28 Şubat 2023 Salı

Anaïs Nin - Dört Odalı Kalp, İçsel Kentler 3 (Çeviren: Püren Özgören)


Arka Kapak:

*
Anaïs Nin’den Dört Odalı Kalp, bir gitarın tellerinin melodisinden yaratıyor hikâyesini ve derinlerden değil sığ hayattan korkanları anlatıyor.
*
“Nin okurlarını, yaptıklarının ve çilelerinin önemini damıtacakları bir duyarlılık ve tefekkür akışına dahil etmeyi istiyor.”
*
New York Times
*
''Bir insanın bir başkasında uyandırdığı hayranlığın, büyülenmenin nedeni, kaynağı, tanışma ânında kişiliğinden yaydığı bir şey değil, tüm varlığının, benliğinin bir hulasasıdır; işte karşısındaki kişinin merakını, hayranlığını ve bağlılığını kıskıvrak yakalamasını sağlayan o güçlü uyuşturucu budur.
Hiçbir çekim ânı yoktur ki geçmişe uzanan derin kökleri bulunmasın; hiçbir çekim ânı çıplak, çorak toprakta yetişmez; bu rasgele bir güzellik çarpması değil, büyük kederlerin, inkişafların ve çabaların, emeklerin yol açtığı bir kazadır.
Aşk, o yüce uyuşturucu, bütün benliklerin tomurcuklarının patladığı, dolu dolu çiçeklendiği sera..
aşk, yüce uyuşturucu, bir simyacının şişesindeki en saptanamaz, en izi bulunamaz maddeleri bile görünür hale getiren kimyasal sıvı
aşk, o yüce uyuşturucu, bütün gizli benlikleri gün ışığına çıkaran kışkırtıcı
parmak izlerini bile görebilen, saptayabilen medyum..
ciğerlere fizikötesi röntgenler için yanardöner ışınlar pompaladı
gözlerin astarına yeni coğrafyalar işledi
sözcükleri yelkenlerle, kulakları kadife suskunluklarla donattı ve az sonra balkon onların gölgelerini de suya düşürdü, düşürdü ki öpücükleri sürekliliğin kutsal sularında vaftiz edilebilsin.'' (Sayfa: 8-9)
*
''Neden bir mavnaya evlerdeki süslerin tıpatıp aynısını taşırlar.? Bunlar, bu insanlar ırmak için, yolculuklar için yaratılmamış. Bunlar alışkanlıkları, âşinalıkları seviyorlar, topraktaki yaşamlarını devam ettirmek istiyorlar..'' (Sayfa: 9)
*
''Eğer aşka bir oyun olarak bakar, oyun niyetine seversen her şeyini kaybedersin; tıpkı yuvasını, karısını yitiren ve şimdi kaybetme korkusuyla, yalnız kalma korkusuyla bana sımsıkı yapışan babam gibi.'' (Sayfa: 10)
*
''(Âşıkları Ali Baba korur.! Onlara haydut şansı verir, suçluluk duygularını yok eder çünkü aşk kimilerinin içini tıka basa doldurur, onları bütün yasaları aşacak biçimde genişletir; artık pişmanlıklara, tereddütlere, korkaklıklara vakit de yoktur, yer de. Aşk özgürce, yorulmaksızın koşarken, diğerlerini -sevgili olmayan ama bu aşk genleşmesinin kurbanı olabilecek kişileri- yanıklardan korumak için bin türlü hilebazlık, tatlı kandırmacalar üretilir.. Bu hilelere karşı nazik, hoşgörülü olun, Robin Hood'a ya da diğer çocuk oyunlarına gösterdiğiniz yumuşaklığı, sabrı gösterin çünkü Anahita, ay tanrıçası nasılsa sonradan yargılayacak, ceza dağıtacaktır, Polis Bey. O yüzden onun emirlerini bekleyin zira size babamın nasıl büyük bir keyifle saydam ve bencil, sevecen ve yalancı, mesafeli ve iflah olmaz biri olduğunu söyleseydim, kesinlikle anlamazdınız, eminim. Kendisine aktarılan bütün aşkı tüketir, bitirir o.'' (Sayfa: 10)
*
''Ben bir denizkızı olmalıyım, Rango. Derinliklerden korkmuyorum ama kof, sığ bir yaşamdan ödüm patlıyor. Oysa sen, zavallı sevgilim, sen bir dağlısın, su senin bir parçan değil. Mutlu olamayacaksın.'' (..)
''..''Dünyanın dışındayız. Bütün tehlikeler dışarıda, dünyada.''
Bütün tehlikeler.. Onlar da bütün âşıklar gibi, aşkta tehlikenin dışarıdan, dünyadan geldiğine inanıyor, aşkın ölüm tohumunun kendi içlerinde yattığından hiç kuşkulanmıyorlardı.'' (..)
