#TezerÖzlü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#TezerÖzlü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2018 Perşembe

Tezer Özlü - Zaman Dışı Yaşam

(Dış ses) Pavese: ''İnsanları öldüren kader, onları görebilmemiz ve gözlerimizi bu cesetlerle doldurabilmemiz için bizi de sorumlu kılıyor. Korku, alışılagelmiş korku, kaçış değil. İnsan gerçeği kavradığı için utanıyor- işte gerçek önümüzde. Her ceset sen, ben ya da biz olabiliriz. Arada hiç fark yok. Eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz. Bu nedenle her savaş bir iç savaştır. Her şehit, yaşayan canlıya benzer ve ondan ölümünün hesabını sorar.'' (Sayfa: 29)

Tezer Özlü - Eski Bahçe Eski Sevgi

Tezer Özlü - Eski Bahçe Eski Sevgi
Diskotek Brazil Öyküsü:
*
(.. Nasılsa Amerikan keşifleri Ay'ın göründüğü gibi romantik, güzel bir yer olmadığını kanıtladı. Boş, dağlık, ıssızlıklar denizleriyle dolu, bombok bir yer Ay aslında. Ne yapsın Ay'da Alman ya da zengin Amerikalı.? O halde zengin Alman ve Amerikalılar, ortak pazarın ileri ya da geri gelen ülkelerinin turistleri nereye gitsin.? Elbet Nis'e gitsin. Kan'a gitsin. Neresi için yaratılacak modalar.? Kimlere satacak mallarını moda evleri.? Hermes.? Dior.? Şanel.? Kaşarel.? Ve kurtlanmış kaşer.?
Elbette Nis'teki seçkin tabakaya. O halde Nis'tesin ve Diskotek Brazil'desin..) (Sayfa: 48)
*

(.. Diskotek, geniş Riviera sahilinin, palmiyelerin en çok yükseldiği yerde, bir katlı, gerisinde fakir mahalleleri uzanan yerdedir. Geniş camlar, yaya kaldırımı yüzeyine dek iner. Ayakta durulacak küçük bir bar dışında masalar ve alçak sandalyeler de düzenle yerleştirilmiş. Burada müzik bir band ya da pikaptan kendiliğinden çalmaz. Zencilerin paralarını bir müzik dolabına atıp, ''parayı veren, düdüğü çalar'' gibisinden dans paralarını ödemeleri gerekir. Onlar da bu konuda eli açık davranıp, müziğe hiç ara vermemek için, durmadan atarlar paralarını müzik dolabına. Martinikliler zenci ırkının tüm gençliğini, doğallığını, kararlı direnişini oynuyor. Hiçbir beyaz, dans birincisi de olsa, böyle içten gelen hareketlerle müziğe uyamaz. Yaşasın Riviera.! Yaşasın Nis.! Yaşasın Diskotek Brazil.! Yaşasın sömürülen milletler ve zenciler.! Yaşasınlar ki sömürülsünler, sömürülsünler ki, parayı verip, dans etsinler.! Oynasınlar.! 
(Sayfa: 49)
***
1980 Yazı Güneşi A Öyküsü:
*
''Yaşamımın bazı kesimlerinde rahatlık da aradım. Biraz sakin, düzenli, belki biraz sevgi dolu günler belli bir süre kalsın, uzasın istedim. Yaşamımdaki tırmanışlar, huzursuzluklar durulduğu an, ailemin, yakın çevremin ve giderek yaşadığım toplumun huzursuzlukları, patlayışları büyüdü, yükseldi. Kavranılamayacak boyutlara erişti. Tedirginlik, güvensizlik, kuşku, zaman zaman umutsuzluk elimde olmayan nedenlerle gene gelip yüreğime, beynime, düşünceme oturdu.
(...)
Babamın bu gece yanımda ölmesi doğaldır. Ölmeyip, yeniden yaşama dönmesi de. Güncel bir olay. Bütün büyük olayları güncel olaylar gibi algılamaya koşullandırıldık. Evimizin kapısı kırılabilir. Silahlar üzerimize dayanabilir. Bunlar günük olay. Neresinden tutacağız bu ülke üzerine kabus gibi çöken yaşamı.

***
Sayfa: 99 / 1980 Yazı Güneşi B./
*
''Bir düşten de öte.. Bu nemli yapraklar içindeki koyu kırmızı çilekler bir yaşamdan da öte.. Yoksa vaad edilen cennetlerin çilek tarlalarında mıyız.? Tanrım, vaad edilen cennet tarlalarında mıyız.?'' 
(Sayfa: 94-95)
Tezer Özlü - Eski Bahçe Eski Sevgi
''Bir düşten de öte.. Bu nemli yapraklar içindeki koyu kırmızı çilekler bir yaşamdan da öte.. Yoksa vaad edilen cennetlerin çilek tarlalarında mıyız.? Tanrım, vaad edilen cennet tarlalarında mıyız.?'' 
 1980 Yazı Güneşi B. (Sayfa: 99)
Tezer Özlü - Eski Bahçe Eski Sevgi
Bu güne kadar bir tek hayvana karşı gelişti duygularım: Değişim'deki Gregor Samsa'ya karşı.
(Sayfa:107)

Tezer Özlü - Kalanlar

Tezer Özlü - Kalanlar
''O kadar yorgunum ki 50 yılda bile dinlenemem.
Yaşamım yazarların acısını aramak oldu. Çocukluğumda Dostoyevski'nin nihilist açısını buldum. Otuzumda Pavese'nin intihar acısını. Bugün Berlin'de Peter Weiss'in antifaşizm acısını.
Acıyla bağlantılı mutluluğumdan çok memnunum.'' (Sayfa 39)

