onlara bilgi dostları değil, sanı dostları demek yetersiz mi olur.? Kızarlar mı bize, böyle dediğimiz için.?
- Bana sorarlarsa, kızmamaları gerekir; doğruya kızılmaz.
- Öz varlığı arayanlara da, sanı dostu yani filodoks değil, bilgi dostu yani filozof dememiz yerinde olur.''

(Sayfa: 191)
***
*
''- ..içinde açgözlülük, aşağılık, gösteriş, korkaklık olmayan bir insan geçimsiz, haksız olabilir mi.?
- Hayır.
- Öyleyse; bilim sevenle sevmeyeni ayırt etmek istediğin zaman, onun daha genç yaşında doğru ve geçimli ya da geçimsiz ve hırçın olup olmadığına bakacaksın.
- Evet.
- Bir şeyi daha unutmazsın sanırım.
- Neyi.?
- Öğrenmek zor mu geliyor ona, kolay mı.? Bir şeyi öğrenirken sıkılan, ne kadar uğraşsa bir türlü ilerleyemeyen insanın öğrendiği şeyi gerçekten sevmesi beklenir mi.?
- Beklenemez.
- Öğrendiğini akılda tutamazsa, her şeyi unutursa, bilim tutunabilir mi onun içinde.?
- Nasıl tutunsun.?
- Çalışması boşa giderse, küsmez mi sonunda ister istemez.? Soğumaz mı uğraştığı şeyden.?
- Soğumaz olur mu.?
- Öyleyse bellekten yoksun bir kafayı gerçekten bilimseverler arasına koyamayız. Bizce filozofun sağlam bir belleği olmalı.!'' (Sayfa: 196)
***
''..devleti ellerine vereceğin insanlar eğitim ve görenekle bu iş için yetişmiş insanlar olmaz da kimler olur.?''
(Sayfa: 197)
***
''.. gerçek kaptan, havayı, mevsimleri, göğü, yıldızları, rüzgârları, daha birçok şeyleri bilen, gemiyi bunlarla yürüten adamdır. Gemicilerin kimini razı ederek, kimini ezerek başa geçen bu adamlar, ne gemiyi yürütme ne de baş olma sanatının öğretimle, görgüyle edinilebileceğine inanırlar bir türlü..'' (Sayfa: 199)
***
''- Peki bir yerde doğruluk başa geçince, kötülükler korosunu takar mı ardına?
- Takmaz.
- Tam tersine, en temiz değerleri, iyiliği, ölçüyü, düzeni götürür beraberinde.'' (Sayfa: 201)
***
''Bitkilerde, bütün canlılarda, her tohumun, her fidanın yaşama gücü ne kadar büyük olursa, kendine uygun besini, mevsimi, yeri bulamayınca göreceği zarar da o ölçüde büyük olur; çünkü, kötünün iyiye zararı, iyi olmayana zararından daha çoktur.'' (Sayfa: 203)
***
''- .. Gençleri, yaşlıları, kadınları, erkekleri, diledikleri gibi yetiştirmez mi onlar.?
- Ne zaman yaparlar bu işi.?
- Toplantılarda, mahkemelerde, tiyatrolarda, orduda, yarışlarda bir araya geldikleri zaman; bağıra çağıra bir sözü ya da bir işi beğendikleri veya kötüledikleri zaman; alkışları ve ıslıkları aynı güçle kayalarda, duvarlarda yankılanıp, övgüyü de, yergiyi de birkaç misli artırdığı zaman; hani şu delikanlıların içi içine sığmaz olduğu zamanlar. Hangi eğitim karşı koyabilir buna.? Övgü ve yergi dalgalarına kapılıp sürüklenmez.? Delikanlı onların güzel dediğine güzel, çirkin dediğine çirkin demez mi.? Onların her yaptığını yapmaz, tıpkı onlar gibi olmaz mı.?''
(Sayfa: 204)
***
''En yüksek bilimin konusu, iyinin ta kendisi, ideasıdır. Doğruluk ve bütün öteki değerler, insanı iyiye götürürlerse, yararlı olabilirler.'' (Sayfa: 219)
***
''- .. Sence, bir körün doğru yolu bulmasıyla, doğru bir şeye anlamadan doğru diyen arasında bir fark var mıdır.?
- Yoktur.
- Sence, bulanık, karanlık, dolambaçlı şeyler görmektense, sağlam, ışıklı, açık düşünceler dinlemek daha iyi değil midir.?'' (Sayfa: 221)
***
''- Herhalde fark etmişsindir ki, duyularımızı yapan usta, görme ve görülmeye ötekilerden daha çok emek vermiş.
- Hiç düşünmemiştim bunu.
- Düşün öyleyse: Ses ve duyma, duymak ve duyurmak için bir başka şeyi gerektirir mi.? Öyle bir şey ki, onsuz biri duymaz, öteki duyulmaz olsun.
- Hayır, böyle bir şeyi gereksemezler. (..)
- Gözlerimizde istediği kadar görme gücü olsun, onları istediğimiz gibi kullanalım. Her şeyde istediği kadar renk olsun. Bir başka cinsten üçüncü bir şey ise işe karışmazsa, gözlerimiz görmez, renkler de görülmez.
- Nedir, bu demek istediğin.?
- Işık dediğin şey.'' (Sayfa: 223)
***
''Görünen dünyada, göz ve görünen nesneler için güneş neyse, kavranan dünyada da iyi, düşünce ve düşünülen şeyler için odur.'' (Sayfa: 224)
***
*
''Mağaradan kurtulan adam artık onlara imrenir mi.? O ünleri, o kazançları sağlayanları kıskanır mı.? O boş hayallere dönmekten, eskiden yaşadığı gibi yaşamaktansa, Homeros'taki Akhilleus gibi, ''fakir bir çiftçinin hizmetinde uşak olmayı,'' dünyanın bütün dertlerine katlanmaktan bin kere daha iyi bulmaz mı.?'' (Sayfa: 234)
***
''İyiye yükselmiş olanların insan işlerini ele almaya istekli olmamaları, hep o yüksek yerlerde kalmaya can atmaları hiç de şaşılacak şey değildir.'' (Sayfa: 235)
***
''Belalı dediğimiz haydutlara dikkat etmişsindir. Kafaları ne kadar iyi işler; ardına düştükleri şeyleri ne kadar iyi görürler. Görüşleri keskindir ama, kötülüğün emrine girmiştir. Onun için de ne kadar keskin görüşlü olurlarsa, kötülükleri de o kadar büyük olur.'' (Sayfa: 236)
***
''Bütün bu söylediklerimi göre, ne eğitimsiz, bilgisiz insanlar ne de ömürlerini bilgi yoluna koyanlar devleti yürütmeye elverişlidir. Birinciler yaptıkları işlere yön verecek bir ülküleri olmadığı için, ikinciler de devlet işlerine karışmak istemeyecekleri için; çünkü onlar, dünyada bulabilecekleri mutlu ülkeyi bulmuş sayarlar kendilerini.
