3 Ekim 2018 Çarşamba

Leylâ Erbil - Cüce

(Sayfa: 12)
(..Zaten sık sık, anılardan nefret ettiğini, anı yazmak kadar ucuz bir şey olamayacağını, gerçekse yazılanlar geçmişini satmak anlamına geldiğini, gerçek değilse ki mutlaka yalanlarla doluydu anılarımız, insanlığa yararı olmayan özlem ve özentilerden, böbürlenmelerden başka bir şey değildi..)
(..Geçen yaz Mayıs ayıydı (2000) telefonla gene çağırdı beni. Gittiğimde, başını kara ipek bir şalla sımsıkı Humeyniciler gibi bağladığını gördüm ve çok şaşırdım. Bana, bilimin ve insan istencinin insanları mutlu etmeye yetmeyeceğinden, herkesin bir inanca gereksinimi olduğundan söz etti. ''Allah'ın varlığına inanmıyorum ama inanmışlar gibi yaşamak rahatlatıyor beni,'' dedi. Sanki ben, ''Olmaaz.!'' demişim gibi, '' Rahatlıyorsam neden olmuyormuş.?'' diye söylendi. İnsan zayıf bir yaratık olduğu için, ''Eline kiliseyi, camiyi, havrayı vererek onları öbür dünyayı boylayana kadar oyalıyorlar biliyorum ama biraz da iyileştiriyorlar onları, cahil cühela takımı bunlar; inanıyorlar işte, çaresizler; bir amacı oluyor hayatlarının.!'' dedi. Bütün bunları sormadığım halde başını örttüğü için benden özür dilerce sıralıyordu..) 
***

(Sayfa: 13)
(..Kapıyı korka korka çaldım ne ki yazdıklarından söz bile etmedi, Kaban'ı (köpeğini) özlediğini anlattı. Başını çözmüştü gene, gür siyah kıvırcık saçları başının çevresinde havaya kalkmış kara bir ikonaya dönüştürmüştü onu, belki de bu saçları zapt edemediği için başörtüsünü denediğini düşündüm. O ise sürekli ''Lâ-rahate-fi-d-dünya, Lâ-rahate-fi-d-dünya,'' diye beş on kez yineledi. Ben gene büyüklerine saygılı bir kadın olarak, ses etmeden önüme bakıp dinledim, Kaban'ın ölümünden, Metin Göktepe'nin katillerini saklayan devletten, Gazi kıyımlarından, Sivas olaylarından akıl almaz yorumlarla delice söz etti.!'' ''Kötülükle başa çıkılmaz.! Dünyayla baş edilmez.! İnsanlara acımayacaksın.!'' dedi sonunda. İnsanların ne günahı var ki bile diyemedim..)
***
(Sayfa:19-20)
Seni iğrendiren ne çok şey var: biri de, her fırsatta başkasının onurundan kemirerek yükselmeye bakanlar; öylelerinden de kaçtın hep, konuşamadın onlarla, örneğin katledilmiş bir dostunun anısına basarak: ''Onunla omuz omuza 'non pasaran' türküleri patlattım'' (!) diyebilen tiksinç bir insana tanık olmuştun.! Terk etmiştin o toplantıyı; ötekiler alkış tutuyorlardı aptal aptal bilmeden gerçeği.. Oysa sevdiklerin yüzlerini görmeden sevdiklerin, (gerçek ''hiç''ler) zaten kimseye ulaşamadan, tanıyamadan biz onları, okuyamadan kitaplarını, bilemeden yaşantılarını çoktan hiçliğe karışmıştılar; onlardan da bazılarını tanıdın cezaevinde birkaçıyla mektuplaştın bir süre ama bu öyküde yok yeri onların, bu öykü başka şeyler anlatmak istiyor çünkü, ''Ben''i anlatmak istiyor, tanrıça kaderini Roma'nın Ma'sındaki.! Çünkü, ''Biz de öyle bir kasvet çağının çocuklarıydık: Kederin rengini hâlâ çıkaramadım alnımdan..'' dedikleri..
***
(Sayfa: 38-39)
Bunca yıldır üzerine çöreklenmiş oturan kurtlu tarihin iletişimcisi olan objelerle kalınca yüz yüze kimseyi kandırmaya yatkın olmayan yapınla her sözü gerçekten yaşatmak istedin kendine; zihnin ilk tabakalarına bir kazıyla bir yalanı yedirtip sahici kılmak sahiciyi tutuşturmak bir falya sesiyle geçmişi o içinde bulunmadığın ve hiç de ilgini çekmeyen bayağılığına dayanamadığın bir sürü kanlı kansız saçmalığı; kulaktan dinlediğin hayat hikâyelerini at hırsızı atalarının, büyük büyük dedelerinin Zerdüşt, sonra Ortodoks ve daha da sonra zulüm ve işkencelerle ikna edilerek döndürülmelerini Müslümanlığa ve asla din kabul etmeyen ilk dedelerin, efsanevi diz kapaklarını kırmasıyla baltayla ilk haminnen geçilmesini yerleşik düzene, ilk kadınlarınsa İslam bağırlarına basıp yavrularını sevinçten tepmelerini horon. Başka bir kolun Karaim'lerin, inmelerini Balkanlar'a ve binlerce yıl önce onlardan biri olan ''Pita'' ki yaşarmış tuzsuz ekmeksiz Delfi Tapınağı'nda topraktan çıkan kokuları ve gazları koklayıp, acımasız geleceğini yüzlerine sayarak insanların, asıl adı ''Pythia'' olan, o ninenin dalından iki bin yıl sonra bu eve inen Yezdân Hanım'ın, kocasının hamile bıraktığı kızını nasıl intihara sürüklediğinin inanılmaz hikâyesini anıp konuşmaya başladın boş zamanlarında hayatından bıkmış koltuklar, baş eğmiş kapılar, baygın düşmüş eşikler ve isyana hazırlanan kitaplarla birlikte; boş zamanın da o kadar çok ki, düşüncelerin bir ortaçağ salgını gibi ürkütüyorken seni, geçemedin bu monologdan yemek odasındaki çocuk takımı, hasır yemek masası, bir oturak, cüce bir yatak ve taburelere ait canlandırmalarla..