''..ayakların öyle hızlı, öyle çevik ki seni bir çift kanat gibi alıp götürüyorlar; kimbilir nereye ama hızla, büyük bir hızla benden uzağa.'' (Sayfa: 14)
*
''İşte şimdi tam anlamıyla doygun, hoşnuttular; bütün âşıkların düşlediği o ıssız adaya, içinde birlikte sil baştan bir dünya yaratacakları hücreye, kozaya ulaşmışlardı.
Karanlıkta birbirlerine pek çok benliklerini verdiler, bir tek en yenileri, sonuncuları atlamış, tanışmalarından önceki yılların öyküsünü dışarıda bırakmışlardı çünkü o tehlikeli yöreden uyuşmazlıklar, kuşkular, kıskançlıklar fışkırabilirdi. Karanlıkta, birbirlerine daha önceki özlerini aktarmaya çalıştılar - daha masum, henüz ellenmemiş, el konmamış olanları.
Bu, her âşığın sevdiği kişiyle dönmek istediği cennetti; o ilk, bâkir benliğini sırf sevdiğine sunabilmek için yeniden yakalamayı arzuladığı cennet.'' (Sayfa: 22-23)
*
''..toprağın ahı tutmuş, yeryüzünün bağırsaklarından yükselen beddualar insanları lanetlemiş gibi.'' (Sayfa: 25)
*
''..ne zaman Odysseia'yı okusam içim dağ adamının denize, kar adamının sıcak iklimlere, esmer, gergin Kızılderili'nin ılık Yunan ışığına rehavetine duyduğu hayranlıkla, büyülenmeyle dolar. İşte beni sana çeken de bu; çünkü sen tropikal iklimsin, içinde güneş var.. O yumuşaklık, o berraklık var..'' (Sayfa: 26)
*
''Kent, fiziksel zindeliği yok eder. Hava ve mekân yetersiz, sınırlıdır. Ciğerler büzüşür. Kan sulanır. İştah kesik ve yozdur.'' (Sayfa: 28)
*
''Zamana karşı bu itaati, insanlar arasında birliğe, uyuma ne kadar seyrek ulaşıldığını ayrımsamasını sağlıyordu. Çok net, çok acıtıcı bir şekilde görüyordu ki gece yarısı iki kişinin yüreğinde çok ender olarak aynı anda vuruyor, gece yarısı iki eşzamanlı arzuyu nadiren uyandırıyordu.. Bu ibredeki en küçük bir oynama, sapma, en küçük bir farklılık, ayrılığın, uyumsuzluğun göstergesi, insanların birbirine karışıp erimesinin olanaksızlığının kanıtıydı.'' (Sayfa: 31)
*
''Aşk hiçbir zaman doğal nedenlerle ölmez. Ölür çünkü biz onun kaynağını beslemeyi bilmeyiz; körlük ve hatalar ve ihanetler yüzünden ölür. Hastalıklardan, aldığı yaralardan ölür; bıkkınlıktan, bakımsızlıktan, susuzluktan, donukluktan ölür ama asla doğal nedenlerle değil. Her âşık, kendi aşkının katili olarak mahkemeye çıkarılabilir. Bir şey seni incittiği, üzdüğü zaman, hemen onu bertaraf etmeye, değiştirmeye koşuyorum; kendimi senin yerine koymaya, senin gibi hissetmeye koşuyorum, sense sabırsız bir el hareketiyle sırtını dönüyor, 'anlamıyorum' diyorsun.'' (Sayfa: 34)
*
''..sırf seni hoşnut etmek için görüşlerinden cayan birine saygı duyamazsın. Buna ikiyüzlülük denir.'' (Sayfa: 35)
*
''..gözleri açık, öylece yattı: Erkeğin, şiddetinin yankılarıyla, güveninin her gün yeni baştan inşa edilmesi gerektiğinin keşfiyle sarsılmış halde; ruhun bu tür hastalıklarının aşkla ya da kendini adamakla sağaltılamayacağını, iblisin köklerde yattığını, hastalığın belirgin, apaçık belirtilerini gidermeye, tedavi etmeye soyunanların ise bitimsiz, sonuçsuz bir işe kalkıştıklarını, başarı umudu olmayan bir görev üstlendiklerini kavramış olarak.'' (Sayfa: 39)
*
''Aşklarının rahminde bir çocuk, tek bir çocuk can bulmadı ama tutulmayan sözler, hiçbir zaman gerçekleşmeyen dilekler, yitirilen bir nesne, nereye konduğu anımsanmayan, henüz okunmamış bir kitap orayı tıka basa doldurdu, ıskartaya çıkarılan eşyalarla dolu bir tavan arasında dönüştürdü.''