11 Ekim 2018 Perşembe

Emel Gülcan 2015


O, “ben”ini ararken kendini kazımaktan çekinmedi. Yerinde duramayan, kabına sığamayanlardandı. Tezer Özlü ömrü boyunca kimliği, burjuvalığı, kadınlığı ile hesaplaştı. Hiçbir yerli olmadı, hiçbir şeyi, hiç kimseyi sahiplenmedi ve kimsenin olmadı.
*
Alabildiğine riyasız ve açık yürekliydi. Aklın ve deliliğin sınırlarında psikiyatri kliniklerinde gezinirken üzerine zorla giydirilmeye çalışılanları reddetti. Tıpkı ömrü boyunca tüm otoriteleri reddedeceği gibi.
*
Türkiye edebiyatının bu çetin cevizi 31 sene önce hayata veda etti. O şimdi belki de bir yerlerde kolayca uyum sağlayanlara, nerede, nasıl davranması gerektiğini bilenlere gülümseyerek el sallıyor.
*
Tezer Özlü 10 Eylül 1943’te Kütahya Simav’da doğdu. Öğretmen bir anne ve babanın üçüncü ve son çocuğuydu. Ailesinin işi gereği Simav, Ödemiş ve Gerede’de büyüdü. O yılları ileride “Dört bin nüfuslu bir Anadolu kasabasında dünyaya bakmayı öğrendim. Altı yaşındaydım. Dünyanın sonsuz büyüklüğünü hissettim ve gitmem, çok uzaklara gitmem gerektiğine inandım…” diyerek anlatacaktı.
*
On yaşındayken İstanbul’ gelen Özlü Avusturya Kız Lisesi’nde ortaöğretime başladı. Henüz lisedeyken okul kampıyla Viyana’ya gitti. Son sınıfta okulu bıraktı ve 1962 – 1963 yıllarında otostopla Avrupa’yı gezdi. Özlü 1965’te babası kırmayıp dışarıdan girdiği bitirme sınavlarının ardından İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun oldu.
*
Özlü “Geceleri anneme sokulunca hem soğuktan korunuyorum hem de yalnızlıktan” diyen bir çocuktu. İleride eli kalem tutunca ünlü yazarlar Italo Svevo, Franz Kafka ve Cesare Pavese onu çok etkileyecekti. Hatta Özlü, Pavese’nin izini sürerken onunla doğumunda bile özdeşlik kuracak ve “Pavese’in doğduğu gün doğduğumu şaşarak öğreniyorum: 9 Eylül. Ben gece yarısından sonra. Ama Anadolu’da gece yarısı geçtiğinde, S. Stefano Belbo’da henüz belki de gece yarısı olmamıştı. Aynı gün, aynı yıl değilse de” diyecekti.
*
Özlü ilk gençliğinde çıktığı Avrupa seyahatinin son durağı Paris’te, Adalet Ağaoğlu’nun kardeşi, tiyatrocu ve yazar Güner Sümer’le tanıştı. Paris’te epey yağmurlu bir günde Özlü Monteparnesse’daki Cafe Select’e sığındı. Az sonra kapıdan Sümer girdi ve üç aylık Paris macerası böyle başladı. Çift birbirlerine âşık oldular ve 1964’te evlendiler.
*
Çift Ankara’ya yerleşince Sümer Ankara Sanat Tiyatrosu’nda (AST) çalışırken Özlü çevirmenlik yapıyordu. O dönemde Ingmar Bergmann, Ossip Piatnizki, Heinrich Böll, Kafka, Hans Magnus Enzensberger gibi yazarları Türkçeye kazandırdı.
*
Ankara yılları başlangıçta fena değildi. Hatta AST’ın 1963-64 sezonunda Sümer’in yönettiği Brendan Behan’ın Gizli Ordu oyununda rol aldı. Ama kısa sürede Özlü bu evlilikte aradığını bulamadığını fark etti. Aynı dönemde ruh sağlığı da iyice bozulmuştu. Manik-depresif tanısıyla tedaviye alındı.

1968’de Sümer’den ayrılan Özlü İstanbul’a taşındı. Geçirdiği rahatsızlık yüzünden 1967 – 1972 yıllarında pek çok defa psikiyatri kliniklerinde kaldı. Elektroşok verildi. Birkaç kere intihar girişiminde bulundu.
*
Özlü çocukluğundan başlayarak yaşadıklarını ve klinikte kaldığı bu dönemleri 1980’de yayımladığı ikinci kitabı, ilk romanı Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde anlattı. Ölüme nasıl yakın durduğunu tüm sahiciliğiyle şöyle özetliyordu:
*
Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı. Karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel gözükmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel ölü bir gövdeyle öç almak istediğim insanlar var.
*
Ünlü yazarın 1980’de yayımladığı romanı çok güçlüydü. Bizi hastane koridorlarında ve deliliğin sınırlarında dolaştırıp iç burkan uyumumuzla yüzleştiriyordu Özlü. “Bu kitapta bir şoku anlatmak istedim. On bir yaşındaki, bir Türk küçük burjuva ailesinin çocuğunun, yirmi yaşına dek okumak için gönderildiği İstanbul kentindeki çeşitli yabancı okullardan biri olan Avusturya okulunda karşılaştığı Batı kültür ve eğitiminin yarattığı şoku” diyordu ve anlatıyordu da. Üstelik okuru derinden sarsarak yapıyordu bunu.
*
1968’de yönetmen Erden Kıral ile evlenen Özlü 1973’te kızını kucağına aldı. Deniz Gezmiş’e duyduğu sevgiden ötürü bebeğinin adını Deniz koydu. Kıral ve Özlü boşandıklarında Deniz 10 yaşındaydı. Annesi ve babası boşandığı için 6 ay onlarla konuşmadı.
*
Deniz Kıral 1985 yılının Aralık ayında annesine bir dizi soru yöneltti. Tezer Özlü kızının sorduğu soruları samimiyetle yanıtladı. Yıllar sonra borgesdefteri isimli blog sayesinde gün yüzüne çıkan soru-cevaplara şuradan ulaşılabilir.
*
İleride babası gibi sinemacı olacak Deniz Kıral’ın “Hasret nedir?”, “Aşk nedir?”, “Nelere gülersin?” gibi soruları Özlü hakkında ipuçları verirken ünlü yazar, kızının “Şimdiye kadar bir şey kazandın mı? (para hariç)” sorusuna “Seni ve yazdığım üç kitabı, bir de İsviçre pasaportu” diyordu.
*
Özlü’nün “Başından inanılmayacak, garip ya da komik bir olay geçti mi? Anlatır mısın?” sorusuna yanıtı ise şöyleydi: “Başımdan çok garip olaylar geçti. En garip olay, sevdiğim halde, Erdem’den severek boşanmam.”
*
Özlü, Kıral ile evliliğinin son yıllarında 1981’de bir burs alarak kızıyla birlikte Berlin’e gitti. Burada ikinci romanını 1983’te Auf den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde) adıyla Almanca kaleme aldı. Bu roman o yıl Almanya’da yayımlanmamış eserlerin ödüllendirildiği Marburg Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Daha sonra yazar, anlatısını Türkçeye çevirdi bir nevi baştan yazdı ve Yaşamın Ucuna Yolculuk adıyla 1984’te Türkiye’de yayımladı.
*
Bu kitap Berlin’den Svevo, Kafka ve Pavese’nin izinde çıktığı yolculuğu ve yazarın derinden etkilendiği üç yazarın peşine düşmesini anlatıyordu. Özlü 4 Temmuz-20 Temmuz 1982’de Berlin’den çıkıp Prag’da Kafka’yı, Trieste’de Svevo ve Torino’da Pavese’nin yaşadığı yerleri adımlarken akıl, delilik ve varlık ve yokluk arasında gezindi.