- Doğru.
- Öyleyse, seçkin insanları en yüksek saydığımız şeyin bilgisine doğru yöneltmek, onları karanlıklardan ışığa çıkarmak, devletin kurucuları olan bizlere düşer. Ama o yüce kata yükselip de iyiyi doyasıya seyretmiş kimseleri bugünkü gibi kendi hallerine bırakmayalım.
- Ne demek istiyorsun.?
- Yukarıda durakalmasınlar, mağaradaki mahpuslar arasına dönsünler, onların işlerini üzerlerine alıp, verecekleri mevkileri, şerefleri küçümsemesinler.
- Ama bunu yapmakla, haklarını çiğnemiş, onları düşkün bir hayat sürmeye zorlamış, daha mutlu bir durumdan ayırmış olmaz mıyız.?
- Unutuyorsun ki dostum, kanunların kaygısı birtakım yurttaşlara ötekilerden üstün bir mutluluk sağlamak değil, yurttaşları ya inandırarak, ya da zorlayarak birleştirmek, her birine toplum içinde görebileceği iş payını aldırmak, böylece bütün toplumu birden mutluluğa götürmektir. Devlet seçkin yurttaşlar yetiştirmeye uğraşıyorsa, bu onların keyiflerince yaşayıp, dilediklerini yapmaları için değil, devlet düzenini sağlamlaştırmaya yardım etmeleri içindir.'' (Sayfa: 237)
***
''Bu devletlerin başındakiler, gölgeler üstüne birbirleriyle cenkleşmede, sanki başa geçmek büyük bir nimetmiş gibi, kim başa geçecek diye birbirlerini yemektedirler. Doğru olansa şudur: Bir devlette başa geçenler, başa geçmeyi en az isteyenler oldu mu, dirliğin de, düzenin de en iyisi olarak var demektir. Baştakilerin böyle olmadığı yerdeyse, tam tersine, ne dirlik vardır ne düzen.'' (Sayfa: 238)
***
''Başa geçecekler, baş olmaktan daha üstün bir değere yükselmişler mi.? Yükselmişlerse, bil ki, o devlet iyi yönetilen bir devlettir. Çünkü böyle bir devletin başındakiler gerçekten zengin kişilerdir. ALTIN ZENGİNİ DEĞİL, AKIL VE ERDEM ZENGİNİ. İnsanları mutluluğa ulaştıracak da zenginliğin bu türlüsüdür. Kendi yararlarına düşkün, açgözlü kimseler başa geçer ve başat olmayı keselerini doldurmak için bir yol sayarlarsa, orada artık iyi bir düzen arama. Çünkü herkes başa geçmek için birbirini ezecek ve bu iç kavgada hem kendilerinin hem de devletin başını yiyeceklerdir.'' (Sayfa: 239)
***
''- Ama kabuk oyununda* akla karayı bulmaya benzemez bu iş.''
*
(Kabuk oyunu: Bir yanı ak, bir yanı kara bir kabuğu havaya atıp, ak mı, kara mı gelecek diye bahse girişilen bir Yunan oyunu) (Sayfa: 239)
***
''Bir tartışmayı yürütmesini, düşüncelerini savunmasını beceremeyenler, varılması gereken bilgiye varabilirler mi hiç.?'' (Sayfa: 254)
***
''İnsan diyalektikle duyuların hiçbirine başvurmadan, yalnız aklı kullanarak her şeyin özüne varmayı ve iyinin özüne varmadıkça durmamayı denediği zaman, görülen dünyanın da sonuna varır, kavranan dünyanın da.
- Çok doğru.
- İşte ''diyalektik yürüyüşü'' dediğimiz de bu değil midir.?''
(Sayfa: 254)
***
''Doğruluk karşısında topal sayacağımız insan da ne yapar.? Bile bile yalan söylemekten iğrenir. Ne kendinde, ne başkalarında bunu hoşgörmez; ama bilmeden yalan söylemeye kolayca katlanır. Bilgisizlikten iğrenmez, çamura yatan domuz gibi, bilgisizliği içinde keyif çatar.'' 
(Sayfa: 258)
***
''Bedene zorla yaptırılan şeyin ona bir kötülüğü olmasa bile, kafaya zorla sokulan şey akılda kalmaz.''
(Sayfa: 259)
***
*
Birinci ve en ünlüsü, Girit ve Lakedemonia’nın devlet şekli, değer bakımından da ikincisi, oligarşi dediğimiz şeklidir; bunun bozuk yanları saymakla bitmez. Sonra bunun karşıtı olan demokrasi gelir; ondan sonra da hepsini bastıran zorbalık; devletin dördüncü ve en son hastalığı.! Bunlardan apayrı bir başka devlet şekli biliyor musun.? Babadan oğula geçen krallıklar, satın alınan beylikler ve bunlara benzer şekiller söylediklerimiz arasına girebilir..''
(Sayfa: 268)
***
''- Bütün mallarını satma ve başkalarınınkini satın alma serbestliği, her şeyi elinden alınmış bir insanın, devletin hiçbir parçasıyla ilişiği olmadan toplum içinde kalması, ne tüccar, ne işçi, ne atlı ne de yaya asker olmadan yalnız ve yoksul olarak yaşaması.
- Bu kötülük gerçekten oligarşide görülür ilkin.
- Bunu önlemek için hiçbir şey yapmadıkları da meydanda. Yoksa kimi alabildiğine zengin, kimi çıplak kalasıya yoksul olmazdı.'' (Sayfa: 278)
***
''Tanrı, kınalı yabanarılarını hep bir örnek yaratmış, ama iki ayaklı yabanarılarını ikiye ayırmış; kimini iğnesiz, kimini iğneli yapmış; iğnesiz arılar kocayınca dilenci olur, iğnelilerse haydut sürüsü.
- Çok doğru.
- Bir şehirde dilenci gördün mü, orada hırsızlar, yankesiciler, dinsizler, kanlı katiller de vardır.''
(Sayfa: 279)
***
''Şimdi böyle bir düzende baştaki zenginlerin, yoksullarla bir yolculukta, bir toplantıda ya da bir seferde bir araya geldiklerini düşünelim. Birlikte denize açılsınlar, savaşa katılsınlar, tehlike karşısında birbirlerinin nasıl davrandıklarını görsünler. O zaman zenginler mi yoksulları hor görecek, yoksa fakirler mi zenginleri.? Yukarıdan bakan artık zengin olmayacak; tersine zayıf, kuru, güneş kavruğu bir yoksul, gölgede yağ bağlamış bir zenginle ana baba gününde yan yana geldi mi ne düşünür.? Bu adamlar yoksulların korkaklığı yüzünden zengin olmuş demez mi, kendi kendine.? Sonradan bir araya gelip konuşan bu yoksullar şu sözü etmezler mi:
''Bu adamlar bizim elimizde be.! Yok bu adamlar.!''..''
(Sayfa: 284)
***
''Birini tutup başa getirmek, onu besleyip şişirmek, halkın eski âdeti değil midir.?
- Hep budur yaptığı.
- İşte halkın tuttuğu bu koruyucu yok mu.? Zorbalığın tohumlarını onda aramalı, başka yerde değil.'' (Sayfa: 296)
***
''- Halkın başına geçen bu adam, çokluğun kendine kul köle olduğunu görünce yurttaşların kanına girmeden edemez. Onun gibilerin hoşlandığı lekeleme yolunu tutar, onu bunu suçlandırıp mahkemelere sürükler, vicdanını kirletip canlarına kıyar, ağzını, dilini hısım akrabasının kanıyla boyar; kimini sürer, kimini öldürtür; bu arada halka borçların bağışlanacağı, toprakların yeniden dağıtılacağı umudunu verir. Böyle bir adamın kaderi bellidir artık. Ya düşmanlarının eliyle ölecek ya da bir zorba kurt olacaktır.''
(..) ''- İş buna varınca, zorba bilinen çareye başvurur: Canını koruyacak bekçiler ister halktan. Halkın koruyucusu yaşamalı ki, halka hizmet edebilsin, değil mi ya.?
- Evet.
- Halk da tabii verir ona bu bekçileri; çünkü bütün korkusu koruyucusunu kaybetmektir. O durdukça kendini güvenlikte sanır.'' (Sayfa: 297)
***
''- İlk günler zorba, dört bir yana selamlar, gülümsemeler dağıtır, zorbanın tam tersi gibi gösterir kendini; yakınlarına ve halka bol bol umutlar verir, borçluları avutur, herkese, hele kendi adamlarına topraklar dağıtır, dünyanın en cömert, en tatlı adamı gibi görünür, değil mi.?'' 
(Sayfa: 298)
***
''- Yurttaşlarını ne kadar kızdırırsa, bekçilerini de o ölçüde çoğaltmak, onlara güvenmek zorunda kalmayacak mı.?
- Kalacak elbet.
- Bu güvenilir bekçiler kimler olacak.? Nereden getirecek onları.?
- Getirmesine lüzum yok, parayı verdi mi sürüyle gelirler, hem de koşa koşa.'' (Sayfa: 300)
***
''- Devletin kutsal hazineleri varsa, parayı oradan alacak tabii. Sattığı kutsal eşya, masraflarını karşıladıkça halka yüklediği vergileri kısabilir.
- Satacak şey kalmayınca ne yapsın.?
- Sofrasını, dostlarını, gözdelerini beslemek için babasına başvuracak tabii.
- Anlıyorum, halka demek istiyorsun. Madem zorbanın doğmasına sebep olan odur, adamlarıyla birlikte besleyecek oğlunu.
- Beslemek zorunda kalacak.
- Öyle mi dersin.? Ya halk kızar da koskoca delikanlının baba sırtından geçinmesini doğru bulmazsa.? Derse ki oğluna: Asıl sana düşer babana bakmak. Ben seni, büyüdüğün zaman, uşaklarının uşağı yapasın, yerli yabancı bir sürü kölenle birlikte kendini bana besletesin diye mi çıkarıp koydum ortaya.? Ben yalnız zenginleri, kibar denen kişileri başımdan atman için getirdim seni başa.Şimdi topla adamlarını ve çekil devletten. Bir baba isterse oğlunu belalı misafirleriyle birlikte evinden kovabilir, değil mi.?'' (Sayfa: 301)
***
*
''Hepimizin içinde korkunç, hayvanca, dizginsiz bir çeşit istekler vardır; aklı başında görünen sayılı insanlarda bile rastlanan bu istekler rüyalarda yüze çıkar.'' (Sayfa: 304)
***
''- Bir devlette bu çeşit insanlar az çıkar ve geri kalanların da aklı başında olursa bunlar gider, bir başka zorbanın emrine girerler, yahut da savaşa girişmiş bir memlekete parayla iş görürler. Her yerde barış varsa kendi yurtlarında kalır, ufak tefek kötülüklerle yetinirler.
- Nedir bu kötülükler.?
- Hırsızlık, yankesicilik eder, duvar deler, gelenin geçenin elbisesini alır sırtından; tapınakları soyar, özgür insanları köle diye satarlar. Çenesi kuvvetli olanlar para karşılığı namuslu insanları kötüler, yalancı tanıklık ederler; ellerinde bir yetki olanlar kendilerini satar, görevlerini kötüye kullanırlar.'' (Sayfa: 308)
***
''- Peki bu adamlar başa gelmeden önce kendi çevrelerinde nasıl yaşıyorlardı.? Düşüp kalktıkları kimseler, ya onların her dediklerini yapmaya hazır dalkavuklar oluyordu ya da birinden çıkarları olunca, kendileri ona yaltaklanıyor, yüzlerine gülüyor, dilediklerini elde eder etmez de ona sırtlarını dönüyorlardı değil mi.?
- Çok doğru.
- Ömürleri boyunca kimsenin dostu olamaz bu adamlar; ya efendidirler, ya köle. Gerçek özgürlük, gerçek sevgi, zorba ruhlu bir insanın hiçbir zaman tadamayacağı bir mutluluktur.'' (Sayfa: 309)
***
''Bir insan üstüne yargıya varacak olan da, onun içine girmesini, gizli yönlerini görmesini bilmeli; bir çocuk gibi cafcaflara aldanmayıp, zorbanın kalabalıklara yutturduğu parlak görünüşün arkasındaki gerçeğe ulaşmalı.''
(Sayfa: 311)
***
''..insan ne kadar zorbaysa o kadar da köledir. En kötü insanlara yaranmak isteyen, aşağının bayağısı, kötünün kötüsü olmaz mı.? İsteklerini biraz olsun doyuramaz bu adam. Her zaman birçok eksiği vardır; içini toptan gören bir göz için aslında fakirin fakiridir, ömrü boyunca da korkular, kaygılar içinde kıvranır. Zorbanın hali böylece, ezdiği insanların haline benzemiyor mu.?'' (Sayfa: 315)
***
''İnsanın, yargısında aldanmaması için neler gerektir.? Görme, anlama ve düşünme değil mi.? Bunlardan başka neyle daha iyi yargıya varılabilir.?'' (Sayfa: 318)
***
''Yükselme tutkusunun azdırdığı kıskançlık, savaşın azdırdığı şeref düşkünlüğü insanları körü körüne, akılsızca, oburca şan şeref kazanmaya, öç almaya sürüklemez mi.?''
(Sayfa: 325)