*
''Her gün kadına fantezilerden oluşmuş yepyeni bir örümcek ağı veriyor, bundan bir yelken yapmasını, sonra da o yelkeni açıp mavnalarını görkemli, muhteşem bir limana götürmesini istiyordu.'' (Sayfa: 40)
*
''(Aşkın uyuşturma gücü bir kaçış değil çünkü onun kıvrımlarında boy atmamış, güdük kalmış hayaller, büyüklük, yücelik düşleri yatıyor; bunlar yalnızca erkeklerle kadınlar birbirini derinden döllediği zaman serpilir, gelişir. Aynı yatakta yatan ve hayatlarının özünü paylaşan bir erkekle kadından her zaman, mutlaka bir şey doğar. Tutku, ihtiras toprağında daima bir tohum barınır ve bu tohum er geç yeşerir. Arzunun tüten buharları, bir erkeğin doğduğu rahimdir; okşayışların sarhoşluğunda sık sık tarih yaratılır.. Ve bilim ve felsefe.. Çünkü bir kadın dikerken, pişirirken, kucaklarken, örterken, ısıtırken, bir yandan da onu alan erkeğin bir erkekten çok daha fazlası olacağını, hayallerindeki mitolojik figür, kahraman, kâşif, yapıcı/kurucu olacağını düşler.. Hiçbir erkek bir kadının içine (eğer istemsiz bir fahişe değilse) bedelini ödemeden giremez çünkü erkekle kadının tohumlarının karıştığı, birleştiği yerde, kan damlalarının takas edildiği o noktada gerçekleşen değişimler, durmaksızın akan, taşkın kalıtım ırmaklarından farksızdır.'' (Sayfa: 43)
*
''..''Aşka inancını niye yitirdin Rango.? Hiç ihanete uğramamışsın ki.''
''Benden önce bir başkasını sevmiş olmanı kabullenemiyorum.''
Djuna sustu; geçmişe duyulan bu kıskançlığın temelsiz olduğunu düşünüyordu; ona kalırsa, en yoğun sahiplenmeler ve sevişmeler bile bir kez yüreğin tavan arasına kaldırıldı mı, artık yeniden can bulma ve şu ânın aydınlattığı odalara dönme gücünü bütünüyle yitiriyorlardı.'' (..) ''Milyonlarca hücre, aşkın derinlere gömülü çekirdeğini, geçmiş aşkların yeniden dirilebilecek ruhlarından, hortlaksı saldırılarından korur.
Geçmişi en iyi kovalayan, def eden şey, canlı bir bugündür.'' (Sayfa: 46)
*
''(..İki sevişme hiçbir zaman birbirine benzemez. Her âşık kollarında yeni bir vücut tutar, ta ki onu kendi özüyle doldurana dek; özler asla birbirinin aynısı değildir; hiçbir lezzet bir kez daha tekrarlanamaz..)'' (Sayfa: 47)
*
''Bir yüreği kazanmak, bir çocuğu tatmin etmek, mükemmel bir hayat yaratmak katbekat güçken erkeğin ülkeler fethetmeye kalkışması. İnsanlar arasındaki boşluğu, uzaklığı aşmak, üstesinden gelmek bunca zorken, erkeğin icat etme, keşfetme, uzayı dolaşma dürtüsü.. Tek bir insanı anlamak dünyanın en çetin işiyken, insan kişiliğinin derinliklerinin o geniş yüzeyinin henüz yarısı keşfedilişken, erkeğin felsefe sistemlerini düzenleme hırsı..'' (Sayfa: 51)
*
''Dinde taraf tutabilirsin, tarihte taraf tutabilirsin, hem yanında birileri olur, yalnız değilsindir. Ama aşkı, aşk afyonunun tarafını tuttuğun zaman tek başınasın. Çünkü doktorlar haya görmeyi hastalık belirtisi sayar; tarihçiler ona kaçış, düşünürler ise uyuşturucu der ve sevgilin bile seninle birlikte o tehlikeli yolculuğa çıkmaz. Aşk hayalini bu okşayışlar, sevişmeler mavnasının direğine as.. Ateşten bir bayrak.. Bir bandıra gibi.'' (Sayfa: 55)
*
''..kırılgan yüreklerin oluşturacağı yeni hasadın daha verimli, daha bol olabilmesi için senin yüreğinin çok daha sık kırılması, parçalanması gerekli.. Çünkü sanatçı, din adamı gibidir; dünya malına sırt çevrilmesinden, acının, dertlerin kabulünden muhteşemin, olağanüstünün doğacağına inanır - ermişlik ya da sanat. (..)
Tercihini geçmişin belirledi, Djuna: acıyı azaltabileceğini gösterdin, bu yüzden de şenliklere davet edilmiyorsun.