O kadar ki Kafka’nın, Svevo’nun mezarları başında onlarla konuştu. Pavese’nin intihar ettiği otelde, Otel Roma’nın 305 numaralı odasında oturdu ve o anları büyüttü kaleminde.
*
Özlü’nün Almanya yılları bereketliydi. Onun çabalarıyla Erden Kıral’ın Ferit Edgü’nün Hakkari’de Bir Mevsim romanından sinemaya uyarladığı aynı isimli filmi 1983’te Berlin Film Festivali’nde yarıştı ve Gümüş Ayı kazandı.
*
O yıllardan geriye bir ödül ve şu isyankâr satırları kaldı: “Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım…”
*
Özlü Berlin yıllarından gönlü boş dönmedi. Kendinden on yaş genç İsviçre asıllı sanatçı Hans Peter Marti ile birbirlerine âşık oldular. Çift evlenmeye çalıştığında ise Türkiye’de önüne pek çok bürokratik engel çıktı. Sonunda 1984’te İsviçre’de evlendiler. Ama aşkları kısa sürecek, Özlü’nün hastalığı çifti ayıracaktı.

Kocası evden birkaç parça eşya almak için yanından ayrılırken gitmesini istemeyen Özlü’nün ona son sözleri “Beni yalnız bırakma”ydı. Ama olmadı, ünlü yazar göğüs kanseri yüzünden 18 Şubat 1986’da Zürih’te gözlerini yumduğunda yalnızdı.
*
Henüz 43 yaşındayken hayata veda eden Özlü İstanbul Aşiyan Mezarlığı’na defnedildi. Geride 1963’ten beri dergilerde yayımlanan öykülerinden oluşan Eski Bahçe, sonraki yıllardaki öykülerini kapsayan Eski Bahçe, Eski Sevgi isimli iki öykü kitabı; Çocukluğun Soğuk Geceleri ve Yaşamın Ucuna Yolculuk isimli iki roman, denemelerinin toplandığı Kalanlar, Zaman Dışı Yaşam isimli bir senaryo ve Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar’ı bıraktı.
*
Özlü, hiçbir yerliydi, kimseye ait değildi ve kimseye sahip değildi. Belki de bu yüzden Beyoğlu’nun antikahramanı mülkiyet nedir bilmez Hayalet Oğuz en yakın dostları arasındaydı. Nereli olduğunu soranlara “Hiçbir yerliyim” derdi ve haklıydı.
*
Henüz çocukken içine gitmek arzusu düşenlerdendi o. Ablası Sezer ile dünyayı keşfetmek için yaşadığı kentin sonuna kadar yürürdü. Büyüdüğünde “Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni…” diyecekti büyüdüğünde.
*
Özlü yıllarca Türkiye edebiyatında “mahzun, gamlı prenses”, “Türk edebiyatının lirik prensesi” diye anılırken acaba ortada bir cinsiyetçilik, haydi en hafifinden bir eşitsizlik yok muydu? Öykücü ve romancı Hatice Meryem Seyyar Sahne’nin sergilediği Çocukluğun Soğuk Geceleri oyununu izledikten sonra bu konuya kafa yordu. İyi ki de yordu.
*
Özlü’ye yakıştırılan bu klişeler onun sayesinde yırtıldı. Ocak 2012’de Canlı, Dişi, Toynaklı Bir Yazar: Tezer Özlü yazısında Meryem ünlü yazarın üslubunu irdelerken cinsiyetçi yaftaları nasıl hak etmediğini ortaya koyuyordu.
*
Ece Ayhan onun için “Vallahi tallahi! Evet! İçtenlikle ve özdenlikle yazıyorum ki, Tezer Özlü’yü de, onun çok insanda bulunmaz Doğrucu Davutluğunu her yerde, her kentte ve her sokakta arıyorum. Hayalet Oğuz’a olağanüstü ve eşsiz bir “hayır” işleyen bir insan-insanı ben nasıl özlemem. Tezer Özlü artık benim yakın akrabamdır” derken Can Yücel onu şu sözlerle andı:
*
Aşağıda yatıyorum
Sokağa bakan pencerenin yanındaki divanda
Bir ses.. birden bir olay oluyor
Kulağımın dibinde
Bir dal cama vuruyor
*
Tezer