13 Ağustos 2020 Perşembe

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

Hatice, Pirâye Pirâyende.
Doğum yeri neresi,
kaç yaşında,
sormadım,
düşünmedim,
bilmiyorum.
Dünyanın en iyi kadını,
dünyanın en güzel kadını.
Benim karım.
Bu bahiste
realite umrumda değil..
939'da İstanbul'da tevkifanede başlanıp
biten bu kitap
ona ithaf edilmiştir.

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Haydarpaşa koyunda
martılar inip kalkıyor
-----denizde leşlerin üstünde.
İmrenilir şey değil
-----martıların hayatı.'' (Sayfa: 15)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Merdivenlerde güneş
-----yorgunluk
----------ve telaş
-----ve bir altın başlı kelebek ölüsü var.
Kocaman insan ayaklarına aldırmadan
bembeyaz, upuzun taşın üstünde
------taşıyor karıncalar kelebeğin ölüsünü.''
(Sayfa: 15)
***
''Denizde balık kokusu
döşemelerde tahtakurularıyla gelir
-----Haydarpaşa garında bahar.'' (Sayfa: 23)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''--Yövmilbeter,
beterden beter.
Sonra yeter.
Paranın tuncu.
İnsanın piçi.
Hepsi mi ama
-----iyisi de var.'' (Sayfa: 24)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''- Ben tayyareye binmem usta,
------anamın vasiyeti var.''
''- Tayyareye binme, diye mi.?''
''- Hayır
-----karıncayı bile incitme, diye.''
Alaeddin kocaman elini vurdu
-----çıplak uzun ensesine İsmail'in:
''- Sen ne hafız oğlusun.!
Zarar yok ulan,
yine de bineriz tayyareye,
adam öldürmek için değil
gökyüzünde püfür püfür
-----safa sürmek için..
Şimdi sen hele
-----ateşi bir süngüle.'' (Sayfa: 31)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Ve üniversiteli çeşmeden su içip döndüğü zaman
-----tiren başlamıştı yürümeye.
Süleyman gördü onu.
''Tireni kaçıracak pis zampara'' diye sevindi.
Fakat üniversiteli sıçrayıp bindi.'' (Sayfa: 46)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Vagonların kırk kişilikse de yapısı
seksen Memet, yüz Memet yüklü hepisi.
Kilitlenmiş vagonların kapısı.
Tirenler gidiyor Memetçik dolusu.
-----Memetçik, Memet,
-----Memetçik, Memet.
----------Kitli vagonlarda yoktur merhamet..''

(..)
''Dağ taş Memet dolu, dağ taş sevkiyat.
Gidenler aç susuz, dönenler sakat.
Ölüm Allahın emri, açlık olmasa fakat.
Aç insan kurt olup saldıramazsa
açlık itten beter eder insanı elbet.
-----Memetçik, Memet,
-----Memetçik, Memet.
----------Bölük emininde yoktur merhamet.'' (Sayfa: 49)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Memedin ayağında yarım çarıklar.
Memet yüzükoyun yatmış sayıklar.
Memet beygir fışkısından arpa ayıklar.
Arpayı götürüp derede yıkar.
Güneşte kurutup yiyecek Memet.
Dağ taş Memet dolu, dağ taş sevkiyat.
Ölüm Allahın emri, açlık olmasa fakat.
-----Memetçik, Memet,
-----Memetçik, Memet.
----------Arpayı en fazla bir avuç verir
----------Beygir fışkısında yoktur merhamet.
*
''Makasın solunda kör demiryolu.
Kör demiryoluna çekilmiş vagon.
Vagonda oturmuş altı Alaman.
Yüzleri kırmızı, kıçları şişman.
Makarna yiyorlar masa başında.
Belki de o kadar şişman değiller
Ve lakin Kartallı öyle görüyor.
-----Memetçik, Memet,
-----Memetçik, Memet.
----------Alaman olmakta var mı keramet.?'' (Sayfa: 50)
***
''Memetçik, Memet,
Memetçik, Memet.
-----Açlık çıkınca yoluna
-----Memetten Memete yok mu merhamet.?'' (Sayfa: 54)
***
'Ölümün son meydan harbidir bu;
zafer aşkın ve hayatındır..' (Sayfa: 57)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Üniversiteli
-----(hikâyeyi dinlemişti uzaktan)
----------şaşkın bir keder duydu,
-----sonra öfkeli bir merhamet.
*
Sonra düşündü:
-----''Ne yazık,
-----ne çabuk affediyorlar..''
Ve devam etti düşüncesine:
-----''Bir çeşit balık
----------bir çeşit ağaç
---------------bir çeşit maden gibi
-----memleketimizde bir çeşit insan yaşıyor ki
-----ömrünün anlatılmaya değer
----------ve bir türlü unutulmayan hatırası:
---------------muharebeler.''
Ve devam etti düşüncesine:
-----''Ben bir siperde ölümü bekleyecek kadar
---------------------------------cesur muyum.?
Bekleyenlerin ve ölenleri çoğu
----------------------------------cesur muydu.?
Ve bugün bekleyenler ve ölenler
-----topyekûn cesur mudur.?
Bu işin çok zaman
-----cesaretle ilgisi var mı.?
Yoksa siperdekiler
-----mezbahaya bir çoban teşkilatıyla giden
-----sürü ve davar mı.?
----------Yalnız bedenleriyle değil
---------------şuurlarıyla da yakalanmış..
Yoksa yanlış mı düşünüyorum.?
Öyle siperler olabilir ki
-----(mesela benim için)
----------sevinçle ölebilirim orda.
Samimiyim bu anda
fakat gelirse o gün
-----ve ölmeden önce
----------birkaç saat yaralı yaşarsam
---------------esef duymayacak mıyım.?'' (Sayfa: 79-80)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Ufacık kadın
-----kederle baktı Perihan'a:
''- Kızım,'' dedi, ''daha küçüksün,
-----büyü
----------gelin ol
---------------erkek evlat doğur,
muharebe nasılmış
-----o zaman sorarım sana.'' (Sayfa: 89)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Gün olur daha derin
-----daha geniş yara açar
----------kalemin düşmanlığı
---------------mavzerin düşmanlığından.'' (Sayfa: 92)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''- Çocukları sever misin.?''
''- Sevilmez mi.!
Allahtan büyük ne var, demişler
-----çocuk var, demiş.
Öyle ya
çocuk Allah korkusunu bilebilir mi.?
-----Bilemez.
Kim kimden korkmazsa, o ondan büyüktür.'' (Sayfa: 99)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''doğru
böyle şey olmaz.
Ölmeyi isteyecek kadar çıldırmak için
bugün bu dünyada öyle çok sebep var ki,
insanları öyle kolay yeniyorlar ki,
sahanlıkta kapının aralık kalışını,
sadece bir kazayı, aklın kabul etmiyor.'' (Sayfa: 109)

