#MuazzezİlmiyeÇığ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#MuazzezİlmiyeÇığ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2018 Perşembe

Muazzez İlmiye Çığ - İnanna'nın Aşkı

Önsöz, 8 Eylül 1995
*
Çiviyazılı belgelerin bulunmaya başladığı geçen yüzyıldan beri Mezopotamya'da Aşk Tanrıçası İnanna ve Çoban Tanrısı Dumuzi (Tevrat'ta Astarte-Tammuz) ile ilgili bir bereket kültünün varlığı biliniyordu. Fakat, bunu her yönü ile kanıtlayacak belgeler yayımlanmış değildi. Ancak, bu yüzyılın ortalarına doğru Sumer edebiyatına ait belgeler saptanıp yayımlanmaya başlandıktan sonra bu kült ve bu kültün esasını oluşturan kutsal evlenme töreni konusu açıklığa kavuştu.
Sumer edebiyatına ait tabletlerin en büyük kısı 1887-1890 yılları arasında ABD'de, Philadelphia Üniversite Müzesi tarafından, Güney Mezopotamya'da eski bir din ve kültür merkezi olarak yüzlerce yıl varlığını koruyan Nippur (yeni adı Niffer) şehri kazılarında bulunmuştur. Bu tabletler, o günkü müzeler nizamnamesine göre, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'yle kazıyı yapan kurum arasında gelişigüzel paylaşılmıştı. Başka yerlerden çıkmış veya kaçak olarak elde edilmiş bir kısım tabletler de Avrupa ve Amerika müzelerine dağılmıştır ki, hepsinin toplam beş bin adet olduğu tahmin edilmektedir. Bunların hemen hemen üçte biri İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin Çiviyazılı Belgeler Arşivi'nde bulunuyor.
Efsaneler, destanlar, ilahiler, ağıtlar, mersiyeler, aşk şiirleri, atasözleri, hikâyeler ve bilgelik kompozisyonlarından oluşan Sumer edebiyatının, dolayısyla bereket kültünü oluşturan kutsal evlenme metinlerinin gün ışığına çıkmasında en büyük rolü Prof. Samuel Noah Kramer (25 Kasım 1990'da, 93 yaşında öldü) oynamıştır. O tam 60 yıl çiviyazılı tabletler bulunan Avrupa, Amerika müzelerini ziyaret ederek, Sumer edebiyatına ait tabletleri ve konularını saptamış, büyük bir bilim cömertliği ve yardımseverliğiyle isteyen müze uzmanlarını da çalışmalarına katarak, araştırmalarını evrenselleştirmiştir. Bütün bu çalışmaların sonucu, yüzlerce tabletin kopyası yapılmış aynı metne ait diğer müzelere dağılmış parçalar bulunarak konular tümüyle ortaya çıkartılmış ve çeşitli yayınlarla Sumerologlara, bilim tarihçilerine, antropologlara kaynak olarak sunulmuştur.
Sumer edebi metinlerinin yayımlanmasında en büyük katkı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Çiviyazılı Belgeler Arşivi'nden yapılmıştır. Orada bulunan Sumer edebiyatına ait 1400 tablet, çok küçük parçalar dışında, Samuel Noah Kramer, Hatice Kızılyay ve Muazzez Çığ tarafından kopya edilerek yayımlanmıştır. Yapılan bu çalışmalarla Sumer'in bereket kültünü oluşturan kutsal evlenme öyküsü de hemen her yönüyle aydınlanmış bulunuyor. (..)



Dumuzi, İnanna, kız kardeşi ve annesi birbirlerine sevinçle sarılırlar.Sahneye bütün figüranlar girer. Hep birden çalgılar eşliğinde ve büyük bir coşkuyla şarkı söylenir:
*
Fırtınadan sesli davul ile,
Tatlı sesli lir ile
Ruhu okşayan arp ile
Kalbi neşelendiren şarkıları söyleyelim:
Bir leşince Tanrıçamız, Tanrımız
Bereket bolluk gelir ülkeye,
Ağıllar, ambarlar taşar,
Her tarafta şenlik var.
Ey Sumer halkı.!
Yeni yıl geldi diye
Çalalım söyleyelim
Oynayalım gülelim.
Dualarla, şarkılarla
Barış ve mutluluk dileyelim. (
Sayfa: 56)