Tezer Özlü - Ferit Edgü'ye Mektuplar

Tezer Özlü - Ferit Edgü'ye Mektuplar
Tezer Özlü - Ferit Edgü'ye Mektuplar
Tezer Özlü - Ferit Edgü'ye Mektuplar
Tezer Özlü - Ferit Edgü'ye Mektuplar
Kanlıca, 20 Mart 1984
*
Sevgili Tezer,
''Bir İntiharın İzinde'' yürüyorum on gecedir. Bu gece (az önce) V. bölümünü bitirdim. (85. sayfa) Bu gün, ilk elli sayfayı basımevine verdim. Bir an önce çıksın istiyorum. Hiç değilse bir tane yanımda bulunsun Berlin'e gelirken. (Sana bundan başka ne armağan getirebilirim.)
''Bir İntiharın İzinde'' müthiş bir kitap. Çok müthiş bir kitap. (Başka sözcük bulamıyorum.) Yıllar var ki böyle bir metin okumadım. (Tabii Türkçe metinlerden söz etmiyorum.) Bana gençik yıllarımda, Rimbaud'yu, Lautreamont'u, daha sonra Kafka'yı, Rilke'yi, Hölderlin'i keşfettiğim günleri yaşattı.
Çok ender yaşanılan kimi aşklar gibi. Öyle bir aşk yaşamışındır ki, bir daha artık böylesini yaşayamam dersin. Aşk sözcüğüne anlamını veren, bedeninin tüm hücrelerinde, sinirlerinin her atomunda duyduğun bir duygudur. Sonra bir gün, bir rastlantı, yeniden aynı heyecan, aynı coşku, aynı yoğunlukta yaşanan anlar.. İnanamazsın. Bir düşteyim sanırsın. Kitaplar da benim için böyledir.Eski aşklara dönemezsin, ama eski kitaplara dönebilirsin. (Kitapların ölmezliği burdan mı gelir.) Bu nedenle de, yıllar var ki; gene eski aşklarımı okuyorum. Dostoyevski'yi, Kafka'yı, Rimbaud'yu.. İlk kez, yıllar var ki ilk kez, bu güne değin okumadığım bir kitap, yeni bir kitap, daha kitap bile olmamış bir metin, bende böyle bir duygu yarattı.
Birkaç yıl önce, çocukluğumun soğuk geceleri için düşünüp de söyleyemediğim, dile getiremediğim buydu işte: o malzemenin öykülemeye değin, böylesi bir çığlığa dönüşmesi gerektiğini düşlemiştim. İçine sıçayım edebi türlerin. Romanın. Öykünün. Şiirin. İçine sıçayım. Bana yaşamın ucuna yapılan yolculuklar gerek. Bu yolculuğun türü olur mu.?
(...)
Üçünüzü de sevgiyle kucaklayan,
(Sayfa: 40-41)

4 Ekim 2018 Perşembe

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin

Neden yazılır.? Dünya acılı olduğu için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmayagörsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır. ( Ya da kendi kendine kanıtlamak için. ) Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalım yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olmayı edebiyatla öğrendim. Çok sevdiğim üç yazarın, üç cümlesini - benim neden yazdığımı çok iyi anlattığı için - edebiyat yaratıcılığının kıpırdanışlarını çok iyi yansıttıkları için burada vurgulayacağım:
* ''Hiçbir zaman sakin olamamak, sanırım benim kaderim.''
İtalo Svevo (Zeno'nun Bilinci romanından)
* ''İnsanın konuşmak için konuşmadığını böylece öğrendim, 'bunu yaptım', 'şunu yaptım', 'yedim, içtim' demek için konuşmadığını, aksine kendi yaşam görüşünü geliştirmek, bu dünyada neler olup bittiğini kavramak için konuştuğunu.''
Cesare Pavese (Yeni Ay romanından)
* ''İşte gidiyor, felaketlerin anası, koşuyor ve tüm dünyayı kendisiyle birlikte eve götürmeye çalışıyor..
Ne garip, insan keşfetmeye görsün, nasıl da tüm dünyaya sahip olabiliyor.''
Djuna Barnes ( Gecenin Uzantısı romanından)
*
Bir cümle de ben eklemek istiyorum:
* ''Yaşamla ve ölümle hesaplaşmak için yazıyorum.'' (Sayfa: 10-11)

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
Kafka, babası Hermann Kafka'nın, kendisiyle hiç bağdaşmayan kişiliğinin acısını ve baba baskısını yaşamı süresince algıladı.
1919 yılında (kitap baskısında 62 sayfa tutan) ünlü Baba'ya Mektup'u yazdı. Ama bu mektubu hiçbir zaman babasına göndermedi. Bir bölüm de bu mektuptan okuyalım:
''..Yemek masasında, yalnız yemekle ilgilenmemize izin verilirdi, oysa sen tırnaklarını temizler, keser, kalem açar, kürdanla kulağını temizlerdin. Baba, beni yanlış anlama, bunlar belki de önemsiz ayrıntılardı, ama örnek almam gereken senin gibi önemli bir insanın bana koyduğu kurallara kendisinin uymaması, bu ayrıntıları ezici öğeler haline getiriyordu. Böylelikle dünya benim için üçe bölünüyordu; birincisi benim için icat edilmiş, ama benim, neden bilmem, hiçbir zaman uyamadığım yasaklar dünyasında yaşayan ben, bir esir; sonra ikinci dünya, senin yaşadığın ve benden sonsuz uzak dünya, senin yönetimin, emirlerin ve emirlerine uyulmamasının verdiği öfke içinde yaşadığın dünyan; ve giderek üçüncüsü, arda kalan insanların, emir almaksızın ve uymak zorunda kalmaksızın yaşadıkları dünya. Ben her zaman bir utanç altındaydım, çünkü senin emirlerine uymam utanç verici bir durum, emirler bana özgü olduğundan, diyelim inadım tutuyor bu da utanç, çünkü sana karşı nasıl inatçı olunabilir, ya da çok olağanmış gibi, benden yerine getirmemi istediklerine hiç uyamadım, çünkü bende ne senin gücün, ne senin iştahın, ne becerilerin var, bu da en büyük utanç oldu. İşte çocukken, düşüncelerimin olmasa bile, duygularımın dalgalanışı buydu.'' (Sayfa: 16-17)