***
*
I
*
''Kuş bile yuva yaptı,
-----kuş kadar olamadın..'' (Sayfa: 115)
***
''Hayâsızın Öztürkçesi.?
Çağataycadan uydururlar yine.
Bizim Türkçemizle 'utanmaz', 'sıkılmaz' desek.?
Hayır,
'hayâsız'da çok daha çıplak,
-----daha yüzsüz bir şeyler var.'' (Sayfa: 118)
***
''Onlar gazete patronlarıydı.
En çok satıyordular.
Yirmi dört saatte bir ilim şöhreti yaratıyordular.'' (Sayfa: 124)
***
''Harp meydanı bir demirci ocağıdır,
Milletler çelikleşmek için geçmeli ordan..''
-----diye yazacaktı.
Halbuki kendisi bu ocaktan geçmemiş
-----ve geçmeyecekti.
Çünkü -güldü- topaldı çok şükür. (Sayfa: 125)
***
''O kadar belli olmamak istiyorlar ki
-----derhal belli oluyorlar.'' (Sayfa: 130)
***
''Birdenbire bir telaş oldu kalabalıkta.
Büyük kapıdan başlayarak
-----tıpaları çekilen şişeler gibi insanlar
----------şapkalarını çıkarıp
---------------eğildiler.
Hazindi manzara.
Büyük kapıdan en önde bir adam girdi gara.
Sanki kapıdan girmedi de
-----eğilen çıplak başlara
----------geniş mermer bir merdivenden indi.'' (Sayfa: 131)
***
''Bu, vekillerden olacak.
İyi, güzel etekliyorlar.
Bana sorsan
-----insanoğlu secdeden gayrı yerde
----------böyle eğilmemeli.'' (Sayfa: 132)
***
''Ve bu yıl
-----yeniden yazılan vasiyetnamede
----------servetinin yarısı evlad ü ayaline kalacak
---------------yarısı emrü hayre.
Eski vasiyetnamede halbuki
-----(1931'de yazılan)
----------servetinin dörtte üçüydü emrü hayre kalan.
Bazen onun
-----en yakınlarını bile şaşırtacak kadar çıplak
----------ve yalansız zamanları vardı.
Böyle zamanlarında sol gözünü daha sık sık
-----ve ağlayacakmış da bunu önlemek istiyormuş gibi kırpardı.'' (Sayfa: 134-135)
***
''Ama insanlar bir tuhaf,
yahut ben bir tuhafım.
Bir şey tıkandı şurama,
söylemesem beni boğacak.
Büyük parayı alnının teriyle kazanamazsın.
Başkalarını bilmem,
benimkinin temelinde alın terim yok.
İlk zamanlar bu daha ayan beyan malumdu bana.
Sonra unutmaya başladım yavaş yavaş, yahut unutmak istedik.
Dünya bu,
insan yürür, yükselir, çıkar yokuşu,
gayrı öyle olur ki,
-----ilk hareket noktasına bir daha dönüp bakmaz.
Bizi yedi kat yerin dibinden alıp sırtında götürürken zümrüdü anka kuşu
budumuzdan et kesip veririz.
Sonra Kafdağı'na ulaştık mıydı
-----kuş unutulur
----------biz buraya say-i zatîmizle çıktık, deriz.'' (Sayfa: 135)

***
*
''- Sümerbank'ınkiler metelik etmez.
Alıp giymiyor köylü.
Hem, benim dediğim..''
''- Anlıyorum, Burhan Beyim
üniforma gibi bir şey istiyorsunuz.''
''- Evet.
Üniforma gibi sağlam ve zorla giyilecek.''
*
Üç demir iki yıldız karıştı söze
-----(altmış yaşlarındaydı, kısa boylu
----------ve incecik sesini kalınlaştırmak isteyen bir insandı):
''- Bir noktaya dikkat buyrulsun efendiler:
elbiseler verilmiş bazı odacılara
-----gördüm,
tefriki mümkün değil bir subayımızla bir odacının
-----elli adımdan.
Böyle bir hataya düşmemeli bu sefer.'' (Sayfa: 140)
***
*
''Bembeyaz bir gece geçiyordu mavi camların dışından.
Ay vardı, deniz vardı dışarda
dışarda bir bahtiyarlıktı ayın altındaki toprak.
Farkında değildi bunun yemekli vagonda mavi camların içindekiler'' (Sayfa: 150)
***
''Ay ışığında karanlık bir tiren geçiyordu,
karanlık bir tiren.
Yalnız lokomotifin tekerlekleri arasından düşen
-----ateş parçaları
----------kıvılcımlar.'' (Sayfa: 153)
***
''Ne tuhaf şey
şafak zamanları
renkler ve pırıltılarla uyanışı aydınlığın
-----ölüme daha kolay çekiyor gidecek insanları.'' 
(Sayfa: 156)
***
''Ölülerin uzaktan belli olmaz yaşı'' (Sayfa: 159)
***
''Selim
-----(ölünün adı)
-----yirmi beş kuruşa on dört saat dayanamadı.
Elli kuruş ve on saat, dedi.
Öteki işçiler de aynı fikirdeydiler.
Derin, felsefi bir fikir değil elbet.
Fakat tehlikeli bir fikir.
Ve bundan dolayı Bulgarla Hikmet
-----hemen polise ihbar ettiler bu fikri.
Derhal tevkifat yaptı polis.
Müdiriyete on kişi götürüldü:
-----dört kadın, altı erkek
-----(elebaşılar)
-----ve Selim -komünist.
Halbuki komünist değildi Selim.
Düşünmemişti komünizmin ne olduğunu bile.
O sadece on sekiz yaşındaydı
ve yirmi beş kuruş yerine elli kuruş istiyordu
-----ve on dört saat yerine on saat.
Polis bu kanaatta değildi fakat.
Yatırdılar Selim'i yere.
Selim kalktığı zaman
-----basamıyordu döşemelere.
Yatırdılar Selim'i yere,
------Selim kalktığı zaman
-----göremiyordu önünü artık.
Yatırdılar Selim'i yere,
-----Selim kalktı ve yığıldı.
Selim'in koltuklarına girip
-----karanlık bir odaya götürdüler.
Ve duvarda bir çiviye bağladılar saçlarından,
-----o suretle ki
---döşemeye ancak ayak parmaklarının ucu dokunuyordu.
Bir tıramvay geçti sokaktan gıcırtılarla.
Yakın bir yerde yatsı ezanı okunuyordu.
Çözdüler Selim'i çividen,
yatırdılar Selim'i yere.
Ve Selim kalktığı zaman
-----bir pencere gördü uzaktan
----------çok uzaktan ama
---------------perdesiz karanlık bir pencere.
Atıldı ona doğru.
Camlar kırıldı şangırdayarak.
İlkönce kayboldu bir insan başı
-----sonra kayboldu iki ayak.'' (Sayfa: 160-161)
***
''- Orda bir ölüyü mü göreceğiz yine.?''
''- Bir değil, bin
-----iki bin
----------üç bin ölüyü.
Fakat sayısı çoğaldıkça ölülerin
-----facia-değerleri düşer.
Hele bir tayyare bombardımanında ölmüşlerse eğer.'' (Sayfa: 162)