Nazım Hikmet Ran - Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

- Size yol harçlığı vermediler mİ?
- Verdiler.
- Ne kadar?
- Onar lira...
Önce şaştım, sonra utandım, sonra tepem attı:
- Bana 100 lira verdiler, dedim. Siz cepheye gidiyorsunuz, ben resim yapmaya. Ama benim teyzeoğlu mebus Ankara'da. 100 lirayı onun için yolladılar. Rezalet. Allah kahretsin. Bana şu kadarcık iyilik etmek isterseniz, şu parayı birlikte yiyelim.
Olurdu, olmazdı, ayıptı filan derken, herkese tereyağ, bal, ayran, yufka getirdi hancı. Bir yandan da içimde dayanılmaz bir utanç. Fakir fukaraya ziyafet çeken mirasyediye benziyorum. 
( sayfa 50)
***
Cevat bana düşman. Ben ona düşmanlık duymuyorum. Tiksiniyorum ondan. Ben düşmanlık duygusunu önemli, ciddi, kolay harcanmaması gerekir sayıyorum anlaşılan. ( sayfa 79)
***
- Ana soyumun kadınları öyledir. Anam da bana gebeyken, Üsküdar'daki yalıyı Sultan Hamit'in hafiyeleri basmış. Dedemin Namık Kemal'lerle falan ilgisi varmış da. Onlardan genç, ama Namık Kemal'i, hele Ziya Paşa'yı pek severdi. Evde bir takım yazılar mı şiirler mi ne varmış. Anam kaptığı gibi kağıtları sokmuş şiltenin altına. Yatağa da girip yatmış. Hafiyeler odaya dalınca:
- ''Çıkın dışarı utanmaz herifler!!'' diye basmış feryadı.
'' Müslüman bir kadının yattığı odaya nasıl girersiniz? Hemen çıkmazsanız, öldürürüm sizi.''
Babamın tabancasını almış komodinden. O tabanca hala durur. Paslı bir altıpatlar.
- ''Baba şunu niye tutarsın?'' derim
- ''Hırsızları korkutmak için.'' der.
Ama o da benim gibi silah kullanmasını bilmez. Hırsızlardan korkusu da nerden biliyor musun? Vaktiyle Fransızca '' Illustration'' dergisinde bir resim görmüş, hırsızlar, Paris'te, gece yarısı bir apartmana giriyor, karı kocayı kıtır kıtır kesiyor yatak odalarında. Hoş, bu resmi görmesinde değil iş. Anam ne kadar yiğitse, babam o kadar korkak...
Ahmet babasının İstanbul'da Polis Müdürlüğü'ne alınıp
- ''Oğlun nerde?'' diye sorguya çekildiğini, tokatlanıp hırpalandığını bilmiyor. Ahmet'in İzmir'de olduğunu bildiği halde söylemediğini bilmiyor. 
( sayfa 125-126)
***
....Gölün yolunu tuttuk. Anuşka, ikide bir eğilip - Türkçelerini bilmem, Rusçalarını da aklımda tutamam- minicik çelik gibi, bir damlacık, frenk üzümü gibi bir şeyler topluyor otların arasından. Avucunda biriktiriyor, sonra:
-Aç ağzını, diyor.
Ağzımı açıyorum, atıyor içine.
Çerçöp yer gibi bir şey, ama Anuşka'nın bana ikramını o kadar seviyorum ki, ses çıkarmıyorum. ( sayfa 128)
***