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
''İlk kez bir insan için yazıyorum. Sevgili dost Celâl Sılay için. Bir yıl önce, Eylül başlarında yitirdik onu. Şiiri hiçbir zaman anlayamadım, bu nedenle onun ozanlığını da değerlendiremem, ama hiçbir yazarda görmediğim öfkesini, her gün yazmak, söylemek, anlatmak isteyen kişiliğini ve bunların da ötesindeki insanlığını çok iyi bilirim.'' (Sayfa: 24)
*
''Saçsız, dişsiz, tırnakları kemirilmiş, kısa boylu bir adamdı Celâl Sılay. Ama güzel bir adamdı. Pırıl pırıl, taşan bir öfkesi, canlı bir gülüşü, haykırışı, çığlığı vardı. Onun kadar burjuva tutkularından arınmış bir başka insan tanımadım.'' (Sayfa: 25)

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
Cumhuriyet, 4 Temmuz 1983
*********************************
1920 yıllarında Kafka'yı ancak küçük bir edebiyat çevresi tanırdı. Kafka'ya ilk sahip çıkan, Andre Breton'un bulunduğu, Sartre ile Camus'nün de katıldığı ''Minotaure'' grubudur. Fransa'dan sonra İngiltere ve Amerika'da basılan Kafka, Almanya'da tüm yapıtlarıyla ilk kez, ancak 1957'de basılabilmiştir. Yazarın Türkçeye ilk çevirileri de bu yıllardadır.
3 Haziran 1924'te Kierling Sanatoryumu'nda ölen Kafka, Prag'daki Yahudi Mezarlığı'nda babası Hermann ve annesi Julie Kafka ile bir arada yatmaktadır.
''İnsanların bakışlarına bile dayanamıyorum, insan düşmanı olduğumdan değil, ama insanların bakışları, çevremde bulunmaları, öylesine oturup bakmaları, bütün bunlar benim için dayanılır gibi değil.'' Bir Prag kahvesinden eve döndüğünde bu tümceyi yazmıştır günlüğüne. Sonra şöyle devam eder: ''Sabah uykusu yerine saatlerce öksürdüm, yüzerek bu yaşamın dışına çıkmayı yeğlerdim.''

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
Düşünce özgürlüğüne kavuşturulmamış bir ülkenin kadını olarak, Türk kadınının sınıfsal çelişkisi konusunda söz söylemek oldukça güç. Çünkü, bugünün Türkiyesi hem çok sınıflı bir toplum, hem de 5. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar onbeş yüzyılı birarada yaşayan bir toplumdur. Ayrıca Batı dünyası kapsamı içinde düşünülen; askeri, siyasal ve ekonomik yönden Batıya bağımlı.. Ama bir İslam ülkesidir. Bu durumda halkı başka başka çelişkilerle karşı karşıya getirmektedir.
Bu denli karmaşık ve sorunlu bir toplumda biz hangi kadından söz edeceğiz.?
Daha bir yıl önce, kışın acımasız soğuğu karşısında evini ısıtmak için, Harbiye'de eski bir yapıdan tahta sökmek isteyen üç kadın, inşaat çökmesi sonucu yapının altında kalıp öldüler. İstanbul'un ortasında, Hilton Oteli'nin karşısındaki sokakta. Birkaç odun parçası için üç kadın ölüyordu. Türk kadını için bir genelleme yok ki.. Kimi 18 saat güneş altında tarlalarda çalışır, evde çalışması caba.. Kimi bir kova su bulmak için saatlerce yürür, kimi din baskısı altında ortaçağ anlayışıyla dünyaya kapalı tutulur ve tüm insanca verilerden uzaklaştırılır, kimi bir ticari mal gibi, başlık parası karşılığında satılır. Kasabada, kentte işçilik, memurluk yapan kadın ise evinin ve çocuklarının da tüm işlerini yapar. En çok yıpranmak da kadınlar arasındadır.
Yüzbinlercesi kendi toplum ve geleneğinden koparılmış, Orta Avrupa'nın sanayi ülkelerinde iş bulmuş, ama birlikte getirdiği çelişkilerine, bir de yabancısı olduğu ülkenin çelişkileri, bağdaşmazlıkları eklenmiş.. Ve bu kadınlardan acaba kaçı mutlu olabilmiştir.?
Bu nedenle Türk insanı için, Batıdaki anlamında bir feminizm, ''kadın sorunu'' söz konusu olmaz. Türk kadınının sorunu, Türkiye'nin tüm sorunları içinde ele alınmalıdır.
Sınıflı toplumumuz büyük eşitsizlikler göstermektedir. Üstelik son on yılda Türkiye'de köylere dek yayılan televizyon, ''beyin yıkama'' politikası ile, köy kadınının karşısına bile Dallas gibi bir Amerikan filmiyle çıkabilme cesaretini göstermektedir. Renkli basın, reklam filmleri, fotoroman ticareti var gücüyle halkın bilinçlenmesini engellemek için, sermayenin ve çarpık kültürün egemenliğini daha uzun kılabilmek için var güçleriyle çalışmaktadırlar.Aynı tutum yıllar yılı Yeşilçam sineması filmleriyle de uygulanmıştır. Ezilen sınıfların ve ezilen kadının da sorunlarına eğilen yeni ilerici Türk filmlerinin, geniş halk kitlelerine ulaşması engellenmiştir.
Türkiye'de emekçi sınıfların mücadelesi, bu sınıf insanlarının kadın, erkek, çocuk yani tüm bireyleriyle bilinçlenip, belli bir kültür düzeyine erişmesi ile gerçekleşecektir. İşte ancak bu gerçekleştiği an, kadının sorunlarına da çözümler bulunabilecektir. Burada da en büyük görev, gene aydın insana, aydın kadına düşmektedir. Bugünün çağdaş dünyasında bilinçsiz bir kurtuluş yoktur. Bilinçsizce sınıf atlamak, insana hiçbir çözüm getirmez. İnsan, hem toplumsal yaşamı, hem iş hayatı, hem kendi iç dünyası, hem öz yaşamı için bilinçlenmek zorundadır. Hiçbir toplumsal sınıfın insanı, bilinçsiz ve kendi sınıfından soyutlanarak (yani ayrılarak), sınıf atlamaya çabalayıp bir çözüme ulaşamaz. Para ve maddeye bağlanıp dünyada ''kendi paçasını kurtarmak'' terimi, artık çağdaş dünya insanı için geçerli değildir. Ve özellikle o insan, Türkiye gibi bir ülkenin insanı ise.
Bireysel kurtuluş diye bir yaşam biçimi yoktur. İnsan, her zaman toplumsal bir yaratık olduğunu kavrayıp kendi sınıfının bilinçlenmesi ve daha insancıl koşullara kavuşması için çaba gösterdikçe mutlu olabilecek, yaşamı değerlendirecektir. Yaşam, şöyle bir yaşanıp geçmek için varolmak değildir. Aksine insanları, en insancıl yaşama ulaştırmanın mücadelesinin verildiği bir olgudur. Bilinçsiz bir yaşam, insan yaşamı değildir. Bir anlamda aileyi yöneten, çocuklarını yetiştiren kadınlar da olduğuna göre, aydın Türk kadınının en büyük görevi, diğer kadınları bilinçlendirmek olmalıdır.
Halkçı (Sayfa: 43-45)

