31 Mayıs 2019 Cuma

Bilge Karasu - Gece

yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi
*
Turgut Uyar
(Pazartesi YENİLGİ GÜNLÜĞÜ - Her Pazartesi)
(1)
Geceleri, çoğu zaman, uyanık, beklerim. Uyuyanların uykusunun kapısında dikilen nöbetçiyim ben; o uyku benden sorulur. Düşün kalıba girmez kütlesi üzerinde yüzen ruhum ben.
.......
...... uzak, tehlikeli bir geceye --geceler hep böyledir zaten-- girip yittiler.
......
...... simgenin karanlık anlamıyla yüklüydü o, gecede eğleşen, düşlerde eğleşen herkes gibi de tehlikeli. Düşleri, her biri bir simge olan kişiler, hayvanlar, bitkiler, nesneler şeneltir. Her biri güçlüdür bunların; bunları üreten kişi, kendini simgenin yerine koyduğunda da, bu gizemli güçten yararlanır. İmin gücü, düşün gücüdür......
*
(2)
Kendini kuran bireyliğin devinimi ...... gerçek dünyanın oluşumudur. (Sayfa: 11)

# BilgeKarasu #Gece

Karanlığın gerçekliğe benzer tek yanı, konuşulabilmesi olacak. İki kişi arasında. İki duvar arasında.
Sonra soyunmağa başlayacak insanlar. Gecenin açtığı yaralar biraz daha acısın diye.
(..)
Bir tek diller bilecek, tepelerde, toprakaltı saraylarında yanan ışıkları; yalnız dil söyleyecek bu ışıkta yıkanan tek hücreli hayvanları.
Gece oluyor yavaş yavaş. Bağırsaklarımızın içinden yüreğimize gözlerimize doğru yükseliyor.
(Sayfa: 15-16)
Bir tek diller bilecek, tepelerde, toprakaltı saraylarında yanan ışıkları; yalnız dil söyleyecek bu ışıkta yıkanan tek hücreli hayvanları. Gece oluyor yavaş yavaş. Bağırsaklarımızın içinden yüreğimize gözlerimize doğru yükseliyor.

Gecenin işçileri, daha ikindi üzeri ortalıkta görünmekle yaratacaklarını bildikleri ---oysa başlangıçta, ancak, umdukları--- ürküntüyü sürdürmek, uzatmak, bu sürdürülen, uzatılan ürküntüyü daha da yeğinleştirmek üzere dalgalandırmak, yani gönüllerinin dilediğince azaltıp artırmak için çeşitli yollar denerler.. Sokaklardaki, evlerdeki insanların bu ürküntüyü pek değişik biçimlerde yaşamaları karşısında kendileri de, ürken insanlara bakarak duydukları hazları nasıl çeşitlendirebileceklerini araştırırlar; yeni yeni ürküntü yaratma yöntemleri hazırlanması için kendilerinden beklendiği üzere gözlem yaparlar.. Birkaç saat içerisinde daha ne incelikler bulup yaratacaklarını o gün, ortaya çıktıkları o ikindi saatlerinde, belki kendileri bile henüz bilmezler.
Şehrin ana caddesine açılan en geniş yan sokaklardan birinde yakaladıkları delikanlı olayında, bunun böyle olduğunu pek çok insan açıkça anladı. İşçilerin uyguladıkları işlem, ossaat gönüllerine doğuvermiş bir doğaçlamanın bütün tazeliğini, usta işi acemiliğini taşıyordu çünkü.
Ama gene o gün, daha da ince bir üzgüyü karanlık bastıktan sonra akıl edeceklerdi. Daha önce böyle bir şey düşünemediklerine biraz şaşarak, biraz da yerinerek.
Bu incenin incesi buluş, oldukça sudan bir şeydi üstelik. Bütün yaptıkları, susmak, kıpırdamamak oldu. O kadar. Görünmemek, susmak, yokmuş gibi davranmak. Birkaç saat boyunca.
Gizlendikleri karanlık köşelerden seyrettiler aydınlık pencerelerden kaygılı bakışların sağa sola kaçamak kaçamak bakarak perdelerinin ardında yitmesini, yüpürgen ellerin kapı önlerindeki çocukları kapıp içeri alıvermesini, karanlığa bakanların önlerine bakarak koşar adım evlere dalmasını. Kapıların sessizce sürgülendiğini işitti çakal kulakları. Işıkların teker teker söndüğünü gördüler. Karşı konmazı beklemenin, beklenenin gelmeyişiyle artan kaygının gitgide yeğinleştirdiği korkunun, karın boşluklarındaki kemiriciliğini duyar gibi oldular; dile gelmez hazlar duydular etlerinin her noktasında. (Sayfa: 25-26)
Şehrin ana caddesine açılan en geniş yan sokaklardan birinde yakaladıkları delikanlı olayında, bunun böyle olduğunu pek çok insan açıkça anladı. İşçilerin uyguladıkları işlem, ossaat gönüllerine doğuvermiş bir doğaçlamanın bütün tazeliğini, usta işi acemiliğini taşıyordu çünkü.