4 Ekim 2018 Perşembe

Muazzez İlmiye Çığ - Çivi Çiviyi Söker

- Bana hep şunu soruyorlar: Neden Sumeroloji'ye girdin? Dil Tarih Coğrafya Fakültesi neden açıldı? İstanbul Üniversitesi'nde bana fahri doktorluk unvanı verdikleri zaman, benden bir konuşma yapmamı istediler, ben de bu konuyu anlattım. Daha önce söyledim Sumeroloji'ye mecburiyetten, hiçbir şey bilmeden girdik. Ama en önemlisi tabii Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nin açılması. Biliyorsunuz Atatürk eğitim reformu yaptı, medreseleri kaldırdı. Eğitim tektür olacak, dedi. Ama bir de yüksekokul lazım. Yüksekokul olarak İstanbul'da bir Darülfünun var. O da zamanın koşullarına göre değil, yani çağdaş bir eğitim vermiyor. Atatürk yüksekokul açmayı kafasına koymuş, ama hangi uzmanlar okutacak talebeleri? Daha 1920'den itibaren birçok sahada, yurtdışına talebe gönderilmeye başlanıyor. O kadar farklı alanlarda insan gönderilmiş ki, ''Cumhuriyet'e Kanat Gerenler '' belgeselinde gördüm, ben bile şaşırdım. Ziraatten, biyolojiden tutun uçak mühendisliğine, arkeolojiye kadar. Özellikle arkeoloji diyorum, çünkü daha Cumhuriyet'in ilk yıllarında Atatürk, Konya'ya gidiyor. Konya'da Kaleiçi'nde bir kilise varmış. Atatürk'e civarı gezdirirken bu kilisenin önünden geçiyor, bunun üzerine yanındaki yetkililer, bu kiliseyi de yıkamadık, diyorlar. Bunun üzerine Atatürk onları azarlayarak, eski eserlere dokunmayın, bırakın kalsın, diyor. Sonra İnönü'ye telgraf çekip, arkeoloji eğitimi için yurt dışına öğrenci gönderin diyor. İşte Ekrem Akurgal, Rüstem Duyuran o zaman yurtdışına gidiyor. Daha sonra tarih okuması için Sedat Alp gönderilmiş. Prof. Sedat Alp, Almanya'ya gittiğinde tarihten ziyade Hititoloji ilgisini çekiyor, o bölüme geçiyor. Velhasıl yurtdışına birçok talebe gönderilmiş, ancak bunların yetişip gelmesi için zaman gerekiyor. Hemen gelir gelmez hocalığa başlamaları da zor. İşte bu arada Atatürk, Almany'dan profesör getirtmeyi düşünüyor. (Sayfa: 36-37)
Muazzez İlmiye Çığ - Çivi Çiviyi Söker
-Atatürk 1932'de yüksekokullar kurmaya karar veriyor, ama bunların bir proje kapsamında yapılması lazım. Bunun üzerine İsviçre'den Albert Malche diye bir profesörü davet ediyor. Bu adam aynı zamanda İsviçre'de parlemento üyesi. Atatürk ondan, milli değerlerimize uygun bir yüksek öğretim raporu hazırlamasını istiyor. Bu rapor hazırlanıyor. Tam o sırada, 1933 yılında, Almanya'da Hitler iktidara geliyor ve başlıyor üniversitelerdeki Yahudi kökenli hocaları kürsülerinden atmaya. Hocalar şaşırıyor. Ne yapacaklar? İsviçre'de bir yardımlaşma derneği kuruyorlar. Dernek vasıtasıyla çeşitli milletlere müracaat ediyorlar, fakat Hitler'in korkusundan hiçbiri bunları kabul etmiyor. İşin garibi Amerika da kabul etmiyor. Nasılsa bir Einstein'ı kabul etmiş Amerika. Onu da kabul etmeseler, belki Einstein bize gelecekti. Sonunda dernektekiler, şansımızı bir de Türkiye'de deneyelim, deyip bize müracaat ediyorlar. Fakat Türkiye hakkında hiçbir bilgileri yok. Türkler'in ne dilinden ne de kültüründen haberdarlar. Yine de canlarını kurtarmak için neresi olsa gidecek durumdalar. Atatürk, derhal gelsinler, diyor. 1933'te ilk kafile için bir anlaşma yapılıyor. Bu anlaşma çok enteresan. O zamanın Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip imzalıyor anlaşmayı ve deniyor ki; '' Bu şahıslar - o zaman 40-50 kişi galiba - bundan sonra ister hapiste, ister serbest olsunlar artık Türk hükümetinin memurlarıdır, Alman hükümeti onlara herhangi bir zorluk çıkartmayacaktır. Şayet çıkarırsa, biz gereğini yerine getireceğiz.''