Tezer Özlü - Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
Marburg Edebiyat Ödülü Üzerine
**************************************
''İnsanın kendisinin ödüllendirildiği bir töreni yazması gerçekten güç. Ama Federal Almanya'da basılan gazetelerimiz genellikle futbol maçı, nişan, düğün, sünnet töreni ya da yurttan gelen bir şarkıcı konserine geniş yer ayırmalarına karşın, hemen Frankfurt kentinin bir saat yakınındaki Marburg kentinde Türkiyeli bir yazara verilen ödülü duymadılar ve ben tek başıma Türk yazınını temsil etmek, hem de Milliyet Sanat dergisinin yazarı olarak, ikinci bir kişilikle olayı tarafsız izlemek zorunda kaldım. İkinci bir dilde kitap yazıp, o dilin edebiyat ödüllerinden birini alan ilk Türk yazarı olarak bu töreni okura yansıtmayı görev sayıyorum.'' (Sayfa: 112)
diyerek başladığı sözlerine, kitabın yazım sürecindeki hikâyesini anlatarak devam ediyor Tezer Özlü.
Kitabının adı ''Bir İntiharın İzinde ( Cesare Pavese Üzerine Çeşitlemeler ).
''Federal Almanya'dan son yıllarda Türk yazınından çok kitap çevrildi. Bunlar geniş kitlelere yayılmasa da gene Türk yazınını tek yanlı yansıtan seçimler. Köy yazını, direnç yazını, işçi ve işçilerimizi gözleyen yazın.. İşte bu nedenler beni, kitabımı Almanca yazmaya itti. Çünü nasılsa yazdıklarımız daha uzun süre çevrilmeyecekti, çevrilse de, belki biçem farklılıkları gösterecekti. Yirmi sekiz yıldır iç içe olduğum Alman dili, bu ülkede yaşadığım bir yıl içinde doğal olarak düşünceme egemen oldu. Yazdığım cümleleri Almanca düşündüm. Cümleler Almanca olarak belirdi. Bu kitabımda Cesare Pavese'nin tüm kitaplarından küçük alıntılar var. Belli bir dünya görüşünü, yalnızlığı ve acıyı yansıtan şiirsel anlatılar. Başlangıç çeşitlemelerimi altı ay içinde Berlin'de yazdım. Kitabın üçte ikisini Berlin- Prag- Viyana- Zagreb- Belgrad- Niş- Belgrad- Zagreb- Trieste- Torino- S.Stefano Belbo arasındaki yedi bin kilometrelik yolu on gün içinde trenle ve arabayla geçip, hiç durmadan trenlerde, istasyonlarda, otellerde yazdım. Prag'da Franz Kafka'nın mezarı, Trieste'de İtalo Svevo'nun mezarı ve Torino'da Pavese'nin tüm sokakları, bulvarları, kahveleri, çalışma odası, intihar ettiği oda, doğduğu ev, yaşayan arkadaşı romanının kahramanı Nuto'yu bularak, konuşarak.
Svevo'nun tüm kahramanlarının fotoğraflarını gördüm. Onları tam romanlarını okurken düşündüğüm gibi buldum. Pavese'nin roman kahramanıyla üç gün konuştum. Yaşam her şeyi sunuyor, derinlemesine bakmayı bilirsek.'' (Sayfa: 114)
*
''Ödül töreni eski üniversite arenasında yapıldı. On üçüncü yüzyılda yapılan büyük dinsel tabloların süslediği bir orkestranın Handel'den concerto grosso, J. Sebastian Bach'tan Çembalo konçertoso çaldığı, herkesin tören giysileri ile geldiği, sanatçı ve izleyicilerin yanı sıra, yöre politikacıları ve Federal Parlemento'dan Gerhard Jahn, Friedrich Bohl adlı milletvekillerinin hazır bulundukları tören gerçekten bütün beklentilerimi aşan bir düzeyde gerçekleşti.
*
Çever Belediye Bakanı Dr. Chiristian Wagner, törende yaptığı konuşmada özetle:
' Kültürü yalnız büyük kentlerde geliştirmek yerine, böyle bir üniversite kentinden de ülke doğrultusunda kıpırdanışlarla beslemek amacındayız. Ödülün amacı, kitap piyasasına egemen olmuş ünlü adların yanı sıra, henüz yeterince tanınmamış yetenekleri de çalışmalarında özendirmektir. Sanatın özgürlüğü ülkemizde anayasa ile saptanmıştır. Sanatçıya verilen bu temel hak, hepimizi bağlamaktadır. Politikacılar, sanat ve sanatçıya özgür ortam sağlamakla sorumludur. Ancak böylelikle iki taraflı bir hoşgörü ve çeşitli düşüncelerin tartışıldığı bir ortam yaratmak mümkündür. Bir halkın yaratma gücü ve hoşgörüsü, ancak sanatın yayılabilmesi ve düşünce zenginliği doğrultusunda gerçekleşir. Çağımızı ve çevremizi kavramamızda en büyük etken çağdaş sanattır. Kültür, insanın yaşam düzeyini belirleyen en önemli öğedir.' dedi.. ''( Sayfa: 116)
*
Jüri başkanı Hans Jürgen Fröhlich'in törende yaptığı konuşmadan kitabımla ilgili bölümü aktarıyorum:
'Yarışmaya katılanlar arasında Tezer Kıral'ın Bir İntiharın İzinde ( Cesare Pavese Üzerine Çeşitlemeler ) adlı çalışması çok şaşırtıcı oldu. Tezer Kıral bir Anadolu kentinde doğmuş Türk vatandaşı ve halen DAAD bursu ile Berlin'de bulunuyor. Almaca'dan Türkçe'ye çevirileri yanı sıra Türkiye'de yayımladığı iki kitabı var: Öyküler ve bir roman. Bize gönderdiği Almanca olarak yazdığı ilk büyük şiirsel çalışması. Yazar, Cesare ve İtalo Svevo'nun yaşam izlerinden gitmeyi deniyor. Torino'ya, S. Stefano Belbo'ya, Trieste'ye gidiyor, yazarların tanıdıklarını, arkadaşlarını arıyor, Svevo'nun ailesinden yaşayanlarla konuşuyor. Konuşmalarını aktarıyor, bu yazarların yaşadıkları ve çalıştıkları çevreyi anlatıyor. Sonuç bir röportaj değil, aksine atmosfer yaratılan, çok yoğun ve şiirsel bir araştırma. Bu çalışmada olduğu gibi otobiyografik bir anlatımla, kişinin yaşam ve düşüncesinin okura bu denli yaklaştırıldığı ve bunun başarıya ulaştığı çok az yazınsal örnek biliyorum. Oysa Tezer Kıral otobiyografi yazmıyor, roman da yazmıyor. Kendine özgü bir biçim bulmuş, romansı, otobiyografiye yakın ve bu biçeme yakın anılarını, içgüdülerinin izdüşümlerini yansıtıyor. Görüldüğü gibi, edebiyat ve yaşam arasındaki sınırları kaldırmamış. Yabancı bir dilde, bu dili başarıyla kullanması açısından bu ödül kendisine oybirliği ile verilmiştir.'
*
Bu çalışmamla ilgili eleştirilerini Alman yazarı Hans Magnus Enzensberger şöyle yansıttı:'Yazdıkların çok güçlü. Bu, mutlak güçlü bir yaşam simgesi demektir. Edebiyatın tüm kurallarına karşı çıkıyorsun. Ama ben sevdim ve yazdıklarından bir şeyler öğrendiğimi de söyleyebilirim.'
*
ZDF, İkinci Alman Televizyonu kitapla ilgili (bir kültür programı kapsamında) bir çekim gerçekleştirecek. Hessen yöresi gazeteleri de oldukça geniş bir yer ayırdı.
*
Bu yazıyı, Cesare Pavese'den şu alıntı ile bitirmek istiyorum:
''Yaşanılacak bir yaşam vardır. Üzerine binilip dolaşılacak bisikletler vardır. Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak günbatımları vardır.'' (Sayfa: 117-118)