Balıkçılar sokağındaki olay herkesi üzdü, ama kimseyi şaşırtmadı.
Şehrin ana caddesine açılan en geniş yan sokaklardan birinde, Bakkallar sokağı köşesinden üç adım beride, Balıkçılar sokağının en civcivli saatinde, gecenin işçileri o gence niçin saldırdılar, bilinmiyor.
Söylentilere bakılırsa, elinde götürmekte olduğu ekmek dörtköşe değilmiş; saçının rengi kara değilmiş; ya da aksayarak yürüyormuş.. Söylenti elbet, bütün bunlar. Doğrusunu kimse bilmiyor. Ayrıca, bilinecek bir doğru var mı.? O bile bilinmiyor. Bilinebilen, görülebilen ise, işçilerin, ansızın duvarlardan, köşelerden, kapı ağızlarından sıyrılarak o genci kalabalığın içinden çekip ortalarına aldıkları, bir daha dağılıp gözden yittiklerindeyse ortada kanlı, tanınmaz bir et yığını kalmış olduğu. Genci, gecenin işçilerinin ortasında yitmeden önce görebilenlerin söylediğine göre, bu et parçası, o alımlı delikanlının yarısı kadar bile olamazdı. Bu kanlı etin üzerine talaş serpildi, kuru yapraklar örtüldü.
Ertesi sabah oradan geçenler, bir türlü aydınlanamayan günün donuk ışığında, asfaltın üzerinde esmerce bir lekeden başka bir şey göremediler gencin parçalanmış olduğu yerde.
İnsanlar artık yalanan ağızlar, pençeler arıyor insanların yüzlerine, ellerine bakarken. Oysa işçiler, gecenin işçileri oldukları için, güpegündüz görünmezler sokaklarda. Gecenin işçileri herkes gibi miydi bir zamanlar.? Böyle olduğuna inanmak isteyenler var.
Daha mı az ürkecekler böyle olsa.? (
Sayfa: 28-29)

#BilgeKarasu #Gece

#BilgeKarasu #Gece
Sayfa: 34 - Görsel: Pavel Kuczynski

#BilgeKarasu #Gece

#BilgeKarasu #Gece

#BilgeKarasu #Gece

Bir insanın bir insanı vurması, öldürmesi, genellikle, öfke, korku ya da baskıyla açıklanan, açıklanmak istenen bir iştir. Öfke, korku, baskı, kolaylıkla birbirine dönüşür, birbirinin kılığına girer; dışarıdan geleni içten, içten geleni dışarıdan gelirmiş gibi gözükür. Benin, benliğin altta kaldığı duygusunun, birer görünümüdür üçü de. Benin, benliğin altta kaldığı duygusunun, birer görünümüdür üçü de. Gecenin işçileri hep altta kaldığı duygusuyla bunalmış insanlardan mı derlendi.? Çocukluğundaki umacılardan kurtulamayan, sevdiklerini gönüllerince saramayan, etlerini istedikleri etle birleştiremeyen insanlar mıdır hep, bu işçiler.? (Sayfa: 59)

#BilgeKarasu #Gece

Büyük işlerin küçük ahlâk ölçülerine kapanarak görülmeyeceğini bizden önce söyleyenler çok.. Bizse, bir yandan --o da yerine göre-- o küçük ölçüleri daha da daraltmak üzere bağırıp çağırırken, yapılması gereken temizliği her türlü ölçünün dışına taşımak gereğini bir inanç haline getirmek için uğraşırken, herkese boyun eğdirmek isteyenin engel bilmez, engel tanımaz davranışını (kendi aramızda bile) üstü kapalı bir biçimde benimsemek istiyoruz. Gizliliği, yani bilinmeyeni, korkuyu, gözdağını, yıldırmayı başkalarına karşı kullanırken, içimizde de bunları en yeğin biçimleriyle kurduğumuzun, neden sonra, farkına vardık. Bugün hiçbirimiz geri dönemez, hiçbirimiz vazgeçemeyiz. Oysa hiç değilse birkaçımız, biliyoruz ki birtakım dönülmez sanılan yerlerden her zaman dönülebilir; yeter ki durduğumuz yerden ileriye değil, ileriden, durduğumuz yere bakabilelim. Güçtür bu iş, ama olmayacak, yapılmayacak bir şey de değildir. Evet, hiç değilse birkaçımız bunu hâlâ biliyoruz, daha unutmadık. Ama unutacağımız günler yakın gözüküyor.
Anlatmak istediğim, epey karışık; bilmem becerebilecek miyim.? Bir oyun düşünün: Kara taşların kazanması gerekiyor. Karaların yanında kırmızılar, sarılar var. Karşılarında yeşiller, morlar, aklar. Bir taşa bir taş almak oyunu çok uzatır, kazanmanızı önleyebilir. Nasıl oynamalı ki bir taşa karşı iki, üç taş alınsın karşıdan.? Dahası, sizin yanınızda oynayanlardan da bir, iki, üç taş alabilesiniz.?
Bu soruya, niye gizleyeyim, onun da yardımıyla, gerçekten doyurucu yanıtlardan birini ben buldum. Ama, görüyorsunuz, övünemiyorum. (
Sayfa: 127-128)