Geçmiş rollerin dönüşü olmayan bir biçimde genişledi, yayıldı; filmi geriye sarmak artık mümkün değil. Geçmiş şefkatlerinin, geçmiş feragatlerinin çok fazla tanığı var; karakterindeki herhangi bir değişiklik onları dehşete düşürür.'' (Sayfa: 60)
*
''Rango evde yaşanan tatsız sahnelerden Djuna'ya kaçıyordu; bir sığınmacı gibi. Başını, kollarını olanca ağırlığıyla kadının dizlerine bırakırdı; Djuna o gün yorgun, bitkin olsa bile, zaten haddinden fazlasını sırtlanmış bir erkeğin yükünü arttırma korkusuyla, bunu ona hissettirmezdi. Kendi ihtiyaçlarını, zayıflıklarını, kusurlarını, kendi korkularını ve dertlerini gizliyordu. Hepsini saklıyordu erkekten. Bunun sonucunda, erkeğin zihninde tükenmez enerjisi, sonsuz kudretiyle her engeli aşabilecek bir Djuna imgesi oluşuyordu. Bu imgedeki en küçük bir leke, onu tutulmamış bir söz kadar sinirlendiriyordu. Kadının gücüne ihtiyacı vardı.
Öte yandan, Zora'yı zayıflığı yüzünden seviyor olması, onun yetersizliklerine, bir kapıyı bile açamayacak kadar beceriksiz, bir pul alıp bir mektubu postalamaktan ya da bir arkadaşıyla tek başına buluşmaktan bile aciz oluşuna engin bir hoşgörü göstermesi, burada derin bir eşitsizlik, müthiş bir haksızlık hisseden Djuna'yı incitiyordu. Zora'nın aşırı çocuksuluğu, Djuna'nın Rango'yla ilişkisindeki bütün doğallığı çalıyor, gasp ediyordu. Bu durum iki kadını iki karşıt kutba yerleştirmekteydi; iki hasım gibi değil, iki karşıt uç gibi: yapıcılığa karşı yıkıcılık, güce karşı zayıflık, vermeye karşı almak.'' (Sayfa: 82-83)
*
''..insanlar yanlış itkilerin harekete geçirdiği bir rolü oynadıkları, sahici, köklü bir gereksinim değil de korkunun, duruma uyum sağlama telaşının biçimlendirdiği dürtülere uydukları zaman, ortaya şöyle bir görüntü çıkar: Zorlama, sırıtan bir roldür bu; kişinin hakiki doğasıyla hiç uyuşmamakta, bu da katlanılmaz bir gerginlik yaratmaktadır.'' (Sayfa: 86)
*
''..oyuncu, sahnede yarattığı yanılsama nedeniyle alkış alırken, yaşamda bir yanılsama yaratmaya, göz boyamaya çalışan kişi, hiçbir saygı görmez.'' (Sayfa: 87)
*
''(Gizlediğimiz benliklerin, başkalarına düşen gölgelerine âşık oluruz..''..) (Sayfa: 93)
*
''..''Daha önce yıkım seni çekiyordu, öyle değil mi.?''
''Evet,'' dedi erkek, ''ama tam değil. Gençken memlekette en hoşuma giden şey sağlık, fiziksel enerji ve zindelikti. Ancak daha sonra burada, Paris'te şairler bana hayata değer vermemeyi öğrettiler.. Dengesizliğin, hırçınlığın daha romantik, başkaldırının ve sıradan bir yaşamla yetinmektense ölmenin daha soylu olduğunu.. bunlar bana artık cazip gelmiyor. Yaşamak istiyorum. O, gerçek ben değilmişim demek..''..'' (Sayfa: 102)
*
''Bugün dünya köksüz; başlarını toprağa gömmüş ağaçlarla dolu bir orman gibi.. Kökler havada deli gibi çırpınıyor, hızla kuruyor. Tek çare, iki kişilik bir dünyayla yeniden başlamak; iki sayısında kusursuzluk umudu var, bu umut giderek herkese, her şeye yayılabilir.. Ama işe temelden başlanmalı, erkekle kadının ilişkisinden.'' (Sayfa: 107)
*
''Aşk, iki kişilik bir deliliktir; aşk, insanların birliğe ulaştığı kristaldir.'' (Sayfa: 110)
*
''Düşlenen şey yapılmış demektir. (..) Tek aşkın acılarından kaçıp pek çok aşka kucak açma hayalini, o gizli düşü gerçekleştirmeyi göze alabilmek.'' (Sayfa: 115)
*
''Senin verdiklerini alan biri, herhangi bir erkek, en büyük değişimleri başarırdı.. Her erkek.. Ben hariç.'' (Sayfa: 122)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...