Yan yana yürüyoruz. Üçümüz yan yana yürüyoruz: Ben, Anuşka, bir de ayrılık.
Dinle neyden ki hikayet kılmada
Ayrılıklardan şikayet kılmada. 
( sayfa 140)
***
- Memleketini, İstanbul'u göresin geldi mi?
Bunu sanki bana değilmiş gibi sordu. Elini çekti avucumdan. 
- Niye çektin elini?
- Bilmem... Sorduğuma daha kolay karşılık veresin diye galiba.
Anuşka'nın elini, başımı çevirmeden bulup tuttum. Yine bana değilmiş gibi sordu.
- Niçin cevap vermiyorsun?
- Cevap verilmeyecek ne var bunda? Gün oluyor, memleket aklıma gelmiyor, ama sonra, durup dururken çarpıyor kokusu burnuma. Bu kokunun içinde yaşıyorum günlerce, haftalarca, hasretle, acıyla, kimi kere ağlamaklı olarak.
- Anlıyorum.
- Çekme elini.
- Ne biçim koku, ne biçim sevgi bu senin için?
- Deniz kokusu, çam kokusu, toprak kokusu değil, coğrafyasının sevgisi değil. Hasreti gözlerimi yakan manzaralar var elbette. Ama, yurt kokusu, yurt sevgisi, adamlara bağlılık... Adamlar dediğim zaman kimileri..
- Burjuvaları değil, anlıyorum. ( sayfa 141)
***
Yolda Anuşka'ya:
- Bağritski'ye uğrayalım, dedim.
Bağritski en sevdiğim Rus şairlerinden biri. Mükemmel, su katılmamış insan da, su katılmamış şarap gibi.
Bizi bahçe kapısında karşıladı. Dişsiz ağzıyla, belki ağzında diş vardır, ama bana bir tek dişi yok gibi gelir, gülüyor:
- Hoş geldin, Osman Paşa.
Bana, her nedense değil, Pilevne kumandanı Gazi Osman Paşa yüzünden, hep Osman Paşa der.
- Anuşka, bu ne güzellik. Güneşli ekin tarlası gibisin.
Bağritski'de sevdiğim bir çok şey arasında, başta gelenler, devrimci romantizmiyle erkekliği; ağacı, otu, lokomotifi, baharı kadınlaştırıp okşamasını bilen erkekliği. Bence şair dediğin, ressam dediğin hadım olmayacak. 
( sayfa 142)
***
Emekçiyim,
Sevdayım tepeden tırnağa,
Sevda: görmek, düşünmek, anlamak,
Sevda: doğan çocuk, yürüyen aydınlık,
Sevda: salıncak kurmak yıldızlara,
Sevda: dökmek çeliği kanter içinde,
Emekçiyim,
Sevdayım tepeden tırnağa...
Yaşamak güzel şey be kardeşim. 
( sayfa 161)

Can Yücel - Gusman'ın Kabahati Nefes Almasıdır

Kesin nefesini kesin
Teröre karşı kontra terör
Bir sincabı ceviz yiyor diye öldüremezsiniz.
Ne de Lipsos balığını yosun sindirdi diye.
Hiçbir yunus taklak attı diye
suçlanamaz.
Ne de balinalar bir acaib fıskiyedir ummanlarda
Hiç kimseyi öldüremezsiniz siz,
O Holding kıçınıza kalmamış.
Bir insanı öldürmek kendisi kendisi olduğu için
Kimse bir Devrimciyi öldürememiştir
Mahkemeler, avukatlar, kafesler nefesler
Kimse bir Devrimciyi öldüremez
Öldüremezler
Semender..
Şimdi zorla nefes aldığım bu noktada
Nefes darlığından gelen ölüm
Gusman'ın idamına itiraz
Onun kesilen nefesi benim nefesimdir
Nefesi sade Lâtin Amerika değil, bütün
dünyada yürekler attıkça, kandamarları
işledikçe, beyinler çalıştıkça..
kesilmeyecektir.
Gusman yeni doğmuş bir çocuktur
Biraz ağlıyor elleri yumuşacık
Benim yeni doğmuş çocuğum
Bağırıyor artık bütün öfkesiyle yeni doğan
Değiştireceğim diye bu Dünyayı
Gusman'lar ölmezler
Yeniden idam edilirler

*
Güle Güle Seslerin Sessizliği Kitabı'ndan

Can Yücel - XIV

Siz hiç bir damla yağmurla bir tuttunuz mu dünyayı.?!
Birden çıplak başınıza damlayan
Sonra bir sağnak
Ayaklarınızı ıslatan
Üstlüğünüzü geçip teninize işleyen
Bir medar yağmuru
Sonra bir ebemkuşağı
Geçin o kemerin altından öbür dünyaya
Sessizce
*
Güle Güle Seslerin Sessizliği Kitabı'ndan

Can Yücel - Heyheyli

Çocuklar doğuyor
İnşallah ölmezler
Ölüm bir heyecandır
Yaşamak bir heylican
Hey hey hey.!

*
Güle Güle Seslerin Sessizliğ Kitabı'ndan

Prof. Dr. Semih Çelenk - Hangi Şiirler Can Yücel'in Değil.?

Prof. Dr. Semih Çelenk, bloğunda, "Yaklaşık son beş yıldır internette sosyal medyada dolaşan 'Can Yücel' imzalı ancak Can Yücel’in ne üslubunu ne ince alayını barındırmayan sahte metinler aşağıda sıralanmıştır." diyerek yaptığı çalışmayı yayınladı.
Dünyanın en ayıp durumuyla karşı karşıyayız ancak ülkemizde şiirin ve edebiyat ortamının durumu bu!
Can Yücel'in 14. ölüm yıldönümünde bu değerli çalışmayı yayınlamayı görev bilerek şairimizi saygıyla anıyoruz.
CAN YÜCEL'İN OLMAYAN ŞİİRLER!
(Yaklaşık son beş yıldır internette sosyal medyada dolaşan “Can Yücel” imzalı ancak Can Yücel’in ne üslubunu ne ince alayını barındırmayan sahte metinler aşağıda sıralanmıştır.)
*
1. Bağlanmayacaksın