Tezer Özlü - Çocukluğumun Soğuk Geceleri

Tezer Özlü - Çocukluğumun Soğuk Geceleri
Karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel bir ölü gövdeyle öc almak istediğim insanlar var. Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış.! Küçük dünyanız sizin olsun.!
(Sayfa:12)
*
(Geniş bir bulvarda oturabilme tutkum var. Evimizin önünde yol olmayışı beni üzüyor. Bulvarlarda oturabilenleri kıskanıyorum. Şimdilerde kimseyi ve hiçbir bulvarı, hiçbir evi kıskanmıyorum. Her yerde kalabilirim. Ama o bizim, önünü gecekonduların kapattığı evimizde bir gece bile oturamam. Hiç düşündünüz mü.? Ölen bir insani gerçekten bir kez daha görebilir misiniz.? Ölen bir okula gidebilir misiniz.? Ölen bir evde uyuyabilir misiniz.? O yIllar öldü. O yılları bize, öldürecek biçimde yaşattılar.)
(Sayfa: 24)

Tezer Özlü - Her Şeyin Sonundayım

Tezer Özlü - Her Şeyin Sonundayım
''O, çektiği acıları kullanarak, ortaya koymadı yapıtını. Çektiği acılardan bir yapıt yarattı.''
Ferit Edgü
***
''Ben beni bunaltıyor. Ben'in yazdığı bu satırlar canımı sıkıyor benim.'' (Sayfa: 15)
*
''Çok şuurlu bir delilik ve çok büyük bir espri, Beckett'i aşan bir absürd içindeyim.'' (Sayfa: 17)
*
''En çok ve en uzun sana inandım.''
(Sayfa: 17)
*
''Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım.? Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum. Öykülerini ve çevirilerini ve yazılarını da iyi anlıyorum. Diğer kişilerle aramda hep bir boşluk kalıyor, Demir'le bile. Galiba en çok da seni seviyorum. Bana mektubun bile Bach kadar dinlendirici geliyor.'' (Sayfa: 26)
*
''Kitaplar beni hiç ilgilendirmiyor, canım hiç okumak istemiyor, ama birisi bana okusa, dinlerdim. Her şeyi konuşarak yapmak istiyorum. Konuşarak yazı yazmak, konuşanları dinlemek. Şu sıralar en çok sesleri seviyorum. En çok seslere ihtiyacım var. Müzik veya insan sesleri.'' (Sayfa: 29)