#BilgeKarasu #Gece
(..) Doğrusunu isterseniz, ''Geceyi Örenler'' adlı yazınızda, oyun oynayan çocukların kendi aralarında işlev bölümü yapar, birine ''sen haydut ol'', ötekine ''sen polis ol'', berikine ''sen casus ol'' derken içlerinden en esmer olanına, handiyese zenci sayılabilecek olanına ''sen de gece ol'' diye görev vermeleri ne denli gerçek bir çocukça düşünce gibi geldiyse bana, ''büyükler arasında geceyi örenler sabırlı ellerinde uzun şişleri, önce korkunun yününü, ilmek ilmek, sıra sıra ördüler; kendilerini de yakacak ateş yününün yumakları, torbalarında, sırasını bekliyordu, ''deyişinizi o denli özentili, size yakışmaz bulmuş ama derin bir kuşkuya da kapılmıştım. Bize, bir şeyler bildiğinizi mi anlatmak istiyordunuz.? Neden sonra kararımı verdim; olsa olsa bir sezgiydi bu.
Oysa korku, bizim gerçekten, isterseniz bilimsel diyebileceğiniz bir yolda, kullanmağı kararlaştırdığımız bir duyguydu. Çeşitli biçimlerde kullandık onu, siz de biliyorsunuz, hem de iyi biliyorsunuz. Ama demin ''buluşum'' diyerek övündüğümü söylediğim bir biçimi vardı ki bu kullanışımızın.. Ana düşüncemiz şuydu: Bütün varlıklarıyla Hareket'e bağlanmış gençleri --özellikle gençleri-- bir büyük çelişki içine düşürmek.. Bir yandan, en aşırı davranışlarında bile, korkacakları bir şey olmadığını, kimsenin onlara gerçekten bir şey yapamayacağını duyurmak; bir yandan da.. (Sayfa: 129-130)
#BilgeKarasu #Gece
Yanınızdaki (önünüzdeki, karşınızdaki) adamın, iriliği (boyu, posu, eni) oranında bir gömüt gerektireceğini,
bu kıyımı ölçüsünde toprakaltı canlılarını besleyeceğini,
anasının babasının
doğumundan başlayarak gösterdikleri sevgi, ilgi, çaba
ile
bu gövdeyi besleyip büyütmesinin,
daha sonra, bu gövdeyi taşıyanın
yaşamayı beslenme, yeyip içme diye tasarladığı ölçüde, boğuşa, uğraşa, didine karnını doyurmasının
kim bilir, buna ''gönlünü doyurmasının'' demek
belki çok daha doğru olur
gerçekte, ölümünü özene bezene hazırlamak olduğunu düşünmüş müsünüzdür.? Kendi hakkından başka belki bir belki iki kişinin rızkını yiyerek, başına büsbütün üşüşülecek, iştah kabartacak
solucanları, kurtları, böcekleri, düşünüyorum
elbette şu anda
bir ölü, kendisini gömütlüğe taşıyacak olanları büsbütün terletecek, yoracak, görkemli bir ölü, ağırlıklı bir ölü haline gelmek için uğraştığını düşünmüş müsünüzdür.? Bilmiyorum.
Ama ben, bu dediklerimi, gördüğüm her besili insan karşısında, her gün düşünürüm. ''Biraz toplamışsın,'' diyen herkesin beni tiksintiyle karışık bir kaygıya salması bundan belki de..
Ölümü kurmaksızın yaşamı kurmanın olanaksızlığını duymak, özellikle duymak, hastalık belirtisi sayılsın varsın; nasıl olsa, ne yaparsak yapalım, ölüme hazırlandığımıza göre, bir yaşam dengesi tasarlayabilmek pek çılgınca bir şey olmasa gerek. (..) (Sayfa: 166-167)
#BilgeKarasu #Gece
#BilgeKarasu #Gece
#BilgeKarasu #Gece  💙💙💙💙💙💙💙💙💙💙💙
''Büyüsünden sıyrılmamız gereken sözcüklerden biri --en önemlilerinden biri-- de 'insan' sözcüğü. Bir tılsım gibi kullanıp en yüce duyguların aracı haline getiririz onu; tek tek insanı, kişiyi (dostumuz olsun düşmanımız olsun) o sözcüğün yardımı, aracılığıyla ezmekten, yıkmaktan çekinmeyiz. Düşlediğimiz, tasarladığımız, kurduğumuz, dilediğimiz bir anlamı yükleyiverdiğimiz 'insan' sözcüğü, sırasında en güçlü aracımız, saldırganlık kargımız olur.
İnsanı en yüksek yere yerleştirmekten, hayvanlardan, bitkilerden, sulardan, dağlardan çok önemli olduğuna, her şeyin insan için yaratılıp insana kulluk etmesi gerektiğine inanırmış gibi yaşamaktan vazgeçelim. Belki o zaman insanın değerini öğrenir, hayvanla, bitkiyle, suyla, dağla, taşla birlikte bir anlamı olduğunu, olabileceğini anlar, belki o zaman insana saygı duymasını başarırız.
(..) (
Sayfa: 218-219)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...