2. Kadın Dediğin

3. Erkek Dediğin

4. Seninle Olmanın En Güzel Yanı

5. Anladım

6. Herşey Sende Gizli

7. Eğer

8. Herkes Gitmek İstiyor

9. Sevdiğin Kadar Sevilirsin

10. Sağlık Olsun

11. Tam zamanında Yaşamak (Yaşamak Zamanı)

12. Tersten Yaşamak

13. Biraz Değiştim

14. Bir gün Anlarsın

15. Gitmek

16. Seninle Yaşlanmak İstiyorum

17. Asla Keşkelerim Olmadı

18. Özledim Seni

19. Bilmelisin ki

20. Aşk

21. Boşver ve Yaşı Başı

22. Olmuyorsa Zorlamayacaksın

23. Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda

24. Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan

25. Farkında Olmalı İnsan

26. Bir Eşi Olmalı İnsanın

27. Unutma 

28. Sevgi Emekmiş

29. Özleme Dair (Kim Özlerdi?)

30. Ömür Dediğin Bir Gündür O da Bugündür

31. Aşk Ayakkabı Gibidir

32. Rakı İçen Kadınlar

33. Ateş ve Su

34. Ülke Bölünsün İstiyorum

35. Kadınım Ben

36. Senin İçin Yasak Dediler

37. Bayram Şiiri

38. Dostlar Irmak Gibidir

39. Öye Bir Hayat Yaşadım ki

40. Bir Yolun varsa Gidilecek

41. Ömür Dediğiniz Nedir Ki

Aziz Nesin - Şiirin Tam Zamanıdır, Kendi Sesinden Aziz Nesin Şiirleri, Müzik: Nurettin Özsuca



*
Bile bile yaşayamayacağımızı o günlerde
Göremeyeceğimiz günler için döğüştük
Kavgamızın şiir olması bundan
*
Adları gazetelere bile geçmedi bizimkilerin
Bir haberlik değerleri bile yoktu ölenlerin
Ancak haber olabildiler
Yakalandılar yargılandılar tutuklandılar
*
Buza yazmadık yazımızı yine de
Alınterimizle kanımızla
Coğrafyaya kazdık acımızı
Ki açsın diye güller
Parmağımızın değdiği her yerden
*
Eğirip karanlıklarını zindanların
İplik iplik ışıklar yarattık
Duvarların taşlarında öğüttük umutsuzluğu
Yepyeni umutlar ürettik
Yetmiş kez öldürülsek
Yine yediverendik
Ummadık beklemedik kendimize bişey
Ne bu dünyadan ne ötekinden
*
Zamanın örsünde döğe döğe
Tava gelsin diye güzel yarınlar
Ki yaşamadan gördüğümüz
Ki bin kez aldatılsak
Yine de inandığımız
*
En uzaklardakine bile
Elimizi uzattık
Düşlerimizde yaklaştık
Geldik gittik bilinmedik
Öyle bir coşumcu kuşaktık
*
Vakıf, 15 Temmuz 1983, sa: 04.35 (Sayfa: 3-4)

*
Bulutlar dağlar
Akar ve akmaz sular
Yağmur rüzgâr yaprak
Cümbüşüyle beni şaşırtan renkler
Bütün doğa tansıklarıyla benim
Ne zenginim ne zenginim
*
Kuşlar ki kuşlar ki kuşlar
Bütün börtüböcek
Düşen yaprak yağan kar
Bütün sesler duyabildiğim
Hepsi benim hepsi benim
Ne zenginim ne zenginim
*
Umutlarıyla acılarıyla
Sevileri kahırlarıyla
Gözyaşları kahkahalarıyla
Bütün insanlar benim
Ne zenginim ne zenginim
*
Bütün dillerdeki sözcükleri
Benim için yarattı insanlar
Bütün sözcükler benim
Bütün sözler benim
*
Ne parayla ne senetle
Ne tahville ne bonoyla
Ne de malla mülkle alınıp satılabilir
Tapusu yok
Fiyatı faturası yok
Her ne varsa dünyada hepsi benim
Ne zenginim, ne zenginim
*
Işık gün ve gece
Ve karanlıkla aydınlık
Ve gürültü ve suskunluk
Yaşadıkça bunların hepsi benim
Dünyadaki en zenginim
Ve ben
Yaşarken de ölünce de herkesinim
Ne zenginim ne zenginim
*
Vakıf, 17 Haziran 1980, sa: 03:20 (Sayfa: 5-6)

*
Benim zenaatim yaşamak
Dolu dolu
Derin derin
Benim zenaatim sevmek
Gizli gizli
İçin için
Benim zenaatim yazmak
Yaprak yaprak
Halkım için
Benim zenaatim kavga
Ekmek için
Barış için
*
Duisburg, 24 Ekim1978 (Sayfa: 7)


*
Yürüye yürüye yolumu açtım
Kendimi köprü yapıp üstümden geçtim
*
Soluğumdan oluştu havam
Kendi havamda uçtum
*
Yüzü yüze yaptım denizlerimi
Kendi denizlerimden göçtüm
*
Tırmanarak yükselttim kendi dağımı
Her gün daha yüceleri aştım
*
Görmek için önümü yaktım kendimi
Kendi ateşime kendim düştüm
*
Ne kuldan ne de Tanrı'dan
Bu sonu kendime kendim seçtim
*
Nesin Vakfı, 12/13 Ocak 1979 (Sayfa: 8)