***
''Yani ilk defa düşünüyorum.
Yani sahiden
-----gerçekten
-----elle tutulacak gibi düşünüyorum:
-----bu dünyada benden başka da insanların yaşadığını.
Laf diye değil
-----öyledir diye değil
adeta birdenbire derimin üzerinde duymak bunu
-----düşünmek
----------anlamak.
Ne dersiniz.?''
''- Duydunuz: muhakkak,
-----düşündünüz: belki,
----------anladınız: zannetmem.
Ne olacak hem,
anlasanız da unutacaksınız.
Bir andı, geldi geçti,
-----yahut geçmek üzeredir.
Geçmese de alışılır.
Alışıldı mı, mesele yok.
Alışkanlık getirir eski yerine
-----hiçbir şey duymamış
----------düşünmemiş
---------------anlamamış olmanın rahatlığını.
İlk seferkine göre belki miskin bir rahatlık,
rahatlık fakat.'' (Sayfa: 165)

***
''biz münevverler hep birbirimiz gibi konuşuyoruz,
-----aynı renkli cümlelerle
----------aynı eda.'' (Sayfa: 166)

***
*
''Onlar ki toprakta karınca
-----suda balık
----------havada kuş kadar
---------------çokturlar,
korkak
-----cesur
----------cahil
---------------hakîm
--------------------ve çocukturlar
ve kahreden
-----yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
*
Onlar ki uyup hainin iğvasına
-----sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
-----kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
*
Demir
-----kömür
----------ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
-----ve sahra
----------ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
-----bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti, karanlığın kenarından
-----onlar ağır ellerini toprağa basıp
----------doğruldukları zaman.
*
En âlim aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için:
'zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur'
--------------------------------------------denildi.”
(Sayfa: 178-179)
***
''Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
-----bu dünyanın üzerinde.
İstanbul 918 Teşrinlerinde,
İzmir 919 Mayısında
ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar
Mayıs ortasından
-----Haziran ortalarına kadar
(yani, tütün kırma mevsimi
-----yani, arpalar biçilip
----------buğdaya başlanırken)
---------------yuvarlandılar...
Adana,
-----Antep
----------Urfa
---------------Maraş:
--------------------düşmüş
-------------------------dövüşüyordu.....'' (Sayfa: 180)
***
''O günün adamları, yavrum, bir başka çeşit
-----bir başka çeşit, yavrum, bugünün adamları.''
(Sayfa: 193)
***
V
*
''ortalık duruldukta yıllarca sonra mehtaba baktığın vakit
-----üzüntü çekmemek için
ya insanda yürek dediğin taştan olacak
-----yahut da dehşetli namuslu olacak yüreğin.
Bizimkisi taştan değil çok şükür,
-----fakat namuslu.
Ne malum.? dersen:
dövüştük pir aşkına
yaralandık birkaç kere
-----ve saire.
Ve kavga bittiği zaman
ne çiftlik aldım, ne apartıman.
Kavgadan önce Kartal'da bahçıvandık
-----kavgadan sonra Kartal'da bahçıvan.'' (Sayfa: 206)