Düşünün daha on yıllık bir cumhuriyet ve kendisini ne kadar güçlü görüyor. Bu ne mühim bir şey.
Böylece hocalar gelmeye başlıyor. Alman hükümeti bir yıl sonra müthiş zorluklar çıkarmaya başlıyor, ama her seferinde bizim hükümet devreye girip sorunu çözüyor. Bunlar geliyor. Ben daha sonra ABD'de bir kongrede bu konuyla ilgili bir bildiri sundum ve konu üzerine çalışırken gördüm ki toplam 1200 kişi gelmiş. Bunların bir kısmı profesör, bir kısmı uzman, bir kısmı da muhacir olarak gelmiş. Benim hocalarıma gelince... Örneğin Sumeroloji hocamız B. Landsberger, bir kürsüden atılıyor. O sırada Prof. Sedat Alp, bizim oradaki talebe müfettişine, bu hocayı alsak, diyor. O aracı oluyor ve Landsberger bu vasıtayla geliyor. Yalnız Landsberger'e teklif götürdüklerinde o, kütüphaneniz yok, ben orada ne yapacağım, diyor bizimkilere ve o sırada Leipzig'de ölen bir profesörün kitaplığını almalarını tavsiye ediyor. Derhal o kitaplık alınıyor ve profesör kitaplıkla beraber Türkiye'ye geliyor. O sırada Landsberger'in talebesi Güterbock doktorasını yapmış. Landsberger, o da gelsin, diyor, onu da getirtiyorlar. Bu suretle Hitit ve Sumer kürsüsü kuruluyor. Bu meyanda gelenler arasında Yahudi olmayan, ama Hitler rejimini tasvip etmedikleri için gelenler de var. Hocalarımızın hepsi Alman'dı.
*****
- Şimdilerde Atatürk bu fakülteyi niye kurdu, diye soruyorlar bana. Atatürk yaşamı boyunca Türk tarihiyle yakından ilgilenmiş bir kişi. Atatürk okumazdı, diyor kimileri, o kadar şaşırıyorum ki. Adam çadırın içinde kitaplar okumuş. Gürbüz Tüfekçi'nin ''Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar'' diye bir çalışması var: Okuduğu kitapları, nerelere not koyduğunu, hepsini toplamış. Oraya baksalar görecekler. Bu kitapta görüyoruz ki Atatürk, Türk tarihi ve Türk dili üzerinde özellikle duruyor, çünkü o güne kadar ülkemizde bunlar üzerine hiçbir araştırma yapılmamış. Türkler hakkında yazılan bütün kitaplar, dış kaynaklı metinler. Bizden bir şey yok. Atatürk iki şey düşünüyor: Biri, bitkin bir millet var, bunun canlandırılması lazım. Nasıl canlandırılacak? İşte bunu, Türklüğü ve eski Türk tarihini araştırtıp millete göstererek gerçekleştirmeyi düşünüyor. İkincisi, o zamana kadar üzerinde yaşadığımız toprakları bilmiyoruz. Bu topraklardan kimler gelmiş kimler geçmiş; bunların araştırılmasını istiyor. Yapılan araştırmaların yayımlanması için ilk önce, kendi parasıyla Türk Tarih Kurumu'nu kuruyor, ondan sonra da  Türk Dil Kurumu'nu.. Üstelik bu kurumları devlete bağlamıyor. Ne yazık ki 12 eylülden sonra bunları devlete bağladılar, berbat ettiler. Çok kızıyorum.
O zaman bizim arkadaşlardan bazıları da bunu onaylamış. Ben olsaydım katiyen kabul etmezdim. O zaman ABD'deydim, nasıl üzüldüm bilemezsiniz. Bunların hiçbir zaman hükümetlere bağlı olmaması lazım. Bu kurumların özgür ve objektif olarak çalışması gerek. (Sayfa: 39)

Muazzez İlmiye Çığ - Gilgameş


'' Avcı, '' Baba nasıl olur, bu yaban adamı hayvanlarla arkadaş olmuş, insanla hiç arkadaş olabilir mi?''
'' Oğlum, hayvanlarla arkadaş olabilen, neden insanlarla olmasın? Yalnız onu eğitmek, insan gibi yedirip içirmek, insanlaştırmak gerek.''
''Babacığım, bunu kim yapabilecek, biz insanlaştırabilir miyiz onu?''
''Hayır oğlum, onu ancak bir kadın eğitebilir. Biliyorsun, çocukları doğdukları andan itibaren anneleri eğitir. Konuşmayı, yemeyi, içmeyi, sevmeyi, gülmeyi hep annelerimiz bize öğretti. Onun için bu adamı da ancak bir kadın eğitebilir.''  ( sayfa 24-25)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...