Ödenemeyen

*
Ey benim halkım
Ey benim eli açık gözü kapalım
Yüreği açık dili bağlım
Ey benim en güzelim
Ey benim en çirkinim
*
Yiyemedin yedirdin
İçemedin içirdin
Giyemedin giydirdin
Okuyamadın okuttun
Kendin üşüdün yağmurda karda
Ama beni korudun
*
Varından değil yoğundan verdin
Az az değil çoğundan verdin
Ah ne az ne az aldın
Ama çok ne çok verdin
En az aldın en çok verdin
Almadan vermek sana özgü
*
Utanırım aldıklarım demeye
Gücüm yetmez borcum ödemeye
Bende hakkın çoktur halkım
Değil böyle bir Aziz
Bin Azizler olsa yetmez
Aldığını vermeye
Utanırım hakkın helâl et demeye
Dünya durdukça durasın halkım
*
Nesin Vakfı, 30 Haziran 1980 (Sayfa: 9-10)


Kutsal Şölen

*
Alın bakışlarımı
Gözlerim sizin
Seyredin bende dünyayı
Hepinizin
*
Kulaklarımı verdim
İşitin bütün söylenmişleri
Sesler sözler
Hepinizin
*
Koklayın doğayı
Tüterken toprakta canım
Sundum size kendimi
Bir yaşam boyu kotardığım
*
Yürüyün bacaklarımla
Sarılın kollarıma
Dolaşsın gözden göze bakışlarım
Dilden dile sözlerim
Sıcaklığım elden ele
Bu sevi salt benim değil
Hepsini verdim size
*
Tutun ellerimle birbirinizi
İçin dudaklarımdan seviyi
Buyrun alın
Kalmasın en küçük parçam bile
Boşa gitmesin sizler için yaşadığım
*
Vakıf, 31 Temmuz 1979 (Sayfa: 11-12)


*
Babam Abdülaziz Efendi
Yaşamınca bir gömü aradı
Sanki gömmüş gibi kendi
Yerini başkası bilmezdi
Bulamadan aradığını
Seksenüçünde tükendi
*
Gömü arayıcılar soyundan gelirim
Kimimiz altın arar kimimiz sevi
Hepimizi gönlünde o düşlem evi
Bulamayacağımı bilirim
O olmayanı ararım
Babam gibi bulamadan ölürüm
*
Türümüz tükeniyor gittikçe oğlum
Sürdür ata armağanı kalıtımızı
Kurutma bu has damarı insansoyundan
Olmasa da ara düşleyip bir gömü
Yaşamak aramaktır içindeki gömüyü
*
Varlık, 11 Nisan 1983 (Sayfa: 13)


*
Altmışbeş yaşın kırk yılı
Çizme postal kabara yıldız apolet
Başımı çevirince geçmişe
Bir görünür bir görünmez
Tellerden demirlerden taşlardan
Seviler parça parça
Sürgünlerle hapislerle darmadağın
Şarkılar duyulmuyor
Mekanizma şakırtılarından
En yaşanılası güzellikler
Sorgulanmış kovuşturulmuş tutuklanmış
Otuzlu yaş kırklı yaş
Ellili altmışlı yaş
Nemli duvarlarda silik silik benek benek
Elin elimi göremeyecek
Avucuna alamazsın ellerimi
İpler zincirler kelepçeler
Polis candarma er
O doyumsuz öpüşmeler
Kesik kesik yasak yasak
Ha geldiler ha gelecekler
Canlanmış da sanki bir kaya
Görmezden gelenlerin korkak selinde
Çıkıyor o Yokuş'tan
Tarihe doğru
Ama coğrafyaya ters
Yukarı yukarı dikine akıyor
Selamsız geçerken yanından herkes
*
Paris (oğlumun squat'ında), 19 Eylül 1980, sa: 03.10 
(Sayfa: 14-15)


*
Gün gelir her şeyini yitirir insan
En sonra da gölgesini
Ama şu kara kalabalık
Daha ölmeden yitirmiş gölgesini
Bundan bile kötüsü var
İşte yaşadığımız bu dönem
Yitirmiş insanlarını gölgeler
Olmayan insanların gölgeleri var
Üstelik bilmiyorlar insan olduklarını
İnsanlarını yitirmişler de haberleri yok
Dolaşıyor yerlerde gölgeler
Hem de insan sanıyorlar kendilerini
*
Nişantaşı, 20 Ocak 1984 (Sayfa: 16)


*
Bir adam vardı
Yaşamınca tek şey arardı
Bulamayınca
Kurtuluşu ancak çalışmaktı
Çalışmaktan çalışmaktan çalışmaktan
Aradığını bulamazdı
*
Bir adam vardı
Hiç canı sıkılmazdı
Çalışmaktan çalışmaktan çalışmaktan
Sıkılmaya zamanı kalmazdı
*
Bir adam vardı
Uykusuzluk çekmedi hiç
Başını dayasa taşa
Uykuya dalardı
Çalışmaktan çalışmaktan çalışmaktan
Uykuya zamanı o denli azdı
*
Bir adam vardı
İnsanlar için ağlardı
Çalışmaktan çalışmaktan çalışmaktan
Gülmeye zamanı mı kaldı
*
Bir adam vardı
Hiç dinlenmedi yaşamınca
Çalışmaktan çalışmaktan çalışmaktan
Dinlenmeye zaman bulamazdı
İşini kimselere bırakmazdı
Kendi yazıtını bile kendisi yazdı
*
Uzanıp buraya boylu boyunca
Yorgun başını toprağa koyunca
Uyanmamak üzre uyuyunca
İlk ve son kez dinlendi büsbütün
Ama dinlendiğini artık anlayamazdı
*
Feneryolu, 12 Temmuz 1975 (Sayfa: 17-18)