***

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Dağlarda tek
-----tek
----------ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
öcalıcı, güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu mavzerinin yanında.
Kocatepe'de, gözetleme yerinde..'' (Sayfa: 228)
***
''Saat beşe on var.
Kırk dakika sonra şafak
-----sökecek.
''Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.''
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe cenubunda
On Beşinci Piyade Fırkasından iki ihtiyat zabiti
ve onların genci, uzunu
Darülmuallimin mezunu
-----Nurettin Eşfak
----------mavzer tabancasının emniyetiyle oynayarak
-----konuşuyor:
''- Bizim İstiklal Marşında aksayan bir taraf var,
bilmem, nasıl anlatsam.
Âkif, inanmış adam.
Fakat onun ben
inandıklarının hepsine inanmıyorum.
Beni burda tutan şey
-----şehit olmak vecdi mi.?
-----Sanmıyorum.
Mesela bakın:
'Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.'
Hayır.
Gelecek günler için
-----gökten âyet inmedi bize.
Onu biz kendimiz
-----vaadettik kendimize.
Bir şarkı istiyorum
-----zaferden sonrasına dair..
'Kim bilir belki yarın..'' '' (Sayfa: 230-231)
***
''Şiir yazarken dikkat ettin mi Celâl'e,
her seferinde sanki herif on beş yaşında kız olmuş da
-----kıvrana kıvrana
----------kemikleri açılıp çatırdayarak
---------------ağrılar içinde çocuk doğuruyor,
-----sanki her seferinde dünyayı yaratıyor yeniden.'' 
(Sayfa: 236)
***
*
''Hepsinde, kırışıksız
-----alınlar ipekli kâat gibi dümdüz,
hepsinde açlığını bile bilmeyen
-----aç bir yüz.
Yaşamışlar bir lokmacık henüz,
-----henüz bir lokmacık hatıraları var,
yükleri böyle hafif
------ölüme böyle kolay gidiyorlar.'' (Sayfa: 253)
***
*
''Toprağın kavgasını yüreğinden at,
bul ki gökyüzünü, ordadır bahtiyarlık,
-----kuşkusuz, sefaletsiz,
----------geniş,
----------yüksek,
----------rahat,
-----büyük sırrını orda çözer hayat..'' (Sayfa: 256)
***
''Baktı uçağa Üniversiteli
ve düşünceler kafasında atladı birbirinden:
''Teknik
ter ve kan içinde kuruluşu getiren
teknik
elektrik, motor, mazot
pike yapıyor pilot
kolan vururken Emirgân Korusu'nda ben
çınar
asma salıncak
yar gelip yar gidip sallanacak
pilot aklını oynatsa
bir bomba atsa,
-----mitralyöz ateşine tutsa yahut
Londra, Belgrad, Roterdam.
Tolstoy büyük adam
-----her şeye rağmen büyük,
düşman askerleri ne güzel konuşturur
Sıvastopol Harbi'ndeki hatıralarından almış bunu,
Sıvastopol önünde yatan gemiler
Harp ve Sulh'ün Fıransızca tercümesindeki not:
'Ateş kes zamanlarında düşman orduların askerleri toplanırlardı
-----bir araya
ve anlamadıkları halde birbirlerinin dilini
kardeşçe gülüşürler
vururlardı omuzlarına birbirlerinin
Harbi hazırlayanların ruhu yanında onlarınki ne kadar yüksek,
onlara, ayrı milletlerden gelmişler diye
onlara, insan ve kardeş değilsiniz
-----düşmansınız, diyenler..'
Ben Tolstoy kadar büyük bir yazıcı olabilirsem eğer
'Sevgilim
elini ver,
öpecek değilim,
götüreceğim onu
-----yeni bir dünyayı işleyen ellerin arasına.'
Bu şiiri bitirip bir yerde bastırabilsem
-----Selma dehşetli sevinecek.'' (Sayfa: 257-258)
***
''Anlamak:
en büyük rahatlık.
Karşı konulmaz zoru sosyal zaruretlerin
ve kavga:
akıl,
-----yürek,
----------yumruk,
alabildiğine nefret,
-----kin,
alabildiğine merhamet,
------sevgi,
insan insanı sömürmesin diye
ve daha âdil bir dünya
-----daha güzel bir memleket için..'' (Sayfa: 261)
***
''Vatan sevgisi mi bu hergelelerde.?
Hangi vatan sevgisi.?
Sandalya, depo, fabrika, çiftlik, apartıman sevgisi.
Mülkünü, sermayesini al
sandalyasını çek altından,
heriflerde düşman toprağı olur vatan.'' (Sayfa: 262)
***
''En olmaz şeyi düşünen,
en ağır fedakârlığa hazır,
dehşetli merhametli,
müthiş merhametsiz,
ve lirizme düşman
ve bir hayli romantik,
kusurları ve meziyetleriyle velhasıl
-----delikanlı ve münevverdik.'' (Sayfa: 265)
***
''Halkın kokusunu ilk aldığı
-----kitleye ilk geldiği zaman
-----bir tuhaf tezattadır münevver delikanlılar:
bir yandan topyekûn inkâr eder fert olarak kendini,
yine kendi kendiyle uğraşır öbür yandan.
Ben de kendi kendime sorardım:
-Her şeyini vermeye hazır mısın, Halil.?
- Evet.
- Gözlerini.?
- Evet.
-----Kör olduktan sonra da söylerim, yazarlar,
-----kör olduktan sonra da dövüşmek kabil..'' (Sayfa: 266)
***
*
I
*
''Bulutlarda bir avlanmaz kuş olmak..'' (Sayfa: 272)
***
*
''Kafasının içinde güneş:
bir alevden ağırlık ki 3 defa milyon defa 2000 milyon
-----------------------------------------------------ton.
Ne iyi
-----ne fena
----------ne güzel
---------------ne çirkin
--------------------ne halkı
-------------------------ne haksız,
bir muazzam
-----bir uçsuz bucaksız
----------hayat.
Beher metre karede 100.000 beygür kuvveti takat.
Ne akşam
-----ne sabah
----------ne ümit
---------------ne eyvah
--------------------ne aşağı
-------------------------ne yukarı.
Saatta 600 bin kilometre esen
-----beyaz
----------gaz
---------------kasırgaları.
Atomlar iyon halinde.
Tekrar ölümünde
-----tekrar doğumunda
----------tekrar kemalinde
ve kopuşlarla, sıçramalarla
başsız ve sonsuz, bana bağlı olmadan
------benden evvel var olup
----------benden sonra var olan.'' (Sayfa: 291)
***
*
''.. ''.. bir şey soracaktım sana.
Hani,
-----bilimiyon
----------yürüdük mü, diyecektim,
---------------asrîleştik mi
--------------------Abdülhamit'ten bu yana.?''
Halil şaşmadı Yusuf'un sorgusuna:
''- Elbette yürüdük,'' dedi,
-----''daha da yürüyeceğiz.
Bir merdiven çıkıyoruz, diye düşün,
-----basamaklar, son basamak,
----------kapı,
---------------kapı açılacak,
-kendiliğinden değil,
biz açacağız elbette-
gireceğiz eve:
-----rahat,
----------sıcak.''..'' (Sayfa: 312)
***
IV
*
''Mor cepkenle ipek şal
-----türkülerindir
ve festivallerde sıçramaların.
Hangi köylü benim köylümden iyi bilir
-----kahrolası hünerini yamaların.'' (Sayfa: 314)
***
''Bir kadın bir dipçik yedi.
Düştü, doğruldu.
Ağzının içinde kan.
''- Kavaklar gibi boyun devrilsin,'' dedi,
''benim oğlum da candarma olur elbet,
senin köyüne gider,
bana ettiklerini anana eder.!'' ..'' (Sayfa: 317)
***
VI
*
''- İleri oğlum,'' diye bağırdı adeta,
-------------------------------''ileri.
Çok öğren, çok oku.
Öğren, öğrenmeyenlerin mantığını da.
Kuran'da bir söz var:
'Küllü yemellu şakiliyetihi.'
Herkes derecesine göre iş yapar.
Aklını hakim kıl oğlum
----------------------kurtul ıstıraptan.'' (Sayfa: 339)
***

''Biliyorsunuz:

insanlar sınıf damgalarını
-----taşırlar avuçlarının içinde.'' (Sayfa: 346)
***
İKİNCİ KISIM
*
I
*
''- Açlık,'' dedi,
-----''açlık, hiçbir şey yememek değil,
barsağı düğümlenene kadar
-----yarma çorbası içmektir.'' (Sayfa: 365)
***
''Ve bu saatlarda, buralarda, aylak insan
-----keyifli değilse
----------hele aydınlardansa eğer,
kabuklu bir hayvan gibi kendi içinde derinleşir.''
(Sayfa: 366)
***
''Kederli bir yalnızlık doluyor içerime
-----ölümünü düşünen bir insanın yalnızlığı
----------sevgisiz ve nefretsiz.'' (Sayfa: 369)
***
DÖRDÜNCÜ KİTAP
*
*
I
*
''Ve devam ediyor senfoni.
Soprano, alto, tenor,
kemanlar insan,
-----kemanlar insan ve mağrur
----------soruyor:
''Beyaz, sarı, kızıl, kara,
ırkların ırklara
-----milletlerin milletlere kulluğunu
ve insanın insanı sömürmesini reddetmediler mi.?
İnsan emeğini kutsal bilen
en büyük hürriyeti mümkün kılan onlar değil midir.?''..'' (Sayfa: 433)
***
''Fakat emindiler:
dünya geri dönmeyecek Ortaçağa
-----ve olduğu yerde saymayacak.
Bu bir doğum ağrısıdır
-----gebedir toprak.'' (Sayfa: 441)
***
''Memleketini seven adam
ama yalnız bizim burda değil, her yerde,
Asya'da, Avrupa'da, Amerika'da, Afrika'da,
ama sahiden seven,
hanı, hamamı, çıkarı için değil de
-----şöyle candan, yürekten,
halkın sevdiği gibi memleketini seven insan,
ve kendi halkından korkacak iş yapmamış
-----ve memleketini satmayan
Türk olsun, Bulgar olsun, Fıransız, ne bileyim, Sumatralı,
-----hatta Alaman,
onların kazanmasını ister.'' (Sayfa: 442-443)
***
''Yüreğim bir senfoni cennetidir
-----orkestram ağzım.'' (Sayfa: 445)
***
''Gözler var:
-----annedir.
Gözler var:
-----bebeklerinde yanan iki damla ışıkla
-----nefret ve kinden ibaret.
Gözler var:
-----muhabbet.
Gözler var:
buğdayları güneşli bir harman manzarası gibi bakıyorlar.
Ve sonra ikide bir
ve sonra yine o göz:
-----inatla ve ısrarla bakan
-----ve yarılmış kaşı
-----ve pınarından sızmakta kan.'' (Sayfa: 447)
***
''damarların dumura uğrayış ağrısı mıdır gözlerindeki,
yoksa dünya dövüşürken
-----kolu bağlı oturmanın acısı mıdır.?'' (Sayfa: 447)
***
''Hitler, tank sayısı bakımından üstün durumdadır.
Tank
-----önemli alettir inkâr eden yok.
Fakat bizde insanlar kullanır tankları
-----onlarda tanklar insanları.'' (Sayfa: 449)
***
''Ve artık durup dinlenmeden kendi sesi geliyor aklına:
düşmanın karşısında dimdik duran sesi,
Hayır, diyen,
Söylemem, diyen
ve düşmana hiçbir şeyi doğru söylememek için
-----kendi adını bile gizleyen.
ZOE'ydi adı,
ismim TANYA, dedi onlara.'' (Sayfa: 461)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğinin içinden:
''- Kardeşler, üzülmeyin.
---Gün yiğitlik günüdür.
---Soluk aldırmayın faşistlere,
---yakın, yıkın, öldürün..
*
Bir Alaman vurdu ağzına partizanın,
genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan.
Fakat askerlere dönüp devam etti partizan:
''- Biz iki yüz milyonuz.
---İki yüz milyon asılır mı.?
---Gidebilirim ben.
---Ama bizimkiler gelecekler.
---Teslim olun, vakit varken..''
*
Kolhozlular ağlıyordu.
Cellat çekti ipi.
Boğuluyor nazlı boynu kuğu kuşunun.
Fakat dikildi ayaklarının ucunda partizan
ve hayata seslendi İNSAN:
''- Yoldaşlar
-----hoşça kalın.
Yoldaşlar
---kavga sonuna kadar.
Duyuyorum nal seslerini
---geliyor bizimkiler.!'' ..'' (Sayfa: 464-465)
***
''.. ''Dünyanın gençliğidir komünizm''
ve ''şarkı söyleyen yarınları hazırlıyor.''..''
*
(Pol Vayan-Kuturyen) (Sayfa: 468)

Nâzım Hikmet Ran - Memleketimden İnsan Manzaraları

''Gelip aldılar.
Söküyor şafak.
Dayadı sırtını.
Gözleri namluların gözlerinde.
Okudu Marseyyezi patriyot
okudu Marseyyezi Fıransız yurtseveri.
Yaylım ateş.
Akdeniz'in en katıksız evlatlarından biri yıkıldı dizüstü:
Okudu Enternasyoneli komünist.
İkinci yaylım ateş.
Gün ışığına doğru uzandı elleri
ve kapandı toprağa yüzükoyun Gabriel Peri. (Sayfa: 469)
***
*

''Hepsi paralarını dışarlara kaçırıyormuş,
hem de kimler,
milyonları varmış İsviçre, Amerika bankalarında.
Memleketlerinden korkuyorlar demek.
Demek, kaçmakta akılları fikirleri.
(..)
Sonra bir şey daha duydum,
dehşetli sinirlendim:
sözde, İsviçre'ye deyip
-----Almanya'ya buğday yolluyormuşuz.
İnsan eti yiyenlere
-----memleketimin buğdayını yedirenlerin
-----Allah belasını versin.'' (Sayfa: 474)
***
''Kalemi, kâadı bırak,
yüz yüze gelip
-----konuşmak seninle:
sesinin yanında
-----sesimi duymak.'' (Sayfa: 482)
***
''Kitaba düştüm,
sabahtan akşama kadar okuyorum.
Kitaplar akıllı
-----kitaplar aptal.
Kitaplar büyük
-----kitaplar çocuk.
Kitaplar en uzak, en güzel yolculuk,
fakat kısır
-----fakat sensiz..'' (Sayfa: 494)
***
III
*
''Hemen belli olur:
-----sıhhatli bir adamın rahatlığı gibidir
-----------iyi bir adamın rahatlığı.'' (Sayfa: 517)
***
''Bir gün beşinci koğuşun damağası geldi yanlarına:
''- Sizin için,'' dedi,
-----''bunlar vatan düşmanıdır dediydi başgardiyan,
Moskof bunları balla börekle besler.
Halbuki ben bakıyorum
-----sizin ortak tencere haftada bir bile kaynamıyor.
Yara almış delikanlılar da var içinizde
-----vatan millet uğruna.''..'' (Sayfa: 524)
***
''Halil'i komiserin karşısına çıkardılar,
fındık içi gibi yağlı, toparlak, ufacık bir adam
-----sipsivri dişleriyle sırıttı:
''Sizin mezhepte karılar ortaklama kullanılır,'' dedi,
-----''Kızılbaşlık gibi bir şey, bu..''
Ve Halil
masanın üstündeki hokkayı kaptığı gibi fırlatmıştı hergelenin suratına..'' (Sayfa: 524)
***
''komünistim çok şükür,
-----hem de sapına kadar,
-----hem de her gün biraz daha sağlama giderek,
-----her gün biraz daha komünistim,
---------------komünist..''
(..)
Her komünist gibi de su katılmamış vatanperverim..''
(Sayfa: 525)
***
''Başkasının sırtından geçinenlerin değil
-----çalışan insanların vatanperverliği bu.'' (Sayfa: 526)
***
''Ne kendi milletimden aşağı
-----ne de üstün görürüm başka milletleri.
Kozmopolit de değilim.
Her komünist gibi haykırırım fakat,
-----Bütün ülkelerin proleterleri birleşin, diye.''
(Sayfa: 526)
***
''Yalan dediğin topal bir bite benzer
bir gecede yedi yatak dolaşır
-----hele fukara yataklarını..'' (Sayfa: 527)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...