Tezer Özlü - Her Şeyin Sonundayım
(.. İhtiyarlık diye bir olguya inanmıyorum, çünkü gençliğe de inanmıyorum. Çocukken de, genç iken de ihtiyarı içinde taşıyorsun, yaşlanırken de çocuğu. Ancak yaşlandıkça duygusallaşma biçim değiştiriyor. Gençlik duygusallığı öfke, beklenti, başkaldırma, cesaret gibi duygularla iç içe, ama yaşlandıkça duygusallığa acımsı tatlar karışıyor, buruk..) (Sayfa: 84)
*
(..Ne vatanım, ne kökenim, ne ne ne.. Ağaçlar, göl, kuğular, yalnız sokaklar, hareketsiz bir kent içinde-zamansızlığın tadını yaşıyorum-..) (Sayfa: 85)


Tezer Özlü'den Leylâ Erbil'e Mektuplar

Tezer Özlü'den Leylâ Erbil'e Mektuplar
Ama her şeyden önemli olan, yaşayabilmek.. Biz, kimse ile yaşayamıyorsak da, kendimizle yaşayan, kendi içimizde gece gündüz mücadele eden insanlarız. (Sayfa: 26)
***
(..A. gibi, aklından geçen her bokun bir cevher olduğuna inanan bir insan değilim..) (Sayfa: 27)
***
(..Biz ki, ne çocuğuna, ne kocasına dayanamayan, kendi kendine dayanamayan kadınlarız..) (Sayfa: 31)
***
(..Aziz Nesin'i özellikle öp benim için..) (Sayfa: 46)
***
(..Ama insanın kendisi kadar duygulu bir insanla sevgiyi bölüşmesi, birbirine sevgiyi aktarması ve o insanla bir arada yaşaması o kadar güzel, ama o kadar zor ki..) (Sayfa: 49)
***
(..her şey burada, duygularda, sen de, ölüler de.. ve yürünecek sokaklar da var. Bütün dünya benim, bunu algılıyorum.)
(Sayfa: 51)
***
(..Ben zaten yeryüzünün neresini benimsedim ki.? Zaman zaman kendimi çok iyi, zaman zaman da kötü duyuyorum. İki durum da uzun sürmüyor, böylece bir denge kuruluyor.)
(Sayfa: 52)
***
(..Burada 100 yaşını bulan, 20 yıl bitki gibi yaşayan insanlar var. Yoğun yaşayıp, ölebilmek de güzel.) (Sayfa: 55)
***
(..Ben de beraber olacaksak, somut olarak beraber olalım, gelecekle ilgili plan yapmayalım, birlikte olabileceksek, olalım, ya da herkes birbirinin kadın/erkek, (...) olduğunu unutsun, beni herkesten bağımsız bir insan olarak gör, diyorum.) (Sayfa: 57)
***
(..Bizler belki de kendi kendilerine yaşaması gereken, ama belki de toplumumuz buna elvermediği için evlilikler yapan kadınlarız..) (Sayfa: 60)
***
(..Ve ilk kez yavaş yavaş, belki de araya giren somut mesafe ya da - bir süre için kesin görülen- uzaklık nedeniyle çocukluğumdan uzaklaşıyorum. Kendi zamanım içindeyim. Ancak, Arnavutköy'ü gerçekten çok özlüyorum. Orada benimle tümüyle bağdaşan bir olgu var. Deniz, yokuşlar, ağaçlar, taşrayı andıran evler.. Orada kendimi her zaman güçlü duymuştum. Erden de bana, beni her zaman güçlü duyurtmuştu. Hans Peter bana çok benzeyen bir insan. Onunla ilk kez iki insan arasındaki sevgiyi, insandan insana geçen sevgiyi duydum. Ama bu da kolay değil. Çünkü sevgi de (istersen aşk de), üzücü, yorucu, duyurucu, doyurucu bir olgu. Olması güzel (yani tender), ama belki olmaması daha rahat. (Sayfa: 61)
***
(..Çünkü en büyük acı düşünceler..)
(..Ama depresyon iyi oldu, korkularımı kustum..) (Sayfa: 64)

1 Mart 2018 Perşembe

Tezer Özlü - Yaşamın Ucuna Yolculuk

Yaşamın Ucuna Yolculuk - TezerÖzlü

Yaşlandıkça insanlarla aramdaki uçurum büyüyor. Arabalardaki, uçaklardaki, resmi dairelerdeki, otobüslerdeki, dükkanlardaki, caddelerdeki insanlarla aramdaki uçurum. Eşyalarla da öyle.
(...)
Yolculuklara dönüyorum. Kentlerden sakladığım resimlere.
(...)
Yaşamımın en mutlu anlarında da aynı güçle acıyı duymadım mı. Ve acıların ötesinde bir beklenti vardı: Kendi dünyamın beklentisi. (Sayfa: 9)
***
Boş, taş örgüsü, gri beton bir duvar bile tanımlamalarla dolu. İnsan beyninin küçük bir kıpırdanışı yeter. O duvar üzerinde her şeyi görmek için. (Sayfa: 13)

***
'Denizin dümdüz yüzeyi boyunca sonsuza dek böyle gidebileceği duygusuna kapıldı.''
Cesare Pavese
*
Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, benim gerçeğimle bağdaşmayan bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin ''medeni durum'' dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiçbir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. İstediğiniz düzene erişmek o denli kolay ki.. Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir değeri yok ki..Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum.Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla, hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havalanına ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum. (Sayfa: 57-58)

Yaşamın Ucuna Yolculuk - TezerÖzlü

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...