Anıt

*
Karşı gelme büyüklerine taş kesilirsin
Bak nasıl yığdılar üstümüze taş betonu
Seni bana öldürttüler
Beni de sana
Bizi bize kırdırtıp
Hepimizin adına
Adımız ki Bilinmeyen Asker
O çok iyi bilinenler
Üstümüze bu anıtı diktiler
Sakın sormayın yarattığımız tarihi bize
Altından kalkıp da veremeyelim diye yanıt
Üstümüze dikilmiş bu görkemli anıt
Bizi taş yapıp susturdular
Ölümsüz olduk artık

*
Vakıf, 29 Ekim 1981 (Sayfa: 19)

*
O Sarayburnu'dur yürür denize
Yüz kez yüzyıllardan beri yürür
Yürür ha yürür
Yürür ha yürür
Sen altmış yıldır yürürsün ölüme
Dayan bre
Aziz ha Aziz
Aziz ha Aziz
*
O Marmara'dır akar dipten Karadeniz'e
O Karadeniz'dir akar üstten Marmara'ya
Sayısız yüzyıllardan beri akar
Akar ha akar
Akar ha akar
Sen doğduğundanberi akarsın ölüme
Kavgayı bırakmak olmaz
Bırakmayınca kavga seni
Dayan bre
Aziz ha Aziz
Aziz ha Aziz
Aziz
Ha
Ha Aziz
*
20 Aralık 1975 (Sayfa: 20)


Şarkılar

*
İnsanlar gider şarkıları kalır
Şarkılar var uzun
Yüzyılları dolanır
Şarkılar var kısa
Söylendiği yerde kalır
Şarkılar var
Benim şarkılarım
Söyletmezler
İçimde kalır
*
24.Eylül.1965 (Sayfa: 21)

*
Hani yanlış açmazdı çiçekler
Hani yanlış doğmazdı güneş
Hani her ağaç bir bütündü
Hani bulutlar hangi biçimi alsa yanlış değildi hiçbiri
Hani yanlış değildi sevdamız
Güneş gibi çiçek gibi bulut gibi yanlış değildi
*
Şimdi akan sular da yanlış durgun sular da
Yanlış uçuyor bütün kuşlar
Yanlış ağaçların yanlış dallarında yanlış yapraklar
Şimdi her şeyde bir eksiklik var
Hep yanlış yemişler sarkıyor dallardan
Ay yanlış yerde, yanlış ışımış
*
Beni seviyormuşsun
Seni seviyormuşum
Ah senin yanlışın
Vah benim yanlışım
Gerçek mi kurşun mu bıçak mı
Hiçbirisi böylesine doğru bulamazdı yüreği
Kaçıncı kez aldanmışım
Bin değil binbir değil
Baştan ayağa ben yanlışım
*
Taksim, 7 Şubat 1983, sa:21.17 (Sayfa: 22)



Dar Dünya

*
Yüreğim gövdeme sığmıyor
Gövdem odama
Odam evime sığmıyor
Evim dünyaya
Dünyam evrene sığmıyor
Patlayacağım
*
Acımın acısından susmuşum
Ki suskunluğum göklere sığmıyor
Böyle bir acıyı kimlere nasıl anlatacağım
Gönül dar geliyor sevgime
Kafam beynime
Ah şakaklarım
Çatlayacağım
Anladım artık anladım
Kimselere anlatamayacağım
*
Nişantaşı, 18 Mart 1983, sa: 04.00 (Sayfa: 23)



Hiçkimse buyur etmedi beni
Bu dünyada hiçbir yere
Ama açtım bütün kapıları tekmeleyerek
Bütün engelleri göğüsleyip yıkarak
Buyrun dediler o zaman incelikle
Buyur ettiler
Ve
Buyurdum
*
Elimden geldiğince görevimi yaptım
Gülümsedim hıçkırıklarımı boğarak
Sonunda kimsenin yorulmadığı denli yoruldum
Artık kapılar açık kalsın
Bundan sonra gireceklere
Şimdi dinlenmeye gidiyorum
Hoşçakal güzel dünyam
*
Vakıf, 12/13 Ocak 1979 (Sayfa: 24)




Diyelim ıslık çalacaksın ıslık
Sen ıslık çalınca
Ne ıslık çalıyor diye şaşacak herkes
Kimse çalamamalı senin gibi güzel
*
Örneğin kıyıya çarpan dalgaları sayacaksın
Senden önce kimse saymamış olmalı
Senin saydığın gibi doğru ve güzel
Hem dalgaları hem saymasını severek
*
De ki sinek avlıyorsun sinek
En usta sinek avcısı olmalısın
Dünya sinek avcıları örgütünde yerin başta
Örgüt yoksa seninle başlamalı
*
Diyelim zindana düştün bir ip al
Görmediğin yıldızları diz ipe bir bir
Sonra yıldızlardan kolyeyi
Düşlemindeki sevgilinin boynuna geçir
*
Say ki hiçbir işin yok da düşünüyorsun
Düşün düşünebildiğince üç boyutlu
Amma da düşünüyor diye şaşsın dünya
Sanki senden önce düşünen hiç olmamış
*
Dalga mı geçiyorsun düşler mi kuruyorsun
Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum
Düşlerini som somut görüp şaşsınlar
Böyle bir dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler
*
Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar
*
Nesin Vakfı, 4 Temmuz 1986 (Sayfa: 25-26)



Kendi gökyüzüm var
Kendi yeryüzüm
Kendi bulutlarım
Kendi bahçemde kendim oynarım
*
İstersem bir kişi
İstersem bin kişi
Gönlümce oyun arkadaşlarım
Birbaşıma kalabalıklaşırım
*
Kendimi kendimle bölüşürüm
Söz verip kendimle buluşurum
Yakınmam yok diye kimsem
Kendimle darılır barışırım
*
Yalnız geldiğim dünyada
Nasıl yaşadımsa birbaşıma
Gün gelip ölünce
Ölüme de alışırım
*
İzmir, 9 Temmuz 1986 (Sayfa: 27)



Son Tanıklarım

*
Duvarlar tanık
Döşeme tavan
Sorun kalemlerime
Beni en iyi tanıyan
*
Anlatsın yazı makinem
Çay bardağım sandalyem
Herkeslerden daha çok
Onlar bilir herşeyimi
*
Eşyamdan daha doğru
Yok anlatacak kimsem
Yaşamı bölüştüğüm
Kahrımı çeken masam
*
Dillerinden anlarsanız
Konuşturun tanıkları
Tek başıma ağlarken
Salt onlardı beni gören
*
Nesin Vakfı, 15 Kasım 1980 (Sayfa: 28)

*
Benim de hünerlerim var
Kimseninkine benzemez
Benim de hünerlerim var
Küçücük küçümencik
Ne para eder ne geçindirir beni
Ne de kimseler ilgi duyar
*
En dar yerleri genişletirim ki
Dünyadan geniş
Ölüm hücrelerini uzaylaştırırım ki
Gezegenlere özgürdür geçiş
Zindanları aydınlığa boyarım ki
Pırıltısından gözler kamaşır
Kelepçelerimi kanatlaştırırım ki
Uçmaklara yaraşır
Yalnızlığımı kalabalıklaştırırım ki
Alanlara sığmaz
Sevdiğim kadını güzelleştiririm ki
Öyle güzel dünyada olmaz
*
Nişantaşı, 15 Ağustos 1985 (Sayfa: 29)


Şiirin Tam Zamanıdır
*
Yirmiüç Mayıs gecesinin mutluluğunda
Silinsin bütün anılarım
Ki sen tek kalasın belleğimde
Lekesiz bir aklıkta
O gecenin sabahında öyle değil
Ya ölmeliyim ya öldürmeli
Kalemle yazılamaz
Ancak kanla yazılır
İşte şimdi şiirin tam zamanıdır
*
Karanlıklar saçan bir yıldızım gecenin zifirinde
Işıksız kapkara zehir zıkkım
Nasıl öyle bir acı hiç duyulmamış
Bunca yıl hiç böyle olmadım
Öldürmemek için ne seni ne kendimi
Kanla yazılmalı bıçağın ucuna
İşte şimdi şiirin tam zamanıdır
*
Hasta bir yürek
Kendi kendimi sürükleyerek
Ben mi çağırdım bu sokak kedisini
Sokulan mırıl mırıl göğsüme
Saçlarını yüzümde gezdirerek
Gözleri böcüm böcüm kapkara
İsteyince gelecek
İsteyince gidecek
Kanın sıcağında soğuk bıçak ılınır
İşte şimdi şiirin tam zamanıdır
*
Bir damla yakutça donmuş kan
Bir bıçağın gümüşsü soğukluğunda parlar
Durur dalında kızıl gül goncasınca
Benimkisi sevmek ölümüne
Yazgısı ölümcül öyle güzel
Bir Akdeniz sevisi sımsıcak
Bir Balkan sevisi yaman mı yaman
Bir Kafkas sevisi acı mı acı
İşte şimdi şiirin tam zamanıdır
Ne ölmeliyim ne de öldürmeli
Bu sonuncusunu da burda bitirmeli
Ucundan kan damlayan bıçaktan da güzel
Bir şiir yazıp tarih düşürmeli
Herşeyin zamansız olduğu bu zaman
İşte şimdi şiirin tam zamanıdır.
*
Nişantaşı, 24 Mayıs 1984 (Sayfa: 30-31)

*
Önce bir sayım döküm yapmalıyım
Neleri götüreceğim
Geri dönüp alamam
Kendimden hiç bırakmamalıyım geride
Gölgemi de gölgesizliğimi de
Söyleyemediklerim yazamadıklarım
Verilemeyen yanıtlarım
Benimle olmalı üzünçlerim acılarım
Utançlarım gözyaşlarım
Söyletilmeyen şarkılarım
Hiçbir kötülüğüm kalmamalı arkamda
Aldatmaları sevdiğim kadınların
Kurnazlıkları çıkarcılıkları küçük küçük
Zaman zaman kurnazlıklarım
Düşlerimi hiç mi hiç bırakamam
En değerli varlıklarım
Hele sonsuz tasarılarım ki yaşama sığmayan
Ve hiç sönmeyen harlı tutkularım
Ne kalır benden geriye
Hiç
O hiçi de kendimle almalıyım
*
Nişantaşı, 22 Şubat 1985 (Sayfa: 32)

*
Gözler önünde işte
Gittikçe arınıyorum kendimden
Her giden güzelleşir
Gidiyorum güzelleşmek için
Unutulsun diye çirkinliklerim
*
Gelecek birisi güzeldir
Gelince güzel değil
Hele gelmişse çirkin
Yaşam ölüm gelecek diye güzel
Ey güzeller güzeli beklediğim
*
Kaç saatim kaç dakikam ya da saniyem
Artık ne gelmek ne gitmek
Yaşamın en zor yanı beklemek
Hiçbirimiz beklemedik doğmayı
Doğduğumuzdan beri beklediğimiz ölmek
*
İzmir, 5 Nisan 1986 (Sayfa: 33)

*
Daha bir zaman
Geçmiş yılı yazacaksın
Yanlışlıkla mektuplarına
Sonra alışacaksın
*
Daha bir zaman
Yeni giysiler içinde sıkılacaksın
Eskitip kendinle birlikte
Sonra alışacaksın
*
Daha bir zaman
Bir önceki sevgilinin adıyla
Sesleneceksin yenisine
Sonra alışacaksın
*
Daha bir zaman
Yadırgayacaksın sürüklemeyi
O inmeli bacağını
Sonra alışacaksın
*
Daha bir zaman
Hâlâ sevdiğini sanacaksın
Yüreğindeki ihanet acısına
Sonra alışacaksın
*
Daha bir zaman
Alışa alışa böyle,
Bir tek kendinle kalacaksın
Ona da alışacaksın
*
Daha bir zaman
Yaşadığını sanacaklar,
Bisüre söz edecekler senden
Sonra alışacaklar

Nesin Vakfı, 4 Ocak 1988 (Sayfa: 34-35)

*
Önce hanginiz
Gözlerim yüreğim beynim
Yoksa ayaklarım mı
*
Doğduk yaşadık yorulduk
Hiç ayrılmadan birlikte olduk
Tek tek bırakmayalım birbirimizi
Ayrı ayrı değil ellerimle birlikte
Birden ve bütün ölelim
*
Nesin Vakfı, 19 Temmuz 1987 (Sayfa: 36)

*
Öyle güzel bir yerine geldin ki yaşamın
Sevgililer artık seni kandıramaz
Uyu yaşlı adam uyu
Kimseler seni uyandıramaz
*
Boşuna direnme yerçekimine
Karşı konulamaz
Seç güzel bir yer de uzan
Toprak ananın kollarına
Kıskanma güzel sabah güneşlerini
Sensiz doğacaklar diye
Uyu koynunda güzelliklerin
Görmeden bir daha hiç çirkinlikleri
Uyu yaşlı adam uyu
*
Bacaklarına teşekkür et uyumadan
Taşıdılar diye seni bunca yıl
Sarıl kendine sarıl
Okşa kendini sev kendini
Kalmamış seni senden başka bir sevecek
Hele en yorgun ellerini
Öp sağ elini öp
Gözlerine teşekkür et
Salt dünyayı gösterdiler diye değil
Bir de ağladılar bunca yıl
Teşekkür et herşeyine
Teşekkür et kendine
Çünkü hakkettin sonsuz uykuyu yaşlı adam
*
Diş dişe göz göze pençe pençeye
Döğüştün bilerek sonunda yenileceğini
En soylusunu verdin kavganın
Ölüme uyumak senin hakkın
*
Hadi derlenip toparlan
Ne gözün arkada
Ne aklın geride kalsın
Herşeyi ve kendini koy yerli yerine
Uyu yaşlı adam uyu
Yum gözlerini de kendi karanlığını gör ki
Sonra iç karanlığın bile olmayacak
Kapa kulaklarını kendi uğultunu dinle
Sonra o uğultu bile kalmayacak
*
Uyursan istediğin olacak
İşte böyle törensiz mörensiz
İşitensiz görensiz
Bir varmış bir yokmuş masalı
Kim nerde ne zaman hepsi de giz
Haydi yat yaşlı çocuğum
Yum gözlerini uyu
Uyusun da uyusun ninni
Uyusun hep uyusun ninni
Uyusun uyanmasın ninni
Uyusun da küçülsün ninni
Küçüle azala hiç olsun ninni
*
Ne güzel uyuyorsun yaşlı adam
Azalıyorsun azar azar
Kulakların biraz gözlerin biraz
Gücün tükeniyor ağır ağır
Sonun yorgunluğu bastırıyor
Öyle ağır ağır ki hiç ayrımsamadan
Tükendiğinden habersiz
Bırakıyor seni dünya yavaş yavaş
Alışa alışa kendi yokluğuna
Ne güzel ölüyorsun yaşlı adam
*
Uyusun da küçülsün ninni
Küçüle küçüle azalsın ninni
Azala azala yok olsun ninni
Başka canlar dirilsin ninni
*
Sofya, 13 Ekim 1980,
Nesin Vakfı, 17 Ocak 1985,
Nişantaşı, 27 Temmuz 1985,
Nesin Vakfı, 18 Mayıs 1986,
Nesin Vakfı, 26 Temmuz 1986 (Sayfa: 37-39)

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...